Avarya Oyunları

By acimatriyarka

3.3K 643 3.5K

Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde... More

I. PAPAZ KAÇTI
I - I
I - II
I - III
I - IV
I - V
I - VI
I - VII
I - VIII
I - IX
I - X
I - XI
I - XII
I - XIII
I - XIV
I - XV
I - XVI
I - XVII
I - XVIII
I - XIX
I - XX
I - XXI
I - XXII
I - XXIII
I - XXIV
I - XXV
I - XXVI
I - XXVIII
I - XXIX
I - XXX
I - XXXI
I - XXXII
I - XXXIII
I - XXXIV
II. YARIM KONKEN
II - I
II - II
✵ Karakterler

I - XXVII

17 3 7
By acimatriyarka

Y A Z

29 Kasım 2005
Salı
Varnata, Avarya

Filmlerdeki gibi yüzünde bir gülümsemeyle ve kollarını iki yana açıp gerinerek uyandı. Gün ışığı her zamankinden daha parlak, sabah mahmurluğu ise daha tatlıydı. Yüzünü yıkayıp üzerini giyinip dört ekmek ve dört farklı gazete aldı, tümünün manşetinde dünkü basın toplantısından görüntüler ve Taylan'ın gözaltına alınırken çekilen fotoğrafı vardı.

Taymed aleyhindeki kamuoyu tepkisi Yaz'ın beklediğinden de büyüktü. Bir grup vatandaş şirketin önünde toplanıp slogan atmış, Avar Doktorlar Birliği Taymed'in ürettiği ilaçları reçete etmeyeceklerini açıklamıştı. Bir gecede milyonlarca lev kaybeden Taylan'ın şirketi borsaya entegre olmasa bile yatırımcılar Sındırlılarla ilişkili olan diğer şirketlerin hisselerini görülmemiş bir hızla satmaya başladı. BW Otelleri'nin rezervasyonlarının iptal edildiği, Balkan Petrol istasyonlarına uğrayan araba sayısının yarıya düştüğü söyleniyordu.

Yaz dün bir kıvılcım çıkarmıştı ve bugün bu kıvılcım bir yangına dönüşmek üzereydi. Mahkemeler ve medya aralarındaki sıcak savaşın arenasıydı. Larendelerin Taylan'a dava açması gibi Nermin Metin ve Kudret Sındırlı da borsa manipülasyonu suçlamasıyla Yaz'a dava açmıştı. Onlara göre parti başkanının tek amacı, onların şirketlerinin kıymetini düşürmek ve Ab-ı Hayat hisselerine değer kazandırmaktı. Ayrıca Yaz'ın, Uysal'ın Taylan'ı kaçırmasının azmettiricisi olduğunu söylüyorlardı.

Genç kadın hiçbir davadan korkmuyor aksine daha fazlasını temenni ediyordu. Böylece haklılığını birkaç kez daha kanıtlayabilecekti.

Keyifli bir kahvaltıdan sonra parti binasına gidip avukatıyla ve yardımcısıyla görüştü. Öğleden sonra da üstündeki resmi giysileri beyaz trençkot, turuncu bluz ve kot etekle değiştirip arkadaşlarıyla dolaşmaya çıktı. Bulutlar güneşi örtse de neşesini örtemiyordu. Çimlerde oturup gökyüzüne baktı, havadan sudan konularda sohbet etti. Ciddiyetsiz şeyler söylemeyi ve ağzından çıkan her kelimenin üzerinde durmamayı özlemişti.

Mağazaları gezdi. Her renkten elbise denedi ve arkadaşlarının denediği elbiselere yorum yaptı. Kitapçı raflarının arasında ormanda gezinir gibi yürüdü, kitapların ağaçları anımsatan kokularını içine çekti, ilgisini çeken kitapların iç sayfalarını karıştırdı. Kardeşine bir macera çizgi romanı, annesine baş karakterinin eşine sevgisini sorgulayan bir ev hanımı olduğu psikolojik bir roman, babasına da okurları içlerinde sakladıkları gerçeklerle yüzleştireceğini iddia eden bir kişisel gelişim kitabı aldı. Kendisine de resim defteri ve yağlı boya aldı.

Akşam indikçe toprak kokusu caddeleri sardı. Yaz, aldıkları ıslanmasın diye poşete sıkıca sarıp kucağına alarak boştaki elini arkadaşlarına salladı ve otobüs durağına koşturdu.

֎

A S L I

Aynı gün
Varnata

Geçen hafta Aslı dernek başkanından dil için yardım almış ve halalara mektup göndermişti. Evdekilerin haberi olmasın diye gönderim adresi olarak derneği göstermişti. Bugün de mektuba bir cevap gelip gelmediğini sormak için bulvara açılan arka sokaklardan birinde beyaz renkli, dört katlı bir apartmandaydı; üçüncü katında Bosna-Hersek Kültür ve Dayanışma Derneği yer alıyordu.

"Hoş geldiniz," dedi başkan. Kısa bir hâl hatır sorma faslından sonra büyük beyaz bir zarfı eski avukata verdi. Zarfın arkasında üç tane pul vardı, ikisinde Isparta güllerini andıran pembe ve beyaz güller, birinde de kara orman tavuğu. Zarfın içinde üç kâğıt ve dört fotoğraf vardı, kağıtlardan ikisi halaların birer birer Boran'a yazdığı mektuplardı. Aslı kendisine gelen üçüncü mektubu Türkçeye çevirerek okuması için dernek başkanına verdi, bu sırada dudaklarını ısırıyordu.

Halalar, mektubu yürekten bir sevinçle karşılaşmıştı. Samimi oldukları kişilerin ismini kısaltma adetleri olduğundan, Boran İbrahim'den İbo olarak bahsediyorlardı. Zerina, gönderdiği mektubun köşesine küçük bir vesikalık fotoğrafını iliştiren Aslı'nın güzelliğini övmüştü. Eğer bir gün Saraybosna'ya gelirse ziyaretinden mutluluk duyacaklardı. Genç kadın bu kısmı dinlerken başını eğip gülümsedi.

Rasima'nın bir cümlesi Aslı'nın içini acıttı. "İbo'nun sesini unutmaktan korkuyorum. Ne olurdu pasaportu çıksa da gelse, gelebilse. Gelemiyorsa arasa, arayamıyorsa da yazsa. Önceleri en azından konuşurduk. Son zamanlarda aramıyor bile..."

Boran, halalarından cezaevi ile ilgili her şeyi dikkatle gizlemiş, pasaportu bir türlü çıkmadığı için yanlarına gelemediğini söylemişti.

Zerina ve Rasima, savaş sırasında fotoğrafların birçoğunu kaybetmiş olmalarına rağmen ellerindeki üç tanesini de göndermişlerdi. Aslı bunu duyunca fotoğraf istediği için vicdan azabı çekti çünkü ihtiyarların hazine değerinde olan anı nesnelerini almıştı. Bu emanetlere sahip çıkacağına dair kendi kendine söz verdi.

Fotoğraflardan birinde Boran kameraya bakarak gülüyordu. Bol kazağı ve mantar kesim saçları vardı. Dişleri ortaya çıkmış, gözleri kısılmıştı.

Arkasında tükenmez kalemle "10 godina, 1985" diye not vardı.

"Bu ne demek?"

"On yaşında."

Diğer fotoğraf, yarı boydan çekilmişti ve Boran lise üniforması içindeydi. Şimdiki haline biraz daha benzese de daha çocuksu bir ifadesi vardı. "16 godina, 1991."

Üçüncüsü bir aile fotoğrafıydı. Anne, baba, bir çocuk ve bir bebek... Aslı yüzlere uzun bir süre baktıktan sonra fotoğrafın arkasını çevirdi. Bu seferki not farklı bir el yazısıyla idi. Yaş yoktu, isimler vardı ve yılla birlikte yer bilgisi de içeriyordu.

Adalar, İstanbul, 1981; Haris, Gönül -burada Gjonjul olarak yazılmıştı- İbrahim ve Diba...

Eski avukat, Boran'ın anne ve babasının ismini dosyada yazdığı için bilse de bir kardeşi olduğunu bilmiyordu. "Acaba hayatta mı?" diye düşündü fakat dile getirmedi.

Fotoğrafta en fazla altı aylık gibi görünüyordu, demek ki bugün yaşıyorsa eğer 24 yaşındaydı. Bosna'daki savaş ise onu sadece 11 yaşındayken vurmuştu.

"Diba... Ne güzel bir isim."

Yakın zamanda çekilen dördüncü fotoğrafta Zerina'yla Rasima, Başçarşı'da bir kahvecideydi. Boran yüz hatlarını babasından, gökyüzü gibi gözlerini ise Zerina'dan almıştı. Diğer aile bireyleri ise kahverengi gözlüydü. Aslı kendi kendine "Ne güzel genler ya, bizde de ancak kellik ve şişmanlığa yatkınlık genleri olsun." diye mırıldandı.

"Afedersiniz, bir şey mi dediniz?" diye sordu dernek başkanı.

"Ah, hayır." dedi kadın, gülerek. "Her şey için teşekkür ederim. Bana nasıl bir iyilik yaptığınızı bilemezsiniz."

"Sakıncası olmazsa bir şey sorabilir miyim, Aslı Hanım?" dedi dernek başkanı.

"Tabii ki buyurun."

"Sizin kadar ilgili ve şefkatli bir avukata daha önce dek gelmemiştim. Hapishanedeki beyefendinin ailesiyle bağlantı kurmanın davayla ilgisi yok. Neden bunun için bu kadar uğraşıyorsunuz?"

Başkan herhangi bir eleştiri niyeti olmadan sormuştu şüphesiz fakat eski avukat kendini suçüstü yakalanmış gibi hissetti ve utançla başını eğdi. "Yani... Ben..." diye geveledi ve gülmeye başladı.

Karşıdaki, özür dileyip konuyu kapatmak üzereyken Aslı gülmeyi kesip "Ailesizliğin ne olduğunu biliyorum," dedi. "Dolayısıyla Boran'ın, şey, yani Boran Bey'in ne hissettiğini biliyorum. Aynı yarayı taşıyanlar birbirini tanır."

"Anlıyorum."

"Bir ricam olacak," dedi kadın. Kalbi deli gibi atıyordu. "Gönül ve Diba Saraçoviç'in son durumunu öğrenmek istiyorum. Bunun için konsolosluğa dilekçe yazacağım ama başka bir yol da varsa bana yardımcı olabilir misiniz?"

"Tüm kalbimle," dedi başkan.

Aslı'nın bundan sonraki durağı Kurtuluş'un ofisi oldu. Fotoğraf ve mektupları göstererek "İşte," dedi. "Boran gerçek bir insan. Şimdi bana yardım edecek misiniz Kurtuluş Bey?"

Kurtuluş genç kadına oturmasını işaret etti ve kahve söyledi. Fotoğrafları dalgın gözlerle incelerken "Size bir katil örgütünden bahsettiğimi hatırlıyor musunuz?" diye sordu.

"Unutur muyum hiç? Siz, Boran'ın bu örgüte dahil olduğundan şüpheleniyordunuz. Amcam da beni bu yüzden uzak tutuyordu güya..."

Kır saçlı adam titreyen ellerle fotoğraflara bakmaya devam ederken "Size her şeyi ispatladım," dedi iri gözlü kız. "Nemanja'yı Boran'ın öldürmediğini, hatta Nemanja'yı kimsenin öldürmediğini ortaya çıkardım. Peki, otopsi yapılan kafası dağılmış kimliği belirsiz ceset kimindi? Adli tıp kayıtlarını değiştirecek güce kim sahip? Neler oluyor, sizin bana söylemediğiniz neler var? Amcam bütün bu işlerin neresinde?"

"Bugüne kadar aileniz hakkında olumsuz bir şey söylemedim ama... Amcanız, yanlış işlerin içinde. Bu kadarını söyleyebilirim."

"Katil örgütten haberdar ama hiçbir şey yapmıyor, öyle değil mi? Hatta... Belki de onları koruyor. Boran da o örgüte dair bir şey söylemesin diye hapiste."

Aslı tekrar ayağa kalkmış ve gezinmeye başlamıştı. "Şimdi anlıyorum. Her şeyi kafamda oturttum. Boran'ın bana söylediği bir şeyi hiç unutmuyorum. 'Soyadın Vult olduğuna göre niçin konuşmadığımı bilmelisin,' demişti. Amcam belki onu tehdit etti, belki ona bir teklif yaptı; bir savaş suçlusunu yaşadığı halde ölmüş gösterdi."

Kurtuluş'un tepkileri çok yavaşken kadının hareketleri adeta gözle görülmeyecek kadar hızlıydı. "Ben gazete biriktiririm," dedi. "Dün gece arşivimi karıştırdım. Bakın, neye rastladım."

Defterini açtığında ortalığa yapıştırıcı kokusu yayıldı. Gazeteden kestiği küpürleri yan yana dizmişti Aslı. "2002'nin sonlarına doğru Şairhanım'da hırsızlık haberleri bir anda artmış. İşte bu haber Aralık ayından, bu haber de 2003'ün Şubat ayından. İki adres arasında üç sokak var. Bakın, görgü tanıkları faili nasıl tarif etmiş."

Yaşlı adam defteri aldı ve haberleri okumaya başladı.

"Tariflerin benzerliğine rağmen basının nasıl bu konunun üstüne gitmediğine dikkat edin." Aslı, uzanıp defterin önceki sayfalarından birini gösterdi. "Bu da Nemanja'nın fotoğrafı."

"Mesele açık görünüyor," dedi Kurtuluş.

"Amcamın bir ilgisi olmadığına inanmak istiyordum ama..." dedi kadın. "Onunla direkt yüzleşeceğim. Başka bir çare kalmadı. Ona sahip olduğu bazı değerler olduğunu hatırlatırım. İnançlı biri olduğunu ve Tanrı'dan korkması gerektiğini söylerim. Hiç olmadı, yaptıklarını gazetecilere anlatmakla tehdit ederim. İnsan yanılır, bu bir mesele değil ama yanılgısını fark ettiği an yolundan dönmelidir."

"Bu pek akıllıca bir hareket olmaz."

"Neden? Ben onun yeğeniyim. Ona içindeki iyiliği hatırlatabilecek kişiyim. Öz annemle babam beni bırakmışken amcam bakıp büyüttü."

Kır saçlı adam bir kez daha oturması için işaret etti ki konuşurken muhatabının gözlerinin içine bakabilsin. "Amcanıza bir değil birden fazla ithamla gideceksiniz," dedi. "Bir mülteciyi suçsuzken hapse attırma... Bir suç örgütü kurma, bu örgütün yerel halk arasında hırsızlık yapması... Bunlar yanılgı değil. Yargıçlar huzurunda kanıtlandığı takdirde sahibini ömrünün sonuna dek parmaklıklar ardında tutacak suçlar. Her şeyden önce, amcanızın bu suçları işlediğine emin misiniz?"

"Öyle olmamasını umuyorum ama..." dedi Aslı, başını eğerek. "Belki de yanlış anlıyoruz. Her şey bir yanlış anlaşılmadan ibaret. Bilmiyorum, kafam çok karışık."

"Diyelim ki bunları yaptı, kabul eder mi? Siz olsanız eder misiniz? Davayla biraz fazla uğraştığınız için avukatlığınızdan olup üç ayınızı Almanya'da geçirmek zorunda kaldınız. Bir de bu davanın ardını deştiğinizi öğrenirse neler olur, tahmin edin?"

"Hiçbir şey olmamış gibi mi yapayım?"

"Hayır," dedi Kurtuluş, ellerini masaya koydu. "Onunla ben yüzleşeceğim."

֎

E M R E

Aynı gün
Varnata

Olay yeri ekibi meclis bahçesindeki çukurların etrafını çevirmişti. Flaşlar patlıyordu. Defterler doluyor ve maskeli, eldivenli, tek parça beyaz giysili görevliler suçlulara dair kalıntılar arıyorlardı. Topraktaki izlerin biçimi, yazının çim biçme makinesiyle değil bir kürek marifetiyle yazıldığını gösteriyordu. Bunun dışında ne ayak ne araç izi vardı, sanki fail gökten inmiş, bahçeyi kazıp uçarak gitmişti.

Kayıtlar, bahçenin kazılmış kısmını gören üç güvenlik kamerasının olaydan hemen önce önlerine karton konarak sırayla kapatıldığını gösteriyordu. Polisler kayda değer tek delil olan bu kartonu analize göndermek üzere aldı. Başka bir ekip de karakolda kameralardan alınan kayıtları izliyor ve gece saatlerinde meclisin yanından geçenleri tespit etmeye çalışıyordu. Kamerada görünen herkesin görgü tanığı olarak ifadesi alınacaktı.

Emre arazide kim bilir kaçıncı turunu atarken tıpkı Fethi Ekin'in suikastının ertesinde olduğu gibi son olayın failinden arama gelir diye telefonunu elinde tutuyordu. O zaman Hande Bulut AVİS'e ne yapacağını söylemişti. Bu sefer ise istihbaratçılar hiçbir duyum almamıştı.

Bulut, kedinin fareyle oynadığı gibi ajanlarla oynamayı sevdiği için çoğu zaman şifreli kanallardan ulaşır ve eylemini önceden açıklardı. Peki ya bahçe kazısının onunla ilgisi yoksa? Öte yandan Emre, ne bu kadar "temiz" çalışabilecek başka biri olabileceğini ne de mesajın sadece halka seslenmekten ibaret olduğunu düşünüyordu.

Hande bu kez onu arayıp antik Yunan filozoflarından alıntılar okumamıştı ama Emre'nin çözmesi için bir bulmaca hazırlamıştı. Aralarındaki iletişim sesli olmak zorunda değildi, hatta çoğunlukla sesli değildi. Hareketler yoluyla da konuşmak mümkündü.

Komiser gömlek cebinden Hande Bulut'un tek fotoğrafını çıkardı. Kırkı çıktı çıkacak sepya bir vesikalık... Siyah önlüğü ve peri gibi bembeyaz saçlarıyla bir ilkokul çocuğu... Hande albinoydu. Kimliğini gizleyen biri için pek faydalı olmayan bir özellikti bu. Şu an 49 yaşındaydı "maça kızı". Emre'den 18 yaş büyüktü. "Acaba şimdi nerede yaşıyor ve nasıl görünüyor?" diye düşündü.

Uysal ile henüz yakınlaştıkları günleri anımsadı. Anlamsız görünen bir anagramın yer aldığı bir nottan bahsetmişlerdi. Nottaki kelimeler öyle bir dizilmişti ki komiser gözünü kıstığında "HB" harflerini görebiliyordu. Acaba aynı yöntemle bu yazıyı da çözebilir miydi?

Bahçenin drone'la çekilmiş bir fotoğrafını tuttu. Kelimeler çift sıra halinde yazılmıştı. "Avarya halkı," üstte, "... ülkenizi geri alın," altta. Emre gözlerini kıstığında "Avarya"nın "y"sinin kuyruğunun ok gibi çizildiğini fark etti. Okun ucunda ise "geri" sözcüğünün g'si vardı, g'nin kuyruğu kafasından bağımsız gibiydi. Küçük g, çember ve çengel şeklinde iki parça görünüyordu. Bir çember ve onu gösteren bir ok vardı.

Komiser, emri altındaki bütün polislere işlerini bıraktırdı ve "g"nin içini kazdırdı. İlk iki metreden taşlar çıktı, üçüncü metreden ise bir iskelet. Toprağa karışmış dişlerin arasında naylona sarılı bir kâğıt buldular. Plastik, doğada ya da cesetlerin ağzında binlerce yıl kaybolmayan bir maddeydi ve sır saklamaya muktedirdi.

Kâğıdın ön yüzünde "2 Ekim 1980. Ben, Zilduvar Kaymakamı Aydın Çelik. Fethi Ekin ölüm emrimi verdi," yazıyordu. Arkasında ise vasiyet gibi iki cümle: "Zilduvar deneylerini araştırın. Organ ticaretini durdurun." 

Continue Reading

You'll Also Like

507 172 10
Kendini ülkesi için feda eden, yaşadıkları acıların cefasını çeken dokuz TAKTİB ajanı ve her birinin yetenekleri bir uzuvla özdeşleşen, parçalandıkla...
19.1K 8.4K 34
O gün, "Bir insan kaç kere ölür," demişti silahın namlusunu koluma sürterken. Geçmişi düşünürken acıyla gülümsedim. "Bir insan kaç kere ölür, gece yü...
1.5M 112K 28
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
400K 7.6K 26
Matilda, yıllardır her gün gördüğü bir adamın, yalnızca kendisinin görebildiğini fark etti. Bu fark ediş ise hayatında köklü değişikliklere neden old...