Avarya Oyunları

By acimatriyarka

3.3K 643 3.5K

Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde... More

I. PAPAZ KAÇTI
I - I
I - II
I - III
I - IV
I - V
I - VI
I - VII
I - VIII
I - IX
I - X
I - XI
I - XII
I - XIII
I - XIV
I - XV
I - XVI
I - XVII
I - XVIII
I - XIX
I - XX
I - XXI
I - XXII
I - XXIII
I - XXIV
I - XXVI
I - XXVII
I - XXVIII
I - XXIX
I - XXX
I - XXXI
I - XXXII
I - XXXIII
I - XXXIV
II. YARIM KONKEN
II - I
II - II
✵ Karakterler

I - XXV

27 4 8
By acimatriyarka

27 Kasım 2005
Pazar
Varnata, Avarya

Sonbaharın ilk deminden çalınmış gibi güneşli bir sabahtı, oyunu kullanıp bir an önce Pazar'ın tadını çıkarmak isteyenler okulların önünde kuyruğa girmişti. Birçoklarının içinde önceki seçimde yaşanan olayın tekrarlanacağına dair ince bir telaş vardı. Halk gösterisine katılacak olanlar şimdiden Bakilik Meydanı'na toplanmaya başlamıştı, keza polis arabaları da. Birkaç muhabir ve kameraman da ortalıkta dolaşıyordu. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen meydan şimdiden kalabalıktı.

Saat öğleden sonra 2'ye yaklaştıkça insanlar meydanı biraz daha doldurdu. İğne atılsa yere düşmez oldu. Katya'nın arkadaşları uygun bir yere kürsü ve mikrofon kurarken, konuşmaya yakından şahit olmak isteyen izleyiciler öne yığılmaya başladı. Ne belirli bir slogan vardı ne dövizler. İnsanlar ellerine, yüzlerine, tişörtlerine iskambil sembolleri çiziyor; kimisi alkış tutuyor, kimisi dans ediyordu; şarkı söyleyen, şiir okuyan, sesli kitap okuyanlar vardı, sokak müzisyenleri sanatını icra ediyordu; ortamdaki ciddi gürültü garip bir ahenk taşıyor, kaostan düzen doğuyordu. Meydan tuzdan büyü çemberi gibi kameralar ve muhabirlerle çevriliydi, bu özel anları ve geniş katılımlı gösteriyi kayıt altına alıyorlardı. Televizyon ekranları ise Bakilik'e gelmek için müsait olmayan vatandaşları buraya taşıyan bir geçit görevi görüyordu.

Meydana gelenler sadece bu seçimi boykot eden Ekin Başak Partisi seçmenleri değildi. Diğer partileri destekleyenlerden ve apolitiklerden de gelenler vardı. Ciddiyet ve eğlencenin tam ortasındaydılar, günü burada geçirmek ve birlik duygusunu hissetmek üzere katılmışlardı. Kimisi Katya'nın konuşmasını merakla bekliyor, kimi umursamıyordu ama hepsi ortak bir coşkuyu taşıyordu.

֎

H A K A N

Aynı gün
Varnata

Başbakan, seçimi kurmaylarıyla birlikte parti binasından takip ediyordu. Birinci olacağından her ne kadar eminse de altı ay önceki lakaytlığı yoktu çünkü siyasi ortamın gelecekteki huzuru diğer partilerin alacağı oylara da bağlıydı. İç işleri bakanına tembih etmişti, polislerin izinleri iptal edilecek, böylece bugün görevde olan polis sayısı bütün şehirlerde iki katına çıkarılacak ve bilhassa Ana Seçim Kurulu çevresinde kuş uçurulmayacaktı. Avarya, başka bir iskambil skandalını daha kaldıramazdı.

Başta Bakilik'teki kalabalığı dağıtmayı düşünmüşler fakat kitlelerin enerjisini atmasına izin vermenin daha doğru olduğuna karar vermişlerdi. Ayrıca çağrı sadece başkentte yaşayanlara yönelik yapılmasına rağmen, diğer şehirlerin parkları ya da meydanlarında da Katya'ya destek için bir araya gelenler; maçayı, sineği, kupayı, karoyu pankartlarında sergileyenler vardı. Vult'a göre bütün bunlar küstahlıktan başka bir şey değildi. Eylemcilere müdahale edecek olursa onlara verilen desteğin artmasından çekiniyor olmasaydı, çoktan hepsini gözaltına aldırırdı.

Hakan'ın öncelikli dertleri başkaydı; Katya ve etkisiz olacağına inandığı sokak eylemleri değil. İlk sırada menşeini hâlâ tam olarak çözemediği İskambil Çetesi vardı. İkinci sırada geri dönüş sinyalleri veren Sındırlı, üçüncü sırada ise şu an iş birliği yapsa bile ileride karşısına çıkacak Yaz Larende vardı. Hakan'a göre Yaz, şu anki pozisyonunda çok iyiydi fakat ileride mutlaka yükselmeye çalışacaktı.

Kurtuluş ise Yaz'dan daha fazla oyu olmasına rağmen başbakan için bir tehdit değildi. Bunun sebebi ikisinin siyaset dışında dost olmaları değil, ana muhalefet başkanının iradesini kısıtlayan bazı etkenlerin oluşuydu. Her istediğini söyleyemez, her kararı alamazdı. Vult'un elinde onun adını siyasetten de saygın çevrelerden de silme gücü vardı ve bu gücü zamanında ona Kurtuluş kendi elleriyle vermişti. Bundan dolayı başbakan altı ay önceki seçim sırasında eşi İda'ya oyca en yakın rakibinden "O benim kuklam," diye bahsetmişti.

İlkbahardaki olaylar olmasaydı eğer çok daha güven duyulan bir başbakan olabilir, ülkedeki düzeni sürdürebilirdi. Bu durum İskambil Çetesi'ne iyice bilenmesine yol açıyordu. Katya Saran'ın onlarla organik bir ilgisi olmadığı kanaatinde olsa bile çetenin alametine özendiği için ona da kızıyordu ama şimdilik kızmakla yetinecekti. Bu sıralar bütün gücünü çetenin kendisine ayırmalıydı.

Çeteye karşı çeteler... İskambil Çetesi'ne karşı, Gece Piyadeleri ve Gündüz Süvarileri...

Gizli birimleriyle daha yakından ilgilenecekti. Süvarilere katılıp katılmama kararını bildirecek olan Uysal ile görüşecekti. Bugün suyun üstündeydi, yarın ise buzdağı gibi suyun altında kalan kısmını büyütecekti. Köklü olmalıydı ki rüzgâr onu yerinden kolayca sökemesin. Siyaset meydanında var olmak bile başlı başına bir savaştı.

֎

K U R T U L U Ş

Aynı gün
Varnata

Kır saçlı adam odasında huzursuzca dolanıyordu. Her ne zaman oturmaya kalksa içindeki karanlık bir sezgi onu ayağa kalkması için dürtüyordu. Hoş, en son hangi yıl içindeki ses ona iyi şeyler söylemişti? Zihni, Sybill Trelawney'nin kristal küresi gibi hep hayırsızlıklar görüyordu.

Somut bir kanıtı yoktu ama seçim gününün sakin geçmeyeceğinden emindi. İskambil Çetesi'nin bir kez daha ortaya çıkacağına emindi. "Eğer bugünü rahat bırakacak olsalardı altı ay önce eylem yapmazlardı," diye düşünüyordu. Kimdi onlar? Avarya'dan ne istiyor ya da ülkeye ne anlatmaya çalışıyorlardı? Kurtuluş İskambilcilerin her eylemini onaylamasa bile onlara karşı duygu ve coşkudan doğan bir yakınlık duymadan edemiyordu. Belki aklen karşı çıkması gerekirdi ama hisleri tersini söylüyordu. Belki, diye düşünüyordu, onlar meşum gidişatı değiştirip olacakları engelleyecekti.

Nehirde sürüklenen bir yapraktı o. Nehrin aktığı yeri görüyor fakat akışa müdahale edemiyordu. Bildiği her şeyi söylese olacakları değiştirebilir miydi acaba? Meçhul... Ailesine duyduğu sevgi ağzını kapalı tutuyordu. Bir de şöyle düşünerek rahatlatıyordu kendini: Nehrin debisini değiştirme gücü olanlar susarken onun dedikleri ne kadar işe yarardı? Yaprak, nehre ne kadar söz geçirebilirdi?

O, Wilhelm Tell miydi? Oku isabet ettirmeyi bilir miydi? Elleri böylesine titrerken hedefe varacağından emin olmadığı oku nasıl ve niye atsın, hele elma, değer verdiklerinin kafasının üstündeyse? Kızıl Elma Partisi'nin merkez binasının önüne kadar koşup "Yaz!" diye bağırmak istedi. "Kaç da kurtar kendini!"

Sıtmaya yakalanmış gibi titredi. Kitaplığının kapaklarını açıp selüloz ve mürekkep kokusunu içine çekti. Burası onun mabediydi. Kalbinin delişmen atışı ancak bu kutsal havayla sakinleşebilirdi.

Ajandasını çıkarıp önceki seçim gününde olduğu gibi duygularını not etmek üzere ilk boş sayfayı açtı. Bir önceki sayfaya eliyle not ettiği alıntıyı okuyunca suçüstü yakalanmış gibi titredi.

"En aşağılık ihtiyaç, içini dökme, itiraflarda bulunma ihtiyacıdır. Ruhun kendini dışarıya ait kılmaya duyduğu ihtiyaç yatar bunun altında. Huzursuzluğun Kitabı, Fernando Pessoa"

Kurtuluş, en sevdiği yazarın aşağılıkça dediği ihtiyacı her hücresinde hissediyordu. Ruhu bedenine ağır geldiği için dışarı çıkmak istiyordu. Beyninin kıvrımlarında saklanan bilgiler haykırışlarla havaya karışmak istiyordu. Yıllar önce bir kez susup yok saymıştı. Bu yüzden, sırf bu ortaya çıkmasın diye, yine susmalı ve yok saymalıydı. Kader oldukça zarif bir şekilde cezalandırıyordu onu: bir zamanlar yaptığı hatayı, şimdi göz göre göre tekrar yapmaya mahkûm ederek ve çekeceği vicdan azabını bile bile.

Boş sayfaya yayvan bir M harfi çizdi. Sonra köşe noktaları arasında yaylar çizerek harfi yavaşça manolya çiçeğine dönüştürdü. Gözlerini yumdu, kirpiklerinde biriken bir damla yaşın aşağı inmesine izin verdi. Ajandayı bir sırrı gizler gibi kapattı. Yüzünü kuruladı ve makam odasından çıktı.

֎

Y A Z

Aynı gün
Varnata

Parti binasının penceresinden şehri seyrederken bugünün altı ay öncesine ne kadar da benzediğini düşündü. Bugün için seçtiği kıyafetler bile ilkbahar seçimlerindekine çok benzerdi. Tek fark Uysal'ın yokluğuydu. Yaz, onunla görüşmeyi kesmekle ne kadar iyi yaptığını düşünse de gerginliğinin azalması için onun rahatlatıcı ve yüreklendirici sözlerine ihtiyaç duyduğunu itiraf ediyordu, sanki dişi çekilmişti de geriye kalan boşlukta dilini gezdiriyordu.

Seçim sonuçlarını tahmin edebiliyor, bu yüzden bugünün hemen geçip gitmesini diliyordu. Planlarını hayal ettikçe gülümsüyor ve seçimden sonra gündemi belirleyecek olmaktan gurur duyuyordu. Yapacağı işler, vereceği demeçler, açacağı davalar... Artık hiçbir korkusu yoktu. Kendisini dişi bir aslan gibi hissediyor ve düşmanlarının üzerine atılmak üzere hazırlanıyordu. Bundan sonra ailesi güvende olacak ve Avarya eski sakin günlerine kavuşacaktı.

Baş döndürücü hayallerden gerçekliğe bir iç çekişle döndü. Kolunu kaldırdı ve zamanın ne kadar yavaş geçtiğini düşündü. Saat henüz 1'di. Gündemi takip etmek dışında pek bir işi yoktu. Eve gitse ne olurdu ki? Uyusa ya da film izlese... Yapamazdı. İçi içine sığmazdı. İçindeki heyecan ne tamamen kendi dünyasına çekilmesine ne de akışa katılmasına izin verirdi. Akşama kadar vaktini böyle arafta kıvranarak mı geçirecekti?

Derken hâlâ cevabını bulamadığı bir hâl aklına geldi. Yaz, bebekliğinden kalma Bulgaristan pasaportunu bulduğunda annesi içini okuyup okumadığını ısrarla, hatta biraz da kızarak sormuştu. Genç kadın ise annesinin o gün neden böyle bir tepki gösterdiğini şu anda bile anlayamıyordu. O sırada Kiril alfabesini biliyor olmayı dilerdi ki merakı gitsin.

Bu sayede kafasını seçimden nasıl uzaklaştıracağını buldu. Akşama kadar Kiril alfabesi çalışacak, eve gittiğinde de pasaportu bulup içini okuyacaktı.

Makam odasına geçip bilgisayarını açtı. Boş bir not defteriyle parti logosunun olduğu tükenmez bir kalem aldı. İnternet dil öğrenme konusunda zengin kaynaklar sunuyordu. "Belki de gelecekte eğitim tamamen çevrimiçi olacak," diye düşündü Yaz. "Okula ya da kursa gitmeye gerek kalmayacak. Herkes dersleri evinden alabilecek."

Latin alfabesinin aksine, Kiril alfabesinde el yazısı ve daktilo yazısı epey farklıydı. Örneğin "t" harfi el yazısında "m" gibi yazılıyordu. Kıvırcık saçlı kadın moral bozukluğuyla internet sitelerinde dolaşmaya devam ederken Alihan içeri girdi.

"Baba," dedi Yaz. "Sen neden bana yalan söyledin?"

Alihan şaşırarak "Hangi konuda?" diye sordu.

"Hani 1985'te Bulgarlar benim ismimi değiştirmemişti?"

Hazan'ın düğününe gitmek için hazırlık yaptıkları gün Bahar ve bir arkadaşının eski fotoğraflara baktığını ve pasaportun, fotoğraf albümleri içerisinden nasıl çıktığını anlattı.

"Ha," dedi adam, bocalama içinde. "Şey... Yoksa her yerini okudun mu?"

Yaz, birden babasının yüzünde annesinin o günkü duygularını görür gibi oldu.

"Neden direkt annemle aynı soruyu sordun? Okusam ne olur? Orada ne vardı ki? Bilmece gibisiniz ya..."

"Durum şöyle," dedi adam, "Biz sana Yaz ismini verdik ama nüfus memuru, galiba kulakları ağır işitiyordu, Jelyazka diye anlamış. Herhalde bildiği en yakın kelimeye benzetti."

"Ne?" dedi gülmeye başlayan kıvırcık saçlı kadın. "Gerçekten mi?"

"Maalesef," dedi adam, gergin bir gülümsemeyle. "Senin ismini değiştirmediler çünkü senin ismin resmiyette zaten Bulgarcaydı. Ben tabii... Lüzumsuz detayları anlatmadım. 'Jelyazo', 'demir' demek Bulgarcada. Soyadı olarak 'Jelyazko' diye vardır ama isim formatında pek kullanmazlar. Jelyazka isimli kadınların sayısı azdır."

"Niye böyle tutuk konuşuyorsun?" dedi kıvırcık saçlı kadın ve babasının cümlelerinin arasına reklam alabileceğini düşündü.

"Yahu, öyle bir konu açıyorsun ki afalladım birden," dedi adam. "Biz, içini okuyup okumadığını sorduk çünkü..." Eliyle yanaklarını ve çenesini sıvazladı. "O aptal nüfus memuru anne baba adlarını da yanlış yazmış."

Yaz kahkaha atarken saçları dans ediyordu. "Ne yani? Telaşınız bunun için miydi?"

"Evet. Orada alakasız isimler görsen kafan karışmaz mıydı?"

"Aşk olsun! Ay, âlemsiniz! Niye 22 yıllık annemle babamdan şüphe edeyim?" Gülmesi bittikten sonra, "Hatırlıyor musun baba?" dedi. "Lisede biyoloji dersinde Mendel kalıtımını görüyorduk. Kıvırcık saç geninin baskın, düz genin çekinik gen olduğunu öğrenmiştim. 'Hepinizin saçı düz, neden benimki kıvırcık?' diye düşünmekten kafayı yemek üzereydim, bir açıklama yapsın diye biyoloji hocasının peşinde koşuyordum. O günleri aştıysam, bugün hiç şüphe etmem."

"Ayna var mı?" dedi Alihan.

Yaz, masanın çekmecesinden bir el aynası çıkardı. Mühim toplantılardan önce son kez bakıp dış görünüşünü kontrol ederdi.

"Yüz hatlarına bak. Göz kapağının duruşuna, gözünün maviliğine, burnuna, dudaklarına. Bir de benim yüzüme bak. Sen benim kanımdansın. Bundan asla şüphe etme."

Odadan çıkmadan önce "Eğer evde bir yerlerde eline o pasaport geçerse..." dedi. "At gitsin. Geçerliliği yok."

֎

K A T Y A

Aynı gün
Varnata

Yıllardır kurduğu hayalin gerçek olması için ilk adımı atacaktı. İnsanlara seslenecek, onlara unuttuğu bir şeyi hatırlatacaktı. Gözlerini kırpmadan aynaya bakıp saçlarını atkuyruğu yaparken neler söyleyeceğini kafasından geçiriyordu. Bugün sandık yoktu, sokak vardı; zarf yoktu, fikirleri açıkça haykırmak vardı.

Erkenden meydana inip öğleden sonraya kadar kalabalığın toplanışını izledi. Yanına gelenlerle sohbet edip kahve içti. Gelen her insan umudunu biraz daha arttırıyordu. Korku ve tedirginlikle geçen aylardan sonra eğlenmeye ve güven duymaya nasıl da ihtiyaçları vardı! Bu eylem hiçbir işe yaramasa, hiçbir oligarkın itibarını sarsmasa bile bir halkı korkudan azade kılacaktı ve bu büyük bir kazanımdı.

Vakit geldiğinde kürsüye çıktı. Meydan onu çılgınca alkışladı ve ismini ritim tutarak haykırdı. Katya hiçbir mitinginde böyle büyük bir şevkle karşılandığını hatırlamıyordu. Teşekkür ve selamlamadan sonra "Fazla zamanınızı almayacağım, kısa ama önemli bir şeyler söyleyeceğim." dedi. "İyi dinleyin, olur mu?"

Önden arkaya, sağdan sola baktı. Mümkün olmayacağını bile bile kalabalıktaki her insanla göz göze gelmeye çalıştı.

"Bugün, vaktinizi nasıl geçirdiğinizi hatırlıyor musunuz? Bugünkü birliğinizi ve kardeşliğinizi hatırlıyor musunuz? Şu an saat 14 fakat ben de sizin gibi erkenden geldim, hatta bazılarınızla kahve içtik. Sizi güzel bir manzarayı izler gibi izledim. 'İşte,' dedim, 'Hayal ettiğim Avarya, bu!'"

Alkış tufanı koptu. Katya kanatlanıp uçacağını hissediyordu.

"Burada hep yan yanaydınız. Beyaz yakalı, mavi yakalı, patron, işçi... Bu tür gereksiz ayrımlar yoktu. Bir arkadaşımız yüz kalemini almış, isteyenlerin yüzüne sinekler, maçalar çiziyordu. Birkaç arkadaşımız toplanmış, enstrüman çalıyordu. Herhangi bir bedel almadan. Sırf yeteneklerinin ışığını ortaya çıkarmak için... Haydi, dürüst olalım. Kaç kişi işini seviyor?"

Ortalık sessizleşti. Kalabalıktaki ellerin az bir kısmı tereddütle kalktı.

"Peki kaç kişi işe gitmekten nefret ediyor?"

Bir uğultu yükseldi kalabalıktan. Birçoğu da yıldızlara uzanmaya çalışır gibi elini kaldırmıştı.

"Çalışmayı ve yaptığınız işi sevmiyorsunuz. Çünkü karşılığında verdikleri meta, giden zamanınızı, insanca şartlarda olmayışınızı telafi etmeye yetmiyor."

İkinci alkış tufanının arasında "Bu arada maaşların azlığından bahsetmiyorum. Tabii, o da var ama salt para, emeğiniz için yeterli bir karşılık değil. Yüz boyayan, gitar çalan arkadaşlar beş kuruş almadı ama yüzlerinde ışık vardı. Çünkü kabiliyetlerini insanlığa özgürce sunuyorlardı. Tüketmek kadar üretmek de bir ihtiyaçtır. Ürettikçe de mutlu oluruz. Tek bir şartla: kimse bizi zorlamayacak, köle olmayacağız! Emeğimiz sömürülmeyecek. Birbirimize öyle sıkı kenetleneceğiz ki ihtiyaçlarımızın da toplum tarafından karşılanacağından emin olacağız. Aç kulaklarını Avarya, mutluluğun formülünü veriyorum: Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar."

Bu sefer yükselen alkış en şiddetlisiydi. Katya, sesleri dünyanın en güzel şarkısıymış gibi dinlerken bir ütopyanın gerçekleştiği eşiğe ayak bastığını hayal ederek adeta kendinden geçiyordu.

"Bugün gününüzün üçte birinden fazlasını işyerlerinde geçiriyorsunuz. Yarattığınız artı değer nerede? Sarf ettiğiniz emek nerede? Akşam eve gittiğinizde, rica ediyorum, sermayenin akışını araştırın. İşvereniniz, tedarikçileriniz, müşterileriniz...

Firmalar arasında ekonomik bağlar vardır. Bir kâğıda bildiğiniz bütün firmaları yazıp aralarındaki bağı gösteren oklar çizin. Örneğin bir gıda firması, hammadde ve ambalaj satın alır. Ambalaj üretenler de plastik satın alırlar. Bunların hepsi enerji satın alır. Araç filoları vardır ve yakıt alırlar. Bu karışık ilişkileri şema halinde çizin ve dikkat edin, oklar nereye gidiyor? Böylece paranın toplandığı yeri bulacaksınız. Siz zorlukla geçinirken kimler hızla zenginleşiyor, bileceksiniz. Bilgi bir gün onları yenmek için gereken gücü size verecek."

Katya, dinleyicilere selam vererek konuşmasını tamamladığında akşama kadar meydanda kalıp panayır gibi eğlenmeyi düşünüyordu. Ne var ki o kürsüden iner inmez polisler kalabalığı dağıtmaya başladı. Müsaade bu kadardı. Eylemciler arbede yaşanmadan meydandan ayrıldı ve bir saat içerisinde şehir olağan düzenine geri döndü.

Saat 22 civarı, açılan sandık sayısı %100'e yaklaşırken halk, Hakan Vult'un cümlesini diline pelesenk etti: Gidişat belli, sonuç belli. Altın Taç birinciliğini, Yeni Gün ikinciliğini, Kızıl Elma ise üçüncülüğünü korudu. Dikkat çeken tek farklılık %85 ila %90 arasından %75'e düşmüş katılım oranıydı ki aradaki fark Katya'nın partisinin son seçimde aldığı oya yakındı. Daha az popüler partiler ise meclise girememişti.

Haber programlarındaki siyaset uzmanları 2005 yılında olan birçok acayip olaya rağmen Avarya'da siyasi hayatın istikrarını koruduğunu söylüyordu. Seçmenler görüşlerinden emin ve durumdan memnundu. Boykot çağrıları ya da iskambil sembolleriyle süslenen eylemler sandığa yansımamıştı. Bir uzman sokağa çıkan kalabalığı "tek düze hayatlarından sıkılıp heyecan arayan insanlar", Katya'yı ise "hayalperest, romantik bir devrimci" olarak tanımladı ve onun herhangi bir ciddi değişime öncülük edemeyeceğini söyledi.

Oysaki gecenin ülke için farklı sürprizleri vardı. Yeni günün ilk saatlerinde televizyon kanallarının olağan yayın akışı kesildi ve son dakika haberleri başladı. Bütün kameralar aynı bölgeyi, meclisin Avarya bayrağı şeklinde çimler ve kırmızı çalılarla bezeli büyük bahçesini gösteriyordu. Bayrak deseninin dışında kalan çimler, 1970'lerde dünyayı kasıp kavuran ekin çemberlerini andırır bir şekilde biçilmişti fakat çember değil, bir mesaj yazılmıştı:

"Avarya halkı, ülkenizi geri alın."

Continue Reading

You'll Also Like

OĞLANCI | BXB By Lord

General Fiction

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...
224K 17.3K 28
Jungkook bütün alfalardan nefret eden bir omegaydı. Bir gün ruh eşini bulmayı hiç beklemiyordu. !omegaverse! -text- /Argo-Küfür içerir./ #1 hayrankur...
459K 79.8K 71
❝Karanlık çöktüğünde parlayan tek yıldız benim. Ben, sonsuz ışığın başladığı yerim.❞ Eleta tanıdığı bütün kişiler tarafından yalanlarla kandırılmıştı...
30.4K 2K 25
Ben ölülerin öpüp ruhunu çürüttüğü bir kızdım. Belki bir kahin. Belki bir katil. Yolumun kesiştiği kaderimle hayat kurmaya çalışan, sır kapılarını ar...