Trey

By DlfnSara007

69.1K 9.3K 2.5K

Nefesini ciğerlerinde sakla. Yoksa ölürsün. " Uzaklarda bir yerde... Bir ses... Kulaklarında yankılanıyor. Zi... More

Tanıtım
Giriş
Bölüm 1 : Zaman
Bölüm 2 : Zaman en güçlü tuzak
Bölüm 3: Sen en iyisisin
Bölüm 4 : Zamana karşı
Bölüm 5 : Karanlığın İçinde
Bölüm 6 : Bağımlı Olmak
Bölüm 7 : Korku
Bölüm 8 : Son çırpınış
Bölüm 9 : Yeniden yaşamak
Bölüm 10 : Sanrı
Bölüm 11 : Kapan
Bölüm 12 : Kafamın içinde
Bölüm 13 : Kaptan
Bölüm 14 : Akya mı?
Bölüm 15 : Nefes
Bölüm 16 : Final
Trey2 : Ölüm Vadisi
Bölüm 1 : Acı

Bölüm 9 : Değişim

1.4K 426 62
By DlfnSara007


Bana ait olan hayat, zamanla kayboldu.

Başka bir aldatmacaydı, hoşça kal diye fısıldayışım

Derimdeki kesikler, gözlerindeki kızarıklık

Düşüşümü izle.

İçimdeki şeytanlar,

Benimle birlikte ölüyorlar şimdi.

Draconian- RiversBetween Us

AKYA


Kulaklarımdaki uğultu geri çekilip daha güçlü geldiğinde içine girdiğim dünyadan çıkıp kendime geldim. Konuşmayı bölük pörçük takip edebilmiştim, şuan kızın söyledikleri zerre kadar beni ilgilendirmiyordu fakat nezaketen gülümseyerek karşılık verdim. Kapının pervazına yaslanmış donuk gözlerle yüzünü inceliyordum, bedeni beni ilgilendirmiyordu. Ayrıca ilişki konusunda berbat bir insandı. Gözünün önüne düşen, kıvırcık sarı saçlarını geriye atarak gömleğinin düğmelerini ilikledi. Savaş alanına dönmüş yatağa ve camın kenarında duran şilteye baktım. Güneşlik çekiliydi, bu yüzden içeri ulaşamayan güneş ışınları yükselip alçalarak perdenin üzerinde gölgelerin dans etmesini sağlıyordu. Tişörtümü pantolonumun içine sokarken arkamı döndüm. Kızın kirpiklerinin altındaki mavi gözlerinin uzun süre aklımdan silinmeyeceğini biliyordum.

"Ne oldu?" Kızın parmaklarını sırtımda hissedince gerildim ve yine o çapkın gülümsemelerden birini sergileyerek arkamı döndüm. Tıp okuyan sıradan bir öğrenciydim. Derslere girmek yerine zamanımın çoğunu matematik hesaplar yaparak geçiriyordum. Dolandırıcılık benim işimdi. Büyük bir servete sahip olduğumda yurt dışına gidecektim. Özgürlük... O kadar uzun zaman olmuştu ki bu kelimeyi kullanmayalı. Dağınık, saman rengindeki saçlarımı uzun parmaklarımın içinden geçirdim. Kıza bakarken midem çalkalanıyordu. İşletme üzerine okuduğunu söylemişti. Bir bankada genel müdürdü. Aramızdaki on iki yaş farkını yok sayarsak dışarıda görsem çekici bulabileceğim bir kadındı.

"Hiç." Diye cevapladım sorusunu. Tişörtümün uçlarıyla oynuyor, parmak eklemleri karnıma sürtüyordu.

"Bana bir şey göstereceğini söylemiştim."

"Hmm." Dedim aceleci bir tavırla. Kızı sağ elimle kenara itip yatağa doğru ilerledim."Zamanın doldu güzelim, artık gitmen gerek.",

"Anlamadım." Kız kaşlarını çatıp sert bir bakış attı. Tüm hesap numaralarını uyurken telefonundan çektiğim tek mesajla öğrenmiştim. Şimdi ona ihtiyacım yoktu. Üstelik bana yalan söylemişti. Sevgilim yok derken ciddi olduğunu sanıyordum. Kendinden beş yaş büyük biriyle çıkıyordu. Erkek arkadaşı Miami'de beş yıldız bir otelde kız arkadaşıyla takıldığımı öğrense ne derdi acaba.Büyük ihtimal aldatılmış olduğu için tavan yapmış egosuyla beni dövmeye gelirdi ve arkadaşlarını da yanında getirirdi Telefondaki resimlerine bakarken mutlu olduklarını düşünüyordum.

"Heceleyerek beni uğraştırma,güzelim." Yatağın öbür tarafına zıplayarak komodinin üzerinde duran saatimi ve cep telefonumu aldım.

"İyi hissettirdiğimi söylemiştin." İnanamıyormuş gibi ellerini beline koyarak yüzüme baktı.

"Evet," dedim. Ayağıma dolanan pembe puantiyeli yırtık şortu elime alarak kıza fırlattım. Refleks olarak havada yakaladı."Anlık hislerime fazla güvenmişsin."

"Nasıl doktorsun sen! Hastalarına da böyle mi?"

"Orada duracaksın." Kıza doğru ilerleyerek nefesimi yüzüne üfledim. Yüksek dozda alkol kokusu beni bile rahatsız etmişti."Yalandan nefret ederim."

"Sana yalan söylediğimi kim söyledi?" Konuşurken gözlerini bile kırpmadan yüzüme bakıyordu. İyi bir oyuncuydu.Ah, başım böyleleri yüzünden ağrıyor.

"Önce üzerini giyin." Keskin ses tonumla emir verir gibi söyledim. Adını hatırlayamıyordum. Hiçbir kızın adını hatırlamazdım çünkü şu ana kadar olan bütün ilişkilerim anlıktı. Omzumun üzerinden krem rengi çarşaflara baktım, daha sonra kıza döndüm. Dudaklarını şişirirken nefret dolu gözleriyle şortunu giyip düğmesini ilikledi.

"Yaşına rağmen fazla olgunlaşamamışsın."

Güldüm."Sizinkinin yanında benimkinin lafımı olur."

"Aptal!" diye bağırdı kız yüzüme karşı. Gözlerimi öfkeyle yumarak kızı bileklerinden yakaladım. Mahcup bir tavırla gözlerime baktı. Ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden otelin kapısını açıp kızı dışarı attım.

"Manyak mısın!" diye cırladı yüz üstü düşerken.

Pantolonumun arka cebinden kızın telefonunu çıkararak yüzüne fırlattım.

"Sen!"

"Sevgiline benden selam söyle!"

Vereceği cevabı beklemeden kapıyı kapatıp içeriye doğru ilerledim. Bağırmaya devam ediyordu.

"Buna pişman olacaksın! Seni polise şikâyet edeceğim. Geri zekâlı, sarışın..."

Kızı duymazdan gelerek avucumda tutuğum kâğıda bakarak sırıttım.

"İngiltere. Yakında orada olacağım."

...

Zamanı geriye sarma şansını bana verselerdi sadece birkaç yıl geriye giderdim. Annemin hayatta olduğu ve birlikte dolu dolu geçirdiğimiz o yıllara... Babamın olduğu zamanlara gitmenin canımı yakacağını biliyordum. Annemle birbirlerine gülümseyerek baktıklarını görmek bir zaman sonra üvey babama olan sevgimi nefrete dönüştürecekti. Onun hiçbir suçu yoktu. İhanette sevgi kadar güçlüydü ve sevdiğin birini arkadan vurmanın cezasını vicdanının sesiyle öderdin. O öyle bir sesti ki dışarıdan kimse görmezdi ama kulakların kanardı. Kafanda o sesi duydukça yaşamaya dair olan bütün inançların yok olurdu. Susmasını isterdin ama susturmazdın. Tıpkı benim o durumda olduğum gibi. Sadece kendi vicdanımın değil, diğer insanların vicdanının sesini de duyuyordum. Bazen bana yardım ediyorlardı bazen de delirebilmem için güçlü çığlıklarıyla korku dolu kâbuslar yaşatıyorlardı. Ben de sevdiğim insanı terk edip gitmiştim ve bedelini en ağır şekilde ödüyordum.

Vicdan, yalnızca ruh bedeni terk ettiğinde susardı.

Ölene kadar bedelini ödeyecektim.

Akya gibi ben de üzerimdeki tozları silkeledim. Etrafıma bakmak için arkamı döndüm. Duvarın ortasındaki dev yarıkla göz göze gelince hislerim bir kör düğüm gibi birbirine dolandı. Duygusuz gözlerle ölümü teğet geçerek canlı çıktığım o yarık, kaderime giden yolda kritik noktalardan biriydi. Gökyüzüne doğru uzanan duvarlar kapanmış, dev bir kaya parçası halini almıştı. Harabelere giderken bazı şeyleri feda edeceğimi bana söylememişlerdi. Geriye dönmenin yolu yoktu. Etrafımızda dallarının kurumadığı yaş ağaçlar vardı. Hepsi capcanlıydı. Önümüze sahte bir cennet sunulmuş gibiydi. 

Tarihi mekânların, harabeye dönmeden önceki görüntüsünü zihnimde canlandırırken yılan gibi kıvrılan yolların karmaşık görüntüsüne bakarak iç geçirdim. Arkadaşlarımın çok fazla uzaklaşmamış olmasını diledim. Beraber başladıysak sonunu da beraber getirmeliydik. Belki de onlarda ihanetin kör kuyularına sığınmışlardı. Atlas ile gece yarısı yaptığım o konuşmayı hatırladım. Ağlamamak için direnen yanımı dizginlemeye çalışıyordum. Bana sormak istediği o tek soruyu sormamıştı bile. Bu hakkı benden çalıp öylece gidemezdi. İzin vermeyecektim.

"Delfin." Akya'nın sesini duyunca kafamdaki o ses düşüncelerimi un ufak ederek dağıldı.

"Efendim." Ağaç dallarının birbirine sürterken çıkardığı sesi dinledim. Az da olsa gevşemiştim.

"İyi misin?" Yanıma gelerek koluma dokundu. Parmakları tenime değince ürkerek geri çekildim."Evet ama bir sorunumuz var."

"Onlar..."

"...yoklar." diye tamamladım cümlesini.

"Fazla uzağa gitmiş olamazlar." Sağ elini çenesine götürüp yeni çıkmaya başlayan sakallarını kaşıdı. Düşünmek için kendine zaman tanıyordu.

"Geriye dönme şansımız kalmadı." Endişeyle söylemiştim bunu.

"Bak, bence bu kadar önyargılı olma." Akya, yapılı kollarını kavuştururken yüzüme bakıyordu."Helikopterler ne güne duruyor."

Gözlerimi devirdim."Çok zekisin. Kurtuldukta helikopterle geri dönmemiz kaldı."

"Karamsarlık diz boyu." Tiksinir bir ifadeyle gözlerimin içine baktı.

"Her neyse." dedim konuyu kapatarak. Michael'ı düşünmemeye çalıştım. Geriye kalan tek ailemdi ve onu da kaybetmiştim."Buraların tehlikeli olduğunu bahsederken bir şeyi atlamadın değil mi?"

"Hayır." dedi tedirgin bir sesle. İlerdeki karanlık sokaklardan birini başıyla işaret etti. "Bu sokakların sessiz göründüğüne bakma. İlerledikçe kaybolup gidersin. Cesedini bile bulamazlar."

"Nasıl emin olabiliyorsun?" İnanamıyormuş gibi yüzüme baktı.

"Yaşadıklarımı anlatmıştım."dedi kuşkuyla. "Gördüğüm o kız ve cesetler..."

"Cesetler mi?" dedim, dişlerimin arasından "Bana cesetlerden bahsetmemiştin."

"A,o..." Surat ifadesi değişirken sinirle gözlerine bakıyordum."O kısmı atlamış olabilirim."

Elimle göğsüne vurdum. Yerinden kıpırdamadı bile. Spor geçmişim berbattı ve bu konuda iyi olan insanlara özenirdim. Gerçi sporcu olmasa da iri cüssesine fazla dayanamazdım.

"Şakanın sırası değil."

"Gerçekler, küçük... Alışsan iyi olur."

Söyledikleri olduğum yere çivilenmeme yetmişti. Yutkunamadım, boğazımdaki kuruluk giderek derinleşti. Dudaklarımı bir şeyler söylemek için araladım fakat anlamsız sesler dışında bir şey söyleyememiştim. Gözlerindeki ifadesizlik yok olurken kurumuş kan lekeleri olan parmaklarını karnına bastırdı. Bu görüntü beni kumsaldaki anıma geri götürmüştü. Dudaklarındaki baskıyı serbest bırakarak gülmeye başlarken omuzları ileri geri sarsılıyordu. Dalga mı geçiyordu?

"Tam bir geri kafasın."

"İltifatınız için teşekkürler."

Kollarımı göğsümde birleştirerek şaşkınlıkla ona baktım."Dalga geçiyor olmalısın."

"Ne?" Kollarını iki yana açıp titanik pozisyonunu alarak kendi etrafında zıplamaya başladı.

"Hayatını yaşa! Bak özgürlük mükemmel bir şey."

"Kuş kafa. Az önce seni oradan çıkarmasaydım, ölüyordun." Diye mırıldandım yüzümü buruşturarak. Ama beni duymadı. Bir süre öyle tepindikten sonra nefesi kesildi. Kesik solukları kulaklarında uğulduyor olmalıydı. Saçma sapan davranışına son verdiği için minnettardım. Varlığımı hatırlayarak yanıma yaklaştı.

"Bence boşuna endişeleniyorsun."

"Git, başka yerde zıpla." Homurdanarak karşılık verdim.

"Peki."

"Peki."

"İyi."

İkimizde sessizliği seçtik. Kaç dakika daha geçti bilmiyorum ama ne diğerlerini aramak için bir hamle yapıyor ne de olduğumuz yerden kıpırdıyorduk. Yoldan birkaç metre yükseklikteki bir taşın üzerine oturarak dinlendim, yokuş aşağı kıvrılan toprak yolu izledim. Buradan ayrılmamamın nedeni de eğer bizi arıyorlarsa tekrar sokağın çıkışına bakacak olmalarıydı fakat sokak biz daha neler olduğunu anlamadan geçide dönüşmüş ve sonsuza dek kapanmıştı. Geçitte yaşadığım şeyin analizini yaptım. Akya, densiz bir karakterdi ve davranışlarıyla benimde dengemi bozuyordu. Nasıl davrandığın farkında değildi.

 Bazen çok kırıcı olabiliyordu. Zihnime geçidin kapanırken ki görüntüsü düştü, onu orada o şekilde bırakıp gitseydim vicdan azabı çeker miydim? Belki de bana inat olsun diye şok geçiriyor numarası yapmıştı. Ona doğru dönerek alt dudağımı aşağı eğdim. Bana bakan okyanus mavisi gözlere bulaşan nefret giderek kendini körüklüyordu. Ve o nefretin arkasında geçmişime aralanan sırlarla dolu bir kapı vardı. Aileme güvenmiştim.

 Annemin babamı sevdiğinden bir kere bile şüphem olmamıştı, O zamanlar çocuk dedikleri yaştaydım ama bunu sadece ebat olarak dile getiriyorlardı. Birçok ünlü müzisyen çocuk yaştaki zekâları sayesinde buralara gelmişti. Belki oyuncak bebeklerimle oynuyordum ama olan bitenin farkındaydım. Babamın gittiği sayısız geziler, annemle birlikte oynadığımız oyunlar ve geceleri bana masal okuması... Hepsi gerçekti. Hatıralarımın bir parçasıydı ama çocukluğum dışında olanlar silinmeye başlamıştı. Bu yüzden ikisi arasında sağlam bir bağlantı kuramıyordum. Akya, ellerini ceplerine sokmuş, düşünceli gözlerle karşıya bakıyordu. Yıkık dökük birkaç hurdanın olduğu yere... Düşüncelerini okumayı çok istediğimi fark ettim. 

Belki de benim hakkımda bir şeyler düşünüyordu. Kötü olan ama bana söyleyemeyeceği şeyler... Bana aptal diye bağırmıştı. Söyledikleri gerçek hisleri miydi yoksa öfkeyle ağızdan çıkan sözler miydi, bilmiyordum. Ama bilmek isterdim. Taşın üzerinden atlayarak hızla Akya'ya doğru yürümeye başladım. Zıpladığım için yolda biriken çamurlu su çıplak bacaklarıma sıçradı. Geldiğimi fark edince ellerini ceplerinden çıkardı. Meraklı gözlerle yüzüme bakıyordu.

"Ne oldu?" diye sordu. "Bir sorun mu var?"

"Akya sen..."

Cümlem yarıda kesilirken boş sokakta ayak seslerinin gürültüsü yankılandı. Telaşlı gözlerle refleks olarak sesin geldiği tarafa döndüm. İnsanlar... Neredeydi?

"Delfin." Elizya hırıltılı nefes alış verişleriyle karşımızda durmuş öfkeli gözlerle bize bakıyordu. Göz bebeklerinin arkasında kırmızı bir ışık durmadan yanıp sönüyordu. Onu gördüğüm için yüzüme yayılan tebessüme engel olamadım. Buradaydı? Karşımızda durmuş bize bakıyordu. Ama yalnızdı. Kalbim korkuyla kabarırken Akya ile birbirimize baktık.

"Elizya." dedim gülümseyerek. Kız robot gibi öylece duruyordu. İçten ve samimi davranışlar sergilemeye çalışarak ona doğru yürüdüm. Kaç yaşında olduğunu bilmiyordum ama Atlas ile aynı yaşlarda olmalıydı. Fiziği hepimizden güzeldi ve yeşil gözleri benimkilerden daha canlıydı. En azından yüzüne baktığımda uyuşturucunun kalıntılarını göremiyordum. Benim ise bu yüzden her yerim karıncalanıyordu ama o illeti bırakmayı deniyordum. Elizya'yı ilk gördüğüm günden beri sevememiştim, yüzündeki güzelliğin altında sinsilik gizliydi.

"Nasılsın?" Akya arkamdan gelerek yanımda durdu.

"Elizya." Akya bunu ağzını yamultarak söylemişti.

"Yolculuk iyi geçti mi?" dedi sonunda boğuk bir sesle.

"Anlamadım." dedim, hangi yolculuktan bahsediyordu? Ölümden dönmüştük.

"Kaç saattir sizi arıyorlar." Elizya homurdanarak geriye gitti. Hesaplarıma göre sadece yirmi dakika olmuştu. Geçitte çok kalmamıştık ve az kalsın ölüyorduk. Bunu bilmemesine imkân yoktu.

"Elizya..."

"Akya, bir dakika..." dedim çocuğun sözünü bölerek."Bırak da zehrini kussun."

Elizya, sıkıntıyla yüzüme baktı ve kendi etrafında dolaşmaya başladı. Neden böyle davrandığını bilmesem de bilmiş bir tavır sergileyip ona karşı olan sinirimi yatıştırdım. Atlas'ın peşinde sürekli dolanıyor ve herkese kuyruk sallıyordu. Çakal, gibiydi. Baştan aşağı samimiyetsizlik akıyordu.

"Yaşının küçüklüğüne veriyorum." Burun delikleri kocaman olmuştu.

"Açık konuş."

"Benimle oynama Delfin. Grubumuzdan defolup git!" Yüzüme karşı bağırdı, yumruklarımı sıktım.

"Elizya, ileri gidiyorsun!" Akya sesini kalınlaştırarak kaba bir tonla söylenmişti. Elizya'ya doğru bir adım atınca elimin tersiyle göğsüne dokunup engel oldum. Hırsla yüzüme baktı. Okyanus kadar mavi olan gözlerinden derin bir duygu seli akıp gidiyordu. Korku... Öfke... Kızgınlık... Kollarımın ısındığını hissedince başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Yağmur sağanak yağıyordu fakat güneşin cılız ışıklarını görebiliyordum. Karanlık kaybolmuştu.

"Verecek cevabın yok değil mi, aptal balık."

Dalga geçer gibi kıkırdadım ama sadece sinirlerim bozulmuştu.

"Birincisi," dedim ona doğru yaklaşarak, Akyanın göğsündeki elimi yanıma indirdim. "Yunus balıkları zeki hayvanlardır." Gözlerimi kısarak kafamı sağa sola yatırdım, kemiklerim kıtladı. "İkincisi ben sadece üvey babam için buradayım. Onu arıyorum."

"Üvey baban mı?" Olmayacak bir şeyi söyler gibi söyledi. Kelimelere vurgu yaparak beni incitmeye çalışıyordu. Cevap vermeyince sinirle göğsümü itti. Akya'ya doğru sendeledim. Senden nefret eden sadece o değilmiş, dedi zihnimdeki ses. Yine haklıydı ama arada büyük bir fark vardı. Akya benden nefret ediyordu ama ben ondan nefret etmiyordum. Elizya ile ise hislerimiz karşılıklıydı. Akya, düşmemem için çelik gibi kollarıyla beni tuttuğunda göz göze geldik. Arkasına sığınmamı istiyordu Kendi işimi kendim halletmeyi on beş yaşında öğrenmiştim, şimdi bir erkeğin arkasına sığınacak kadar aciz olamazdım. Bu benim savaşımdı. Toparlanarak karşısında durdum.

"Yapabileceklerin, bu kadar mı?"diye sordum, alt dudağını dişlerinin arasına aldı. Bu bir meydan okuma mıydı?

"Şans, kumar gibidir, Delfin." dedi etrafımda daireler çizerek ilerlerken. Akya'nın nefretle bakan gözleri giderek yoğunlaşıyordu. Cevap vermedi, yanımda durarak bu anlamsız çekişmeyi izledi. "Ne zaman avuçlarında olacağı belli olmaz. Ya kaybedersin ya da kazanırsın."

"Şansa hiç ihtiyacım olmadı." Arkamdan dolaşırken omzunun üzerinden sinsi bir bakış attı. Gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum.

"Emin misin?"

"Evet. Ama senin ihtiyacın varmış gibi görünüyor." Konuşmadı. Sadece nefes alıp veriyor ve beni dinliyordu. Omzunun üzerine kadar gelen saçları ıslaktı ve yüzüne yapışmıştı. Siyah pantolonunun paçalarından çamur damlıyordu. Kolları ve koyu yeşil renkte ki atleti de çamur içindeydi.

"Beni delirten sadece sen değilmişsin." dedi Akya'nın yaralı parmaklarını ima ederek. "Eline ne oldu?" Dişlerimi o kadar çok sıkıyordum ki çenem ağrımaya başlamıştı. Akya, ellerini yumruk yaparak öfkeyle gözlerini kıstı. Yüzündeki çizgiler şimdi daha belirgindi.

"Bilmen gerekmiyor!"

"Bu sürtük yüzünden, değil mi?"

"Onu kendinle karıştırma." Akya beni savunmaya geçtiğinde inanamadım. Elizya'nın dedikleri ise zerre kadar umurumda değildi. Çünkü bir insan neyse karşısındakini de o şekilde görürdü. Görmek isterdi.

"Şuan gruba ihanet ediyorsun." dedim, Akya, kolunu uyarı anlamında koluma değdirince ona doğru dönüp kaşlarımı havaya kaldırdım ve tekrar Elizya'ya döndüm.

"İhanet." diye mırıldandı."Hiç geçmişini sorguladın mı, Delfin?" Elizya etrafımızda dolanırken başımın döndüğünü hissediyordum. Akya ile birbirlerine baktılar. Benimle ilgili bir sırları mı vardı? Bilmediğim neyi biliyor olabilirlerdi ki? Akya'da bugün iğneleyici bir şekilde aynı soruyu sormuştu. Eğer bana bunu söylememiş olmasaydı geçitte onu bırakıp arkama bakmadan çeker giderdim. Kimse için hayatımı feda etmeye değmezdi. Annemden bahsettiğini hatırlıyordum fakat ben onun her şeyini bilirdim. Tamam, alkolikti ama asla yalan söylemezdi.Tüm iş görüşmelerini benim yanımda yapmıştı,sadece son zamanlarda Alex diye bir arkadaşıyla sık konuştuğunu duymuştum ama fazlası yoktu.

"Konuyu saptırıyorsun? Şuan deli gibi bizi arıyorlardır ve sen ikimizi de buldun. Vaktini boşa harcama derim." Ailem ve geçmişim hakkında konuşmak canımı sıkıyordu. Eskiyi hatırlayarak daha fazla yıpranmak istemiyordum.

"Ha ha." Dedi suratını ekşiterek. Dalga geçmeye yer arıyordu."Annen..."

"Elizya, keser misin şunu!" Şüpheyle Akya'ya döndüm. Elizya, annen diye başlayan bir cümle kurmuştu ve Akya tamamlamasına fırsat vermeden kızın sözünü kesmişti. Tam birbirleri gibiydiler. Yılın çifti...

"Her ne dönüyor bilmiyorum ama bu muhabbetten çok sıkıldım." Bıkkınlıkla sırayla ikisine baktım. Akya, yumruklarını sıkıyordu. Psikopatın tekiydi zaten. Bana olan siniri yüzünden elini yaralamıştı. Kabaran damarlarına bakarken gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.

"Ve sen..." Elizya'yı kolundan kavrayarak kendime çektim. Gözleri hamlem karşısında irileşirken kendini kurtarmayı denedi ama kavradığım kolunu parmaklarımla daha sıkı tuttum.

"Delirdin mi? Bırak!"

"Bitirmedim!" Kızı sarsarak kendime çektim." O küçük beyninde ne plan yapıyorsan buna son ver. Bir kere vurmana izin verdim yalnız tekrarı olmayacak."

"İhanetten bahsedene bak." Dedi alayla."Bana dokunarak aldığın riskin farkında bile değilsin."

"Kapa çeneni!" Boğazımı yırtarcasına bağırdım. Gruptakilerin bile sesimi duyduğuna emindim. Bağırınca birkaç kuş ciyaklayarak üzerimizden uçtu. Elizya'nın yüzündeki o ifade ise sabitti. Sırıtarak aptal gibi yüzüme bakıyordu. "Bana dokunmana asla izin vermeyeceğim. İstersen otuz yaşında ol, umurumda bile değil. Pisliğin tekisin."

"Elizya..."

"Sen karışma!" Akya, araya girmek için hamle yapınca engel oldum. Elizya'yı itekleyerek kolunu bıraktım. İkimizin gözleri de alev alevdi.

"İyi denemeydi." Elizya kolunu tutarak geri çekildiğinde hala gülüyordu."Bu çok kötü."diye mırıldandı Elizya. Dudaklarında memnun olduğunu gösteren bir gülümseme vardı."Atlas yapmaz, demişti." Yüz kaslarım yumuşarken şaşkınlıkla Elizya'ya baktım.

"Şifreli konuşuyorsun."

"Pamir, ben ve Atlas'ın girdiği küçük bir iddiaydı."

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Tırnaklarımı bacaklarıma geçirirken bütün bunların bir oyun olmamasını diliyordum. Yağmur şiddetini giderek arttırıyordu, bu yüzden sesler boğuklaştı. Dokunsalar ağlayacak kadar bitkin hissediyordum. Hırsla ileri atıldığımda Akya kollarımdan yakalayarak ona ulaşmamı engelledi. "Seni yılan!"

Akya bedenime sardığı kollarını sıklaştırdı."Bırak!"

Akya'nın güçlü kolları arasında tüm gücümü kullanarak debelendim. Çırpındım. Ellerimle kollarını itmeye çalıştım, ayaklarımı boşluğa savurdum ama beklediğim olmadı. Kurtulamadım. Tüm saçlarım alnıma, yanaklarıma ve çeneme yapıştı. Nefes almak için dudaklarımı araladığımda ağzımın içi suyla doldu. Yağmur damlaları saçlarıma düşerken vücudumu ileri attım, Akya yerinde sabitti.

"Yalancı!" diye bağırdım tüm gücümle. Ses tellerim yanıyordu.

Akya alnını başımın arkasına yaslayarak ben sakinleştirmeye çalışırken yüreğim kabardı. Çırpınıyordum. Yaralı bir kuş gibi çırpınıyordum. En son ne zaman bu kadar kırılmıştım hatırlamıyorum. Düşüşümü izle. İçimdeki şeytanlar, benimle birlikte ölüyorlar şimdi. Çok sevdiğim bir grubun şarkı sözleri dilime dolanırken gözlerimdeki ıslaklık kurudu. Elizya ifadesiz gözlerle bize bakarken ayak sesleri duyunca sakinleştim ve yanmaya başlayan gözlerimi sesin geldiği yere çevirdim. Saçlarımın arasından baktığımda dudaklarım refleks olarak aralandı.

Gelen Atlas'tı.

Kalbim korkuyla çarparken gözlerinde gördüğüm şey canımı acıttı.

Hissizlik.

Kanım çekilmiş bir şekilde acıyla yüzüne baktım.

Continue Reading

You'll Also Like

847K 53.6K 48
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
476K 14.3K 51
işten eve dönerken ıssız bir ormanda duyduğu sesin peşine gitti ve bu bulunduğu yer onun hayatının değişim noktasıydı. * * * * * İLK KİTABIM OLDUĞU İ...
3.2K 1K 65
ALLAH İÇİN OLSUN OLACAKSA
147K 8.5K 45
TEXTİNG ASKER KURGUSU