Avarya Oyunları

By acimatriyarka

3.3K 643 3.5K

Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde... More

I. PAPAZ KAÇTI
I - I
I - II
I - III
I - IV
I - V
I - VI
I - VII
I - VIII
I - IX
I - X
I - XI
I - XII
I - XIII
I - XIV
I - XV
I - XVI
I - XVII
I - XVIII
I - XIX
I - XX
I - XXI
I - XXII
I - XXIII
I - XXV
I - XXVI
I - XXVII
I - XXVIII
I - XXIX
I - XXX
I - XXXI
I - XXXII
I - XXXIII
I - XXXIV
II. YARIM KONKEN
II - I
II - II
✵ Karakterler

I - XXIV

25 3 5
By acimatriyarka

K A T Y A

22 Kasım 2005
Salı
Varnata, Avarya

Gece yarısını birkaç dakika geçiyordu. Hafifçe yağan yağmurun sesi yoldan geçen arabaların sesleri arasından zar zor duyuluyordu. Katya soğuktan korunmak için şişme yelek giymiş, ellerini de cebine koymuş, karakolun göze gri gibi gelen bir ışıkla aydınlatılan koridorundaki metal koltuklarda oturuyordu. Yanında avukatı vardı. Kimse onu broşürler için gözaltına almaya kalkmadan kendi ayaklarıyla kalkıp gelmek istemişti.

Nöbetçi polise bu niyetini söyledi. Polis ise broşürler yüzünden gözaltına alınmasının muhtemel olduğunu fakat henüz savcılıktan emir gelmediğini söyledi. Çay ikram ettikten sonra şaşkınlığını "Diğer şüpheliler kaçmaya çalışır, ya siz..." diye dile getirdi.

"Şüpheli de değilim, suçlu da. Bunu bildiğim için buradayım."

"Gürsel," cumhurbaşkanının soyadıydı, "İskambil Çetesi'nin bir terör örgütü olduğunu söylemişti, siz de onların simgesiyle afiş bastırmışsınız. Bunun bir yaptırımı olacaktır. Belki sadece para cezasıyla kurtulursunuz."

Katya nezaketen gülümseyerek "Çeteyi desteklemiyorum, broşüre bunu da yazdım," dedi ve masayı gösterdi. Broşürün bir örneği de masanın üzerinde duruyordu. "Ben simgeleri destekliyorum."

"Aynı şey değil mi?"

"Değil. İskambil oyunu uzak bir geçmişten gelir. Şimdiki haline 1300'lerde Fransa'da kavuşmuştur."

"Tarihi ne olursa olsun, bugün onu cumhurbaşkanı öldüren bir çete kullanıyor," dedi polis. "Gamalı haç size neyi hatırlatır?"

"Nazileri."

"Aslında gamalı haç, Hinduizm'den gelen bir uğur simgesidir ve binlerce yıllık bir geçmişi vardır. Naziler onu sahiplendiğinden beri kimse ilk anlamını hatırlamıyor."

"Haklı olabilirsiniz," dedi kadın. "Gözden kaçırdığınız şey şu ki Avarya'da gamalı haç simgesi taşımak suç değildir. Hiçbir simgeyi taşımak suç değildir."

"Bir terör örgütünün logosunu taşımak suçtur."

"Öyleyse gösterin."

"Neyi?" dedi polis.

"Simgeleri yasaklayan kanun maddesini. Yasa yoksa suç da yok."

Polis, bilgisayarına döndü ve internette bir iki sayfayı gezdikten sonra, kanunun numarasını söyleyerek "Terör örgütü propagandası, 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır." dedi.

"Katya Hanım örgüt propagandası yapmıyor," diye söze girdi avukat. "Bu simgelerin evrensel olduğunu söylüyor. Eğer yüzlerce yıllık bir kart oyununun simgeleri suçsa, kahvehaneler ve oyun salonlarının da kapatılması gerekir."

Polis, "Zaten birçoğu kart oyunlarını kaldırdı," dedi.

"Kart oyunu oynattığı için cezalandırılan bir işletme var mı?"

"Şöyle..." dedi memur, bir süre düşündü. Kendileri hiçbir işletme sahibini gözaltına almamıştı fakat diğer şehirlerde böyle bir şey olmuş olabilirdi. İnternette haberlere baktı, bulamadı. "Hayır, sanırım olmamış."

"İşte bir sorun yok," dedi avukat.

"Peki, neden iskambil simgeleri?" dedi polis, Katya'ya dönerek.

"Çünkü bu simgeler halka sınıf bilincini aktarmak için mükemmel bir araç."

"Nasıl yani?"

"Bir piramit düşünün," dedi. "En üstte kral ve soylular var. Seçilmişler... Piramidin kalbi... İşte bu yüzden simgeleri kalp. Hemen altında ise seçilmişleri koruyan silahlılar var. Ordu. Simgeleri mızrak ucu olan maça. Tüccarlar, kiremit taşlarına benzeyen karoyla; piramidin en altındaki köylü ve işçiler ise üç yapraklı yoncayı andıran sinekle temsil ediliyor. Birçok kart oyununda kupa en değerli, sinek ise en değersiz karttır."

"Neyse ki bugün kral yok da halk kendi kendini yönetebiliyor," dedi polis.

"Emin misiniz?" dedi Katya, bu kez yüzündeki gülümseme gerçekti. "Ülkenin kaderini etkileyen kaç karara etkiniz oldu? Seçtiğiniz milletvekilleri sizi ya da Avarya'yı ne kadar temsil ediyorlar? Sorması ayıp, şahsi arabanız var mı?"

"Var," dedi nöbetçi.

"İstediğiniz şirketten benzin alabilirsiniz, değil mi? Balkan Petrol'den ya da yabancı bir şirketten..."

"Evet."

"Peki, paranızın Sındırlı ailesine gitmemesini seçebilir misiniz?"

"Anlamadım." dedi kaşlarını çatan polis. "Sındırlı ile benzinin ne alakası var ki?"

"Balkan Petrol'ün hisselerinin yarısı Murat Sındırlı'nın kızı Nesrin Metin'e aittir. Ayrıca yabancı petrol şirketlerinin ülkemizdeki faaliyetleri de yine ona bağlıdır. O size benzin satmazsa arabanız bir hurda yığınına dönüşür."

Nöbetçi polis şaşkınlık ünlemi haricinde cevap vermedi.

"Ya ilaç sektörü?" dedi kadın. "İlaç sektöründe Taymed epeyce büyük bir paya sahip olsa da tekeli yok. Onun ya da dünya devlerinin arasından seçim yapabilirsiniz. Bağımsız laboratuvarların ya da yerel şirketlerin ürettiği bir ilacı ise doktorunuz size asla yazmayacak ve eczanelerde bulamayacaksınız. Diyelim ki bir farmakologsunuz, benzerlerinden daha etkili bir ilaç buldunuz, patentini büyük bir şirkete satmadıkça onu yaygınlaştıramayacaksınız."

"Kansere bir çare bulsam, sanmıyorum ki kimse beni engellesin," dedi polis. "Sonuçta sağlık söz konusu."

"Eğer çareyi dünyada sadece siz bulmuşsanız, engel olmaya çalışır fakat olamazlar. Bir tedavi yöntemi varken daha etkilisini siz bulursanız, engel olurlar."

"Neden?"

"Çünkü ilk durumda adınızı şarlatana çıkarsalar da tedaviye yasak getirseler de sağlığına kavuşmak için sizin bulduğunuz yönteme mecbur olan halk, mutlaka size sahip çıkacaktır. Bu uğurda ayaklanmalar bile çıkabilir. Halkın desteklediği, fakat korkusuzca ve gerçek anlamda desteklediği bir fikrin önünde dünyanın bütün seçilmişleri de gelse duramaz."

"Peki diğer durumda ne olur? Neden bir rakibim varsa, engel olurlar?"

"Çünkü halkın enerjisinin bir kısmı diğer yönteme kaymış olur, zaten ellerinde bir seçenek varken size yeterince güçlü desteklemezler. Seçilmişlerin ise sağlığımız umurlarında değil, emin olun."

"Her şey halkta bitiyor yani," dedi polis.

"Kesinlikle. Propagandalar, eğitimler, vaazlar, çabalar, daima halk içindir. Halk yoksa seçilmişler de yoktur."

"Verdiğiniz bilgileri düşününce," dedi broşürü eline alarak, "Bu simgeler çok daha anlamlı geliyor. Siz, halkı uyandırmaya çalışıyorsunuz."

"Genelde polisler halkı anarşiye sürüklüyorsunuz derler," diye güldü Katya. Nöbetçi ise devam ediyordu.

"... Seçilmiş bir zümre olduğunu göstermek istiyorsunuz. Peki alternatif ne?"

"Halkın gerçekten kendi kendini yönetebileceği bir düzen."

"Ben birkaç yıl öncesine kadar sizin partinize oy veriyordum. Sınıfsız toplum, herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacı kadar, falan filan... Üniformayı giyip şehrin ara sokaklarında gezince insanoğlunun açgözlülüğünün ne boyutlara varabileceğini anladım. Zorbalar, başımızda boş yere değil, içimizdeki zorbayı zapt etmek için var."

"İşte bizim bütün kavgamız da önce iç sonra dış zorbaları durdurmak üzere!" dedi Katya.

"Ben şu an Vult'a oy veriyorum. İdeolojisini sevmiyorum ama yapacak bir şey yok, adam ülkeye nizam getirdi."

"Siz de uçtan uca geçmişsiniz." dedi Katya'nın avukatı, gülerek. "Bari Aslan'a oy verseydiniz. O sosyal demokrat, bize biraz daha yakın."

"Yok ya," dedi polis. "Otoriter bir his vermiyor. Şair olacakmış da yanlışlıkla parti lideri olmuş gibi..."

Hep beraber güldüler. "Entelektüel biridir, kitaplığı çok zengindir," dedi Katya. "Bilge bir lider olurdu ama ne yapalım, Avaryalılar dediğim dedik başkan tipine alışmış. Bu durumu değiştireceğiz."

"Bu arada saat 1 oldu," dedi nöbetçi. "Bence savcı bu gece sizi gözaltına almayacak. Numaranızı yazın, öyle bir durum olursa arayıp haber veririm. Keyifli bir sohbetti ama niçin buraya kadar zahmet ettiğinizi hâlâ anlamadım. Biz gelirdik. Kargo firması değiliz ama bizim de evden alma hizmetimiz var."

"Kapıya polisin gelip de kızımın korkmasını istemedim," dedi kadın.

Biraz da çocukları hakkında sohbet ettiler, nöbetçi polis çocuğunun üç yaşında olduğunu, ayrıca liderin genç gösterdiğini ve on altı yaşında bir kızı olduğuna inanamadığını söyledi.

Katya buzdolabına not bırakarak evden çıktığında saat 12'ye çeyrek vardı, geri döndüğünde ise saat 2'ydi ve Devrim uyanmış, notu okumuştu.

"Anne sen neredeydin? Nezarete mi atıldın?"

"Gördüğün üzere, atılmadım." dedi anne.

Devrim'in sesi bağırırken son derece tiz çıkabiliyordu.

"Broşür bastırmak nedir? Seçim günü gösteri düzenlemek nedir? Anne sen hapse mi girmeye çalışıyorsun?"

"Gece gece çıldırma, Devrim. Git yat, sabah konuşuruz."

Genç kız daha da alevlenmişti. Yüzü kıpkırmızıydı. "Çıldırma hakkı bir tek sana mahsus çünkü," dedi. "Önceden babamla birbirinize gireceksiniz diye korkuyordum, şimdi de polis seni alıp götürecek diye mi korkmalıyım? Benim payıma daima korku düşüyor."

Katya ani baş ağrısı yüzünden kafasını tutarak "Hapse gireceğim falan yok." dedi. Olmasın diye uğraştığı bir durumun tam ortasındaydı.

"Bugün değil ama Pazar ne olacak? Hiç düşündün mü? Sahi sen bir şey yaparken sonunu düşünür müsün?"

"Annene karşı biraz terbiyeli olmaya ne dersin?"

"Terbiye adı altında susturulmaktan bıktım." Artık bağırmıyordu, yorgunlukla koltuğa çökmüştü. Endişesi öfke maskesinin altından sızıyordu. "Bir gün hayatta yapayalnız kalacağım."

Biraz önce nasıl şiddetle bağırıyorsa, şimdi de aynı şekilde ağlamaya başlamıştı. Katya yaklaşıp teselli etmek istedi ama Devrim'in onu duyamayacağını biliyordu çünkü kızın duyguları çok gürültülüydü.

Nihayet genç kız gözyaşlarını silip ayağa kalktı. Odasına çekilip bir çırpıda üstünü değiştirdi. Çantasına birkaç kıyafet toplayıp dış kapıya yöneldi. Annesi onu kat merdivenlerinin başında yakaladı.

"Nereye gidiyorsun? Eve geç çabuk!" dedi sinirli bir fısıltıyla.

Devrim "Sana ne!" diyerek annesinin damarına bastı.

"Senin velayetin bende, sana ben bakıyorum. O yüzden gecenin bir vakti böyle sokağa çıkamazsın. Saat üç oldu, üç! Biraz aklınla hareket et."

Sarışın kız çantasını koltuğa fırlattı.

"Niye? Korktun mu yoksa? Seni evde bulamadığımda benim nasıl korktuğumu anladın mı? Ama sen dur, bu daha başlangıç. Seni çok güzel korkutacağım."

"Odana geç." dedi Katya. Baş ağrısı yüzünden gözlerini açamıyordu. "Ülkeyi özgür bırakmaya çalışırken seni odana kilitlemek istemiyorum. Gecemi mahvettiğin için mutlu ol, tamam mı?"

Devrim odanın kapısını bir hışımla kapatmadan önce "Sen özgürlükten ne anlarsın ki anne?" dedi. "Babamla boşanana dek her hareketime, her zevkime karıştın. Daha sonra geçici bir lale devri yaşadık ama özüne döneceğini biliyordum. Şimdi sana güvenmeyeceğim, seninle ateşkes yapmayacağım. Benim senin bez bebeğin olmadığımı anlayana dek, her ne olmamı istemiyorsan, o olacağım ben."

Katya, kapı çarpma sesine irkildi. Eski zamanlarda olsa kapıyı açar ve tartışmayı kazanana dek sürdürürdü fakat şu an sükunetin kazanması gerektiğini biliyordu. Ağrı kesici aldı, odasına çekildi, arkadaş gibi olan anne kızları düşündü ve neyi eksik yaptığını sorgulayıp kendisiyle kavga halinde uyumaya çalıştı.

֎

D E V R İ M

Aynı gün
Varnata

Broşürler, Bakilik Lisesi'nin 22 Kasım'a ait gündemini ele geçirmişti. Öğrenciler kâğıdı avuçlarında gizli bir hazine sandığını gösteren haritaymışçasına tutup birbirlerine gösteriyorlar ve fısır fısır tartışıyorlardı.

Bahçede, koridorlarda ve sınıfta rastladığı herkes Devrim'e kaçamak bakışlar atıyordu. Uykusuzluktan dolayı gözaltları morarmış genç kız "Ne bakıyorsun be!" diyerek birkaçını payladı. Annesinin onu rezil ettiğini düşünüyor; utanç, korku ve öfkenin karışımıyla patlayacak bir bomba gibi geziyordu.

İlk ders boyunca sıraya boş boş baktı. Kitabını açmak bile İdil onu dürtmeden önce aklına gelmedi. Öğretmen, onun halini fark edip ara sıra uyarıyordu. Teneffüs zili çalıp hoca sınıftan çıkınca sınıftaki erkekler Devrim'e bakıp yüksek sesle "Pazar günü Bakilik'te buluşacağız." dedi ve aralarında kahkaha attılar.

İdil, sıra arkadaşını tutamadı. Sarışın kız kartal gibi erkeklerin üstüne atlayıp onları döverken sınıf dövülenlerin kahkahasıyla çalkalanıyordu. Bu sırada içeriye Bahar da girmişti. Devrim'i tuvalete götürdüler, diğer kızları ondan uzak tutup yüzünü yıkadılar, sonra bahçeye çıkardılar.

Onu hiç bu kadar öfkeli görmemişlerdi. Broşürün onu böyle etkileyeceğini tahmin etmemişlerdi, aksine Devrim okulda yükselen ilgiden memnun olacak sanıyorlardı. Teneffüs boyunca kızın annesinden yakınmasını dinlediler.

"Benim kardeşim yok, babam zaten bir dünya... Annem de bir gün başını belaya sokacak ve ben yapayalnız kalacağım."

Bahar, ağlayan kızın uzun sarı saçlarını okşayarak "Yalnız değilsin be kızçe, biz varız!" dedi.

"Arkadaş, aile gibi olabilir mi?"

"Yani..." dedi İdil. "Arkadaş, aileden de öte olabilir. Aile iyi ya da kötü çıkabilir ama arkadaşı sen seçersin."

"Biz seçilmiş aileniz," dedi diğeri.

Devrim ikisinin de elini ittirdi. "Bırakın ya... Annem hapse girse hanginiz bana yardım edecek? Kim beni evine alacak?"

Kızlar odalarını paylaşabilecekleri beyanında bulununca "Peki kaç gün katlanabileceksiniz?" diye sordu.

"Felke'ye, babamın yanına gitmem, açık söyleyeyim. Yeni karısı olacak yellozun saçını başını yolarım. Zaten o da beni istemez. Babam onun yüzünden beni doğru düzgün aramıyor bile..."

Araya babasının yeni eşine düşük düzeyli bir meslek yakıştıran küfürlü bir ifade de sıkıştırmıştı.

"O yüzden anneme diyorum ki..." diye devam etti Devrim. Ders arası bitmişti fakat sözlerini bitiremiyor, hızını alamıyordu. "Ben reşit olayım, hayatımı kurayım da ne yaparsan yap."

Sonraki teneffüste gözleri kuru ve suratı asıktı. "Madem o rahat durmuyor, ben de durmayacağım." dedi.

"Ne yapacaksın ki?" diye sordu İdil.

"Ayaklarımın üzerinde duracağım. Artık, bir yetişkin olacağım."

Kaygılarına hayalleriyle pansuman yaptığından gözyaşları dinmişti.

"O nasıl olacak, yani, çalışacak mısın?"

"Okulla birlikte yürütebileceğim bir iş bulursam harika olur. O işin de akşam ya da gece vakti olması lazım. Gazinoda çalışabilirim."

"Ya, sen daha on altı yaşındasın." dedi Bahar. "Ayrıca Katya teyze hayatta izin vermez."

"Aman be, onun izni umurumda mı?" Omzunu silkti. "Gece gidip sabah döneceğim için haberi olmaz. Olsa da beni bu yola onun sürüklediğini yüzüne vururum. Yaş da... Daha iyi ya işte... Küçük yaştan beni yetiştirirler."

"Yasak değil mi?"

"Kimse ihbar etmedikten sonra ortada yasak yoktur."

"Vazgeç gülüm." Bahar, bacakları aynı vaziyette durmaktan ağrıdığı için bacak bacak üstüne attı. "Ne yapacaksın gazinoda?"

"Boyum uzun, doğal sarışınım. Sesim de güzel. Şarkı söylerim."

"Bütün gece şarkı söyledikten sonra okula nasıl gelmeyi düşünüyorsun? Düşünsene, yorgunsun, uykusuzsun, sesin kısılmış... Derslerinde asla başarılı olamazsın. Gerçek bir mesleğin olmaz."

Devrim gururlu bir şekilde gülümseyerek "Dünyaca ünlü şarkıcılar ne kadar kazanıyor, bir bak!" dedi. "Ne doktorlar ne de mühendisler yetişebiliyor onlara."

İdil "Ya ortamı sevmezsen?" dedi.

"Bırakırım. Başka yerde sahne alırım."

"Yumurtadan erken çıkan civciv ölür, değil mi gülüm?" dedi Bahar, arkadaşının elini tutup sallayarak. "Bir büyü, reşit ol. Derslerine odaklan ve iyi bir üniversite kazan. Ses sanatçısı olmak istiyorsan da güzel sanatlar için yetenek sınavlarına girersin."

"Notlarımı bilmiyormuş gibi konuşma kanka ya..." Sarışın kız elini çekip kollarını çaprazlamıştı. "Senin gibi inek değilim. Keşke olabilsem..."

"İnek değil de çalışkan diyelim," dedi İdil.

"İnek olmak çok kolay," dedi Bahar. Hayali bir ders kitabını açar gibi yaptı ve eğildi. "Böyle kitabı açıyorsun, otluyorsun."

Hep beraber gülmeye başladılar.

"İki yıl boyunca sabret, sonra üniversitelisin, bu kadar." dedi Bahar. "Ayrıca güzel sanatlar için akademik başarıya gerek yok, yetenek yeterli. Elbette, önce istediğin mesleğe karar vermelisin."

Sarışın kız içini çekti, başını kaldırdı ve gönderde dalgalanan bayrağa, okunu gökyüzüne çevirmiş atlıya baktı. Acaba iki yıl sonra Avarya hâlâ var olacak mıydı?

"Ya o zamana kadar paraya muhtaç olursam? Asıl amacım hemen para kazanıp ayaklarımın üzerinde durmak."

"Harçlığını biriktir," dedi İdil.

"Di mi?" dedi diğeri. "Biz sana yemek ısmarlarız. Okul bitene kadar epeyce paran olur."

"Kızlar, siz harbiden çocuksunuz," dedi sarı saçlı kız. "Harçlıkla hayat mı döner? Tabii sizin ardınızda dağ gibi babanız var, değil mi? Geçim sıkıntısı nedir, hiç bilecek misiniz? Ben ise tıpkı ununu elemiş, eleğini duvara asmış yetişkinler gibi ev geçindirecek parayı kazanmak zorundayım. Çünkü annem hapse girince kimse bana bir lokma ekmek vermeyecek, anlıyor musunuz?"

Kelimeleri tükenen kızlar başını eğerken ders zili çoktan çalmıştı. Bahar, banktan kalkarken Devrim'in kolundan tutup "Söz ver," dedi. "Gerekirse her akşam birlikte çalışacağız. İnekten özel ders! Kıymetini bil, başka yerde bulamazsın. Derslerine çok iyi çalışacaksın ve Katya teyze özgür olduğu sürece eğlence mekânlarına gitmeyeceksin, tamam mı?"

Tükenmiş bakışlarla, bir anlık sessizliğin ardından, "Bana sahip çıkacak mısın?" diye sordu.

"Çıkacağım be! Söz."

Sarışın kız varla yok arası gülümsedi. "Tamam. Benden de söz..."

Okul bahçesinde kuşbakışı görülen üç koyu kırmızı nokta binaya doğru kayarak gözden kayboldu.

Continue Reading

You'll Also Like

250K 17.9K 25
Düşmanlar. Aşıklar. Rakipler. Sırlarıyla, Helbarvest eyaletindeki motosiklet çetelerinin hepsini savaşa sokabilecek bir kadın. Kadının; ruhuna, b...
OĞLANCI | BXB By Lord

General Fiction

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...
242K 10.7K 49
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
459K 79.8K 71
❝Karanlık çöktüğünde parlayan tek yıldız benim. Ben, sonsuz ışığın başladığı yerim.❞ Eleta tanıdığı bütün kişiler tarafından yalanlarla kandırılmıştı...