Avarya Oyunları

By acimatriyarka

3.3K 643 3.5K

Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde... More

I. PAPAZ KAÇTI
I - I
I - II
I - III
I - IV
I - V
I - VI
I - VII
I - VIII
I - IX
I - X
I - XI
I - XII
I - XIII
I - XIV
I - XV
I - XVI
I - XVII
I - XVIII
I - XIX
I - XX
I - XXI
I - XXIII
I - XXIV
I - XXV
I - XXVI
I - XXVII
I - XXVIII
I - XXIX
I - XXX
I - XXXI
I - XXXII
I - XXXIII
I - XXXIV
II. YARIM KONKEN
II - I
II - II
✵ Karakterler

I - XXII

29 7 55
By acimatriyarka

H A K A N

16 Ağustos 2005
Salı
Varnata, Avarya

Dün gibi bugünün de yoğun bir gün olacağını bilen vücudu, baş ağrısı ve uyku hissiyle onu durdurmaya çalışıyordu. Hakan ise önce ağrı kesici sonra da sert bir filtre kahveyle bu etkileri dağıtmaya çalıştı.

Sabahın henüz sekiziydi. İda uyurken Hakan hazırlanıp evden aceleyle çıktı. Merkez ilçeyi Şairhanım'a bağlayan caddedeki kebapçıya girip ekmek ve ayranla kahvaltı yaptı. Kebapçı ona et pişirmek için ısrar ettiyse de günün erken saatinde midesine ağır gelmesinden korktuğu için kabul etmedi. Karnı doyar doymaz da ilaç ve kahve aldı.

Yaklaşık yarım saat sonra Uysal içeri girdi ve pilav yanında köfte yedi. Bu, onun burada yediği son ikram olacaktı. Yiyip içmesi bittikten sonra başbakanın karşısına oturdu. "Bahar'ı Taylan Sındırlı zehirlemiş," dedi. Taylan'ı nasıl kaçırdığını mahkemede anlattığı gibi anlattı.

Hakan Vult, Sındırlı soyadını işittikten sonra acı çekmiş gibi yüzünü buruşturdu. Genci sonuna kadar dinleyip başını salladıktan sonra "Hapse girmemek için bana bir söz vermiştin, hatırlıyor musun?" dedi. "Sözünü tuttun ama işe bak ki yakalanmışsın. Seni bir süre saklayabilir ya da yurtdışına kaçırabilirim."

"Ne zamana kadar saklayabilirsiniz beni?" dedi Uysal. Konuşmasında herhangi bir farklılık ya da duraksama yoktu, nefesini olağan sakinliğinde alıp veriyordu. "Eninde sonunda beni bulacaklar. Bırakın, kaderimi yaşayayım. İçeri girmeye hazırım."

"Sındırlıları bilmiyorsun," dedi başbakan. "Ne kadar bencil ve intikamcı olabildiklerini tahayyül bile edemezsin. Bahar'ı neden zehirledikleri hakkında bir fikrin var mı?"

Kalın kaşlarını çatarak Taylan'ın söyledikleri üzerinde düşündü. "Yaz ve ailesinin Avarya'ya ait olmadığına inanıyorlar. Bahar yanlış ülkede doğmuş, güya."

"1990'dan önce Alkanların siyasi gücü neredeyse bitmişti." dedi başbakan. "Alkanlar, aile şirketleri olan Ab-ı Hayat İnşaat ile iştigal ediyordu. Alkanların küçük oğlu Apti, Yaz ile Türkiye'de karşılaştı ve onda hitabet yeteneği gördüğü için Avarya'ya getirip bütün eğitim masraflarını karşılamak istedi. Gerçi bu hikâyeyi sen de biliyorsun."

"Evet." dedi Uysal. "Murat Sındırlı, Yaz ve ailesini istememiş. Bu korkunç bir şey. Yaz'ın annesi, babası, akrabaları, yüz binlerce Türk, etnik temizlik kurbanı oldu. Hapsedildi, öldürüldü, asimile edildi ya da göçe zorlandı. Türkiye kapılarını açmış olabilir ama biz niye açmayalım? Biz Avarlar da Türk'üz, Türkçe konuşuyoruz. Sındırlı için millet kavramı yok demek ki... Hatta insanlık kavramı da yok."

"Sındırlı için hiçbir şey önemli değil, kendisinden başka. Kimsenin çektiği acılar önemli değil. Ben, Yaz ile siyaseten tamamen zıt taraftayım. Avarları bugün kendine Türk diyenlerle bir olarak görmem. Fakat onun ve ailesinin burada yaşama hakkını savunurum."

"Tabii..."

"Diyeceğim şu: Sındırlılar öyle bir aile ki on altı yıl sonra bile istemedikleri bir şeyin yapılmasını hazmedemeyip ceza vermeye kalkıyorlar. Sen de artık onların gözünde mimlisin. 'Yatar çıkarım,' diye düşünme. Seni asla rahat bırakmayacaklar. Açık söylüyorum Uysal. O hapishaneye girersen oradan sağ çıkamazsın."

Beti benzi atan genç adam, hapishanede onu bekleyen tehlikeyi henüz fark ediyordu. Şu ana kadar kendi benliğini boş vermiş, yalnızca üzerine bulaşan lekeyi silmeye çabalamıştı. "Yurtdışına çıkarsam nereye gideceğim?" diye sordu.

"İstediğin yere. Sana sahte bir kimlik ve iş ayarlarız. Gitmek istediğin yer ne kadar yakın olursa o kadar hızlı olur. Mesela Bulgaristan ya da Romanya'ya birkaç saat içinde bile gidebilirsin."

"Beni Avarya içinde koruyamaz mısınız?"

Hakan, yeşil kapşonlu giymiş genci şöyle bir süzerek "Korurum ama... Sana güvenmem lazım."

Diğeri, içini çekerek "Bu sözü duymaktan bıktım." dedi. "Hepinizin bana ihtiyacı var ama hiçbiriniz beni güvenilir olarak görmüyorsunuz. Hep bir şüpheyle, hep bir 'acaba'yla yaşıyorum. Taylan Sındırlı'nın yaptıklarını bile, failini bulamasaydım eğer, üzerime yıkacaktınız sayın başkan. Bana güvenmeniz için daha ne yapmalıyım?"

"Dünya üzerinde çok az insanın bildiği..." dedi Hakan Vult. "Ne istihbarata ne de orduya ait olan; kişisel olarak bana, örgütsel olarak da başbakanlık ve meclise hizmet eden bir projem var. Baban, sadece yarısını biliyor. Eğer istersen sen de diğer yarısını öğrenecek ve öğrenirsen zorunlu olarak bu projeye dahil olacaksın."

Cevap vermeden önce kaşlarını çatıp huzursuzca etrafını yokladı. "İpucu verebilir misiniz? Mesela, eve gitmeyecek miyim? Günde ne kadar zamanımı alacak bu proje?"

"Görev geldikçe göreve gidersin. Haftalık toplantılar olur. Bunlar dışında gündelik hayatına devam edersin. Gizlilik hayati derecede önemlidir ve bu bir mübalağa değil."

Ses tonu kalınlaşmış, konuşması yavaşlamıştı. Yüzü birkaç ton kararmıştı.

"Eğer duymaması gereken biri duyarsa bunun sonuçları Bayan Alkan'a benimle çalıştığını ağzından kaçırman kadar basit olmaz. Risk de ödül de büyük. İyi düşün."

Uysal yumruklarını sıkıp açıyor, ayaklarıyla ritim tutuyordu. "AVİS'le ilgisi yok, değil mi?"

"Hayır," dedi Hakan. "Projenin var olmasının sebeplerinden biri de AVİS'in yozlaşması. Teşkilat içinde farklı çıkar odaklarına hizmet eden gruplar var. Proje ise doğrudan bana bağlı. İki kademede yer alan sadık adamlar."

Gencin dudağının kenarında bir gülümseme belirdi. Komiserle yaptıkları güce sadakat konuşmasını hatırladı. Teşkilat bir kara deliktir, demişti komiser ama o da birtakım cisimlerin yörüngesinde dönen basit bir göktaşı çıkmıştı. İnsan ilişkileri böylece sürüp gidiyordu. Kimisi kendini yıldız sanır, kimisi de yıldız sandığının etrafında dönerdi fakat hepsi de birbirine çarpıp duran taşlardan ibaretti.

"Biraz daha bilgi istesem geri dönüşü olmayan noktayı geçer miyim?"

"Alt kademe silah takımıdır, buraya girmek için yabancı olmak, ailevi bir bağının olmaması ve birkaç kriter daha gerekir. Üst kademe beyin takımıdır ve alt kademenin aksine Avaryalı olmak şarttır. Birkaç eğitimden sonra üst kademe için uygun olursun."

Uysal önce "Kem yele direnirdi yedi tahtın çerileri / Gündüz süvarileri, gece piyadeleri," dizelerini okudu. Başbakanın hayrete düşmüş bakışları karşısında "Divan'dan," diye ekledi. Avarya'da Divan denildiğinde Berdâşe'nin Divan'ı anlaşılırdı.

"Yedi Avar Soyu masalında, yedi kralın yönettiği Avar ülkesinde iki ayrı asker sınıfından bahsedilir. Birisi atlılardır. At, kutsal olduğu için yalnızca bahadırlığını ve erdemliliğini kanıtlamış askerlere verilir. Güneş, atlıların kutsal ışığından feyz alarak doğar ve gündüzü getirir. Bu yüzden bu sınıfa 'gündüz süvarileri' denir. Güçlü, saldırgan, savaşmaya meyilli fakat kahramanlığın gerektirdiği ahlakı taşıyamayan kişiler de toplumdan uzaklaştırılarak asker olmaları için eğitilir fakat onlara at verilmez. Onlar, kendi başlarına bırakılırsa kötülüğe yönlenecek fakat disiplin altında bu güçleri iyiye çevrilen insanlardır. Yalnızca geceleri yürürler. Bu yüzden onlara da 'gece piyadeleri' denir."

"Edebiyatla bu kadar ilgilendiğini bilmiyordum," dedi Hakan. Çırılçıplak hissediyordu. Suratındaki yakalanmışlık ve şaşkınlık ifadesini silmeye çalıştı.

"Rap müziğe merak saldığım dönemde Divan'dan bazı bölümleri ezberlemiştim. Altyapı müziği eşliğinde okuyarak şarkı yapacaktım. Daha sonra vazgeçtim. Siz de iki kademeli proje deyince aklıma direkt bu dizeler geldi. Sanırım siz de projeyi kurarken bu masaldan esinlendiniz."

Hakan, karşısındaki genç adamın korkutucu bir zekâsı olduğunu düşündü. Sırların sınırını geçmesini istemediğinden sustu. Gündüz süvarilerinin arasına katılmaya kendi iradesiyle karar vermeliydi.

Hava sıcaklığı mevsim normallerinin altındaydı. Gökyüzü, yağlı boya fırçasının beyaza batırılmış ucu mavi bir tuvale dokundurulmuş gibi bulutlarla doluydu. Başbakan, diğer büyük partilerin başkanlarıyla yapacağı basına kapalı toplantı için maviye çalan açık gri renkte bir takım elbise giyerek makamına geçti.

İlkin Yaz geldi. Uçuk pembe bir takım elbise giymişti, saçları balıksırtı iki belik örülüydü. Kurtuluş ise kahverengiler içerisindeydi.

Hakan kısa bir ağırlama faslından sonra "Fikirsel ayrılıklarımızı bir kenara bırakıp kenetlenmemiz gereken bir sürecin içerisindeyiz." dedi. "Son üç aydır olağanüstü olaylar yaşıyoruz. Bu olayların arkasında kimlerin olduğu netleşmeye başladı."

Kadın, eski danışmanının mahkemede söylediklerini ve kardeşini ilaç firması sahibinin zehirlemiş olabileceğini anlattı. "Meclis açıldığı zaman Taylan Karayel için soruşturma önergesi vereceğim."

"Hiçbir işe yaramaz." dedi ana muhalefet başkanı.

Yaz, meclis lokantasının lavabosunda Kurtuluş ile tartıştığında duyduğu öfkenin içinde yeniden uyandığını hissederken "Neden işe yaramasın?" dedi. "Bir iş insanı, halkın iradesinden büyük mü?"

"Ben de tam olarak ondan bahsedecektim," diye söze girdi başbakan. "1969'dan 1990'a kadar süren baskı, hukuksuzluk ve huzursuzluk dönemini siz kitaplarda okudunuz, biz ise o dönemde gençliğimizi geçirdik."

"Olabilir, o dönem sona erdi." dedi kadın, başını kaldırıp masayı aşağıdan yukarı süzerek. "Murat Sındırlı bugün cezasını çekiyor."

"Sındırlı şu an evinde. 70 yaşına girdiği için cezası ev hapsine çevrildi." dedi kır saçlı adam.

"Taylan Karayel, Murat Sındırlı'nın oğlu ve annesinin soyadını kullanıyor." dedi Hakan. Sındırlı'nın çocuklarına ve akrabalarına ait olan şirketleri saydı. "Ekonomik olarak güçlerini hiçbir zaman yitirmediler ve son gelişmeler, ekonomik güçle yetinmeyeceklerini gösteriyor."

Yaz'ın ağzı açılmış, bakışları kuşkuculuğunu yitirmişti. Tam olarak Hakan'ın beklediği tepkiyi verdi. "Ama... Kardeşimle dertleri ne? Bunca yıl sonra... Bizden ne istiyor olabilirler ki?"

Başbakan, genç parti başkanının masmavi badem gözlerinin içine baktı. "Bir zamanlar sahip oldukları her şeyi geri almak istiyorlar. Hepimiz tehlike altındayız ama en büyük tehlike sizin için... Sizi ve ailenizi Avarya'dan kovmak istiyorlar."

Kadın dehşet içinde bakışlarını kaçırdı ve kesik cümleler mırıldandı. "Ne fena... Ne saplantı..." Sonra dönüp "Ne yapabiliriz? Mecliste bu aileyi soruşturmak dışında bir çare var mı?" diye sordu.

"Orduda ve istihbarat teşkilatında Sındırlılara bağlılığını bildirmiş klikler mevcut. Henüz elimde bir kanıt olmasa da İskambil Çetesi'nin de bu aileyle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bizim Sındırlılara açıkça karşı çıkmamız demek, suikasttan darbe girişimine kadar geniş bir skalada karşılık alma ihtimalini var etmemiz demektir."

"Sürgün ediliyorum ya da ölüyorum yani," dedi Yaz. Başını pencereye doğru çevirdi. Daracık bir kutuya sıkıştırılmış gibi hissediyordu.

"Bence çetenin aileyle bir ilgisi yok çünkü öyle olsaydı, onları terör örgütü ilan edemezdik. Ayrıca, kendini ülkenin sahibi gören bir ailenin çalışma tarzı bu olamaz." dedi Kurtuluş.

"Peki, İskambil Çetesi nereden çıktı?" diye sordu Hakan. "Sındırlılar değilse kim?"

"Bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla onlar kendilerini Avarya'ya sahip değil, ait olarak görüyorlar."

"Siz ve şu romantik yanınız! Şu anarşistleri neredeyse vatansever ilan edeceksiniz."

"Neden olmasın? Vatanseverliğin sınırlarını kim belirliyor?"

Hakan ve Kurtuluş'un atışması sırasında Yaz, bulutlar arasından sızan güneş ışığına, uzunlukta yarışan binaların camlarına yansıyan karınca misali arabalara, ara sıra manzaraya dahil olan kuşlara bakıyordu. Zihni ise çok uzaklardaydı. Nihayet derin bir nefes alarak "Madem sorun benim, o halde istifa edersem sorun çözülür." dedi.

Orta yaşlı adamlar başta cümleyi kavrayamadı. Kadının yüzüne boş ifadelerle baktılar. Yaz her ikisiyle de sırayla göz teması kurarak "Hiçbir şey benim, kardeşimin, ailemin canından değerli değil. Madem Sındırlılar hâlâ güçlü ve bizi Avarya'da istemiyorlar, biz de anavatanımız Türkiye'ye döneriz."

Uzun sayılabilecek bir sessizlik oldu. Kurtuluş avuçlarını birleştirerek "İki buçuk ay sonra olsa da kendimi anlatabilmek güzel bir hismiş." dedi.

"Yani..." dedi Hakan, kaşlarını kaldırdı. "Sizin bileceğiniz iş. Fakat bu herhangi bir sorunun çözüleceği anlamına gelmiyor. Sındırlılar hedeflerinden yalnızca birini gerçekleştirmiş olur."

Kadının cevap vermemesi üzerine "Bugün bu toplantıyı düzenlemekteki amacım sizi Sındırlı tehlikesine karşı uyarmaktı," dedi. "Henüz meclise giremediler; yasama, yürütme ve yargıyı doğrudan etkileyemiyorlar. Bugün, bu ortamda birbirimizin rakibi değil müttefiki olmalıyız. Bu açık bir ittifak olmayacak. Mitinglerde, halka açık ortamlarda ortada bir yarış olduğu algısını koruyacak kadar birbirimizi eleştirebiliriz ama kapalı kapılar ardında daima iş birliği yapacağız."

"Tek çaremiz halka güvenmek." dedi Yaz Larende. "Halk, onları temsil etmemiz için bizi seçti. Bu aile ise halkın iradesini gasp etmek istiyor. Bu durumu meclisin bize verdiği yetkilere dayanarak halka anlatabilirsek onlara soruşturma da açılır, nereden elde ettikleri şaibeli mal varlıklarına da el konur, darbe gibi bir saçmalığa da ortam tanınmaz. Halk direnir!"

"Ne yazık ki ideal bir dünyada yaşamıyoruz." dedi Hakan. "Kitleler bir çocuktan daha kolay kandırılabilir."

"O halde seçimler de bizim vekilliğimiz de bir mizansenden fazlası değildir, demek." dedi genç parti lideri, hayal kırıklığı içinde.

"Hayır, sadece, oyunu teori kitaplarında yazan değil gerçek kuralına göre oynayacağız. İlk hedefimiz seçimlerde üç parti olarak meclise girmek ve dördüncü bir parti almamak. Bu sırada geçerli durumu korumamız gerekecek. Eğer istifa edecekseniz Yaz Hanım, seçim sonrasına kadar ertelemenizi rica edeceğim."

"Ya bu süre zarfında sevdiklerimin başına bir şey gelirse?" dedi kadın. Kaşları çatıktı. Solukları sığ ve yüzü soluktu. Korku bedenine ilk kez sızmış, damarlarında geziniyor; gücünü ve inancını çalıyordu. Düşünceleri derinleşemeden dağılıyor ve zihninde alarm çalıyordu. Çaresizlikle birleşen korku, cehennemin dünyadaki haliydi.

Bu yüzden Yaz, makamdan ayrılır ayrılmaz Hakan'ın ricasını, tesellilerini ve güvencesini unuttu. Babasını aradı ve KEP Uluhan ilçe başkanıyla toplantıya girmek üzere olduğunu öğrendi. Bahri Alkan'a ulaşmaya çalıştı fakat o da meşguldü. Bayan Alkan'ın numarasını çevirdi parmakları. Bayan, bir görüşme yapması gerektiğini söyleyerek onu geri çevirdi.

Vehim, kafasının çeperlerini patlatmak üzereydi. İçsel alarmı zihnini sağır edecek şiddette çalarken bir dilekçe imzalamak ve sevdiği, bildiği herkesi yanına alıp uçağa binip gitmek istiyordu. Yolda yürümeye devam etmek ya da bir köşeye oturup ağlamak arasında kararsızken karşıdan gelen tanıdık bir yüz gördü.

"Selam!" dedi Soner, el sallayarak. Yaklaştığında "Sormaya lüzum yok. İyi değilsin. Hemen bir kafeye oturuyoruz ve bana neler olduğunu anlatıyorsun, tamam mı?"

Genç kadın dudaklarını aralasa da ses çıkaramadı. Sadece başını sallayabildi.

֎

Y A Z

Aynı gün
Varnata

Şarkıova'da tenha bir kafe... Ahşap masanın üstüne birkaç tane kara kavak yaprağı düşmüştü. Masanın birkaç adım ilerisindeki söğüt ağaçlarının yaprakları güneş ışığını filtreliyordu. Her yön yeşildi, havada çeşitli ağaçların karışık rayihası vardı. Örgülerinden birkaç saç teli dışarı fırlamış olan Yaz, sipariş ettiği el yapımı limonataya bir dakikadır kıpırtısızca bakıyordu.

Soner, kadının gözyaşlarına boğulmamak için kendisiyle mücadele ederek anlattığı her şeyi kafasında değerlendiriyordu. "Korku ve itaat iç içedir." dedi. "Birinin özgür düşüncesini uyuşturmak ve onu körü körüne itaate yönlendirmek istersen onu korkutursun. Vult'un sırf sen onunla iş birliği yapasın diye seni korkutmasına neden izin veriyorsun?"

"Söylediklerinde yanlış bir şey mi var?" Artık limonatanın yüzeyine değil adamın yüzüne bakıyordu. "Sen de Uysal'ın mahkemede dediklerini duymadın mı? Sındırlı bana, daha doğrusu aileme kafayı taktı ve bizi bertaraf etmek için her yolu deneyecek."

"Eğer Sındırlı bu adamın dediği kadar güçlü olsaydı ve birilerinin istifa etmesi gerekseydi, ilk sırada Vult, sonra birçok bürokrat, bakan ve vekil olurdu. Sen belki yüzüncü sırada olurdun. Şarkıova olayını hiç okumadın mı?"

Yaz, kafeyi çevreleyen ormana bakarak "Hayır," dedi.

"Vult'un ormana atıldığı..."

Genç kadın şaşırarak "Evet! Az çok hatırlıyor gibiyim. Fakat tam bilmiyorum." dedi.

"1972 yılında, Hakan Vult, henüz yirmili yaşlarındaydı ve bir gazetenin kültür-sanat ekini yönetiyordu. Aynı zamanda müzik yapımcısıydı. Bay Vult diye bir şirketi vardı, çok albüm çıktı oradan."

"Aaa, Sevil Yakışıklı..." dedi Yaz.

Sevil Yakışıklı, 70'li yıllarda meşhur olmuş bir Avar pop şarkıcısıydı ve Soner'in büyük halasıydı. Artık esamesi okunmuyordu. Birkaç kez evlenip boşanmıştı, şimdi bekardı. Vilisri'de bir sahil kasabasında hayatını sürdürüyordu.

"Evet, halamın da albümlerinden birisi Bay Vult'tan çıktı. Tabii o zamanlar Vult tamamen keyfine bakan bir adam. Zengin bir aileden gelip sanat camiasında da tanınır olunca siyasete girmeye karar veriyor. Diğer gazeteci arkadaşlarıyla birlikte Sındırlı hakkında bir yolsuzluk haberi yaptırıyor. Sındırlı da Vult'u kaçırtıp eli ayağı bağlı bir şekilde ormana attırıyor. O yıllarda tabii Şarkıova'da kafeler, restoranlar, bungalov evler yok... Ayak basmaz orman. Oduncular bulmasa adamcağız oracıkta ölecekmiş."

"Bu olayı okumuştum ama bu kadar ayrıntılı bilmiyordum," dedi Yaz. Pipetle büyük bir yudum aldı. Bedeni büyülü sözler söylenmiş bir heykel gibi canlanmıştı.

"Vult o günden sonra siyasette kalmaya cesaret ettiyse ve bugüne ona kadar hiçbir şey olmadıysa sen niçin korkacaksın?"

Soner, diğer parti başkanlarının onu manipüle ederek yarıştan çekilmeye zorladığını söyledi. "İnanma onlara Yaz," dedi. "Lütfen. Sakın bir yere gitme."

Bunu derken içi karşı konulmaz bir arzuyla doldu. Hemen karşısında oturan ve rüzgârda kalmış kara kavak yaprakları gibi titreyen şu kadıncığın ellerini tutmak, adeta piyano çalmak için yaratılmış uzun parmaklarını kendi elleri arasında ısıtmak, daha sonra onu kollarının arasına alıp kalbinin içine saklamak istedi. Ardından arzu söndü, geriye mahrumiyet ve acı kaldı.

Soner, Yaz'dan hoşlandığını lise son sınıfta fark etmişti. Halbuki Yaz zaten Uysal'la çıkıyordu. Başka bir engel de Soner'in tıp fakültesine hazırlandığı için kimseyle çıkıp dolaşacak vakti olmamasıydı. Sevgili edinmek demek vakit ayırmak demekti. Geleceğin doktorunda nasıl olsun o vakit? Okul, kurs ve ev üçgeninden dışarı çıkamıyordu. Gözünü açtığında çoktan seçmeli sorular, kapattığında ise kıvırcık saçlı kızın hayali vardı.

Üniversite dönemi başladığında aralarındaki mesafe arttı. Artık aynı okula bile gitmiyorlardı. Tıp derslerinin ağırlığı altında seyrek bir şekilde grup olarak bir araya geliyorlardı. Yaz'ın Uysal'la ilişkisi ciddileşirken Soner de üniversiteye hazırlık dönemiyle kıyaslanamayacak bir yoğunluğa girmişti. Komite dönemlerinde dört saat uyku hariç sürekli ders çalışıyordu. Doktor adayının sosyal yaşamı olmadığı için lisede keşfettiği hoşlantısı dağılmıyor, aksine ulaşamadığının kıymeti artıyordu.

Gün gelmiş Soner iki ayrı hayat yaşar olmuştu. Biri hayalindeki, biri madde âlemindeki... Madde âleminde ona kavuşmaktan ümit kestiyse de hayallerini Yaz'a adamıştı. Yolda, uykudan önce, hastanedeki mesai saatleri içerisindeki molalarda, yaratabildiği her boşlukta kıvırcık saçlı kızı düşünüyordu. "Azizem," diyordu ona. Bir Mısır halk ezgisinden alınmış, Zeki Müren'den sonra birçok şarkıcıyla birlikte Sevil Yakışıklı'nın da yorumladığı Azize şarkısını onun için dinliyordu.

Dışa dönük hayatında ise yakın arkadaş rolüne devam ediyordu.

Ormanın içindeki kafede hayata verdikleri mola Yaz'a iyi gelmişti. İçindeki o anlık ve karanlık korku dağılmış, zihnindeki düşünce nehirleri berraklaşmıştı. İstifa etmekten vazgeçti. Bütün enerjisini seçime yoğunlaştırmaya karar verdi. Avarya'nın en köklü ailelerinden biri olan Alkanların onu boşuna seçip yetiştirmediğine inandı. Alkanlar, olup bitenin farkındaydı muhakkak ve onu da ailesini de koruyacaktı.

Kafeden çıkarken Soner'in koluna girdi. Ağaç gövdesi renginde kısa kollu gömlek giymiş genç adam bir lahza için elektrik çarpmış gibi titreyince kadın gülerek "Bu havada üşüdün mü yoksa?" diye sordu.

"Mis kokulu ama serin bir rüzgâr esti. Akşam oluyor, Ağustos'un son yarısına da girdik."

"Gerçekten çok güzel kokuyor burası," dedi Yaz, derin bir soluk çekerek. "İyi ki beni Şarkıova'ya getirdin, kendi kendimi yiyecektim yoksa."

"Yapma. Değmez. Sen bu halkın ciddi bir bölümü tarafından yönetici olarak görülüyorsun, unutma," dedi doktor adayı arabasının kapısını açarken.

Yol boyunca Uysal hakkında sorup sormamak arasında kararsız kaldı. Ne diyecekti? "İlişkiniz nasıl gidiyor?" mu? Yaz'ın hayatını rayına oturttuğunu ve yakında, en geç seçimden sonra evlilik haberini duyacağını düşündü. İlk davetiyelerden birisi de mutlaka ona gelecekti. Şimdiden bu konuyu açarak kendi canını yakmanın gereği var mıydı?

Gül Sitesi O Blok'un önünde durduğunda güneş henüz batmıştı. Arabadan inen ve pembe bir hanımeli çiçeği gibi evine yürüyen Yaz'a el salladı.

Kadın gözden kaybolunca, adamın yüzündeki yapmacık gülümseme kayboldu. Teybi parmağının ucuyla, kırmaktan korkar gibi çalıştırdı. Kaseti değiştirdi. Büyük halasının sesinden en çok dinlediği şarkıyı açtı ve "Ah azize, ah azize..." diye mırıldanarak eşlik etti.

Continue Reading

You'll Also Like

2K 75 11
Güven hissi... Artık daha az güven duymalı insanlar sevdiklerine. Kendine bile güven hissi olmayan insanlara güvenirse kalpler, sevgisizlik hüküm sür...
242K 10.7K 49
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
507 172 10
Kendini ülkesi için feda eden, yaşadıkları acıların cefasını çeken dokuz TAKTİB ajanı ve her birinin yetenekleri bir uzuvla özdeşleşen, parçalandıkla...
OĞLANCI | BXB By Lord

General Fiction

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...