Avarya Oyunları

By acimatriyarka

3.3K 643 3.5K

Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde... More

I. PAPAZ KAÇTI
I - I
I - II
I - III
I - IV
I - V
I - VI
I - VII
I - VIII
I - IX
I - X
I - XI
I - XII
I - XIII
I - XIV
I - XV
I - XVI
I - XVII
I - XVIII
I - XIX
I - XXI
I - XXII
I - XXIII
I - XXIV
I - XXV
I - XXVI
I - XXVII
I - XXVIII
I - XXIX
I - XXX
I - XXXI
I - XXXII
I - XXXIII
I - XXXIV
II. YARIM KONKEN
II - I
II - II
✵ Karakterler

I - XX

27 7 13
By acimatriyarka

H A K A N

13 Ağustos 2005
Cumartesi
Varnata, Avarya

Altın Taç parti merkezinin toplantı odasındaki tüm koltuklar doluydu. Odanın mimarisindeki akustik hatadan dolayı sesler yankılanıyor, aynı anda birden fazla kişi konuştuğu takdirde de ortaya bir uğultu çorbası çıkıyordu. Partililer, Kasım'daki seçim için miting programını ayarlıyordu. Ahşap toplantı masasının ince uçlarından birine yakın duran projeksiyon perdesinde Ağustos'tan Kasım'a kadar ayları gösteren bir takvim vardı.

Hakan Vult ve danışanları önce miting konuşmasının ana hatlarını, sonra da miting tarihini belirledi. Bu konuşmalarda diğer iki parti aleyhinde söylemler yer almayacak, ülkenin birlik ve beraberliğine vurgu yapılacaktı. "Güçlü ve güvenli bir Avarya ancak güçlü bir hükümetle var olur," mesajı verilecek, tıpkı reklamlarda ürünlerin mutluluk ya da diğer olumlu hislerle eşleştirildiği gibi hükümetin ağırlığı da devletin sağlamlığıyla özdeşleştirilecekti.

Yakın ve uzak siyaset tarihi gösteriyordu ki kriz dönemleri mevcut iktidarları güçlendirirdi. Meğerki halk, krizden iktidarı sorumlu tutmasın. Tehlike hisseden vücut, kanı hayati organlara yönlendirir bu yüzden heyecanlanan ya da korkan bir insanın elleri ve ayakları bembeyaz olurdu. Aynı tepki tarzı toplumlar için de geçerliydi. Yok olma korkusuna düşen halk, varlığını korumak için tercih yapar ve yaşam kalitesine önem vermemeye başlardı. Bu durumdaki insanları yönetmek, can havli taşımayan ve gönenç içinde olmayı arzulayanları yönetmekten çok daha kolaydı.

Başbakan kahverengi büyük ofis koltuğundaki oturuş pozisyonunu değiştirdi ve daralmış soluklar alırken kemerinin tokasını açtı. Rahat nefes alamamaktan dolayı artmış nabzı nihayet düşerken göbeğini tuttu ve beslenmesine çekidüzen vermesi gerektiğini düşündü. O sırada gözü yarı yarıya kuru pastayla dolu plastik tabaktaydı. Kuru pastalar, şifalı küçük lokmalar gibi stresini dindiriyor, kaygılarını gideriyor ve ona geçici bir mutluluk veriyordu. Çikolata ve hamurun tadının ağzında dağıldığı bir dakikalık mutluluğun bedeli ise obezite sınırına yaklaşan ve yaşlanan bünyesine yük olacak sağlık sorunlarına zemin hazırlayan kilosuydu. Sağlıksal endişeleri kafasından atmak için bol çikolatalı bir kuru pastayı ağzına attı ve çayla ıslattı.

Altın Taç Partisi'nin seçim işleri sorumlusu, son iki saattir tartışıp üzerinde uzlaştıkları miting tarihlerini ajandaya işledi. "Takvimin son hali burada, sayın başkan."

Hakan ajandayı alıp tarihleri son bir kez okuyarak "Tamam," dedi. "Gayet iyi."

Ayağa kalkıp toplantının sona erdiğini duyurdu ve parti çalışanlarına teşekkür etti.

İnce, uzun ve havadar toplantı odasından çıktığında saat 13 olmuştu. İçeri girdiklerinde saat 9 olmasına rağmen ısınmaya başlamış olan hava şimdi dışarıyı kasıp kavuruyordu. Odalar klimalardan dolayı sokağın soğuğunu ya da sıcağını hissetmiyorsa da koridorlar yanıyordu. Sıcaktan kurtulmak için bir an önce odasına dönmeye çalışan Hakan'ın son görmek isteyeceği kişi Kerem'di. Ne var ki keçinin sevmediği ot burnunun dibinde biter misali asansörden çıkarak önünde dikilmişti.

"Başkanım, acil olarak konuşmamız gereken bir konu var."

Vult, onu şöyle bir süzerek "Ne kadar acil?" dedi. "Ona göre sana vakit ayırabilirim, yoksa beni oyalama, rica ediyorum."

"Kurtuluş Aslan'ın kuşlardan haberi var."

Hakan'ın suratındaki ifade bir anda değişti. "Gel," dedi asansörün düğmesine basarak.

Odasına girer girmez telefona sarıldı ve en yakındaki pastaneden bir kilo çikolatalı kuru pasta istedi. Kerem misafirler için ayrılmış deri koltukların birinin ucuna ilişerek ve Hakan'ın karın bölgesine bakarak "Başkanım, yanlış anlamayın ama..." dedi.

Hakan'ın içinden birden laubalileşmek geldi. Avamca bir şaka yapmak, "Altı aylık. Üç aya doğuruyorum kısmetse," tarzı bir şey söyleyip ardından kahkaha atmak istedi. Sinirleri bozuktu. Somut yeni bir olay olmamasına rağmen sezgileri korkunç günlerin kapıda beklediğini söylüyordu.

"Hamur işi yemeseniz daha iyi olabilir. Size ihtiyacımız var."

"Kerem..." dedi içini çeken başkan. "Öyle bir haber getiriyorsun ki ben bunu yiyeceksiz kaldıramam. Bu yaştan sonra sigaraya mı başlayayım? Hayat, ruh halimizin canına okuyorsa biz de karşılık olarak bedenimizin canına okuyoruz. Bütün bağımlılıkların kaynağı budur. Eee, Kurtuluş Bey, Gece Piyadeleri'ni nasıl öğrenmiş?"

Kuşlar, Hakan ile Kerem'in Gece Piyadeleri'ne taktığı ve güvensiz ortamlarda kullandıkları lakaptı. Bu oda ise bu sabah görevlilerce kontrol edilmiş ve "temiz" olduğu, dinleme cihazı bulunmadığı anlaşılmıştı.

"Geçtiğimiz Perşembe, Kurtuluş Bey, Bakkal Rüstem'in evini tutmaya kalkmış."

"Nasıl yani? Jenna kalmıyor muydu orada?"

"Evet," dedi emekli avukat. "Oğlu lise sonda ya, onun için tutacakmış güya... Hem ders çalışsın hem de üniversiteden önce ayaklarının üzerinde durmayı öğrensin diye. Kurtuluş Aslan'ın oğlu, Jenna'yla karşılaşmış. Daha sonra evi tutmaktan vazgeçmişler."

Hakan derin bir nefes aldı. "Belki de sadece oğluna ev arıyordur. Şairhanım Varnata'nın en ucuz ilçesi, biliyorsun. Bence tesadüf ama tabii ki önlem almalıyız."

"Çocuk VASOBİL'de okuyor. Okul da ev de Akıncı'da, Şairhanım'a iki saat uzaklıkta. Varnata'nın kuzeyinde yaşayan birinin, güney ilçesinden bir ev tutması mantıksız. Aradaki fiyat farkı yol parası ve zaman kaybına değmez."

Başkan bir süre düşündü ve yüzündeki ifade değişti.

"Ne oldu?" dedi Kerem.

"Yeğenim... Aslı... Geçenlerde Kurtuluş Bey'den Boran Saraçoviç için yardım istemişti. Rüstem'in evinde kalıyordu Boran."

Kerem düşünürken Hakan sözlerine devam etti.

"Aslında, Kurtuluş, Gece Piyadeleri'ni isim olarak biliyor. Yıllar önce sadece kafamda bir tasarı halindeyken ona bahsetmiştim. O zaman yakın dosttuk. Aramıza siyaset girmemişti. En iyisi ona piyadeleri anlatayım."

"Lütfen, böyle bir şey yapmayın!" dedi Kerem. Kaşlarını kaldırmış, alnı çizgilerle dolmuştu.

"Kuş kokusu alan bir kediyi durduramazsın. Onun merakını dindirmemiz lazım, yoksa yerinde durmaz. Ülke güvenliği için gerekli bir oluşum olduğuna onu ikna edebilirim ki gerçekten de öyle. Yasa dışı bir birim ama birilerinin yasal bir şekilde ülkeyi mahvetmemesi için gerekli."

Emekli avukat sessiz bir itirazla dudaklarını ısırdı.

"Jenna derhal o evden ayrılmalı," diye ekledi Hakan. "Belediyeyi de arayayım, Rüstem'in evine yıkım kararı versinler. O perili evden bir kurtulalım, değilse başımıza iş açılacak."

Bu sırada çalan zil, ağ gibi beynini saran düşünceleri böldü. Hakan'ın sipariş ettiği kuru pastalar gelmişti. Çay ocağını arayıp büyük bardakta iki çay istedi. Masanın kenarında katlı halde duran günün gazetesini aldı ve göz gezdirdi. Henüz fırsat bulabilmişti, önce toplantı, sonra hesapta olmayan gizli görüşme derken... Sürmanşetteki haberi okuyunca önce şaşırdı. Sonra kahkaha attı.

Kahkahası dinince gazeteyi Kerem'e doğru uzatıp haberi gösterdi. Taylan Karayel, dün kimliği meçhul birileri tarafından kaçırılıp serbest bırakıldığını iddia ediyordu. Gazetecilere "Fidye istediler. Parayı sonradan ödeyeceğime söz vererek ellerinden kurtulabildim. Eşkıyaları bulması konusunda Avar adaletine güveniyorum." demişti.

֎

E M R E

Aynı gün
Varnata

Emre'nin masası tam kadroydu: monitör, klavye, ağzına kadar izmarit dolu bir kül tablası, günlük gazetede çıkan çengel bulmaca, mavi kapaklı sarı tükenmez kalem, beyaz bir kâsenin içinde havuç ve ceviz içi kemiren Zek.

Komiser bugün oldukça neşeliydi. Islıkla bir türkü tutturmuştu. Sabah Taylan şikâyete geldiğinde, meslektaşlarının onunla ilgilenmesini ifadesiz bir şekilde seyretmiş ve o giderken gülümsemeye başlamıştı. Masasına en yakın pencerenin perdelerini ardına dek açmış, güneş ışığının bedenine vurmasına izin vermiş ve çayına limon sıkmıştı. Bir sigara daha az içmişti bugün. Genelde sıkıldığı için yarım bıraktığı bulmacayı tamamlamaya yakındı.

"Gaipten gelen ses, beş harfli. Ortada T harfi çıkmış. Zek, ne olabilir bu? Sana hiç gaipten ses geliyor mu?"

Hamsterın umursamaz bir şekilde havuç kemirmeye devam etmesi üzerine "Ohoo..." dedi. "Beyefendi normal sesi bile takmıyor ki gaipten gelen sesi bilsin. Buğra, bir baksana."

Buğra, yeniyetme polislerden biriydi. "Buyur ağabey," diyerek Emre'nin yanına geldi. Komiserin kaşlarının altından manidar bakışı üzerine de "Buyurun komiserim," diye düzeltti.

"Gaipten gelen sese ne denir? Ortası T, beş harfli. Soyadının baş harfi diye sana soruyorum."

"Soyadım Bacak komiserim."

"Benim aklımda nedense Tahtabacak diye kalmış. Her neyse. Biliyor musun cevabı?"

Polis bir süre düşündükten sonra "Hatif olsa gerek," dedi.

"Eminsin, değil mi? Yazıyorum bak."

Bilgisayarın hoparlörü cızırdadı. Tuşlu telefonun yeşil ekranı yandı ve ardından telefon çalmaya başladı.

"Alo!" diyerek açtı Emre. Yüzündeki neşe, durgun suyun üzerindeki dalga gibi sönüp gitti. "Peki, geliyorum."

Alelacele ayağa kalkıp hazırlanırken Buğra'ya Zek'i emanet etti ve birkaç saate geleceğini söyledi.

Emre'yi, AVİS'teki amiri çağırıyordu. Olağan aylık toplantılar dışında bu tarz ani görüşmeler hayra alamet değildi. Stresini bastırmaya çalışarak görüşmenin yapılacağı otele gitti ve resepsiyon elemanı olarak çalışan diğer bir ajana şifreyi söyledi.

"12. katta sigara içilebilen bir oda istiyorum."

Otel, karakola yürüme mesafesindeydi. Resepsiyondaki ajan Emre'nin parmak izini alıp sistemdekiyle uyuşup uyuşmadığını kontrol ettikten sonra sözde bir kayıt aldı, kimliğini kontrol etti ve oda kartını verdi.

"Koridorun sonunda, sağda."

"Teşekkürler."

Asansör hızla çıkarken Emre olasılıkların denizine daldı.

Ajanın verdiği oda kartı, sıradan bir otel odasına ait değildi. Ses yalıtımı ve sinyal kesici ile korunan bir toplantı odasına aitti. İçeride bir masa ve üç beş sandalye dışında hiçbir şey yoktu. Amir onu bekliyordu, ağzını açmak için Emre'nin kapıyı kapatmasını ve bir sandalye alıp karşısına geçmesini bekledi.

"Taylan Karayel kaçırılmış, Orban." dedi. "Bu konuda bir bilgin ya da tahminin var mı?"

"Orban" hitabını duyunca Emre'nin tüyleri diken diken oldu.

İnsan, ismini genelde seçemezdi. Ona doğduğunda verilmiş bir ismi benimser ve ömür boyu onunla yaşardı. Emre Konar ise istisnalardan biriydi.

Şiddet gördüğü evden henüz bir ergen bile değilken kaçıp yatılı okula başladığında, geçmişini geride bırakabilmek için ismini değiştirmek istiyordu. Öğretmenlerinin de yardımıyla mahkemeye başvurdu. Türkçe kitabındaki bir okuma parçasında gördüğü akılda kalıcı ad ve soyadı ikilisini, "Emre Konar"ı aldı ve "Batur Orban Vult" kimliğini geride bıraktı.

Orban, öz babasının ona verdiği isimdi. 11. Yüzyılda yaşamış savaşçı Szigetli Orban'dan geliyordu. Macaristan'ın Sziget kentinde yaşayan ve sıradan bir çiftçi olan Orban, inancı uğruna Fransa'ya gitmiş, Papa II. Urbanus'un çağrısıyla 1. Haçlı Seferi'ne katılmış ve haçlı ordularıyla birlikte Kudüs'e kadar yürümüştü.

Papanın halkı savaşa ikna etmek için kullandığı sloganı yol boyunca dilinden düşürmemişti: "Deus vult!"

"Tanrı istiyor" anlamına gelen bu cümleyi binlerce kez tekrarladıktan sonra cümle benliğiyle bütünlemiş, ismine eklenmişti. Memleketine döndüğünde artık "Vult Orban" olarak anılıyordu. Önce çiftçi, sonra da haçlı askeri olan Orban, Vult ailesinin bilinen en büyük atasıydı.

Batur da Alkan ailesinden olan öz annesinin verdiği isimdi, Emre'ye. "Kahraman, yiğit, cesur" anlamlarına gelen bu ismin Mete Han'ın asıl adı olduğunu söyleyen tarihçiler vardı.

Emre'nin ismini değiştirme nedenleri arasında öz annesi ve öz babasının yanında büyüyememesi, böylece kendini hiçbir kökene ait hissetmemesi de vardı.

Zorlukla hatırladığı yaşlarda öz annesi, onu öfke kontrolünü beceremeyen bir adamın yanına bırakmış ve ortadan kaybolmuştu. Emre, annesinin babasından boşanıp bu adamla evlenip evlenmediğini bilmiyordu. Sadece, sebebini bilmediği bir şekilde, bu adama "baba" diye sesleniyordu. Belki de yalnızca gördüğü tek yetişkin erkek figürü olduğu içindi.

Üvey baba da daha sonra umursamaz bir kadınla evlenmişti. Böylece iletişimin dipte, şiddetin tavanda olduğu, hastalıklı bir aile yapısı ortaya çıkmıştı: bir adam, bir kadın ve ikisinin de kanından olmayan, ikisinin de sevgisinden mahrum olan, sokağa atılmadığı için adamla kadına minnettar olması beklenen bir çocuk.

"Orban" hitabı ona çocukluğunun cehennemini anımsattı.

"Bana 'Orban' diyerek nasıl bir mesaj vermeye çalıştığınızı bilmiyorum ama benim adım yaklaşık on dokuz yıldır Emre. Orban diye biri artık yok. Taylan'ı da kimin kaçırdığı ile ilgili hiçbir bilgim yok. Hande Bulut kaçırmıştır belki."

"AVİS senin çocukluğunu, geçmişini, yeryüzünde bıraktığın her izi, damarında akan kanı bilir. Bunu hatırlatmak istedim." dedi amir. "Hande Bulut sahipsiz suçların çöplüğü mü oldu?"

Komiser gülerek "Başka kim olabilir ki? Taylan'ı benim kaçırdığımdan şüphelenmiyorsunuz herhalde." dedi.

"Şüpheleniyorlar." dedi amir, sakince.

Diğeri, yumruk yemiş gibi hissetti. Duygularını başarıyla gizleyerek "Yersiz bir şüphe." dedi. "Paraya muhtaç değilim ya..."

"Ortada para falan yok." dedi amir, sesini yükselterek. Ayağa kalkıp daracık odanın içinde gezinmeye başladı. Elini masaya vurdu. "Koskoca Taylan Bey'i kaçırıp hesap sormuşlar. Neler oluyor? İçimizde Alkanlara, Larendelere çalışan biri mi var?"

Komiser çığlık atmamak için kendini zor tutarak "Anlamadım." dedi.

"Taylan Bey'in ifadesini sen almadın mı?"

"Yok, arkadaşlar aldı."

"Daha sonra ifadeyi okumadın mı? Gazeteden mi okudun?" Amir yerine oturdu. "Basına fidye demiş, halkın kafası karışmasın diye. Polislere ne dedi bilmiyorum fakat bize gerçeği söyledi."

"Affedersiniz, ben konunun Larendeler ile alakasını anlamadım."

"Bahar Larende'yi, şu zehirlenen kızı biliyorsun, değil mi?" diye sordu amir.

"Evet ama..."

"Taylan Bey'e kalkıp 'Bahar'ı sen mi zehirledin?' diye hesap sormuşlar. Bu arada deminden beri Taylan diyorsun, dikkatimden kaçmadı. Asker arkadaşın değil o senin. Sındırlı ailesinin bir ferdi. İkincil bir oluşum çıkıp da bu devletin yöneticilerine hesap soramaz."

"Amirim, yanlış anlamayın ama Sındırlılar on beş yıldır bu devletin yöneticisi değil," dedi Emre. "Biz niye onlara saygı gösteriyoruz?"

"Avarya'ya büyük hizmetleri olmuş değerli bir aileden bahsediyoruz. Bugün iktidarda olmasalar bile ekonomik olarak ülkemize destek vermeye devam ediyorlar. AVİS içindeki terfiin bu yüzden gecikti Emre Konar. Çünkü AVİS senin kişisel olarak Sındırlılardan hazzetmediğini biliyor. Yükselmek istiyorsan teşkilatın sana güvenmesi gerek."

"Ben AVİS için en büyük değerin Avarya olduğunu sanıyordum." dedi Emre, balçıkla gizleyemediği hayal kırıklığıyla. Ses tonu alçalmış, kelimeleri yavaşlamıştı.

"Zaten öyle. Şüphen mi var? Sındırlı demek Avarya demektir."

"Kişisel olarak..." dedi, derin bir nefes aldı, "... o aileden hazzetmediğim, doğru. Fakat ben duygularımı işime karıştırmam. AVİS ne derse, benim için o."

Amir başını salladı. "O halde..." dedi. "Taylan Bey'i kaçırmaya cüret edenleri bul ve adalete teslim et. Seni kendi amirlerimin toplantısında korudum. Yüzümü kara çıkarma. Umarım sen değilsindir o. Umarım..."

Emre görevi kabul etti. Otelden çıkınca bahçedeki çöpün yanına geçti ve sigara yaktı. Bu esnada bakışları otelin bahçesindeki dev çam ağacına takıldı. Ağaç devdi dev olmasına ama heyhat, bir tane bile yeşil yaprağı yoktu. Gövdeyi saran ve dallara uzanan sarmaşık, ağacın tüm özsuyunu emmişti. Tıpkı Sındırlı ailesinin AVİS'in özsuyunu emdiği ve geriye hiçbir şey bırakmadığı gibi.

İkinci bir sigara yaktı, sonra da üçüncüyü. Hıncını beyaz rulodan alırcasına dumanı içine çekti. Güvenebileceği hiç kimse kalmamıştı. İstihbarat teşkilatı sanıp hizmet verdiği birlik bir ailenin özel paralı ordusuydu, başka hiçbir şey değildi. Sahi, bu ülke nasıl ayaktaydı? Nasıl bir mucizeyle?

"Hiç kimse," dedi sigara izmaritini çöp kutusunun demirine bastırıp ezerken.

Birkaç saat Okay Bulvarı'nda oyalanıp karakola döndüğünde polislerin çay içtikleri masanın etrafında toplanıp hararetli bir şekilde konuştuğunu gördü. İçerisi ısınmış, ortalık insan kokusuyla dolmuştu. Buğra başını kaldırdı, kalabalıktan sıyrıldı ve gömlek cebinde taşıdığı Zek'i sahibine verdi.

"Komiserim, duydunuz mu?" dedi.

"Hiçbir şey duymak istemiyorum," diyen Emre gergin bir şekilde hayvanın başını okşamaya başladı.

"Uysal Türker, Yaz Larende'nin danışmanı." dedi Buğra. "Hani şu zehirleme davası kapsamında da sorgulanmıştı. Taylan Karayel'i o kaçırmış."

Emre yanlışlıkla Zek'i sıkmamak için kendine epey hâkim olmak zorunda kaldı. "Nasıl yani?"

"Taylan buradan çıktıktan sonra Kızıl Elma Partisi'nin il binasına gidip Larende'nin babasını bulmuş. Uysal da o sırada oradaymış. Taylan, Uysal'ı nefesinden tanıyıp bizi aradı. Adamı kaçırırken kimliği belli olmasın diye fısıltıyla konuşmuş olsa da yakalanmış."

"Yuh! Ne yaptınız?"

"Nezarete aldık komiserim. İlk sorguda itiraf etti. Üstelik, Bahar'ı da Taylan'ın zehirlediğini söyledi. Ortalık karışacak. İfadesini alıp başsavcıya ilettik. Mahkemeden gelecek emri bekliyoruz."

Komiser içinde kaynayan gayzerler olduğunu hissediyordu. "Zek'i iki dakika avcunda tutabilir misin?" dedi ve nezarethaneye indi. Demir kapının gıcırtısıyla tempolu ayak sesleri beton merdivenlerde yankılandı.

Yerin bir kat altında, gri bir lambanın aydınlattığı; tavana yakın, parmaklıklı, küçücük bir pencereden de sınırlı bir miktarda günışığının girdiği nezarethanede Uysal tahtada oturuyor ve dalgın bir ifadeyle boşluğa bakıyordu.

Emre ise tam tersiydi. Gözlerinin akı kırmızıya dönmüş, kılcal damarları belirginleşmişti. Arkasına bakıp kimsenin gelmediğine emin olduktan sonra iri parmaklıkları tutarak "Ne yaptın sen?" dedi. "Ne yaptın?"

Uysal başını yana eğdi. "Yaptık bir şeyler."

Saçı tıraşlı adam bir kez daha arkasını kontrol ettikten sonra sesini alçalttı. "Seni nasıl kurtaracağım ben?" dedi. "Çok kötü oldu."

Uysal, fısıldayarak "Merak etme," dedi. "Mahkemede ne söyleyeceğimi tasarladım. Seni ele vermeyeceğim. Sevgilimin başına gelenlere üzüldüm, şüphelendiğim adamı depoya kaçırdım."

"İki kişi olduğumuzu biliyorlar."

"Diğer kişiyi tanımıyorum. Sokakta rastgele birisiyle karşılaştım, para verdim. İşkence altında bana zorla söyletecek değiller ya, komiserim. Öyle bile olsa seni ele vermem. Yirmi üç yıl sonra bir yaşama amacı bulmuşum ben, onu terk etmem."

"Seni şerlerinden nasıl koruyacağım?"

"Bilmem, AVİS yardım etmez mi?"

Emre bir anlık sessizlikten sonra içini çekti. "Etmeyecekler."

"Olsun!" dedi genç. "Ben hapse girsem de herkes Taylan'ın katil ruhunu öğrenecek, değil mi? Mahkemede haykıracağım. Herkes duyacak, her gazete yazacak."

"Kimse duymayacak, duyan da yazmayacak." Başını hızlıca iki yana salladı. "Çok üzgünüm. Köşeye sıkıştık. Yılanlar her yeri sarmış. AVİS'i bile... Kartalların yuvasını bile..."

Uysal dudaklarını araladı. Emre birkaç saniye heykel gibi bekledikten sonra aniden arkasını döndü ve yukarı çıktı. Çaresizlik para olsaydı, bu yaptığı zengin kalkışı olurdu.

Karakolun kapısındayken telefonu bir kez daha çaldı. Arayan amiriydi. Görevi bu kadar çabuk tamamladığı için onu tebrik ediyor, teşkilatın ona olan güveninin tazelendiğini söylüyordu. Telefonu kapattıktan sonra şarkı mırıldanır gibi küfür mırıldanarak eve giden komiser Zek'i kafesine yerleştirip çekyata uzandı. Canı ne alkol çekiyordu ne sigara ne de nefes almak. Bu gece, gözlerine bir damla uyku girmeyecekti.

Continue Reading

You'll Also Like

2.6M 142K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
105K 2.7K 30
Doğa Vural'ın babası Kayhan Vural, en büyük düşmanı Karan Karademir tarafından öldürülür ve bunun ardından Doğa Vural'ı tutsak olarak evine kapatır...
2K 75 11
Güven hissi... Artık daha az güven duymalı insanlar sevdiklerine. Kendine bile güven hissi olmayan insanlara güvenirse kalpler, sevgisizlik hüküm sür...
MARTAVAL By R.İdeli

Teen Fiction

327K 29.3K 18
İşaret parmaklarımız havaya kalktığında birbirimizi işaret ettik. "Sen!" dedik aynı anda. "Sen menžel'sin!" Odanın içinde bir perdenin açılma sesi du...