Trey

By DlfnSara007

69.1K 9.3K 2.5K

Nefesini ciğerlerinde sakla. Yoksa ölürsün. " Uzaklarda bir yerde... Bir ses... Kulaklarında yankılanıyor. Zi... More

Tanıtım
Giriş
Bölüm 1 : Zaman
Bölüm 2 : Zaman en güçlü tuzak
Bölüm 3: Sen en iyisisin
Bölüm 4 : Zamana karşı
Bölüm 6 : Bağımlı Olmak
Bölüm 7 : Korku
Bölüm 8 : Son çırpınış
Bölüm 9 : Yeniden yaşamak
Bölüm 9 : Değişim
Bölüm 10 : Sanrı
Bölüm 11 : Kapan
Bölüm 12 : Kafamın içinde
Bölüm 13 : Kaptan
Bölüm 14 : Akya mı?
Bölüm 15 : Nefes
Bölüm 16 : Final
Trey2 : Ölüm Vadisi
Bölüm 1 : Acı

Bölüm 5 : Karanlığın İçinde

1.3K 425 58
By DlfnSara007

Hepimiz taht için sıradayken herşey yolunda. Ama biliyorum; bu sonsuza kadar sürmeyecek.

- Lorde |  Tennis Court

_________________________
____________________________________



Bazen nerde olduğumu bilmiyorum. Bir girdabın ortasındayım. Tek başıma. Etrafımdaki akıntı çok güçlü ama o girdap sanki beni değil de benim dışımda herkesi içine çekiyor. Öylece duruyorum. Durmaya yeminli bir heykel gibi. Ayaklarım yerden havalanmaya başlarken etrafımdaki akıntı güçleniyor. Karşı koyamıyorum. 

El ve ayak bileklerimde zincirler var. Üstümde iç çamaşırları dışında hiçbir şey yok. Saçlarım akıntının getirdiği rüzgârla birlikte ipe asılmış çamaşırlar gibi dümdüz oluyor. Bunu durdurmam lazım ama durduramıyorum. Annemin çığlık çığlığa akıntıya kapıldığını görüyorum. Ardından babam sürükleniyor. Babam adımı haykırıyor ama sanki dudaklarım mühürlü. Ona cevap veremiyorum.

Sonra Akya'yı görüyorum. Bana sesleniyor fakat yardım edemiyorum. Akya! Neden oradasın? Neden ordasın!  Neden!

...

Ellerimi hareket ettirmeye çalıştım. Betonun sertliğini yüzümde hissediyordum. Ne kadar zamandır böyle olduğumu bilmiyorum. Gözlerim yarı açık yarı kapalı sayılırdı. Gördüğüm rüyanın etkisini atlatmam uzun süreceğe benziyordu. Yorulmuştum. Başım yana doğru çevrili durduğu için tek kulağım tıkalı gibiydi. Kalbim, kulaklarımda atıyordu sanki. Ellerime küçük cam parçaları batıyor gibiydi. Kendimi kalkmaya zorladım ama ne olduğunu hatırlamıyordum. Saçlarım yüzümü tamamen kapatmıştı fakat gözlerim az da olsa dağınık saçlarımın arasından gözüküyordu. 

Dün radyodaki yayın aniden kesilince bir köşeye sızmış olmalıydım. Zihnime doluşan onlarca kelime teker teker dökülüp bir bardağın yere düşerken çıkardığı o gürültülü ses gibi parçalar halinde bir köşeye savruluyordu. Hissettiğim duygu yoğunluğun gerçek olmadığını biliyordum. Aslında bunlar bize bilinçaltımızın bir oyunuydu. Gözlerimi yavaşça aralarken, göz kapaklarımın arasından sızan ışık yüzümü buruşturmama neden oldu. Göz kapaklarım et tırnaktan ayrıldığında nasıl keskin bir acı hissi veriyorsa öyle acıyordu. İki büklüm olan bedenimi doğrulturken bacaklarımı kendime çekerek uyuduğumu fark ettim. Bacakları tam olarak hissettiğimde oturma pozisyonunu almıştım.

 Özgürlüğümün kısıtlı olduğunu ve bu fırtınadan sağ çıkamayacağımı biliyordum. Tek kurtuluş ölüm gibi geliyordu. Aynı zamanda gerçeklerden tek kaçış... Etrafımda görünmez parmaklıklar vardı ve ben aslında o parmaklıkların arasında olduğum müddetçe bir ölü gibiydim.

Bakışlarım Atlas'a kaydı. Başını bacaklarının arasına almış oturur pozisyonda uyuya kalmıştı. Ellerimi dizlerime koyarken, tırnaklarımın içine doluşan kiri görmek midemin alt üst olmasına neden oldu. Dudaklarımı birbirine bastırırken birbirinin üstüne yığılarak uyuya kalmış topluluğa bakmadım. Gözlerim telaşlıca Akya'yı aradı. Rüyamın da bana göstertilen bir simülasyon olduğunu varsaydım. Atlas'ın omzuna yaslamıştı başını ve öyle uyuyordu. Oyuncak bebeğine sarılıp, sanki dünyanın en huzurlu insanı gibi uyuyan bebeklere benziyordu.

Michael, canını kurtarmış olmalıydı. Eğer başı belada olsaydı bir şekilde bana ulaşmanın yolunu bulurdu. Ancak bir ihtimal vardı ki bunu düşünmek bile istemiyordum. İsyancılar... Kafamı iki yana sallayıp hızlı adımlarla Atlas'ın yanına doğru ilerlemeye başladım. İçerideki kasvetli hava nefesimi kesiyordu. Karnımdan aç olduğumun sinyallerini veren guruldama sesleri yükselirken Atlas'ın duvarın kenarında bir top gibi büzülmüş bedenine ulaşmayı başardım. Kolumu omzuna doğru uzattığımda beni şaşırtan ani bir hamleyle bileğimi yakaladı. Kısacık bir an için gözlerimi esir alan siyah gözlerin sahibinin vücudundan yayılan toprak kokusu bütün hücrelerimi sardı. İ belli belirsiz görüntüler zihnime insafsızca doluşurken fırtınanın birçok şey değiştirdiğini fark ettim. Birçok duyguyu...

Ve ona bakarken zihnim bana oyun oynamaya devam etti.

"Martin! Uyan ne olursun."

"Del-fin..."

"Buradayım. Bak ben buradayım!" Gözlerim sulandı ama kendimi tuttum. Bir ölüden farksızdı. Hareketsiz yatıyordu ve başından ve burnundan akan kanlar zeminin üzerinde küçük bir gölet oluşturmuştu.

"Delfin. Sen..."

"Yaralanmışsın! Allah kahretsin. Nerede kaldı bu ambulans. Bana iyi olduğunu söyle. İyiyim de!"

"Beni bırak... Şimdi."

Çığlık attım. Sesim boş sokakta yankılanıp kulaklarıma çarparken çektiği acının içinde bile kıvranamıyordu.

"Kötüsün işte! Aptal! Neden durmadın?"

Titreyen ellerini bana doğru uzattı. O can çekişen parmak uçlarından sıkıca yakaladım. Hiç bırakmamak için. Ama o gidiyordu. Gözlerine karanlık bir perde inmişti.

"Sonsuza kadar..."

"Sonsuza kadar..."

"Seni seviyorum."

"Neler oluyor?" Tanıdık bir ses beni kendime getirdi. Yine o tanıdık ses... Ne zaman bir hayale dalsam beni maziden çekip alıyordu. Yüzüme siyah gözlerini kısarak kasvetli bir ifadeyle bakarken dilimin birbirine dolandığını hissettim. Ama yine de cevap verdim. Bu kaçınılamazdı. Nasıl koktuğunu anlamaya çalışırken burnumu kırıştırdım. Sigara... Hayır, hayır... Daha keskin bir kokuydu. Bira...

"Gitmemiz gerek. Fırtına yaklaşırken bu şekilde daha fazla bekleyemeyiz. En azından koordinatlara ulaşırsak..."Nefes almak için duraksadığımda bakışları hala yüzümü dikkatli bir şekilde inceliyordu. Rahatsızlık duymuştum ama bu tacizin getirdiği bir rahatsızlık hissi değildi. Onda daha önce kimse de görmediğim tehlikeli bir şeyler vardı. Ne olduğunu çözemesem de kanımı donduracak türden şeylerdi ve daha fazla düşünerek zamanımı harcamak istemiyordum.

Bana doğru eğilerek " Kasırgadan mı bahsediyorsun?" dedi fısıltıyla karışık. Nefesi kirpiklerime çarparken sakinliğimi koruyamıyordum. Hisler... Şuan da tam gözbebeklerimin içerisine bakıyordu ve zihninden geçen duygu akışları gözlerindeki siyahlığa yansıyordu.

"Hayır. Dalgalardan bahsediyorum." dedim. "Rüzgarın şiddetini kontrol edebilirsek koordinatların yönünü saptayabiliriz." Horlama sesi gelince yavaşça yutkundum. Boğazımdaki o leş kokuyu alabiliyordum ve bu vücudumdaki bebek tüylerini bile havalandırıyordu. Bakışlarını gözlerimden ayırarak etrafına baktı ve gördüğü manzaradan memnun olmamış gibi yüzünü ekşiterek yüzünü tekrardan bana döndü.

"Diğerlerini ikna etmek zor olacak." dedi. Ayağa kalkmak istediğini ama sevgili dostunun rahatı bozulmasın diye kalkmadığını düşünüyordum. Aynı zamanda fedakârdı ve bu fedakârlığı gözlerimi yaşartıyordu.

"Onu da be mi söyleyeyim?"diye çemkirdim. " Başka şansımız yok."

Akya, nefesini içine çekerek Atlas'ın omzunda kıpırdanınca horultuya benzer bir ses çıkardı. Ayrıca havanın ısısı yeteri kadar düşmüştü. Soğuk tenimi ısırırken nefesim hızla düşen ısıdan dolayı buharlaşıyor ve havada sis gibi dağılıyordu. Vaktimizin kısıtlı olduğunun farkındaydım. Atlas kirpiklerinin arasından sinsice bakarken dudağının tek ucu yavaşça yukarı kıvrıldı.

"Kalkın!" O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki bir an için kalbimin göğüs kafesimi parçalayarak dışarı fırlayacağını sandım. Ayaklarımın üzerinde bir adım geri giderek zıplarken diğerleri de uyanmaya başlamıştı. İçlerinden esmer bir oğlanın "Kulak bu! Sağır olacaktım!" diye bağırdığını duydum. Akya, Destina ve topluluğun tamamı ağır hareketlerle kendine gelirken Atlas'la bakışlarımız bir kez daha kesişti. Şortumun arka ceplerine ayrı olacak şekilde ellerimin ters yüzünü yerleştirerek dişlerimi göstererek gülmeye başladım. Ben gülersem o da güler sandım. Ama gülmedi. Gözlerini kısarak boş bakışlar attı. Sanırım gülmek nasıl bir his unutmuştu

"Ben... Pamir." Yan taraftan gür bir ses gelince irkildim. Destina'nın yanındaki çocuk tek elini bana doğru uzatıp sendeleyerek ayağa kalkarken Destina'nın ifadesindeki ' Neler oluyor' bakışını görsem de pek umursamayarak Pamir'e daha önce kimseye gülmediğim gibi sıcacık bir gülümsemeyle karşılık verdim. Eh! En azından diğerleri kadar soğuk değildi. Çocuğun siyah saçları özenle jölelenmişti fakat daha sonra bu görüntünün yerini tuzlu suyla darmadağın olmuş saçlara bırakacağına emindim. Kirli sakalları tıraş olmadığı için kızıla çalıyordu. Yakışıklı olduğu söylenemezdi ama pürüzsüz ve sevimli bir yüze sahipti. Sol gözünün hemen altında küçük bir yara izi vardı.

Havada kalan elini sıkarken sebepsizce bir kez daha gülümsedim. Atlas ve Akya'nın delici bakışlarını sırtımda hissediyordum. "Ben de Delfin." Sırıttım. "Ve sanırım gitmemiz gerekiyor."

"Akya senin dahi bir kıza benzediğini söylemişti." dedi Pamir. Ardından sanki söylememesi gereken bir şeyi söylemiş gibi yanakları kızardı. Ani bir hareketle Akya'ya döndüğümde omuz silkerek gözlerini kaçırdı. Gözlerimi devirerek başımı iki yana salladım ve tekrar önüme döndüm. İnsanları gerçekten anlayamıyordum. Neden söylediklerinin arkasında durmuyorlardı ki?

"Dahi değilim."

"O zaman fırtına hakkında onlarca şeyi..."

"Çok önceden bununla ilgili bir araştırma yapmıştım. Kasırgalar ve fırtınalar... Rüzgâr dalgalarının çeşitleri var, Pamir. Saatte 250 km. hıza kadar çıkabiliyorlar ve bu büyük bir felakete yol açabilecekleri anlamına geliyor. Kasırgaların da bazı aşamaları vardır. Beş aşamaya göre değerlendirir ve her bir aşama meteoroloji uzmanları tarafından bazı cihazlarla ölçülür. Bu yüzden gitmemiz gerektiğini savunuyorum. Elektrik yok. İçme suyumuz var ama hepimize yetecek kadar değil. Yakında barajlar dolmuş olacak. Yağmur hız kesmeden yağmaya devam ediyor." Nefes almak için durduğumda kelimeler zihniden kopmak üzereydi. Tek kolumu Pamir'in omzuma dolayarak hızlı bir hareketle kulağına doğru eğildim.

"Liman dalgaları... Geliyorlar." Zorlukla yutkunurken âdem elmasının üzerinden süzülen ter damlalarını gözlemledim. Korkutucu cümleler değildi fakat söyleyiş tarzım Pamir'in kanını dondurmaya yetmişti.

...

Saat beşe doğru gelirken belediye binasının geniş kapısından çıktık. Dışarısı sandığımdan daha soğuktu. Havanın ısısı düştükte rüzgârın şiddeti hızlanıyordu ve gökyüzünde beyaz toz bulutları oluşuyordu. Ayak başparmağımı gergin bir şekilde ayakkabımın içinde hareket ettirirken, yüzümü yalayan soğuk beni üşütüyordu.Dünya eskisi gibi değildi. Yakın zaman da ortaya çıkacak fırtına sanki onlarca hikâyeye son verecek ve bizi tamamen yok edecekti. Yok, olmaktan korkmuyordum aslında. Hiç hatırlanamamaktan korkuyordum.

Boşuna yaşamış olmaktan korkuyordum. Belki de ecelimden korkuyordum. Titreyen ellerimi yumruk haline getirirken tırnaklarımı avuçlarıma bastırdım. Boğazımın şiştiğini hissederken zorlukla yutkundum. Nefesim kesiliyordu ve nefes alamadığım zaman canım acıyordu.Güneşin cılız ışıklarını kapkara bulutların ardından görebiliyordum ama daha sonra bütün ışıklar yok olacak ve geriye şiddetli bir kasırga bırakacaktı. 

Başımı Destina'ya doğru çevirirken Atlas'ın delici bakışları üzerimdeydi. Alt dudağımı zihnime doluşan endişelerin pembe konfetiler halinde yok oluşunu hayal ederek emdim. Soğuktan dolayı dudaklarım çatlamış, ağzımın içi yara olmaya başlamıştı. Gözlerimi bir süreliğine yumarak delirmiş gibi sallanan ağaç dallarının yüksek binalara sürtüşünü dinledim. Görebildiğim tek şey karanlıktı, aldığım tek koku rutubet kokusuydu ve duyduğum tek ses bir şehrin bilincimi tırmalarcasına kulaklarımda yankılanışıydı.Bir müzik... Kalın bir erkek sesi. Uzaklarda bir yerlerde şarkı söyleyen yabancı biri... Deliriyordum belki de... Sen gerçek değilsin, diye mırıldandım içimden. Zihnimde engelleyemediğim bir simülasyon varken rahat değildim. Göz kapaklarımı yavaşça araladığım da göz bebeklerime çarpan soğuk hava gözlerimi acıttı. Bu olamazdı değil mi?

Uzun ve yapılı birkaç binanın çatısından gri dumanlar yükseliyordu. Çöp konteynırları yerlere savrulmuşken bazı sokak kedileri asfaltta zeminde ölü olarak yatıyordu. Belediye binasının yan tarafındaki ve on adım kadar ilerisindeki dükkânın camı kırılmış, yere büyük cam parçaları saçılmıştı. Sessizlik hâkimdi. Ama zihnimin susmak bilmeyen köşesinde halkın çığlıklarını duyabiliyordum. İnsanlar şehri terk ediyordu fakat felaketten kaçtıklarını zannederken felaketin kollarına koşuyorlardı. Başımı iki yana sallayarak dişlerimi bir lokmayı parçalar gibi sertçe birbirine bastırdım Yolun aşağısında radara giden kestirme bir yol vardı. Bunu başarabilmeyi umuyordum. Ellerimi iki yanımda sabit tutarken parmaklarımı gevşeterek serbest bıraktım ve yüzümü arkamda hareketsizce duran topluluğa döndüm.

"Ara yollardan geçerek patikaya doğru ilerleyeceğiz ama çok kalabalığız. Bu yüzden dağılarak uzaklaşacağız." dedim. Bir an duraksadım ama bunun nedeni beni dinleyip dinlemediklerini kontrol etmekti. Seslice alınıp verilen nefesleri duyduğumda ifademi biraz daha sertleştirerek devam ettim. " Biz altı kişiyiz. Benimle birlikte iki kişi daha gelecek." Akya'ya döndüğümde başını beni onaylarcasına salladı ve cebinden gruptaki kişilerin adlarının yazılı olduğu bir liste çıkarıp elime tutuşturdu.

" Nick Martinez."Oğlanlar zenci olan kalabalığın en arkasından sıyrılarak öne çıktı. İri yapılı bir çocuktu. Kıvırcık saçları parlıyordu. Yemyeşil gözleri vardı.

"Tom Brown." Amerikan asıllı bir zenciydi. Saçı yoktu ve sanırım net göremiyordu.Gözlerini kısmış, dikkatle beni dinliyordu. Adını duyunca heyecanlanmadı, gözlerinde üzgün bir ifade vardı. Boynuna kocaman bir haç kolyesi asmıştı Siyahın en koyu tonundaki gözleri oldukça canlıydı ama üzerindeki beyaz atleti küçük delik izleriyle doluydu.

Nick yanıma doğru geldi ve dişlerini gösterircesine sırıtarak sağ elini tokalaşmak için bana doğru uzattı. Komik olduğunu zannediyordu ama daha çok çocukları güldürmeye çalışan palyaçolar gibi görünüyordu. Çocuğun aldığı nefesler aniden sonu yokmuş gibi görünen bir okyanusa dönüştü ve dengesini sağlamak için koluma tutundu. Bakışlarım yumuşamayınca yanlış bir şey yapmış gibi sağ elini hızla kolumdan çekti ve bir elini ensesinin arkasına atarak kirpiklerinin arasından yüzüme baktı. 

Gözlerimi Nick'ten ayırarak topluluğa çevirdiğimde oğlanlardan birinin yanındaki kıza fısıltıya karışık bir şeyler mırıldandığını duydum ve sonunda aldırmayarak tekrar Nick'e döndüm." Tanışmaya vaktimiz yok, Nick Martinez. Buradan hemen gitmemiz gerekiyor."Bakışlarımı tekrar topluluğa çevirerek Nick'in yanından uzaklaştığımda o da elini ensesinden çekti ve serbest bıraktı. Halkın yüzüne baktığımda ne kadar cesur olduklarını görebiliyordum ve bu tablo ister istemez beni mutlu ediyordu.

"Siz! Duydunuz mu?"

"Evet!"

"Hayatınız uğruna savaşmaya hazır mısınız?"

"Evet!"

"Gerekirse bu uğurda kendi canınızı bile feda etmeye hazır mısınız?"

"Evet!"

"O zaman gidin ve canınızı kurtarın. Bundan sonra herkes kendi için savaşacak. Çocuklarınızı ve kardeşlerinizi korumak için sonuna kadar gideceğinizi umuyorum. Asla pes etmeyin."Sol elimi büzüp parmaklarımı birleştirdim ve sol omzuma, sağ omzuma ve alnıma dokundurduktan sonra öptüm. Bu, Hıristiyanlığın simgesiydi. Haç işareti. "Tanrı, bizi korusun."

İnsanlar bir ağızdan ellerini havaya kaldırıp bağırmaya başladığımda bir elimi askerlerin yaptığı gibi alnıma yaslayarak onları selamladım. Onlarda aynı şekilde yaptığında bir kıtırtı sesi duyuldu. Diğerlerine dönerek işaret ettiğimdeyse çirkin ve şekilsiz binaların arasında yürümeye başladık.

Yere serilmiş kedilerin çürümeye başlayan bedenlerinden yayılan koku tiksindiriciydi. Yolun ortasındaki kaldırımın üzerinde yürürken midemin çalkalandığını hissettim.


Continue Reading

You'll Also Like

YASAK DENEY By 👑

Science Fiction

182K 17K 36
Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil yoksunluğu deneylerine bundan yirmi iki...
5.6M 24.4K 21
Hissiz, acımasız,yakışıklı, güçlü ve zengin. Hepsi kadınlara güvenmeyen Alexander'ı tanımlamak için kullanılabilecek kelimelerdi. Hissiz ise en başı...
2.8M 92.6K 27
"Ruhun, ruhuma emanet. Gücün yetiyorsa alırsın seni benden!" Kulaklarıma dolan kükreme sesiyle içimde ki dağlar sarsılmıştı. Sevgilim,korkuyordum. ...
788K 29.2K 43
"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmadan akmış gözlerinden bir bir..." "Sana h...