CANAVARIN DA KALBİ VARMIŞ

By thekabal

2.2M 216K 416K

"Hoşuma gidiyorsun ama seni öldürürüm." More

1. BÖLÜM: BAŞKA BİR EVRENDE
2. BÖLÜM: AKŞAM ESİNTİSİ
3. BÖLÜM: KANITLA YA DA KAÇ
4. BÖLÜM: BİR DAMLA KAN
5. BÖLÜM: İHTİMALLER VADİSİ
6. BÖLÜM: DUDAKLARINDAKİ ZEHİR
7. BÖLÜM: SADECE BİR RANDEVU
8. BÖLÜM: GÜN SONU
9. BÖLÜM: İLK TEMAS
10. BÖLÜM: ŞEHVET
11. BÖLÜM: KALBİN İTECEK
12. BÖLÜM: TERSANE
13. BÖLÜM: SİDRA SİDRA SİDRA
14. BÖLÜM: LUXURIA
15. BÖLÜM: HERAKLES
16. BÖLÜM: LUZIA ve SİDRA
17. BÖLÜM: REYNA
18. BÖLÜM: ADEM ile HAVVA
19. BÖLÜM: VAHA
20. BÖLÜM: KONT DEKALTON
21. BÖLÜM: L. COR VICTORIAM
22. BÖLÜM: AHLAZ AKMANER
23. BÖLÜM: KORKU VE ARZU
24. BÖLÜM: LUXURIA COR VICTORIAM
25. BÖLÜM: OBUR KURT ve LEYLEK
26. BÖLÜM: KIZ KARDEŞLER ve SEVGİLİLER
27. BÖLÜM: LUZIA'NIN AĞACI
28. BÖLÜM: İKİLEMLER
29. BÖLÜM: AZELDA
FİNAL; CANAVARLA VALS

30. BÖLÜM: KARANLIK ARZULAR

38.9K 3.9K 3.1K
By thekabal




Herkese merhaba v keyifli okumalar diliyorum!

Yıldızımızı parlatacağız unutmayalım lütfen;

NP: Andrew Lloyd Webber, The Phantom Of Opera

**

Bulutlu serin bir sabaha uyandım. Gözlerimi aralamama sebep olan şey ne günışığı ne de huzursuzluktu. Şakaklarımda dolanan serin parmak izleri beni kendine doğru mıknatıs gibi çekiyordu. Pencerenin açık olduğunu gördüm, rüzgar içeriye hücum ediyor ve kalın, kırmızı perdeleri kornişlerinden ayırmak ister gibi uçuruyordu. Buna rağmen hava ne soğuk ne de fırtınalıydı. Rüzgarın dokunuşları da, tenimin üzerinde bir tüy kadar hafif dokunuşlarda ninni gibi tatlı hissettiriyordu.

Pencereye doğru yan dönmüş şekilde yatıyordum ve hemen arkamdaki varlığını hem fiziksel hem de tüm sinir uçlarımı uyaracak kadar yoğun bir duygusal çalkanışla hissediyordum. Onun varlığının farkındalığıyla birlikte oda daha da büyüyor tavan daha da yükseliyordu. Perdeler uçuşuyor ve günün kasvetli sabah ışıklarını içeriye çağırıyordu. Dokunuşu çenemin hizasından boynuma doğru kaydığında dudaklarımı aralayıp hafifçe nefesimi verdim. Dokunduğu yerlere küçük iğneler batıyor gibi hissediyordum ve doğrudan yüzüme çarpan rüzgar iğnelerin üzerinde şok edici uyarılara neden oluyordu.

Yarı yarıya uykulu halimle içgüdüsel bir şekilde sırt üstü dönerek aramızda kalan kolumu yukarıya doğru kaldırdım. Onunla göz göze gelmeyi bekliyordum ama simsiyah bakışları şimdi parmağının takip ettiği köprücük kemiğimde dolaşıyordu. Gözleri iğne uçlarından da rüzgarın baskısından da daha yakıcı bir hal alıyordu. Başka bir nefesle göğsümün şiştiğini hissettim.

Sidra Dekalton iri bir adamdı. İri bir vampir... Her açıdan iri. Çok uzun boyluydu ve onunla yan yana uzandığımda omuzlarının genişliği arasında kolayca kayboluyordum. Kapkara saçları ve gözleri ile ürkütücü bir çekiciliği vardı. Hatları tamamıyla düzgündü. Ama hiçbir şey serin bakışları kadar aklımı başımdan almıyordu muhtemelen.

"Asistanın iki saat önce geldi," diye mırıldandı gözlerini tenimden ayırmadan ki bu söylediklerine konsantre olmayı zorlaştırıyordu ve hala tam olarak uykum açılmış değildi. "Sana ulaşmayı denedi ama başaramadı. Ofisten birileriyle konuşuyordu ve yeni gelecek biri için çok heyecanlı olduğunu söyleyip durdu." Hafifçe başımı sallamaya çalıştım. Bir şekilde kendimde bir güç bulup duş almak ve dişlerimi fırçalamak istiyordum. "Bu garip çünkü Reyna'da gece boyunca yazdığı durduğu mesajlarında gelecek birinden bahsedip duruyordu."

Dudaklarımı ıslatıp yavaşça, "Başkasının mesajlarını okumayı kesmelisin," diye terslendim. Daha önce de yapmıştı ve bunu yaparken herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Bu gerçekten can sıkıcıydı, özellikle Reyna'nın mesajları... Tanrım, kim bilir neler söylemişti.

"Ve yaklaşık yirmi dakika önce birisi geldi," dedi onu hiç azarlamamışım gibi. Makul şartlarda zaten onu pek azarlayamıyordum ama en azından denediğim için takdiri hak ediyordum. "Yeni çalışanın olduğunu söylüyor."

"Kahretsin," diyerek doğruldum. "Geç kaldım." Ve geç kalmaktan nefret ederim. Çalışanlarıma karşı böyle bir tutum sergilemekten daha çok nefret ederim. Herkesin prensipli olmasını istiyordum özellikle de saatler konusunda ama buna ben uyum sağlamazsam onlardan beklemek epey iki yüzlülük olurdu. Yataktan zıplayıp hızlıca üstümü başımı düzelttim.

"Asla bir adamın yatağından başka bir adam için kalkmamalısın." Birden karşıma, kapıyla arama girdi. Hızıyla neredeyse rüzgardan sendelediğim kadar irkildim. Gözlerimi kırpıştırıp ona kızmayı hedefliyordum ama onun yüzünde gördüğüm rahatsızlık benimkini ekarte etti.

"İşe geç kalıyorum," dedim. "Çekil önümden lütfen."

"Kim bu adam?"

"Yeni çalışanlardan biri."

"Neden hepiniz bu kadar heyecanlısınız?"

"Heyecanlı değil aceleciyim çünkü verdiğim saati şimdiden geçirdim bile."

"Müze senin," dedi. "İstediğini yaparsın."

"Benim mi?"

"Birkaç açıdan değerlendirmek gerekir ama ne demek istediğimi anladın."

"Hah," dedim dudağımı bükerek. "Yani bu yüzden kurallara ve saatlere uymamamak hakkım mı?"

"Evet."

"Çok medenice gerçekten. Prensipler ve kurallar herkes içindir."

"İyi," dedi gülümseyerek ki pek iyi bir gülümseme değildi. "Görüşmeyi ben yaparım. Sen rahat rahat hazırlan."

"Birden işlerle ilgilenesin mi tuttu?"

"Birden," diye omuz silkti. "Bu sabah uyandım ve neden biraz işlerle ilgilenip Luzia'nın yüklerinin hafifletmiyorum diye düşündüm." Kasıtlı bir şekilde bana dokunarak saçlarımı omzumdan geriye doğru attı.

"İyi," dedim aslında çok memnun olmuştum. "Zaten işe alındı, onunla tanışıp genel işleyişle ilgili bilgi verip ofisteki yerini göster lütfen." Kolunun altından çıkıp kapıyı açtım. "Ve mümkünse onu yeme çünkü bugünlerde düzgün referansları olan birini bulmak çok zor." Diğer tarafta bulunan kendi odama girmeden önce kapıyı tıklattım ama Sidra bana yan yan bakıyordu.

"İçeride değil," dedi. Nereden biliyorsun diye soracaktım ama duymuş olması olasıydı ve tatsız sabahımızı daha da uzatmadan önce en azından temizlenmiş hissetmek istiyordum. Üzerimde hala dün akşamdan kalma kıyafetler ve onun gömleği vardı ve sanırım ondan ayrılmak için hazırdım. Kapıyı açıp odama girdim ve temizlik malzemelerimi alıp banyoya geçtim.

Duş almakla ilgili iki şey vardı. Birincisi kendimi sorgulayıp duruyordum. İkincisi sorguladıklarım hoşuma gitmiyordu. Üzerimdeki ve içimdeki kötü hislerden kurtulmak için daha çok şampuan kullandım ve bütün vücudumu tekrar tekrar yıkadım. Bunun için güzel kokulu ürünlerden faydalanmak bana her zaman daha iyi hissettiriyordu.

Çiçek solmaya başladığında toprağı ve saksıyı da kontrol etmek gerekiyordu.

İlk önce saçlarımı kurutmakla başladım ve pürüzsüz görünene kadar düzleştirip durdum. İçimde bir sıkıntı vardı ama sebebini anlayamıyordum. Kafamın içinde ne kadar kendimi oyalarsam oyalayayım sorunlar kendini tekrar edip duruyordu ve benim tek yapabildiğim geçeceğini düşleyip durmaktı. Nihayet saçlarımı rahat bırakıp dolabıma yöneldim. Askıları kaydırarak kıyafetler arasında göz gezdirip durdum ve sonunda pembe kumaş şort ve ceket takımında karar kıldım. İçime çok daha açık toz pembe renginde askılı bir bluz giyindim. Topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirip makyajımı yapmaya koyuldum.

Yeni sergi hazırlığını sürdürecektim, yeni çalışanlar için ilanlara ve görüşmelere devam edecektim. Özellikle bir an önce bir güvenlik görevlisi bulmam gerekiyordu. İş çıkışı yine restorana uğrayıp son düzenlemeleri kontrol edecektim. Derin bir nefes aldım. Dışarıya çıkmak ve normal bir şeyler yapmak istiyordum. Sinemaya gitmek, güzel bir mekanda bir kadeh bir şey içmek ya da alışveriş yapmak gibi sıradan şeyler. Ama tek başıma dışarıda dolaşmam tehlikeliydi. Sidra'dan rica etsem muhtemelen bana eşlik ederdi ama aramızdaki mesafeye ihtiyacım vardı. Onunla ne yapacağımı bilmiyordum ve yanındayken düzgün düşünemediğimi dün gece tekrar tekrar kanıtlamıştım. Ne ahmaklık ama.

Aşağıya indiğimde Mera'yı ofis bölmelerinin başında parmak ucunda uzanmış bir şeyleri seyrederken bulmak yüzümün gülmesine neden oldu. Baktığı neyse epey ilgisini çekiyor olmalıydı çünkü yaklaştığımı fark etmedi bile.

"Bu kadar ilgi çekici olan ne?" diye mırıldandığımda yerinden sıçradı ve bu gülümsememi daha da büyüttü. Ben olduğumu fark edince rahatlayarak nefes aldı sonra o da gülümsemeye başladı. Boyum ondan bir kafa kadar uzundu bu yüzden biraz uzanarak baktığı şeyi gördüm. Yeni çalışanımız otuzlu yaşlarındaki Josh masasına doğru yürüyordu.

"Ondan hoşlandın mı?" diye sordum. Mera şu sıralar bana normal hissettiren tek kişiydi. Değişmeyen tek şeydi de diyebiliriz.

"Görünüşünden hoşlandım," diye gülümsedi. Ona bakıp bunu görmemek mümkün değildi.

"Gel de yakından bak, burada düşüp bir yerini inciteceksin." Başımla işaret edip önden koridorda yürümeye koyuldum. Mera'nın aceleci adımları hemen arkamdan geliyordu. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı ses gözlerin bize dönmesine neden oldu. Sidra gerçekten dediğim gibi görüşmeyi gerçekleştirmiş şimdi de adama yerini gösteriyordu ve ortada bir damla kan bile yoktu. Neredeyse bir ilerleme.

Otuzlu yaşlarında olan Josh yeni arkeoloğumuzdu. Özenli sarı saçları ve yeşil gözleriyle iyi göründüğünü söyleyebilirdik. Beni görünce içtenlikle gülümsedi ve neredeyse rahatladığını bile söyleyebilirdim. Belki de görüşmeleri o kadar da iyi geçmemişti ve bunu anlamanın tek bir yolu vardı.

"Merhaba," diyerek elimi uzattım. "Nasılsın?"

Elimi sıkışı güçlü bir his uyandırıyordu. "Teşekkür ederim Bayan Kor, siz nasılsınız?"

"Luzia, lütfen." Gülümsedim. Sidra'nın kaşları alnında yükseldi ama onu görmezden geldim. "Karşılamayı kaçırdığım için üzgünüm, Bay Dekalton ile her şeyi halletmiş gibi görünüyorsunuz." Göz ucuyla ona baktım ama yüzü bir şeyi ele vermiyordu. Josh'a döndüğümde biraz gergin olsa da tekrar gülümsemeyi başardı.

"Evet, her şey yolunda. Bir an önce işe koyulmak için sabırsızlanıyorum aslında," diye yanıt verdi. Bu konuda iyi anlaşacağımıza güveniyordum çünkü onu seçmemin en büyük sebeplerinden biri iş konusunda titizliği ve hevesli olmasıydı.

"Mera sana eski çalışmalarımızı ve şu an üzerinde durduğumuz projeyi gösterecek. Bugün onları incelersin, aklına takılan bir şey olursa ofisimin yerini biliyorsun. Yarın bir toplantı yapıp senin fikirlerini de alırız."

"Harika," dedi gözleri Mera ve benim aramda gidip geldi. "Bu harika olur."

"O halde bırakayım da masana yerleş." Başımla selam verip Sidra'ya baktım o da adamı başıyla selamladı ve benim peşimden ofisime doğru gelmeye koyuldu. Sanırım hala söyleyecek bir şeyleri vardı.

Koridordan ara bölmeye sapıp günümü daha iyi bir hale getirmesini umarak kendime bir fincan kahve aldıktan sonra devam ettim. Bu şekilde sessizce peşimden gelip duruyor olması tuhaftı. Kim Sidra Dekalton'un peşinde dolanıp durmasına alışabilirdi ki? Bir saniyeliğine durdum, ani duruşum kahvenin fincandan dışarıya taşmasına ve yeri lekelemesine neden oldu. Neredeyse gözlerim kararmıştı ve serin bir hava bulutu beni içine almıştı.

Geçmişten, başka bir yaşamdan bir an. Renkler daha koyu ve daha canlıydı. Hava aydınlıkta ama köklü ağaçların uzun ve gür dalları bir gölgelik gibi ormanın üzerine kapanmıştı. Çıplak ayaklarımla ve hiçbir şeyden korkmuyor gibi görünerek yürüyordum. Hafifçe omzumun üzerinden baktım, ağaçların arasındaki gölgesini tıpkı işaretleyici gülümsemesi gibi gördüm. Dudaklarımı ısırıp keyifle yola devam ederken ellerimi arkamda birbirine kenetledim. Ağaçların gövdelerinin arasından dans eder gibi parmak uçlarımda yürürken bir tanesinin tam önünde durdum. Üzerinde tenimizin izlerinin kazılı olduğu sert gövdeli o ağaçtı bu. Hemen arkamda onu hissettim. Nefesi saçlarımın üzerinden tenimi yalayıp geçti.

"Erkekleri peşinden koşturmaya bayılıyorsun değil mi Luxuria?" Elinin tersiyle eldivenimin üzerinden kolumda parmaklarını gezdirdi.

"Siz her zaman ayrı bir haz veriyorsunuz Kont."

Fincanı daha sıkı tutup omzumun üzerinden baktım. İstemsizce kaşlarım çatılmıştı. Başımı iki yana sallayıp yoluma devam ettim. İçeriye girip koltuğuma oturdum, fincandan bir yudum alıp kenara bıraktım. Ben bilgisayarımı açarken o arkasından kapıyı kapatıp üzerine jaluzileri indirdi ve karşımdaki koltuğa oldukça rahat bir şekilde yerleşti.

"Size nasıl yardımcı olabilirim Bay Dekalton?" Gözlerimi bilgisayar ekranından ayırmadan konuştum. Kalemliğimden bir kalem aldığını göz ucuyla fark etmiştim.

"Orada öylece oturarak bana yardımcı oluyorsun," dedi sakin bir tonlamayla. Ses tonu ona bakmak istememe neden oluyordu ama kendimi tuttum günlük programımı açmak için fareyi oynattım.

"Çalışmamı mı denetliyorsunuz?" diye sordum, açıkçası burada olması gerilmeme neden oluyordu ve gerildiğim zaman işime konsantre olamazdım. Çalışmak son zamanlarda kafamı toplamamı sağlayan tek şeydi.

"Seni rahatsız mı ediyorum?" Bu defa daha karanlık bir şekilde hatta neredeyse bundan rahatsız oluyormuş gibi sordu. Cevap vermeden önce biraz zamana ihtiyacım vardı çünkü çok kırılgan olan şeyleri daha kötü hale getirmek istemiyordum. Başka bir sorun şu anda isteyeceğim son şey dahi değildi.

"Sizi anlamaya çalışıyorum," diyebildim sonunda. Her zaman olduğu gibi diye eklemedim, bunun yerine içimden tamamladım cümlemi. Çünkü her zaman sorun buydu. Her zaman onu anlamaya çabalıyor ama sonucunda elde kalan hiçbir şeyle karşı karşıya kalıyordum.

"Anlamadığın nedir?"

"Benden ne istediğiniz." Dudak büktüm. "Belli ki."

"Belli ki yanında olmak istiyorum," dedi o da karşılık olarak. "Yoksa senden hoşlanıyor muyum?" Başka bir tonlama. Yine imalar ve beklentiler ve gizemler. Karanlık bir sürü fısıltı. Kafamın içinde bir savaş başlatmak için yeterliydi.

"Benimle ilgili planların ne?" diye sordum. "Benimle evlenmek ve vampir bebekler mi yapmak istiyorsun?" İnterneti açıp önceki günlerde işaretlediğim sayfalardan yeniden iş ilanlarına göz atmaya başladım.

"Bunun için seni dönüştürmem gerekir," dedi sakince ve ciddi bir şekilde. "İstemediğin sürece seni dönüştürmem. Ama bunu düşünmediğimi söyleyemem."

Sakin bir şekilde nefes alıp vermeye çalıştım. Bunu benim de düşünmediğimi söylemek tarihin en büyük palavrası olurdu ama nereden bakarsam bakayım mantıklı ya da ideal bir gelecek planı gibi görünmüyordu gözüme. Vampir bebekler mi? Tanrım.

"İstediğim zaman istememiştin." Bu sözler dudaklarımdan neden çıktı bilmiyordum. Nasıl çıktığını ve ne düşündüğümü de bilmiyordum. Cevap almak istemediğimi biliyordum çünkü girmek istemediğim bir kapıyı resmen ben çalmıştım. Geçmişi geride bırakmak istiyorsam bu söylediğim şey de neyin nesiydi.

Yerinden kalktığını gördüm, bu gözlerimi kapatıp küfretmek istememe neden oldu. Niye böyle bir şey söylemiştim ki? Luxuria'nın kinini gütmeyeceğim konusunda kendimle anlaşmıştım. O yol beni bir yere vardırmayacaktı. Bildiklerimle yaşayıp neler olduğunu görmeye karar vermiştim.

Avucunu masanın üzerine bastırdı, diğer eliyle koltuğumun arkasını kavrayıp sandalyemi kendisine doğru çevirdi. Ona dönmüştüm ve şimdi ona bakmaktan başka şansım yoktu ve bu defa aramızda ne bir masa ne de mesafe vardı. Fazlasıyla yakındık ki bunu her zaman tehlikeli buluyordum. Kinayeli bir şey söylemesini ya kendini savunacak ezber cümlelerden birini belki de biraz olsun öfke görmeyi bekliyordum ama o eğildi ve dudaklarını hafifçe benim dudaklarımın üzerine bastırdı. Öylece kalakaldım. Ne kımıldıyor ne de düşünebiliyordum.

"Dudaklarını aç," diye fısıldadı. Gerçekten kımıldamıyor olmalıydım. Ne gözlerimi ne de söylediği gibi dudaklarımı açabildim. "Benim için," diye dudaklarını dudaklarıma değdirerek devam etti. "Ağzını aç, bir tanem." Elimi aramıza koyup onu itmeyi arzuluyordum ama tüylerim ürpermişti. Dudaklarım kendiliğinden aralandı. Sandalyeyi biraz daha kendine doğru çekip dudaklarını benimkilere bastırdı. Masanın üzerindeki eli bacaklarımdan birini yakaladı. Parmakları dizimin üzerinden sıkıca kavrayıp sandalyenin hareket etmesine engel oldu. Vampirler her zaman biraz vahşi olmuştur ama o daha fazlasıydı. İlkel ve yabaniydi ve hafifçe dudağımı ısırdığında istemsiz bir şekilde inledim. Isırdığı yeri hafifçe emdi. Soğuk ve yumuşak his koltukta kıvranmama neden oldu. Başımı yana çevirip boynumu onun için açma isteğiyle yanıp tutuşuyordum çünkü dün geceden beri o ısırığı düşünüyor ve bunu tekrar belki birçok farklı şekilde yapmasını umuyordum.

Kendime kahrederek kollarımı boynuna doladım, bunu bir kabul olarak algıladı ve bir saniye içinde yerimden kaldırıldığımı hissettim. Ne olduğunu dahi anlayamadan masanın üzerine çıkmıştım. Bacaklarımı beline dolayıp beni iyice kendine çekti.

"Sabah yeni iş arkadaşının yanına gittiğimde senin yerine beni gördüğü için hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu," dedi ağzımın içine doğru. Dilini benimkine dokundurdu, bacağımı uyarıcı bir şekilde sıktı.

"Onun yerinde olup seninle görüşmeyi isterdim," diye karşılık verdim ve bunun ne kadar heyecan verici olacağını düşününce ürperdim. Söylediğim şey hoşuna gitmişti, gülümseyerek alt dudağımı çekiştirerek nazikçe öptü. Kalbim teklemişti, onu öpene kadar onu öpmeye ne kadar ihtiyacım olduğundan habersizdim. Ve bunun tehlikesi de aynı şiddette üzerime hücum etti. Durdum ve aldırmadan ayakkabımın sivri topuğunu göğsüne batırarak onu kendimden uzaklaştırdım.

"Bu yaptığınız için size iş yerinde taciz davası açabilirim Bay Dekatlon," dedim uyarıcı bir şekilde ama öpücük yüzünden allak bullak olmuş ve nefessiz kalmıştım.

Dudağı yukarı kıvrıldı. Bir bana, muhtemelen şişmiş dudaklarıma bir de hala onunla aramızda uzanan bacağıma ve ayakkabıma bakıyordu. Hala göğsüne bastırıyordum ve bu bir şekilde onu daha çok arzulamama sebep oluyordu. Tek eliyle ayakkabıyı ayağımdan çıkarıp diğer eliyle ayağımı yakaladı. Parmağını ayağımın altındaki bir noktaya bariz bir şekilde bastırdığında fokurdayan bir su olduğumu hissettim. Vücudum kendi akımını yaratıyor gibi titremişti.

"Çalışmak istiyorum," dedim yutkunarak. "Benden faydalanma." Parmağımı ikimizin arasında salladım. "Bu olmayacak." Hissettiğimden daha güçlü çıkan ses tonum ve kararlılığım için kendimle gurur duydum. Sidra hafifçe başını iki yana salladı, ayak bileğimi bırakmadan yere eğildi, ayakkabımı düşürdüğü yerden alıp nazikçe yeniden ayağıma giydirirken ellerimle masadan destek aldım. Aşağıdan gözlerini bana doğru kaldırdı ve orada yatan anlamlarla bile orgazm olabileceğimi düşünerek yanağımı ısırdım. "Bu olacak," dedi. "Bugün değilse de." Bana göz kırpıp yüzünden kendinden emin ve can sıkıcı bir kendini beğenmiş gülümsemeyle çıktı.

Ellerimi yüzüme bastırıp bir süre öyle durdum. Bu adam beni öldürecekti, yine. Kendi kendime sinirlenerek masadan aşağı atladım. Üzerime başıma çeki düzen verdim. Neden onun yanındayken sürekli üstüm başım dağılıyordu? Off. Gidip jaluziyi kaldırdım ve klimayı on dokuz dereceye ayarladım, yüzüme vuracak şekilde. Yeniden sandalyeme kurulup bu defa gerçekten çalışmaya koyuldum. En azından çalışmaya çalıştım.

İki tane teknikere ve kütüphane düzenleyicisine ihtiyacım vardı. Öğlene kadar neredeyse yirmi kişiyle telefon görüşmesi yapmıştım. En azından beş kişiyle yüz yüze mülakat yapabileceğim için kısa günün karı diyebilirdik.

Mera yanıma gelip malikanede dolaşan bir kadından bahsedene kadar tamamen aklımdan çıkmıştı. İçtiğim suyu püskürtecektim neredeyse. Azelda tamamen aklımdan çıkmıştı. Masadan destek alarak sandalyeyi itip ayağa kalktım, nerede olduğunu öğrendikten sonra Mera'yı ofiste bırakıp alt katlarda olan mutfağa doğru merdivenlerden indim. Onları orada bulduğumda başımı yana yatırdım ve basamaklara daha sert basarak inmeye başladım.

"Luzia," dedi Sidra başını kaldırıp, "Öğle yemeği için mi geldin?"

"Hayır, öğle yemeğimi iş arkadaşlarımla dışarıda yiyeceğim. Misafirimizin bir şeye ihtiyacı var mı diye bakmaya geldim." Dişlerimin arasından konuşmam bana da sürpriz oldu. Ama masada karşılıklı oturmuş şimdi Sidra'nın bir tanesini havada salladığı sentetik kan şişelerinden içiyorlardı. Belli ki her şey yolundaydı.

"Bunları gece alabileceğimi söylemiştin, umarım sorun olmaz." Azelda üzerindeki gündelik kıyafetlerimi gösterdi. Keten bir pantolon ve bol bir tişört. Omuz silkerek "Sorun değil," dedim. "Başka bir şeye ihtiyacın var mı?"

"Yaptığın her şey için minnettarım. Benim yardımcı olabileceğim bir şey var mı?" diye sordu.

"Kiminle yemeğe çıkıyorsun?" diye Sidra araya girdi. "Nereye?"

Onu duymazdan geldim. Aslında böyle bir planım yoktu ve onları görene ve hatta o doğrudan sorana kadar yemek yemek aklıma bile gelmemişti ama yesem iyi olacaktı.

"Aklıma gelen bir şey yok, keyfine bak." Kıza içtenlikle gülümsedim. Ona sinir olmam son derece saçma olurdu. Bu tür insanları hoş karşılamazdım ve hoşuma gitmeyen birine dönüşmeyecektim. Muhtemelen sadece beni biraz sinirlendirmek için kıza ekstra nazik davranıyordu. Dün geceki rezilliklerime yenisini eklemeye niyetim yoktu. Onlara arkamı dönüp merdivenleri yeniden çıkmaya koyuldum. Sidra meselesini artık gerçekten çözmek zorundaydım ve sürekli onunla saçma sapan anlar yaşayarak bir şeylerin üstesinden gelemeyeceğim kesindi.

"Selam Josh," dedim masasına yaklaşıp. "Yemek için dışarıya çıkıyorum, katılmak ister misin?"

"Rahatsız etmeyeceksem memnun olurum," dedi.

"Gel," dedi başımla işaret edip. "İlk gününden yalnız kalma. Çantamı alayım ön kapıda buluşalım." Onun yanından ayrılıp koridorda ilerledim, odama girip masanın üzerinden telefonumu ve çantamı kapıp Mera'yı aramaya koyuldum.

"Asistanına mı bakıyorsun?" diye sordu ceketini üzerine alan Josh. Başımla onayladım. "Kağıt almak için çıktığını söyledi."

"Ah," dedim kaşlarımı kaldırıp. Tüh... Bu yemeği kaçırdığı için üzülecekti. Bir an iptal etmeyi düşündüm çünkü tek başıma hiç tanımadığım biriyle yemek yemek için yeterli hissetmiyordum. Eskiden insan iletişiminde hiç sorun yaşamazdım ama artık kendi dertlerime o kadar batmıştım ki diğerleriyle ilgili her şey sessize alınmış metinler gibi geliyordu. Yine kendime kızarak bunun da düzeltmem gereken bir şey olduğunu anımsayıp kapıyı açtım.

Mini cooperıma bindik, arabayı çalıştırdığımda kontrol panelinden saati görüp şaşırdım. 15.20'yi gösteriyordu.

"Öğle yemeğini epey ertelemişiz," diye mırıldandım ana yola çıkarken.

"Çalışmaya daldığımda aklımdan çıkıyor," diye güldü.

"Ne tesadüf..." Nereye gideceğimizi düşünüyordum. Normalde hep Reyna'nın yerinde yiyordum, birkaç kafe vardı gittiğimiz ama o kadar uzaklaşmak istemiyordum ve kesinlikle vampirlerin gırla olduğu o tarafa da gitmek istemiyordum. Çok yakında hatta yürüme mesafesinde olan bir pizzacı olduğu aklıma geldi. "Pizza sever misin?" diye sordum. Aslında ben pek sevmezdim ama amacım yemekten keyif almak değil sadece yemiş olmaktı.

"Bayılırım."

Rahatlayarak direksiyonu çevirip yoldan geri döndüm. Ellerimin titrediğini fark etmek kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Bunun iki sebebi olurdu ya kalp ağrılarım ya da bağımlılığım. Herakles'in çok cömert saldırısından sonra bağımlılığımın uzun bir süre beni rahatsız etmeyeceğini biliyordum, yaşlı vampirlerin kanı her zaman uzun süre idare ederdi ve ben maalesef onun kanını epey içmiştim. Ve her şeyi hatırladığımdan beri şiddetli ağrılarım olmuyordu ama bugün kötü bir hisle güne başladığımı hatırlayınca iyiden iyiye moralim bozuldu.

Arabayı park edip zorlukla gülümseyerek dışarıya çıktım. Birlikte pizzacıdan içeriye girip duvar kenarındaki boş masalardan birine oturduk. Garson gelip siparişlerimizi aldı.

"Önden buzlu su alabilir miyim?" diye rica edip menüyü geri verdim. Garson ayrıldığımızda Josh ile karşı karşıya kaldık. Bu durumda konuşması gereken bendim.

"İlk iş günün nasıl gidiyor?" diye sordum. Aklıma daha iyi bir soru gelmemişti ama zaten çok samimi olmak gibi bir niyetim yoktu. Sosyal ilişkilerimi bir süreliğine belli mesafelerde yürütmek istiyordum. Daha bu kasabayla ne yapacağıma bile karar vermiş değildim. Reyna döndüğünde kendimi çok daha iyi hissedeceğimi umuyordum.

"Çok iyi," dedi Josh. "Yaptığınız çalışmalara bayıldım. Daha önce düzenlediğiniz bir açılışa gelmiştim. Kabilelerle ilgili bir fotoğraf sergisiydi."

"Öyle mi? Bunu bilmiyordum."

"Bu civarlarda iyi etkinlikler bulmak çok zor oluyor ben de ne kadar uzak olursa olsun çevredeki etkinliklere katılmaya çalışıyorum. Burada yapmaya çalıştığınız şeyden çok etkilendim." Josh daha uzak bir kasabadan gelmişti ve bu iş yüzünden buraya taşınıyordu. Bunun kulağa şüpheli gelmesi gerektiğini biliyorum ama Amazonların bu kısmında iş bulmak gerçekten çok zordu bu yüzden insanlar sık sık yer değiştirirdi ve bu oldukça alışkın olduğumuz bir durumdu.

"Ekibinize ne olduğunu sorabilir miyim?" dedi biraz çekinerek. Garson buzlu suyumu masaya bırakıp yanımızdan ayrıldığında önce kana kana suyumdan içtim ve buzları kırmak için kamaşan dişlerimi dizginlemek zorunda kaldım çünkü yeni iş arkadaşım bunu garip bulabilirdi.

"Geçtiğimiz haftalarda olan vampir olayları yüzünden kasabadan ayrılmak istediler, bir tanesi emekli oldu, bazıları aileleriyle vakit geçirmek istediklerini söyledi." Hafifçe omuz silktim. "Endişelendikleri için onları suçlayamam." Bu meseleyi daha derli toplu şekilde iş görüşmesinde konuşmuştuk. İçinde bulunduğu şartları biliyordu. Vampirler artık hepimizin ortak sorunuydu. Sadece benim vampir meselem değildi bu.

"Sizin öyle bir düşünceniz var mı?" diye yineledi sorunu.

"Sen, de lütfen." Bir yudum daha su içtim. "Buraya çok uzak bir yerden geldim ve işimi çok seviyorum ama bu alanda başka işlerde yer almak da istiyorum. Yakın zamanda Mısır'a gidecektim ama iptal oldu. Şu anda buradayım gibi görünüyor." Ama ben de sık sık kendime bu soruyu soruyorum. Her şey bu şekilde gelişmeseydi burada devam mı ederdim yoksa en başında hayal ettiğim gibi farklı kültürlerdeki farklı tarihi dokuların peşinden mi giderdim artık bilmiyordum.

Bildiğim tek şey hayatımın bir adam uğruna şekil almaması gerektiği kadar önemli olduğu ama duygusal yanımı mantıklı yanımla henüz barıştıramamıştım.

"Avusturalya'da ve Avrupa'da deneyimlerim oldu," dedi ellerini sarı saçlarının arasından geçirip. "Farklı kültürlerin arasında olmak insanın ufkunu açan bir şey. Fırsatın olursa kesinlikle denemelisin."

Kim aksini iddia edebilirdi ki? Neyse ki pizzalarımız geldi ve ikimiz de sessizce yemeye koyulduk. Kasabanın eski halini çok sevdiğim geldi aklıma. Belki de kötü ruh halimin sebebi bunların hepsiydi. Buraya ilk geldiğimde kesinlikle aşık olmuştum. Mistik ve gotik bir havası vardı. Vampirler olup bitene uyum sağlıyordu ve onların mekanlarında vakit geçirmek çok keyifliydi. Haftada muhakkak bir kere Sivri Diş'e dans etmeye gittiğimizi hatırlıyorum. Vaha ve Reyna ile çok vakit geçirdiğimizi. Sık sık kasabanın etrafındaki yerleri dolaşmaya giderdik. Ara sıça Reyna ile birlikte kaçamaklar yaptığımız küçük tatillerimiz olurdu. İş de hayat da keyifliydi. Sonra Sidra gelmişti ve her şey birbirine girmişti. Onun peşinden diğer vampirler gelmişti ve her şey daha kötü hale gelmişti. Şimdi dışarıya çıkmaya korkuyordum ve vampirlerle insanlar arasındaki çekişmeye katlanamıyordum.

Öğleden sonra daha rahat geçti. Bir ağrı kesici alıp ofisimde kısa bir süre kestirme zamanım bile olmuştu. Josh'u ilk iş günü için tebrik edip yolculadıktan sonra malikanede tek başımaydım. Biz yemekten döndüğümüzde Azelda ofis katında Mera ile sohbet ediyordu. Beni görünce antikanın dışarıya çıktığını söyledi. Nereye olduğunu sormadan odama geçip çalışmalarıma devam ettim.

Kapım iki kez tıkladı. Mera açtığı hafif aralıktan başını uzattı. "Ben de çıkıyorum," diye seslendi. "Bir şeye ihtiyacın var mı?"

Yarı yarıya esneyerek başımı salladım. "Git ve dinlen zaten fazlasını yapıyorsun." Çalışan eksiğimizi bir süredir ikimiz tamamlıyorduk, ona bu kadar iş yüklemek istemiyorum ve çoğunu kendim yapmaya çalışıyordum ama özellikle kütüphanenin işleri asla bitmiyordu.

"Sen de dinlen, yarın görüşürüz." Kapıyı kapatıp koridorda uzaklaşmasını dinledim. Onun gidişinin ardından bir süre daha çalışmaya devam ettim. Restorana gündüz gözüyle bakıp boyanın nasıl olduğunu görmek istiyordum bu yüzden iş çıkışında uğramak yerine yarın sabah erken oraya gitmeye karar verdim. Ofisten çıkarken bütün ışıkları kapattım. Koridorda Azelda ile karşılaştığımda neredeyse yerimden sıçrıyordum.

"Affedersin," dedi tatlı bir gülümsemeyle. "Korkuttum mu?"

"Sadece dalgındım." Elimle onu geçiştirdim. "Bir şeyler içmek için mutfağa iniyorum, gelmek ister misin?" Onunla ilgilenemediğim için biraz suçluluk hissediyordum. Mera onu epey sevmişti. Kız gerçekten yardımcı olmak ve teşekkür etmek için çırpınıyordu.

"Olur," dedi arkamdan gelirken. "Her gün bu kadar sık çalışır mısınız?"

"Hayır ama çalışan eksiğimiz var o yüzden bu aralar uzun sürüyor."

"Biliyorsun, yardımcı olmamı istersen benim için hiç sorun olmaz."

"Bu pek vampir işi değil," diye gülümsedim. "Kendini bir şeyler yapmak zorunda hissetme lütfen. Burada olmanla ilgili bir problemimiz yok. Vaha gelene kadar kalabilirsin." Tabii üst kattaki bir odayı düzenlesem iyi olurdu ama aklıma gelmemişti. Bu da bu gece kalacak bir yer bulsam iyi olur anlamına geliyordu. O vampirle bir gece daha ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Daha doğrusu aklıma gelen şeyleri düşünmek bile istemiyordum.

"Kasabanızı sevdim," dedi Azelda mutfak masasına oturup. Gülümseyerek onun için mikrodalgaya bir şişe kan bıraktım. Kendim için de buzları kırarak hazırladığım soğuk kahveyi yapmaya koyuldum. "Eskiden daha keyifliydi," dedim. "Yine öyle olacağını umuyorum. Ölümlüler ve ölümsüzler çekişmesi sona erdiğinde."

"Sanırım burası yaşayacağım yer olabilir."

Onun şişesini önüne bıraktığımda teşekkür etti. Ben de kahvemi alıp masadaki karşı tarafa oturdum. Masa görmek aklımı bulandırıyordu bu yüzden konuşmayı sürdürdüm. "Daha önce bir yerde uzun süreli kaldığın olmuş muydu?"

"Pek değil." Şişeden bir yudum alıp tadından memnun kalmışçasına dudaklarını yaladı. "Yaratıcım ve ben seyahat etmeyi seviyorduk. Bir yerde uzun süre kalmadık. Ama sevdiğimiz yerlere sık sık dönerdik."

"Etrafında tanıdığın bir kişiyle yaşamak garip olmalı," diye sesli düşündüm. Kendimi o şekilde düşünebiliyor olmaksa başka bir şaşkınlık oldu benim için. Sonra neden şaşırıyorum ki diye düşündüm, önceki yaşamımda bir kafesin içindeydim ve dilediğim tek şey neresi olursa olsun bir yere gitme ihtiyacıydı. Bazen Luzia olarak Luxuria'ya ihanet ettiğimi düşünüyordum. Sanki hayatımı ikimiz için de yeterince iyi yaşayamıyormuşum gibi. 

"Sevdiğin bir kişi yetiyordu," diye omuz silkti. "Onu hala çok özlüyorum. Yokluğuna alışmam birkaç asır sürecektir muhtemelen."

"Aranızda romantik bir ilişki var mıydı?"

"Tabii." Yine omuz silkti. Diğer vampirlere oranla beden dilini fazla kullanıyordu. Belki de çok fazla insanla iç içe olmak onu insancıl yapmıştır. "Ama başkaları da olurdu. Birbirimizi kısıtlamıyorduk. Ölümsüz olduğunda birine bağlanmak ikimize de anlamsız geliyordu. Bu hayatı aynı kasabada yaşamaktan farksız değildi ama dünya büyük ve görülecek çok yer var."

Bu kız kafamı karıştırmaya başlamıştı. 

"Peki ya aşk?" diye sorarken buldum kendimi. "Sadece bir kişiye aşık olabilirsin."

Bana yine o tatlı gülümsemesini verdi. "Yanılıyorsun tatlı Luzia," dedi. "Aşk muhteşemdir ve birçok şeydedir. Birinin şefkatini isteyebilirsin, bir başkasının yüzünü sevebilirsin, bir başkasıyla arandaki ten uyumu karşı konulmazdır."

"Ben tek eşliliği savunmaya devam edeceğim sanırım." Kaşlarımı kaldırıp kahvemi içtim. Söylediklerini anlasam bile kendimle uyuşturamıyordum. İnsanların farklı yanlarını sevebilirdim ama bunu arkadaşlık ilişkilerimde tercih ederdim. Sevdiğim birini paylaşacağımı düşünemiyordum bile. Ve onun da beni paylaşmasını istemezdim. Sanırım istemezdim...

"Vampirin de öyle mi düşünüyor?" diye sordu imalı bir gülümsemeyle.

Kirpiklerimin altından ona baktım. "O benim vampirim değil," dedim ama sırıtmadan edememiştim. Sidra Dekalton'un benim olması ihtimali birden çok ütopik ve çok heyecan verici görünmüştü. Birden onun nasıl bir aşık olacağını düşündüm. Gerçek bir ilişkimiz olsa işlerin nasıl yürüyeceğini.

Azelda'nın vampir dişleri o kadar hızlı ve beklenmedik bir anda çıktı ki bardağı masanın üzerine koymak zorunda kaldım. Kaşlarını çattı ve yüzünde saldırgan bir ifade belirdi. Bir saniye sonra artık orada değildi. Nefessizlikten göğsüm şişti. Bıraktığı boşluğa ve hızının yarattığı rüzgar yüzünden uçan peçeteye bakıp kaldım. Kendimi topladığımda doğruldum ve ani bir içgüdüyle tezgahın üzerindeki bıçak setinden büyük olan bir tanesini alıp merdivenlere koştum.

Yukarıya çıktığımda onu kapının ağzında buldum. Kapı açıktı ve birini yakalamıştı. Dişleri yakaladığı kişinin boynuna çok yakındı. Daha garip olanı ise yakaladığı adamın da vampir dişlerinin dışarıda olmasıydı.

"Azelda," dedim titrek bir sesle. "Neler oluyor?"

"Sinsice evin etrafında dolanıyordu," dedi. "Onu duydum." Adamın boynuna daha çok bastırdı muhtemelen adam ondan genç bir vampirdi çünkü karşı koymuyordu. "Tanıyor musun?" diye sordu.

"Hayır," dedim tek seferde. "Kimsin?" diye onu resmen silkeledi Azelda. Tatlı halinden eser kalmamıştı. Korkunç ve kesinlikle ürkütücü görünüyordu.

"Dolaşıyordum," dedi adam.

"Bir kez daha sormayacağım." Azelda adamın ensesinden kavrayıp başını zemine çarptı. Burnunun çatırdadığını duymak elimdeki bıçağı daha sıkı tutmama neden oldu.

"Cevap vermez," dedim başka bir içgüdüyle. Ama içimden bir ses bana onun Herakles'in adamlarından biri olduğunu söylüyordu ve buraya kim bilir ne niyetle gelmişti. Üstü başı tertipliydi ve Herakles'in evinde gördüğüm herkes tıpkı onun gibi düzenliydi.

"O halde kendi bilir." Azelda elini kaldırdı, ben ağzımı açmadan önce eli adamın sırtından içeriye girdi, orada kalbini nasıl bulduğunu ve nasıl dışarıya çıkardığını bilmiyordum bile. Göz açıp kapayana kadar vampiri öldürmüştü. Kocaman açtığım gözlerimle ona bakıyordum.

"Kahretsin," diye mırıldandı doğrulduğunda. "Zemini mahvetti değil mi?"

"Evet," dedi gözlerimi kırpıştırarak. "Ve kapıyı da."

Azelda'nın gözleri kan sıçrayan kapının dokusunda dolaştı ve iğrenerek yüzünü kırıştırdı. İkimiz de ortadaki tek sorun buymuş gibi kirlenen yerlere bakıyorduk. Silkelenip toparlanmaya çalıştım.

"Sence onu öldürmek iyi bir fikir miydi?" Çünkü yemin ederim benim bu konuda en ufak fikrim yoktu. Daha öncesinde sorun çıkaran vampirler olmazdı, bana asılan vampirlerle bile Vaha ilgilenir ve onları ikinci kez görmezdim. Şimdi ise kapımın eşiğinde muhtemelen benim yüzümden öldürülmüş bir ceset duruyordu ve Tanrım bu yasal mıydı bilmiyordum bile. Son zamanlarda yasalar sürekli değişiyordu. Öncesinde kesinlikle bu cinayet sayılıyordu ama son olanlardan sonra insanların kendini koruması için açıklar vardı.

"İkimizden biri ölecekse ben hep diğerini seçerim," diye omuz silkti Azelda. "Onu şimdilik arka tarafa götürmeme ne dersin? Burada durmasını istemezsin sanırım."

"Hayır." Başımı iki yana salladım. "Kesinlikle istemem." Ve yaşam felsefeni sevdim.

Cesedi bohça gibi katlayıp yine süper hızda oradan yok oldu. Geriye kalan kalıntılara ve kana yüzümü buruşturarak baktım, midemin bulanmasına şaşmamalıydı. Döşemeler ve kapı gerçekten mahvolmuştu ve onu temizlemek zorunda kalacaktım. Hiçbir şirketin vampir kalıntılarını temizleme servisi olduğunu sanmıyordum. Belki de vardır, belki de Vaha'ya bunu sormalıydım çünkü onların kendi pisliklerini temizlediğini sanmıyordum.

Ofisin temizlik malzemelerinin olduğu odaya gidip bir kova su ve paspasla birlikte döndüm. Topuklu ayakkabılarımı çıkarmak istiyordum ama o şeylere basmak istemediğime emindim. Sanırım bu ayakkabılardan vazgeçmek daha kolaydı.

"Ben yaparım!" Azelda yeniden aynı hızında ortaya çıkıp elimdeki paspası aldı. Kalbim küt küt attığı için ona karşı koyamadım. Yeniden temizlik odasına gidip çamaşır suyu ve birkaç parça bulduğum bezle girişe döndüm. O zemini temizlerken ben de temizlik eldivenlerini elime geçirmiş nefesimi tutarak kapının üzerine sıçrayan yerleri silmeye koyulmuştum.

"Neden burada olduğuna dair bir fikrin var mı?" diye sordu. Ona baktım, yaptığı işten rahatsız olmuş gibi de bunu ilk kez yapıyormuş gibi de görünmüyordu. Belli ki kızımız gerçekten kendini korumayı biliyordu.

Bir zamanlar benim de bildiğim gibi...

"Uzun hikaye," diye geveledim. "Ama Sidra'nın da benim de sevmeyenimiz çok." Ne ala...

"İçeriye girmesi hoş olmazdı," dedi. Kurcalamaması hoşuma gitmişti. "Daha dikkatli olmalısın."

Evet, biliyorum. Ben de uygun bir güvenlik görevlisi arıyorum ama henüz...

Başımı yana yatırdım.

Kaşlarımı çattım.

Ve ona baktım.

Muhtemelen kötü bir fikirdi.

Ama neden olmasındı?

"Azelda," diye mırıldandım. Dikkatini bana verdiğinde yeninden şöyle bir ona baktım. Uzun boyluydu, güzeldi ve hiçbir şekilde dikkat çekmezdi. Vampir skalasına göre neredeyse yaşlıydı bu da onu epey güçlü biri yapıyordu ki biraz önce adamı nasıl yere serdiğini görmüştüm. "Burada bir güvenlik görevlisine ihtiyacım var," dedim. "Muhtemelen aptalca bir fikir ama acaba sen-"

"Çok isterim!" Kocaman gülümsedi. Gözlerinden bunu gerçekten istediğini görebiliyordum. Keşke önce Sidra'ya danışsaydım çünkü gerçekten bu kötü bir fikirmiş gibi geliyordu.

"Çoğunlukla geceleri ihtiyacım olacak ama şunu bilmelisin ki çoğunlukla vampirlerden korunmak için ihtiyacım olacak. Ve yine bilmelisin ki bu bazen çok tehlikeli olabiliyor..."

"Luzia," dedi o tatlı gülümsemesiyle. "Dünyayı gezerken nelerle karşılaştığımı tahmin edemezsin. Küçük bir kasabada bekçilik yapabilirim. Bu işe ihtiyacım var lütfen vazgeçme."

"Vaha senin için daha iyi bir iş ayarlayabilir."

"Vampir işleri hep aynıdır. İnan bana benim için daha güvenli bir iş yok."

"Bundan emin misin?"

Başını salladı.

"O halde sanırım burada kalabilirsin. Senin için bir oda ayarlayabiliriz."

"Arka taraftaki arazide de kalabilirim," diye önerdi. "Orada bir kulübe gördüm fena durumda değil."

"Eğer orayı istiyorsan önce bir elden geçirmemiz gerekir."

"Ben yaparım!" dedi. "Hepsini, her şeyi yapabilirim."

Bu aralar hevesli çalışanlar konusunda sandığımdan daha şanslıyımdır belki.

"O halde sanırım anlaştık ama yine de Sidra'ya da sormam gerekiyor."

"Nasıl istersen," diye kabul etti. İkimiz de yeniden temizliğe döndüğümüzde bir yandan içimin rahatladığını fark ettim. İçgüdülerime güveniyordum ve bu kızla ilgili kötü bir şey söylemiyorlardı. İlk andan beri ona yardım etmemi söylüyorlardı. Ve açıkçası onu burada istememin sebeplerinden biri de Reyna'ydı. Elimden geleni yapıyordum ama ben vampir değildim ve onun bu yeni sürecinde kendini tek başına hissetmesini istemiyordum. Azelda'nın ona ve bana yardımcı olabileceğini düşünüyordum. Vaha sürekli onunla olamazdı ama birilerinin vampir işlerini Reyna'ya öğretmesi ve alıştırması gerekiyordu. Bunun altından nasıl kalkacağımı düşünüp duruyordum.

Koku daha çok midemi bulandırınca neredeyse öğürüyordum. Azelda ne oldu dercesine bana baktı. Başımı iki yana sallamam onu güldürdü. Kendi işini bitirmiş gibi görünüyordu.

"Bırak da ben halledeyim," dedi.

"İşin çoğunu ki çoğunu derken onu da kast ediyorum," arkaya götürdüğü cesedi işaret ettim. "Sen yaptın zaten. Bitirebilirim." Acı çekiyormuş gibi yüzümü buruşturdum.

"Ağlayacak gibi görünüyorsun, ver şunu bana." Neredeyse kahkaha atarak bezi elimden aldı. Biraz daha ısrar edecek kadar iyi kalpli olmadığım ortaya çıktı. Islak zeminin üzerinden atlayıp eldivenleri elimden çıkardım ve "Benden bu kadar, bunu yapamam!" diye mızmızlanmaya başladım.

"Git," dedi eliyle işaret edip. "Zaten bir şey kalmadı."

"Bunların hepsini sonra atabilirsin ya da yakabilirsin. Nasıl istersen ama eve sokma lütfen." Kan ve kalıntı kaplı kovaya ve bezlere baktım. Iyy!

Bana sadece güldü.

Ayakkabılarımı da çıkarıp oraya bıraktım. Parmak uçlarımda geriye doğru yürürken "Bunları da yak lütfen," diye dudaklarımı kımıldattım. Dosdoğru peşimden biri kovalıyormuş gibi üst kata tırmanmaya başladım. Üzerimdeki bütün kıyafetleri çıkarıp kendimi suyun altına attım ve avucumu önce şampuan sonra duş kremi sonra kremler ve sonra da vücut sütüyle doldurdum. Koku burnumdan ve zihnimden uzaklaşana kadar kendimi yıkayıp durdum. Sonunda bütün vücudum kızarmış ve yorgun düşmüştüm. Resmen eğilip bükülmekten sırtım ağrımıştı.

Üzerime bornozumu geçirip kendi odama girdim, giyindikten sonra yatağın üzerine Azelda için temiz kıyafetler ve banyo için gerekli malzemeleri bıraktım. Saç fırçamı, kremlerimi ve sabah giyinmek için eşyalarımı kollarımı sıkıştırıp doğruca Sidra'nın odasına geçtim. İçerisi boş ve karanlıktı. Işığı yakıp pek kullanılmadığı ortada olan masasına eşyalarımı dizmeye koyuldum. Sabah giyeceğim kıyafetleri dolabın tokmaklarına açtım, dolabı açmak biraz fazla geldiği için sadece dış yüzeyini kullanmaya karar vermiştim. Üzerimde açık mavi saten şortlu pijama takımım vardı, en sevdiklerimden biriydi. Hem içinde hoş görünüyordum hem de çok rahatlardı.

Işığı söndürdüm ve Sidra Dekalton'un devasa yatağının içine karanlık çarşafların arasına girdim. Gözlerimi yavaşça kapattım. Hem yorgundum hem de onunla didişmemek için bir an önce uyumak istiyordum. Böylelikle sabah onunla yüzleşmek için yeterince güç toplayabilirdim. Şanslıydım ki gözlerimi kapattığım an uyku beni kolayca ele geçirdi ve kesinlikle yastıkların çok rahat olduğunu söyleyebilirdim.

Uykulu halim istediğim kadar uzun sürmemişti. Gözlerimi araladığımda etrafın hala karanlık olduğunu algılayabiliyordum. Huysuzlukla mırıldandım ve beni uyandıran şeyi keşfetmek için bekledim. Üzerimi ne zaman açtığımı bilmiyordum ama örtü sıyrılmış ve yukarıya doğru kırdığım bacağımın altına sıkışmıştı. Bugünlerde yeniden fazlasıyla sıcaklıyordum. Başımı yukarıya doğru kaydırdığımda alnına çarptığımı hissettim. Yatakta yine yan dönmüş yatıyordum ve o yine hemen arkamda bana yaslanıyordu. Ama bu defa eli tenimin üzerinde değil, doğrudan kalçamın üzerinde duruyor ve baş parmağı usul usul orayı okşuyordu. Birkaç su damlasının enseme dokunmasıyla irkildim, kımıldayınca su damlalarının saçlarından geldiğini anlamıştım. Dudakları boynumun altına, omurgamın başlama noktasına dokunurken ıslak saç tutamları ensemi kamaştırıyordu.

"Uyumadığını umuyordum." Derin ve uyluklarımı ısıtan sesi enseme çarptı. Yerimde hafifçe kıpırdamama neden oldu ve bu ona ve onun da kesinlikle uyarılmış bir yerlerine temas etmeme neden oldu. Derin bir nefes aldım ve uykulu halimden sıyrılarak tamamen vücudunun varlığını hissetmeye koyuldum. Serin ve çıplak teni benim çıplak kollarıma dokunuyordu. Üzerinde hiçbir şey olmadığını kolum hemen arkasında kaslarla çevrili vücuduna dokununca fark etmiş ve heyecanlanmaya başlamıştım.

"Umuyordun öyle mi..." diye mırıldandım dudaklarına yer açabilmek için başımı oynatarak. Enseme doğru gülümsedi. Kendisini bana tam anlamıyla bastırmıyordu ama bütün varlığını hissetmeme fazlasıyla yetecek kadar yakınımdaydı. Kalçamın üzerindeki eli hafifçe aşağıya doğru kaydı, yukarı doğru çıkan şortumu iyice sıyırıp tenimin üzerinde ateşimin çıkmasına neden olacak okşamalarla çok tehlikeli noktalara doğru daireler çizmeye koyuldu. Büyük ve kesinlikle ne yaptığını bilen ellerinin her yerimde dolaşması için duyduğum azap katlanılamaz bir hale gelmişti. Üstümü çekiştirip dudakları daha aşağıya kayınca kontrolsüz bir şekilde yay gibi gerildim ve kendimi ona doğru bastırmamak için dudaklarımı ısırdım.

"Uyuyarak benden kaçabileceğini mi umuyordun?" Kalçamın üzerindeki eli yukarıya doğru tırmanmaya başladı. Yan tarafımdaki kavise geldiğinde parmaklarını sıktı. Sadece bacaklarımı hareket ettirerek ondan kaçınmaya çalıştım ama hiçbir hücremle bunu istemiyordum.

"Umuyordum..." diye mırıldandım bu şu an söylediğim en dürüstçe şeydi. Onunla birlikte uyumak ve onunla birlikte birçok şey yapmak istiyordum ama beynim kendimi kontrol etmemi söylüyordu ve ben de elimden geleni yaptığımı sanıyordum. Vücudumun her köşesi avucunun içine sığarmış gibi hareket ediyordu ve belli ki sığıyordu. Kolunu benim kolumun altından geçirip daha yukarıya doğru tırmanmaya başladı. Göğsüme çıktığında nefesimi tuttum ve avucunun içine sığabildiğimi keşfetmiş olduk. Parmakları bluzumun üzerinden beni tetikleyebilecek her şekilde dokunup dururken başımı geriye doğru yatırdım ve en azından dudaklarının işgalinden kurtulabildiğimi umdum.

"Bana kalırsa bambaşka şeyler umuyordun Luzia," diye kulağımın içine doğru fısıldadı. Parmaklarını biraz daha sıktı. "Haksız mıyım?" Dudakları kulağıma dokundu, serin ve ılıktı. Şu an her yerimde dolaşmasını istediğim bir buz kütlesi gibiydi.

"Durmamı istiyor musun?" diye mırıldandı bu defa nezaketi bırakmıştı. Evet dersem beni bırakacağını ve ellerini üzerimden çekeceğini biliyordum ve küçük bir yanım evet demek istiyordu ama bu demokrasiye aykırı olmalıydı çünkü çok daha büyük bir parçam kesinlikle hayır demek istiyordu.

"Böyle şeyler giyinerek burada ne yaptığını sanıyordun?" diye güldü. Parmakları fazladan birkaç düğmesi açılmış yakama kaydı. Ne zaman açıldıklarını ya da en başından beri açık olup olmadıklarını bilmiyordum. Sadece kalanını da açmasını istiyordum.

"Bunları da açmamı istiyor musun?" diye sordu düşüncelerimi duymuş gibi. Üçüncü sorusuna da çelişkili bir sessizlikle cevap vermiş olmam pek hoşuna gitmemişti. Kalçamı tutup kendini hafifçe bana bastırdı. "Cevap?" dedi beklenti dolu bir şekilde.

"Ca na var!" dedim dişlerimin arasından zorlukla.

Hırıltılı bir şekilde kulağıma doğru gülüp içimi daha kımıl kımıl bir hale getirene kadar dudaklarını çekmedi. "Aynen öyle," dedi. Kulak mememi öpüp yavaş yavaş düğmeleri çözmeye koyuldu. Bunu o kadar ağırdan alıyordu ki parmakları kasıtlı bir şekilde bluzumun üzerinden dokunuyor, düğmeleri ter çevirerek tenime sürtüp duruyordu.

Sonun pes edip sırt üstü döndüm, ellerimi boynuna götürüp başını kendime doğru çektim ve onu öpmeye başladım. Doyumsuz bir şekilde. Bütün bedenini hissedebileceğim ölçüde üzerime bastırdı. Aramızda kıyafetler bile yokmuş gibi baskısını hissetmek soluğumu alt üst ediyordu.

"Seni biraz yalnız bıraktım yine yaramazlık yapmışsın." Parmakları arsız bir şekilde geceliğimin altında kendi yoluna gidiyordu.

"Belki sonra," diye mırıldandım. "Konuşmak istemiyorum."

Öpüşmek istiyorum.

Dudaklarıma doğru derin bir şekilde kıkırdadı.

"Bu arkadaşça bir şey miydi?"

"Evet," dedim dudağını çekiştirerek. "Gelecek planları yapmaya başlama."

"Gerçekten çok tehlikeli küçük bir canavarsın öyle değil mi?" Kalçamı o kadar sıktı ki homurdanarak dudaklarını ısırdım. Karşı koymadan yavaşça dudağımı emdi. Ellerimi saçlarının arasında dolaştırdım. Uzanıp ikimiz bir bütün haline gelene kadar onu kendime çektim. Elini bacaklarımın arasına bastırdı ve daha önce hissetmediğim kadar aklımı kaçırmışım gibi hissetmeme neden oldu. Bu kadar uçlarda dolanmama neden olan bu hissin kötücül olmaması mümkün değildi yine de buna karşı koymak yerine kendimi ona doğru bastırdım.

Üzerinde hala bir pantolon olduğunu anlayınca homurdandım. Ellerim büyük bir merakla göğüslerine inip kaslarını keşfettikten hemen sonra aşağıya kaydı. Pantolonunu açmak için daha da huysuzlanarak bir mücadele verdim.

"Gözler bende." Parmağı çenemi ona bakacak şekilde kaldırdı. Pantolonunu çıkardı ve ben tüm çıplaklığı ile karşımda duran adama baktım. Kusursuzdu. Bembeyaz kaslı teninde en ufak bir leke tek bir çizik ya da bir yara izi yoktu. Avuçlarımı ona bastırdım, uzanıp dudaklarımı tenine bastırdım.

Derin bir nefes alıp çenemi kavradı, dudaklarını yeniden dudaklarımla buluşturdu. Elleri yavaş yavaş, beni çıldırtmak ister gibi yukarıya doğru tırmandı. Gözlerini bir saniyeliğine bile gözlerimden ayırmıyordu. Her dokunuşundan büyük bir zevk aldığı karanlık gözlerinde parlıyordu. Göğsümü sıktı, eğilip geceliğimin üzerinden dişlerinin arasına aldı ve daha çok ısırdı. Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım. Bütün duyularımda onun dokunuşuna bir açlık vardı.

"İşte böyle," diye boynuma doğru fısıldadı. "Bana güvenmeyi öğreneceksin bir tanem." Rüzgar onun fısıltısıyla birlikte ayak bileklerimden yukarıya doğru tırmandı. Soğuk havayı kalçalarımda en az onun kadar sertçe hissedebiliyordum. Artık açlık değil bir ihtiyaç halini almıştı. Bu oyunu onunla uzun saatler boyunca oynayabilirdim. Oynamayı isterdim ama ilk seferimde o kadar uzun dayanamayacağımı hissediyordum.

Kendisini bana daha çok bastırdığında sıcak ve soğuk çarpışması bu arzu şiddetinin içinde neredeyse kıvranmama neden oluyordu. Beni uygun bir şekilde durabilmem için hizaladıktan sonra kendini çok sert bir şekilde bana doğru itti. Elleri sıkı sıkı, parçalayacakmış gibi kalçalarımı kavradı. Daha da sertleşti. Gözlerimi kapatıp tırnaklarımı yeninden etine sapladım. Derin ve haz dolu bir soluk aldığımda dişlerini omzuma geçirdi. Aynı anda iki farklı duygunun yoğunluğuyla sarsılmaya başladım. Çığlık atmamak için kendi dudağımı dişledim. Acı ve zevkin yoğunluğundan gözlerim yanıyordu. Ama bu kendimi bir ağacın tepesinden aşağı bırakmaktan daha tatmin ediciydi. İçimi her dolduruşu, kanımı vücudumdan çekilişi başka bir düşüştü ama bu aynı and rüzgarı, soğuğu ve sıcağı içime çeken sert bir düşüştü. Bacaklarımın arasında bir ateş vardı ve dudaklarının altında, dişlerini geçirdiği yerde buz gibi bir his vardı. Bu iki karşıt hisle tamamıyla çarpılmış haldeydim. En uç noktaya gelip derin bir soluk verdiğimde işgal edildiğimi biliyordum.

Canavar, kalbimi istila etmişti. Yine.

Yatakta diğer tarafa doğru soluk soluğa yuvarlandım.

"Bu kesinlikle bir daha olmayacak!" diye mırıldandım.

Uzanıp kalçamdan yakalayıp beni kendine doğru çekti, sırtımı göğsüne bastırıp beni kollarının arasında küçülene kadar sardı. Avucunu saçımın üzerine bastırıp yavaşça dudağımdan öptükten sonra, "Kesinlikle," dedi ve gülümsedi.

|Bölüm sonu!

Umarım sevmişsinizdir. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

İnstagram: ngkabal
#canavarındakalbivarmış

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 216K 31
"Hoşuma gidiyorsun ama seni öldürürüm."
2.3M 3.3K 1
GERÇEK VE UMUT DOLU... Okyanusun ötesini aşmaya, hayallerinizin peşinden gitmeye ve en kötüsü ile yüzleşmeye hazır mısınız? Jane'nin herkesten sakla...
17.3K 96 11
bir gün telefonla uğraşırken bir mesaj gelir "selam bebeğim"...
5.3K 251 39
M Sadık DAL olmazsa olmazı olan çaydır.