22. BÖLÜM: AHLAZ AKMANER

48.8K 5.2K 4.3K
                                    


Herkese merhaba ve keyifli okumalar!

Yıldızımızı parlatmayı unutmayın

NP: Lorde, Liability

Kızlar salona girdiğinde Kont ayağa kalkmış pencerenin önünde duruyor ve dışarıyı seyrediyor gibi davranıyordu. Bense hiç dokunulmamış tabağımdakileri çatalla karıştırıp yenmiş gibi gösteriyordum. Mendilimi alıp zarifçe dudaklarımın kenarını silerek onları başımla onayladım.

"Kont," diye seslendim. "Hala araziyi görmek istiyor musunuz?" Mendilimi kenara bırakıp kızların dört elden masayı toplarken aynı zamanda bize bakmaya çalıştıklarına içiminden güldüm.

"Elbette." Sandalyemi doğru anda çekti, ayağa kalkarken eldivenli parmaklarımı avuç içine aldı, ince kumaşın üzerinden bile ne denli soğuk olduğu hissediliyordu. Dışarıdan destek almasam kim bilir belki de kalbimi attıracak kadar.

Erkeklerin koluna girmeye alışkındım bu yüzden doğal davranabilmiştim ama hangimizin etki alanının daha güçlü olduğundan emin değildim. Bunu kestirene kadar daha dikkatli davranmaya kararlıydım. Düşüncelerimi tamamıyla topladığıma emin olduktan sonra onu araziye doğru yönlendirdim ve kolundan çıktım. Birkaç adım önüne çıkıp bana aitmiş gibi hissettiğim bu topraklarda koşturmaya başladım. Alabildiğine uzun ve pürüzsüz çimenlerle kaplıydı. Vaha gelene dek buraların bakımından pek kimse sorumlu olmak istemiyordu, her gelen biraz vakit geçince buradan kaçıp gidiyordu. İnsanların çoğu buranın uğursuz olduğuna inanıyordu, ağabeylerim bile arazinin bu kısmında huzursuz olurdu. Ürpersem de benim için cennet gibiydi.

Rüzgar burada yüreğime dolanırdı.

"Kimileri buranın uğursuz ve hastalıklı olduğunu söylüyor," dedi arkamdan acelesiz bir şekilde gelirken. "Siz buna inanmıyor musunuz?" Sesinde gizli olan birkaç şeyi yakalamıştım. Cevabımı bilme arzusu vardı.

"Üç nesilden kadın arazinin bu kısmında kendini astı, inanmamak ne mümkün?" Omzumun üzerinden ona doğru dönüp güldüm. Gözlerindeki şaşkınlığı görüp başımı gökyüzüne çevirdim, havayı derin derin soludum ve ellerimi arkamda birbirine kenetleyerek yürümeye devam ettim.

"O kadınlar kimdi?"

"Elbette köşkün hanımları."

"Bu yüzden mi buraya dul hanımın köşkü diyorlar?"

"Muhtemelen." Güneş ışığı yüzüme vururken omuzlarımı gerdim. Bahçenin daha köhne tarafına doğru yabani bir ot sürüsü gibi ilerlemeye koyuldum. Biraz sonra arazinin düzlüğü bitecekti, çalıların hemen ardında ormanın başka bir tarafı vardı.

"Hazır mısınız?" diye sordum kirpiklerimin altından.

"Neye?" Sorusu davetkar ve gözleri kadar parlaktı.

"Bu kasabada bütün ağaçlar birbirini tanır, bütün yollar bir şekilde ormana çıkar ama giren herkes dilediği gibi buradan çıkamaz." Ormanın karanlık bastırmış tarafını işaret ettim. Ağaçların dalları öyle kuvvetliydi ki gökyüzünü neredeyse tamamen örtüyorlardı ve yapraklar ağaçların köklerine doğru uzardı, bazılarının kökleri birbirine karışmıştı ve bazı ağaçlar yanındakinin suyundan çalardı.

Sesi hemen dibimden geldi. "Bir ormanla baş edebilirim Luxuria."

Ağır ağır ona doğru döndüm, omzum yavaşça göğsüne sürtmüştü ve bu havadaki esintiyi biraz artırmıştı. Kara gözleri her hareketimi büyük bir merakla seyrediyordu. "Korkmuyor musun Kont," diye gülümsedim bilmiş bir şekilde. "Söylenenlerden, anlatılanlardan, buradaki ölümlerden..."

CANAVARIN DA KALBİ VARMIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin