Trey

By DlfnSara007

69.1K 9.3K 2.5K

Nefesini ciğerlerinde sakla. Yoksa ölürsün. " Uzaklarda bir yerde... Bir ses... Kulaklarında yankılanıyor. Zi... More

Tanıtım
Giriş
Bölüm 1 : Zaman
Bölüm 2 : Zaman en güçlü tuzak
Bölüm 4 : Zamana karşı
Bölüm 5 : Karanlığın İçinde
Bölüm 6 : Bağımlı Olmak
Bölüm 7 : Korku
Bölüm 8 : Son çırpınış
Bölüm 9 : Yeniden yaşamak
Bölüm 9 : Değişim
Bölüm 10 : Sanrı
Bölüm 11 : Kapan
Bölüm 12 : Kafamın içinde
Bölüm 13 : Kaptan
Bölüm 14 : Akya mı?
Bölüm 15 : Nefes
Bölüm 16 : Final
Trey2 : Ölüm Vadisi
Bölüm 1 : Acı

Bölüm 3: Sen en iyisisin

3.4K 523 188
By DlfnSara007




"Bir tünelin içerisindeyim. Rayların üzerindeki peronda yokuş aşağı hızla kayıyorum. Bu yol sonsuzluğa gidiyor. Ama sonumu görebiliyorum. Orada ölüm var."


Akya, üzerimden bir an olsun çekmediği mavi gözlerini kısarak, bedenimi inceliyordu. Başını geri yatırdı ve bir elini " Pes ediyorum" dercesine havaya kaldırdı. Teri kurumuştu ve vücudunun kokusu çiçek özlü kokan parfümüne karışmıştı. İğrenç koktuğunu inkâr edemezdim ama her şeye rağmen oldukça havalı görünüyordu. Kaşlarımı havaya kaldırarak sinsice gülümsedim. Bu benimle oynayamazsın.

Bay Kunt, cümlesiyle eş anlamlıydı. Michael konusunda endişelerim olmasına rağmen, zihnim bazı şeyleri kafaya takmama konusunda benimle hemfikirdi. Başımı yana yatırarak bir süre gözlerinin içine baktım. Fakat yay gibi çatılan kaşları yumuşamıyor, aksine, sanki tehlikeli bir şeyin kokusunu almış gibi gittikçe daha çok çatılıyordu. Yüz hatları sertleşmeye ve az önceki tavrı değişmeye başlarken, kolundaki derisinin altında, gittikçe kabaran yeşil damarları görebiliyordum. 

Titrek bir nefes alırken öne doğru eğildi. Omuzlarımı sertçe kavrayarak tutuşunu sıklaştırırken aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattı. Az önce havada kalan elini yumruk yaparak duvara yaslarken, saatinin ibresiyle kalbimin ritimleri aynı anda ilerliyordu. Duvarla bedeni arasına sıkışıp kalmıştım. Kemiklerimin bu karşılaşmadan sağ çıkacağını pek sanmasam da ifademi onun ki gibi sertleştirdim. Bacaklarımdaki eklemler, robot pozisyonunu andıran görüntümü değiştirerek hareket edince kıtladı. 

Boşta kalan elimi göğsüne doğru yaklaştırırken göğüs kafesimi delicesine yumruklayan kalbim, artık boğazımda atıyordu. Beynimde, benliğimi sarıp sarmalayan ruhumun en ücra odalarında, ayak parmaklarımda...Elimi ani bir hamlede yakaladığında istem dışı gelen bir korkuyla yerimde hopladım. Saç diplerimden yuvarlanarak dudaklarımı yalayan terin, tuzlu kokusunu alıyordum.

"Sanırım buradan çıkış yok, küçük hanım?"

"Çıkış yok mu?"

"Yok..."

"Yok..."

Bir an duraksadıktan sonra kafasını yana doğru yatırarak üst dudağını yaladı." Ne saçmalıyorsun, sen?"

"Saçmalayan sensin." dedim kıkırdamayla karışık bir ses çıkartarak. " Bak, seninle bir derdim yok. Sadece..."

"Hala neden burada olduğunu açıklamıyor." dedi ardından. Neden onu hatırladığımı hissediyordum? Yaşadığım her şey daha önceden yaşanmış gibiydi. Sanki bir zaman tünelinin içindeydim. Her saniye aynı şeyleri tekrardan yaşıyormuşum gibi geliyordu. Dejavu olabilir miydi? Hayır, hayır. Gerçek bir ifadeyle buna asla inanmıyordum. Zihnim yine bana oyun oynuyordu.

"Bana yardım etmeni istiyorum." dedim kuru bir sesle. Zorlukla yutkunurken boğazıma kocaman bir ağırlık çöktü sanki. Başımı geri atarak kendimi duvara yasladım. Zihnimden belki de bir ömür boyu silinmeyecek, geçmiş kokan, sırlarla dolu bir sahneydi bu. İnsanların hakkımda ne dediğini umursamasam bile, Michael... O benim için fazlasıyla önemliydi. Akya, ellerini duvardan çekerek kollarımı kavradı ve ardından parmaklarını gevşeterek avuçlarını tamamen serbest bıraktı.

"Yardım mı?" Elini iki yana açarak kibirle yüzüme baktı."Beni tanımıyorsun."

"Evet."dedim.

"Bir dolandırıcı, hırsız ya da kaçakçı olabilirim. Bunlar seni endişelendirmiyor mu?

"Hayır, çünkü başka şansım yok."

" Kusura bakma fıstık ama ben..."

" Lütfen!"

Duraksadı ve dudaklarına ilahi sayılabilecek bir gülümseme yerleştirdi. Kesinlikle samimi değildi. Daha çok ego ve alay kokuyordu. Benimle oynuyordu ve bunu net bir şekilde görebiliyordum. Bütün nitelikler bütünleşmiş ve bedenine enjekte edilmişti. Korkmuyordu. Bakışlarındaki kararlık kendisinde ondan fazlasının olduğunu ve yapabileceklerini gözler önüne seriyordu. Yapacaklarını tahmin edebiliyordum. İlginç bir şekilde beynimin içi sesini duyuyor ve o belli belirsiz çıkan sesinin ruhumda yankılanışına şahit oluyordum. Bu, çok tuhaftı.

"Nerede yaşıyorsun?" diye sordu, aniden. Başımı pencereye doğru çevirirdim. Gökyüzünü kaplayan büyük bir sisin belirdiğine tanıklık ettim. Kilisenin çanları uzaklarda bir yerde tıngırdamaya devam ediyordu. Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde pencereden esen rüzgâr yüzünden boynumdaki ve vücudumdaki bütün tüyler havalanmıştı.

Bu his, ömür boyu, çelikten, içi su dolu kafese hapsedilme hissi gibiydi. Özgürlüğünün kısıtlanması gibi...

"Akya, bana yarım etmelisin. Sis geliyor. Fırtına nefesimizden bile daha yakın. Ölmek istemiyorum, lütfen."

"Ne yardımı Delfin, neler oluyor? "

Bu mümkün olmazdı. Adımı ciddi anlamda biliyordu. Bunun olması mümkün müydü? Kaşlarımı çatarak, çocuğu baştan aşağıya, büyük bir dikkatle süzerken parmaklarımı avucuma kapatıp geri açtım. Afalladığım için tatmin olmuştu.

Bir şeyleri biliyordu.

Ve ne bildiğini, çok iyi biliyordum.

"Adım?"

" Tişörtünde yazıyor. "

"Hayır, yazmıyor. Sadece, D harfi var." Beyaz, okul tişörtüme baktım. Üzerinde, yapma bir D harfi vardı ve yeşil iplilerle kumaşa işlenmişti. Çok büyük değildi ama uzaktan fark edilebilirdi. Tam olarak sol göğsümün üzerindeydi.

Akya boğuk ve derinden gelen bir kahkaha attı; ardından elini ağzına kapatarak gülmeye başladı. Omuzları kahkahasına ayak uydurarak şiddetle sallanıyor, karnı yine aynı şiddetle kasılıyordu. Kendini toparlayamadan bir müddet daha gülmeye, ardından kıkırdamayla karışık sesler çıkarmaya devam etti. Gözlerini yumup kendini durması sadece bir an sürdü. Boğazını temizleyerek terli ellerini pantolonuna silerken, onun bedenindeki bütün duygu geçişlerinin zihnime doluştuğunu hissettim. Ah, buranın insanları anormal olmalıydı. Evet, sırada ne var?

" Sezgiler, fıstık." dedi değişik, Amerikan aksanıyla. "Senin sezgilerin kadar güçlü olan sezgilerim."

Ona inanmıyorum. Farklı biri gibi davranıyordu. Sanki beyninin ona ait olamayan bir parçasından komutlar alıyor ve bunu uyguluyordu. Gökyüzünü saran, insan yapımını andıran, gri sis bütün her şeyi değiştirmeye başlamıştı. Dışarıdaki insanlar buna karşı koyamıyordu. Otomatik komutlar geliyordu belki de. Tıpkı zihnimin susmak bilmeyen, karmaşık sesi gibi... Simülasyon olmasını umut ediyordum fakat bir yanım kaçtığım bazı gerçeklerin tam ortasında olduğumu haykırıyordu yüzüme...

"Gitmemiz gerek, Akya." Dedim endişeli bir ses tonuyla.

"Ne? Ha-yır. Gidemezsin."

"Gitmemiz gerek, Akya. Bir şeyler oluyor."

"Ne gibi şeyler?"

"Duymuyor musun?"

"Her şey birbirine girdi."

Akya, bir eliyle ensesini ovarken, tek kaşını havaya kaldırarak " Ciddi misin?" bakışı attı.

" Sende duydun!"

" Neden bahsediyorsun, Delfin? Anlamıyorum."

" Yalan söylüyorsun."

İşaret parmağımı göğüs kafesine bastırarak, mavinin en koyu tonunu içinde barındıran, deniz kadar berrak ve eşsiz gözlerine baktım.Kalp ritmim giderek hızlanıyordu ve bedenim amaçsızca bunu durdurmaya yönelik savaş açmıştı. Ve o deniz mavisi gözleri, gerçekten, eşsizdi.

"Ben..." Gözlerimi kırpıştırarak aptal hissetmeme neden olan, o,hüzünlü bakışı attım.

" Sadece anlamaya çalışıyorum. Az önce bir şey gördün. Adımı... Tanrım! Burada sadece D yazıyor!" Gök gürleyince sesimi ona duyurmak için ağzımı genişleterek, kendimi bağırmaya zorladım. Ama bu merakımı yenmemi sağlamıyordu. Az önce görmemesi gereken bir şey görmüştü ve benden saklıyordu.

"Sen, kafayı sıyırmışsın! Üzgünüm ama sanırım buradan gitmen gerekecek."

"Bana yardım etmen gerekiyor. Michael..."Sözümü keserek işaret parmağını yüzüme doğru salladı. O kadar yakındı ki bana biraz daha yakınlaşsam parmağı, burnuma çarpabilirdi.

Burada bir şeyler dönüyordu. Bilmediğim ve tehlikeli olan şeyler... Duyduklarım yok olmuş bir hayatın içinde çırpınan ruhların kulaklarıma fısıldadıkları o korkunç cümlelerden ibaretti. . Ani hava değişikliği de yolunda gitmeyen şeylerin bir yansımasıydı sanki. Saliseler içerisinde Akya'nın göğsünü ittim ve ellerimi başımın arasına alarak koşmaya başladım. Gök gürledi, yağmur gürültüyle yağmaya başladı. Beynimdeki lanet olasıca sesleri susturamıyordum.

Gözlerinde bir şey görmüştüm. İkimize de ait olmayan bir şey. Bu, düşündüğüm şeyse,tahmin ettiğimden daha büyük bir felaketti.

Sessizlik...

Aynadaki yansımama bakıyorum.

Karanlık...

Parlak spot ışıkları, yanıp sönüyor.

Sessizlik...

Aynadaki yansımamla göz göze geliyorum.

Korku...

Ellerimde neden zincirler var?

Korku...

Tanrım! Neler oluyor?

Sessizlik...

Trey.

Gözlerimi kırpıştırırken, çelimsiz bedenimi güç bela hareket ettirerek uzun, paslı sokak lambasının direğine yaslandım. Yağmur, şiddetini arttırmış; saydam topları andıran koyu grimsi inci taneleri gibi, hız kesmeden yağmaya devam ediyordu. Kelimenin tam anlamıyla sırılsıklam olmuştum. Akya'nın bana o son bakışı, gözümün önünden gitmezken, başımın döndüğünü ve araziyi saran köknar ağaçlarının giderek yok olduğunu görüyordum. Bu... İyiye işaret değildi. Ellerimi, kötü bir şey olacakmış gibi panik içerisinde, şortumun arka ceplerine attım. Telefonum... Orada değildi. Okulun içinde bir yerlerde düşürmüş olmalıydım.

Okuldan çıkalı nerdeyse yarım saat olmuştu. Yapmam gerekenlerin listesi, bilinçaltımda sıralıydı. Fakat adım atsam yığılacakmış gibi hissediyorum. Vücudum geriye doğru bükülürken, toprak zeminin ayaklarımın altından kaydığını hisseder gibi oldum. Tek elimden destek alarak direğe tutunurken vücudumun benim kontrolüm dışında verdiği tepkimeleri en aza indirmek istiyordum. Başımı yukarı kaldırdığımda alnıma kızgın birer ok gibi düşen yağmur taneleri hızını arttırmış, kızıl rengi saçlarımın ucundan süzülerek yere damlıyordu. Gözlerimi kapatıp bir süre, sessizliği bir kılıç gibi yaran, yağmur şırıltısını dinledim. Tüm acılarım suyun akışında... Yok, olup gidiyor ve ben ilk kez duygularımın köreldiğini hissediyorum.

Adımlarımı hızlandırarak on beşdakikada kasabaya gittim. İnsanların kendilerini koruyacak ebeveynleri olmadığında kalbiyle konuşacaklarını biliyordum. Kalpteki, o özel odalardan birinde, hala yaşamakta olan ebeveynleriyle. Ya da her şeyini anlatacağı bir dost, bütün acıları sarıp sarmalayabilirdi. Fakat ben o durumda değildim. Tamamen yalnızdım.

Sahile vardığımda şehre dönüp dönmemek konusunda tereddütlerim vardı. Michael'ı bulamamıştım. Üzerimde bu kadar ağırlık varken ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum. Küçük bir çocuk gibi çaresiz ve yorgun hissediyordum.

"Delfin!"

Adımı duymamla irkilirken vücudumun kasıldığına tanık oldum. Arkamı döndüğümde dağılan saçlarım yüzümün bir kısmını kapattı. Ellerimde bıçak kesikleri vardı. Sadece ellerimde değil kollarımda aynı kesiklerin izini taşıyordu. Onları izleri geçmişe dair şeyleri hatırlattığı için görmek istemeyerek sesin sahibinin deniz mavisi gözleriyle karşı karşıya kaldım. Peşimden mi gelmişti? Kıyafetlerim toz toprak içindeydi. Bacaklarımın yarısı çamurla kaplıydı. Saçlarım on yıl yaşlanmış gibiydi. Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece zihnimi kurcalayan o soruyu sormak için, çatlamış dudaklarımı araladığım da rüzgâr arkadan sert bir şekilde esti ve saçlarımı iyice dağıttı. Yüzümde olayın şokunu atlatmaya çalışan bir kızın şaşkınlığı oluşurken aniden sıkıca kolumu kavradı. Tırnakları etime batıyordu.

"Gitmemiz gerek." Tek kaşımı kaldırarak bir adım geri gittim. Etrafta bir elin parmağını geçmeyecek kadar insan olduğu için dikkatleri üzerimize çekmiyorduk. İnsanlar bizi sevgili sandığı için müdahale etme gereği duymamış olacak ki uzaklaşmaya başlamışlardı. Adım sesleri dalgalara karışırken, kalbimin kulaklarımda hızla atışını duyuyordum.

"Peşimden neden geldin diye, sormayacağım."

"Tamam. Senin istediğin gibi olsun. Soru falan sorma ama bir saniye dinle."

Sırıttı ve cebinden siyah bir şey çıkardı. Bana uzattığında eski model cep telefonum olduğunu gördüm Gözlerimi devirken telefonu yüzüne bakmadan, sert bir şekilde elinden aldım.

"Beni rahat bırak."

" Bak, haklıydın. Tamam mı? Ama en azından kurtulmak istiyorsan bir şeyler yapmalısın." dediğinde Akya'ya kaçamak bir bakış attım.

"Unut bunu. Seninle gelmeyeceğim."

"Nereye gideceğimizi..." Gözlerimi kısarak kaşlarımı çattığımda sustu.

"Ciddi misin?"

"Evet."

"Az önce bana inanmıyordun." dedim. Somurttu.

"Tamam, bana yine inanma. Ama en azından bize yardım et. Olmaz mı?"

"Siz. Siz kim?"

"Ben ve benim gibi yardıma ihtiyacı olan insanlara. Arkadaşlarıma..."

Onu tanımıyordum. Bir insan tanımadığı birine karşı güven duymazdı. Endişe ve kaygı dolu olurdu. Bendekiyse kafa karışıklığıydı.

"Sana neden güveneyim."

Kaşlarını kaldırdı. "Başka şansın var mı?"

"Of... Soru cevap oynamaktan çok sıkıldım. Ne söyleyeceksen söyle artık."

"Yardım demiştim."

"Ne konuda?" dediğimde parmaklarını gevşeterek kolumu bıraktı. Gözleri dibi görünmeyen bir okyanus gibiydi. Yüzüne baktığında soru işaretleriyle dolu kapalı bir kutu görüyordum. Güvenebilir miydim? Belki.

"Şehre gidiyoruz. Benimle birlikte toplam elli kişi var. Fırtınayla ilgili son durumu şehirdeki ekranlara verecekler."

"Elektrikler kesilmemiş miydi?"

"Kesinti şuanlık burada."

"Ölüm fermanımızı imzalamak bize düşüyor o zaman." dedim bir anda, sesim o kadar kısık çıkmıştı ki kendi sesimi duyabildiğimden emin değildim. Akya ne dediğimi umursamamış gibi kaldığı yerden devam etti.

"Bir tane gemi yollayacaklarını duydum. Tehlikeden uzaklaşmamız için fakat ne kadar korunaklı olur bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, Delfin." Ellerini omzuma yasladığında gözlerine bakacak cesareti kendimde bulamadım. "Güvenli bölge bütün acılarını yok edecek."

"O gemi hiç gelmeyebilir de. Bunun garantisi yok."

"Şehre gitmeden bunu bilemeyiz." Kaygıdan yoksun bakıyordu. Fırtınadan bahsederken o kadar rahattı ki... Sanki ona bize sonsuza dek verilmeyecek bir dokunulmazlık vaat edilmişti.

Kendini tamamen geri çektiğinde kolundaki dövmeye takıldı bakışlarım. Pantolonu da benim kıyafetlerim gibi çamur içindeydi.Gözlerim bacaklarından yüzüne doğru kayarken saçlarının terlediği için nemlendiğini gördüm.Ve dudaklarımdan o tek cümle döküldü.

" Bana neden yardım ediyorsun?"dedim sesimi incelterek.

"Az önce olanları duydum." Akya bir elini boynunun arkasına attı."Babam arkadaşlarıyla buradan ayrılmış. Olaylar yüzünden panik yapmış olmalı."

"Diplomamı alamadım."

"Şuanda düşündüğün şey, diplomamı?"

"O gemiye binersem yeni hayatım için ihtiyacım olacak. Kendimi garantiye alıyorum."

Akya, tek omzuna astığı sırt çantasını işaret ederken gülümsüyordu.

"Neden gülüyorsun?" diye sorduğumda bana inat daha çok güldü.

"Hiç... Ne değişik kızsın sen. Ha, bu arada merak etme, diploman çantam da. Bunun için geldiğini tahmin etmiştim."

"Nasıl?" Beklemediğim bir şeydi?"

"Sen gittikten sonra babamın masasında diplomanı gördüm. İşine yarar diye yanıma aldım ben de."

Boş ve anlamsız gözlerle yüzüne bakarken Michael'ı düşündüm. Evet, onu aramalıydım. Bakışlarımdaki elimdeki telefona indirdim. Hayır, onu bırakıp gidemezdim. O beni bırakmazdı.

"Michael'ı aramam gerek." dedim.

"O kim? Akraban falan mı?" Duraksadı."Eğer öyleyse ulaşamayabilirsin."

Düşüncelerimden sıyrılıp "Neden?" dediğimde yine gülümsedi.

"Elektrik kesintisi. Sinyal tamamen gitti. Alıcılarda bir sorun olmalı. Eğer gelmek istersen eve uğrayıp kıyafetlerini almanda sana eşlik edebilirim."

"Neden bana yardım ediyorsun?"

"Bir nedeni yok."

Çocuğun okyanus mavisi gözlerine baktım. Durup dururken bana yardım ediyordu ve üstelik beni tanımıyordu. Aslında giderek koyulaşan gözleri beni daha önce görmüş gibi bakıyordu. Ona karşı anlayamadığım bir çekim hissetmiştim. Bakışları yabancı değildi ve bu his beni ister istemez korkutuyordu.

"Tamam." dedim sonunda pes ederek. Tek çubuk bile olmayan telefonumun açık, beyaz ekranına bakım. "Geliyorum." İç çektim." Ama... Önce eve uğramamız gerek."

Akya, arkasını yürümeye başladığında omzunun üzerinden bana baktı. "Gelmiyor musun?"

Sağ ol; kelimesi döküldü dudaklarımdan.

"Ne için?"

"Her şey için."

Michael.

Ona mutlaka ulaşmalıydım.

Continue Reading

You'll Also Like

146K 8.5K 45
TEXTİNG ASKER KURGUSU
3.8M 96.7K 65
"Seni sevmeme izin ver," diye fısıldadı. "Ver ki sana cenneti yaşatayım." _ Sevmek nedir bilmeyen Yavuz Seçkin, babasının yolundan giderek sevdiği ka...
846K 53.6K 48
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
88.4K 3.3K 38
VEYL, Cehennem. İçinde ıstırap çeken, günahkâr ruhların barındığı cehennem vadisi. Kameralar önünde canlanıp, kameralar önünde solan bir hayat. Herk...