CANAVARIN DA KALBİ VARMIŞ

By thekabal

2.2M 216K 416K

"Hoşuma gidiyorsun ama seni öldürürüm." More

1. BÖLÜM: BAŞKA BİR EVRENDE
2. BÖLÜM: AKŞAM ESİNTİSİ
3. BÖLÜM: KANITLA YA DA KAÇ
4. BÖLÜM: BİR DAMLA KAN
5. BÖLÜM: İHTİMALLER VADİSİ
6. BÖLÜM: DUDAKLARINDAKİ ZEHİR
7. BÖLÜM: SADECE BİR RANDEVU
8. BÖLÜM: GÜN SONU
9. BÖLÜM: İLK TEMAS
10. BÖLÜM: ŞEHVET
11. BÖLÜM: KALBİN İTECEK
12. BÖLÜM: TERSANE
13. BÖLÜM: SİDRA SİDRA SİDRA
14. BÖLÜM: LUXURIA
15. BÖLÜM: HERAKLES
16. BÖLÜM: LUZIA ve SİDRA
17. BÖLÜM: REYNA
18. BÖLÜM: ADEM ile HAVVA
19. BÖLÜM: VAHA
20. BÖLÜM: KONT DEKALTON
21. BÖLÜM: L. COR VICTORIAM
22. BÖLÜM: AHLAZ AKMANER
23. BÖLÜM: KORKU VE ARZU
24. BÖLÜM: LUXURIA COR VICTORIAM
25. BÖLÜM: OBUR KURT ve LEYLEK
26. BÖLÜM: KIZ KARDEŞLER ve SEVGİLİLER
27. BÖLÜM: LUZIA'NIN AĞACI
29. BÖLÜM: AZELDA
30. BÖLÜM: KARANLIK ARZULAR
FİNAL; CANAVARLA VALS

28. BÖLÜM: İKİLEMLER

37.3K 3.9K 5.8K
By thekabal

Herkese merhaba!

Ve keyifli okumalar dilerim...

Bölüm şarkısı aramaya vaktim kalmadı hemen paylaşayım diye, siz bırakabilirsiniz;

**

Gözlerimi açtığımda bilincim yerindeydi, aslında oldukça yerindeydi. Yataktan hızlıca doğrulduğumda bile başım dönmedi. Yatak... Günışığı gözlerimi alınca birkaç kez kirpiklerimi kırpıştırdım. Gözlerim kafamdaki boşlukları tamamlayabilmek için etrafta dolaşmaya başladı. Küçük bir yatak odasının içindeydim. Kıyafetlerim olduğu gibi üzerimdeydi. Boşluklar dolmaya başlayınca ani hareketlerle kendimi kontrol etmeye başladım. Ellerim önce kollarıma sonra darbelerin izlerini arar gibi yüzüme dolaştı. Tuhaf bir iz veya bir şişkinliğe rastlamamıştım. Üzerimi sıyırıp morluk var mı diye kontrol ettim ama hiçbir şey yoktu. İlk anda döküldüğünü düşündüğüm kan lekeleri kurumuştu. Kan...

Herakles.

Kahretsin. Kahretsin. Başım büyük beladaydı. Ayağa kalkıp kendimi yokladım. Halsizlik ya da yorgunluk yoktu, aslında oldukça iyi ve dinç hissediyordum. Ve bunun sebebinin ne olduğunu anladığım an bedensel olarak ne kadar iyi hissediyorsam psikolojik olarak çöktüm. Zaten yoksunluk krizinin ortasındayken bir de ondan bu derecede kan almak... İki kez öldüresiye dövülmüş gibi hissetmiştim. Beni buna zorlamıştı. Benim yerimde kim olsa bunu seçerdi. Gözlerimi sıkı sıkı birbirine bastırdım. Ne olursa olsun hak ettiğim kadar kötü hissetmiyordum. 

Elbette öyle hissetmeyeceksin, kim bilir kaç yaşında bir vampirin kanını içtin. Hem de daha önce içmediğin kadar çok içtin. Elimi dudaklarıma bastırdım ve düşünmeye koyuldum. Ne kadar zamandır buradaydım, burası neresiydi.

Hiç kimse beni aramayacaktı... Sidra gittiğimi düşünüyordu. Vaha ve Reyna zaten burada değildi, telefonla ulaşmak isterlerse... Telefon. Telefonum. Başımı bir o yana bir bu yana çevirip eşyalarımı aramaya koyuldum ama ne bavulum ne çantam ne de telefonum burada değildi. Gözlerimi yeniden sıkı sıkı birbirine bastırdım.

Tamam, sakin olmalısın... Vampirlerle ilgili hiçbir şey bilmiyor değilsin, çok şey biliyorsun. Sen bir vampir avcısısın. Daha önce onların korktukları kişiydin ve gerekirse yine korkutucu olabilirsin. Odanın içinde volta atmaya başladım. Olabilir miydim? Hatıralar ilk kez geri geldiğinde, Vaha telkin etkisini bozduğunda hiç fena değildim ama anlık bir güdü olabilirdi. Şok etkisi ya da adrenalin; birçok şey olabilirdi.

Parmaklarımın kırıldığını hissetmiştim, korkunç bir ağrıydı ama şimdi her şey yolunda gibi görünüyordu. Asla olmaması gereken bir şekilde yolundaydı. Bir saniye için acaba öldüm mü diye düşündüm yoksa dönüşmüş müydüm? Yeniden gözümü alan günışığı bunun olmadığını kanıtlıyordu. En azından hala insandım, olabildiğim kadar insan. Bir hayalet kadar bir insandım.

Derin bir nefes aldım.

Pencereye yanaşıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım, ikinci kattaydık ve bu kasabanın her yerinde olduğu gibi burada da etrafımızda alabildiğine ağaç vardı. Biraz ileride sıralanmış evler görünüyordu. Ölümsüzlerin yaşamayı tercih ettiği o bölgede olduğumuzu düşündüm. Bu pek işime gelmedi. Özellikle son olanlardan sonra. İnsanlar ve vampirler belki de hiç olmadığı kadar karşı karşıyaydı. Kaşlarımı çattım ve ilk olarak buradan nasıl çıkacağımı düşünmeye koyuldum. Pencereden atlamayı düşündüm ama muhtemelen bir yerimi kırardım ve iyileşmek için göze aldığım tehlikeyi hatırlayınca bunun çok akıllıca olmadığına karar verdim.

Ölmemi isteseydi beni kurtarmazdı, buna tutundum ve kendimi toparlayıp kapıyı açtım. Etraf malikaneden bile daha sessizdi ama yapay bir huzur vardı burada. Günışığı her yerden içeriye giriyordu, pencereleri örten hiçbir şey yoktu. Dışarıda dolaşan kuşların ötüşleri bile kulağıma oldukça yakından geliyordu. Sessiz olmaya özen göstererek koridorda ilerledim, aşağıya inen merdivenlerden yavaş yavaş inmeye koyuldum. Açık kahve rengi tırabzanlara dokunmamaya özen göstererek duvara yanaştım. Sanki iz bırakmamaya çalışıyor ve iz bırakmazsam bütün bunlar kafamın içindeki kötü bir senaryoymuş gibi davranabilirdim. Belki de davranabilirdim...

Duvarda devasa yağlı boya portreler vardı. Özellikle dikkatimi çeken bir tanesi oldu. Herakles omzuna kadar uzanan sarı buklelere sahipti. İnsanı geri adım atmaya teşvik eden bordo gözleri vardı. Kağıt kadar beyaz bir ten rengi vardı. Sidra'dan daha açık renkliydi, belki de ondan yaşlıydı. Görünüş olarak otuzlarının sonunda görünüyordu ama bu sadece bir ölümsüzlük aldatmacısıydı. Asıl dikkatimi çeken şey portrede yanında, hemen iki yanında duran iki genç adamdı. Ve onları nereden hatırladığımı biliyordum...

"Bana bu dansı bahşeder misin Madam Victoriam?"

"Üzgünüm," dedim samimiyetsiz bir şekilde. "Bu gece verilmiş sözlerim var."

"Eminim onları ikna edebilirim." Bu kendinden emin ses tonu ona dikkatle bakmama neden olmuştu. Başımı çevirdim ve yapılı bedenini incelemeye koyuldum. Soylu ailelerden değildi ama kesinlikle üzerindeki her şey son derece kaliteliydi. Ve daha önemlisi, ensesinde toplanmış altın sarısı saçları ve buz gibi ifadesi onun kim değil ne olduğunu ele veriyordu.

"Peki beni nasıl ikna etmeyi düşünüyorsunuz?" diye sorarken en tatlı gülümsemelerimden birini takındım.

"Arabacınızın geciktiğini işittim, sizi evinize kadar bırakmak benim için bir zevktir yalnızca."

Uğraşmama bile gerek kalmamıştı.

"Beni ikna ettiniz." Eflatun rengi eldivenli elimi ona uzattım ve iştahla dudaklarına götürmesini seyrettim.

O gece onunla çok uzun olmayacak şekilde dans ettim. Dilediği gibi beni malikaneye bırakabilmesi için arabasında ona eşlik ettim. Benimle yürümesi için rica ettim, arabayı gönderdi ve benimle birlikte ormana yürüdü. Güzel bir ses tonu vardı ve oldukça nazikti. Ama bunlar ormandan çıkmasına yetmedi.

"Küçük oğlum, Antonio."

İrkilerek ses doğru döndüm. Portedeki haliyle aynıydı ve o portrenin uzun, çok uzun yıllar önce yapıldığını biliyordum.

"Seyahat etmeyi severdi," dedi yine kemikten bozma beyaz bastonuna yaslanarak. "Bir tanesinden dönmedi."

Kalbim hızla atmaya başladı. Kan kırmızısı gözleri portreden dönüp göğsüme kaydı. Komik bir şey duymuş gibi güldü.

"Üzgünüm," dedim yutkunarak. Başka ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

"Ölümsüzlük de bir espri anlayışıdır," dedi güleç bir şekilde. "Sizin küçük insan canınızı kurtarmayı başardık değil mi?"

Dudaklarımı ıslatma ihtiyacı hissettim. Ağzım kurumuştu. "Bunun için teşekkür ederim," demeyi başardım. "Ama bunu yardımseverliğinizden yaptığınızı zannetmiyorum."

"İnsanoğlu daima önyargılı olmuştur."

"Daima sebeplerimiz de olmuştur," dedim ellerimi önümde birbirine kenetleyerek. Bu küçük hareketim de kırmızı gözlerinden kaçmadı. Dudaklarımı büzerek beklemeye koyuldum. Kasabada başlayan kargaşanın sebebi onun öncülük ettiği gruptu, kaldı ki Reyna'yı sırf Vaha'yı daha sağlam bir konumda tutabilmek için öldürmüş ve hayatını mahvetmişti. İçimden onu öldürmek geliyordu ama aptal değildim. En azından şimdilik.

"Gerginliğini hissediyorum," dedi buz gibi ve yavaş bir şekilde. "Ama iyi görünüyorsun. Bana verdiğine değdiğine emin olabilirsin."

"Kimileri benim tekrar doğduğumu söylüyor," diye omuz silktim. "Ölümü o kadar da kafama takmamalıyım belki de."

"Böyle mi düşünüyorsunuz?"

Daha tok, derin bir nefes aldım. Hissettiklerimi hatta gerginliğimi bile hissedebiliyorsa nasıl davrandığıma dikkat etsem iyi olurdu.

"Benden ne istiyorsunuz?" diye sordum doğrudan. "Bana ne yapmayı planlıyorsunuz?"

Bastonunu bir kez yere vurdu. "Yüzünüz ilgimi çekiyor," dedi küçük, çok küçük bir gülümsemeyle.

"Gidebilir miyim?" diye sordum bu defa. "Yoksa beni alı mı koyuyorsunuz?"

"Acele etmeyin," dedi. "Sizin için çay yaptım lütfen bana eşlik edin." Arkasını döndü ve odanın diğer tarafına doğru yürümeye koyuldu. Gözlerim etrafı taradı. Merdivenlerin bitiminde sol tarafta muhtemelen dışarıya açılan bir kapı bulunuyordu. Koşarak oraya ulaşabilirdim ama muhtemelen ben daha çıkmadan önümü keserdi.

Peşinden gittim. Odanın diğer tarafında küçük bir arka bahçeye açılan kapıdan dışarıya çıktım. Herif kesinlikle güneşe takıntılı olmalıydı. Etraf o kadar parlak ve sıcaktı ki bunun kasıtlı olduğuna emin oldum. Onun çoktan yerleştiği güneşin tam altındaki masanın diğer tarafına oturdum. Beyaz porselen demlikten takım fincanlara benim için çay koyarken onu seyrettim. Çaydan içmek niyetinde değildim ama adamın kanını içmiştim ve damarlarımda dolaşıyordu, sanırım çayla bana zarar vermeye çalışma noktasını geçmiştik.

"Kalbin çok hızlı atıyor," dedi. "Ne tuhaf değil mi?"

"Tuhaf olan nedir?" Ödümü koparman dışında...

"Seni hayatta tutan şey kalp atışların."

Kaşlarımı kaldırdım ve ne demek istediğini anlamamışım gibi davrandım. "Biz insanlar için hayatta olmak kalbimizin atmasıyla ilgidir çoğunlukla."

"Çoğunlukla." Fincanı dudaklarına götürüp küçük yudumlar aldı. "Efsaneleri bilir misin Luzia?" İsmimi daha önce hiç duymadığım bir aksana telaffuz etti. Neredeyse Sidra'nın aksanına yakındı ama onda durduğu gibi hoş durmamıştı.

"Bazılarını." Fincanı dudaklarıma değdirdim ama içtiğim söylenemezdi. Yine de çayın çok hoş bir kokusu olduğunu da inkar edemezdim.

"Vampirler ne zaman insanlardan üstün hale gelirse onun ruhu yeniden doğacak ve onları yok etmek için yeniden savaşacak." Bunu da kulağa peltek gelen bir aksanla dile getirdi ve oturduğum yerde kıvranmama neden oldu. Buna benzer bir şeyi Akil'den duyduğumu anımsamak ise daha çok rahatsız hissetmeme neden oldu.

"Onun derken kimden bahsediyorsunuz?"

"Senin Luxuria olduğunu düşünsem şu an karşımda oturuyor olamazdın," dedi daha katı bir şekilde. "Bu nedenle beni aptal yerine koymayı ve neyden bahsettiğimi bilmiyormuş gibi davranmayı kes."

"Bildiğim söylenemez."

"Bir vampir öldürdün bile ama değil mi?"

"Bana saldıran birine ateş ettim, ne yaptığımı bildiğim söylenemez. Sadece şanslı olduğum söylenebilir." Bunu nasıl bildiğini bile bilmiyordum.

"Talih ve talihsizlik sık sık birbiriyle çelişir." Yeniden fincanından bir yudum aldı. "Size talih gibi görünen şey esasında büyük bir talihsizlik olabilir."

"Evet," dedim. "Mümkün."

"Arkadaşının başına gelen sence bir talih mi yoksa talihsizlik mi?"

"Bakış açısına göre değişir."

"Hayır." Başını iki yana salladı. "Tek bir gerçek vardır ve değiştirilemezdir."

"O halde sizin gerçeğinizi duymayı sabırsızlıkla bekliyorum."

"Gerçek şu ki Luzia, arkadaşın talihsizdi bu sebeple çok yanlış birine aşık oldu. Öte yandan bu senin için geçerli değil. Bu senin talihin. Çünkü ölümlü yaşamın ölümsüzlüğünden daha değerli."

"Çünkü," diye devam etmesini bekledim.

"Çünkü senin yüzün bile zavallı insanoğlunu bize karşı bir şansları olduğuna dair ikna ediyor. Onlar için bir umut simgesisin."

"Ne büyük talihsizlik," dememe gülümsedi.

"O küçük gülümsemen ve atan kalbinle benim yanımda duracak ve insanoğluna kimin yenilmez olduğunu söyleyeceksin."

"Teklifiniz için teşekkür ederim," dedim sandalyede geriye doğru çekilerek. "Ama kasabadan ayrılmak üzereydim ve başıma bir talihsizlik geldi. Orada olduğunuz ve hayatımı kurtardığınız için teşekkür ederim ama ben buradan ayrılmaya ve tüm bunların dışında kalmaya kararlıyım."

"Yine yanılıyorsunuz, başınıza gelen bir talihti. O kaza yaşanmasaydı peşinize düşmesini söylediğim ölümsüzlerden biri sizi avlayacaktı."

"Alınmayın ama," diyerek öne doğru eğildim. "Vampirler beni sever. Sidra ve Vaha epey sever. Öylece beni tehdit etmeniz canımı sıkmaya başladı. Bana zarar vermek mi istiyorsunuz, çekinmeyin, sizin peşinize düşerler, insanlarla savaşırken kendinizi bir anda ölümsüz dostlarınızla karşı karşıya bulabilirsiniz."

"Sidra..." dedi yeniden peltek bir şekilde. "Daha önce kalbine kazık saplayan birine fazla güveniyorsun."

"Zar atmayı severim."

Gülümsedi.

"Benzer söylemlerde bulunan herkes öldü ama ben hala buradayım."

"Ben de yeniden doğdum ve görünüşe göre hala canınızı sıkıyorum."

Bir anda yanımda belirdi. Dişlerinin dışarıya çıktığını ve nefesinin boynuma çok yakın olduğunu hissedebiliyordum. Kalp atışlarım hızlanmadı, bu hareket beni ürkütse de sakinliğimi korumaya başladım.

"İki evladımın katiliyle pazarlık yapmam," dedi. "Beni sınama."

"Oluk oluk insan kanını akıtacağın bir savaşta yanında durmam," dedim. "Beni öldürmek istiyorsan öldür."

"Canlı halin daha çok işime yarar," dedi geriye çekilip yeniden sandalyeye oturarak. "Talihini kendi yaratmayı seven biri olarak senin arzularının bir önemi olmamasına seviniyorum. İstediğim her şeyi yapmak zorundasın."

"Sidra buna izin vermez."

"Bilmediği şeyler Sidra'yı rahatsız etmeyecektir. Onu terk eden birisini kafasına takmamasını umalım."

"Ne yaparsan yap anlayacak. Onun yanında bile kalmamışken seninle savaşacağıma inanacağına düşünüyorsan tarihin en büyük hayal kırıklığı seninki olacak."

Dudak büktü.

"O halde onu inandıralım Bayan Victoriam."

"İsmim, Luzia."

"Şimdi gözlerime bak Luzia." Bir anda hipnoz eden etkisi üzerime doğru akmaya başladı. "Kimseye başına gelenleri anlatmayacaksın. Kasabadan ayrılacaktın ama vazgeçtin. Sidra ile ilgilenmiyorsun. Ona kaba ve hor davranacaksın. Ondan nefret ettiğine dair onu inandıracaksın. Anlaşmamızdan ve bağımızdan kimsenin haberi olmayacak. Anladın mı?"

"Anladım."

"Şimdi gidebilirsin, seni çağırdığım zaman bana döneceksin." Çay fincanını yeniden dudaklarına yaklaştırdı.

"Çağırdığın zaman döneceğim." Dikkatlice sandalyemden kalktım.

"Dışarıda seni bir araba bekliyor. Eşyaların orada. Yakında, çok yakında seninle büyük şeyler başaracağız."

Başımı yukarı aşağı doğru salladım. Bahçe kapısından içeriye girdim, dış kapıya yürüdüm, birisi benim için kapıyı açtı. Söylediği gibi kapının önünde bekleyen araca bindim. Söylediği gibi eşyalarım orada beni bekliyordu. Koltuğa yaslandığımda araba hareket etmeye başladı. Kimin sürdüğünü bilmiyordum ama dikiz aynasından beni izleyen gözleri hissedebiliyordum.

Malikanenin önüne geldiğimizde araç durdu, kapı açıldı, küçük bavulumu alıp aşağı bıraktı. Çantamı koluma takarak arabadan indim. Araba uzaklaştıktan sonra büyük bir kaleyi anımsatan malikaneye baktım.

Belki de Victoriam laneti asla sona ermemişti, ne yaparsam yapayım dönüş dolaşıp yine kendimi burada buluyordum.

Kimse var mı diye etrafı kolaçan ettim. Beni izletiyor muydu, izletecek miydi, bilmiyordum. Bir yanım kanımla ona bağlı olduğum için buna ihtiyaç duymayacağını söylüyordu. Gerginlikten midem kasılıyordu. Derin bir nefes aldım ve içeriye girmek için yürümeye koyuldum. Bu koca malikanede yine onunla baş başaydım ve bu defa başım belki de hiç olmadığı kadar beladaydı. Arayabilecek kimsem yoktu. Reyna ve Vaha burada bile değildi. Bu pislikten kurtulmamın başka bir seçeneği yoktu.

İçeriye girdim. Bavulu alt katta bıraktım. Merdivenleri ağır ağır tırmandım. Onun odasının önünde durdum. Kendimi topladım. Arabada gelene kadar düşünüp durmuştum ama daha iyi bir çözüm yolu bulamamıştım. Kapı ben çalmak üzereyken açıldı. İşte orada, eşikte, sorgulayıcı bir şekilde bana bakıyordu.

"Başım belada," dedim. "Büyük bir belada."

Kaşlarını çattı.

Kalbim panikten daha hızlı atmaya başlamıştı.

"Ne oldu?" diye sordu.

"Beni havaalanına götürmesi gereken araç ormanın içinde bir yola saptı. Vampirleri sevmeyen insanlardanmış. Birkaç kişiyle birlikte bana saldırdılar. Sanırım kelimenin tam anlamıyla beni öldüresiye dövdüler."

İzleri arar gibi gözleri öfkeyle üzerimde dolaştı.

"Ölüyordum," dedim gözlerimi kapatarak. "Ama birisi oradaydı." Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Gözlerim dolu dolu oldu. "Herakles oradaydı ve bana-"

"Kanını içirdi."

Başımı salladım. O sözleri söyleyen ben olmadığım için bir an minnettar olmuştum.

"Sabah onun evinde uyandım. Savaşta onun yanında olmamı istiyor. Benim yüzümün avcılar için umut verici olduğuna inanıyor. Beni onunla savaşmaya zorlayacak." Gözümden sızan bir yaşı sildim. "Göndermeden önce bütün bunların aramızda kalması için ve senden nefret ettiğime seni inandırmam için beni etki altına almaya çalıştı. Sanırım onu etki altına girdiğime inandırdım. Ama evden çıkmadan önce-" Burnumu çektim. "Luxuria'nın odasındaydım ve o şişelere bakıyordum, bir süredir bakıyordum. Ve artık tek başımaysam diye düşündüm, gümüş suyunu içmiştim."

"Akıllıca davranmışsın," diye fısıldadı.

"Düşündüm," dedim. Konuşurken ona bakamıyordum. Boş bakışlarım onun ardında bir yere takılmıştı. "Aşağıdayken, lanetin asla sona ermeyeceğini düşündüm. Çünkü yine buradayım." Daha çok gözyaşı sızdı. "Ve sonra diğer düşünceler beraberinde geldi." Kendimi toparlayabilmek için burnumu çektim ve daha derin bir nefes aldım. "Daha önce sana karşı tam anlamıyla açık olmamıştım." Önceki yaşamımda. "Senden yardım istememiştim. İstediğimde, peşinden koştuğumda sen artık orada değildin." Daha çok ağladım. "Tarih tekerrür etsin istemiyorum." Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Yardım et bana."

"Sen," dedi neredeyse tökezlemiş gibi. Gözlerinden ateş çıkıyordu. "Sen, korkuyor musun?"

Ağlamamak için dudağımı ısırıp başımı salladım.

Luxuria'nın çok iyi bildiği ama Luzia'nın ilk kez tanıştığı o duygu.

Bana doğru bir hamlede bulundu. Öne doğru atıldı ama refleksle geriye çekildim.

"Bana dokunursan bunu hisseder değil mi?" diye sordum.

"Hisseder," diye onayladı. Sonra kendisini toparlayabilmek için duraksadı. Dudaklarını ısırıp başını yere eğdi ve bir saniyeliğine düşünüp yeniden bana baktı. Elini bana doğru uzattı. "Kendini suçlama," dedi. "Sen doğru olanı yapmaya çalışıyordun. Gitmek istemekte hakkın vardı. Seni tek başına gönderdiğim için beni suçlarız ama daha sonra. Önce birkaç kişiyi öldürmemiz gerekiyor."

Kararsızlıkla ona ve hala bana doğru uzanan eline baktım.

"Eğer istemezsen tek başıma da düşebilirim onların peşine. Ama tecrübelerime dayanarak bizzat yapamıyorsan şahit olmak isteyeceğini düşünüyorum."

Elini tuttum.

Rahatladığını hissettim ya da duygu yüklü histeri krizim buna yol açtı, emin değildim. Bana sarılmasına izin vermediğim için kendimi kötü hissetmiştim, yeterince hissetmiyormuş gibi. Merdivenden inerken bir adım arkasındaydım ve ne yaptığını bildiğine inanıyordum. Şuursuz davranmıyordu ya da sinirle hareket ediyor gibi görünmüyordu. Bir savaşa dahil olmak istemezken başka bir savaş başlatmak istemiyordum ama bu mesele benim boyumu aşıyordu ve ondan yardım isteyerek doğru şeyi yaptığıma inanıyordum.

Garajdan mini cooperımı aldık, arabayı elbette o kullanıyordu ve yol boyunca sessizliğini koruyordu. Ben sadece olanları düşünüp daha fazla ağlamamak için kendimi tutmayı başarabilmiştim. Nereye veya ne yapmaya gittiğimizden emin değildim ve açıkçası artık usanmış hissediyordum. İşte bu yüzden Luxuria olduğuma inanmak imkansız geliyordu. O çok güçlüydü, tüm bunların on hatta bin katı şeyle mücadele etmiş ve çoğunlukla da kazanmıştı. Ama bana şimdiden her şey çok ve dayanılmayacak gibi geliyordu. İçimde hiç tanışmadığımı düşündüğüm daha ilkel bir tarafsa o masada Herakles'e diklendiği gibi masanın üzerindeki bıçaklardan birini alıp ona saplamak istemişti. Tıpkı bana saldıran adamlara saldırmak istediğim gibi. Ama bunların hepsi birkaç saniyelin bir dürtüydü yalnızca.

Araba Herakles'in evinin önünde durdu.

"Sidra," diye mırıldandım. "Ne yaptığını biliyorsun değil mi?"

Bana tatlı bir şekilde gülümsedi. Arabadan indi, etrafında dolaşıp benim kapımı da açtı. Dışarıya çıkarken yeniden elimden tuttu. Biz kapı girişine yaklaştığımızda kapı açılmıştı bile. Kalbim hızla atmaya başladığında elimi daha çok sıktı ve parmakları yavaşça eklemlerimi okşadı. Bu sakinliği beni düşündürüyor ve daha çok geriyordu. İçeriye girdik, onu en son bıraktığım yerde, bahçe tarafında aynı masada oturuyordu. Sidra dışarıya çıktığında elimi bırakmadı ama sol kolunu arkasına uzatıp elimi tutan elini değiştirdi. Ben tutuşuyla soluna doğru çekilirken bir anda diğer eli Herakles'in ensesini yakaladı ve onu masanın üzerine bastırdı. Herakles ışık hızını kullanıp sandalyesinden doğrularak benim karşıma geçecek şekilde tepemize dikildi. Vampir dişleri eğlenceli ama vahşi bir şekilde dışarıya çıkmıştı. Daha çok irkilerek geri çekildim. Sidra bu defa onu boynundan yakalayarak duvara yapıştırdı.

"Ben senden yaşlıyım," dedi Herakles güleç ifadesini bozmadan. "Dikkatli ol." Onu geriye doğru itmeye yeltendi ama Sidra kımıldamadı. "Ama ben senin gibi yaratılmadım," dedi. "Ben böyle doğdum." Basit bir dalı kenara fırlatıyormuş gibi onu yola doğru savurdu. Yeniden yanına gittiğinde bu defa ayağını boynuna bastırarak konuşmasına da nefes almasına da engel oldu. 

"Ve bu gücünü bu şekilde mi gösteriyorsun?" Herakles onun ayağını tutup bu defa Sidra'yı yere çekmeyi başardı. O andan sonra gözlerimle takip edemeyeceğim bir kavganın içine girdiler. Hangisi diğerine galip geliyordu algılayamayacağım kadar hızlılardı. Bir şey yapıp yapmamakta kararsız kalmıştım. İt dalaşı gibi oradan oraya savrulup duruyor ve garip şekilde hırlıyorlardı. Ama tam olarak ne yapabileceğimden de emin değildim. Herakles çok ama çok yaşlı bir vampir olduğu için doğrudan yöntemler onun üzerinde işe yaramıyordu. Onu öldürebilecek tek bir silah vardı ki her şey başıma bu yüzden gelmişti.

"Luzia'dan uzak dur!" dediğini duydum. Yeniden onlara odaklandığımda Sidra'nın kocaman bir kayayı Herakles'in üzerine fırlattığını gördüm. Yaşlı vampir kayanın altından gülüyordu.

"Victoriam koleksiyonumdaki tek eksik parça o," dedi. Karşılık olarak Sidra kayanın üzerine biraz daha ağırlık verdi ve Herakles'in göğsünden oluk oluk kan süzülmeye başladı. "En nadide parça da o," diye devam ettiğinde bu defa iri bir taş kafasının üzerine çarptı ve ben başımı çevirmek zorunda kaldım. Resmen başı ezilmişti ve bu aklı başında her insanın çığlık atmasını gerektiren bir manzaraydı.

Sidra yeniden yanıma geldiğinde soluk soluğaydı. Bir ona bir de geride bıraktığı yaşlı vampire baktım. Başı ezilmişti ve üzerinde kocaman bir kaya parçası vardı ama elleri yanında hareket ediyor ve kayaya ulaşmaya çalışıyordu. Sidra elimi tutup beni çekiştirmese muhtemelen o manzaradan gözümü ayıramazdım. Doğruca beni arabaya bindirip emniyet kemerimi bağladı ve yeniden sürücü koltuğuna geçti.

"Aracı telefonundan mı çağırmıştın?"

"Hı?"

"Seni havaalanına götürmesi gereken arabayı telefonun aracılığıyla mı çağırmıştın?"

"Evet."

"Plakasını söyle."

Direksiyonu tek eliyle tutup cebinden kendi telefonunu çıkardı. Hala kolumda olan çantanın içini kurcalayıp cep telefonumu buldum. Uygulamaya girip son kullandığım aracın plakasını ona söyledim sonrasında da şoföre en düşük puanı vermeyi ihmal etmedim. Gerçi başına gelecekleri düşünürsek muhtemelen bu puanı göremeyecekti ama onlara acıyacak kadar iyi bir insan değildim belki de.

Kimsenin geçmediği bir sapakta durduk. Telefonu çenesine yaslayıp beklemeye koyuldu. Hem çok sakin hem çok öfkeli görünmeyi nasıl başarıyordu emin değildim. Kafasından neler geçirdiğini de bilmek istediğimden emin değildim. Hayatımın sürekli bir gün içinde darmadağın olması artık bünyemi paramparça ediyordu. Dün onu bırakıp giderken ağlıyordum bugün ise işe bu durumdaydık.

"Herakles'e ne olacak?" diye sordum. Ölmemişti ve hala kanıyla bana istediğini yaptırabilirdi. Ve artık telkin edilmediğimi ona rol yaptığımı da anlamış olmalıydı. Öylece vazgeçeceğini ve beni rahat bırakacağını düşünmek benim için bile fazla iyimserlik olurdu.

"Onu öldüreceğim," dedi gözlerini yoldan ayırmadan. "Ama hemen değil. Bir süre, uzun bir süre varlığımı ensesinde hissetmesini istiyorum. Her gününü korkuyla yaşamasını."

"Anladım." Başımı sallayıp durdum.

Araç geldiğinde Sidra kornaya bastı. Şoför inip onu çağıranın kim olduğunu anlamaya çalışır gibi etrafına bakınıyordu. Sidra bir kez daha kornaya bastı. Adam bize doğru baktı.

"O mu?" diye sordu.

"Evet."

Camı açıp sol kolunu dışarı uzattı ve adama gel diye işaret etti. Adam bize doğru yürümeye koyuldu. Yeniden nabzım hızlanmıştı ama korkudan değildi sadece bir çeşit panik atak geçiriyor olduğumu sanıyordum. Adam, neyse ki, Sidra'nın tarafından cama doğru eğildi.

"Araca mı ihtiyacınız var-" Cümlesini tamamlamadan Sidra'nın eli onu yakasından kavradı, adamı neredeyse beline kadar içeriye soktuğunda oturduğum yerde geri çekindim. Adam benim yüzümü görünce hayalet görmüş gibi irkildi ama nefes almaya çabalarken neler olduğunu anlamadığı ortadaydı. Sidra onu serbest bıraktığında başını arabanın içinden çıkarmayı deniyordu, başardığı sırada yeniden yakasını yakaladı. Bir saniyeliğine kapkara gözlerini adamın gözlerine çevirdi.

"Yanımda oturan güzel ve çok kıymetli kadının ismi Luzia," dedi sakin ve tane tane. "Luzia'yı daha önce gördün mü?"

"Ben- biz- ben-"

"Seni bıraktığımda arabana dön. Dün onu götürdüğün yere sür. Arabaya bindiğinde dün yanında olan ve ona saldırdığın arkadaşlarını ara. Hepsini oraya çağır. Geldiklerinden emin ol. Anladın mı?"

"Anladım."

Adamı iterek bıraktı ama bırakmak için biraz bile istekli görünmüyordu. Adam koştur koştur aracına bindi ve hareket etmeye koyuldu. Peşinden onu takip etmeye başladık.

"Oraya gittiğimizde arabada kalmanı istiyorum," dedi. "Hatta arabayı sürüp gitmeni. Oraya gitmek şu an senin için tetikleyici olabilir."

"Olacak," diye kabul ettim. "Olmaması için onlara neler olduğunu görmem gerekiyor."

Başını çevirip bir süreliğine bana baktı sonra sadece kafasını sallayıp daha çok gaza bastı. Göğsüme bir ağırlık çökmüştü. İçimde ağlama isteği vardı ama kendimi tutabildiğim kadar tutmaya kararlıydım. Aklımı kaçırıyormuş gibi hissediyordum ve bu düşünce beni daha da korkutuyordu çünkü bir kez zaten aklımı kaçırmıştım. Hem kalp kırıklığı hem kimlik bunalımı hem de bu vampir saçmalıkları bir araya gelmiş beni köşeye kıstırmıştı. Elimle daha da sıkışan göğsümü tutmamak için kendimle mücadele verdim, parmaklarım sadece oyalanmak için kulağımdaki küçük halka küpeyi çevirmeye başladı.

"Belki de onları sadece polise teslim etmeliyiz," diye düşündüm ve bir saniye sonra sesli düşündüğümü fark ettim. Bir, iki, üç, dört kez daha kulağımdaki küpeyi çevirdim.

"Üzgünüm," dedi. "Bunu yapamam."

"Kendi adaletimizi kendimiz sağlamaya çalışmamalıyız," diye devam ettim. "Eğer herkes böyle yapsaydı hukuk kavramı diye-"

"Luzia..." Uzanıp elimi tuttu. Serin avuç içi titreyen elimi kolayca içine aldı ve bir anlığına nefes almak daha kolay bir hale geldi. "Panikliyorsun," diye konuşmaya devam etti. "Bazı insanların-" Duraksadı. "Bazı canlılar ya da yaratıklar her ne ise... Anladıkları tek bir dil vardır ve o dilden konuşman gerekir. Bu insanları polise teslim edersek bir süre sonra dışarıya çıkar ve başka insanlara saldırmaya devam ederler. Çünkü kendilerinde bunu hak görüyorlar. Ve kişisel olarak da beni o kadar ama o kadar kızdırdılar ki onlara bir şey yapmak zorundayım."

Ne demek istediğini anlayamayacak kadar bulanıktı düşüncelerim. Elimi çekmek ve çekmemek arasında kararsız kaldım. Ve bu karmaşa daha beter hissetmeme neden oldu. Göğsümdeki baskı daha da şiddetlendi. Sürekli bir ikilem halinde kalıyordum ve artık ne düşünmem hatta ne hissetmem gerektiğini bile bilmiyordum.

Dün o arabanın içindeki halim aklıma geldi, arabadan zorla indirildiğimdeki şaşkınlığım ve sonrasındaki çaresizliğim. Acı nasıl oluyorsa yeniden üzerime bindi. Söylediği sözler. Bana nasıl bir saniye bile düşünmeden vurdukları. Ve bir anlığına bunu başkalarına da yapabileceklerini anladım. Yaparlardı hatta fırsatını bulurlarsa bana daha kötüsünü de yapabilirlerdi.

Parmağı avucumun içini okşadı.

"Bir şey sorabilir miyim?" dedi. Dikkatimi dağıttığı ve kendi düşünce bunalımımdan çıktığım için biraz rahatlayarak başımı salladım. "Onlara neden karşılık vermedin?"

"Sanırım sormak istediğin şey vampirleri kolaylıkla öldürebilirken insanlara neden yenildiğim?" Ki bunun için onu suçlamazdım, anlaşılır bir soruydu.

"Anlamaya çalışıyorum," diye devam etti.

"Emin değilim. Son zamanlarda kafam yerinde değil, çok ama çok karmaşık. Birbirine girmiş kaset bantları gibi. Ve üzgündüm. Ve birdenbire oldu. Çok şaşırdım. Kafamda öyle çok şey vardı ki ne yapmam gerektiğini anlayamadım bile. Algılarım berbat oldu." Ellerimi bunları çözebilirmiş gibi şakaklarıma bastırdım. "Ve yoksunluk çekiyordum."

Bana çok uzun gelen bir süre boyunca sessiz kaldı. Sonra söylediği tek şey "Benden yardım istediğin için teşekkür ederim," oldu. Araba durduğunda aramızdaki bu yarım yamalak konuşma havada kaldı. "Şimdi senden arabada kalmanı isteyebilir miyim?"

"Ben senden bunu istememeni isteyebilir miyim?" Karmaşık sorum onun dudağının hafifçe kıvrılmasına neden oldu ve bu birden daha iyi ya da daha doğru tanımıyla daha az berbat hissetmeme neden oldu.

Arabadan ilk çıkan o oldu, benim kapımı açtı sonra yeniden elimi tuttu. Bunu korkmamam için mi yapıyordu emin değildim. Ve neyse ne diye düşündüm. Etrafıma bakındım ve henüz alacakaranlığın içinde gözlerimin seçebildiği ağaçlar birden kötü bir kabusun baş rolüne dönüştü. Bu his, tam burada yaşadığım, üzerime atılan toprakmış gibi beni sarmaladı. Adımlarımı hızlandırıp refleksle onun elimi tutan kolunu yakaladım. Durdu ve bir saniyeliğine dönüp bana baktı. Tuttuğu elimi daha çok sıkıp beni kendine doğru çekti. Kollarının arasında küçüldükçe küçülmüş gibi hissettim. Çenesini saçlarımın üzerine bastırdı.

"Nefes al," diye fısıldadı. "Yavaşça. Sadece nefes al." Söylediğini yapmaya çalıştım ama yavaşça nefes alamıyordum, hızlı hızlı soluyordum. Elini sırtıma bastırdı. "İyisin," dedi. "İyi olacaksın. İyisin."

Olmayacaktım, olamazdım, nasıl olabilirdim ki? Onları öldürmek yetmeyecekti. Hep başka bir şeyler çıkacaktı. Başka bir şey çıkmasına bile gerek yoktu. Hayatım zaten altüst olmuştu ve neresinden tutsam elimde kalıyordu. Sadece bitmesini istiyordum. Nasıl bitirebilirdim. Bütün bunlar kötü kalpli hayaletler gibi beni kovalayıp duracaktı. Düşündükçe daha hızlı solumaya başladığımı ve titrediğimi fark ettim. Omuzlarımı tutup yüzüme bakabileceği şekilde beni geriye çekti. Kafası karışmış gibi görünüyordu.

"Bana inanmıyorsun," diye hafifçe kaşlarını çattı.

"Bir daha iyi olabileceğime inanmıyorum." Yavaşça yutkundum ama sesim bile ağlamaklıydı. Bir şey saklama çabam yoktu ve açıkçası daha iyi hissedebileceğim bir şey yapabiliyorsa yapmasını istiyordum çünkü böyle hissetmekten nefret etmiştim.

Belimdeki eli yerini hiç bozmadı, diğer elinin baş parmağıyla gülümseyerek ama çok dikkatlice gözümün kenarındaki ıslaklığı sildi. "O halde biz de kötü oluruz bir tanem," diye mırıldandı. Sesi neredeyse neşeli geliyordu. Uzandı ve dudağının gözümün kenarına bastırdı. Serin dudakları naneli şeker etkisi gibiydi, kısa bir süreliğine de olsa ferahlatıcı ve kesinlikle rahatlatıcı.

O halde biz de kötü oluruz. Bu cümle nasıl birdenbire iyi hissetmeme neden oldu. Kötü olma fikri birden her şeyi çözmeye başlamış gibi. Başımı iki yana salladım.

Yeniden elimi tuttu ve adamların yanına doğru yürümeye koyuldu. Onların yanına vardığımızda eli belime kaydı ve beni kendine çekti. Biraz bile rahatsız görünmüyordu. Onun kim olduğunu düşünürsek rahatsız olması için bir sebebi yoktu. Herakles'e ben yaratılmadım, böyle doğdum demişti. Bunlar daha önceki hatıralarımla birleşiyordu ve kütüphanede uzun saatlerimi alacak bir konu bulduğumu düşünüyordum.

Üç kişiydiler ama ben iki kişi olduklarını sanmıştım. O kadar hızlı olmuştu ki belki de anlamamıştım bile.

"Siz ikiniz, kaçmaya çalışmayın," dedi Sidra şoförün yanında duranlara. Bana fahişe diyen hangisiydi merak ediyordum ama sonra bir önemi olmadığına karar verdim. "Dün burada neler olduğunu anlatın," dedi Sidra aracı kullanan şoföre. Sanırım hala onun etkisi altındaydı çünkü bunu söylerken yüzüne bakmamıştı ama adam her şeyi ezbere bir şiir okur gibi şakımaya başlamıştı.

"Bir süredir gözlem yapıyorduk. Kasabadaki vampir güzellerine haddini bildirmeye karar verdik. Onların listesini elimizde tutuyoruz ve araç çağırdıkları zaman onları kuytu bir yere çekip cezalarını veriyoruz." Soğukkanlılıkla sarf ettiği sözler tüm tüylerimin ürpermesine neden oldu ve neredeyse onun üzerine doğru atılma isteği yarattı.

"Kadın listemizdeydi, çağrısını alınca birlikten birkaç kişiyi çağırdım ve onu vampirlerden daha hızlı öldürebileceğimizi göstermek için buraya getirdim." Diğer iki adam ona ve anlattıklarına bakıyor ve yaptığı şeye inanmıyorlardı. Suratları dehşet içindeydi. Bir adım bile uzaklaşamadıkları için yaşadıkları her hissi iğrenç suratlarından açık bir kitap gibi okuyordum. O an bunun bile tatmin edici olduğuna karar verdim. Orada bekliyor ve başlarına neler geleceğinin korkusunu yaşıyorlardı. Ama bir an bile onlar için üzülemedim.

"Sonra ne yaptın, her şeyi, tek tek anlat," dedi Sidra daha soğuk bir tonlamayla.

"Evet," dedi şoför. "Hem yaşlı hem ölü sevici. İnsanlar senin için yeterli değil mi?" İçinde biriktirdiği bütün öfkeyle suratıma doğru bir tokat attı. O kadar şiddetli sarsıldım ki bir süre ne düşünebildim ne de konuşabildim. Kulağım çınlıyor ve çenemdeki kemikler kırılmış gibi hissediyordum.

"Onun işinde çalışıyor, bahse girerim onun yatağına girmekle kalmıyor, onu besliyor." Boynumu tutup sıktığında refleksle çığlık atmaya çalıştım. Diğeri saçımdan tutup çekiştirerek beni yana doğru savurdu. "Senin gibi fahişeler yüzünden dünyanın çivisi çıktı!" Yüzüme aldığım başka bir darbe bu defa yüz üstü yere düşmeme neden oldu. Kendimi tutamadığım için burnumu doğrudan zemine çarptım ve kuvvetli bir acıyla daha inledim.

Daha konuşmaya, kendimi savunmaya ya da kendimi korumaya bile zaman bulamadan tekme atmaya başladılar. Ne olduğunu anlamak için bile zamanım olmamıştı. Dizlerimi karnıma çekmeye çalıştığımda geç kalmıştım. Ağzımdan kan tükürerek öksürmeye ve nefes almaya çalıştım. Yardım çığlıkları atmak istedim ama bedenim bir un çuvalı gibi darbelerin ardından serilmişti. Hiçbir yerimi hissedemiyordum.

"Kanının değeri yoksa biz de onu seve seve akıtabilirdik." Bir tekme daha savurdu.

"Bırak," dedi diğeri onu geriye çekerek. "Bitik vaziyette. İşini domuzlar ya da yılanlar bitirir. Hadi gidelim."

Öksürmek değil nefes almak bile zor hale geldi. Elimi kaldırıp ağzımdaki ve burnumdaki kanı temizlemek istedim ama parmaklarım kırılmış olmalıydı. Eklemlerimi hissedemiyordum. Bacaklarımı hissedemiyordum. Karnımda feci bir ağrı dışında hiçbir şey hissedemiyordum. Arabanın uzaklaşan sesini duydum. Farlar da gidince tamamıyla zifiri karanlığın altında kaldım. Dudaklarımı oynatmak için tüm gücümü kullanmaya çalıştım ama yapabildiğim tek şey acıyla inlemek oldu.

Adam yılanlarla ilgili cümlesini bitirdiği saniyede elim birden boşluğa düştü. Sidra onun yanındaydı. Yanına kendi vampir hızıyla gitmişti ama onun karnına vururken yavaştı. Bunu muhtemelen hızlı bir şekilde bitirmek istemediği için tercih ediyordu. Diğer adamlar kaçmaya çalışıyordu ve bir tanesi pantolonunu ıslatmıştı. Belki de gülmeliydim ama yapamadım.

"Sen," dedi Sidra diğerinin önüne geçip. "Ona nasıl vurdun?"

"Kaburgasını kırd-" Bir kırık sesi yüzümü buruşturmama neden oldu. "Bağırma," dedi adama ve adam bağırmadı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. İki büklüm oldu ama Sidra "Dik dur," diye komut verdiğinde daha büyük bir acıyla doğruldu. Diğerinin bacağı kırıldı bu daha da kötüydü, elimle yüzümü kapatmak zorunda kaldım, adamın kemiği dışarı çıkmış etinden ayrılmıştı. Onlar bağıramıyordu ama ben küçük bir çığlık atmak üzereydim.

"Öldür beni," diye yalvarmaya başladı şoför olan. "Öldür beni. Bağışla beni."

"Ben Tanrı değilim," dedi Sidra karşılık olarak, adamın uzattığı elindeki parmakları geriye doğru büktü. Refleksle kendi parmaklarımı yumruk haline getirdim. Dün bunun nasıl hissettirdiğini biliyordum. Etlerim lime lime ediliyormuş gibi hissettirmişti.

"Sadece zevk için sizi iyileştirip yeniden bu hale getirebilirim," dedi Sidra. "Ama bir ses duyuyorum ve bu biraz aklımı çeldi doğrusu." Eğleniyor gibi görünüyordu ama eğlenmediğini biliyordum. Hala çok öfkeliydi ve yaptıkları onun içini soğutuyormuş gibi görünmüyordu. Hepsini tek tek yere düşmesine neden olacak şekilde itti. Adamlardan birinin üzerinden bir bıçak yere düştü. Bu Sidra'yı güldürdü ama içimden bir ses bu gülümsemenin daha çok sinirden olduğunu düşündürdü. Bıçağı eline aldı, adamın üzerine doğru eğildi. Bıçağın ucuyla adamın gömlek düğmelerini seri üretimde bir makine gibi tek tek kopardı. Çıplak kalan göğsünde bıçağın ucunu dolaştırmaya başladıkça adamın gözleri yuvasından çıkacakmış gibi acıyla irileşti. Bağıramazdı. Asla bağıramazdı. Oluk oluk kan akmaya başladı. Kanın kokusunu almak o an yaşadığım başka bir şaşkınlıktı. Aynısını diğer ikisine de yapıp doğruldu. Üzerinde bir toz zerresi bile yoktu.

Sonra bahsettiği sesi duydum. İki tane domuz yüksek sesli nefes alır gibi çıkardığı seslerle bizim durduğumuz tarafa doğru yaklaşıyordu. Midelerinden çıkan gurultuya benzer ses Sidra'nın gülümsemesine neden oldu.

"Bağışla," dedi adam yeniden. "Öldür bizi."

"İnan bana," dedi ona doğru yukarıdan hafifçe eğilip. "O seyrettiği için istediğim kadar ileriye gitmedim." Eliyle beni işaret etti. Adam yattığı yerden bana doğru baktı, gözlerinde şimdi müthiş bir çaresizlik ve yardım isteği vardı. Bense ona sadece iğrenerek bakıyordum. Domuzlar yanına kadar yanaştı, bir ağaçmış gibi Sidra'nın yanından öylece geçip kanlar içinde akan adamların üzerine eğildiler.

"Gitme vakti." Yeniden yanımdaydı ama elimi tutmak yerine belimden beni hafifçe itti. O arkasına bakmıyordu ama ben yürümeye başladığımda geriye doğru bakmaya devam ettim. Bu manzaranın bana ne hissettireceğine belki de. Benim için planları buydu. Bana yapmak istedikleri şey buydu. Şimdi domuzların yemeği olurken çığlık bile atamıyorlardı. Önüme döndüm ve şaşırtıcı bir şekilde rahatlamış hissettim.

Arabaya binip koltuğa kendimi bıraktığımda rahat bir nefes alabildim. Tam olarak ne için rahatladığımı bilmiyordum ama en azından başka birilerini daha tuzağa düşürmeyecek olmaları iyi hissettiriyordu.

"Nasıl böyle kötü olabiliyorlar anlamıyorum," diye söylenmeye başladım. "Nasıl böyle acımasız olabiliyorlar?"

"Aptallar çünkü. Kendi başlarına düşünemiyorlar. Kendilerini daha iyi hissetmek için kafalarında bir senaryo kurup kendi boktan hayatlarının kahramanı olduklarını sanıyorlar."

"Gerçekten korkunç," diyebildim. "Çok ama çok korkunç. Ve bunu sürekli yapıyorlarmış. Bunu hak olarak görüyorlar. Tanrım, kim bilir kaç kadının canını yaktılar."

"Artık yakamazlar."

"Onlardan daha bir sürü olması beni daha da ürkütüyor." Elim yeniden küpeme gitti ve tekrar tekrar onu çevirmeye başladım.

"Vaha ile görüşüp ekibinden birilerini devriye gezmesi için ıssız yerlere konumlandırmasını söylerim," dedi.

"Gerçekten yapar mısın?"

"Daha iyi hissedeceksen eğer, kendim de nöbet tutabilirim." Bana baktı ve sevimli bir şekilde gülümsedi. Refleksle benim dudaklarım da kıvrıldı. Evet, sanırım bu kendimi çok daha iyi hissetmeme neden olurdu. Herkesin yan odasında Sidra Dekatlon yaşamıyordu ve eğer tanıdığım birileri diğerlerine yardım edebilecekse, bunun olmasını isterdim.

"Teşekkür ederim," dedim. "Bugün yaptığın her şey için." Söylediklerimde hiç olmadığım kadar içtendim. Ve yardım istemenin hafifliği vücudumu ele geçirmişti bile. Körü körüne yanlışı daha yanlış bir hale getirmektense bunun gurur meselesi olmadığını idrak edebildiğime memnundum.

"Senin için, her zaman."

Yeniden malikaneye dönmek kaşlarımı kaldırmama ve delirmiş gibi gülmeme neden oldu. Ve birden aklıma bir süre önceki ziyaretçilerimiz geldi. Daren ve Nova. Bana delilikle ilgili söylediği şeyler kısa süreliğine ağrı kesici gibi baskıyı durdurdu. Keşke onlarla şimdi, ben her şeyi hatırlıyorken görüşme şansın olsaydı. Özellikle de Lord ile...

"Sana yiyecek bir şeyler hazırlayabilir miyim?" diye sordu kapıyı ikimizin ardından kapatırken.

"Gördüklerimden sonra bir şey yiyebileceğimi sanmıyorum." Gülerek yüzümü buruşturdum. "İnsan bünyesi siz ölümsüzlerinki gibi çalışmaz, iğrenebiliyoruz biz."

Bu onu da gülümsetti. "O halde çay yapmama ne dersin?"

"Yaban mersinli olsun. "

Dudaklarını birbirine bastırıp ağır ağır başını sallayarak işaret parmağını bana doğru kaldırdı. "Yaban mersinli olsun."

"Duş alacağım."

"Yardım etmemi istersen, biliyorsun, söylemen yeterli."

Gözlerimi kıstım. "Sanırım bunu kendi başıma halledebilirim." O merdivenlerden aşağı inerken ben de yukarıya doğru çıkmaya başladım ve yüzümde bir gülümseme olması beni hayrete düşürdü.

Kıyafetlerimden hızlıca kurtuldum ve onları bir daha görmek istemediğime karar verdim. Kan ve çamura bulanmıştı. Herakles belki de beni neyin içinden çıkardığını hatırlamamı istediği için onları tutmuştu. Zaten neden ondan nezaket bekleyecektim ki, ve zaten üzerim değişmiş olsaydı muhtemelen daha çok rahatsız hissederdim. Kıyafetleri banyo dolabından aldığım bir çöp torbasının içine koyup kapının kenarına bıraktım. Isınan suyun altına girip bir süreliğine yere oturdum ve sıcak suyun beni gevşetmesini bekledim.

Olanlara inanamıyordum. Önce nihayet vermem gereken karar buymuş gibi, cesaretimi toplayıp malikaneden ayrılmıştım. Onunla yaşadığım son yüzleşmeyi uzun uzun düşünme şansım bile olmamıştı. Bu nasıl bir kaderdi anlamakta güçlük çekiyordum. Bundan ders almam ve tekrar aynı şeyleri yaşamamak için kaçmam gerektiğini düşünmüştüm ama yine buraya dönmüştüm. O halde bu bizim yeni şansımız mıydı? İçimde Herakles'in kanı akarken hayatım nasıl olacaktı düşünmek bile istemiyordum. Daha önce Arthur'un kanına bağlı olmuştum ve etkilerini biliyordum. O zaman Sidra kanımı içerek beni o bağlılıktan kurtarmıştı aksi taktirde Arthur'u öldürecekti ki artık bunu yapmadığı için memnundum. Şimdi aynı şekilde Herakles'in bağından kurtulabilir miyim diye merak ediyordum. Çünkü yemin ederim yoksa onu öldürecektim.

Saçlarımı bir, iki, üç, dört kez şampuanladım ve vücudumu kazımak ister gibi, sanki derimin altına ulaşabilecekmiş gibi tekrar tekrar yıkamaya koyuldum. Bir şeyler o küpenin ardında birikmişçesine küpeyi tekrar tekrar çevirdim ve tatmin olmayınca kulağımdan çıkarıp orayı da iyice yıkadım. Parmaklarım sudan buruşmaya başladığında ve sıcak başımı döndürünce havluya sarınıp doğruca odama gittim. Böyle hüzünlü zamanlarımda giydiğim mavi renk pamuklu pijamalarımı yatağın üzerine çıkarıp çamaşırları giyindim. Sıcak su beni daha bitkin hale getirmişti. Pijamaları üzerime geçirip yatağa uzandım ve öylece tavanı izlemeye koyuldum. Böyle anlarda yumuşak şeylerin içinde olmayı seviyordum. Beni saran güvenli kollar gibi sarıyordu kumaş etrafımı. Yatağın ortasına doğru kıvrılıp bacaklarımı kendime çektim. Şu an kakaolu sıcak sütüm olsa çok mutlu olurdum.

Bir, iki kez kapı çaldı. "Gelebilir miyim?"

Toparlanmak istedim ama mecalim kalmamıştı ve zaten ne önemi vardı ki? "Evet," diye seslendim cansız bir şekilde ve aslında mırıldansam bile duyabileceğini hatırladım. Zavallı insanoğlu olarak bazen kendimize ne saçma sorumlulukla yüklüyorduk. Herkese nazik olmak, saygılı olmak, ayıp etmemek, kalp kırmamak, vicdanlı ve adil olmak nokta nokta nokta...

Ve noktalı virgül.

Elinde bir fincanla içeriye girdi. Ondan önce gelen fincanın aromatik kokusu beni yerimden kaldırmaya itecek kadar güçlüydü. Doğrulup yatağın ortasında bağdaş kurdum. Fincanı elinden alıp "Teşekkür ederim," diye mırıldandım.

"Başka bir şeye ihtiyacın var mı?"

Son zamanlarda yaptığım gibi iğneleyici bir cevap vermek yerine "Yeterince şey yaptın, gerçekten, minnettarım," dedim. Ve bu daha iyi hissetmeme neden oldu. Ona ters davranarak ya da sürekli iğneleyici laflar sarf ederken ne kadar yorulduğumu anladım. Bir şeyi değiştirebilecekmiş gibi.

"Gerekli ayarlamalar yapıldı," dedi. "Bu geceden itibaren dönüşümlü olarak kasabada dolaşan ekipler olacak."

"Bu kadar çabuk mu? Bu gerçekten iyi bir haber." Şaşkınlığıma gülümsedi. "Biz vampirler hızlıyızdır," diye göz kırptı. Bitkin bir vaziyette ben de gülümsedim.

"Merak ediyorum da..." Fincandan bir yudum alıp dudaklarımı ıslattım. Boğazım gerçekten kurumuştu. Herakles'in ürkütücü çayından sonra bu iyi gelmişti ve midem bomboştu ama yiyebilecek gibi de hissetmiyordum. "Daha önce Arthur ile olan bağımı kopardığın gibi Herakles ile de-"

"Olmaz," diye gergin bir şekilde nefesini verdi. "Herakles'e kıyasla Arthur hiçbir şeydi. O kadar yaşlı birinin kanından kurtulmak için bütün kanını sömürmem gerekir."

"Kulağa kötü gelmiyor," diye burun kıvırdım.

"Bugün bunu düşünüp endişelenmene gerek yok," diye güvence verdi. "Herakles sana bir şey yaptıramaz. Gözüm üzerinde olacak. Seni sandığından daha iyi tanıyorum. Neyi yapıp yapmayacağını biliyorum."

"Senden nefret ettiğime inanmaz mıydın?" diye sordum. Sessizlik ve o bir araya toplanmış gibi bana baktı.

"Benden nefret ettiğine inanırım," dedi. "Ama bu beni sevmediğin anlamına gelmezdi."

"Onun iki oğlunu öldürmüşüm." Bu aklıma geldi çünkü nefretle ilgili konuşmaya başlamıştık. Ve Sidra ile birbirimizden nefret etmemiz için ikimiz de yeterince sebebe sahiptik. Onun sevdiği herkesin ölümüne sebep olmam gibi. "Senin de sevdiğin herkesin ölümüne neden olmam gibi..."

"Buna sen de dahilsin, biliyorsun değil mi?" diye sordu ve yüzünden bunu bilmediğimi düşündüğünü anladım. O ana kadar bilmiyordum da. Ve o da yüzümden bunu okudu. "Bir yanlış, başka bir yanlış ve sonra önlenemeyen yanlışlar..." diye konuştu. "Sen de dahil, sevdiğim herkesin ölümüne neden oldun. Düşündüğüm zaman senin de o mağarada olmamana şaşırıyorum."

"Olacaktım," diye fısıldadım ama artık ona bakmıyordum. "Ama malikaneden o kadar uzaklaşamazdım. Denedim ama gidemedim. Onların yolunu kesmek bile verdiğim en zor mücadeleydi. Bütün bedenim geriye doğru çekiliyordu."

"Başka bir eve taşınmak ister misin?" diye sordu beni daha çok şaşırtarak. Başımı kaldırıp yüzüne bakma ihtiyacı duydum. Oldukça ciddi görünüyordu. Ben kendimi affedemiyordum ama o affetmeye hazır gibi görünüyordu. Bağışlama konusunda ona da kendime da haksızlık yapıyordum belki.

"Emin değilim," diye itiraf ettim. "Dün buradan ayrılırken ayrılmak çok zor geldi. Belki de gerçekten bu malikanenin hayaletiyimdir."

"Burayı hep kendine benzettin," dedi. "Görkemli, ürkütücü ama tepenin başında tek başına. Hala böyle mi hissediyorsun?"

"Ben değil, sen söyledin," diye omuz silktim çünkü şüphesiz ki öyle hissediyordum.

"O halde yarın yeniden çalışmaya başlayalım müze müdürü, yoksa burası yakında örümcek ağları ile dolacak. Yeni bir sergi kasaba için de güzel olur. Herkes normale dönmek için epey hevesli."

"Sanırım bu hoşuma gider Sevgili Bay Sidra..." Hem başka insanları görmek, onlarla bir arada olmak bana gerçekten şüphesiz iyi hissettirecekti. Aslında zaten üzerinde çalıştığımız bir sergi vardı ama sürekli bir şeyler çıktığı için hayata geçirememiştik. Eminim yeniden çalışma fikri Mera'yı da heyecanlandırırdı. Arada sırada telefonda görüşüyorduk ama işle ilgili genel meseleler ortak gruptan konuşuluyordu. Bir süredir insanlar işe gitmek için çekimserdi ama son günlerde insan vampirlerden üstün gibi gösterilmişti ve bu belki bir şeyleri değiştirmek için yeterli olmuştur.

"Tabii artık bana patronluk taslayamazsın," diye şakayla karışık onu uyardım.

"Burayı satın aldım," dedi. "Burası benim."

"Orası beni ilgilendirmiyor. Bu malikane yüzünden bir yaşamım heba oldu, burayı en çok ben hak ediyorum. İstersen maaşımdan kesebiliriz ve sana taksitle ödeyebilirim."

"Bu fikir hoşuma gitti, böylece asırlarca bana borçlu kalırsın ve bir yere de gidemezsin."

Gülen yüzüm birden öylece kaldı. Daha dün gitmemle ilgili konuşuyorduk ama şimdi bu halimize bak. Belki de gereksiz yere heyecan yapmış ve mutlu hissetmiştim, yarın ne olacağını bilemezdik. Ve hala ona karşı nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Sevgili mi olacaktık, bu kelime birden o kadar ama o kadar komik ve saçmaydı ki.

"Ne?" dedi düşüncelerimi duymuş gibi.

"Dün konuştuklarımızla şimdi konuştuğumuz şeyler birbirine girdi," diye başımı işaret ettim. "Sürekli bir ikilemde kalıyorum ve bu yaşamımda da beni delirtecek şeyin bu olduğunu düşünüyorum."

Dudak büktü.

"Ağırdan almaya ne dersin?" diye sordu. "Şu anda ya da yarın ya da öbür gün ya da bu yıl bir şeye karar vermek zorunda değilsin. Yarın çalışmaya başlar ve nasıl gittiğine bakarsın. Ben de etrafta dolanır ve en sevdiğim müzenin güvende olduğuna emin olurum. Eğer istemiyorsan varlığımı fark etmezsin bile."

"Seninle aramızdakileri nasıl çözeceğimi bilmiyorum," diye itiraf ettim. "Aramızda çok fazla duygu var."

"Bunun için de aynısı geçerli," dedi rahat bir tavırla. "Bu da hemen karar vermen gereken bir şey değil. İhtiyacın olduğu sürece sana yardım etmekten keyif alırım aynı şekilde Reyna'ya da öyle. Bunun üzerinde bir baskı kurmasına gerek yok. Eğer istediğin buysa."

"Sanırım biraz mesafe istemiştim."

"Bu durumda biz de eskiden sorunlar yaşamış iki tanıdık oluruz. Ve şimdi de birlikte çalışıyoruz. Dostça bir şekilde. Ama benden o kadar da haz etmiyorsun. Buna karar vermek için istediğin kadar zamana sahipsin. İstiyorsan başkalarıyla görüşebilirsin, seni ya da kalbini esir tutmuyorum Luzia."

"Biriyle randevuya çıkarsam boğazını deşmez misin yani?"

"Hayır," diye güldü. "Daha iyisini bulabileceğini düşünüyorsan bunu görmeyi isterim."

"Kendini beğenmiş."

"Ve bunun için nedenimin olmadığını söyleyemezsin."

"Aslında iyi fikir," dedim. "Belki de arkadaş olmayı deneyebiliriz."

Alayla güldü. "Elbette," dedi. "Eğer öyle istiyorsan."

"Alay ediyorsun."

"Affedersin," omuz silkti. "Ciddiyim. Gerçekten bu şekilde rahat olacaksan arkadaşın olabilirim. Gerçi patronun olmayı daha çok seviyorum ama benim için de değişik bir deneyim olacağına şüphe yok."

"Belki bir süre başka bir evde yaşamalı ve buraya sadece iş için gelmeliyim," diye bir fikirde bulundum. "Daha az kasvetli olur ve belki hislerime yardımcı bile olur. Ve seninle de-"

"Başka bir yerde yaşamak istiyorsan olur ama ayrı ayrı yaşamak istiyorsan olmaz. Sadece yüzün bile hedef tahtası. Diğer şeylerin yanında bu bir daha ikimizin de tecrübe etmesini istemediğim bir alan. Beni kişisel güvenliğin gibi görebilirsin. Earl gibi."

"Tamam," dedim hak vererek. "Bunu daha kapsamlı düşüneceğim." Çünkü onunla aynı çatı altında yaşamanın güvenlik düzeyini tartışamazdım. Hiç kimse Sidra Dekatlon'un malikanesine yaklaşmayı göze alamıyordu.

"Ve belki Reyna'nın restoranını elden geçirmek istersin, döndüğünde onun için iyi olur."

"Çok düşüncelisiniz Sevgili Bay Sidra, bunu da çok isterim." Çenem ikiye ayrılacakmış gibi esnedim.

"O halde artık uyuyup dinlenmen de iyi fikir."

"Evet," diye kabul ettim. O yataktan kalktığında çay fincanını komodinin üzerine bıraktım. Örtüyü sıyırıp yatağın içine girdim. "Şey," dedim. "Uyurken nefesimi dinlemeyi alışkanlık haline getirmişsin ya, yan odadan duymakta zorlanıyorsan çünkü bugün yorgunum biraz yavaş nefes alıp veriyorum." Durdum ve yavaşça nefes alıp verdim. "Çok sessizim, işte o yüzden istersen yani burada kalabilirsin."

"Çok cömertsin," dedi.

Kocaman güldüğünü görünce hemen ona arkamı dönüp örtünün içinde kıvrıldım ve gözlerimi kapattım. Biraz sonra arkamda ağırlığını hissettim. Bana doğru döndü ve dudaklarını hafifçe başımın arkasına bastırdı. "Buradayım," diye mırıldandı. Rahatlayarak gözlerimi kapattım.

|Bölüm sonu!

Umarım beğenmişsinizdir!

Sidra ve Lu'nun arkadaş kalma kararıyla ilgili ne düşünüyorsunuz bilmek isterim djdjdjdjd

Vampir kankası olmayan da ne bileyim yani...

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, sevgilerimle ^^^

Instagram: ngkabal
Twitter: ngkabal
#canavarındakalbivarmış #cdkv

Continue Reading

You'll Also Like

KODEX By R.GAYEÖNEL

Teen Fiction

2.8M 80.1K 30
Hafızanı kaybedersen düşmanına âşık olabilir misin? Karaca Yıldırım, ailesini kaybettiği kazadan aylar sonra iyileştiğinde teyzesinin yanına taşınır...
2.3M 3.3K 1
GERÇEK VE UMUT DOLU... Okyanusun ötesini aşmaya, hayallerinizin peşinden gitmeye ve en kötüsü ile yüzleşmeye hazır mısınız? Jane'nin herkesten sakla...
62.6K 1.7K 14
WattpadMysteryTR'nin "Sis Perdesi" okuma listesinde! 15.4.20 @vaenoctis'in düzenlediği etkinliğin birincisi 🥇 Prestijli bir koleje burslu öğrencini...
23.5M 1.4M 77
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...