Red Targaryen ☾ Daemon Targar...

By larathecult

59.5K 5K 11K

Kral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi bü... More

the targaryen | daemon return
the targaryen | tournament and death
the targaryen | night visitor
the targaryen | her mother's twin
the targaryen | lady and dragon
the targaryen | pleasure house
the targaryen | king's heir
the targaryen | broken mirror
the targaryen | dragon's egg
the targaryen | betrayal of a friend
the targaryen | a candle for trust
the targaryen | red lady at dusk
the targaryen | wedding night
the targaryen | knight's kiss
the targaryen | white fallow deer
the targaryen | came from across the sea
the targaryen | a victory and a lover
the targaryen | he comes at night
the targaryen | bloody wedding
the targaryen | second birth ritual
the targaryen | emotions are more important than memories
the targaryen | anyone who hurt her must be punished
the targaryen | blood of my blood
the targaryen | night devour riders, not dragons
the targaryen | king's daughters
the targaryen | reason for slander
the targaryen | first of her name
the targaryen | driftmark visit
the targaryen | forbidden lovers meet at midnight
the targaryen | dragon's wings unfold
the targaryen | at home, away from home
the targaryen | only ravens rule the shadows
the targaryen | darkness gives birth to the dragon
the targaryen | in the arms of the lilac garden and ashes of a friend
the targaryen | d(a)emon's bride
the targaryen | from a strong blood
the targaryen | raven's eyes are not considered legitimate
the targaryen | the dragon behind storm clouds
the targaryen | every night has a morning
the targaryen | living hearts and dead lovers
the targaryen | at every sunset a new dragon rises
the targaryen | blood determines the ruler
the targaryen | real enemy is always in sight
the targaryen | burn the witch
the targaryen | our house is dragonstone
the targaryen | the queen doesn't like bastards
the targaryen | princess and her knight
the targaryen | when a rider dies, a new one is born
the targaryen | lord of the harrenhal
the targaryen | wolfs and dragons
the targaryen | the knight and the groom
the targaryen | swear for the second time
the targaryen | witch's son
the targaryen | dornish princess
the targaryen | desires and obligations
the targaryen | marriage is a duty
the targaryen | calm before the storm
the targaryen | true owners of the red keep
the targaryen | maegor's holdfast
the targaryen | time changes but someone always stay the same
the targaryen | mercy of the old gods
the targaryen | breaking point
the targaryen | witch of the forest
the targaryen | green council
the targaryen | black queen(s)
the targaryen | messenger of aegon the usurper
the targaryen | disappointing sons
the targaryen | the north remembers
the targaryen | downfall
the targaryen | mothers always avenge their children
the targaryen | blood of the golden prince
the targaryen | dark sister's soul
the targaryen | blood and cheese
the targaryen | a boy comes, a boy goes
the targaryen | pawn forward one square
the targaryen | black honeyholt
the targaryen | the queen who never was
the targaryen | heirs and dragonseeds
the targaryen | a duel in the stranger's name

the targaryen | guests of the riverlands

545 53 106
By larathecult

"Daemon'un turnuva için eve geri döneceğini öğrendim. Bu sabah ki konseyde konuşuyorlardı."

Mhyris, onun ismini duyunca kitap sayfasını çevirmekten vazgeçti ve dizine yaslanan Rhaenyra'ya baktı. Daemon'u görmeyeli aylar olmuştu.

"Kral'ın izni var mı?" diye sormak zorunda hisseden Mhyris, Prens'in en son kovulma sebebinin kendisi olduğunu biliyordu. Her seferinde aynısı olurdu. Daemon hep Mhyris yüzünden gönderilirdi. En sonuncu sebep ise Prens'in genç kızı akşam vakti odasından kaçırması ve onu gözcü kulelerinde birine götürerek Mhyris'e şehri izletmesi idi. Kızıl Leydi o akşam çok eğlenmişti ama Kral Viserys'in hoşuna gitmemişti olanlar.

"Babam itiraz etmedi. Pek istekli de sayılmazdı ancak Otto'nun abartılı sözlerine rağmen amcamı eve geri çağırdı."

"Gelecek hafta geliyor öyleyse."

"Gösterişli bir giriş yapacağından eminim." dedi Rhaenyra. Sessizce gülüyordu. Parmağındaki yüzükle oynarken bir gözü Mhyris'in nasıl tepki vereceğini bekliyordu. Fakat Leydi Mhyris sessiz kaldı. Kitaptaki sıradaki sayfaya geçti. Rhaenyra'ya göre bu tavrı haklıydı ama aylardır geçmemişti. Prenses elini kaldırdı, Mhyris'in omzundan dökülen saçını parmağına doladı ve göz göze geldi onunla. "Sevinmeyecek misin?"

"Uygun olmaz." dedi Leydi Mhyris. Kitaba bakıyor ancak okumuyordu. Mutlu hissetmeye korkuyordu öte yandan. Ne zaman keyifli olsa başı derde giriyordu. Ürkmüştü artık.

"Sadece gülümsemeni bekledim."

Mhyris yalandan bir tebessüm ile prensesi ikna etmeye çalıştı lakin Rhaenyra Targaryen ikna olmazdı.

"Amcam döndüğü için mutlu olman yasak değil, Mhyris. Yalnızız." dedi Rhaenyra, ısrarla. Tepelerinde ılık bir rüzgar dolanıyor, Yürek Ağacı ve kırmızı yapraklarla sarılı dalları ahenkle dalgalanıyordu. Rhaenyra ve Mhyris, göz önünde saklanarak herkesten uzaklaştıları yerdelerdi. Kimse onları burada rahatsız etme cüretini gösteremezdi. Kraliçe'nin yaklaşan doğum vakti Rhaenyra'yı bir hayli düşünceli kılarken, Leydi Mhyris'in de ondan farklı bir yanı yoktu. İkisi de Kraliçe Aemma için endişeliydi. Fakat ses çıkarmadan desteklerini sağlıyorlardı.

"Prens Daemon döneceği için çok mutluyum. Oldu mu?"

"Senin gibi kolayca yalan söyleyen biri için bile hiç inandırıcı değildi."

Mhyris sıkıntıyla nefesini üfledi ve gözleri artık kitap yerine, iki beyaz pelerinli muhafızın beklediği Tanrı Ormanı'nı izlemeye başladı. Mutlu hissediyordu, bir yandan da kasvet doluydu kalbi. Çünkü Daemon geri döndüğünde Mhyris sadece kısacık bir mutluluğa sahip oluyordu. Tam alışmışken, Prens tekrar gidiyordu. İsteyerek ya da değil, sonuçta Kızıl Leydi yalnız kalıyordu. Mhyris pek umut bağlamak istemiyordu. Zaten olmayacağını bilmek zorundaydı ve bu gerçek ona hep hatırlatılıyordu.

Can sıkıcı olmaktan ziyade artık acı verici bir his hâlini almıştı. On yedi yaşındaki Mhyris, baskı altındaydı. Kral'ın evlatlık kızı olmak ona çok rahat ve güvenli bir hayat sağlıyor, bunun karşılığında ise özgürlüğünü ondan alıyordu. Mhyris, Targaryen değildi. Olamazdı. Uyum sağlamak zorlaşıyordu bazen onlara. Babası öldükten sonra yaşamaya mecbur kaldığı Kızıl Kale'de kızı yalnızlık ile baş başa bırakmayan birkaç kişi vardı. Kraliçe Aemma her zaman ki destekçisi idi. Mhyris ona karşı hep saygılı olmuştu. Ayrıca Rhaenyra'yı kardeşi gibi görürdü, Rhaenyra da onu. Lakin, asıl kişi Prens Daemon olmuştu. Kız evlerine geldiğinden beri Daemon'un bir gözü hep Leydi Mhyris'in üzerindeydi, kızı korurdu ve gölgeden bir kalkan olurdu ona.

Mhyris'in kasvetli hâli ise bizzat Kral'ın eseriydi. Çocukken, Mhyris ile Kral Viserys oldukça yakındı ve kız onunla öğlen yemeklerinde sık sık sohbet ederdi. Kral'ın peşindeki bir gölge gibi olur, babasından yeni öğrendiği kılıç figürlerini Viserys'e sergiler ve kitaplar hakkında onun fikirlerini dikkatle dinlerdi. Çocuk olduğu zamanlar kalede gerçekten mutluydu. Fakat Daemon'un kızla evlenmek için Kral Viserys'e baş kaldırmasından sonra her şey bir anda tepetaklak olmuştu. Viserys hem küçük kardeşini evden, hem de Mhyris'i kendinden uzaklaştırıp onlar için katı kurallar getirmişti.

Mhyris başlarda sebebini anlamak için kafasını yorardı. Kral'ın önlem aldığını, sadece kızı korumak adına böyle bir şey yaptığını düşünürdü. Ancak büyüdükçe, kalbini kıran o gerçekleri öğrenmişti. Kral Viserys Targaryen, onu sadece arkadaşına verdiği bir söz yüzünden evlerinde tutuyordu. Mhyris'i aslında evinde istemiyordu. Ama Sör Ron, adama bir yemin ettirmişti ve Viserys, söz verdiği gibi Mhyris'e adeta prenses gibi bakıyordu. Fakat kız büyümeye başladıkça fazlalaşmıştı. Prenses'in bakıcısı gibi görüldüğünü fark etti, herkes ona Rhaenyra'nın gelecekte nedimesi olacak kişi gözüyle bakıp kızı bir nevi hizmetli görüyorlardı. Güzelliği ve insanlar üzerinde etki gösteren ışıltısı olmasaydı, Mhyris muhtemelen pek saygı da görmezdi ama annesinin ona armağan ettiği dış görünüşü sayesinde önünde bir bir başlarını eğerlerdi.

Ne yazık ki Mhyris'in son fark ettiği bir gerçek, bu kasvetli haline ortak olmuştu. Kral onu korumuyordu. O aslında kendi kardeşini kolluyordu. Daemon'u apar topar soylu olan bir leydi ile evlendirmişti. Çünkü genç prens aptallık yapsın istemiyordu. Aptallık, Mhyris olurdu kardeşinin hayatında. Kral Viserys'in, ailesine girmesi için layık görmediği Mhyris Silverarmor bunu anlamıştı. Aileye uygun değildi. Daemon'a da uyumlu olamazdı.

"Mhyris, bir şey söyle."

"Ne söylememi istiyorsun?" diye sordu Mhyris. Kitabı kapatmıştı.

"Annem doğum yapacağı için Kral sizinle pek ilgilenemez. Daemon'a seni bir yerlere götürmesini söyle. Geri geldiğinde ilk göreceği kişinin sen olacağına eminim."

"Bunun bir önemi yok, Rhaenyra." dedi Mhyris. İstemsizce, boynunu saran yakut taşlı kolyeye dokundu. Daemon'un varlığı gibi sıcaktı. Kız buna dayanamıyordu. "Artık çocuk değilim. Hayal kurmamalıyım."

"O seni seviyor."

Mhyris bunu biliyordu.

"Vadi'de yaşamıyor bile." Rhaenyra baş parmağındaki yüzüğü düzeltti. "Kıskandığını biliyorum ama Rhea Royce ile sahiden evli sayılmazlar. Tüm diyar biliyor. Biraz daha böyle giderse evlilik yemini bozulabilir."

"Sence tek derdim Leydi Rhea mı?"

Rhaenyra kısa sürede anlamıştı ve yüzükleriyle oynamayı bıraktı. Asla prensi savunmayacağı bir konuydu. Konseyde geçirdiği vakitler, amcası hakkında çok şey bilmesini sağlıyor sayılırdı. Şehrin Prens'i, lakabının hakkını veren bir hayat yaşıyordu. İpek Caddesi'nin genelevleri Prens Daemon'un aşıklarıyla doluydu ve her yerde konuşulurdu. Mhyris de öğreniyordu istemeden.

"Pek şaşırmıyorum." dedi Mhyris. Kalın kitabı ağacın dibine bıraktı ve Rhaenyra'nın yanına uzandı. İki genç kız, ışıltılı gökyüzü ile ağacın kırmızı yapraklarını izliyor, el ele tutuşuyorlardı. Mhyris devam etti.

"Bana sadık olmak zorunda değil sonuçta. İstese de olamaz. Bana ait olduğunu düşünmek bile hataydı."

"Mhyris, kalbin kırıldığı için böyle söylüyorsun." dedi Rhaenyra. Ona bakıyordu artık. Kızıl Leydi ve hep uyumlu göründüğü kırmızı yaprak birikintisi bir arada büyüleyiciydi.

"Gerçekler zamanla kalbini kırıyor Rhaenyra. Şimdiden öğrenmelisin."

"Siz yeterince öğreticisiniz." diyen Prenses Rhaenyra, uzun zamandır Mhyris ve Daemon'u izliyordu. Tek bir sonuç elde etmişti. "Asla birini sevmeyeceğim."

Mhyris, prensese baktı.

"Annem yakında benim de savaş alanımın doğum yatağı olacağını söyledi ama istemiyorum. Çocuk büyütüp bir adamın karısı olarak bilinmek korkunç geliyor kulağa."

"Sen asla bir adamın karısı olarak bilinmeyeceksin, Rhaenyra. Sen bir hükümdarın kızısın. Prenses olmak sıradan bir lordun yanında gücünü gösterebileceğin, senin lafına itaat edilmesi demektir." Mhyris'in sıcak şefkati hemen belli olurdu. Prenses Rhaenyra'nın asılan yüzüne döndü, kızın küçük burnuna dokundu. Ona bakmasını yeniden sağladı.

"Yine de istemiyorum." Rhaenyra yataklarında nasıl yan yana sohbet ediyorlarsa bahçede de aynı halde uzanmalarına eşlik etti. Mhyris'e döndü. "Senin gibi sevilmeyeceğim, Mhyris. Önemli olan tek şey kimin kızı olduğum. Kimse beni bilmenin peşine düşmez. Sadece prenses için yarışırlar."

Prenses bu konuda haklıydı. Leydi Mhyris adına dağ gibi olmuş evlilik teklifleri sadece onun içindi. Kimse leydi ya da prenses olduğuna bakıp plan kurmuyordu. Onca adamın tek isteği sadece Mhyris idi.

"Bir gün senin için delicesine yarış edecek aşıkların olacak, Rhaenyra. Diyarın güzeli için ölür, öldürürler. Farkındasın ama kabul etmiyorsun, değil mi?"

"Hepsi gösteriş budalası." diyerek burun kıvırdı prenses. Topraktaki çimleri yoluyordu.

"Bazılarını seviyorsun ama."

Rhaenyra gülümsemeye başlamıştı. "Uzakta oldukları sürece." diyerek itiraf etti. "Özellikle muhafızını."

"Raymond'u rahat bırak."

Birlikte kahkaha atmaya başladılar ve bahçenin girişindeki Raymond'a sesleri gitmesin diye uğraştılar.

"O beyaz pelerinin altındayken çok çekici görünüyorlar." diye fısıldadı Mhyris. Kral Muhafızları'nda genç olan tek bir şövalye vardı ve onu da Mhyris seçmişti. İyi bir seçimdi.

"Kapının önünde bekliyorlar ancak aslında uzaktalar." dedi Rhaenyra. "Bence harika! Daha fazla yakında olduklarında sorun çıkıyor."

"Sanırım haklısın."

Rhaenyra ani bir kararla yerinden doğruldu ve hâlâ uzanmaya devam eden Mhyris'e baktı. "Söz verelim, tamam mı? Asla evlenmeyeceğiz."

"Nasıl olacak o?"

"Annemin bir oğlan doğuracağına eminler. Gözdeleri o olur. Beni de özgür bırakırlar."

"Hâlâ çocuk gibisin, Rhaenyra. Bu asla olmayacak. Sen evleneceğin kişiyi seçeceksin, benim önüme de birini koyacaklar."

"Biraz destek olur musun?"

"Eğer babam hayatta olsaydı sana söz verirdim. Çünkü o evlenmemi zaten istemezdi. Bana hiçbir adamı layık görmediğini söylerdi. Ancak şimdi, o artık yok ve Kral beni hep burada tutmayacak." dedi Mhyris.

Rhaenyra'nın omuzları düştü.

"Ama sen iyi olacaksın."

"Nereden biliyorsun?" diye sordu Rhaenyra. Umutsuzlukla kendini tekrar Mhyris'in yanına bıraktı.

"Seni seven birini bulursun."

"Kulağa imkansız gibi geliyor."

"Bir gün aynaya bakmayı gerçekten öğrendiğin zaman aslında ne kadar güzel olduğunu anlayacaksın, Nyra. Seni prenses olduğun için değil de gerçekten olduğun kişi için sevecek biri mutlaka karşına çıkar."

"Diyarın gözünde önemsiz biri olur ve ben hayatım boyunca aşk acısını da öğrenirim. Harika!"

Mhyris, kızın çocuksu tepkisine karşılık tebessüm etti. "Belki de önemli bir adam olur."

"Önemli adamların hepsi suratsız ve yaşlı oluyor."

"Daemon öyle değil ama." diyerek kendi talihsiz aşkından örnek verdi Mhyris. Asla ona ait olamayacağı aşkını hep düşünüyordu. Rhaenyra bir süre sessiz kaldı. Merak etmişti.

"İyi hissettiriyor mu?"

"Ne?" diye sordu Mhyris.

"Birine aşık olmak."

"Bu durum kime aşık olduğuna bağlı sanırım."

"Senin için nasıl olduğunu merak ediyorum." dedi Rhaenyra. Solmuş bir yaprağı eline aldı. Kızıl Leydi'ye uzatıyor, kızın saçına bırakıyordu.

"Bazen ölmek istiyorum."

"Bu iyi bir şey değil." Rhaenyra'nın endişesi artmıştı. Kaşlarını çattı.

"Sadece yok olursam her şey daha iyi olur gibi hissediyorum. Daemon için bile."

"Birisi için yük gibi hissetmek çok korkunç olmalı, Mhyris. Ama onun adına böyle olmadığına eminim."

"Ben gitmediğim sürece evine geri dönemez." dedi Mhyris.

Rhaenyra ona hak verir gibi sessiz kalmıştı. Ve, aşık olmak istemediği artık bir gerçekti.

"Sen böyle bir şey yaşamayacaksın, Rhaenyra."

"Çünkü kimseyi sevmeyeceğim."

"Bundan emin olamazsın."

"Hayır, gayet eminim. Aşık olmak istemiyorum. Olmayacağım. Anne de olmayacağım, birinin karısı da olmayacağım. Çünkü gerçek aşkım olan adamı asla bulamayacağım."

Eski tanrılar onları izlerken epey eğlenmişti. Rhaenyra'ya bu lafları için güzel bir sayfa açmışlardı ve ilk cümleleri 'Aslında çok uzakta değildi' olmuştu.

Çünkü Prenses'in gerçek aşkı zaten Kızıl Kale'de onu beklemekteydi.

Lord Harwin Strong, diyarın gözünde oldukça şanslı bir adamdı. Çünkü Kral Viserys'in vârisi ile evliydi. Gelecekte, kraliçenin eşi olarak diyarın en güçlü adamı olacaktı. Çıkarcı insanlara göre önemli olan buydu. Gücü alabileceğin politik bir evlilik her şeyi çözerdi ama Harwin Strong için Prenses Rhaenyra Targaryen'in kim olduğu pekte önemli değildi. Adam için Rhaenyra bir leydi de olabilirdi, sıradan bir kadın da. İki seçenekte asıl istediğini engellemezdi. Lord Harwin yalnızca onu seviyordu, gördüğü ve tanıdığı Rhaenyra'yı. Kral Viserys'in kızını değil, asi ruhuna yol açan tüm engellere karşı savaşmaktan korkmayan ve öfkeli gözlerini sadece sevgisi için dindiren o güzel kadınını.

Sadece Rhaenyra'yı seviyordu.

"Bir lord bu kadar uzun süre yatakta kalmamalıdır, prenses. Yoksa halkım tembel bir adam olduğumu düşünür."

"Onlara benim izin vermediğimi söyle ve sussunlar." diye fısıldadı Rhaenyra. Kıkırdar gibi çıkan gülüşü koca odada yankılandı. Sabahları, Harwin'i kolay kolay bırakmazdı. Yine aynısını yaptı. Omuzlarından kollarına dökülen, tüm sırtını parlak bir örtü gibi saklamakta olan dağınık gümüş saçlarını, kendisi ile birlikte Harwin'in üzerine götürdü ve adama yeni bir öpücük daha verdi.

Tembellik yapmak için harika sebepti Rhaenyra'nın emirleri. Lord Harwin'e de onun emirlerini hevesle dinlemek kalıyordu. "Yine de oğullarından daha sonra uyanan bir baba olmak başıma bazı lafları üşüştürebilir." diyerek hiç gerçekçi olmayan itirazlarına, alışkın olduğu gibi devam eden Harwin için her yeni sabaha başlamanın en güzel yolu, karısının her zaman ondan önce uyanmış gözleri ile gülümsemesiydi.

"Yoksa karısının sözünü dinleyen bir adam olmak sizi rahatsız mı ediyor, lordum?"

"Öyle çok rahatsız oluyorum ki..." diye başlamıştı Harwin. Ancak üzerindeki Rhaenyra'nın kısılan gözleri onu epey güldürdü. Daha fazla yalan itirazının devamını getiremedi ve yüzüne değen güzel kokulu saçların arasında sabah sersemliğine kapıldı. "Aslında seninle yatakta tembellik etmeyi seviyorum."

"Her gün mü?"

"Özellikle bugün."

"Yoksa yine ejderha sırtına binmeden önceki gerginliğini mi yaşıyorsun?"

"Syrax'ın beni sevdiğine ya da sırtında istediğine inanmıyorum. Sinsi ağzını, diğer kolumu yakmak için açıyor ama sen anlamıyorsun." dedi Harwin. Ona gülen karısına alay etmesi adına izin verecekti ama sohbet etmekten daha keyifli bir işin ortasındalardı.

Rhaenyra'nın nazik elleri, Harwin'in yara izlerine dokunuyordu ve adamı kötü olan tüm anılarından koruyordu adeta. İnce parmakları adamın boynu ve omzu boyunca dolaştı. Koluna indi, Harwin'in elleri ile buluştu ve ikisinin parmakları kenetlendi. Rhaenyra, onu izleyen mavi gözlere bakıyordu. Aşkı onu izlerken her zaman iyi hissederdi ve kasvetli Harrenhal'ın çatısı altında bile ateşin parlak yolunda yürüyordu. Kenetlenmiş ellerinden güç aldığında, gövdesi hafifçe kalkıp yeniden oturdu ve dudaklarında beliren tebessüm ile aynı anda nefesini sesli şekilde verdi.

Vücutları beraber uyumluydu. Çıplak gövdesini, Harwin'in ellerinin altında tekrarlayan şekilde hareket ettiriyor ve adamın boğuk iniltisine eşlik eden hoş sesler çıkartıyordu. Belini yavaşça iki güçlü el tuttu. Rhaenyra o eller için başını geriye bıraktı, haz dolu hislerin kıyısında gezindi ve kapalı gözlerinin ardında bile kamaştı teni. Gerginliğini zevki sağlıyordu. Arada bir boğazında mahsur kalan iniltisi nefesine karışıp sessizce firar ediyordu dudaklarından ve ürperdi nemli sırtı. Harwin'e doğru eğildi, ellerini adamın göğsüne koydu. Gövdesi kalkıp inerken; sabırsız olan bacakları yataktaki örtüyü dağıtıyor, güçlü kollarını ona saran adama karşı koyamıyor ve sırtı yatağa düştükten sonra bu sabah yine geç kalacaklarını biliyordu.

Nitekim öyle de oldu.

Prens Jacaerys ve Prens Lucerys, dört bir yanları hizmetliler ve bakıcıları ile sarılı iken yemek salonunda gürültülü bir kahvaltı ettiler. Sebebi, kardeşleri Prens Joffrey olmuştu. Küçük Joffrey'e yemesi için ne verilirse huysuzlanıyor ve bakıcısı Marla'yı peşinde koşturup, genç kadınla oyun oynuyordu. Abileri ona yerine oturmasını söylerse, Prens Joffrey sevimli yüzünü onlara çevirip sonra da dil çıkartarak çocuk olmanın keyfini sürüyordu. Harrenhal kasvetli ve karanlık bir kaleydi normalde ama Lord Harwin Strong evlendiğinden bu yana Harrenhal'ın kalesi gibi sessizlik içinde yaşayan insanları da değişmişti ve genç prensler ile küçük kardeşleri Joffrey'nin etkisiydi bu. Biraz gürültü ile her yere hayat veriyorlardı.

Kardeşlerini bakıcısı ile bırakan iki prens, babalarını beklemeden talim alanına gitmeye karar vermişti. Jace yine tabağında kalan ne varsa ağzına tıkıştırmış, hizmetli kadınlara yardım etmek adına tabağını tertemiz teslim etmişti. Onun bu iştahı, Harrenhal'ın orta yaşlı hizmetçilerini güldürürdü. Genç prensin her daim kibar ve epey sevecen olması onu nadir görülmekte olan biri haline getiriyordu. Prenslere has kibir yoktu onda. Lord Harwin'e olan benzerliği kaledeki herkes için gözle görülür bir biçimdeydi. Lucerys ise bakıcılarının yoğun ilgisi altında kalırdı. Çünkü sevimli suratı ve çoğu zaman utangaç davranması, gelecekte devralacağı Harrenhal'daki erkeklere has olmayan bir özellikti. Fazla dikkat çekerdi. Lucerys hep kaçardı ilgiden. Yine öyle yapmıştı. Abisinin peşinde, Joffrey'i onca hizmetli ile bırakarak, hızlıca kaleden ayrılıyordu. Harwin'in oğulları, Strong hanesine uygun mavi ve kırmızı çizgili kıyafetler giyiyordu.

"Bugün bahanelerini dinlemeyeceğim, Lucerys. Gerçek bir düello yapacağız." dedi Prens Jacaerys. Kaleden çıkarken onlara selam veren insanları nezaket ile karşılıyordu. Evinde gibiydi. Nehir topraklarında kimse ona hakaret veya ters bir bakışı layık görmüyordu. Kızıl Kale'deki gibi fazlalık hissetmiyordu.

"Henüz hazır değilim."

"Olmalısın!" Jacaerys, umutsuzca, hiç çabalamayan kardeşine baktı. "Kaçıp durarak şövalye olamazsın, Luke."

"Birkaç yeni kılıç hareketi öğrendin diye bana öğretmenlik taslama!" diye karşılık veren Prens Lucerys, ayakları ile yere vurarak yürüyordu. Hâlâ çok utangaç bir çocuktu. Eskisi gibi varlığı ile annesine sorun yarattığı fikrinden uzaklaşmıştı ama hâlâ çekinceleri ve sorunları vardı. Babasına anlatıyordu bazen. Harwin iyi bir destekçiydi.

"Yere düşüp durmak yerine ayakta kalmaya çalış sen de. Dikkatin çok çabuk dağılıyor. Babam daha önce uyarmıştı."

İnsanların içinde Lord Harwin'e baba demek onlar için büyük bir özgürlük anlamına geliyordu. Talim alanındaki demirciler yeni kılıçları döverken, iki prens onları izlemek için durdular.

Lucerys, demircinin, elindeki çekici çeliğe her vurduğunda etrafa saçılan kıvılcımları takip ediyordu. "Çünkü birini daha yaralamak istemiyorum."

"Kılıç kullanmanın amacı yaralamak zaten, Luke."

Prens Lucerys sessiz kaldı.

"Aemond olayını unut artık. Gözünü kaybetmesini ben de istemezdim ama babamıza ne dediğini hatırlıyorum."

"Orada seni koruyordum." dedi Luke.

"Ben de bundan bahsediyorum." Jace, kardeşinin omzuna kolunu attı ve onu talime götürmek için yönlendirdi. "O geceki gücünü hatırlamanı istiyorum. Artık daha büyüksün ve..." Kardeşinin göğsüne sertçe vurdu. "... erkek oldun. Hançerle yaptığın şeyi kılıçla yapman için tam vakti. Merak etme, kızlar seni izlerken çok sert davranmam."

Lucerys sızlanarak göğsünü tuttu ama bir yandan da çevredeki genç kızların gözleri onlarda olduğu için genç prens dik durmaya çalıştı.

"Kızlar seni izliyor, Jace."

"Bir çoğu, evet." Prens Jacaerys'in bu çabuk kabullenmesinde haklılık payı yüksekti. Artık evlilik çağında olduğu için Harrenhal'daki genç kızlar onun etrafında sık sık görülürdü. Nehirova, genç prense ev sahipliği yaptığından dolayı, Jacaerys'in muhtemelen nehir diyarından bir kızla evleneceği fikrini ortaya atmışlardı.

"Çok alçakgönüllüsün." diyerek alay etti Lucerys.

"Prens olmanın ayrıcalığını benimle birlikte paylaşıyor olsaydın senin de alçakgönüllü olamadığın zamanlara rastlardık, Luke."

Dün akşam yağmur yağdığı için ıslak olan toprak alana birlikte gittiler ve Lucerys, hızlıca Jacaerys'in kolundan kurtuldu. Kıvırcık saçlarını düzeltmek için uğraşıyordu. Diğer askerler talim yapmaya devam ederken, prenslerine selam vermek adına kısa bir ara verip sonra çalışmaya geri dönmüşlerdi. İki prens, askerleri eğiten Simon Strong'a pek yanaşmadan kendi yerlerine gitti. Sör Simon, Harwin Strong'un amcası idi. Suratsız bir adamdı. Kabaydı, sesi pek çıkmazdı ama çıkınca da kibarlık beklenmezdi. Yeğeninin, Rhaenyra ile evlenip piçlerini kabul etmesine karşı pek destekleyici sayılmazdı. Jacaerys ile Lucerys'e yakın davranmıyordu ve prensler de ondan uzak dururdu.

Lucerys üzerinde hissettiği Sör Simon Strong'un gözlerine karşılık vermeye cesaret edemediği için başını o yöne çevirmiyordu. Silahların dizili olduğu tahta masanın önünde durdu. Ancak ona doğrultulan gözleri hissediyordu hâlâ. Bir anlık boşlukta başını adama doğru çevirdi ve hoşnutsuz bakışları ile genç prensleri izleyen Sör Simon'ı gördü. Sadece o adam, Lucerys'e hâlâ Kızıl Kale'de yaşıyor gibi hissettirirdi.

"Bakma ona." Jacaerys, kardeşinin önüne geçip Sör Simon'a bakmasını engelledi. Babası gibi uzundu artık boyu. Kardeşi Luke'a biraz yukarıdan bakıyordu. "Strong olup olmadığımıza o karar veremez."

"Soy ismimiz hâlâ Velaryon, Jace."

"Annem tacını aldığında değişecek."

"Umarım." dedi Luke. Tahta masada duran boyuna uygun bir kılıcı almış, elinde çevirmişti. "Başlayalım mı?"

Jacaerys belinden kendi kılıcını çekti, yakında bir şövalye olmak için büyük turnuvaya katılacaktı ve Lord Harwin oğluna, şövalyelik şerefine layık olan bir kılıç hediye etmişti. Kardeşi Luke ile birlikte çamurlu çalışma alanında durdular. Kılıçları hazırdı.

Başlarında babaları Harwin Strong'un gür sesiyle verdiği konutlar olmadan; etraftaki insanların bakışları arasında ve Simon Strong'un gözetimindeki iki genç prens antrenmana başladı. Aylar süren sıkı disiplinli çalışmaları ve bir çelme takan Criston Cole yerine güçlü ve destekleyici Harwin Strong etkisiyle her şey daha farklı ilerlemişti. Fazlalık gibi hissettikleri Kızıl Kale'de aldıkları kötü eğitim, onları küçük birer çocuk oldukları dönemde yeteneksiz bırakıp zayıf hissetmelerini sağlamıştı. Ancak anneleri ve gerçek babaları evlenerek Harrenhal'a yerleştiklerinden beri iki prens için işler değişmişti. Harwin'in oğullarına gösterdiği özen ve düzgün bir eğitimle, Jacaerys artık kılıcı güçlü elleriyle tutan ve özgüven sahibi olan genç bir adama dönüşmüştü. Lucerys ondan küçük olduğu için biraz daha geriden geliyordu ancak çekingenliği rafa kalktığı an, Lucerys'in de sert ve çevik hamleleri ortaya çıkıyordu.

Kılıçları sayılamayacak kadar fazla çarpışmıştı. Jacaerys boy avantajını kullanarak kılıcı savurduğunda, hızlı kardeşi Lucerys eğilerek kurtulmuştu. Geriye kaçarak sıradaki hamleyi daha kuvvetli karşıladı. "Kılıcımı düşürmek için uğraş!" diye bağırdı Jacaerys. Bir saniye sonra düello devam ediyordu. Simon Strong'un homurdanmaları ve hoşnutsuz bakışları fark edilirken, iki prens onu umursamıyordu. Jacaerys'i düşürmek için olan gücüyle saldırıya geçen Lucerys'in, abisinin kılıcı tek eli ile tutmasına sinirlendiği belliydi ama o henüz tek eliyle tutacak kadar bilek gücünü sağlamamıştı. Kalenin girişine çıkan babalarını henüz göremeyen iki prens, Jacaerys'in cesaretli alayları ve Lucerys'in kızgınlığı ile kısa süreliğine daha devam etmişti. Öyle ki Lucerys, ani hamleyle, Jacaerys'in kılıcını sert darbesi ile düşürdüğünü bile en başta anlayamamıştı. Kılıcı çamura düşen Jacaerys gülmeye başladı. Lucerys'in ise yüzündeki şaşkın ifadesine yavaş yavaş zafer gülüşü yerleşiyordu.

"Başardın!" diyen Jacaerys mağlubiyet alan diğer askerlerin aksine keyifliydi. Çünkü kardeşi onu yenmişti. Adımları Lucerys'e yaklaşınca, abartılı bir neşe ile genç çocuğun kafasına tebrik eder gibi vurdu ve saçlarını karıştırdı. Ona galibiyetin yakıştığını da eklemişti.

"Ama sanırım kolumu incittim." dedi Lucerys. Dağılan saçını düzeltmekle hiç uğraşmadı. Kılıcı tutan elini biraz oynatıp kolunu tuttu. Gülüyordu.

"Bir şeyin yok, abartma." Jacaerys'in kontrol etme biçimi daha cok incitme ihtimali veriyordu aslında. Lucerys'in kolunu ondan kurtarması gerekmişti. İkisi de kendi aralarında konuşup, ne hakkında güldüklerini etraflarına hiç belli etmiyorlardı. Fakat onlara doğru yürüyen Harwin'i görünce silahlarını bıraktılar. Çamurlu alanın biraz daha dışına çıkıp babalarını beklediler.

"Joffrey'i mutfakta bulduk." Harwin Strong kılıç tutmak için eldivenlerini giyinmişti. Oğlanların önünde durdu. "Bir kap dolusu inciri yemeye çalışıp tezgahtaki her şeyi devirmişti."

Lucerys hayal edince gülmek istedi.

"Onu bakıcısına bırakmıştık." diyerek en mantıklı savunmayı yaptı Jacaerys.

"Kaçmayı başarmış."

"Öğrettiğimiz gibi." dedi Lucerys.

Lord Harwin Strong ve prens oğulları gülmeye başladı. Sonra onları tekrar talim alanına yönlendirdi. Harrenhal halkı lordlarını selamlarken, Harwin Strong herkesin işleriyle ilgilenmesini rica etti ve avludaki rutin işler devam etti. Prenslerin eğitimleri sürüyordu. Lord Harwin onlara gerekli komutları vererek oğlanları izliyor, yanına gelen amcası Sör Simon Strong'un bir şeyler demesini bekliyordu. Fakat adam hiç konuşmamıştı. Sadece izliyordu.

"Konuk ejderhalar için gerekli yerler açıldı mı? Yarın öğle vaktinde burada olurlar." dedi Lord Harwin.

Ejderha Kayası'nda geçen vakitlerine karşılık Daemon ve Mhyris Targaryen ile çocuklarını Harrenhal'a misafirlik için davet etmişti. Uzun zamandır hiç bir araya gelmemişlerdi. Sadece karısı Prenses Rhaenyra, Mhyris'in doğumu sonrasında onu ziyaret etmişti ancak ailecek hep birlikte vakit geçirmeyeli aylar olmuştu.

"Halledildi." dedi Sör Simon Strong.

Lord Harwin yalnızca başıyla karşılık verdi. Oğulları amansız bir rekabete tutuşmuştu ve adam onlari takip edip hamlelerini değerlendiriyordu. Ancak bu sırada, gözü daha ilerideki tanıdık bir yüze takıldı. Üvey kız kardeşi Alys Rivers'ı görmüştü. Genç kadın hızlıca yürüyordu. Sarıldığı siyah pelerini ve soluk yüzü ile Harrenhal'ın içerisinde epey tanınırdı. Siyah saçları uzundu, beline kadar iner olmuştu. Halsizdi ve acelesi vardı. Ama Harwin'i fark etti. Adamın onu izlediğini görür görmez koşar adımlarla kaleye yönelmişti ve Lord Harwin Strong da peşinden onu takip etmeye başladı.

"Alys, bekle!" diye seslendi.

Alys Rivers durmuyordu. İnsanların arasından geçerek kaleye neredeyse ulaşmıştı ancak Lord Harwin Strong onu yakaladı. Genç kadını kolundan tuttuğu gibi durdurdu ve kendisine doğru çevirdi. Alys'in yeşil gözlerini yakından gördüğü an, Lord Harwin rahatsız hissetmişti. Kardeşi adına.

"Sana kaçmamanı daha kaç kere izah edeceğim? Seslendiğim zaman dur."

"Emrediyorsunuz sanırım, lordum." dedi Alys Rivers. Kolunu abisinden kurtardı ve pelerinin altında gölge gibi saklanmaya devam etti. Onlara bakan insanlara kötü kötü karşılık verdi. Ancak Lord Harwin herkese önüne bakmasını söyleyince hepsi gözlerini uzaklaştırmıştı. İki üvey kardeş tekrar birbirlerine baktılar.

"Kaledeki odan hazır, seni bekliyor."

"Senden hiçbir şey istemiyorum." dedi genç kadın. İstemiyordu sahiden. "Ve beni oyalamayın, lordum. İşim var."

Alys gideceği sırada Lord Harwin onu tekrar durdurdu. "İnatlaşma artık."

"Çocuk muyum ki inat edeyim?"

"Ben babamız değilim, Alys. Onunla yaşadığın sorunları benimle de tekrar yaşamak zorunda değilsin. Kalendeki yerini hazırlattım."

"Burası senin kalen, Harwin. Benim değil. İnsanların önünde benimle bu kadar yakın görünmemelisin ayrıca."

"Kardeşim olduğunu herkes biliyor."

"Piç olan." diyerek düzeltti Alys. Sinsi bir gülüşe, öfkeli gözlere sahipti. Ama asıl ifadesinde, sadece yenilgisi vardı.

"Benim için önemli değil. Seni meşru kılması için Kral Viserys'in huzuruna çıkabilirim."

Alys kıkır kıkır güldü. "Kral seninle görüşmek ister mi acaba? Evliliğini bile onaylamadı diye duydum. Yüce Nehirova lordu, bir kaçak gibi koca olmaya boyun eğdi."

"Evliliğim seni ilgilendirmez, Alys. Konuyu değiştirme." dedi Harwin. İnsanüstü bir sabrı vardı ama yakın zamanda tükenecek gibi nefes aldı.

"Öyleyse peşimi bırak. Kardeşlerin ölünce değerim mi arttı?"

"Olanlardan sonra dışarıda kalmana dair içim hiç rahat değil. İnsanlar bir yere kadar senden uzak durur. Benim emrimi sarhoş olduklarında unutmak onlar için çok kolay."

"Olanlar sadece beni ilgilendirir! Ne sen ne de içleri çürümüş adamların dil uzatmaya layıksınız." Alys Rivers aniden yükselen sesi ve parlayan iki gözü ile üvey abisine doğru bir adım atmıştı.

Lord Harwin ondan sakin olmasını istedi, çünkü genç kadını anlıyordu.

Bundan bir ay öncesine kadar Alys Rivers hamileydi. Evlenmemişti hiç. Bilinen bir adam da yoktu etrafında. Fakat karnı büyümeye başladığı gün herkes için fahişe ilan edilmişti yine.

Harrenhal'ın köhne köşelerinden biri onun eviydi, fahişeler ve koca karılar ile komşuydu. Kimse onun hamileliği hakkında şaşırmamıştı. Alys Rivers'ın da bir rahatsızlığı yoktu. Lord Harwin Strong'un emriyle kimse ona hakaret edememişti. En azından kalenin orta yerinde. Fakat dar sokakların sonuna ağzı aşağılama dolu adamlar dizilirdi ve Alys Rivers'ın fahişeliğine dillerini uzatırlardı. Genç kadın umursamazdı. Onları işitir, görür ama tepki vermez idi. Sadece şaraplarına bilinmezlikten armağan edilen büyüler yapar, onları delirtirdi. Sekiz ay boyunca hamilelik dönemini yalnız ve sessiz geçirmişti. Abisine, onu hamile bırakan adamın adını hiç vermemişti. Veremezdi. Kim olduğunu bilmiyordu çünkü. Nitekim sonunda kendisi gibi piç bir çocuğun varlığını kollarına alır sanıyordu ama olmamıştı. Erken başlayan doğumu ve sonunda rahminden çıkan canavara benzeyen tuhaf bir ölü bebeğin varlığı ile Alys Rivers yine hayal kırıklığının kıyılarında yalnız kalmıştı. Canavarı toprakla buluşmuş, o da göğüslerinde ağırlık yapan sütünü satmaya karar vermişti. Son bir aydır, zengin ancak bebeklerini doyuramayan kadınların yerine geçiyordu. Süt anne olmuştu.

"Sakın bir daha bana acıma!" diyen Alys Rivers, abisine öfkeyle baktıktan sonra ona sırtını dönerek yıkık kaleye doğru ilerlemeye başladı. Geride onu izlemeye devam eden Lord Harwin'i hissediyordu ama dönüp bakmaktan yana değildi. Kalenin geniş kapısında bekleyen muhafızın bakışları altında içeriye girdi. Kalede yaşayan tanıdık bir tüccarın, aptal ve zayıf karısının doğurduğu güzel bebeği beslemek için zaten bildiği yolu gitti. İlk kata gitmek için peşinden ona bakan dört askerin ilgili bakışlarına göz kırparak karşılık veren Alys Rivers, merdivenleri yavaş yavaş çıktığı sırada Prenses Rhaenyra Targaryen ile karşı karşıya gelmişti.

Rhaenyra, yanında, elini tutarak onca merdiveni inen oğlu Joffrey ve onları takip eden hizmetlileriyle birlikte tüm günü hazırlık işleriyle geçirmek adına sürekli kalede dolaşıyordu. Mhyris ve Daemon'un çocuklarla beraber hafta boyunca kalmak için gelmeleri kadını keyiflendirmişti iyice. Alys Rivers ile karşılaşması bu sırada oldu. Marla ile meyve kasalarının bir an önce içeriye taşınması hakkında konuşmakta iken, Kraliçe Alicent'ın eski hizmetçisi olan genç Alys ile karşı karşıya kalmışlardı. Prenses Rhaenyra, Alys'e soğuk tavrı ile gülümsedi. Alys ise sadece selamını vermişti. Hiç konuşmadılar. Rhaenyra oğlu Joffrey koşmasın diye onun elini sıkıca tutmaya çalışırken, Alys aceleci adımlarla merdiveni çıkarak gözden kaybolmuştu.

"Ne diyordun, Marla?" diye sorarak dikkatini yeniden toparladı Rhaenyra. Merdivenleri bitirdiler. Kilere gitmek için Joffrey önden koşturuyordu. Koca bir inciri elinde tutup yemeye devam eden oğlunu ise Rhaenyra izliyordu.

"İstediğiniz gibi aşçılar listedeki her yemeği sabahtan yapmaya başlayarak akşama kadar yetiştirecekler. Kasalar dolusu meyve, at arabalarından biraz önce indirildi." diye açıkladı Marla.

"Limonları unutmayın."

Marla gülüyordu. "Prenses Mhyris geleceği için bizzat limonlu tatlıları hazırlarken aşçılara eşlik edeceğim, prenses."

"Yemeklere fazla kekik eklemesinler. Mhyra sevmiyor. Ayrıca masada kaz eti görmek istemiyorum. Tek şişe bile Pentos'tan yollanan şaraplar olmasın ortada. Daemon yine huysuzlanır. Ve sakın nar ile patatesleri unutmayın."

"Prenses Daena ve Prens Daerys'in tabakalarının yanına konulacak. Evet, not etmiştim. Peki şarap servisindeki yasaklar kalktı mı, prenses?"

"Elbette. Çocuklar büyüdü artık." dedi Rhaenyra. Kendi açısından Lucerys'in, Mhyris'in ise ikizlerinin yasakları var idi. Fakat artık büyüyorlardı. Onların da yetişkinlere ortaklık vakti gelmişti. Fakat Rhaenyra, küçük oğlu Joffrey'e baktığında, onun yine yaramazlıktan yana planları olduğunu görmüştü ve kiler girişinde çocuğu gülerek uyardı.

"Ama senin hâlâ kurallara uymaktan yana zorunlulukların var, Joffrey."

Prens Joffrey omuzlarını oynattı ve kilere koşarak girerek yine ortalığı dağıtmaya heveslendi. İçerideki kasa taşıyan askerlerin arasında koşturdu, meyve-sebzeleri kontrol eden aşçıları rahatsız etti ve iki çaylak hizmetçinin de bacaklarına çarparak onların yere düşmesine sebep oldu. O sırada Marla çocuğun peşinden koşuyordu. Haylaz prensi yakalayıp annesine götürdü ve kiler kontrolü boyunca Joffrey, annesi Rhaenyra'nın elinden tutmak zorunda kalarak surat astı. Ama içeriden dört koca elma ile çıkınca Joffrey'nin neşe dolu hâli geri gelmişti. Birini yiyordu. Diğer üçünü ise babası ve abileri için götürüyordu.

Rhaenyra kale kapısına çıktı, küçük oğlu Joffrey'nin elmaları zar zor tutup düşürmemek için odaklanmasını ve başarılı olana kadar hırslanarak tüm adımları dikkatli atmasını izledi. İki abisi ellerinde kılıçları ile birlikte onu sabırla beklemişti. Joffrey nihayet üç elmayı da sahiplerine ulaştırdı ve onu izleyen annesine geri koşmadan önce babası Harwin'in uzattığı eline beşlik çakmayı da ihmal etmedi.

Prenses Rhaenyra için sabahları yeni bir güne kalkmanın gücü bu manzara idi. Harwin ve oğullarının varlığı, onu diyarın en güçlü kadını yapıyordu.

*

Ormanın ortasında beyaz bir tavşan vardı. Ürkek titremesi, beslenirken bile onu terk etmiyordu. Yakınlarda bir yerdeki avcının kokusunu almış gibi başını kaldırdı. Gözleri çevreye bakıyor, uzun kulakları dikeliyordu. Birkaç kere havayı kokladı. Prenses Daena'nın kokusunu gizlediğinden habersizce bir şeyler anlamak istedi. Nitekim çalılıkların arasında hiçbir şey olduğunu düşünmüş olmalıydı. Yeniden başını eğdi, yemeye devam etti. İştahla yeşilliği çiğniyordu.

Daena bir avcıydı.

Sessiz bir hayalet.

Saklandığı ağaçların arkasından bir adama peri kızı gibi görünürdü, ufak bir tavşana ise canavar gibi. Daena'yı tanıyan herkes ise genç kızın her ikisi olduğunu da bilirdi. Yarısını ördüğü uzun ve dalgalı gümüş saçları sırtının yarısına kadar inerken, tatlı dudakları hafifçe aralanmışken ve ince boynunu ortaya sermişken; Aemond Targaryen için karşı konulamayacak bir periydi. Fakat elindeki yayı gerginken, okunu atmaya hazırlamışken ve mor gözleri hedefine kilitlenmişken bir canavardı.

Nefesini tutuyordu Daena. Okunu, en gergin hâliyle, zavallı tavşana doğru çevirmişti. Nehirova topraklarındaki avlanma konusunda pek tecrübesizdi, henüz. Ama her toprağı bilmek isterdi ve Harrenhal'a gitmeden önce avı için vakit ayırmıştı. Çalılıkların arkasında hayalet kadar sessizdi. Gergin yayı av için hazırdı. Tavşan dikkatsiz, Daena ise kenetlenmişti o sırada. Fırlatmaya hazırdı.

"Bence iki kulağının arasından geçer."

Kulağının dibinde duyduğu sıcak bir fısıltı yüzünden Daena'nın çenesinde belirgin olmayan bir titreme oluşmuş, kızın dikkatini dağıtmaya çalışmıştı. Ama Daena dinlemedi. Gevşeyen elini düzeltti ve okunu tekrar nişan aldı.

"Eğer atamazsan ben kazanırım."

"Kes sesini, Aemond." diye fısıldadı Daena. Yemeğini bitirmek üzereydi tavşan. Genç prenses ise dikkati her saniye dağılırken, yayı sıkı tutmaya çalışıyordu. Onu vurmalıydı. Prens yeniden sessizleşince, Daena tavşanı vurmak için odaklandı. Ondan önce beş tavşan yakalamıştı zaten ancak Aemond'un vurduğu yedi tavşandan daha fazlasını elde etmek istiyordu. Silverwing'in çerezleri olacaklardı.

Daena Targaryen çenesini, yayı tutan eline yasladı ve oku fırlatmadan önce vereceği nefesini ayarladı. Fakat onu rahat bırakmamaya yemin etmiş biri vardı, Aemond. Tek gözlü prensin tek ilgisi, gümüş saçlarından leylak çiçeği kokusunu aldığı Daena idi. Avlanmak bahanesini artık tüketmişti. Aptal bir tavşanın peşinde gitmek yerine Daena ile sohbet etmek, onu öpmek istiyordu ve bu isteğini alacaktı. Genç kızın oku atılmaya hazırken; Aemond, kollarını Daena'nın arkasından uzattı ve kızın narin görünmesine rağmen bir erkek kadar güçlü olan gövdesine sarmıştı. Sırtında hissettiği sıcaklık ve belinin sarılması yüzünden eli titreyen genç prenses, son anında yanlış bir hamle yaptı ve ses çıkarttıkları için -bir dal parçasına basmıştı prens- ufak tavşan kaçmış ve ok ona denk gelmemişti.

"Seni aptal!" diyerek isyan eder gibi sesini yükseltti Daena. Arkasında ona sarılan Aemond'a dirseğiyle vurarak, kaçan tavşanın öfkesini genç prensten almaya çalıştı. Kızmaya devam etti ve sırtına yaslanan Aemond'a vurmanın her yolunu denedi. Başardı da. Omzu ile genç prensin göğsüne vurup acıyla sızlanmasına sebep oldu ve bununla epey eğlendi. "Bırak beni, Aemond."

"Hayır." dedi Prens Aemond. Acısını çabuk unutmuştu. Daena'nın belini saran kollarını gevşetti, elleri istekle genç kızın karnında durdu. Yukarıya doğru ilerlemek için izin istiyor gibi bekliyordu. Ama Daena'nın saçlarına bastırdığı yüzü kendi bildiğini okudu. Kızın güzel kokusunu içine çekiyordu. İpek gibi saçlarında geziyordu suratı. Sakindi. Daena onun ellerini tuttu ve yukarı doğru ilerlemesi için yöneltti.

"Bana dokunman yasak." dedi Daena. Davranışı aksini gösteriyor olsa bile onu sözleriyle oyuna davet etmekten çok keyif alırdı.

"Öyle mi?"

"Evet, öyle. Eğer devam edersen senin iyi bir ceza almanı sağlayabilirim."

"Zindana kapatılmamı mı istersin? Ya da sürgün edilebilirim." diyerek kızın kulağının dibinde konuştu Aemond.

"Sürgün edilirsen seni kontrol etmek zor olur. Onu istemiyorum. Zindanlar bence en iyi fikir. Her gün ziyaretine gelirim."

Aemond'un dudaklarında gülümseme belirmişti. Elleri, Daena'nın göğüsleri üzerine kapandı. Hemen önlerindeki ağaca bir adımda ulaştıklarında, genç prensesin elindeki okla yay yerdeydi.
Daena ellerini ağaç gövdesine yasladı, sırtına yaslanan Aemond'un sıcaklığı tüm bedenine yayılıyordu. Daena'nın yüzüne düşen bir tutam saç, nefesini üflerken titriyordu. Kalbi hızlandı ve boynunu bir anlığına çıplak hissetti. Aemond onun saçını geriye çekmişti. Genç kızın boynuna eğildi ve öpmek için dudaklarını beyaz tenine bastırdı. Daena'nın sesindeki hoş tını o sırada duyuldu. Boynundan tüm vücuduna yayılan sıcak bir kan yolu oluşmuştu sanki. Elini geriye attı ve Aemond'un uzun saçlarını tuttu. Geri çekilmesin, dudakları boynundan ayrılmasın diye engel oluyordu. Aemond'un ise geriye çekilme isteği yoktu. Daena'yı ağacın gövdesine yasladı ve güçlenen ellerini kızın gövdesinde gezdirirken, teninde bıraktığı öpücükleri prensesin yüzüne kadar ilerletti. Daena'nın başı geriye düşmüştü. Gözleri kapanmış, dolgun dudakları aralanmıştı.

Aemond'un tek gözü izliyordu onu.

"Ya da birlikte gidebiliriz." dedi.

Önce Daena'nın yanağını öptü, kızın hoş mırıldanmasını işitti. Dudakları hiç ayrılmadan teninden, Daena'nın çenesini buldu. Yumuşaktı öpücüğü. Kızın, bir savaşçıya ait olamayacak kadar pürüzsüz olan tenine nefesini vurdu. Prensesin dudaklarını istedi. Güneşin altında ışıldayan dudakları için delirmekteydi. Prenses, gözlerini açtığı sırada sırtını ağaca yaslı buldu. Aemond ile birbirine bakıyorlardı ve çok geçmeden dudakları buluşmuştu. Sevgiye olan açlığı, Daena'ya duyduğu bitmek bilmez tutkusuna karışıyordu. Genç kızın dudaklarını öperken, zihni yarı karanlıkta hapsolmuş Aemond'u kendinden geçiriyordu leylak kokusu. Daena'nın belini tutarken nazikti, ona bedenini yaslarken ise tatmin olamaz bir aşık oluyordu. Daena ellerini genç prensin yüzüne koydu ve dudaklarını bir anlığına geri çekerek ona baktı.

"Tüm diyarı benimle gezer misin?"

"Elbette." dedi Aemond. Nefes nefese kalmıştı. Burunları değerken, Aemond gözünü Daena'nın dudaklarından asla ayırmıyordu. "Her yere gelirim."

"Essos'un her şehrinde benimle yaşar mısın peki? Bir yabancı olarak." dedi Daena. Parmak uçları hafifçe prensin yüzünde geziyordu. Elmacık kemiğine ve alnına kadar taşmış olan hançer izi en cok oyalandığı yerdi. Dudaklarında oraya konulmak istenen bir öpücüğü vardı. Yüzünü uzattı, Aemond'un göz bandının hemen altında devam eden yara izine dudaklarını bastırdı.

Nefesi titremişti Aemond'un. Tek gözü kapandı ve ailesi yüzünden boşlukta kalan kalbine güçlü bir sıcaklığın tatlı tatlı yayıldığını hissetti. Daena ve ona ait her şey sebebiydi. Genç kızın nazik ve şefkatli öpüşü, prensin boyun eğip ona teslim olmasını sağladı. Sevgisine layık olmayı dilerdi içinden. Daena'ya layık olmak isterdi. Onun gibi zeki ve güçlü bir kızın yanında, tek gözlü bir ucube gibi görünmeye katlanamazdı. Yüzüne aldığı korkunç yarayı örtbas etmek için mükemmel olmaya çalışır, olurdu da. Birkaç yıl içinde boyu epey uzamıştı. Vhagar'ın sırtında yenilmez, elinde kılıcı varken ise acımasız birini görürdü insanlar. Tutuştuğu intikam hırsını bastırmak zordu ancak Daena ona dokunduğu, sevdiği ve varlığı ile neşe kattığı her anında Aemond ufak çaresizliğinde huzur bulurdu.

Yarası acımıyordu artık.

Göz bandının altındaki, onu karanlık bir boşluğa hapseden oyuk ise yerini Daena'nın sevgisi ile dolduruyordu.

"Benimle evlenirsen eğer." Şartındaki kesinlik sesine yansımıştı Aemond'un. Gözünü açarak Daena'ya baktı. Kızın, yüzünde duran elini tutmuştu. Bileği, prensin ona yıllar önce verdiği safir taşlı bileklik ile sarılıydı. Daena hâlâ takıyordu. Aemond elini indirip kızın bileğindeki takıya dokundu.

"Çocukken de hep böyle söylerdin."

"Hâlâ aynısını istiyorum." Aemond'un gülümsemesi yüzüne yayıldı ve Daena onu bu haliyle nadir gördüğünü fark etti. Aemond kolay kolay gülmüyordu.

"Benden daha iyi bir aday bulamadın mı?" diye sordu Daena. Ellerini Prens Aemond'un boynuna indirdi. Yavaştı dokunuşları. Baştan çıkarıcıydı.

"Zaten en iyisini istiyorum."

"Gerçekten mi? Kraliçe'nin seninle aynı fikirde olduğunu sanmıyorum."

"Anlaşmanın bir yolunu bulursunuz." Aemond kızın haklı olduğunu biliyor ancak halledeceklerine inanmaktan yana düşünüyordu. Çünkü Daena ve annesi onun vazgeçmeyeceği kişilerdi.

"Kraliçe ile ben, anlaşacağız." Daena gülmemek için kendisini tutuyordu.

Hayal etmişti. Kızıl Kale'ye Aemond ile evlenip geri dönerse neler olurdu? Muhtemelen Helaena ile tüm öğlenin kahkaha sesleri ile geçmesini sağlardı. Aegon'u pencereden aşağıya iterdi ve Otto'yu kendi kanında boğardı. Sonra kaosun ortasında Aemond ile sevişir, ertesi gün Kraliçe Alicent'ı kavgaları esnasında yanlışlıkla bıçaklar ve yine Helaena'nın yanına gidip yeni doğan ikizleri ile oynardı.

"Bana diyorsun ama Prens Daemon'u hiç düşünmüyorsun. İzin verir mi?"

"Asla." Daena kahkaha atmıştı.

"Hep böyle ormanda mı buluşacağız?"

"Ormanda buluşmalarımızı sevmiyor musun?" diye soran prenses, kollarını Aemond'un boynuna sardı ve prensin bedenine yaslanırken biraz daha öne bastırdı. "Yoksa korkuyor musun?"

"Amcamdan mı?"

Daena, kurnazca tebessüm ederken, başını salladı. Prensin belirginleşen sertliğine onu zorda bırakmak adına daha çok yaslanıyordu.

"En fazla beni öldürür, değil mi?"

"Muhtemelen." dedi Daena. Sırtının yeniden ağaç gövdesine çarpması ile birlikte soluğu kesildi. Aemond onun tüm giysilerini söküp atmak ister gibi bakarken, Daena istekliydi. Fakat pek vakti kalmamıştı. Gitmeliydi.

"Ölmek için güzel bir sebep olursun." diyen Aemond hiç beklemeden kızın dudaklarına kapandı yeniden. Daena açlıkla hayata geçen öpüşmenin kısa aralarında hem soluklanıyor hem de Aemond'u zora sokan iniltilerini ona duyuruyordu. Sevişmek için tutuşan bedenleri vardı. Aemond yanmak için çok hevesliydi. Ama Daena durdurdu. Dudaklarını uzaklaştırarak Aemond Targaryen'in göğsüne ellerini koydu ve soluklandılar.

"Gitmem gerekiyor." dedi Daena.

"Harrenhal'da kaç gün kalacaksınız?"

"Şimdilik bir hafta diye planladık ama muhtemelen daha uzun sürer. Annem ve Rhaenyra kolay kolay ayrılmaz."

Aemond başını salladı. Nefesi düzene girerken, Prenses Daena'nın yanağına dokundu. Kızın yüzüne düşen gümüş saç tutamlarını düzeltti. Gergindi her nedense. Daena anlamıştı. Harrenhal ziyaretleri sebebiydi.

"Hâlâ kıskanıyor musun?" diye sordu Daena. Prensin asılan yüzüne öpücük bıraktı. Gülüyordu.

"Kıskanmalı mıyım?"

"Jacaerys'i kıskanmak için bir sebebin yok, Aemond. Ancak diyarda bir sürü genç şövalye var ve bazıları beni çok istiyor."

"Onları ziyaret etmeye başlasam iyi olacak öyleyse." dedi Aemond. Henüz belli etmese de Daemon Targaryen'in dilden dile anlatılan tehlikeli özelliği konusunda bilgi sahibiydi ve seneler önce Mhyris Targaryen için onlarca adamın kâbusu olduğunu öğrenmişti. Adamın bu hâlini benimsemiş, kendi için örnek almıştı.

"Şimdiden başlasan iyi olur. Sayıları bir hayli fazla."

Daena, onu iyice kızdırmak için genç prensin aksine konuşuyordu. Ondan kurtuldu ve yerdeki oku ile yayı aldı. Yayını koluna taktı. Kaçırdığı tavşan yüzünden av sayısı beşte kalmıştı ve onları koyduğu ağaç dibinden alarak bu seferlik Aemond'un kazanmasına izin verdi. Prens ile birlikte ormanda yan yana yürüyorlardı. Ejderhalarını Nehirova yoluna giden geniş açıklıkta bırakmışlardı.

"Helaena'nın ikizleri çok güzel, değil mi? Neyse ki Aegon'a benzememişler." dedi Daena. Ailesinden izin alabilme sebebi tam olarak buydu. Helaena'nın birkaç hafta önce doğum yaptığından haberdarlardı ve onu tebrik eden bir sürü hediye yollamışlardı. Daena ise yakın arkadaşı olan Helaena'nın ve bebek ikizlerinin yanına uğramak için annesinden izin almıştı. Ailesi ejderha sırtında Harrenhal'a gidecekti ve genç kız ziyaretinden sonra katılacaktı aile yemeğine. Öyle de yapmıştı. Kaledeki ziyareti, bebekleri görünce uzamıştı. İkizlerden kız olan bebeğe Jaehaera, erkek olana Jaehaerys adı verilmişti. İkisi de anneleri Helaena gibi duru bir güzelliğe ve sakinliğe sahipti. Daena onlarla yakından ilgilenmiş, Helaena ile saatlerce sohbet etmişti. Bu sırada Aemond da onlara katılmıştı ve genç prenses Nehirova'ya giderken, Prens Aemond eşlik etmişti. Sonra ormana inmişlerdi. Avlanmak, yalnız kalmak için bahaneydi.

"Aegon'a benzeselerdi o kadar güzel olamazlardı."

Aynı zamanda güldüler. Bazen Daena elini uzatırdı ve Aemond tutardı. İki elin parmakları birbirine kenetlenir, ayrılmak istemezlerdi.

"Büyükbabamı göremedim. O nasıl?"

"Ölüyor." dedi Aemond. Duygusuzluk yüklü bir cevaptı. Elinden bu kadarı geliyordu. "Yavaşça."

"Onu iyileştirmek için Orlys'e neler yapılacağını sordum. Ama ne yazık ki..."

Aemond onun sözünü kesti.

"Neden iyileşmesini isteyelim ki? Ne yararı var? Boş boş konuşuyor anca."

Daena şaşırmıştı. "O senin baban."

"O sadece Rhaenyra'nın babası. Bizi gördüğünü hiç sanmıyorum."

Patika yoldaki yürüyüşleri sessizleşti. Daena, onun yüksek ve kötü tepkisini düşünüyordu. Aemond'a hak verirdi, Kral Viserys genç çocuklarına yeterli sevgiyi vermiyordu. Daena bu konuda hep farkındalık sahibi olmuştu. Kral onlarla daha çok ilgileniyordu, kızları Mhyris ve Rhaenyra'dan doğan küçük torunları ile. Ama kendi çocuklarının gölgelerin bile görmezdi. Orman dışı yakındı. Ağaçların ardındaki ejderha sesleri duyuluyordu.

"İleride her şey düzelecek, Aemond."

Aemond kendi kendine güldü. Biraz ürkütücü bir gülüştü. "Gelecekte mi? Daena sen iyimser biri değilsin. Sakın öyleymiş gibi davranma."

"Neden bu kadar umutsuzsun?"

"Çünkü Rhaenyra her şeyi batırır."

Daena tek kaşını kaldırdı. "Böyle mi düşünüyorsun? Tacı Rhaenyra takar ancak yönetici kısmında annemin ve babamın etkisi büyük olacak. Ailemiz yönetecek, Aemond. Buna sen ve üç kardeşin de dahilsiniz."

"Rhaenyra bizi öldürtmezse olabilir."

"Otto Hightower ile çok fazla zaman geçirdiğin belli oldu." Daena nefretle göz devirmişti. Sinirlendi. Adımlarını hızlandırdı, Aemond'un önüne geçmiş ve ona sırtını dönmüştü. Sonra prense bağırdı. "Annen seni dolduruyor gibi."

"İkimizin annesi de dost değil, Daena."

"Evet, benim annemin kolunda izini bırakmış bir hançer yarası var." dedi Daena. Elindeki oku sıkıca tutuyor ve ölü tavşanları ona fırlatmak istiyordu.

"Gözümü alan piçin yanındasınız."

Daena aniden Aemond'a dönüp tüm gücüyle bağırdı. "İkiniz de aptaldınız."

"Ben artık aptal değilim."

"Hepimizin arada kaldığını görmek istemiyor musun?" diye sordu Daena. Kavgayı severdi ama aile içinde olan kavgalar onu rahatsız ediyordu. Otto ve Kraliçe Alicent da ona rahatsızlık veriyordu ancak aile için boğazlarını kesmeyi erteleyebilirdi.

"Görmek ile ilgili sorunlarım var."

Daena pes ederek alnına vurdu. Ona yeniden sırtını döndü ama yürümeye devam etmeden önce bekledi. "Kavga etmek istemiyorum, özellikle seninle."

"Buluştuğumuz zaman ailelerimizin sorunlarını konuşmayalım o halde."

Daena derin bir nefes aldı. Aemond ise ilerleyerek kızın yanından geçti. Prensesi geride bırakarak ağaçların oraya yürümeye başlamıştı. Daena onun bu tutarsız hallerine alışkındı ama bazen bıkkın hissederdi. Kalbini duymuyor olsaydı, Prens Aemond'u öldürürdü. Bazen ona sinir oluyordu. Genç prenseste yürüdü. Ormandan çıkana kadar sessizce ilerlediler ve onları yan yana uzanan Silverwing ile Vhagar karşıladı. Tavşanları çerez gibi yuttular ve binicilerini izleyen soğuk gözleri dikkatliydi.

"Yarın Daerys ile biraz dolaşacağız."

"Yanınızda kimlerin olacağını tahmin edince, size katılmam herhalde." dedi Aemond. Ejderhasını doğru ilerledi ve Vhagar'ın eyer ipini tuttu.

"Güzel! Kalende otur ve annenle çay iç öyleyse." diye bağırdı Daena. Deri eldivenlerini giyindi ve eyer ipinden tırmanmaya başladı. Hızlıydı. Sinirli olunca hızlandırdı. Silverwing'in sırtı bile onu sakinleştirememişti. Prensin olduğu tarafa doğru baktı.

Aemond onu izliyordu.

"Ve biraz büyü artık!" diyerek tekrar bağırdı Daena. Onunla birlikte gümüş ejderhası Silverwing kükredi. Prensin izlediğini bilerek ejderhasına komut verdi ve Silverwing kanatlarını açtı. Vhagar'a sırtını yaslamış Aemond'un bakışları arasında Silverwing ve genç prenses gökyüzüne yükseldi.

Harrenhal'a gidiyordu.

*

"Daena, nerede kaldın?"

"Zamanı unutmuşum, özür dilerim. Helaena ile ayrılamadık anne." dedi Prenses Daena. Üzerindeki toprağı silkeledi ve koşturarak kaleye girdi. Silverwing'i diğer ejderhalar ile bir arada, kalenin dışında bırakmıştı ve kapıda onu bekleyen annesine koştu.

Güneş batmak üzereydi. Mhyris ve Daemon, ailesi ile Harrenhal'daki odalarına yerleşmişti. Akşam yemeği vakti gelirken, Daena'nın da onlara katılması ile yemek salonundaki ön hazırlık hızlanmıştı. Yıkıntı kuleleri zamanla onarılan ve hâlâ tamir işleri devam eden diyarın en büyük kalesi, içeriden de oldukça iç karartıcı olur diye düşünmüştü Mhyris. Fakat kız kardeşinin tüm kaleye el attığı belli oluyordu. Kızı Daena ile birlikte üst kattaki odalarına çıkan Kızıl Prenses, kalede ejderha kanlarına dair birçok iz görüyordu. Koridorlara konulmuş heykeller Strong ve Targaryen aileleri için ortaktı. Rhaenyra kendi evindeki her detayı düşünmüştü. Duvarlardaki tablolar Valyria'lı atalarına dair izleri taşırken, Strong hanesinin figürleri ve yedi inancına ait ufak tefek semboller vardı.

Ejderhanın nefesi, Harrenhal'ın tüm lanetine ışık tutmuş gibiydi. Rhaenyra Targaryen de olabilirdi elbette bu ışık.

Akşam yemeği için salona gitmeden önce Prenses Rhaenyra, üç aylık olan Iris'i kucağından düşürmemişti. Kızıl saçlı bebeği kendisi ile birlikte kalede gezdirmiş, küçük oğlu Joffrey'nin onu kıskanmasını sağlamış ve Daemon'un nihayet hedefine ulaşması ile ilgili bir şaka daha yapmıştı aylar sonra. Prens Daemon bu durumla sahidende gurur duyuyordu. Hatta kaleyi ona gezdiren Lord Harwin Strong'a, çok fazla oğlan çocuğuna sahip olmanın sıkıcı olduğu konusunda uzun bir konuşma yapmış ve kızları olmadığı için Harwin'i epey sıkıcı bir adam olmakla itham etmişti. Daemon'un üslubuna alışkındı neyse ki Harwin. Onunla, kızlarının evlilik vakti ile alakalı konuşarak Daemon'u sinirlendirmişti. Oğulları ile Prens'in kızlarını aynı cümlede kullanmış ve onları nişanlamayı bile teklif etmişti. Mhyris yetişmeseydi eğer iki adamın kılıçlarını çekmesi yakındı. Yalandan bir düello keyifli olabilirdi ama Prens Daemon, kızları konusunda sahiden de hassas bir adamdı. Eğer Harwin'in oğullarından biri cesaret ederse, kılıç figürlerini onun üzerinde denerdi.

Neyse ki prens ve lord kavga etmeden akşam yemeği için Rhaenyra herkesi salona çağırmıştı.

"Öyle açım ki!" Mhyra, koşturarak, aldığı tüm asalet derslerini unutup salona herkesten önce girdi ve masa etrafında dönmeye başladı. Jacaerys nereye oturacak diye bekliyordu ve genç prens yerine geçince, Mhyra da hemen boşta kalan diğer yanını kaptı. Prens Jacaerys ona sandalyesini çekti diye yüzünde hemen neşeli bir gülüş belirmişti. "Teşekkür ederim." dedi. Yerine oturdu ve birkaç ayda oldukça değişen -prensin boyu uzamış, kolları gelişmiş ve daha özgüvenli durmaya başlamıştı.- Jacaerys'in ayağına daha şimdiden vurmaya başladı.

Herkes sohbet ederek yerlerine geçti. Lord Harwin ve Prens Daemon daha çok kavga etmemek için eşlerinin iki yanına oturmuşlardı. Rhaenyra servis için hizmetlilere işaret verdi. Mhyris çocuklara oyalanmasınlar diye çabuk yerlerine oturmalarını söyledi. Oğlu Daerys'in hediye ettiği küpeleri takıp doğumdan sonra ilk kez adadan uzağa gitmişti. Kardeşini ve onun ailesini de gördüğü için artık Mhyris'in keyfine diyecek yoktu. Lucerys ve Maerys hiç uslu değillerdi. Tek başlarına utangaç olan iki genç çocuk, bir arada olunca yaramaz birer ejderhaya dönüşürdü. Birbirlerini iterek sandalyeyi çekiyor, çelme takıyorlardı. Kahkahaları sakin ama bitmek bilmezdi. Daerys gelerek onların ensesine sert bir tokat indirdi ve iki genç çocuk sızlanarak oturmuş ama bu kez de yerlerinde yaramazlık yapmaya başlamışlardı. Kadehlerini ellerine alarak birbirlerini taklit etti ikisi de. Fakat kimleri taklit ettiklerini sadece kendileri biliyordu. Daerys'in hemen ardından Daena masaya geçti, Jacaerys'in diğer yanına oturdu. Ona doğru soru sorar gibi bakan babasına gülümsedi sadece.

"Joffrey gelmeyecek mi?" diye sordu Daerys. Küçük Strong ile güreşmekle tüm öğleni geçirmişti. Tuhaf biçimde, bebekler ve çocuklarla anlaşıyordu.

"Iris'in yanında uyuyakaldı." diyerek yanıtladı Rhaenyra. Gülüyorlardı hep bir ağızdan.

Aile üyeleri geldiği için Rhaenyra'nın hazırlattığı masa dopdoluydu. Yemek servisleri yapıldıktan sonra ilk önce Lord Harwin Strong birlikleri adına kadeh kaldırdı ve iki ailenin üyeleri ona eşlik etti. Sonra yemek yemeye geçtiler. Yetişkinler sohbet etmekteydi ve yavaş yavaş yiyorlardı. Ama genç tarafta bir açlık söz konusuydu. Prens Daerys önüne konulan butları açlıkla yerken bir yandan da yan sırasındaki kardeşi Maerys'in önünden etli böreği çalıyordu. Lucerys ağzını doldurmuş, üzerine şarabını içiyordu. Jacaerys'in çatal kullanması fazla abartılı nezaket olarak görülebilirdi. Çünkü iki yanını sarmış gümüş saçlı prensesler bile hiç kibar değillerdi. Yemekler lezizdi.

"Hobert'ın ölümünden sonra yerine büyük oğlu Ormund Hightower lord olmak için yemin etti." dedi Harwin. Şimdiden siyaset konularına girmişti adamlar. "Ama Kral Viserys'in törene gelmediğini öğrendim. Yerine vekili olarak Otto'yu yollamış."

"Durumu iyice kötüleşmiş olmalı."

Mhyris'in cümlesini duyunca Prenses Rhaenyra boğazını ıslatmak zorunda hissetti ve bir yudum şarap içti.

"Daena, kaleye gittiğinde büyükbaban ile görüştün mü?" diye sordu Mhyris.

Gözler üzerine dönünce Daena sakin kaldı. "Hayır, odasındaydı ve müsait olmadığını söyleyip izin vermediler. Konseye bile katılmamış. Kraliçe'nin onun yerinde oturduğunu öğrendim."

"Kancık fırsatı hiç kaçırmıyor." diye mırıldandı Daemon. Çocukları buna baya gülmüştü. Hatta Daerys kadeh kaldırdı.

"Diyarın başsız yılanlarına!"

Ona sadece babası Daemon eşlik etti. Aile masasında böyle tatsız konuları konuşmayı seven sadece ikisiydi ve Hobert Hightower ve Yüce Septon'un infazını hatırlamadan geçtiler. Kadeh daha güzel şeyler için kalkmalıydı.

"Yeni seçilen Yüce Septon'u gördün mü, Harwin?"

"Epey yaşlı bir adam, prenses." dedi Lord Harwin. Mecburen Kızıl Kale'de yapılan yeni Yüce Septon'un yemini törenine katılmıştı tek başına. Sıkıcı bir akşam olmuştu. "Sorun çıkarmaz."

"İsterse çıkarsın." dedi Daerys, kendi kendine. Kadehinin ardında kurnaz gülüşü saklıydı. Jacaerys ile göz göze geldiler. Yakın arkadaş oldukları için yaptıklarını ona anlatmıştı Daerys.

"Pekâlâ, bu masada daha fazla Menzil haneleri hakkında konuşmayı herkes için yasaklıyorum." dedi Rhaenyra ve içinde Hightower ismi geçmeyen bir konu bulmalarını istedi. Sohbetlerini Nehirova'ya çevirdiler.

"Blackwood hanesi biraz kızgın diye duyduk." dedi Prens Daemon. Sinsi sinsi gülüyordu. "Her zaman ki gibi."

"Stark'lar yüzünden." dedi Harwin.

"Lord Cregan'ın ricasını kabul ettin ve yine sen uğraşıyorsun, Harwin." diyen Rhaenyra, gülerek yanındaki Mhyris'e olup bitenleri daha detaylı anlatmaya başladı.

"İki kuzeni adına da gelin adaylarını buldu. Blackwood'lar ve Bracken'lar ise epey hevesliydi." Lord Harwin'in olayları anlatmaya başlaması ile bazı gençler dinliyordu. Özellikle Daena'yı ilgilendiren kısımlar vardı.

"Duymuştunuz zaten. Benjen Stark'ın düğünü geçen ay Kışyarı'nda oldu ve Bracken hanesinden bir kızla evlendi. Fakat Brandon Stark son anda nişanı bozmuş ve Blackwood hanesi delirdi. Toprak yüzünden zaten kavga etmeye heveslilerdi, şimdi de Stark hanesinin Bracken'lardan kız almasına gücenen Blackwood'lar ile uğraşıyorum."

Daemon onunla alay eden birkaç laf etti ve kahkaha atıyordu. Yetişkinler bu konuyu konuşmaya devam ediyor, Daerys ise şaşırmıyordu. Brandon'un evlenmeyeceğini zaten biliyordu, tüm bunlar olmadan önce konuşmuşlardı. Fakat Daena daha yeni öğrenmişti ve Jacaerys, kıza doğru başını uzatıp ona laf etmeye başladı.

"Evlenmemiş." diye fısıldadı Jacaerys. Gülmeye ara veremiyordu. Kadehi ile yüzünü gizlemeye çalıştı ancak Daena yine de ona dirseği ile vurdu.

"Kapa çeneni, Jace!"

"Üzülmene gerek kalmadı işte." Prens Jacaerys kadehi masaya bıraktı ve hiç umursamadan arkasına yaslanıp kıza takılmaya devam etti. "Hâlâ boşta."

"Niye üzülecekmişim?" Daena kaşları çatılmış bir hâlde Jacaerys'e bakıyor, masadaki aile üyeleri duymasın diye sesini alçak tutuyordu ama kızmaya başladığı için bu biraz zor olacaktı.

"Ondan hoşlanıyorsun."

"Brandon Stark'tan mı? Hayır! Bana göre biri değil o. Hem sen uydurmayı keser misin? Nereden çıktı bu fikir?"

"Bari bana yalan söyleme, Daena. Her mektubunda ona laf ediyorsun. Senin huyunu biliyorum." dedi Jacaerys. İki kuzen sık sık mektuplaşırdı. Birbirleri için çok yakın iki arkadaş olmaları ve çoğu konuda anlaşmaları, yıllar geçip onları büyüttükçe bile kaybolamazdı.

Daena masadaki sohbetin hararetine bakarak rahatladı. Kimse onlara kulak açmamıştı. Genç kız elindeki çatalını bırakıp Jacaerys'e yaklaştı. "Eğer biraz daha Brandon Stark konusunu açarak beni kızdırırsan, gözünü morartırım."

"Dene de görelim." Jacaerys sırıtmaya başlamıştı. Meydan okur gibi yüzünü Daena'ya yaklaştırıyor, vurması için yanağını çeviriyordu. Kızın öfkelenen bakışları bıkkın bir hal alırken, Jace'e vurmak için eli yumruk hâlini almıştı. Ama onları gören Mhyris gecikmeden ikisini de uyardı.

"Kavga etmek yok." dedi Kızıl Prenses. Masadaki herkes iki gence baktılar ve Maerys, yanındaki Lucerys ile birlikte onlarla dalga geçer gibi gülmekteydi. Mhyra, Jacaerys'in diğer yanında yeri olduğu için konuşmaları duymuştu ve masa altından Jace'in bacağına vurup açıklaması için uyardı. Daerys ise pek oralı değildi. Eğer ikisi kavga ediyorsa kimin kazanacağını bildiğinden, rahat rahat yemeğini yiyordu.

Jacaerys ve Daena kendi tabaklarına dönerek hemen açıkladılar. "Sadece konuşuyorduk." dedi Jacaerys. Gözleri Prens Daemon'u bulunca ve adamın ciddi bakışını görünce, ona tebessüm ederek yemeğine döndü. Daena hiçbir şey söylememişti. Sadece Maerys'in ve Lucerys'in gülmeyi kesmeleri için her ikisine de yemek bıçağını göstermişti.

"Brandon'un gece nöbetçilerine dahil olma gibi bir planı var aslında." dedi Daerys. Gözler ona döndü. "Kararını vermedi henüz. Lord Cregan da onay vermiyor ancak Brandon düşünüyor. Muhtemelen bu yüzden evlenmedi."

Daena tabağına bakmaya çalıştı ama annesi ile göz göze gelmişti. Mhyris, kızının bir dönem düştüğü ikilemden haberdardı. Daena'nın üzerinden bu akşam Aemond'un kokusunu alıyordu ama Brandon Stark hâlâ konuşulması gereken bir isimdi. Aralarında sırdı.

"Daerys'i bu konuda ikna ettiğimiz için şanslıyız." dedi Daemon. "Kendi çocuklarımı tanrıların bile unuttuğu o yere gönderecek kadar delirmedim."

Tüm yetişkinler onayladı.

Prens Daerys ise sessizdi.

"Bu arada, Helaena'nın bebekleri çok tatlı. Mutlaka tanışmalısınız." diyerek konuyu değiştirdi Daena.

"Alicent'ın yüzünü görmemek için kız kardeşimin yanına bile gitmiyorum. Ne mükemmel bir ablayım, değil mi?"

Herkes Mhyris'e itiraz etmişti.

"Aegon piçinden çıkmış çocukların nesini göreceğiz?" Prens Daemon'un abartılı tepkisi uğultuları yükseltti.

"Helaena'yı asla es geçemezsin, amca." dedi Rhaenyra. Onu azarlamıştı hatta. İkisi ağız dalaşına girince Harwin ve Mhyris susmaları için uğraştı. Başarı sağlanınca masa yeniden sakinleşti. Geriye Lucerys ve Maerys'in onlarla alay eden kahkahaları kalmıştı. Bir de Prens Daerys'in sessizliği. Tabağında kalan yemekleri bırakmıştı. Arkasına yaslanarak içiyordu sadece.

"Bebekler Helaena'ya benziyor zaten. Aegon'dan hiçbir özellik almamışlar." Daena çatalındaki ezilmiş patatesi ve narı ağzına atarken tepkileri izledi.

"Bir de utanmadan büyükbabamın adını vermişler." dedi Prens Daemon.

"Neden sinirlendin? Yoksa ilk doğan erkek torununa bu ismi mi vermeyi düşünüyordun?" Lord Harwin, alay etmeye hazır bir şekilde Daemon ile bakıştı.

"Evet, olabilirdi."

"Mesela ben çok ileride..." derken beş yıl sonrasından bahsediyordu Mhyra. "...oğlum olursa Jaehaerys ismini ona vermek isterdim."

Kimse kızdan böyle bir laf beklemezdi ve herkes ona baktı. Prens Daemon'un gözleri kısılmıştı. Mhyris ve Rhaenyra ise şaşkınlıktan gülerken, ağızları açık kalmıştı. Daerys kadehini kız kardeşi için uzattı ve açık sözlülüğü için onu destekledi. Daena asla çocuk yapmam diye söylenirken; Maerys, ikizine eğer anne olursa küçük bebeğe üzüleceğini söyledi.

"Sen bebeği uyutamazsın bile. Iris'i uyutamadın diye ağladın, Mhyra."

Lucerys karnını tutarak gülüyordu.

"Hiçte bile!" Mhyra masaya vurarak ikizine karşı çıktı. "Yorulmuştum."

"Ayrıca Iris ağlayınca hemen odadan kaçıyorsun." diyerek ısrar etti Maerys.

Mhyra tabağını ikizine fırlatmak için hamle yapacaktı ki, Jacaerys kızı acele edip durdurdu. "Bence gayet iyi bebek bakabilir." diyerek prensesi destekledi ve bu yaptığı ile Mhyra hemen neşeli haline geri döndü. Jaehaerys ismini zaten Prens Jacaerys ile uyumlu diye seçmişti genç kız. Ama henüz planını kimseye anlatamazdı.

"Sen yemeğini ye, küçük hanım." dedi Prens Daemon. Kızı ona uzaktan bir öpücük yolladı.

"Evet, nasıl olsa tüm damat adayları baban tarafından öldürülecek." dedi Rhaenyra. Hepsi kahkahaya boğuldu.

"Ama birini kabul etmek zorundasın, baba." Mhyra gözlerini kırpıştırdı ve babasına tatlı görünmek konusunda hiç zorlanmadı.

Daemon bu gidişle erken öleceğini söylerken, Mhyris ona destek olmak konusunda gerçekçiydi. Kocasının başını omzuna yasladı ve onun kabul etmekten aciz bir çocuk olduğundan bahsederek herkesi güldürdü.

"Gülmeye devam etme, Harwin. Bir gün kızın olursa seni de göreceğim."

Daemon'un gerçekçi hatırlatması ile Lord Harwin Strong kabul etmişti ve Rhaenyra ile birbirlerine baktılar. Üç oğlandan sonra kız çocuğu isteklerini biliyorlardı.

"Ama lütfen, kız kardeşim olursa ona Mhyra bakıcılık etmesin." dedi Luke. Kızı sinirlendirmek konusunda yakın dostu Maerys kadar becerikliydi. İki düşük çeneli arkadaş, genç Mhyra'yı kızdırdı ve yemek boyunca kız onlara nar taneleri atmakta çareyi bulmuştu.

Harrenhal kalesi o akşam canlıydı.

Kara laneti, ejderhaların varlığında kaybolmuş gibi görünüyordu.

🐉

Bu iki aile ile akşam yemeği masasında sohbet etmek terapi gibi gelirdi valla. Daemon ve Daerys'in arasındaki sandalye benim ona göre 😂

Daena ve Aemond alev alır, söndüremeyiz diyenler?

Peki Mhyra aşkım her istediğini alır diyenler?😎

Bu arada; kitabı hâlâ okuyan, yıldız tuşuna dokunmaya üşenmeyen ve fikirlerini belirten herkese çok teşekkür ederim. Yazma hevesim azaldığında sizin bölüm beklediğinizi düşünüp hemen kolları sıvıyorum ve Wattpad'e sizin için ara vermiyorum. Desteğiniz için çokça sevgiler.💘

Öptüm!

Continue Reading

You'll Also Like

1.1K 88 4
FS 107 yılının 8. ayının 25. gününde, Asi Prensin karısı bir kız çocuğu doğurdu. Büyük Septon tarafından vaftiz edildi, kulağına ise yüzyıllar boyunc...
6.4K 479 13
Sevgilim Dedim ki; Senin aşkın Tehlikenin karşısında dikilirken hiç korku hissetmemek gibi, Onu çok istediğinden dolayı... Gerçek aşkından gelen Bir...
1.8K 58 11
He is my safe place. I'm just dreaming about him, nothing more...
17.2K 2.4K 50
𝘿𝙖𝙚𝙣𝙮𝙨 𝙏𝙖𝙧𝙜𝙖𝙧𝙮𝙚𝙣. Herkes yeni vârisin kim olacağını konuşmaya başladı. Bir çoğuna göre yeni vâris belliydi. Bu sırada tanrıların şahit...