KURALSIZ

By suleeterzi

10.6M 259K 65K

"Bu gece kapılarını iyi kilitle." Kalbim göğüs kafesimi delip geçecek derecede atarken kulaklarımda söyledikl... More

1.BÖLÜM "CANINI SEVİYORSAN KAÇ"
2.BÖLÜM "FAZLA SORU SORMA"
3.BÖLÜM "TEHLİKELİ SOKAKLAR"
4.BÖLÜM "DOKUNMA HASTALIĞI"
5.BÖLÜM "AĞZINDAKİ YÜREĞİ ÇIKART"
6.BÖLÜM "BUZ MAVİSİ"
7.BÖLÜM "VUKUAT VAR"
8.BÖLÜM "R8 SÜRÜŞÜ"
9.BÖLÜM "VUSLAT'IN ANAHTARLARI"
10.BÖLÜM "YAKAN NEFES"
11.BÖLÜM "KEHANETE VEDA"
12.BÖLÜM "KEHANET'İN PARTİSİ"
13.BÖLÜM "SADECE SANA İHTİYACIM VAR"
14.BÖLÜM "ŞAH GELİYOR"
15.BÖLÜM "SİNİR KRİZİ"
16.BÖLÜM "ALAZ VS AZAD"
17.BÖLÜM "DENEY TAHTASI"
18.BÖLÜM "SEVMENİ İSTEDİM"
19.BÖLÜM "SELENAY'IN İLK GÜNÜ"
20.BÖLÜM "BAL TADI"
21.BÖLÜM "SENİ UZUN SÜREDİR BEKLİYORUM"
22.BÖLÜM "BENDE RÜYALARIMDA SENİ GÖRÜYORUM"
23.BÖLÜM "MESİH'LE YÜRÜYÜŞ"

SEZON FİNALİ "UÇURUM"

183K 8.6K 1.4K
By suleeterzi

İYİ OKUMALAR DİLERİM 💐

''Elis, pembe bikinimi verir misin?'' İkili koltuğun dibinde bulunan bavula bacaklarımı uzatmış, kitap okurken Lidya'nın sesini işitmiştim. Kaldığım sayfayı kaybetmemek için ayrık şekilde koltuğun tepesine yerleştirdikten sonra tek bacağımı yere indirip diğerini bavulun arkasına sıkıştırdım.

''En küçük gözde, askılılarımın altında...'' Dışa doğru olan fermuarı açıp askılıları bozmadan kaldırıp bikinisini çıkartıp eşyalarını eski düzeninde bırakarak fermuarını kapattım. Bikiniyi elimde yuvarlayarak saçlarını tarayan Lidya'ya doğru attım.

Gülümsedi. ''Teşekkür ederim.'' Bavulunu kaldırıp yere koyduktan sonra tekrar kitabımı okumaya devam ettim. Uzun saçlarındaki karışıklığı düzeltmiş olacak ki, bikinisini alıp odadaki banyoya girdi. Kısa süre sonra çıkıp boy aynasında kendisine bakıp önüme geldi.

''Elis, sence nasıl olmuşum?'' Göz kapaklarımı kaldırarak ona baktığımda kirpiklerimin kaşlarıma battığını hissettim. Hoş gözüküyordu. ''Çok yakışmış...'' Düşünceli bir şekilde aynaya döndü elini beline atıp yan dönüp belini incelemeye başladı. Kitap okumaya devam ederken bulunduğu kısma bakmasam da yaptıkları hissediliyordu. Tekrardan bana doğru döndü.

''Emin misin, göbeğim çıkmış sanki.'' Oflamamak için dişlerimi birbirine bastırdım hiçbir zaman takıntılı kızlardan olmamıştım. Tekrar ona bakıp belini inceledim.

''Göbeğin yok ki Lidya?''

''Sen gelmeyecek misin?''  Anlaşılan kitabımı okuyamayacaktım. Sert bir şekilde kapatıp belimin yanına koydum.

''Nereye?'' İlerleyerek komodinin üzerine koyduğu plaj çantasını alıp içindekileri kontrol etmeye başladı.

''Çatışmaya! Nereye olacak Elis? Tabi ki plaja...'' Bacaklarımı yere indirerek koltukta oturur hale geldim.

''Eşyalarımızı bir yerleştirseydik?''

''Gelince yaparız hadi hazırlan.'' Kalkarak bavuluma doğru ilerledim.

''Şeyda Nerede?''

''Kapının önünde dolanıyordu, söyleyeyim de o da hazırlansın. Giyeceklerimi alarak banyoya girdim. Üzerimdekileri çıkartıp siyah, sırtı açık olan mayomu giyip altına mini, siyah şortumu da geçirdikten sonra saçlarımı elimde düzeltip çıkarttıklarımı kirliye attım. Odaya geçtiğimde Lidya yoktu. Siyah baskıları olan beyaz bir tişört giyip, plaj terliklerimi de ayağıma geçirip çantaya iki havlu atıp Şeyda'nın şapkasını, kendi güneş gözlüğümü da elime alarak odadan çıktım.  Merdivenlerden inerken Çağın da çıkıyordu. Eve ilk geldiğimizde bizi çapkın çocuk Çağın karşılamıştı. Bakışları açık bir şekilde üzerimde gezindikten sonra sırıttı. ''Bende seni almaya gelmiştim.''

''Gördüğün gibi, kendim inebiliyorum.'' Boş bakışlarımı üzerinden çekip inmeye başladım. Posta koymama sevinmiş gibi gözüküyordu. Şeyda da aşağıda beni bekliyordu "hazır mısın?''

''Evet.''  Hep beraber evden çıktıktan sonra arkası açık bir arabaya doğru ilerledik. Arabanın Tibet'in olduğunu duysam da Çağın sürücü koltuğundaydı. ''Sen öne gel güzelim.'' Baygın bakışlarla suratına baktıktan sonra çantamı arka tarafa fırlatıp ardından kendim tırmandım. Sera bacaklarını uzatmış oturuyordu, sırma gibi saçlarını tek omuzun da toplayarak gülümsedi. ''Umursama, her kıza karşı böyle davranır.'' Omuz silkerek bacaklarımdan tekini uzatıp tekini kendime doğru çekip üzerine kolumu koydum. ''Öyle yapıyorum.'' Sera bana fazla samimi gelen bir kızdı, altında bir şey aramasam da entrikam tutuyordu arada. Boş kısmın en dibinde Carmen, neredeyse Tibet'in üzerine çıkmış vaziyetteydi. Fazla yapmacık hareketleri vardı, gözüm Carmen'i hiç tutmamıştı.

''Kaç yaşındasın Elis?'' Sera'nın sesini duymamla tekrardan ondan tarafa döndüm.

''On dokuz, ya sen?''

''Yirmi iki.''

''Okuyor musun?'' Gülümsedi. Carmen gibi aylak aylak gezdiğini düşündüğümü anlamıştı. Elimi havada savurup konuşmaya çalıştım. ''Ah, yani okumaya devam ediyor musun?'' Başını sorun değil anlamında salladı.

''Sıçıp sıvazlayamadın.'' Yanımda oturan Lidya birden üzerime doğru eğilip fısıldayınca irkilmiştim. Kulaklık taktığı halde bu tarafı dinliyordu. Suratımı buruşturup tekrardan Sera'ya döndüm.

''Hukuk okuyorum canım, ya sen?''

''Oldukça iddialı bir meslek...'' Boğazımı temizledim. "Ben, hazırlık okuyorum.''

''Peki, ne olmak istiyorsun?'' Sesi oldukça ilgili çıkmıştı. Kaşlarımı kaldırarak gülümsediğimde kafamı kucağıma eğmiştim. ''Annem ne isterse artık...'' Sesim isyan dolu muzip bir homurtuda çıkmıştı. Kafamı kaldırdığımda inanamazcasına gülüyordu.

''Ne?'' Dedi tek kaşını kaldırarak. ''Ciddi misin?''

''Evet.'' Lidya kafasını başıma dayadı. ''Hem de fazlasıyla ciddi. O bizim ana kuzumuz.'' Böyle hitap edilmesinden hoşlanmıyordum.

''Ya sen? Sen hangisini isterdin?'' Dudaklarımın kenarları yukarıya doğru kıvrıldığında gözlerim parlamıştı. Benim istediğim mi? Cidden bu birileri için önemli miydi? Ben... Başkaları değil, ben ne olmak isterdim? Belki dansçı, belki modelist, belki stilist... Belki de hepsi bir arada. Evet, modelist ve stilistliği bir arada yapabilir, dansı da hobi olarak devam ettirebilirdim. Tabi, ben olsam öyle yapardım. Fakat bu kavram yanlıştı. Ben yoktum. Doğduğumdan beri yoktum. ''Stilist olmak isterdim.'' Gözleri ışıldadı.

''Vay canına, ciddisin! Çizimlerini görmek istiyorum. Eve gidince birkaç şey karalar mısın?'' Surat ifadem fazlasıyla gerildiğimi gösteriyordu. Yutkunarak yumruk yaptığım sağ elime baktım. Avucumun içini açtığımda minik pembeliğin anlamı bende çok büyüktü. İnsanlar izin vermese bile, güçlü kal. Sadece güç. Suratımı kaldırdığımda gülümsüyordum.

''Aslında bakarsan... Görülmeye değer bir çizim yeteneğine sahip değilim, benimkisi sadece istek.'' Başını sallayıp telefonuyla ilgilenmeye başladığında gözlerini kısarak beni inceleyen Lidya'ya doğru döndüm. Suratlarımız fazla yakındı. Çatık kaşlarıyla yumruk yaptığım elimi inceliyordu. ''Avucuna ne oldu?'' Dedi bakışlarını çekmeden.

''Küçüklük kazalarından biri.''Diyerek geçiştirsem de ciddiyetini bozmamıştı. Araba plajın yakınlarında durduğunda arka kısımda fazlasıyla kalabalık olduğumuzu bir kez daha idrak ettim. Carmen öne oturabilecekken çantalarını öne bırakıp inatla Tibet'in yanını tercih ederek bizi sıkıştırmıştı. Aşağıya indikten sonra güneş gözlüğümü takıp Şeyda'nın peşinden ilerlemeye başladım. Yanında Ulu vardı. Sarışın, uzun boylu geniş omuzlu bir adamdı. ''Uluyla yakışıyorlar ha? Ne dersin.'' Lidya'nın dedikleriyle onları tekrar incelemeye başladım. Dudaklarımın kenarları yukarıya doğru kıvrılmıştı.  ''Kesinlikle.'' Plaja geldiğimizde çantalarımızı şezlongların yanına koyduk. Şeyda hala Uluyla konuşuyordu.

''Satıldık.'' Lidya durumdan memnun olduğu belliydi. O da benim gibi Şeyda'nın kafasını dağıtmasını istiyordu.

''Halimden memnunum.''

''Bende.'' Diyerek üzerindeki elbiseyi çıkartmaya başladı.

''Hadi gel, denize girelim.'' Önümdeki maviliğe bakarak iç geçirdim.

''Girmek istediğimden emin değilim.''

''Korkuyor musun?''

Kafamı iki yana salladım. ''Ah, hayır. Sadece tenim fazla beyaz. Kızarmak istemiyorum.'' Çıkarttığı elbisesini çantasını yerleştirip kremler çıkartmaya başladı.

''Bakalım senin işine hangisi yarar...'' Kendi kendine mırıldanarak üzerlerini okumaya başladı. Bronz bir kabı olan kremde karar kılmış olacak ki kapağını açtı.

''Sadece biraz koyulaşabilirsin. Kızarmayacağına garanti verebilirim. Hadi, tişörtünü çıkart.'' Üzerimi çıkarttım. Ayağa kalkarak kremi suratım dahil olmak üzere açıkta kalan tenime sürdü. ''Ben yardım etseydim.'' Çağın'ın sesi fazla içli çıkmıştı. Geldiğimizden beri ondan rahatsız olduğumu Lidya da anlamıştı.

''Sana hiçbir konuda ihtiyacımız yok Çağın. Rahat bırak bizi.'' Neyse ki konuşmama gerek kalmadan Çağın gitmişti. ''Teşekkür ederim.''

''Ne demek, yılışık erkekleri bende sevmem. Ve... Bitti. Sen de bana sürer misin?''

''Tabi.'' Lidya'nın kremini de sürdüğümde Sera'nın hazırladığı kahvaltı sofrasına doğru ilerlemeye başladık. Çok hoş bir çardaktı. Plajda açılan şarkılar, kafa dinlemek için geldiğim yerin havasını bozuyordu. Bir şeyler atıştırdığımda Lidya da ayaklanmıştı. ''Hadi Elis, denize girelim.'' Şeyda kafasını Ulu dan çekerek bize baktı.

''Ben birazdan size katılacağım.'' Gülümsedim.

''Sorun değil, kafana göre takıl. Biz denizdeyiz.'' Lidya'yla masadan uzaklaşıp denize doğru ilerlemeye başladık. ''Carmen hep böyle yılışık mıdır?'' Suratını buruşturdu.

''Hem de nasıl. Tibet de şikâyetçi durmuyor.''

Kıkırdadım. ''İhtiyaçlarını karşılıyor, neden olsun ki?''

''Haklısın.'' Ayaklarımız suya değmeye başladığında ürpermiştim.

''Ah... Buz gibi!'' Sıcakken birden soğuğun içerisinde olmak hoşuma gitmişti. Dudaklarımı ıslatarak Lidya'dan önce davranıp ilerledim. ''Nasıl farklılığı bu kadar kolay kabul edebiliyorsun?'' Su, karnıma kadar geliyordu. Lidya'ya baktığımda hala dizlerinin altında olduğunu gördüm. Elimi ona doğru savurduğumda çığlık attı. ''Çok soğuk!''

''Gel buraya. O şekilde kendine işkence ediyorsun.''

''Söylemesi kolay! Vücudumuz fazla sıcak ve bugün su anormal şekilde soğuk, bana örnek ol ve içine dal.'' Gülümseyerek suya baktım. Bu, benim en sevdiğim şeydi.

''Neden olmasın?'' Dedim ve birden suyun içerisine balık gibi kıvrılarak daldım. Üzerinde çok iyi yüzemesem de su altı dalışlarında fena sayılmazdım. Belimi ve bacaklarımı hareket ettirerek ilerleyip tekrar yüzeye çıktığımda kısa sürede Lidya'yla aramda mesafe olduğunu gördüm. Kaşlarını kaldırarak bana bakıyordu. Ayaklarımın yere değmemesini çok umursamadan ona seslendim. 

''Suya girmeyi düşünüyor musun?'' Elini suya daldırıp dudaklarını büzdü. Tekrar suyun içine dalıp ona doğru yüzdüm. Bir süre sonra içinden çıktığımda su belimin altına kadar geliyordu. Bundan sonrasını yüzmem komik olacağı için ona doğru yürüdüm. Geriye doğru adım attı. ''Sakın!'' Güldüm.

''Seni bu işkenceden kurtaracağım.''

''Elis lütfen!'' Bileğinden tutarak zoraki adımlar attırdıktan sonra omuzlarına sarılarak onu suyun altına çektiğimde çığlığı suya karışınca kaybolmuştu. Kafasını kaldırdığında dişleri birbirine çarpıyordu. ''Sıcak değil.''

''İçine dalış yap. Yoksa üşürsün.'' Dediğimi dinleyip çok iyi olmasa da içerisinde yüzüp çıktığında daha iyi gözüküyordu. Bende yanına gittim. ''Şimdi nasılsın?''

''Daha iyi. İlerideki kayalara kadar yarış yapalım mı?'' Uzaklık gözümü korkutmuştu. Parmak uçlarımın altında toprağı hissetmemek paniklememe neden olabilirdi.

''Yarışacak kadar iyi yüzmüyorum.''

''Hadi ama şampiyonluk maçı yapmayacağız.'' Diyerek suyun altına dalınca gerildim. Kafamı çevirip kumsala baktığımda herkes kendi halindeydi. Yanlarına gitsem sıkılacaktım. En azından kafamı dağıtabilirdim. Dudaklarımı sımsıkı kapayıp tekrardan suyun altına daldım. Gözlerimi kapatıp süzülerek ilerlerken vücudumu daha fazla hareket ettiriyordum. Arayı kapatmam lazımdı. 

Kollarımı, bacaklarımı, belimi, kalçamı kıvırıp suyun derinliklerine dalmaya devam ediyordum. Ben yüzerken özgürdüm. Tıpkı istediğim gibi... Nefesimi iyi kontrol edebildiğim için ilerlemeye devam ettim.  Bir süre sonra zorlanmaya başladığımda kafamı kaldırarak yüzeye çıktım. Derin soluklar alırken göğüs kafesim körük gibi inip kalkıyordu. Ellerimle suratımı sıvazlayarak ileriye baktım. Koca mesafeyi neredeyse yarılamıştım. Omzumun üzerinden geriye baktığımda Lidya yüzmeye devam ediyordu. Dişlerimi birbirine bastırdığımda suratımın kenarlarındaki kemiklerin ortaya çıktığından emindim. Yutkunarak parmak uçlarımı aşağıya uzattığımda tahmin ettiğim gibi toprağa değmemişti. Alt dudağımı dişleyerek biraz daha uzattım.  Kendimi aşağıya batırdığımda bile ulaşamadığım zemin iyice tedirgin olmama neden oluyordu. Su altı dalışlarında ne kadar iyi olursam olayım, kendiliğinden gelen bir korkum vardı. Ayağım yere değmeyince panikliyordum. Derin nefesler alarak kayalara döndüm. Oraya kadar ilerleyebileceğimi sanmıyordum. Su daha da derinleşip paniğimi arttıracaktı. Ayak bileğimi bir el sarıp beni dibe çekince korkumu yaşayamadan kendimi suyun içerisinde buldum. 

Ağzım açık bir şekilde dalış yaptığım için tuzlu su boğazlarımı yakıyordu. Çırpınarak yukarıya çıkmaya çalıştığımda ayak bileğimi durmadan savuruyordum. Sonunda kendimi kurtarabildiğimde başım kısa zamanlı da olsa yüzeye çıkmıştı. İki dünya arasında olan bir yerdeydim. Direnemezsem sular beni bulunduğum dünyadan alıp götürecekti. Yüzeye çıkmak için çırpındıkça yoruluyordum. Suları yutmak zorunda olduğum için nefesimi tutamıyor, her geçen saliseyi saatler geçmiş gibi karşılıyordum. Birden yüzeye çıkınca deli gibi öksürmeye başladım. Ellerimi boğazımı götürüp öksürüyordum.

Lidya kahkahasını yarına bırakıp endişeyle karşıma geldi. ''Sadece şakaydı, iyi misin?'' Omzuma dokununca geri çekilip öksürmeye devam ettim. Tuzlu su boğazlarımı yakmış, iğrenç bir tat oluşturmuştu. Sıklaşan nefeslerimi toparlamaya çalışarak kıyıya doğru yüzmeye çalıştım. ''Elis, yardım edeyim.'' Diyerek koluma girmeye çalışınca onu itip bağırdım.

''Bana dokunma!'' En nefret ettiğim şeyi yapmıştı. Bir şaka yapıldığında karşılıklı gülünmesi gerekilirdi. İnsanların hayvanlaşıp, üzerine şaka demelerini kaldıramıyordum. Can havliyle kıyıya doğru yüzmeye devam ettim. Bu kadar çok tepki verme nedenlerimden birisi de korkumdu. Korkuyordum...

Yüzmeyi sevdiğim halde derinliğin beni içerisine almasından deli gibi korkuyordum...  Kıyıya yaklaştıkça surat ifademi toparlamaya çalıştım. Uzun mesafe düşüncelerimle kaybolarak kısalmıştı. Bir anda kendimi kıyıda bulmuştum. Şezlonguma doğru ilerlediğimde bizim gruptan bana bakanlara dönmeden havlumu üzerime sarıp çantamı aldım. Plaj terliklerimi giydikten sonra kabinlere doğru ilerlediğimde Şeyda'nın sesini işitmiştim.

''Elis, iyi misin?''

''Biraz rahat bırakalım.'' Lidya'nın dedikleri işime yaramıştı. Cevap vermeden ilerlemeye devam ettiğimde ayaklarım toprağa çivileniyordu sanki. Duş kabinlerinden birisinin içine girerek çantamı ve havlumu astıktan sonra yere oturup avuçlarımla suratımı kapattım. Yüzümdeki deniz ıslaklığına karışan şey gözyaşlarımdan başkası değildi. Omuzlarım titremeye başladığında kendimi toparlamaya çalıştım.  Kabinin kapısını iyice kilitleyip üzerimdekileri poşete koyduktan sonra beş dakika süren bir duş alıp çantadan çıkarttığım iç çamaşırı takımını giyip beyaz bir kot şort üzerine siyah, beyaz baskılı tişört geçirdim. Saçlarımdaki suları havluyla iyice aldıktan sonra biraz daha uğraşarak kendi haline bırakıp poşeti çantamın içine yerleştirdim. Çantayı alıp dışarıya çıktığımda kabinin önünde Şeyda duruyordu. Bakışlarındaki endişe her zamanki cinsindendi. ''Bebeğim, iyi misin?'' Omzumdan düşmekte olan çantanın kulpunu daha ileriye taşıdım.

''Eve gidiyorum.''

''Neden?'' Dedi sakin bir sesle. Önüme gelerek saçlarımı geriye doğru itmişti.

''Yoruldum.''

''Tamam, gidelim.'' Kumsala ilerleyecekken kolundan kavrayıp tekrar önüme çektim. Soru dolu bakışları üzerimdeydi. ''Ben giderim. Lütfen, benim yüzümden keyfin kaçmasın.'' Gözlerini irileştirdi.

''Saçmalama, tek başına nasıl gideceksin?''

''Kafa dinlemem gerekiyor, hem yazlık plaja uzak değil. Yürüyebilirim.'' Bakışları kararsızdı. Yanımıza gelen Sera'yı son anda fark etmiştik.

''Bir problem mi var?''

''Elis eve gitmek istiyor, yorgun.''

Sera anlayışla kafasını eğdi. ''Yol yorgunu tabi. Seninle gelebilirim.''

''Benim yüzümden keyfiniz kaçmasın, eve gidince uyuyacağım. Tek başıma idare edebilirim.''

''Tamam, seni götürelim, tekrar döneriz.''

Gözlerimi devirdim. ''Yazlık plaja çok yakın. Yolu unutmadım. Evin anahtarlarını vermen yeterli...''

''Tamam tatlım hemen getiriyorum.'' Deyip yanımızdan çekilince rahatlamıştım. Kısa süre sonra Sera tekrar gelip anahtarları bana doğru uzattı.

''Yazlık a bloğunda, karıştırırsan sorabilir veya bizi arayabilirsin.''

''Sağ ol. Ben artık gideyim, size iyi eğlenceler.'' Tahtadan oluşan yolu takip ederek plajdan çıktığımda kendimi biraz daha rahat hissediyordum. Güneş gözlüğümü takıp geldiğimiz düz yolu yürümeye devam ettim. 

''Sağ yolu kullanın.'' Kararsız kaldığım için yazlık yönünü bir kadına sormuştum. Kadın yürümeye devam edince bende sağ yola yöneldim.  Hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettiğimde yazlık ev karşıma çıkmıştı. Kapıyı açarak içeriye girdikten sonra telefonumu çıkartarak geldiğime dair Şeyda'ya kısa bir mesaj atıp yukarıya çıktım. Kalacağımız odaya girdiğimde ilk işim eşyalarımı dolaba yerleştirmek oldu. Şeyda'nın ve Lidya'nınkileri de yerleştirdikten sonra yatağa uzanarak Selenay'ı aradım. Birkaç çalıştıktan sonra açmıştı. ''Ne yapıyorsun?''

''Boş evde keyif yapıyorum, ya sen?'' Gülümseyerek sırt üstü yatıp tavanı izlemeye başladım. ''Bende aynısını yapıyorum.

''Nasıl yani?''

''Eve kaçtım.'' Duymasam da gülümsediğini biliyordum. Aynı anda iç çektikten sonra kıkırdadık.

''Kızlar ne yapıyorlar?''

''Şeyda, Ulu denen herifle takılıyor, Lidya'ysa... Uhm... Tatil işte.''

''Sende yap, biraz kafanı dinle.''

''Denerim...'' Bir süre yine sessiz kaldık.

''Baban aradı.'' Gözlerim kocaman açıldığında yatakta oturur pozisyona gelmiştim. Aklıma bir sürü şey geliyordu. Bana verdikleri sürenin iki üç gün geciktiği gibi... İçime oturan kötü his yüreğimi sızlatmıştı. ''Ne dedi?''

''Eve dönmeni.'' Gözlerimi kapatarak kendimi sırt üstü tekrar yatağa bıraktım.

''İstemiyorum...'' Sesim uysal çıkmıştı. Sanki her şey Selenay'ın elindeymiş gibi. ''Gitmeni bende istemiyorum.''

''Sana gel demedi mi?'

''Gelmeyeceğimi söyledim.''

''Peki, ne zaman geri dönmemi söyledi?'' Sıkıntıyla bir nefes verdi.

''Bu hafta içinde bir gün...'' Sessiz kaldım. İki aydan fazla bir süre olmuştu. Göz açılıp kapanıncaya kadar geçmişti. ''Seni sonra ararım, artık kapatıyorum.'' Cevap beklemeden kapatıp yüz üstü dönerek gözlerimi kapattım. Bunları tatil dönüşü düşünecektim.

Ertesi günü olduğunda kızlarla güzel bir kahvaltı hazırlıyorduk.

''Şuna bak, burada biz çalışırken hanımefendi kıçını sermiş yatıyor.'' Şeyda salatalıkları soyarken bir yandan da koltukta oturup bacaklarını masaya uzatarak firikik veren Carmen'e söyleniyordu. Elimdeki meyve suyu kutusunu bırakarak seslendim. ''Carmen!'' Magazin dergisini aşağıya indirerek tek kaşını kaldırdı.

''Yardım etmeyi düşünüyor musun?''

Dudaklarını büzerek tırnaklarını gösterdi. ''Ojelerimi yeni sürdüm.'' Bozuk Türkçesi sinirlerimi bozmuştu. Ojelerini yeni sürmediğini biliyordum. ''Öyle mi? Üzüldüm. O zaman yemek de yiyemeyeceksin!'' Birden surat ifadesi bozulmuştu. Kendi kazdığı kuyuya düşecek kadar aptaldı. Lidya birden tepesinde belirerek dergiyi alıp yere fırlattı.

''Sofrayı kur.'' Carmen ikiletmeden yerinden kalkıp masayı kurmaya başlayınca Lidya'nın tekrar baskın olmasına şaşırmıştım. İnsanlar garip bir şekilde laflarını dinliyordu. ''Neden herkes Lidya'dan çekiniyor?'' Şeyda omuz silkti.

''Boş ver.'' Kısa süre sonra Carmen'in kurduğu masaya yerleşildiğinde Sera hamur işlerini masanın ortasına yerleştiriyordu.  ''Yardım edeyim.'' Arkamdan gelen erkek sesiyle irkildim. Elimdeki bor camı almaya çalışıyordu. Arkamı döndüğümde Ulu'yu görmüştüm. Geldiğim günden beri fazla konuşma fırsatımız olmadığı için sesi yabancı gelmişti.

''Ben hallederim.'' Cevap vermesini beklemeden sofraya ilerledim. Tanımadığım insanlarla konuşmayı sevmezken ilk kez tanıştıklarımla aynı evde kalıp yemekleri yemek yetmiyormuş gibi yardımlaşıp uzun diyaloglar kurmak daha da rahatsız olmama neden oluyordu. Bor camı da masanın bir köşesine yerleştirdikten sonra Şeyda'nın yanına oturmuştum. Lidya'nın özür dolu bakışlarını umursamadan bir şeyler yemeye çalıştım.

''Bugün dağa çıkmaya ne dersiniz?'' Aklıma Selenay'ın lafı gelince kendimi kıkırdamamak için zor tutmuştum. Burada olsaydı muhakkak Götünde kurt mu var? Derdi. Alt dudağımı dişleyerek gülmemi durdurdum. ''Bana uyar.'' Dedi Şeyda. Ardından yan gözle bakıp dirseğiyle dürtükledi ve devam etti. ''Yani, bize... Değil mi Elis?'' Başımı sallayıp hıhı. Demekle yetinmiştim. Carmen oldukça iştahlı görünmesine rağmen hafif bir şeyler yiyip zorlukla masadan kalktığında Lidya konuştu. ''Nereye?'' Carmen gözlerini kırpıştırdı. ''Doydum, hazırlanmaya gideceğim.''

Lidya anlayışla başını salladı. ''Çabuk ol, biz kalktıktan sonra masayı toplayacaksın.'' Bu sefer kendimi tutamadan kıkırdadığımda Şeyda da bana eşlik etmişti. Carmen ürkekçe konuştu. ''Tamam, toplarım ben.''

Kahvaltımı edip odaya çekildiğimde giyebileceğim kıyafetleri ayırmaya çalışıyordum. Altıma bilekte biten sol dizi yırtık yüksek bel kot bir Jean giyip üzerine beyaz kısa kol kısımları katlı bir tişört geçirdim. Tişörtün etek uçlarını belimde bağladıktan sonra saçlarımı tarayıp gevşekçe ördüğümde ön kısımdan çıkan tutamlar hoş duruyordu. Siyah, eskitme bir sırt çantasına yanıma alacaklarımı yerleştirdiğimde hazır olmuştum.

Dışarıya çıktığımda Ulu da hazır gözüküyordu. Tek başına durduğuna göre diğerleri hazırlık aşamasındaydı. Beni görünce gülümseyerek göz ucuyla inceledi. ''Güzel gözüküyorsun.''

Anında kaşlarımı çattım. Şeyda'yla arasını iyi tutup bir de benimle mi yakınlaşacaktı? Belki de ben yanlış anlamıştım. Çağın'dan sonra Ulu'ya da aynı muameleyi ister istemez gösteriyor olabilirdim. Sol saç tutamını kulağımın arkasına iterek yanına ilerledim.

''Teşekkür ederim.'' Sesim duygusuz çıkmıştı. Boğazını temizleyerek yaslanmakta olduğu arabadan kalçasını kaldırdı. ''Yaşına rağmen fazla duygusuz... Resmi ve...'' Tek kaşımı kaldırarak kollarımı göğsümün altında birleştirdim. ''Devam et.''

''Olgunsun.''

''Çocuksu mu olmalıyım?''

Dudağının kenarı yukarıya kıvrıldı. ''Hayır sadece biraz eğlenmeye çalışsan?'' Kollarımı çözerek daha ciddi bir ifade takındım.

''Bak. Buraya eğlenmeye değil, kafa dinlemeye geldim.'' Hayretle kaşlarını kaldırdığında bu kadar açık konuşacağımı beklemediği belliydi. Beyaz tenine yakışan kırmızı dudaklarını büzdü. ''Az önce bana posta koyduğunun farkında mısın?'' Düşünceli hali muziplikle doluydu.

''Yanlış anlamanı istemem. Sadece gelme amacımı söylüyorum.''

''İki arkadaş edinmenden zarar gelmez.''

Bakışlarım alayla doldu. ''Yeterince arkadaşa sahibim.''

Suratını ekşiterek kafasını geriye attı. ''Yapma şunu.''

Dediklerini anlamadığım için boş bir ifadeyle ona baktım. ''Neyi?''

Kafasını eğip bana yaklaştı. ''Beni kendine çekme.'' Kaşlarımı çatarak omuzlarından iteklediğimde kıkırdıyordu. Önce sinirlerimi bozmuş, ardından eğlenmeye başlamıştı. ''Endişelenme. Şeyda'yla ilgileniyorum. Sadece şakaydı.''

''Şeyda'yla ciddi anlamda ilgilensen iyi edersin. Aksi takdirde...'' Tek kaşını kaldırarak sırıtan ifadesini sabit tuttu. ''Ne? Beni hadım mı edersin?'' Çenemi dikleştirerek bakışlarımı etrafta dolandırıp kendi kendime mırıldandım. ''Neden olmasın?'' Tekrar kıkırdayınca ona döndüm. Benimle dalga geçiyordu. Evin kapısı açıldığında diğerlerini görmüştüm Şeyda da onların arasındaydı.

''Benimkini görünce korkudan bayılmazsan edersin.'' Ulu'nun fısıltısıyla tüm vücudum önce buz kesmiş, ardından öfkeyle dolmuştu. Bu yazlıkta adama benzeyen hiç kimse yoktu, kesinlikle yoktu! Arabaya yerleştiğimizde Lidya'nın ters bakışları nedeniyle Carmen öne oturmuştu. Uzun bir yolculuğun ardından geldiğimiz manzara görülmeye değerdi, gözlerimi irice açarak etrafa bakınmaya başladım.

Gökyüzüyle buluşmak için tepeye uzanan kaya parçaları, yerdeki kuraklık. Dudaklarımı ıslatarak arabadan indikten sonra etrafıma bakınarak ilerlemeye başladım. Pütürlü zeminde düşmemek için dikkat ederken başım hep etrafa dönüktü. Diğerlerinden çıkan sesleri işittiğim halde ilgilenmiyordum. İstediğim huzuru bulmuştum sanki. Telefonumu çıkartarak etrafı çekmeye başladığımda ekranı aşağıya indirerek biraz da boşluk alanı çekmeye başladım. Sağ tarafa dönüp ekrandan etrafı izlemeye devam ettiğimde karşıma çıkan tanımadığım erkekle yanlışlıkla fotoğrafını çektiğimde gülümseyip poz vermeye başladı. Gözlerimi devirerek ekranı indirdim.  Ona sırtımı dönüp Şeyda'nın yanına doğru ilerlemeye başladığımda Sera'nın ciyaklamasıyla ondan tarafa döndüm.

''Klaus!'' Genç adamın boynuna sarıldığında diğerleri de yanlarına gidiyordu. Etraf birden kalabalıklaşmaya başladığında şaşırmıştım. Burada sadece bizim olacağımızı düşünüyordum. Issız dağlık alan birden gürültücü gençlerle doluşmuştu. Hayal kırıklığıyla suratımı astım, kalabalıktan oldum olası rahatsız olmuştum.

''Gel, seni bizimkilerle tanıştırayım.'' Diyerek Klaus'un koluna girip bizim yanımıza doğru getirmeye başladığında Ulu ve Tibet'le tanıştıkları belliydi.  ''Lidya, Şeyda ve Elis.'' Eliyle bizi işaret ederek isimlerimizi söylediğinde kahverengi gözlerini üzerime sabitleyerek elimi vermem için avuç içini açtı.

''Elis...'' İngiliz aksanından ismimi duymak eğlenceli olmuştu. Dudaklarımı içe kıvırarak kollarımı belimde bağlayıp bir baş selamı vermekle yetindim. Tek kaşını kaldırarak sakladığım ellerime baktı. Ardından dudağının bir kenarı muziplikle yukarıya kıvrıldığında avucunun içine konan Lidya'nın eliyle ona dönüp elini sıktı.

''Memnun oldum Lidya.'' Her ne kadar onunla konuşsa da bakışları benim üzerimdeydi. Yanındaki arkadaşları da diğerleriyle selamlaşınca bana seslenen olmamıştı. İsmimi zaten duyduklarına göre sorun yoktu çünkü ben onların isimleriyle ilgilenmiyordum.

''Bugün burada olduğunuzu bilmiyordum, büyük bir şok oldu.''

Sera'nın sesi hala mutlu pırıltılarla doluydu. Bir an Klaus'la ilgilendiğini düşünsem de bakışlarında dostluktan başka hiçbir şey görmemiştim.

''Bilseydin sürpriz olmazdı, böylesi daha iyi.'' Hoş bir tebessümle karşılık vermişlerdi. ''Bu güzel bayanlar nereden geliyorlar? Daha önce görmediğime eminim.'' Diyerek devam ettirdiğinde son cümlesini suratıma bakarak söylemişti.

Bir kayalığın üzerine oturarak onları izlemeye devam ettim... Şeyda'nın verdiği cevapla yaklaşık on yedi kişiden oluşan grubun suratları asıldı. Kimisi kaşlarını çatıyorken, bazıları hayranlıkla bakıyordu. Klaus, kaşlarını çatanların tarafındaydı.

''Mesihlerden misiniz?'' Dediğinde kaşlarım yukarıya doğru kıvrılmıştı. Mesih'i tanıyordu. 

''Hayır, değiliz.'' Dedi Lidya. Gözlerimi kısarak onları izlemeye devam ettim. Her ne sorun varsa, bunu Lidya biliyordu. Klaus'la sanki gözleriyle anlaşıyorlardı. Klaus, asık olan suratını bir anda sinsi bir sırıtışla süsleyerek bakışlarını üzerimizde gezdirdi. Aldığı cevaptan mutluluk duyduğu ortadaydı.

''O halde... Sorun yok.'' İçimden bir ses, ayağa kalkıp ben Mesihlerdenim! Dememi söylese de bu doğru değildi. Ben Mesihlerden değildim. Olsaydım da karşımdaki on yedi kişi umurumda olmazdı. Kendimden emin bir şekilde bunu hepsine söyleyebilirdim. Aralarında olanlar ilgimi çekmişti. Mesih'le Klaus'un bir geçmişinin olduğu ortadaydı. 

''Eğlence başlasın!'' Diye çıkan sesleri duyduğumda kalkarak Şeyda'nın yanına gittim. Grup dağılmış, arabaların bagajlarını açmaya başlamışlardı.  ''Umarım yalan söylediğini anlamazlar.'' Şeyda gözlerini gruptan ayırmadan ciddiyetle konuştuğunda sözlerinin yanındaki Lidya'ya olduğunu anlamıştım. Kaşlarımı çatarak gözlerimi ikisinin üzerinde gezdirdim. Yeni gelen grubu izliyorlardı.

''Ne demek istiyorsun? Ne yalanı, biz Mesih...''

''Biz değil ama Lidya Mesihlerden. Her ne kadar Kehanet kızı olsak da güçlü bağı olan Lidya.'' Sözümü kestiğinde gözlerimin tam içine bakıyordu. Hayretle kaşlarım havalandığında Lidya'nın insanlar üzerindeki etkisini şimdi daha iyi anlamıştım. ''Na-Nasıl?'' Gözlerini sımsıkı kapatarak dişlerinin arasından tısladı.

''Kuvvetli bağlantıları var.''

''Ben seçmedim.'' Dedi Lidya inlercesine. Bakışları Şeyda'nın üzerindeydi.

''Senin onlarla ne bağlantın var ve bunu neden gizledin?'' Dişlerini birbirine bastırdığında suratında kemikli bir görüntü oluşmuştu.

''Nedenini bilmiyorsun ya, hiç öğrenme bence. Neden onlardan gizlediğime gelirsek, öğrenmeleri zararına olurdu.'' Derin bir nefes alarak alt dudağımı dişledim.

''Lidya, bulmaca gibi konuşup durma!'' Dudaklarını içe doğru kıvırıp tekrar normal hale getirdi. ''Mesihlerden olduğumu söyleseydim, kavga çıkacaktı. Ve eğer bana zarar verselerdi, alacakları hasarı tahmin dahi edemezsin.''

''Anlamıyorum, gerçekten de anlamıyorum.''

''Bak Elis, aralarındaki sorunu inan bende bilmiyorum. Fakat Klaus'un bakışlarındaki nefreti görmedin mi? Belli ki Mesihlerle sorunu olanlardan. Onlarla irtibata geçmek için alev olmadan duman çıkartır bunu gibiler.''

Tek kaşımı kaldırdım. ''İrtibata geçmek derken?''

''Mesihler herkesi ciddiye almazlar. Onlara göre tartışacakları kişilerin bile bir statüsü olması gereklidir. İnsanlar bunu göt kalkıklığı olarak yorumlasa bile, Mesih'e göre zekâ yetmezliğinden başka bir şey değil. O, aptal insanların suratını görmeye bile tahammül edemez.'' Gözlerim son söylediklerine doğru kısılmıştı.

''Kusura bakma da insanlar haklı. Bu göt kalkıklığından başka bir şey değil.'' Suratım her ne kadar ciddi olsa da sesim alay doluydu.

Sırıttı. ''Söylesene Elis, geldiğinden beri özellikle Carmen ve Çağından neden uzak duruyorsun?''

Bir an duraksamıştım. ''Çünkü... İkisi de olgun davranmıyor, sulu insanlara katlanamıyorum.''

''Ve bu yüzden kalabalığı sevmiyorsun. Bugün de öyle yaptın, insanları göz kararı çözüp kendine uygun olmayanlardan uzak kaldın.'' Söyledikleriyle afallamıştım. Doğruydu, farkında olmasam da her seferinde bunu yapıyordum. ''Peki, neden tokalaşmak için el ele tutuşmuyorsun? Yoksa sende de mi göt kalkıklığı var? Herkesi kendine laik bulmuyor musun?''

Daha fazla afallamıştım. Konuşmak için dudaklarımı araladığımda tekrar kapatarak kaşlarımı çattım. ''Sadece tokalaşmadan da tanışılabileceğini biliyorum. Bu tarz şeyler bana saçma geliyor, egoyla ya da başka bir şeyle alakası yok.'' Gülümsedi.

''Mesih'inki de bu Elis. Altında başka bir şey arama. Ona da çoğu şey mantıksız geliyor. Kendine bir şeyler katabilecek dolu insanlar dışındakileri fazlalık olarak görmesi onu egolu yapmaz. Kalabalıktan hoşlanmıyor.''

Beynim durmuştu sanki. Her zaman nefret ettiğim yargılama olayını geldiğimden beri bende Mesih'e yapıyordum. Dönüp kendi davranışlarımı sorgulamadan, onu sorgulamadan sadece yargılıyordum.

''Nefret ettiğini sanıyorsun ama Elis... Sen nefret ettiğini sandığın kişiye çok fazla benziyorsun.'' Son laflarını söyleyip yanımdan gittiğinde gücüm tükenmiş gibi kayalığa dayadım sırtımı. 

Söyledikleri doğru olabilir miydi? Suratımda bir tebessüm oluştu. Sadece kalabalığı sevmiyoruz diye birbirimize benzeyecek değildik. Daha fazlası gerekliydi. Ben korkusuz, cesaretli ve daha fazlası değildim. Mesih her bakımdan çok fazlasıydı.

Erkekler arabanın bagajından çıkarttıkları halatları bellerine bağlayıp dağa çıkmaya başladıklarında ilgiyle onları izliyordum. Düz yolda yürür gibi rahatlardı. İlk çıkan bir genç halatın uçucu aşağıya sardığında kızın teki ucuna erzak çantasını bağlayarak erkeğin çekmesine neden olmuştu. Aynı işlemi birkaç kişi daha tekrarladıktan sonra kızlar halatları bellerine geçirdikleri kemere takarak ipe tutunup erkeklerin çekmesiyle yukarıya tırmandılar.

''Hadi Elis.''Şeyda kıkırdayarak yanımdan geçti ilgimi çekse de çekinmiştim. Klaus ipi aşağıya bırakarak ismimi söyleyince başka seçeneğim olmadığı için Şeyda'nın elime tutuşturduğu kemeri giyip halatın ucunu taktım.

Halatı tutarak kafamı yukarıya kaldırdığımda gülümsüyordu. Güvenebilir miydim hiç tanımadığım birisine? Her ne kadar içime sinmese de başka bir seçeneğim yoktu. İpe tutunarak yukarıya doğru çıkmaya başladığımda kalbim çırpınıyordu.

Yükseldikçe içim yanıyordu. Yüksekliğe dair çok bir fobim olmasa da alışkın da değildim. Korkuyordum. Bacaklarımla tırmanmaya devam ettiğimde baldır kaslarım sızlamaya başlamıştı. Avuç içlerimin terlemesiyle halatı daha sıkı kavradım. Uzayan tırnaklarımın etime girmesi hiç sorun değildi.

Alt dudağımı dişlediğimde ensemde bir sıcaklık hissettim. Terlemeye başlamıştım. Kirpiklerimin arasından yukarıya baktığımda dört beş adımlık bir mesafe kaldığını gördüm, bu yaptığımız delilikten başka bir şey değildi! Son iki adım kaldığında kol kaslarım çoktan isyan bayraklarını asmıştı. Daha fazla dayanamayacağım için uzun bacaklarıma güvenerek son adımı geniş atarak kendimi yukarıya çektiğimde ayakkabımın tabanı pütürlü zeminde kaymıştı. Kalbim hareket ederek vücudumdan kayıp gitmişti sanki normal bir korku değildi. Canımı acıtan bir sızıydı!

Klaus son anda kolunu belime dolayarak beni üzerine çekince can havliyle boynuna sarıldım. Kesik kesik aldığım soluklar boynuna çarparken alnım çenesine dayalıydı. Saniyeler içerisinde ömrümden ömür gitmişti. İki kolu bel oyuntuma sıkıca sarılarak beni kendisine bastırırken hareket edecek takatim kalmamıştı. Benim kadar o da şaşkındı. Güçlükle kafamı kaldırıp suratına baktığımda yakınlığımızı o an idrak edebilmiştim. Birisiyle nefeslerimizin çarpışması bana ilk defa bu kadar yanlış geliyordu. Yakından bakılınca daha çekici hatlara sahip olan bir yüzü vardı, inkâr edemezdim. Çekici bir erkekti fakat yanlıştı... Yakınlığı, vücuduma temas etmesi, nefeslerimizi paylaşmamız... Hepsi yanlıştı. Yutkunarak boğazımı temizlemeye çalıştığımda kuruluk çok fazlaydı. İlk denemede temizleyemesem bile ikinci denemede sadece yutkunmam kolaylaşmıştı, ağzımın içi hala daha kuruydu. Birbirine yapışan dudaklarımı ayırdıktan sonra kendi kulaklarımın dahi zor duyduğu bir sesle mırıldandım. ''Teşekkür ederim...''

Dikkat ederek üzerinden kalkıp halsiz bacaklarımı kıpırdatarak ilerlemeye başladım. Az önceki durumumuzu izleyenlere değil de erzakları açanların yanına gidip köşeye oturduğumda kendimi daha iyi hissediyordum. Kesinlikle bedenimi dinlendirmem lazımdı. Başımı ellerimin arasına alarak bağdaş kurduğum yere daha fazla eğildim. Kısa bir süre sonra kafamın üzerinde sallanan sus sesiyle başımı kaldırdım. Klaus su şişesini sallıyordu. Çekinerek elinden alıp kapağını açmaya çalıştığımda kollarımda onu açacak derman bile kalmamıştı sanki... Güçsüz gözükmemek için kendimi toparlayarak kapağını açtığım şişeyi kafama diktiğimde yanıma oturarak beni izlemeye başladı. ''Tekrar teşekkürler.''

''Teşekkür etmek yerine bir şans versen?'' Kaşlarımı kaldırarak ona döndüğümde yanımda oturduğu için suratı çok yakındı. Hızla kafamı önüme çevirdim. ''Ne demek istiyorsun?''

''Seninle konuşmak istiyorum. Bana her döndüğünde vebalı görmüş gibi bakma istiyorum, çok mu?'' Dediklerini ciddi anlamda düşünmeye başladım. Geldiğimizden beri bir art niyet sezsem de bana bunu göstermemişti... Özellikle son yaptıkları hayati önem taşıyordu. İstediği şansı çoktan hak etmişti. Kafamı tekrar ona çevirdim. Meraklı bakışlarını görünce kıkırdamamak için alt dudağımı dişledim. Ciddi anlamda vereceğim tepkiyi merak ediyordu. Kendimi önemli hissettirmişti. Elimi ona uzatınca tek kaşını kaldırıp önce elime, ardından suratıma baktı. Sıcacık bir gülümseme oluşmuştu yüzümde. ''Ben Elis.''Kısa süre sonra demek istediğimi anlayarak gülüp elimi tuttu.

''Klaus.'' Temastan rahatsız olsam da belli etmemeye çalışarak elimi çektim.

''Buraya nereden geldin?'' Sohbet açmaya çalışmıştım. Bunu yapmam ikimizi de güldürmüştü.

***

Yaktıkları ateşin etrafına geçtiğimde hava kararmaya başlamıştı. Şeyda elindeki kırmızı pikeyle yanıma oturup ikimizin omuzlarını örttü. ''Saat geç oluyor, ne zaman gideceğiz?''

''Gideceğimizi kim söyledi?''

Gözlerimi devirdim. ''Dalga geçmesen?'' Kaşlarını çatarak isyan edercesine inledi.

''Geçmiyorum!'' Selenay gibi Şeyda'nın da beni laflarla deli etmesine öfkeli bir solukla karşılık verdim. ''Dağın başında mı kalacağız?''

''Bir geceden bir şey olmaz. Yarın ineceğiz.'' Arkamı dönerek gökyüzüne baktım. Çıkışı kolay olsa da inişi fazla zorlu olmalıydı. Şeyda düşüncelerimi okumuşçasına mırıldandı. ''Geldiğimiz gibi inmeyeceğiz merak etme. Dağın arka tarafında tuhaf bir icat oluşturmuşlar, onlara uyacağız.'' Yöntemi merak etsem de sormadım. Nasıl olsa yarın görecektim. Oluşan ateşe düzeneği kurarak erzak çantasından çıkarttıkları etleri pişirmeye başladıklarında bu kadar hazırlığı sorunsuz yapabilmelerine şaşırmıştım. Müziğinden pikelere, yemeklere kadar her şeyi ayarlamışlardı.

''Siz hazırlayın, toparlaması bizden!'' Şeyda köfteleri pişiren kıza seslendiğinde kız elindeki maşayla çalan müziğin ritmine kalçalarıyla uymaya devam ederek başıyla onayladı. Yanımdan kalkıp Ulu'ya doğru ilerleyince pikenin hepsini omuzlarıma dağıtarak gözlerimi kapattım. Onu en son Ulu'yla ilgili uyarmıştım ve o da dikkatli olacağını, zaten farklı anlamda düşünmediğini söylemişti.

Sıcak ateşi ilk önce suratımda hissetmek güzeldi. Cızırdayan sesi kulağa en güzel müzik gibi geliyordu. İç çekerek durgunlaşan müzik sesinde sallanmaya başladım. Gözlerimi kapattığımda pistte olan bendim. Lana Del Rey'in West Coast şarkısıyla burada tek başıma dans ediyordum... Hiç kimsenin olmaması öz güvenimi arttırarak vücudumu özgürce karanlığa sunmama neden olmuştu.

Üzerimdeki siyah mini elbiseyle hareket etmeye devam ederken ayaklarım çıplaktı. Müzik ritimlerini tüm kalbimle karşılıyordum. Kalçalarımı öne arkaya gayri ihtiyari hareketlerle itip çekerken hayalimde de gözlerim kapalıydı. Öylece, narin hareketlerle salınırken saçlarım yerinde durmuyordu.

Özgürdüm, ben özgürdüm. Gecenin karasıyla özgürdüm. İstediğim gibi hareket edip salınıyordum. Belime sarılan kolla şarkının nefesli olan nakaratıyla vücudum karıncalanmıştı... Dudaklarımı aralayarak kafamı geriye yatırdığımda vücuduma yaslanan vücutla hareket edip sağa sola sallanıyordum. Belimdeki elini kavrayarak tanıdık kokuya armağan etmiştim bedenimi. Dudakları kulağımın arkasına dokunup nefesini bırakınca aşağılara kayıp beni üşütmüştü. Kıpırdayan dudakları boynuma kadar inip derin bir soluk alınca kendimi daha fazla geriye ittim.

''Beni özlemedin mi? İris...'' Alt dudağımı dişleyerek gözlerimi açtığımda yerde yatıyordum. Cenin pozisyonunu alarak omuzlarıma sardığım pikenin artan kısımlarına sarılıyordum. Dilimde hissettiğim acı tatla alt dudağımı kanattığımı idrak ettim. Gözlerimi kırpıştırarak etrafa bakındığımda ateşin etrafında dans eden çiftlerin dışında hemen hemen herkes yemek yiyordu. Şeyda ekmek ve kolayla yanıma gelerek çömeldiğinde kaçlarını çattı.

''Dudağın kanıyor!'' elindeki peçeteyi alarak üzerine bastırdım. Bu benim utanç kaynağımdı. Ne ara bu kadar utanmaz olabilmiştim ki? Tam olarak ben hayal etmiş olmazdım. Hayale dalarken kendimi rüyada bulmuştum. Tatilimde bile beni rahatsız eden adamın olduğu rüyada... Şeyda suratımı dikkatle inceledikten sonra bir sorun olmadığını anlamış olacak ki ekmekle kolayı elime tutuşturarak ayağa kalktı.

''Hepsini bitir.'' Bir baş selamıyla arkadaşımı uğurladıktan sonra getirdiği sıcak ekmeği iştahla yemeye başladım. Ciddi anlamda acıkmıştım. Yemeklerimizi bitirdikten sonra yapımda yardım etmeyenler olarak kola kutularını toplayıp mangalı temizlemiştik. Herkes birer pike alıp taşın üzerine yatınca şaşırmıştım. Hiç yadırgamadıklarına göre buna alışmış gibi gözüküyorlardı. Kırmızı pikeme iyice sarılarak ateşin kenarına kıvrılarak gözlerimi tekrar yumdum. Bu sefer, rüya görmemeyi dilemiştim...

   Boğazımda hissettiğim sızıyla göz kapaklarımı güçlükle araladığımda bakış açıma ilk giren gökyüzü olmuştu. Hayatımın en rahatsız uykusunu kuşkusuz burada yapmıştım. Gece boyunca gözlerimi açarak etrafa korkarak bakındığımda, sağda solda sızmakta olan insanları görerek tekrar uykuya yeltenmiştim. Kolay olmasa da nihayet sabah olmuştu!

Doğrulduğumda belimi düzeltmeye çalışıyordum. Rahatsızlıktan suratımın şiştiğine neredeyse emindim. Dişlerimi birbirine bastırıp zorlukla ayağa kalktıktan sonra su şişelerine doğru ilerlemeye başladım. Sarsak adımlarımın altında bir şey hissedince kafamı eğdim. Birinin eline basmakta olduğumu görmemle ayağımı çekmem bir oldu. Kıpırdanarak bana arkasını dönüp uyumaya devam edince derin bir nefes aldım. Böylesi çok daha iyiydi. Dolu bir şişeyi alıp kendi tarafıma geçip yüzümü yıkadım. Ardından tişörtümün ucundaki bağı açarak suratımı kuruttuktan sonra tekrar bağladım. Yavaş yavaş diğerleri de uyanmaya başlayınca çantamdan telefonumu çıkartarak ekran kilidini açtım on bir aramanın olduğunu görünce içime bir kasvet oturmuştu sanki.

Tuhaf bir şekilde bildirim sesleri ya da aramalar psikolojik açıdan çöküntüye uğramama neden oluyordu. Tüm aramaların babamdan olduğunu görünce içime oturan kasvet parçalanarak cam kırıklarını etrafa saplamıştı. Geldiğim günden beri bir kez arayıp sormayan, yola çıkarken beni uğurlamayı değil bir gün öncesinden vedalaşmayı bile yapamayan babam. Dönüş zamanım gecikince gelmem için arıyordu. Emindim.

"Kızım nasılsın?" lafları yerine, "Elis, ne zaman dönüyorsun?" Sözlerini duyacaktım. En çok acıtanda buydu. Babamdı, tabi ki hesap sorabilirdi fakat benim iyiliğimden öte varlığımla ilgilenmesi canımı yakıyordu. Elis burada mı? Tamam o zaman, sorun yoktu onlar için. Nasıl olup olmamamla ilgilenmiyorlardı. Dişlerimi birbirine bastırarak titrek bir nefes alıp babamın numarasına tam tıklayacakken telefonum kapanmıştı. Gözlerimi yumarak bir küfür savurduktan sonra ayağa kalkıp yüzünü mendille kurulayan Şeyda'nın yanına ilerledim.

''Telefonunu verir misin? Babamı aramam lazım.'' Bana sen şaka mısın? Der gibi baktıktan sonra uyku mahmurluğuyla mırıldandı. Bana aramalar büyük ihtimalle dağın aşağısındayken gelmişti sessizde olduğu için fark etmemiştim...

''Burada telefon çekmez.'' İkinci küfrümü de savurduğumda yapacak bir şeyim yoktu. Dün gecen beri aramakta olan babama biraz daha geç dönecektim.  Ekip yavaş yavaş toparlanmaya başladığında herkes çantasını sırtlayarak erzakları topluyordu. Gördüğüm pikeleri katlayarak çantalara yerleştirdikten sonra dağdan inmek için grubu takip etmeye başladım. İnmek için buldukları yöntemi merak etmiyor değildim. 

''Vereceğin tepkiyi görmek için sabırsızlanıyorum.'' Lidya'nın hangi ara yanıma geldiğini bilmiyordum. Söyledikleriyle tedirgin olmuştum. ''Umarım çok tehlikeli bir şey değildir.'' Yarım ağız sırıtarak benimle yürümeye devam etti.

Dağın arka tarafına geldiğimizde gözlerimi kapatıp tekrar açtım. Ön kısmı gibi yokuşlu değildi. Düz alan birden yok oluyor aşağıya doğru uzun bir basamak olarak uzunca yere uzanıyordu. Erkeklerden birisi alttaki kısma inmek için çıkıntılara basarak inişe başladı. Gözlerimi irice açarak onu izlemeye devam ettim. Aynı performansı umarım bizden de beklemezlerdi! İndikten sonra atılan erzak çantalarını yakalayarak bulunduğu yere koydu. Diğer erkeklerde onun gibi atik hareketlerle aşağıya iniyorlardı Klaus da aralarındaydı. Kız başımıza kaldığımızda birkaç kız zemine oturup bacaklarını aşağıya sarkıtarak biraz inip kendini aşağıdan komut veren erkeklerin üzerine atınca sıra bize kadar gelmişti.

Ellerimi birbirine silkeleyip yere oturdum. Ardından bacaklarımı sarkıtıp çıkıntılara basıp dikkatli adımlarla aşağıya inmeye başladığımda alışkın olmasam da etrafa ayak uydurabildiğimi fark ettim. Klaus kendimi bırakmam için komut verse de bunu yapmayarak dayanabildiğim kadar dayandığımda sonuna dağın yarısına varabilmiştim. Ellerimi silkeleyerek avuçlarımı dinlendirmeye çalıştım. Şeyda ve Lidya gülümseyerek bana bakıyorlardı.

''Geri kalanını nasıl ineceğiz?'' Dediğimde Klaus gururla gülümsedi. Dağın yarısını inerek koca basamakta duruyorduk. Kenara çekildiklerinde uç kısımda bir hareketlilik fark ettim.

''Dört kişi gelsin.'' İsmini bilmediğim dövmeli çocuğun komutuyla dört kız kıkırdayarak geldi. Bir tanesinin elinden tutarak aşağıya doğru sarkıtınca gözlerim dehşetle açıldı. Tam dudaklarımı aralayıp konuşacakken Lidya kolumdan tuttu.

''Sadece izle.'' Kaşlarımı çatarak Lidya'ya baktıktan sonra tekrar önüme döndüm. Birkaç erkek de yere yatarak kafalarını aşağıya sarkıtıp tek kollarıyla bir şeyler yapıyorlardı. Diğer üç kıza da aynı işlemi uyguladıklarında ''Hazır!'' Diye seslendi dövmeli çocuk. Yere yatan kaslılardan birisi kalkıp ipi çekmeye başladığında merakıma yenik düşerek onlara doğru ilerledim. Dağın kalan yarısı düz bir şekilde aşağıya uzanırken. Uç kısma kurulan düzenekte sağlam bir ip vardı. Karşıdaki küçük dağın ucundaki düzeneğe kadar paralel bir şekilde uzanıyordu. İpin ucunda olan kare tahtalar ufak bir barınağı andırıyordu.

Çatısı açık dört tarafına tahta takılan tahtaları tepe kısmında uzun tahtalarla sağlamlaştırılan tuhaf bir barınak... İçine oturan dört kız sırtlarına gelen ince çıtalara fazla yaslanmamaya ve hareket etmemeye özen gösteriyorlardı. Aksi takdirde dengelerini kaybedip yere düşmeleri kaçınılmazdı. İpin üzerinde karşıdaki dağa kadar çekildiklerinde dikkatlice inerek aşağıya uzanan yokuşu da atlayıp yere kavuştular. Aynı işlem iki kez daha tekrarlanınca sayımız gidenlerden daha az kalmıştı.

''Elis, sizde gelin.'' Klaus'un sesiyle hareketlendik. Sırtıma geçirdiğim çantamın kulplarını sıkıca kavrayarak bırakıp dövmeli çocuğun elini kavradım. Bakışlarımdaki korkuyu görmüş olacak ki kendinden beklenemeyecek bir sıcaklıkla gülümsedi.

''Sadece rahat ol.'' Derin bir nefes alarak başımı salladım. Beni aşağıya sarkıtınca açık olan karenin içerisinden geçip dikkatlice zeminin ortasına oturdum.

''İkinci kişi gelene kadar kenara çekilme sakın.'' Kuruyan dudaklarımı ıslatıp çatallaşan sesimle konuştum. ''Tamam.'' Benim ardımdan Şeyda da aynı şekilde sarkıtılınca kenarlardaki tahtalara tutunarak çömelmeye devam ettik. Lidya da gelince herkes bir köşeye geçip, yanında duran tahtaya tutunmuştu.

Heyecanını koruyamadığı belli olan Carmen de aramıza katılınca bizi sarsarak boş kalan yere geçmişti. ''Yavaş olsana kızım!'' Lidya'nın dediklerini duymamış gibiydi. Korktuğu halde irice açtığı gözlerle aşağıya bakıyordu. Kaşlarımı çatarak onu izlemeye başladım. Rahat duracak gibi gözükmüyordu. Halatla ilgilenenler son kontrolü yaparken Carmen yanında duran tahtayı sıkmakla meşguldü.

''Hazır!'' Dövmeli seslenince halat karşı kısma doğru çekilmeye başladı. Carmen durmadan titriyordu. Artık bir terslik olduğunun diğerleri de farkındaydı. Ufak bir çığlık attığında gözlerinden yaşlar boşalarak aşağıya bakmaya başladı. ''Lanet olsun ben hazır değilim!''

''Kıpırdama, seni sürtük!'' Dövmeli çocuğun bağırmasıyla paniklememiz bir olmuştu. Carmenin kıpırdamasıyla olduğumuz yerde kalmıştık. Halatı çeken genç adamlar zorlanıyor, güç almak için değişik sesler çıkartıyorlardı.

''Aşağıya düşeceğiz, hepimiz yaralanacağız!'' Ağlayarak sallanmaya devam ediyordu. Tek elimle tahtayı tutup bir elimle omuzlarını kavradım. ''Kıpırdama, Carmen lanet olsun bana bak!'' Başını deli gibi iki yana salladı.

''Öleceğiz, sallanıyoruz!'' Barınağımız ileri geri şiddetli hareketler yapınca Şeyda ufak bir çığlık attı. İkisi de yanında bulundukları tahtaya sarılmış durumdalardı, tıpkı Carmen gibi! Diğer elimi de tahtadan çekince yaprak gibi savrulmaya başlamıştım. Carmen'in kollarından kavrayarak bana bakmasını sağladım.

''Siktir! Bunu sen yapıyorsun, dur artık, dur!''

''Elis tahtayı tut!'' Şeyda'nın ciyaklamasıyla barınak şiddetli bir sarsılmaya daha maruz kalınca dip kısımdaki çıtaya kadar kaymıştım. Çıtayı oraya çivilemeselerdi şu anda yere düşmekte olacaktım! Sallanmaya devam eden Carmen'in önüne zorda olsa emekleyip çenesinden kavrayarak bana bakmasını sağladım.

''Durmazsan öleceğiz, dur artık!'' Girdiği transtan çıkıp kendisine gelmesi için yanağına bir tokat geçirdiğimde halatları tüm erkeklerin tutmaya çalıştığını gördüm, bizimle birlikte olan sarsıntılarım onları da etkiliyordu. Carmen'in hamlesiyle barınağın arka kısmı tıpkı bir gondol gibi yukarıya kalkınca Carmen'i durdurmak amaçlı bıraktığım tahtamın yanından kayıp öne doğru savrulduğumda kızlar çığlık atıyordu. Yüreğim ağzıma geldiğinde, sesleri uğultu olmuştu kulaklarıma. Kafam yere çarptığında öne doğru kayıp barınağın dışına çıkarken çivilenen çıtanın bıraktığı boşluktan zayıflığım nedeniyle kayıp aşağı doğru savrulmuştum.

Dilim lal olmuş tutulurken aralanan dudaklarımdan tek bir tını bile çıkmıyordu.  Ayaklarımı havaya kaldırarak çıtanın kalçamla belimin arasında kalmasını sağladığımda barınaktan dışarıya sarkıyor, alt taraftaki kayalarla bakışıyordum. Baş aşağı sarktığım için suratımda toplanan kan nedeniyle atar damarlarımın şişerek daha sert sesler çıkarttığını işittim. Sadece barınaktaki değil, diğer insanların çığlıklarını da uğultu şeklinde duyabiliyordum. Dikkatimi veremesem de Şeyda'nın ağladığını anlayabilmiştim. Bacaklarımın arka kısımları karıncalanınca çıtayı daha fazla sıkıştıramayacağımı idrak ettim. Lidya bağırarak bir şeyler söyleyince havaya kalkan kısma basınç yapmaya başladılar. Belime dolanan kollarla geriye çekilmeye başlandığımda bu hiç de kolay olmamıştı.

Gözlerimden yaşlar dökülmeye başladığında çenemi kaldırarak kendimi geriye atmaya çalışıyordum, direnmezsem ölecektim. Birkaç tekrardan sonra bacaklarımla sıkıştırdığım çıtayı ellerimle de kavrayıp kuvvetlice çekilerek barınağa döndüğümde çenem alttaki girintiye sürtüp kafamın tepesi çıtaya çarpmıştı. İnleyerek başımı içeriye soktuktan sonra birkaç sarsıntının ardından eski haline gelmesini izledim. Konuşacak, korkacak ya da tutunacak halim kalmamıştı.

Yan gözle ipi çekenlere baktığımda rahatlamış gözüküyorlardı. Karşı dağa geldiğimizde Şeyda ve Lidya dikkatlice inerek beni de indirdikten sonra Carmen'i umursamadan aşağı yokuştan bana özen göstererek inmeye başladılar. Sonunda ayağım toprağa deyice oturarak sırtımı kayalığa yasladım. Turuncu saçlı bir kız üzgün bakışlarla yanıma gelip elindeki şişeyi uzatınca tereddüt etmeden alıp yeni açılan suyu kafama diktiğimde sıcacık olması midemi bulandırsa da iyi gelmişti. Boğazım o kadar kurumuştu ki dünden beri güneş ısısıyla kavrulan su bir nebze de olsa serinlememe neden olmuştu.

Dağdaki herkes barınakla aşağıya indikten sonra ipçiler ellerindeki eldivenlerle düzeye bağlanan iplerle düz dağdan aşağıya doğru inmeye başladılar. Durmadan bacaklarıyla tutunuyordu. Klaus, endişeyle yanıma geldiğince eğilerek terden ıslanan saçımı geriye atıp suratımı inceledi.

''İyi misin?'' Sadece başımı sallayabilmiştim. Şeyda ve Lidya kollarımdan tutarak beni kaldırdıktan sonra yanımıza gelen Tibet'in jipinin arka koltuğuna boylu boyunca yatırmışlardı. Arabada gözlerimi kapattığımda yorgunluk önce bedenimi ardından ruhumu hapsetmişti karanlığına.

***

Birisi tarafından dikkatlice taşınıyordum. Gözlerim aralandığında dağlık alanda yaşadıklarım rüya gibi gelmişti. Gerçek olmayacak kadar korkunçlardı ve ben yaşadığıma inanamıyordum. Kaybettiğim eforun büyük bir kısmı vücudumda toplanmış gibiydi. Merdivenlere yönelerek beni kaldığımız kata çıkartıp yatağa yatırınca mırıldandım. ''Sağ ol.''  Gözlerimi aralayıp kirpiklerimin arasından Klaus'a bakınca endişeli olduğunu fark ettim. ''İyi misin?'' Gözlerimi ağır bir şekilde yumup tekrar açarak onu onayladığımda derin bir nefes aldı. ''Ben çıkıyorum, dinlen. Bir şeye ihtiyacın olursa seslenmen yeterli...''

Onaylamama gerek kalmadan odadan çıkıp kapıyı kapatınca zorlukla yatakta doğruldum.  Ağır adımlarla kalkıp banyoya girdikten sonra güçlükle üzerimdekilerden kurtulup kendimi soğuk suya attım.

   Dağ olayının ardından iki gün geçmişti. İki gün boyunca yazlıkta kalarak kafamı dinleyip kendimi toparlamıştım. Kötü bir gün yaşasam da kafamı dinlemem açısından bana fazlasıyla yararı dokunan berbat bir anı olarak kalmıştı. Tatilimizin bitmesi beni sevindirdiği kadar da üzmüştü. Nasıl olsa eve dönüşüm buradan sonra olacaktı.

İç çekerek kıyafetlerimi çantaya yerleştirmeye devam ettim, bir yandan da giyeceklerimi hazırlıyordum. Altıma kot şort giyip üzerine sıfır kollu kapüşonu olan koltuk altı kısımlarından siyah atletimi gösteren bir kalın askılı giymiştim. Saçlarımı tarayarak kendi haline bıraktıktan sonra kalan eşyalarımı da yerleştirmeye devam ettim.

''Elis, mavi bluzumu bulamıyorum.'' Şeyda'nın seslenmesine aynı şekilde karşılık verdim.

''Yeni yıkanmıştı, katlayıp çantana koydum.''

''Tamam!'' Hazırlığımız bittikten sonra valizlerimizle aşağıya indiğimizde Carmen hariç herkes kapının önündeydi. 

''Yine gelin lütfen.'' Dedi Sera ve hepimize sırasıyla sarıldı. Diğerleriyle de vedalaştıktan sonra valizleri Lidya'nın arabasının bagajına koyup yerleştik. Bir el selamı daha gönderdikten sonra araba hareketlenince kendimi daha iyi hissetmiştim. Kuzenimi, kardeşimi özlemiştim...

Bir süre camdan dışarısını izledim. Geçirdiğim kısa olan zaman dilimi boyunca tanıdık gelen yollar azalınca kulaklığımı çıkartarak arka koltuğa yayılmıştım. Çantamdan çıkarttığım kitabı kaldığım yerden okumaya devam ettiğimde yazlık evden fazlasıyla uzaklaşsak da yolun çeyreğini dahi bitirememiştik. Ani bir sarsılmayla araba durunca doğrularak kulaklıklarımı çıkarttım.

''Ne oluyor?''

''Bilmiyorum...'' Dedi Lidya ve arabasını kurcalamaya devam etti. ''Çalışmıyor!'' Bir süre daha kurcaladıktan sonra direksiyona vurarak kafasını koltuğa yasladı. "Bozulacak zamanı buldu.''

''Şimdi ne yapacağız?'' Dedi Şeyda oflayarak.

''Bilmiyorum ki. Yoldan arabada geçmiyor. Seraları arayalım.'' Dedi ve telefonunu alarak arabadan çıktı. Yolda yürüyerek yaptığı konuşmadan sonra yanımıza geldi.

''Valizlerinizi alın, Klaus'ların servisiyle otogara kadar gideceğiz.''

''Klaus'ların servisi mi?''

''Çok kalabalık oldukları için genelde servisleriyle dolanıyorlar. İlerideki dört yola ayrılan caddeye kadar yürüyeceğiz bizi oradan alacaklar.''

''Ya araban?'' Arabasına bakarak ağır bir küfür savurdu.

''Tibet halledecek. Çok boş bir yol üzerindeyiz, eşyalarımızla yapacak başka bir şey yok. Hadi, toparlanın.''

Arabadan inerek valizlerimizi aldığımızda Lidya anahtarları arabanın içerisine bırakarak valizini çıkartıyordu. Kısa süre sonrasında yola koyulduğumuzda telefonda Tibet'le haberleştiğini işittim. Konuşmayı sonlandırınca düşüncelerimi dile getirmekten çekinmedim. ''Keşke Tibet arabasıyla bizi bıraksaydı.''

''Sürtük Carmen sabah neden yoktu sanıyorsun? Arabayı alarak sürtmeye gitmiş. Taksi beklesek oda olmaz, bu yoldan geçip geçmeyeceği malum! Anca birinin yönlendirmesiyle taksi geçer. Tibet'in gelmesi arabamla ilgilenmesi arabanın yapılması, iki günlük iş daha çıkacaktı...''

Doğruyu söylüyordu. Benim gibi onlarda sıkılmışlardı. Valizlerle güneş altında yürümek her ne kadar zor olsa da ilerlemeye devam ettik. Dört yola geldiğimizde bir büfeden soğuk sular alarak kafamıza dikip durağa oturduk.

Yaklaşık on dakikalık bir sürenin ardından beyaz bir servis durağın önünde durunca otomatik kapısı ağır bir şekilde açılmaya başladı. Sürücü koltuğunun yanında oturan dövmeli genç adam gülümseyerek kafasıyla selam verdikten sonra işaret parmağıyla arkayı işaret etti.

''Atlayın bakalım.'' Servisten çıkan Klaus ve bir kişinin daha yardımıyla valizlerimizle birlikte servise yerleşmiştik. Koltuğa oturunca suratımda bir gülümseme oluşmuştu. Masaj koltuğundan farksız olan her koltuğun tepesinde kendine ait kliması vardı. Şeyda'yla birlikte oturduğumuzda arada insanların geçmesi için olan geçitten sonra bir koltuk daha koyarak üçlü yapmışlardı. Bizim oturmamız için kalkan erkekler ayakta dururken şoför koltuğunda oturan kişi konuştu.

''Yere oturun oğlum, bana ceza mı yazdıracaksınız?'' Cevap vermeden yere oturduklarında kendimi fazlasıyla mahcup hissetsem de koltuğumdan memnundum! ''Sizi nerede bırakalım?'' Arkadan gelen Klaus'un sorusunu Lidya cevapladı.

''Otogara kadar götürün desek çok mu ayıp ederiz?''

''Saçmalama, otogara sür Miran.''

''Tamamdır.'' Şoförden de onayı aldığımıza göre rahatlayabilirdik. Bir müzik açarak arabayı sürmeye devam ettiğinde araçtaki herkes eğlenerek çalan yabancı şarkılara eşlik ediyordu. Geneli tanıdık olduğu için içimden mırıldanmakla yetiniyordum.  Grubun yüksek olan enerjisi ister istemez bize de yansımıştı. Neredeyse bağırarak şarkıya eşlik edecek duruma gelmiştim. Bir süre araba aynı şekilde ilerlemeye devam edince kenara doğru savrulup tekrar düz gitmeye başladı.  Ani sarsıntıya şaşırsam da çok üzerinde durmadım. Kısa süre sonra tekrar aynı sarsıntı olunca arkadan bağırış sesleri geldi. ''Ne oluyor lan?''

''Yandaki pezevenk sıkıştırıyor.'' Klaus yerinden kalkarak ön cama uzandı.

''Ne yapıyorsun lan sen?''

''Yol benimdi, siz ne yapıyorsunuz asıl?'' diyerek bel altı bir küfür savurarak servistekilerde ağzı dolusu küfürler etmeye başladılar. Yan arabadaki adam sürekli arabasını servisimizin üzerine sürerek kenara çekmemizi belirtiyordu. ''Miran çek sağa!'' Diyerek bağırdı Klaus.

''Dayak yiyecek geri zekâlı.'' Şeyda'nın çalan telefonuyla ona döndüm.

''Kim arıyor?''

''Selenay.'' Elinden telefonu alarak aramayı cevapladım.

''Alo Şeyda?''

Boğazımı temizledim. ''Elis ben.''

''Elis! Telefonunu neden açmıyorsun?''

''Onu boş ver şimdi. Burada durumlar hiç iyi değil.''

''Nasıl yani?'' Anında cevap vermişti.

''Yola çıktık, Lidya'nın arabası bozulduğu için çocukların servisine binmek zorunda kaldık yan taraftaki araba sürekli üzerimize sürüp duruyor.''

''Neden?''

''Arabayı kenara çekmemiz için.''

''Siktir! Etrafımız arabayla doldu elis!'' Şeyda'nın dedikleriyle camlardan dışarıya baktığımda birkaç spor arabanın daha etrafımızı sardığını gördüm.

''Bunların ne derdi var?'' Kelimeler kendiliğinden dudaklarımdan dökülmüştü.

''Anladığım kadarıyla drift yapıyorlardı ve biz bunu bozduk.''

''Elis! Elis, sana diyorum. Cevap versene!'' Dikkatimi Şeyda'nın dediklerinden alıp tekrar Selenay'a verdim.

''Duyduklarım doğru mu?''

''Evet. Ne yapacağız bilmiyorum şu an arabayı bir tarafa çekmeye çalışıyorlar.'' Selenay dan bir yakarış duymuştum.

''Elis, arabadan iner inmez güvenli bir yere gidin, ben sizi almaya geleceğim!''

''Sakın, sakın gelme! Tek başına ne yapabilirsin?''

''Tek başıma geleceğimi kim söyledi, Alaz'a haber vereceğim. Telefonu Şeyda'ya ver.'' Dediğini yaptığımda Şeyda yanlış anlamadıysam bulunduğumuz yerin adresini vererek telefonu kapatmıştı. 

Arabayı sağa doğru çekmeye başladıklarında tekerleklerdeki hız gittikçe azalmıştı. Alt dudağımı dişleyerek önüme ki koltuğun baş kısmını sıkmaya devam ettim. Kalbim sanki kanatlanıp uçacak gibiydi. Sonunda araç durunca korkuyla etraftaki camlardan dışarısına bakındım. Spor arabalar sırasıyla durmaya başlamışlardı. Servisteki erkekler büyük bir hiddetle araçtan aşağıya indiklerinde bize inmememizi tembih etmişlerdi. Klaus ve iki kişi daha başından beri bizimle uğraşan kırmızı aracın yanına doğru ilerledikleri sıra Şeyda Lidya'ya Selenay'ın dediklerini anlatıyordu. Kırmızı arabadan çelimsiz bir genç ve arkadaşı çıkınca bizimkilerle aralarında sürtüşme oluşmaya başlamıştı. Arabayı süren kişiye kafasını geçiren dövmeliydi. Diğer arabalardakiler de levyelerini alarak indiklerinde büyük bir itişme başlamıştı. 

''Ne yapacağız kızlar? Kavga büyüyor.'' Dedi Şeyda kendi kendine sayıklayarak.

''Biraz daha aşağıya gitsinler arabadan ineriz.'' Lidya'nın mırıltısı en mantıklı olandı. Karşı taraf bıçak çıkartınca elimde olmadan camdan bağırmıştım.

''Klaus, dikkat et!'' Klaus arkasını dönerek bıçağı düşürünce diğerleri bizim araca doğru gelmeye başladı.

''Siktir! Gidiyoruz.'' Kol çantalarımızla arabadan çıkıp Lidya'nın peşinden koşmaya başladığımızda kalp atışlarımı tıpkı birer at nalına benzetmiştim. Kısa süreliğine arkamı döndüğümde iki kişinin peşimizden koştuğunu görmem paniğimi arttırmıştı.

''Hızlanın, yaklaşıyorlar!'' Benzin yutmuş gibi koşuyorduk. Hızlanarak ikisinin de önüne geçtiğimde kısa şortu giydiğim için kendime şükürler etmiştim, bu şekilde daha rahat koşuyordum.

Büyük bir caddeye geldiğimizde genelde tır, kamyon gibi, büyük araçların geçtiğini gördük. Yolda yaya geçidi yoktu. Dört caddelik bir genişliğe sahipken kenarlarında paneller vardı. Önüne kadar geldiğimizde omzumun üzerinden baktığımda hala peşimizden geldiklerini gördüm. İki elimi panele koyup destek alarak bacaklarımı yukarıya attıktan sonra caddedeydim. Şeyda'ya el uzatarak onu da aldıktan sonra sıra Lidya'daydı.

''Dikkatlice karşıya geç!'' Arabaların sesi nedeniyle oldukça yüksek bir ses tonu kullanmıştım. Lidya'yı da aldıktan sonra peşlerinden ilerlemeye başladığımda geçen tır nedeniyle beklemek zorunda kaldım. Ardından koşarak peşlerinden ilerlerken iki caddelik genişliği aşmıştım. Şeyda'nın karşı tarafa geçtiğini görmek beni ne kadar rahatlatsa da şu an dikkatimi arabalara vermeliydim. Saniyelik bir tedbirsizliğim hayatıma mâl olabilirdi. Son kısmı geçecekken omzuma taktığım çantamın kulpu açılarak ayak bileğime dolanmıştı. Sağ tarafımdan gelen kamyon kornaya basarak gelmeye devam ederken ayağımla iteklemeye çalışarak ilerleyebildiğim kadar ilerliyordum. Ağırlığı nedeniyle yol kat edemediğim için kafamı kamyondan çevirerek önüme döndüm. Yere eğilip çantayı kucakladığım gibi bacaklarımı açabildiğim kadar açıp kendimi panellere attığımda mideme ağrı girse de canımı kurtarabilmiştim.

Lidya elimden çantamı alarak engeli geçmemizi sağladı. Ardından yavaş bir tempoda koşmaya devam ederken nefesim kesilecek gibi oluyordu. Şeyda'nın telefon sesini işitince Selenay'ın aradığını anlamak çok da zor değildi. Bir fabrikanın köşesine geçip duvarın önüne oturduğumuzda Şeyda kesik kesik nefes alarak telefonu açtı. ''Alo?''

''Kaçtık.''

''Bilmiyorum, sana dediğim yerden çıkıp dört caddelik tırlardan ve kamyonlardan oluşan bir anayolla geçtik. Etrafımızda bir sürü fabrika var. Tamam, bekliyoruz.'' Deyip telefonu kapattığında hepimiz kesik kesik nefesler alıyorduk. ''Ne diyor.'' Dedi Lidya karnını tutarak.

''Buralardalar, gelirler şimdi etrafa bakınalım.'' Ellerimle saçlarımı yolarak geriye ittikten sonra kafamı kaldırıp yola bakmaya başladım. Sağ elimi mideme bastırarak sızıyı azaltmaya çalışırken hala daha nefesimi düzene sokamamıştım. ''Lidya baksana! Şu araba olabilir mi?'' Şeyda'nın gösterdiği tarafa baktığımda ilk başta gözlerim kararmıştı. Ardından dikkatlice baktığımda o olabileceğini düşündüm.

''Evet, Alaz'ın arabası!''

''Hadi kalkın!'' Şeyda kalkarak bana elini uzattığında karnımdaki ağrıyı bildiği için kolunu belime sararak yürümeme yardım etti. Ufak attığım adımlar bile canımı yakıyordu. Arabanın önüne kadar geldiğimizde kafamı kaldırıp baktığımda yolcu koltuğunda oturan Mesih'i görmemle olduğum yere çivilenmem bir olmuştu. Gözlerimi birkaç kere kapatıp tekrar açtım. Alaz'ın yanında oturuyordu. Kısık bakışları her zamanki gibi üzerimde gezerken kendimi toparlamaya çalıştım. Arka kapı açılıp içinden Selenay çıktığında hızla bize doğru gelmeye başladı. ''Elis'e ne oldu?'' Başımı iki yana sallayarak kolumu Şeyda'dan çektim.

''Önemli bir şey olmadı.'' Görmesem bile Lidya'nın yanımda gözlerini devirdiğini hissedebiliyordum.

''Tabii canım az kalsın kamyonet çarpıyordu başka ne olacak?''

''Ha bir dağdan öteki dağa geçerken barınaktan düşüyordu!'' Suratımı buruşturarak homurdandım.

''Size yardım edende kabahat."

''Etme mi diyoruz? Biraz da kendini düşünemez misin? Aptal!'' Selenay kollarını boynuma dolayıp bana sıkıca sarılınca inleyerek geri çekildim.

''Ne oldu?'' Karnımı tutarak doğrulduğumda Şeyda cevabı vermişti.

"Kamyonetten kaçmak için kendini panele attı. Panelde midesine girdi doğal olarak.'' Selenay başka bir şey duymak istemiyor olacak ki beni kolumdan tuttuğu gibi arka koltuğa doğru ilerlemeye başladı. Kızlarla zorda olsa arka koltuğa yerleştikten sonra Alaz arabayı çalıştırmıştı.

''Evet, şu meseleleri adam akıllı anlatın bakalım.'' Lidya başından beri her şeyi anlatmaya başlayınca gözlerimi kapatarak kafamı Selenay'ın omzuna yasladım. Daha çok rahat etmem için beni üzerine çekince dişlerimin arasından keskin bir nefes aldım. ''Canın mı acıyor?''

''Evet.'' O an dikiz aynasından Mesih'le bakışlarımız buluşmuştu. Alt dudağımı dişleyerek kafamı eğdim. Lidya'nın anlatacakları bitince Selenay konuştu.

''Alaz, bir eczanede durur musun? Elis'in karnı iyi değil.'' Kendimi fazlalık gibi hissettiğim için rahatsız olmuştum. Selenay'ın karnımı açmak isteyen elini tutarak sıktım. ''Sorun değil, ben iyiyim.'' Mesih'le bakışlarımız tekrar kesiştiğinde gözlerini üzerimden hiç çekmediğini fark etmiştim. Gözlerimi kısarak bende onu izlemeye başladım. İfadesinden hiçbir şey anlayamıyordum. Bu sefer gördüğüm rüyanın etkisinde değildim, artık bilincim dışında oluşan olaylar nedeniyle çekingenlik etmeyecektim.

''İkinci sapakta dur.'' Uzun sürenin ardından sesini işitmek değişik hissettirmişti. Alaz Mesih'in dediği yerde durduğunda hastanenin önündeydik. Şeyda kapıyı açarak arabadan indikten sonra Selenay'la bende inmiştim. Daha fazla yük olmamak için hızlı adımlarla hastaneye doğru ilerleyip muayene oldum. Yazdığı hap ve kremleri karşıdaki eczaneden aldıktan sonra tekrar arabaya yerleştik. Tahmin ettiğim gibi önemli bir şey değildi sadece yarası yeni oluştuğu için sızlıyordu. Araba harekete geçtikten bir süre sonra Selenay askılımın eteklerinden kavrayınca tekrar elini tuttum.

''Ne yapıyorsun?''

''Kremini süreceğim. Karşılık verip durma.'' Dişlerimi birbirine bastırarak Mesih'e baktığımda kafasını cama çevirmiş olduğunu gördüm. Dizinin üzerinde olan yumruğunu sıkması dikkatimi çekmişti. Alaz da yolu izliyordu. Karnıma değen soğuk kremle irkilerek önüme döndüm. Selenay oluşan morluğa kremi yaydıktan sonra karnımı örtüp ellerini temizledi. Ardından çantasından bir su çıkartıp hapı bana uzatınca sual sormadan ilacımı içtim.

''Yol neden bu kadar uzun sürdü?'' Elimde olmadan kendiliğimden kuşkuyla konuştuğumda Alaz'ın gülümsediğini gevşeyen çehresinden anlayabilmiştim.

''Nereye gittiğimizi biliyor musun da uzun sürüp sürmediğini sorguluyorsun?'' Alay dolu olan tınısı sinirlerimi bozmuştu.

Laf dolandırma havasına girmeyi gütmeden ters bir sesle konuştum. ''Nereye gidiyormuşuz?''

''Gerçek bir tatile...''

***

Arabanın tekerleklerinden çıkan gıcırtı sesleri gittikçe azaldığında taşlar üzerindeki sürtünme sesleri daha ağır basmaya başlamıştı. Geldiğimiz yerin tanıdıklığı saliseler içerisinde yer almıştı hafızamda. Melikşah'la buluşmak amacıyla geldiğim evin orasıydı... Evin önünde arabayı durdurunca şaşkınca etrafıma bakındım burada mı kalacaktık?

Araba hareketleri kesince anahtarı çıkartmasıyla sorumun cevabını da almış oldum. Arabadan indikten sonra kızlarla etrafa bakınıyorduk. Mesih, arka cebinden çıkarttığı anahtarlarla kapıya doğru ilerlerken Selenay'ı kenara çektim. Bir şey soracağımı anladığı için kendisi gönüllü olarak geldi.

''Mesih'in arabada ne işi vardı?'' Gelip bizi kurtaracak hali olamayacağı için muhakkak bir nedeni olmalıydı.

''Alaz'a ulaştığımda zaten ikisi birlikteydi. Arabaya sonradan binen kişiler biziz anlayacağın.''

Dudaklarımı büzerek etrafa bakındım. ''Keşke biz gelmeseydik, ayıp oldu şimdi.''

''İstemeselerdi getirmezlerdi. Ama bende rahatsız oldum, Alaz'la konuşacağım.''

''İyi yaparsın.'' İç çekerek konuştuğumda evin kapısından Alaz çıkmıştı.

''İçeriye girmeyi düşünüyor musunuz?'' Seslenmesiyle isteksizce eve doğru yürümeye başladım.

''Bu ev kimin?''

''Mesihlerin.'' Dedi Lidya. Geniş kapılı evden girdiğimizde etraf beklediğim gibi rutubetli değildi... Oldukça ferah döşenen geniş bir salona sahipti. Köşede beyaz fayanslardan oluşan bir mutfağı vardı. L biçiminde oluşan geniş oturma grupları ve boydan cam olan arka köşenin önündeki teleskoplar...

Gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda, bir dejavu hissiyle karşılaştım. Mesih'in vuslattaki odasının cam kenarında da teleskop vardı. Gökyüzüyle ilgili olduğu her halinden belliydi. Bu ilgisi beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Onun gibi birisinin sahip olduğu hobi oldukça... Oldukça enteresandı. ''Mutfağı da gördüğünüze göre yemek yapmaya başlayabilirsiniz.'' Alaz keyifle konuşup salona geçtiğinde bizde aç olduğumuz için cevap vermeden mutfağa girdik.

''Çabuk pişecek bir şeyler yapalım. Kurt gibi açım.'' Lidya'yı başımla onayladım.

''Katılıyorum, bende öyle.'' Buzdolabını açtığımızda her birimiz sırasıyla gözlerini devirmişti. Fare düşse kafasını kırardı.

''Ne yapacağız?'' Dedi Selenay umutsuz bir sesle.

''Şimdilik olanlarla idare etmeliyiz.'' Şeyda'nın dedikleriyle buzdolabında ve dolaplarda ne var ne yoksa çıkartıp tezgâha dizdik. İki paket makarna ve buzluktaki köfteleri hazırladıktan sonra masayı kurmaya başladık. Sofra hazır olduğunda seslenmemize gelen tek kişi Alazdı. Merak etsem de Mesih'in nerede olduğunu sormamıştım. Sanki benim inadıma diğerleri de sormamıştı. Yemeği yaparken ki iştahım kaçarak yerini iki lokmayla yetinmeye bırakmıştı.

''Ben doydum, size afiyet olsun.'' Diyerek sofradan kalktıktan sonra koltuklara oturarak camdan dışarısına bakmaya başladım. Kısa bir süre sonra yan tarafım çökünce Selenay'a döndüm. Kısa bir an birbirimize baktıktan sonra elini dizime koyarak konuşmaya başladı. ''Telefonunu neden açmıyorsun?'' Ellerimle suratımı sıvazlayarak kafamı geriye yatırdım.

''En son iki gün önce şarjım bitmişti. Daha da açmak istemedim.'' Yanımda durarak kısa bir an sessiz kaldı.

''Bak, gitmek istemediğini anlıyorum ama babanla konuşmalısın.''

''Biraz daha beklese?''

Onaylamayan bakışları üzerimde gezinirken iç çektim. ''Yeterince bekledi.'' Arka cebinden telefonunu çıkartarak avucuma bırakıp yanımdan kalktı. Boş bir ifadeyle arkasından baktıktan sonra kafamı tekrar telefona çevirdim. Şeyda'yla Lidya gelip televizyonu açtıklarında Selenay Alaz'la konuşuyorlardı.

Üşengeç bir hamleyle yerimden kalkıp elimdeki telefonla birlikte geniş kapıya doğru ilerledim. Kulpu indirdikten sonra gecenin rengi doldurmuştu gözlerimi kapıyı arkamdan kapatarak ayakkabılarımın çimenli yol üzerinde gıcırdamasına izin vererek bir ağaç kütüğünün üzerine oturdum.

Telefonun ekran kilidini açarak derin bir nefes aldığımda uzun süredir babamla konuşmamanın verdiği heyecanla başa çıkmaya çalışıyordum. Rehbere girip isminin üzerine bastığımda ona ulaşmam için atlatmam gereken tek bir tuş kalmıştı. Alt dudağımı dişleyerek ara tuşuna tıklayıp telefonu kulağıma götürdüm. İkinci çalışta açmıştı.

''Selenay, yavrum?'' Bana demediği kelimeyi başkasına söylemesi anında gözlerimi doldurmuştu. Küçükken üzüldüğümde hep Selenay'ın bir ailesinin olmadığını bu yüzden ayrıcalığı hak ettiğini söylerdi. Bir bakıma haklıydı ama... Aynı ayrıcalığı bana da tanıması gerekmez miydi?

''Baba...'' Çatallaşan sesim gücümün bir anda tükendiğinin göstergesiydi.

''Elis.'' Sesindeki merhamet bir anda yok olduğunda gözyaşlarım sicim gibi yanaklarımdan akıyordu. ''Evet, baba ben, kızın.''

''Aramalarıma cevap vermeyen kızım mısın?'' Harun beyin neye sinirlendiği belli olmuştu. Tabi yine otorite...

''Peki sen... Sen beni bir kere bile merak edip aramayan sadece gelmem için ulaşmak isteyen babam mısın?'' İkimizde sessiz kaldığımızda içli içli ağlıyordum. Ailem benim zayıf noktalarımdan bir diğeriydi...

''Ne zaman dönüyorsun?'' Yine umursamamıştı. Ağzımdan şiddetli bir hıçkırık çıktığında telefon görüşmemi dışarıda yaptığım için şükrettim. Elimin tersiyle ağzımı kapattıktan sonra gelen diğer hıçkırıkları dindirmeye çalışarak konuştum. ''Cidden sadece bunu mu merak ediyorsun?''

''Elis.'' Sesi uyarı dolu olsa da umursamadan ağlayarak anlatmaya devam ettim. ''Ben bugün yaralandım baba. Biliyor musun? Karnım çok acıdı. Kendimi güçsüz hissettim, bugüne kadar hayatımı siz biçtiğiniz için ne doğru ne yanlış göremedim. Bu yüzden sürekli düştüm. Ama kalkmayı öğreneceğim. Siz düşürdükçe kalktığım gibi baba. Kendi istediğim gibi ilerleyeceğim."

''Bu hafta içinde evde oluyorsun.''

Hıçkırıklarım daha da arttığında boğazımı acıtacak kadar bağırdım. ''Sana canım yandı diyorum!'' Derin bir hıçkırık daha çıktı ağzımdan. ''Kimsesiz hissettim. Sizin yüzünüzden hayatıma döşediğiniz cam fanus yüzünden bir anda insanların içine girmekle afalladım, ayak uyduramadım diyorum!''

''Yarına biletini alacağım çok bile durdun!'' Deli gibi ağlamaya devam ediyordum. Anlattıklarıma rağmen babamın beni umursamaması canımı yakıyordu.

''Gelmeyeceğim, siz. Siz beni artık rahat bırakın, ben gardiyan istemiyorum anlıyor musun? Anne baba istiyorum!''

''Ne demek gelmiyorum?''

Bana bağırınca bağırmaya devam ettim. ''Evet, gelmiyorum!''

''Elis, yarın oraya geleceğim ve seni eve getireceğim. Selenay'ın bana adresini verdiğini ne çabuk unuttun?'' Çıldırmış gibi kahkaha atmaya başladığımda suskunluğu şaşkın olduğunu gösteriyordu.

''Selenay'ın sana verdiği adres!'' Tekrar gür bir kahkaha attım. ''Gerçek mi sanıyorsun?'' Sessiz kalınca devam ettim. ''Yerimi bilmiyorsunuz. Beni artık hiçbir şeye zorlayamazsın.''

''Elis!''

''Baba?''

''Haddini aştın artık. Ne oldu sana böyle çok mu yüz verdik?''

İç çekerek sessizce ağlamaya devam ettim. ''Sorunda bu ya... Hiç yüz vermediniz baba... Senden güç istedim, güçlü olmayı öğret bana dedim. Sen... Beni camın içine kapatılan bir balık yaptın. Sizin yüzünüzden ne doğru ne yanlış göremiyorum. Cesaretim olan hiçbir şeyi yapamıyorum."

''Umurumda mı sanıyorsun? Sadece benim dediklerimi yapabilirsin.'' Hissettiğim acının haddi hesabı yoktu.

''Baksana baba? Al karını birlikte yeni bir köle yapın. Çünkü artık ben yokum.'' Telefonu kulağımdan çekerek yanıma koyduğumda hala daha içli içli ağlıyordum.

Arama sesini işitince elime tekrar alıp telefonu tamamen kapattım. Ellerimle suratımı kapatarak ağlamaya devam ettiğimde kendimi bitkin hissediyordum. Derin bir nefes alarak ayağa kalktığımda uzun süredir sırtımın karıncalandığını hissedip etrafa bakındım. Boş alandan başka hiçbir şey yoktu. Adımlarımı birbiri ardına sıraladığımda uzun bir yürüyüşün iyi geleceğini biliyordum. Konuşmalarımızı beynimde tekrar ede ede yürümüştüm. Umurunda olmadığımı söylemişti. Ben derdiğimi, hissettiklerimi anlattıkça o önem vermeden konuyu kapatmıştı. Yaptığı şey bıçağın bir anda ete değmesi gibi bir histi. Keskin bir dille hislerimi parçalamıştı. Bir daha toparlamamam için tüm hislerimi mahvetmişti.

İleriden gelen dalga seslerini işitince etrafa bakınarak ilerlemeye devam ettim. Mesih'in beni getirdiği uçuruma gelmiştim... Dalgaları yakından görmek için iyice yaklaştığımda görüntü muhteşemdi. Gökyüzünde doluşan yıldızların parlaklığı kararan denizin koyu maviliklerine yansımıştı. Her ne kadar korksam da oturup bacaklarımı sarkıttığımda içimden tamamen özgür olmayı dilemiştim. Annemle babamı tek bir telefon konuşmasıyla bitiremeyeceğimi biliyordum. Elinde sonunda bana tekrar hayatı zindan edeceklerdi...

Derin bir iç çekerek kafamı aşağıya eğince bulunduğum yükseklikten etkilenmiştim. Buraya oturmak benim için çok büyük bir cesaretti. Arkamdan gelen adım seslerini işittiğimde her zaman uğradığım panikte bugün değildim. Onun geldiğini biliyordum. Denizin kokusunu derince içime çektim. Az bir mesafede durunca dudaklarım düz bir hal aldı. Dilim lal olmuş tutulurken yüreğimi yakan sözleri serbest bırakarak huzura ermeye çalıştım.

''Biliyor musun? Senden nefret ettiğim halde bugün ilk defa sen olmak istedim.'' Tahmin ettiğim gibi cevap gelmemişti. Konuşmamasından cesaret alarak devam ettim. ''Bugün de güçsüzlüğü iliklerime kadar hissettim. Çaresizliği, korkuyu... Düşündüm hep. Acaba, Mesih olsa ne yapardı? Nasıl kurtulurdu?'' İç çektim. '' Sen bu belalara bulaşmayacak kadar zekisin değil mi? Önceden fark edip tehlikelerden kurtulabilirsin...'' Kendi halime güldüm. ''Ne kadar acizim. Git buradan, beni yalnız bırak. Sen varmışsın gibi konuşmaya devam edeceğim.'' Kıkırdadım. ''Belki de çoktan gitmişsindir." Uzun süre boyunca orada oturmaya devam etmiştim. Suratıma çarpan rüzgârla birlikte iç çektiğimde kafamı kaldırarak gökyüzündeki yıldızları seyretmeye başladım.

''Çok güzeller... Ne kadar da sıradanım... Yıldızlardan bile en sönük olanı olmak isterdim.'' Kendi halime üzüldüğümde hissettiğim acı artık taşıyamayacağım bir boyuttaydı. Bunları kabul etmek, söylemek... Benim için o kadar zor ve güçtü ki. Kendimi ezik ve sönük hissediyordum.

''En sönük gözükeni ulaşılmaz, özel ve farklıdır.'' Sesini duyduğum an boğazıma derin bir yumru oturmuştu. Hâlâ arkamda mıydı? Dudaklarımı ıslatarak söylediklerini beynimde tekrar ettim. Ulaşılmaz, özel, farklı...

''Keşke dediğin kriterler bende de olabilse...'' Arkama bakmaya cesaret etmeden dert yandığımda cevabı gecikmemişti.

''Dediklerim sende mevcut.'' Kaşlarımı çatarak omzumun üzerinden ona baktığımda gece gibi simsiyah giyindiğini gördüm. Kirli sakalları biraz daha uzamış, sert çehresini iyice keskinleştirmişti. Ellerimden destek alarak yerden kalktığımda kalbim göğüs kafesimi zorluyordu.

''Dalga geçecek birisi değilsin. Bunu bana neden yapıyorsun?'' Gözlerini normal boyutuna getirerek ifadesiz suratına ses tonunu da ekledi.

''Gördüğümü söylüyorum.''

Alayla gülümsedim. ''Yanlış görmüşsün o zaman. Ailesinin buyruğunda olan, tipik ana kuzularından birisiyim işte.''

Başını ahenkle iki yana salladı. ''Sen o buyruğu kabul etmiyorsun, asisin. Cesaretlisin.''

Giderek kısılan gözlerle onu izlemeye devam ediyordum. ''Cesaretli olan ben değilim, fikirlerim.''

O da gözlerini kıstı. ''Fikirlerin sana ne söylüyor?'' İç çekerek kafamı çevirip uçuruma baktığımda göğüs kafesimi şişirecek kadar yüksek bir soluk almıştım.

''Suya atlamamı. Bu yaşıma kadar hep ayağımın değmediği derinliklerden korkmuşumdur... Bu sefer en zorunu yaparak tüm korkumu aşıp kendimi derinliğini bile hesap edemediğim o suya atarak yeni hayatıma ilk adımı atmamı..." Ardından acıyla gülümseyerek kafamı onaylamaz anlamda salladım. "Dediğim gibi, cesaretli olan tek şey fikirlerim.''

İki adım atarak yaklaştığında gerilmiştim. Ben o tarafa gelmek istiyorken o uçuruma yaklaşıyordu. ''Fikirlerin karakterinin yansımasıdır. Karakterinde cesaret olmasaydı bu fikirlerine yansımazdı.'' Buz mavisi gözleri gece karasında parlıyor, ışık oluyordu. Etkilensem de kafamı onaylamaz anlamda salladım.

''Dediğin gibi olsa eğer ben gerçekten de cesaretli olup şu suya atlayabilsem, oradan çıktığımda cam fanusun içinde gizlediğim benliğime kavuşabilecek miyim? Suyun bu kadar kudretli olabileceğine inanabiliyor musun?''

Gözlerini kısarak bir adım daha yaklaştı. ''Kudretli olan su değil. İçinde sakladıkların. Açığa çıkarmanın zamanı gelmedi mi?''

Deli gibi başımı iki yana salladım. ''O kadar güçlü değilim.'' Bir adım daha yaklaştığında karşılıklı duruyorduk.

''Sana gücü öğreteceğim.'' Gözlerim irileştiğinde yaşadığım şaşkınlığı ve mutluluğu anlatacak kelime bulamıyordum. ''Bunu cidden yapar mısın?'' Bakışları beni onaylıyordu.

''Sudan çıktıktan sonra efsanedeki gibi, küllerinden doğacaksın.'' Bakışlarım üzerine mühürlenerek kalmıştı sanki.

''Bunu... Tek başıma yapamam.'' Birbirimizi mühürlenmişçesine izliyorduk. Soğuk nefeslerimiz suratımıza çarparken eli elime değdiğinde şaşkınlığım her geçen salise daha fazla artmaya başlamıştı.

''Sana yardım etmemi ister misin?'' Suratımda masum bir gülümseme oluşmuştu. Bana yardım etmeyi teklif ediyordu. Onunla bile cesaretim fazla katlanmasa da en azından bir umuttu benim için, benimle atlaması cesaret verecekti. İlk adımı atacaktım.

''İsterim. Tut ellerimden.'' Eli elimi kavradığında mutluluğum taşacak cinstendi. Bana gücü öğretecekti, kendimi eksik hissetmeyecektim. Sakladığım, açığa çıkmasını istemediğim karakterimi özgür bırakmama yardım edecekti.

Elimi havaya kaldırıp göğsümün üzerinde tuttuğunda kalbim biraz sonra yapacağımız atlayış nedeniyle ağrımaya başlamıştı. Büyük bir yavaşlıkla inip kalktıkça sancılar giriyordu göğüs kafesime. Ağzımı açsam kanatlanıp uçacaktı sanki kalbim...

Arkamı dönüp, bir adım gerimdeki uçuruma bakmayı reddettim. Tekrar görüp korkumu tazelemeyecektim. Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak komutunu beklediğimde elimi göğsümün üzerine bıraktı. Kaşlarımı çattığımda o da kaşlarını çatıp, öldürücü ifadesiyle beraber korkutucu sesiyle benliğimi tam ikiye ayıran o cümleyi kurdu.

''Her zaman birisinden yardım eli beklemek, aptallık!'' Göğsümden sertçe itince ayaklarım kaymıştı. Anın şokunu atlatamadan vücudumu büyük bir hızla yere düşerken bulmak, boğazlarımı yakacak kadar acı bir çığlık atmama neden olmuştu.  Sanki ben düştükçe kalbim yukarıya çıkıyordu, biraz daha çıksa serbest kalarak vücudumu huzura erdirecekti. Uzun mesafeden bitkin vücudum büyük bir hızla aşağıya doğru düşmeye devam ederken bir anda geceden de siyah olan suyun karanlık derinliklerinde bulmuştum yorgun bedenimi...

DEVAM EDECEK...

Serinin devam kitabının adı ADALETSİZ'dir. KURALSIZ'a daha yeni bölüm gelmeyecektir. ADALETSİZ'i profilimden bularak okuyabilirsiniz yeni bölümleri eklendi.

💎KRİSTAL💎

Alıntı ve bilgilendirmeler için instagram: suleeterzi

Continue Reading

You'll Also Like

ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

166K 10.1K 55
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
1.2M 82.1K 58
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
38.7K 7.4K 47
Zamansız gidenler her zaman en Sevdiklerimiz değilmiydi zaten ...
1M 34.5K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!