Sevgili Komşum (Tamamlandı)

By mirayspellman

1.7M 90.1K 29.8K

"Gidersiniz gidersiniz de, siz bu gidişle anca nezarethaneye gidersiniz." "Neden ki güzel kardeşim?" dedim ş... More

1.Bölüm: Asker evi basmak
2.Bölüm: Kırmızı Radyo
3.Bölüm: İçini okumak
4.Bölüm: Siyah Göğüslü
5.Bölüm: Ağrı kesici
6.Bölüm: Arkadaş
7.Bölüm: S.M.Y. Göğüslü
8.Bölüm: Ve planlar suya düşer.
9.Bölüm: Uyku kokan adam
10.Bölüm: Albay Adam
11.Bölüm: En doğru karar
12.Bölüm: Sarılmak
13.Bölüm: Pasta
14.Bölüm: Hisler
15.Bölüm: Boş Tehtid
16.Bölüm: "Kara beni umursuyor mu?"
17.Bölüm: Kağan ve Kara
18.Bölüm: Geçen gün
19.Bölüm: Sana özel
20.Bölüm: Sürpriz Yumurta
21.Bölüm: Yanlış Anlaşılan
22.Bölüm: Kapım sana açık
23.Bölüm: Çikolata
24.Bölüm: Kıskanmak
25.Bölüm: Teni tenime
26.Bölüm: Okey Eşi
27.Bölüm: Kardan Kelebek
28.Bölüm: Geçmiş
29.Bölüm: Canı neler ister?
30.Bölüm: Ödül
31.Bölüm: Kaslı Kadınlar
32.Bölüm: Spor
33.Bölüm: Ciddi bir konuşma
34.Bölüm: Isparta Meselesi
35.Bölüm: Kalbim sadece sana açık
36.Bölüm: Benim isteklerim

37.Bölüm: Final

29.4K 1.5K 636
By mirayspellman

Final bölümü ile sizlerleyim. Oy ve yorumları ihmal etmeyiniz. Bölüm sonunda görüşürüz, keyifli okumalar dilerim. 💗

*

Merak ve endişeli adımlarla hızla içeri girdik. Başımı ve vücudumu sağa çevirip koridorda adım attığım da gördüğüm ilk şey, Burak ve Yusuf'un sırtıydı.

Meriç'in karşısında duran Burak ve Yusuf ne yapacaklarını bilmiyor gibi onu izliyordu. İçeri girdiğimizi fark etmeleriyle, Meriç bakışlarını yere devrilmiş olan orta sehpadan kaldırdı ve bize baktı. Meriç'in yüzünü gördüğümde gözlerim korkuyla açıldı. Saçları dağılmıştı, gözleri açılmıştı. Kelimenin tam anlamıyla berbat gözüküyordu.

Kara daha fazla beklemeden çevik bir hareketle Meriç'e ulaştı ve kolundan tutarak Meriç'in kendisinin yüzüne bakmasını sağladı. "Ne oluyor oğlum?!" diye sordu endişeli olduğu anlaşılan bir ses ile.

Meriç önce yüzünü sonrada bakışlarını Kara'ya çevirdi. Bir süre cevap vermeden boş bakışlarla Kara'ya bakmaya devam etti. "Ben o kadar kötü biri miyim?" diye sordu Kara'ya. "Bana bunu neden yaptı?"

"Meriç." dedi Kara, Meriç'in gözlerine bakmaya çalışarak. Ne demesi gerektiğini bilmediği her halinden belliydi. Meriç yüzünü çevirdi ve elleriyle yüzünü sildi. Ardından ellerini saçlarının arasından geçirdi.

Kara veya biz, hiçbir şey söylemeden sadece ona bakıyorduk. Bir şey söylemesini, ne olduğunu anlatmasını bekliyorduk.

Meriç, aklına bir şey gelmişcesine silkelendi. "Gitmem lazım." dedi birden. Kaşlarım çatıldı. Karışmak istemesem de istemsizce, "Nereye?" diye sordum. Ne olduğunu anlatmadan öylece gidecek miydi?

Meriç adım attığında kolu Kara tarafından tutulsa da sert bir hamleyle Meriç kolunu gerçi çekti. "Sonra." dedi sadece.

Ardından hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdü. Dışarıda ki buz havaya rağmen montunu bile almadan evden çıktı. Kapı rüzgarın etkisiyle sertçe kapandığında şaşkın gözlerle Kara'ya baktım. Peşinden gitmeyecekler miydi? Soru sormayacaklar mıydı?

"Ne oluyor?" diye sordum onların tepkisizliğine karşın. Daha çok, Burak ve Yusuf'a doğru sormuştum. Çünkü onlar bizden önce buradaydılar. Ne olduğuna dair bir fikirleri olması lazımdı.

Burak, "Bir sik biliyor--" diye başladığı cümleyi tamamlamadan ağzını kapattı. Kısa bir süre sonra bana bakıp "Bilmiyorum." diye düzeltti.

Yusuf saçlarını karıştırarak koltuğa ilerledi. "Biriyle konuşuyordu." dedi ardından koltuğa oturdu.

Kendimi ona doğru çevirdim.
"Telefonda mı?" diye sordum.

Yusuf bana baktı. "Kapının önünde."

Bakışlarım Kara'yı buldu. "Kim olduğunu bilmiyor musunuz?"

"Biz içerdeydik. Sizin kadar biliyoruz." dedi Burak ve mutfağa doğru ilerledi.

Şaşkınlık içersinde, "Bu kadar mı?" diye sordum. "Konuyu böyle kapatacak mısınız? Adam evden ne biçim çıktı. Peşinden falan gitmek gerekmez mi? Gerçekten kötü gözüküyordu."

Kara bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafe azalınca elini koluna koydu ve başını hafifçe eğerek, "Sen eve geç." dedi. "biz hallederiz."

Endişe ile, "Kara." desem de bakışıyla sustum. "Çok yorgunsun zaten, geç eve. Ben haber veririm sana, olur mu?"

İsteksizce, "Olur." diyebildim.

*

Saçlarımı kabanımın dışarısına atarak, ellerimle şekil verdim. Kara'dan tam dakikasında mesaj gelmesi ile çantamı yatağımın üstünden alarak kapıya doğru ilerledim. Anahtarı çektikten sonra kapıyı açtığım da Kara'da evden çıkıyordu.

Siyah boğazlı bir kazak ve pantolon giymiş, siyah kabanının önünü ise kapatmamıştı. "Günaydın." demesiyle istemsizce gülümsedim. "Günaydın."

Kapıyı kilitledikten sonra anahtarı çantamın içindeki küçük bölmeye attım ve merdivenlere doğru adımladım.

Peş peşe merdivenlerden yukarı çıkarken onunla binadan ayrılmayı, nöbeti olmadığı zamanlarda beni askeriyeye onun götürmesini ne kadar çok özlediğimi ve bunu ne kadar çok sevdiğimi fark ettim. Bu his benim için gerçekten çok özeldi.

Arabaya doğru beraber sessiz bir şekilde yürüdük. Ön yolcu kapısını açıp koltuğuma otururken o da arabaya biniyordu. Ben kapıyı kapatıp, kemerimi bağlarken konuştu. "Dinlenedebildin mi?" diye sordu.

Sorusuna tam cevap vereceğim sırada yüzündeki sırıtış ile yola bakarak arabayı çalıştırdı ve cümlesine ekledi. "Yoksa, destek mi lazım?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsememi bastırmaya çalıştım. Onun gibi bakışlarımı yola çevirdim. "Gayet güzel dinlendim. Güzel bir uyku çektim."

Başını geriye yasladıktan sonra bana çevirdi. Gülerek, "bana destek lazım." dedi.

Ona bakmamayı sürdürmeye çalıştım. "Umarım bulursun."

Trafik ışıklarında kırmızıya denk gelince arabayı durdurmak zorunda kaldı. Başını arkaya yasladıktan sonra kaldırmadan bana doğru çevirdi.
"Bulmama gerek yok, Ada."

Gülümseyerek bakışlarımı kaçırdım. Ettiği her iltifat, her seferinde üstümde ilkmişcesine etki yaratıyordu.

Arabanın tekrar harekete geçmesiyle aklıma takılan konuyu sormaya karar verdim. Haber vereceğini söylemişti, ama vermemişti. Belki de haber vereceği bir şey olmamıştı fakat bu konuyu sormam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Yoksa içim rahat etmeyecekti.

"Kara?"

"Efendim?"

"Meriç ile konuştunuz mu?"

"Gece eve gelmedi." diye yanıtlaması ile şaşırarak gözlerimi açtım. Tepkime karşılık vermeyerek cümlesine devam etti. "Ama bugün askeriyeye gelmek zorunda, konuşurum."

"Başına bir şey gelmemiştir değil mi?" diye sordum endişe ile. Meriç'in yanımızdan ayrılış anı yeniden gözümün önüne gelince endişemin yersiz olmadığını biliyordum. Montunu dahi yanına almadan evden çıkmıştı. Geceyi nerede geçirmişti peki?

"O böyledir." dedi bana bakarak. "Bir süre yalnız bırakır kendini. Kimseyi istemez yanında." diye cevapladı. "Kafasını toplar, sonra gelir derdini anlatır."

"Anladım." dedim başımı sallayarak. "Umarım kötü bir şey yoktur."

"Umarım." dediğinde askeriyeye giriş yapmak üzereydik. Montumun fermuarını kapatıp ellerimle saçlarımın şeklini düzelttim. Arabayı müsait bir noktada durdurunca, "Sen in, ben park ederim." demesiyle tebessüm ederek kapıyı açtım ve arabadan indim.

"O zaman yemekte görüşürüz."

"Tamam." demesiyle kapıyı güzelce kapattım.

Omzumdan düşecek gibi duran çantamı boynumdan geçirip çapraz taktım. Oh ne güzeldi. Düşme derdi yoktu artık. Derse girmeden bir kahve iyi gider düşüncesiyle ilk olarak sıcak bir kahve almaya gittim. Ardından da geç kalmamak için hızlı adımlarla sınıf yolunu tuttum. Bugün derste, daha düşük rütbeli askerler olacaktı. Tahminimce erler. Birkaç hafta böyle gideceğini tahmin ediyordum. Düşüncelerimin arasında sınıfa girdim.

*

Ders çıkışında yeniden kahve içme ihtiyacı duyduğum için kafeteryanın yolunu tuttum. İçeriye adım attığım da boş masaların arasında bazı tanıdık yüzler gözüme çarpmıştı. Çarpan tanıdık yüzlerden bazıları, Egemen Yüzbaşı ve İrem hemşireye aitti. Bir masada tek başlarına karşılıklı oturuyordu. Egemen Yüzbaşı'nın yüzü bana, İrem'inse sırtı bana dönüktü.

Egemen Yüzbaşı geriye yaslandı. "1.60 boyun ve incecik kolların ile beni tam olarak nasıl kesmeyi planlıyorsun, anlatsana biraz?" dedi ve sağ dirseğini masaya koydu.

İrem gülerek arkasına yaslandı ve başını yana eğdi.

Bunlar baya baya flörtleşiyordu.

En son aralarında tahminimce bir gerginliğe yol açmasına sebep olacak bir ufak hata yapmıştım. İrem ve Ali'yi shiplemiştim. Ama burada suçlu ben değildim! Kimse bana İrem ve Egemen Yüzbaşı'nın arasında bir şey olduğundan bahsetmemişti. Ayrıca, İrem'de bana bu konuda herhangi bir şey belirtmemiş, söylememişti.

Bende tam olarak Ali'nin beğendiği kız 'tarifine' uyan İrem ile Ali'nin arasını yapmayı düşünmüştüm. Fakat işler pek düşündüğüm gibi gitmemişti. Daha sonrasında Kara'dan öğrendiğim dedikodular sayesinde Egemen Yüzbaşının fena bir kıskançlık yaşadığını ve hislerini eskisinden daha açık bir şekilde İrem Hemşireye belirttiğini ondan net bir cevap istediğini öğrenmiştim.

İrem, tam bir flört kadını olduğu için yine kaçamak cevap vermiş olsa da, aralarında şu anda anladığım üzere bir şey vardı. Yani sonuca bakarsak, benim yaptığım ufak şey aslında kötü bir sonucu ortaya çıkarmamıştı. İyi bir şey yapmıştım. Aferin kız bana.

Mahmut Abi'ye teşekkür ederek sıcak kahvemi elime aldım. Elimi yakacak derece de sıcaktı ve acayip güzel kokuyordu. Kahvemin kokusunu içime çektikten sonra nereye otursam diye başımı cam tarafına doğru çevirdiğimde gözlerim boş sandalyelere değil, dışarıda ki banklara kaydı. Daha doğrusu bankta oturan kişiye.

Meriç tek başına bir bankta oturuyordu.

Kara onunla konuşmuş muydu acaba?

Yanına gitmeli miydim?

Hâlâ ona bakarken, "Yalnız gözüküyor." diye fısıldadım kendi kendime.

Bedenimi sağa taraf çevirdim. "Mahmut Abi bir kahve daha alabilir miyim?"

-

Neredeyse ağzına kadar dolu bardaklardan minik minik elime dökülen sıcak kahveyi umursamamaya çalışarak Meriç'e doğru ilerledim. Yanına oldukça yaklaşmış olmama rağmen beni fark etmemiş olması garibime gitse de bunun sebebinin kafasının fazla dalgın olması olduğunu biliyordum. Sebebini ise, bence şu an bir tek kendisi biliyordu.

Tam karşısında durduğum da başını kaldırıp bakışlarını bana çevirdi. Sanki komutanını görmüş gibi hızla ayağı kalkmasına gülerek tepki verdim. "Komutanın gelmedi ya oğlum, otursana." dedim gülerek.

Varla yok arası bir tebessüm etti ve geri yerine oturdu. Kahve bardaklarından birini ona doğru uzatarak. "İçer miyiz?" diye sordum tebessüm ile.

Başını salladı ve bankta biraz kenarı kayarak bana rahatça oturabileceğim alanı açtı. Bardağını ona uzattıktan sonra bende oturdum.

"Eveett." dedim kelimeyi uzatarak ve başımı Meriç'e çevirdim. "Anlat bakalım derdini."

Bakışlarını kahve bardağına çevirdi. "Önemli bir şey değil."

Cevabına inanmadığım için hızlıca, "Olsun." diye yanıtladım.

"Uzun konu, başın şişer." dedi onda alışkın olmadığım çekingen bir tavırla.

"Meriç, gerçekten düşündüğüm son şey başımın şişmesi."

Dudaklarını birbirine bastırdı ve başını hafifçe aşağı yukarı salladı. Bana bakmadan konuşmak için dudaklarını araladı. "Bir insan neden yalan söyler?"

Sorunun garipliği ile kaşlarımı çattım. Sessizlik devam edince gerçekten cevap vermemi beklediğini fark ettim. "Çok.. geniş bir soru oldu." dedim kafa karışıklığı ile. "Bu kişiden kişiye, konudan konuya değişkenlik gösterebilir."

"Yani, konuya göre yalan söylemek normal olabilir diyorsun?"

"Hayır.." diye itiraz ettim. Yalan söylemek normal bir durum değildi. "Sadece, sebepleri olabilir diye düşünüyorum."

"Peki bu yalan, insanların hayatlarını değiştirebilecek kadar büyük ise.. Yine de, yalanı söyleyen kişinin sırf kendince sebepleri yüzünden söylemesi doğru mu?"

"Bu yalan sana mı söylendi, Meriç?" diye sordum. Başını sallayarak, öne doğru eğildi. "Evet." dedi kısa bir süre içersinde.

"Peki, hayatını değiştirecek kadar büyük bir yalan mı?"

Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra yine evet dedi.

Çok kapalı konuşuyor ve kafamı oldukça fazla karıştırıyordu. Aklımda ne olduğuna, olmuş olabileceğine dair en ufak bir fikir bile yoktu. Tam yeniden soru soracağım sırada başını hafifçe bana doğru çevirerek yüzünü görmemi sağladı.

Kısa bir süreliğine bana baktı. "Baba oluyormuşum."

Durumun ciddiliğini bir anlığına unutarak, cümle aklımın başka yerlere gitmesine sebep oldu. "Anaa," dedim gülerek heyecanla. "Köpek mi alıyorsunuz?"

Dudakları bir saniyeliğine kıvrıldı. "Hayır." dedi. "Ciddi anlamda oluyorum."

Başımı geriye çektim ve kaşlarımı çatarak söylediği kelimleri zihnimde birkaç saniye tekrar ettim. "Ne?" kelimesi çıktı dudaklarımın arasından. Şu an ciddi ciddi 'baba' olmaktan mı bahsediyordu?

"Meriç." diyerek sırtımı banka yasladım. "Doğru dürüst anlat şunu."

Derin bir nefes alarak benim gibi arkasına yaslandı. "Biri vardı." dedi. Başını bana çevirdi. "Ama farklıydı. Yani, biz farklıydık.."

"Nasıl farklı?"

Durdu, bakışları kahve bardağına düştü. "Siz gibi değildik."

"Biz?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Kara ve sen gibi." dudaklarını ıslatıp başını yeniden karşısına çevirdi. "Siz her an kopacak gibi değilsiniz, birbirinize karşı güvensiz değilsiniz. Biz de ise; ne güven vardı, ne de emin olabildiğimiz bir sevgi."

Acı bir gülüş ile konuşmasını böldükten sonra devam etti. "Şu an üzüldüğüme bakma böyle olması kaçınılmaz sondu, Ada. Ben kendimi bir şeylerin değişebileceğine dair kandırdım.

Ama aslında onu suçlamıyorum biliyor musun? Belki de bana güvenmemesi benim hatamdır. Sonuçta, ona o güveni ve sevgiyi hissettiremeyen ben değil miyim?

Evet, haklı değil ama aldığı kararın tek sorumlusu sadece kendisi de değil, bu kararı ona aldırmaya sebep olan etmenler de suçlu. Yani, ben. Bende suçluyum."

Gözlerini kısarak yüzünde sahte bir gülüş ile dişlerini sıkarak, "Ama.." dedi. "Nasıl bir kadın bunu yapabilir?"

"Hadi, beni bıraktı. Bıraksın, kırsın, sevmesin. Ama, bir insanı kendi çocuğundan nasıl mahrum bırakabilir? Bunu başarmak için yalan bir dünyayı nasıl inşaa eder ki?"

Ne yapacağını bilmez bakışlarla Meriç'e bakmaya devam ettim. Bu olay, tahmin ettiğimden daha da karışık ve anlaşılmaz bir hâl almıştı. Yaptığı açıklamalar sayesinde zihnimde oluşan bölük pörçük düşünceler net bir şey oluşturamıyordu. Durumun ciddiyeti Meriç'e soru sormam konusunda beni geriyordu.

"Konuştun mu onunla, bu konuyu?" diye sordum.

Başını iki yana salladı. "Henüz konuşamadım. Evine gittim dün gece, ama evde değildi. Nerede olduğunu bilmiyorum ama bulmam zor olmayacak."

"Bulunca ne yapacaksın peki?"

Başını yavaşça bana çevirdi. "Böyle bir durumda ne yapmam gerekiyor, inan bilmiyorum Ada. Sanırım doğaçlama gelişecek."

Cevap vereceğim sırada sözüm başka birinin konuşması ile kesildi. "Birileri, seni benden önce bulmuş." diyerek ortama tamamen zıt enerjisi ile Kara yanımıza geldi. İkimizde konuşmaya o kadar odaklanmıştık ki, Kara konuşana kadar yanımıza geldiğini fark etmemiştik.

Meriç, "Öyle oldu." diyerek ayağa kalktı ve Kara'ya doğru bir adım atarak mesafeyi azalttı. Kara elini hafifçe kaldırıp avuçlarının arasındaki kağıdı Meriç'e uzattı.

Meriç kağıdı çekip alacağı sırada kağıdı hafifçe kendine doğru geri çekti. "Dinle." dedi gözlerine bakarak.

"Dinlemek için gidiyorum zaten." dedi ve kağıdı Kara'nın elinden aldı. Meriç tam arkasını dönüp yanımızdan ayrılacağı sırada Kara yeniden ona seslendi.

"Meriç."

Durdu ve Kara'ya baktı.

"Çarşamba günü nöbetin var, unutayım deme."

Meriç, tebessüm etti. "Emredersiniz komutanım." diyerek asker selamı verdi. Kısa bir bakışmanın ardından, Kara artık gitmesi için eliyle işaret vererek "Gidebilirsin." dedi. Ardından Meriç hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldı.

Meriç'in gitmesiyle gülümseyerek Kara'ya döndüm. "Bende gidebilir miyim?" diye sordum tatlı olduğunu düşündüğüm bir ifadeyle.

Evde işlerim vardı.

Dizi izlemek gibi.

Yemek yemek ama öncesinde pişirmek gibi.

Dilini damağına vurdu. "Cık." Ellerini kaldırıp kollarıma yerleştirdi. "Gidemezsin, seninle işimiz var."

Gözlerimi kıstım. "Ne işi?" diye sordum merakla.

Başını yana eğdi. "Gidince öğrenirsin."

*

Kara'nın üstünü değiştirmesini beklerken arabaya binmiş sabah hazırlanırken izlediğim ama yarım kalan bölümümün devamını izliyordum. Bölümü yeni açmıştım ki, kısa süre içersinde arabanın sürücü kapısı açıldı. "Acelen neydi yiğidim, daha bölümü yeni açtım." dedim gülerek.

"Bekletmek istemedim, nereden bileyim senin keyfinin bensiz yerinde olduğunu?" dedi ve tripli cümlesini bitirerek koltuğa yerleşti.

Kaşlarımı çatarak oturduğum yerde vücudumu ona çevirdim. "Trip mi yedim ben az önce?"

Arabayı çalıştırdı. "Ben trip atmam." dedi ciddiyetle.

Gülümseyerek önüme döndüm ve kemerimi taktım. "Hı hı. Biliyorum biliyorum, hiç atmazsın." Cevap vermedi ve arabayı sürmeye devam etti.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum yeniden, bu soruya cevap vermeyeceğini bilsem de arabada ki sessizliği sevmediğim için sormak istemiştim.

"Az kaldı." direksiyonu çevirerek "Şuradan da döndük mü.." dedikten sonra arabanın hızını azalttı ve beyaz bir arabanın arkasına yanaştı.

Caddeye ne diye gelmiştik ki?

Aklımda neden caddeye gelmiş olabileceğimizi düşünürken, Kara arabayı uygun bir yere park etti. Kendi kapısını açtıktan sonra hâlâ arabadan inmediğimi fark edince başını bana çevirdi. "İnsene güzelim."

"Ha, tamam." dedim şaşkınlıkla ve kemerimi çıkartarak çantamı yanıma aldım ve arabadan indim. Kapımı kapatıp paytak adımlarla Kara'nın yanına geçtim.

Ellerimizi birbirine kenetleyerek yürümeye başlaması ile anlamaz bakışlarla önce ellerimize baktım ardından da peşinden ilerledim. Birkaç saniye boyunca sessiz bir şekilde yürürken Kara'nın adımlarını durdurması ile bende durmak zorunda kaldım.

Sola dönüp, ilerlediğinde başımı kaldırıp girmek üzere olduğumuz yere doğru bakındım. 'Yılmaz Kuyumculuk' tabelasına şaşkın bakışlar atarken, Kara'nın tutuğum elini çekiştirip yüzüne baktım.

"Neden kuyumcuya geldik?" diye sordum yalan bir saflık ile.

Kara yüzüme baktı ve cevap vermeden kuyumcunun kapısına doğru adım attı. Cam kapıyı açmak için elimi bıraktığında içimdeki heyecan ile benim için açtığı kapıdan içeri girdim. Orta yaşlı bir adam, oturduğu demir sandalyeden kalkarak, "Hoş geldiniz." dedi biz içeri girer girmez.

Başıyla selam verdi Kara ve elini adama uzattı. Adam, Kara'nın uzattığı elini sıkarak tam karşımızda durdu. "Ne bakmıştınız?" diye sordu.

Kara, gözlerini camda gezdirerek "Tektaş." dedi. "Şöyle güzellerinden."

Adam arkasını döndüğünde şaşkınlıkla solumda duran Kara'ya baktım. "Tektaş mı alacağız?" diye sordum kısık sesle.

Gülerek başını bana yaklaştırdı. "Simite tamam mıydın yoksa?"

Gülerek karşılık verdim. "Yani--"

"Yani.." dedi bakışlarını dudaklarıma indirip.

Adamın elindeki şeylerle bize dönmesi ile başını adama çevirdi. "Şöyle modellerimiz var." dedi adam ve tektaşları önüme serdi.

"Sağ taraftakilerin karatları daha düşük, dolayısıyla da fiyatları da öyle." Eliyle öbür yeri işaret etti. "Bunların boyutları daha büyük ve gördüğünüz üzere farklı şekillerde olanlar da var."

"Özel modellerimiz de var ama onların fiyatları--"

"Yok gerek yok." diye araya girdim. Bakışlarım istemsizce sol taraftakilerin ışıltısına kaysa da, kendimi sağ tarafa bakmaya zorladım.

"Hayatım," dedi Kara. "Şu çok güzelmiş." işaret ettiği yüzüğün sol tarafta olanlardan olması ile hızla bakışlarımı bakmak istediğim tarafa çevirdim.

Gösterdiği yüzüğün güzelliği ile adeta başım döner gibi oldu. "Oha." dedim ve yüzüğü Kara'nın elinden aldım. "Çok güzelmiş bu."

Tektaşı oldukça büyük ve ışıltılıydı. Oval bir kesime sahipti, ve tektaşın altından geçen minik minik taşlar vardı. Kelimenin tam anlamıyla göz alıcıydı. Tektaş diyince, insanın gözünün önünde beliren bir yüzüktü.

"Çok güzel bir modeldir. 0,65 karat. Fiyatı ise 34.438 li--"

Kendimi tutamayarak, "Çüş." dedim. Sesli çıktığını fark etmemle gülümseyerek yüzüğü yerine koydum. "Yani, şey fazlaymış."

Bu benim kaç aylık maaşımdı lan!

Gözlerimi diğer yüzüklerde gezdirirken bakışlarımı başka bir model çekti. Sağ taraftan seçmeye özen göstermeye çalışıyordum. Gözüme çarpan yüzüğü dikkatlice elime aldım ve yakından baktım.

Göz alıcıdan çok, zarif bir modeldi. Kara'nın güzel dediği benim birkaç aylık maaşım olan yüzük kadar güzel olmasa da oldukça şık bir yüzüktü.

"0,15 karat." dedi adam. Elini sağ kutunun üzerine koydu. "Sağ tarafa ki yüzüklerin çoğu 7 ve 15 arası."

Kara başını bana çevirdi. "Ada," gülümseyerek başımı ona çevirdim. "İlkini beğendik sanki?" diye sordu.

"Yani, beğendik de.." dedim gözümü yeniden o yüzüğe kaydırarak. "fiyatı çok gereksiz. Hem çok büyük, parmağım ağırır."

"Ada." dedi yeniden.

"Beğendiyseniz, fiyatta yardımcı olabiliriz." dedi adam. İçimden göz devirdiğimi hayal ettim. 35 binlik yüzüğe yapacağı indirimin bize ne katkısı olacaktı acaba. Daha doğrusu en fazla ne kadar yapacaktı ki? 300 liracık mı?

"İlk modeli beğendik biz, ona benzerlere---" Kara'nın sözünü kestim.

"Ya, bi konuşalım mı?" diyerek gözlerimle kapıyı işaret ettim. Başını 'ne oldu?' dercesine eğdi.

Adam anlayışla gülümsedi. "Siz konuşun, yüzükler kaçmıyor ne de olsa."

"Eyvallah." dedi Kara ve dış kapıyı açtı.

Karşı karşıya geldiğimiz de, "Sorun ne?" diye sordu.

"Adamın yanında şey yapmak istemedim ama, ben ilkini istemiyorum. Çok gereksiz."

"Neden gereksiz olsun?"

"Fiyatından dolayı? 35 ne demek Kara?" dedim şaşkınlıkla. "Benim kaç aylık maaşım."

"Senin değil, benim maaşımla alacağız zaten."

"Tamam da, ne gerek var."

"Ne demek ne gerek var?" iki elini kollarıma koydu. "Bak, parasından yapıyorsun biliyorum ama bir kerelik alınacak bir şey bu, özel bir şey. İstediğin olmalı. Öylesine alınmış bir şey olsa, alır gelirdim zaten."

"Ayrıca," dedi ve ona bakmamı sağladı. "Demek ki, şu an buna verebileceğim bütçem var. Olmasa, derim, konuşuruz ve başka bir şey bakarız. Ama şu an, bunu düşünmene gerek yok. İstediğini karşılayabilecek durumdayım."

"İstediğim şey o yüzük değil."

Başını yana eğdi. "Değil mi?"

"Ya of." dedim bakışlarımı kaçırarak. İtiraf etmekten başka seçeneğim kalmamıştı. Bu adamın gözlerine bakıp yalan söylenmiyordu ki! "Evet istediğim o. Çok güzel evet. Ama o kadar güzel ve pahalı ki ben onu hayatta takamam!" tepkime şaşırdı.

"Nasıl yani? Ne demek takamam? Tak diye alıyorum."

"Ya, kaybederim başına bir şey gelir diye korkmaktan takmaya kıyamam ki." dedim gerçekleri söyleyerek.

"Ciddi olamazsın." dedi gülerek. Surat ifademi değiştirmeden ona bakmayı sürdürdüm. "Ciddisin."

"Farklı modellere bakalım bence?" diye sordum.

"Peki," dedi Kara ellerimi tutarken. "Nasıl istersen."

Yeniden içeri girip adamdan bize diğer tektaş modelleri hakkında bilgi vermesini istedim. Kısa süren arayış sonunda, "Şu." diye fısıldadım daha çok kendi kendime. Gözüme çarpan modele doğru baktığım da iki elimi birden yüzüğe yönlendirdim.

Ben yüzüğü elime almadan adam kasttettiğim yüzüğü anlayarak konuşmaya başladı. "0,30 kar--"

"Kaç karat olduğu umurumda değil." dedim, yine daha çok kendi kendime. Yüzüğü parmaklarımın arasında tutarken yüzüğü sağlı sollu inceledim.

Başımı Kara'ya çevirdim. "Nasıl?" diye sordum.

Ufak bir tebessüm ile, "Tak bakayım parmağına." demesiyle, hiç adama sormadan yüzüğü yüzük parmağımdan geçirdim. Kara yanımdayken bana başka bir kişinin karışacağını, bir şey söylemesini umursamıyordum.

Yüzüğü parmağıma taktıktan sonra elimi kendimden hafifçe uzaklaştırarak ikimizinde parmaklarımın arasında parlayan yüzüğe bakmasını sağladım.

"Hoşuma gitti." dedi Kara, bana bakarak.

İçten bir gülüşle, "Bende beğendim. Bunu, alalım mı?" diye sordum alacağım cevabı bilmeme rağmen.

Gösteriş seven bir insan değildim. Yapmayacaktım tabii ki de, ama yüzüğüm gerçekten çok güzeldi.

*

"Kara omzunu dik tut diyorum, yüzüğüm güzel çıkmıyor."

"Canım, benim dik durmam değil, senin elini biraz daha alta koyman gerekiyor." dedi yaklaşık üçüncü kere

Elimi göğsünden çektim. "Neyse, şu dokuzuncu fotoğraf güzel gibiydi. Onu paylaşabilirsin, izin veriyorum."

Gülerek beni belimden tutarak kendisine doğru çekti. "Hım, öyle mi yapacakmışım?"

"Hı hım. Yani sonuçta o değerli takipçilerin bilmeli. Yani bilmeli derken, fotoğrafın güzelliğini bilmeli."

Gözlerini kısarak konuştu. "O kadar takipçim yok aslında."

Güldüm. "Ohhoo, var var. Tanımadığım kızların yorumlarda, 'çok yakışıklı!', 'kameran olayım.', 'bazen kedi olmak istersin.' diyebileceği kadar çok takipçin var."

Kara'nın kahkaha atarak cevap vermesiyle Kara'nın telefonunu mutfak masasına bırakarak kolları arasından kurtuldum. Masada ki çöpleri toplamaya başladım. Eve dönerken bir dürümcüden iki tane dürüm ve ayran almış eve gelip ayı gibi yemiştik. Yemeğin sonunda ise, yüzüğümle hiç fotoğraf çekilmediğim aklıma gelmişti. Maksat, gösteriş değildi. Sadece kedi olmak isteyen kızlara bir uyarıydı.

Evli adamın ne diye kedisi olmak isterlerdi ki?

Bitmiş ayran kutusunu çöpe attığım sırada, tahmin ettiğim gibi Kara asla iş yapmadı ve yapmamakla kalmayıp benimde iş yapmamamı sağlamak için bana yanaştı.

Boynumda hissettiğim ıslak öpücük ile huylanarak boynumu kapatmaya çalıştım. İzin vermeyerek çenesini boynum ve omzumun arasına koydu. Elleri iki yandan karnımda gezinmeye başlamışken mırıldandı.

"Yüzük parmaklarına çok yakıştı."

Gülümseyerek ona doğru döndüm. Elleri belimde dönerken ondan birazcık bile uzaklaşmama asla izin vermiyor ve bedenimin bedenine temas etmesine sebep oluyordu. "Bence de, çok yakıştı."

"Parmağın ağırdı mı peki?"

"Yoo ağırmıyor."

"Biliyor musun?" dedi bakışlarını indirip. "Benimde kollarım hiç ağırmıyor."

Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Ne alaka ki?"

"Kollarım ağırmıyor. Yani, seni kucağıma almamam için ortada hiçbir sebep yok."

"Hım," dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. "Öyle mi?"

"Ayrıca," dedi kısık sesle. "Bugün tam olarak 13 defa 'yani' dedin. Hatırladığım kadarıyla bazı kurallarımız vardı."

Başımı gülerek yana eğdim. "Bu kurallar çok saçma. Yani kura--"

Cümleme devam etmeme izin vermeden beni sertçe öptü. Bedenimi tamamen kendi bedenine yapıştırdıktan sonra dediğini yaparak hafifçe eğildi ve ellerini bacaklarımın altına koyarak tek hamlede beni kucağına aldı.

Bunu yapmasına bayılıyorum.

Bunu bekliyormuşcasına hiç itiraz göstermeden bacaklarımı beline doladım ve beni düşürmeyeceğini bilmeme rağmen yine de yerimi iyice sabitledim. Soğuk ellerimi ensesine yerleştirdim ve ufak ufak hareket ettirirken öpüşüne karşılık vererek dilinin ağzımın içine girmesine izin verdim.

Bana göre büyük olan ellerini yukarı çıkararak kalçama yerleştirdi ve minik minik hareket ettirdi. Bedenimi, beni tanımasıyla, zamanın geçmesiyle bedenimin üstündeki hareketleri daha da cesurca olmaya başlamıştı. Ve içimden bir ses bunların daha hiçbir şey olduğunu söylüyordu.

Nefes almak için dudaklarını dudaklarımdan uzaklaştırdığında düşündüğüm nefes alma aralığını bırakmadan başını minik öpücükler eşliğinde boynuma indirdi. Huzur ve huzursuzluk karışımı ile kucağında hareketlendiğim de, "Kara." diye fısıldadım soluk soluğa.

İsmini söylemem onun libidosunu daha da fazla arttırmış olmalı ki başını boynumdan çıkarıp dudaklarımızı yeniden birleştirdi. Sağ elini altımdan çekip boynuma çıkardığında anlık olarak düşeceğimi sansam da düşmedim. İki elini de yüzüme çıkarmak istemiş olmalı ki tek adımda buzdolabına yaklaşıp sırtımı buzdolabına yapıştırdı. Sırtımın çarptığı magnetler sertçe yere düştüğünde kırıldığını hissetmiştim.

Kara ikinci kez buzdolabımdaki magnetleri kırmıştı.

Dudaklarını ayırıp sıcak nefesini yüzümde hissetmeme neden olacak şekilde konuştu. "Ben bu magnetleri kaldır dememiş miydim?"

"Dememiştin."

"Artık diyorum. Buzdolabında, magnet yok."

Dilimle dudaklarımı ıslatarak başımı kulağına yaklaştırdım ve fısıldayarak konuştum. "Ben belki, buzdolabında magnet olmasını istiyorum."

"O zaman düşüp kırılmasına alışacaksın."

"Kırılsın." dedim kışkırtıcı bir ses tonunda. "Yenisini almaz mısın?"

Hiç bekletmeden, "Alırım." diye cevapladı. Dudakları kıvrılırken, boynuma düşen saç tutamını geriye attı. Bana bakan gözlerini, bana bakışını, bana dokunuşunu çok seviyordum. "Kırılan her eşyanın yenisini alırım, Ada'm."


📼


~Final~

Evet, belki bazılarınıza göre erken bir final oldu fakat benim içime gerçekten böylesi sindi. Birkaç bölüm öncesinde finale az kaldığını ve hikayeyi uzatarak berbat etmek istemediğimi belirtmiştim. 

İlk olarak, hikayeyi buraya kadar okuyup destek olan herkese çok teşekkür ederim. Sevgili Komşum kurgusu gerçekten çok uzun bir süredir benimle. Wattpad'e geri dönmemi sağlayan ve yazmanın beni rahatlatan bir şey olduğunu fark etmemi sağlayan bir kurguydu kendisi.

Umarım, hikayeyi beğenmişsinizdir, ve ufakta olsa içinizde bir yer kaplayabilmiş, size bir şeyler hissettirebilmiştir.

Aklınızda kalan noktaları, özel bölümlerde bahsetmemi istediğiniz kısımları belirtmekten lütfen çekinmeyin.

Evett şimdi bu bölümde gördüğümüz bir şeyden bahsetmek istiyorum. Tabii ki Meriç'ten. Belki aklınıza geldiği gibi ileride Meriç hakkında bir kurgu yayınlamayı düşünüyorum. Henüz bir iki bölüm yazdığımdan dolayı ve iyice bölüm biriktirmeden paylaşmayı istemediğim için yayımlayacağım net bir tarih veremiyorum. Ama şu anlık taslaklardan bunu yazıp, aynı zamanda Sevgili Komutanım isimli ara verdiğim kitabımı düzenlemeye almayı planlıyorum. Taslaklarda başka kurgularım olsa da ilk hangisi oradan çıkar emin değilim, umarım, o kitaplarda da görüşürüz😻

Birkaç soru cevap yapabiliriz bence :)

Favori karakteriniz?

Favori kadın yan karakteriniz?

Favori erkek yan karakteriniz?

Keşke daha çok yer verilseydi dediğiniz karakter, olay?

Kitapta beğenmediğiniz, hoşunuza gitmeyen durum, olay, kısım?

Aklıma başka bir şey gelmiyor şimdilik ĞSÖSPWÖSĞÇSĞSÖ sizin aklınızda soru varsa siz sorun

Oy vermeyi ve yorum yapmayı ihmal etmeyiniz. Kendinize iyi bakın, ileride görüşebilmek dileğiyle💗

26 Mart 2023
978K

Continue Reading

You'll Also Like

774K 15.3K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
173K 9.6K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
415K 3.5K 23
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
783K 32.7K 49
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...