Red Targaryen ☾ Daemon Targar...

By larathecult

59.2K 5K 11K

Kral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi bü... More

the targaryen | daemon return
the targaryen | tournament and death
the targaryen | night visitor
the targaryen | her mother's twin
the targaryen | lady and dragon
the targaryen | pleasure house
the targaryen | king's heir
the targaryen | broken mirror
the targaryen | dragon's egg
the targaryen | betrayal of a friend
the targaryen | a candle for trust
the targaryen | red lady at dusk
the targaryen | wedding night
the targaryen | knight's kiss
the targaryen | white fallow deer
the targaryen | came from across the sea
the targaryen | a victory and a lover
the targaryen | he comes at night
the targaryen | bloody wedding
the targaryen | second birth ritual
the targaryen | emotions are more important than memories
the targaryen | anyone who hurt her must be punished
the targaryen | blood of my blood
the targaryen | night devour riders, not dragons
the targaryen | king's daughters
the targaryen | reason for slander
the targaryen | first of her name
the targaryen | driftmark visit
the targaryen | forbidden lovers meet at midnight
the targaryen | dragon's wings unfold
the targaryen | at home, away from home
the targaryen | only ravens rule the shadows
the targaryen | darkness gives birth to the dragon
the targaryen | in the arms of the lilac garden and ashes of a friend
the targaryen | d(a)emon's bride
the targaryen | from a strong blood
the targaryen | raven's eyes are not considered legitimate
the targaryen | the dragon behind storm clouds
the targaryen | every night has a morning
the targaryen | living hearts and dead lovers
the targaryen | at every sunset a new dragon rises
the targaryen | blood determines the ruler
the targaryen | burn the witch
the targaryen | our house is dragonstone
the targaryen | the queen doesn't like bastards
the targaryen | princess and her knight
the targaryen | when a rider dies, a new one is born
the targaryen | lord of the harrenhal
the targaryen | wolfs and dragons
the targaryen | the knight and the groom
the targaryen | swear for the second time
the targaryen | witch's son
the targaryen | guests of the riverlands
the targaryen | dornish princess
the targaryen | desires and obligations
the targaryen | marriage is a duty
the targaryen | calm before the storm
the targaryen | true owners of the red keep
the targaryen | maegor's holdfast
the targaryen | time changes but someone always stay the same
the targaryen | mercy of the old gods
the targaryen | breaking point
the targaryen | witch of the forest
the targaryen | green council
the targaryen | black queen(s)
the targaryen | messenger of aegon the usurper
the targaryen | disappointing sons
the targaryen | the north remembers
the targaryen | downfall
the targaryen | mothers always avenge their children
the targaryen | blood of the golden prince
the targaryen | dark sister's soul
the targaryen | blood and cheese
the targaryen | a boy comes, a boy goes
the targaryen | pawn forward one square
the targaryen | black honeyholt
the targaryen | the queen who never was
the targaryen | heirs and dragonseeds
the targaryen | a duel in the stranger's name

the targaryen | real enemy is always in sight

677 56 192
By larathecult

Doğuştan kötü olan bir kan var mıydı bilinmez ama bir çocuğun düşmanlığı ailesinden başlardı; bedeni ile birlikte büyür, kalbini karartarak onu inançlı bir müride çevirir ve akıttığı kandan başka bir şeye susamayan hırsları ile gerçekten yoksun bırakılmış bir aptal olarak hayata devam etmesine sebep olurdu.

Anne ve babalar her zaman doğruyu söylemezlerdi. Yetişkinlerin diyarına bakılacak olursa, onlar inançlarına ve arzularına boyun eğen zavallılardı bir bakıma. Onları da biri kandırmış, iyi ya da kötünün ne olduğunu öğretmiş ancak bunu kendi doğrusuna uygun yapmıştı. Kral olmak için akla ihtiyaç yoktu epey bir süredir. Kraliçe olmak için ise temiz bir kalbe... Bir akılsız ve bir kalpsiz yan yana gelince sarayları olurdu yılan yuvası. Ejderhalar hiçbir zaman yılanlarla iyi anlaşamamıştı.

Westeros'ta hiç kimse gerçek denilen efsanenin ne olduğunu veya var olup olmadığını bilmezdi. Düşman kimdi? Yüzyıllardır savaştıkları Dorne'lular mıydı gerçek düşman yoksa dostları gibi sırtlarını sıvazlayan hainler mi? Kral Viserys'e sorulacak olursa, elinde bir kılıç tutan kişi düşmandı. Kardeşi Prens Daemon'a göre ise asıl düşman, elinde bir silah tutmazdı. Silahı onun hırslarıydı. Yüzüne gülen bir insana daha az güvenirdi, ona tüküren başka bir insana oranla. Daemon Targaryen için kötülük herkesin içindeydi. Az ya da çok fazla, önemli değildi. Tahmin edilenden daha fazlaydı kalbi sarmış kötülük. İyi insan diye bir şey yoktu.

Bir gün yara aldığında, etine saplanan kılıcı ben çıkaracağım. Ama sen canın yandığı için düşmanını ben sanacaksın Viserys, demişti yıllar önce Daemon. Kötülüğe teslim olduğu zamanlardı ve hâlâ içindeydi, Daemon asla saklamaz ya da inkar etmezdi. O zamanlar Kral olan kardeşini inandırmaya çalışırdı ama artık bırakmıştı. Prens Daemon artık sadece kendi ailesini düşünürdü. Yılanların seslerini duyar, bulduğunu ezerdi kendi hükmüyle. Mhyris onları yakarken izlemeyi severdi. Kötülerdi. Ele ele tutuşan ve birbirleri için nefes alan kötü aşıklardı. Sevdiklerine zarar verenlere karşı birer şeytana dönüşen Mhyris'i, Prens'ine hayat veriyordu ve onlar her zaman kanlarındaki ateşte kavrulacak iki aşık ruh olacaklardı.

Günler, yaşayanlarla ölülerin aynı çatı altında bilmeden vakit geçirdikleri bir dönemde akıp gidiyordu. Kızıl Kale'de büyük inanç toplantısı öncesinde çok titiz bir hareketlilik vardı. Yeni seçilen Yüce Septon adına toplanacaktı diyar lordları ve vârisleri. İnanç ile arasını iyi tutan Kral Viserys Targaryen'in bu önemli olayı duyurması adına kalenin gecesi ve gündüzü, Büyük Salon'u dini kutlamaya hazırlamak ile geçiyordu. Diyarın dört bir yanından bu kutlama için Kral Toprakları'na akın eden tüm hanelerin temsilcileri yoldaydı. Gövde gösterisine döneceği belli olan ziyafet, yalakalıkla dolu ve muhtemelen Prens Daemon'un cinayet işlemeye bahane bulacağı bir toplantıya dönüşecekti. İnancı yöneten adam için Lannister hanesinin altınlarla süslü hediyelerini veya Tyrell hanesinin abartılı laflarını göreceklerdi. En kuzeyden büyük bir müfreze geliyordu, Lord Cregan Stark bizzat başkentte olmak istemişti. Tüm bu konuklara özel hükümdarın kasası yığınla harcama yapıyordu. Konseyde üyelerinin yarısının itirazına rağmen Kral Viserys çok cömert davranmıştı. Nitekim gümüş parçalar parlatılıyor, kaliteli ipekten elbiseler dikiliyordu.

Hazırlıkların sürdüğü kale koridorları aceleci hizmetliler ve onları izleyerek dolaşan ruhlarla doluydu. Ancak ölü ruhları sadece Mhyra Targaryen'in gözleri görür ve fısıltılarını o duyardı. Geriye kalanlar ise gözlerinden biri eski tanrılar tarafından öpülmediği için işine devam edebiliyordu. Küçük kız başlarda onların nasıl ruhlardan bir haber olduğunu anlamamıştı. Tam karşısında duran kadını göremediği için Kraliçe Alicent'ın gözlerinde bir sorun olduğunu düşünmüştü ancak sonra fark etmişti ki, ruhları hiçkimse göremiyordu. Kendisi dışında, kimse.

Ivy'i görüp onunla dolaşırdı bazen. Hiç tanımadığı ölü Kraliçe Aemma'yı gördüğü de olurdu, gözleri hep annesi Mhyris'in üzerinde olan bir şövalyeyi de tanımıştı. Ölü şövalye ona adının Ron olduğunu söylemişti. Mhyra'nın çok fazla ölü arkadaşı vardı. Bazıları hep somurtur, bazıları ise kızın elini tutup onunla oyunlar oynardı. Ron'u çok severdi. Ölü şövalyenin Mhyris'in babası olduğunu bilirdi. Annesinden onu büyüten adam hakkında çok fazla hikaye dinlemişti. Büyükbaba diyerek hitap ederdi ona. Kızın kendi kendine sohbet ettiğini ve güldüğünü gören muhafızlar şaşırıyor, hizmetliler deli olduğunu düşünüp üzülüyordu. Ama Mhyra'nın büyükbabası Ron ile olan sohbetleri epey eğlenceliydi. Kahkaha atmaması imkânsızdı. Annesi Mhyris hakkında bir sürü hikaye dinlemişti Ron'dan. Ondan öğrendikleri olurdu. Fakat Mhyra, kendisi gibi ölü ruhları göremeyen annesine üzülürdü. Çünkü Mhyris, babası yanında olduğu hâlde onu göremediği için ağlardı ve Mhyra her zaman annesine sarılıp Ron'un iyi olduğunu, kızıyla gurur duyduğunu ilettiğini söylerdi.

Ölülerle konuşmak sıradan değildi ve Prenses Mhyra Targaryen, sıradan bir kız olmayacaktı.

Başkentin limanları konuk hanelerin gemileri için hazırlanırken, çocuklar Ejder Çukuru'ndalardı. Günleri rutin eğitimleri ile geçiyordu ve bugün de küçük ejderhaları ziyaret ediyorlardı. Mhyra'nın iki farklı renkteki gözleri heyecan ile parlıyordu. Aemond'un yanında, ikiz kardeşi Maerys'in biraz gerisinde beklerken yerinde duramaz, zıplar gibi hareketler yapardı. Aegon abartılı bir şekilde esnediğinde onun karnına vurup sessiz olmasını söyledi. Yaşlı ejder bekçisinin onlara baktığını işaret etti ve uslu durmasını hatırlattı. Onun için özel bir gündü. Ejderhasına verdiği isimle hitap edecekti ilk kez ve Maerys ile uyandıklarından beri sabır duygusunu yitirmişlerdi. Lucerys'den duyduğu domuz taklidine gülmemeye çalışmış, asık suratlı Prens Aemond ile konuşmaya cesaret edememişti.

"Geliyorlar!" diyerek heyecanla nefes aldı Maerys. Gerisinde duran ikizini yanına çekti ve mağaradan çıkarılan ejderhalarını beklediler. İkizlerin bu hevesli halleriyle dalga geçen Aegon uslanmıyordu. Mhyra ise ondan uzun dilini kapatmasını isterken hiç kibar davranmazdı. Küçük kızın tatlı yüzü ve nazik tavırlarına rağmen içinden bazen annesi Mhyris'in tehditkâr hâli çıkabiliyordu. Aegon'un susmasından yana başarılı olunca, Mhyra yeniden Maerys ile el ele tutuştu ve zıplayarak gün ışığına çıkan ejderhasını izledi.

"Sakin olun yoksa hissederler." Daena beklediği köşeden kardeşlerini izliyor, onların heyecanlarına gülüyordu. Bir süredir konuşmadığı Aemond ile göz göze gelince kaşlarını çattı. Piknikteki olaylardan beri -yaklaşık iki haftadır- konuşmuyorlardı. Daena ona kızgındı ve Aemond yarı pişman sayılırdı. Yine de ilk adımı atan olmamıştı. Aemond arada sırada Daena'ya yakın otururdu ama kız ona bakmazdı bile. Küslükleri ilk kez bu kadar uzun sürmüştü. Kızın bakışları yeniden kardeşlerini buldu.

Ejder bekçileri, henüz küçük olan iki ejderhayı yan yana mağaralarından çıkartıp geniş alana getirmişlerdi. İki ejderha da tiz sesleriyle beşiklerinde doğdukları çocuklara kükrüyor -ya da kükremeye benzer bir ses çıkartıyor- ve kanatlarını açarak dengede durma çabası gösteriyorlardı. Maerys'in altın rengi ejderhasının kanatları turuncu ve kırmızı pullarla doluydu. Mhyra'ya ait ejderha ise deniz kadar masmavi bir deriye sahipti. İkisinin gözleri de soluk sarı rengine sahipti. İkizler isim seçerken onların görünüşlerinden ve kendi ilgi alanlarından esinlenmişti. Maerys annesinin kitaplarında buldu ismi, Mhyra ise izlemeyi sevdiği deniz ve ruhlardan.

"Ona ismiyle seslenin, Prensim." dedi genç ejder bekçisi.

Maerys bir adım öne çıkıp kendisine doğru yaklaşan ejderhasına sevecen bir tavırla "Dohaeris, Goldfenix!" dedi. İsmini duyan ejderha yine kükreme benzeri bir ses çıkartıp Maerys'e bir adım daha yaklaştı. Neredeyse koşup çocuğun üzerine atlayacaktı ama onu tutan bekçi durmasını sağladı.

Yaşlı ejder bekçisi, çocuk ile ejderha arasındaki bağın güçlü olduğundan Eski Valyria dilinde bahsetti ve genç bekçi çocukların anlayacağı dilde bir çeviri yaptı. Fakat Daena, annelerinin onlara dili çoktan öğrettiğini söyleyip yaşlı bekçiyi zaten anladıklarını dile getirdi. Ama diğer çocuklar henüz bu konuda iyi değillerdi.

"Prenses, siz de deneyin." Genç bekçi diğer ejderhayı geri çekmelerini istedi ve Mhyra'nın ejderhası öne çıkarıldı.

Mhyra, ejderhasına doğru bekçinin çizdiği sınırdan daha çok yaklaştı ve uyarıyı dinlemeden elini uzattı. Mavi ejderhası tiz sesiyle ona yanıt vermiş, başını kızın elinin altına sokmuştu hiç beklemeden. "Ñuhys Seaghost..." dedi ejderhası ona ilgiyle bakarken. Mhyra ile Seaghost'un arasındaki bağ kalbini saran kan kadar sıcaktı. Küçük kız ve onun küçük ejderhası beraber uçmak için sabırsızlanıyorlardı.

"Annem böyle olacağını söylemişti." Daena, yaşlı bekçi ile aynı anda kızı tebrik etti.

Lucerys, kıza ne kadar korkusuzca davrandığını hayretle söylediği için Mhyra'nın yanakları kızarmıştı ama Aegon yalandan gaz çıkarmış gibi bir ses yapınca tüm büyülü an bozuldu. Daena ve Aemond, aynı anda Prens Aegon'a göz devirmişti. Ejderhaların gitme vakti gelince, Mhyra ve Maerys biraz itiraz etmişlerdi ama yaşlı bekçi, birkaç gün sonra ejderhalarıyla açık havada oynayabileceklerini söyledi. İkizler bu teklife hayır diyememişti. Goldfenix ve Seaghost ile vedalaştılar. Küçük ejderhalar mağaralarına doğru giderken, iki bekçi başka bir ejderhayı ortaya çıkartıyordu. Jacaerys'in idi. Rhaenyra'nın büyük oğlu yaşlı bekçi ile yan yana ejderhasını beklerken, iki çocuk Lucerys ile kovalamaca oynayıp Aegon'un etrafında dönerek onu sinir ediyorlardı.

"Pekâlâ, biz biraz erken gidiyoruz." dedi Daena. "Annem giysileriniz için son dikişlerin yapılacağını söyledi."

"Ama Vermax'ı görmek istiyorum." diye itiraz etmişti Maerys. Aegon'un arkasında durmuş, çocuk onu itmeye çalışırken karşı koyuyordu.

Daena onları yakalamaya çalışırken konuştu. "Daha sonra görürsünüz."

"Vermax ve Arrax'ı göreceğim!" diye ısrar etti Mhyra. Yalvarır gibiydi ama öte yandan yaramaz ifadesiyle kaçmış ve Aemond'un arkasına saklanmıştı.

Maerys'i kolundan yakalayan Daena, kız kardeşine doğru ilerledi. "Vermax ve Arrax bir yere gitmiyor. Sonra yine geleceğiz zaten." diyerek Aemond'un arkasındaki kızı yakalamaya çalıştı. Ama Mhyra duruma müdahale etmek yerine hiç kıpırdamadan duran Prens Aemond'un etrafında dönerek ablası Daena'dan kaçıyordu. "Buraya gelir misin!?" derken kızmaya başlıyordu Daena. Kız kardeşi yeterince sorun çıkarmıyormuş gibi bir de Aemond'u kendisine kalkan seçmişti.

"Hayır!" Mhyra ablasına dil çıkarttı ve Aemond'un koluna sarılarak Daena'ya karşı ondan koruma talep etti.

Daena ile Aemond göz göze geldiler, bu yeterli olmuştu. Kızı iyi tanıyan Aemond, küçük Mhyra'yı hemen ona teslim etmişti. Koruma isteyen ama ihanet ile karşılaşan Mhyra, ablasının kolunun altında götürülürken, Prens Aemond'a dönüp sinirli sinirli baktı ve ona "Bizi korumalıydın." diyerek bağırdı. Aemond sadece omuzlarını oynatmıştı. Keyfi yerinde değildi.

İkizler ve Daena gittikleri sırada bir ejderha, Vermax, bekçilerle beraber ejder mağarasından çıkıyordu. Daha binilmeye uygun değildi, bir biniciyi taşıması için birkaç yıla ihtiyacı vardı ve Jacaerys sabırla bekliyordu. Sesini, bağlı olduğu Jacaerys'i hissetmiş gibi duyuruyordu. Ejder Çukuru'nda tiz sesli yaratığın varlığı görüldü. Işığa çıkıp etrafına bakınıyordu. Vermax, bekçinin yönlendirmesi ile binicisine doğru ilerlemeye başladı. Aemond'un keyifsiz yüzü, Jacaerys'in ejderhasını hayranlıkla izlediğini görünce daha da mutsuz bir hâl almıştı. Ejderhası olmayan tek çocuk o kalmıştı ve niye onu buraya getirdiklerini bilmiyordu. Belki de daha çok üzülmesi içindi her şey. Derin bir nefes alırken geride ve gölgede durdu. Yaşlı bekçi Jacaerys'in öne çıkmasını sağladı, o ve ejderhası birbirine yaklaşıyordu.

"Vermax'ı çağırın, Prens Jacaerys." dedi genç bekçi.

Vermax henüz Jacaerys'in kontrolüne tam olarak girmediği için biraz daha öngörülemezdi. Kurnaz bakışları ile çocuğa doğru yürüyordu.

"Dohaeris!" dedi Jacaerys.

Ejderha onun birkaç adım uzağında durdu ve gövdesini dikleştirip Prens Jacaerys'e doğru kafasını uzattı ama aniden kükreyince, çocuk korkarak geri edim atmıştı. Vermax'a durması için emir verdi. Ejderha dinlemiş ve geri çekilmişti. Yaşlı bekçi, çocuğun başarısını tebrik etti. Aynı esnada bir koyun getirildiğini gördü çocuklar ve ne olacağını daha önce tecrübe etmiş olan Aegon, yanında duran Aemond'u dürterek izlemesini tekrar hatırlattı. Omuzları düşmüş olan Aemond'u pek mutlu edecek bir gösteri olmayacaktı.

Yaşlı bekçinin Eski Valyria dilindeki konuşmasını yanındaki genç bekçi çeviriyordu. Jacaerys ise dinliyordu.

"Ejderhanıza hükmetmelisiniz, genç prensim. Tıpkı Prens Aegon'un ejder Sunfyre'a hükmettiği gibi. Tamamen size bağlandıkları zaman başkasından talimat almayacaklardır."

Jacaerys heyecanlıydı. Vermax'ın her kükremesi ile sabrını yitiriyordu ve meşhur kelimeyi söylemek istiyordu. Vermax koyuna tiz sesiyle kükremişti. Çocuk ise yaşlı bekçiden onay bekledi ve aldığında, onu izleyen amcalarına baktıktan sonra ejderhasına döndü.

"Dracarys, Vermax!" dedi hevesle.

Vermax, komutu aldıktan sonra onu bekleyen koyuna doğru ilerledi ve ateşini püskürterek hayvanı pişirdi. Geriye siyahlaşmış ölü koyun kalmış, ejderhanın öğle yemeği olmuştu. İlk kez ejderhasına alev püskürtmesi için komut veren Jacaerys başarılı olduğu için omuzlarını dik tutmuştu. Yaşlı bekçi onun başına dokunup tebriğini sessizce belli ederken, Prens utangaç bir tavırla teşekkür etti ve Vermax'ın pişirdiği hayvanı yemesini izledi.

Bekçilerin, ejderhalarla ilgilenmek için uzaklaşmasını fırsat bile Prens Aegon fırsatını bulmuştu. "Sana bir hediyemiz var, Aemond." dedi erkek kardeşinin omzuna elini koyarken. Gülümsüyordu. Aegon'un gülüşüne güven olmazdı.

"Neymiş o?" diye soran Aemond'un inanmaya hevesi yoktu.

"Çok özel bir hediye." Küçük Lucerys, Aegon'un sağ kolu gibi davranıyordu. Etrafın boş olmasını fırsat bildi, hızlı koşusu ile ejderhaların çıkarıldığı dik mağara yoluna doğru gitti. Karanlık yola girerek gözden kaybolmuştu.

"Aramızda yalnızca senin ejderhan yok." dedi Aegon. Kardeşinin omzu hâlâ elinin altındaydı ve Jacaerys de onlara katılınca mağara yoluna doğru yürümeye başladılar.

"Doğru."

"Ve buna üzüldük." diye devam etti Aegon. "Bu yüzden sana da bir tane bulduk."

Jacaerys sessizce gülüyordu.

"Ejderha mı?" diye sordu Aemond. "Nasıl kendi başınıza bir ejderha bulabildiniz?"

"Tanrı bize verdi, kardeşim."

Aemond'u mağara yolunun girişine doğru ittiler. Git gide yaklaşan tiz bir hayvan sesi onlara doğru yaklaşırken, Aemond'un mutsuz suratı bekliyordu. Lucerys'in koşusu görüldü ilk önce ve çocuk bir ip tutuyordu. İpin ucunda ise bir hayvan vardı. Domuz. Kanat takılmış pembe bir domuz, Lucerys'in yanında mağaradan çıkıyordu. Prens Aemond kendisiyle alay edildiği anda bir şey hissetti, kalp kırıklığı. Çocuktu ve layık görüldüğü şey bir domuzdu. Aemond gergin çenesini sıkarak ona gülen çocuklar yerine kanat takılmış çirkin domuza bakıyordu. Domuzun hırıltılı sesi, Aemond'un midesindeki bulantıyı tetikledi. Yumruk yemişti ve ona darbeyi vuran el, değersizliği idi. Yeterince aşağılanmıştı. Kalbinde ona acı veren bir duygu dolaşıyordu ama Aemond, o an için Daena'nın burada olmamasından yana şükretti. Onun önünde alay edilmeyi kaldıramazdı.

"Huzurlarınızda..." diye başlayan Prens Aegon'a, Jacaerys ve Lucerys eşlik etmişti. "...Pembe Korku!"

Hepsi gülüyordu.

Aemond ise gözlerini domuzdan ayırmıyordu.

"Dikkatli bin. İlk uçuş her zaman en zor olanıdır." Aegon, alay etmekten vazgeçmiyordu. Sonra Jacaerys ile aynı anda domuz sesi çıkarttı. İkisi deli gibi gülmeye devam ediyordu.

Üç çocuk alay etmeye devam ederek uzaklaştılar, Aemond ile domuzu baş başa bırakmışlardı. Hayvan önündeki yemeği yerken; Prens Aemond, gergin ve üzgün ifadesiyle, gözlerini meşale ateşleriyle aydınlatılan ama karanlık olmaktan kurtulamayan mağaranın girişine çevirmişti. Alay eden kahkaha sesleri hâlâ kulaklarında yankılanıyor ve çocuğun ağlama isteği duymasına sebep oluyordu. Aemond ağlardı ama yalnızken. Bir bebek gibi değil, büyük bir adam gibi ağlardı. Sessizce. Layık görülmediğini düşünür, bir ejderhayı rüyasında sürmekten bile korkar hâle gelirdi. Ama artık korkmayacaktı. Bir deneme ondan hayatını alacaksa dahi yapacaktı. Ejderhası olmadan bir hiç gibiydi zaten. Hiç olmaktansa ölmeyi tercih ederdi.

Mağaradan ejderha sesleri ve rüzgar geliyordu dışarıya. Aemond etrafına baktı, birinin onu görüp görmediğini kontrol etti ve sonunda yürüdü. Ona layık görülen domuzu geride bırakıp aşağıya, mağaraya girdi. Targaryen'ler cesurdu, olmalılardı. Kanından aldığı delilik ile Aemond Targaryen, ejderha bulma arzusu uğruna hiçbir güvenlik olmadan mağaranın karanlık yolunda buldu kendisini. Uğultuları dinliyor, takip ediyordu. Duvardaki siyah taşa elini atıp gittiği yolu görmeye çalıştı. Rüzgar ona ejderha kokusunu taşıdı. Prens Aemond, mağaradaki dönüşte, bir ejderhayı hissetti. Karşısına çıkan yolun sonunda bir ejderhanın yuvası bulunuyordu. Kalbi göğüs kafesinden çıkmak ister gibi atan Aemond, uğultu dolu mağarada ilk kez bir ejderhanın kükremesini duymak üzereydi. Cesur davrandı. Ortaya çıkarak ejderhanın onu görmesini sağladı. Karanlık inine gelen ziyaretçiyi tanımayan ejderhaya karşı aptalca bir cesaretti bu. Aemond onun hangi ejderha olduğundan emin değildi. Çok karanlıktı. Sinirli ejderha hareket etmişti. Kanatları ve ayakları üzerine kalkarak çocuğu korkutmaya yetecek bir şekilde kükredi ve yukarı kaldırdığı ağzından çıkan ateş, Prens Aemond'un cesaretini yakıp kül etti.

Dreamfyre'ın püskürttüğü ateşten dolayı mağaranın o kısmı aydınlandı ve Aemond, ikinci ateşin kendisi için olacağını anladı. Kardeşi Helaena'ya ait olan ejderha ona doğru ilerleyince, çocuk korkup geri geri gitti ve ayağı takıldığı için yere düştü. Dreamfyre'ın uyarmak için ikinci kükremesini ona duyurması ile Aemond gitme vaktinin geldiğini anlamıştı. Kaçmak için hızlı bir hamle yaparak ayağa kalktı. Koştu, tökezlese bile koşmaya devam etti.

Şansı yine yaver gitmemişti.

*

Prenses Helaena'nın odasından iki farklı çocuğun gülme sesi geliyordu. Yüksek, içten ve durmak bilmeyen kahkahalardı bunlar. Yalnızca mutlu çocukların atacağı kadar kalptendi.

Kral Viserys'in kızını mutlu görmek çok nadir yaşanırdı, her daim endişe ve tereddüt duygusunu taşıyan kızı Helaena'ya sevinci çok görmüştü eski tanrılar. Onu gören büyükler böyle avuturdu kendilerini. Fakat yalandı. Helaena'yı güldürebilen birkaç kişi vardı. Ablaları Mhyris ve Rhaenyra, yemek yerken daima ağzını kirleten Aemond, ona ejderhasına giderken eşlik eden Sör Criston Cole ya da olur olmadık yerlerde uykuya dalan Lord Lyman Beesbury kızı çok güldürürdü. Ama kimse şahitlik etmezdi bu anlara. Kızı güldürebilen ve bunu da herkesin bildiği tek bir kişi vardı, Prens Daerys. Helaena etrafında o olduğunda başka kimseyi görmezdi.

Kahkaha sesleri onlara aitti.

Odadan elinde boş bir tepsiyle çıkan hizmetli Marla ve kapının önündeki nöbetini sürdüren Sör Criston Cole, seslerin sahibini biliyorlardı. Kraliçe Alicent'ın muhafızı bu kahkahaları ciddi ifadesiyle dinlemek zorunda kalmışken, Prenses Mhyris'e hizmet eden Marla çocuklar sayesinde bir tebessüm taşıyordu yüzünde. Genç hizmetçi odadan çıkarken Sör Criston ile göz göze geldi ve yüzündeki yarayı artık düşmancıl bakışlarıyla taşıyan muhafız yüzünden korkup uzaklaştı.

Mahzenden çıktığı günden beri, Sör Criston Cole iletişim kurulabilecek ya da sohbet edilebilecek biri olmaktan çıkmıştı. Gözlerinde, Prens Daemon tarafından bırakılmış bir iz vardı ve buna yenilgi deniyordu. Mahzendeki mahkumiyet süresince Daemon'un ona neler yaptığını hiç anlatmamıştı. Fakat herkes, Criston'un artık başka biri olduğunu biliyordu. Muhafızın şimdiki rahatsızlığı ise Helaena'nın yanında Prens Daemon'un oğlunun olmasıydı. Çocuk tıpkı babası gibiydi.

Daemon'un ifadesini ve kısık gözlerini taşıyan Daerys, elinde küçük bir kutu ile gelip odaya girmek için Criston'dan kenara çekilmesini istemişti. Babası gibi bir akrep diye düşünmüştü adam. İlk başta Daerys'in içeriye girmesine izin vermemişti, Kraliçe'nin en kesin emriydi çünkü. Kendi çocukları ile Mhyris'in çocukları çok yakın olsun istemiyordu. Criston onun emrinden çıkmadan uygulamıştı ama Daerys'in ne kadar inatçı olduğunu bilmiyordu. Çocuk neredeyse muhafıza saldırmak için hamle yapmıştı ki, muhafızların kumandanı Sör Harrold oraya gelmiş ve odadan çıkan Prenses Helaena'nın isteğinin daha önemli olduğunu Sör Criston'a hatırlatmıştı. Kral'ın emri, geriye kalan tüm emirleri ezerdi ve Viserys, karısının aksine çocukları ile torunlarının her zaman yakın olması isteğini taşıyordu. Daerys ve Helaena odaya girmişlerdi. Koridor yeniden sakin hâlini almış ancak çocukların sesleri yükselmişti. Criston Cole bir süredir Daerys ejderha kükremesine sabrediyordu.

Güneşli günü kardeşleriyle birlikte Ejder Çukuru'nda geçirmek yerine kalede kalmayı tercih eden Helaena ve Daerys, zaten yetişkin ejderhalara sahip oldukları için diğerlerine göre oldukça rahatlardı. Vahşi Cannibal ve güzel Dreamfyre'ın eğitime ihtiyaçları yoktu. Ancak Daerys'in biraz kraliyet kurallarına uyması gerekiyordu. Ona kalırsa, düzgün bir kıyafet giyinmek veya kötü söz kullanmamak gibi boş ve sıkıcı kurallar gereksizdi. Daerys küçük yaşına rağmen küfür ederdi ve babasından öğrenmiş olmalı ki, sakin bir üslupla kancık demeyi çok severdi. Ayrıca bakıcıları özenle onu giydirse bile Daerys gün içinde kıyafetlerinin yarısından kurtulmuş olurdu. Beyaz gömleğinin yakaları daima açıktı ve belinde bir bıçakla gezmeyi sevdiği için pantolonu üzerinden düşecekmiş gibi görünürdü. Uzun saçlarına artık katlanamıyordu. Daha bu sabah kendi bıçağı ile kesmeye yeltenmişti, annesi onu yakalayana kadar en azından. Ve şu sebebini bile anlamadığı inanç vari şeyin toplantısından sonra saçlarına yeni bir kesim yaptırabilecekti.

"Uzun saçlarından mı sıkıldın yoksa Aegon ile benzer görünmek istemiyor musun?"

Yatağın üzerine uzanmış olan Daerys, sırtüstü yatıyordu. Başı aşağıya doğru düşmüştü ve yerde oturan Helaena'yı ters görüyordu. "Aegon ile benzer bir yanım mı var?"

"Tüm Targaryen erkekleri kadar."

"Bu bir cevap değil, Helaena."

"Benzemiyorsunuz." diyerek çocuğa baktı Helaena. "Sadece saçlarınız aynı gibi görünüyor ama sen tarıyorsun."

"Aslında ben taramıyorum. Daena zorla eline bir tarak alıp beni esiri gibi sandalyeye oturtuyor." Daerys itirafta bulunurken huysuz göründü. Onun devirdiği gözleri, Helaena'nın gülmesini sebep olmuştu.

"Ona teşekkür etmelisin."

"Asla!" dedi gururlu bir şövalye gibi Daerys. Yatakta doğruldu. "Saçlarımı örmek için uyumamı bekliyor. Mhyra da onunla ortak oldu zaten."

Saçlarının yarısı kalın bir örgüyle toplanmış olan Helaena alay etmek istemezdi ama örgünün Daerys'e çok yakışacağını söylemek zorunda kaldı.

"Harika, sen de alay et tâbi."

"Alay etmiyorum." diyerek itiraz etti Helaena. Yanakları, gülmekten dolayı tıpkı elbisesi gibi pembeydi. "Sadece bazen aşırı tepkiler veriyorsun ve bu iyi değil, Daerys."

Prens Daerys umrunda olmadığını göstermek için omuzlarını oynattı. Sonra da yataktan yere inip Marla tarafından odaya bırakılan bir tabak meyvenin yanına yöneldi. Masanın üzerine çıkıp bağdaş kurmuştu. Yeşil bir elmayı yemeye başladı. Yaramazdı ama tatlı yüzü, onu her cezadan kolay bir çabayla kurtarabilirdi. Helaena'yı izlemeye devam ediyordu. Kıza ahşap bir kutu getirmişti ve içinde böcekler vardı. Prenses yerde oturuyor, elinde gezinen kırkayağı incelemek yerine Daerys'e bakıyordu. Durduk yere göz göze geldikleri çok olurdu. Konuşmak yerine sadece birbirlerine bakarlardı.

"Ve ayrıca, çizmelerini bağlamayı bilmiyorsun." dedi Helaena.

Daerys merakla çizmelerini baktı ve kız haklıydı. İpleri çözülmüştü. Prens ağzındaki elmayı tutmaya devam edip çizmelerini bağlamaya başladı.

"Sana verdiğim kitabı okudun mu?"

Daerys olumsuz anlamda kafasını salladı. Kitap okumaya vakti vardı ama o yine de tercih etmiyordu.

"Hiç şaşırmadım."

Daerys, ona umutsuz bir vaka gibi bakan Helaena'yı görünce, ağzındaki elmayı masaya bıraktı ve çizmelerini bağlamayı hızlıca bitirdi. "Kitapların arasında kaybolmak bana göre değil." dedi, masadan yere atladı. Odayı bir talim alanı gibi kullanıyordu. Atlıyor, koşuyor ve Helaena hayretle izlerken bıçağını kullanmak için hayali dostu ile alıştırma yapıyordu. Tabi ki Mhyra gibi gördüğü birileri yoktu, yalnızca hayal ederdi çocuk. Fakat geldiğinden beri o kadar çok hareket etmişti ki bir anlığına uyuma isteği bile duymuştu. Yorgundu. Biraz ilerleyip Helaena'nın yanına bıraktı kendini. Yere uzandı ve kızın yastıklarından birini kafasının altına çekti.

"Senin bana okumanı tercih ederim." dedi Daerys. Bazen Helaena ile kitap okumak için kütüphaneye giderlerdi.

Helaena, bir elindeki kırkayağı diğer eline geçirirken Daerys'e bakmıyordu ama çocuğun onu izlediğini biliyordu. Yüzünden silinmeyen tebessümü için iyi bir sebepti. "Yalan söyleme."

"Söylemiyorum."

"Ne zaman sana kitap okusam bahane bulup bana engel oluyorsun." diyerek kırkayağı incelemeye devam ediyordu Helaena. Çocuğun neden sessiz kaldığı yeterince açıktı, çünkü kız haklıydı.

"Sevmediğin şey kitaplar mı yoksa bana katlanmak mı?"

"Muhafızın." dedi Daerys.

Helaena şaşırmamıştı.

"Kütüphanede olduğumuz zamanlar gözleri hep bizim üzerimizde oluyor ve ben yanımda sen varken onun iki gözünü oymak istemiyorum." Daerys sakin bir açıklama yapmıştı. Bir elini uzatmış, Helaena'nın omzundan aşağı dökülen saçlarına dokunuyordu.

"Gözleri oyularak ölmeyecek." dedi Helaena, kendi kendine. Odaklanmış gibi böceğe bakıyordu.

Daerys onun yüzünün önünde elini sallayarak kızı kendine getirdi.

"Sadece annemin emrini uyguluyor." Helaena az önce söylediğini unutmuş gibi normal hâline döndü. Bir elindeki böceğe bir de Daerys'e bakıyordu ama aklı başka yerdeydi her zaman ki gibi.

"Kraliçe benden nefret ediyor." diyen Daerys, yan dönerek kıza yaklaşmıştı. Kollarını sardığı yastığın üzerindeki yüzü, Helaena'nın elindeki böceği ilgi ile incelemesini seyrediyordu.

"Çünkü akşam yemeklerinde sürekli beni kaçırmaktan bahsediyorsun."

Daerys gülmeye başladı, kurnazca.

"Ama özellikle senden nefret ettiğini söylemek yanlış olur." dedi Helaena. Ayaklarını uzatıp dirseğinin üstüne yaslandı ve Daerys ile karşılıklı, yüz yüze uzanmaya başladı. "Bazen bana katlanamıyor. Aegon'a da."

Prenses Helaena'nın elindeki böceği parmakları arasında dolaştırmasını izleyen Daerys, sessiz kaldıkları süre boyunca düşünmüştü.

"Onu suçlayamam." Helaena, annesi ne hissediyorsa biliyor gibi davranır ve onun bazen olması gerektiğinden daha soğuk davranmasını anlayışla karşılardı. Henüz empati yapabilecek kadar büyümemiş, tecrübe edinecek yaşa gelmemişti ama annesinin neden bu kadar gergin oluşunu anlıyordu.

"Seni gerçekten kaçırabilirim." diyen Daerys, yaşına göre çok ciddiydi. "İki ejderhamız var. Kaleden çıkmak için bir yol bulmamız yeterli ve ben çıkış yolunu biliyorum."

Helaena duymak istedi.

"Duvarların arasında yollar var."

"Tünel gibi mi?" diye sordu kız.

"Evet, şehre kadar gittiğini öğrendim." Daerys'in gizli iş çevirmeyi sevdiğini gözlerine bakınca herkes anlardı ve yine plan peşindeydi. "İstersen tünel girişini bulduğum zaman kaçabiliriz."

"Nereye gideceğiz ki?"

"Nereye istersek." diye yanıtladı Prens Daerys. Prenses'in istekli görünmesini bekledi ancak karşılık bulamamıştı.

Helaena, korsanlardan korktuğunu ve uzaklarda hep korsanların olduğunu söylemişti. Biraz büyümeyi beklemek istiyordu. Daerys ısrar etmedi. Aklına dolup taşan planlarını gerçekleştirme şansının, genç bir erkek olduğundaki zamanlarda ayağına geleceğini zaten babası söylemişti. Büyümeliydi o da. Tüm diyarı dolaşmak, Dorne kıyısına Cannibal'ı indirmek ve Fatih Aegon'un yaptığı gibi tarihe yazılmak istiyordu. Helaena'ya, bir gün onunla güneydeki topraklara uçacaklarına söz vermişti. Kız ona Dorne'lular ile hâlâ düşman olduklarını hatırlattığında, Daerys'in tek söylediği o zamana kadar arkadaş oluruz idi. Kendinden emindi.

"En çok onu sevdin sanırım." Daerys, kızım elindeki kırkayağı işaret etti.

"Gözleri yok ama gideceği yeri çok iyi biliyor." dedi Helaena. Böceği tuttuğu elini uzatıp Daerys'in yüzünün üstüne getirdi ve çocuğun kaçmasını bekledi. Fakat Daerys kıpırdamıyordu. "Mide bulandırıcı bulmuyor musun?"

"Sadece bir böcek." dedi Daerys. Kız ona rutin alışkanlıklarının başkaları tarafından ne kadar tuhaf bulunduğu gerçeğini itiraf ederken, yüzünde pek keyifli bir ifade yoktu. Helaena çabuk mutsuz olurdu. Cebinde bir örümcek taşıdığı için ona garip garip bakmayı alışkanlık edinmiş insanları anlatmak kolay gibi görünüyordu ama Helaena çok sıkıntılı hissediyordu.

Prens Daerys, kızın elindeki böceği almak için elini kaldırdı. Helaena'nın parmaklarına dokunup kırkayak için bir köprü yaptı. Böcek yavaş hamlesi ile Daerys'in eline geçmişti. "Ama ben tuhaf olmanı seviyorum." dedi çocuk. Böceği elinde gezirirken Helaena'nın yüzüne çaktırmadan bakıyordu.

Helaena bu sözü daha öncesinde de duymuştu ama her seferinde tatlı bir gülümseme yüzünde belirirdi. Prens Daerys'in yanına uzanıp onun böcek ile oynamasını izlemeye başladı. En azından oda kapısı açılana kadar...

Muhafız kapıyı açtığında, Helaena ve Daerys başlarını kaldırıp gelen kişiye baktılar. Kraliçe Alicent hoşnutsuz bir ifadeyle içeriye girerken ona hizmetli Alys eşlik ediyordu. Alicent, göz alıcı yeşil elbisesi ve sabırlı olmak için sık sık aldığı derin nefesi ile çocuklara bir tebessüm göstermeye çalışıyordu ama Prens Daerys'in varlığı buna müsaade etmiyordu. Kızının yanında Daemon Targaryen oturuyormuş gibi görürdü gözleri. Çocuk baş belası babası Prens Daemon'a öyle benziyordu ki, Kraliçe Alicent bazen Daerys'e tokat atmanın eşiğine geliyordu. Yine o eşikteydi ve önünde birleştirdiği elleri gerilmişti. Alys'den odayı toplamasını istedikten sonra çocuklara doğru yürüdü. Kızını tanırdı, tek kelime etmeyecekti. Fakat Daerys şimdiden Kraliçe'ye ters ters bakmaya başlamıştı.

"Demek burada saklanıyorsunuz."

"Saklanıyor olsaydık bulamazdınız, Majesteleri." dedi Daerys. Kırkayağı kutuya geri bırakmıştı. Helaena ile aynı anda doğruldu ve oturur hâle geldi.

Alicent gülümsemeye çalıştı. "Prens Daerys..." dedi çocuğu baştan aşağı süzerken. Yanlarına ulaştı ve hemen tepelerinde, bir gözcü gibi durmaya başladı. "Anneniz burada olduğunuzu biliyor mu?"

"Evet."

Helaena böceklerle dolu kutuyu ani bir hamleyle eline aldı, kapağı kapatıp saklamak ister gibi arkasına koydu.

"Bu güzel günü eğitim yerine odada boş boş geçirmenize izin verdi yani."

"Neden ona sormuyorsunuz?" diye sorarken, Daerys masum gözükmeyi seven bir şeytan gibi tebessüm etti. "Prenses Rhaenyra ile Kral'ın yanına gideceklerdi. Orada bulabilirsiniz."

Kraliçe Alicent, babası gibi cevabını hazır veren çocuğu kovdu. "Hadi sen de gidip onlara katıl." derken, kibar görünüyordu ama gözlerinde kızgın bir duygu yatıyordu. Tek kızını asla Mhyris'in oğluyla yan yana görmek istemiyordu.

"Gitmek istemiyorum." Prens Daerys sakince itiraz etmişti.

Yerdeki yastıkları toplayan Alys'in onları dinlerken güldüğünü neyse ki göremiyorlardı.

"Kraliçe'nin isteklerine itiraz etmek suç sayılır, Prens Daerys. Anneniz size öğretmedi mi?"

Daerys'in kaşları çatıldı.

Aynı sırada, odanın kapısı yeniden açılmıştı ancak bu kez kolunu tutan muhafıza öfkeyle bağıran ve yüzü is lekeleriyle dolu Aemond'du getirilen kişi. Çocuk ağlamak üzere gibiydi ve fevri tavrıyla kolunu kurtarmak için çırpınıyordu. Muhafız onu bırakmıştı. Oğlunu o hâlde gören Kraliçe Alicent ise yerdeki çocukların yanından hızla ayrıldı ve Aemond'a doğru yürüdü.

"Yine ne yaptın?" diye sordu endişeyle Alicent. Muhafız odadan çıkmıştı ama Alys hâlâ yerinde bekliyordu.

Daerys ve Helaena da endişelenmişti. Meraklı gözleri çocuğa bakarken, bir anlığına kız konuştu. "Yine yaptı."

Kraliçe, oğlunun yaptığı şeyi sorma ihtiyacı duymadı. Aemond'un zaten başını aynı belaya sokmak için hep aynı bahaneye sahip olurdu. "Kaç kez uyarıldın! Seni odana mı kapatmam gerekecek?"

"Onlar yaptırdı!" diye bağırdı Prens Aemond.

Kraliçe de üslubunu sertleştirdi. Oğlu bağırırken ona doğru eğilip kızmaya devam etti. "Sanki yine yapmak için teşvike ihtiyacın vardı da. Takıntını anlamak mümkün değil, Aemond."

"Bana bir domuz verdiler!"

Prens Daerys, çocukların ne yaptığını öğrenince kaşları yeniden çatılmıştı. Aemond ile iyi arkadaşlardı ve onun böyle davranışlara maruz kalmasına tahammül edemiyordu.

"Ne yaptılar?" Kraliçe Alicent, oğlunu kollarından nazikçe tutup sordu.

"Benim için bir ejderha bulduklarını söylediler." dedi Aemond. Öfkesi git gide üzüntüye dönüşüyordu. Sesinde belirgin bir değişim oldu, titriyordu. "Ama bir domuzdu. Bana bir domuz hediye ettiler."

Helaena pek ilgileniyor gibi değildi. Eline kırkayağı yeniden almıştı ve kardeşine bakmak yerine böceğin kaç halkası olduğunu sayıyordu.

Kraliçe, oğlunun yanağını okşadı ve onu sakinleştirmeye çalıştı. "Bir gün ejderhan olacak, Aemond."

"Bir gözünü kapatması gerekecek." diye mırıldandı Helaena. Onu sadece Daerys duymuştu. Prenses ile göz göze geldiler. Helaena ne dediğinden emin görünüyordu.

Annesi onun saçını okşarken, çocuk Alys'in önünde durduğu pencereye doğru bakıyordu. "Hepsi gülüyordu." dedi üzgün sesiyle. Kraliçe Alicent'ın ona sarılmasına izin verdi ama Prens Aemond kollarını dahi oynatmamıştı. Pencerenin önündeki Alys'e bakmaya devam ediyordu. Hizmetli kız da ona.

Odanın dışında gürültülü bir koşus duyuldu. Sonra da kapı açılmıştı ve Prenses Daena, olanları öğrenmiş bir şekilde odaya girdi. Ejder Çukuru'na giderken giyindiği kıyafetleri yerine yarın ki davet için giyeceği elbise ile koşup gelmişti buraya. Belli ki henüz hazır değildi elbisesi. Omuzlarındaki kumaşta bulunan, ölçü için kullanılan iğneler ve dikişleri bitmemiş tül detay kolları kızın terzinin yanından kaçıp buraya geldiğini gösteriyordu. Daena koşmaktan dolayı dağılmış ve yüzüne düşmüş saçını geriye atıp Aemond'un yanına ilerledi. Kraliçe Alicent ise bir başka baş belasını daha çocuklarının etrafında bulmuştu. Aemond hemen annesinin kollarından sıyrılıp Prenses Daena'ya döndü.

"Biz gittikten sonra bir şeyler olmuş." dedi Daena, duyduklarını onaylaması için Aemond'un karşısında durmuştu. Çocuğun ne hâlde olduğu ortadaydı. Daena endişeyle onu inceledi ve hiç vakit kaybetmeden Aemond'a sarıldı.

Prens hemen kollarını ona sarmıştı.

"Erkenden gitmemeliydim." Daena fısıldar gibi konuşmuştu. Gözlerini onlardan ayırmayan Kraliçe Alicent yüzünden rahat hissetmiyordu.

Aemond yanıt vermedi, çünkü erken gittiği için Daena'ya minnettardı. Ona daha sıkı sarıldı. Odadaki dört kişiyi unutmuştu bile. Daena'nın her zaman leylak kokan saçları, Aemond'un yüzü için yumuşak bir yastık gibi rahattı.

Kraliçe rahatsız bir tavırla öksürdü.

Daerys ve Helaena gülüyordu.

Alys ise sinsi gözleriyle izliyordu.

Prenses Daena geri çekilmişti ancak sebebi, diğerlerinin onları görmesi değildi. Burada olmak istemiyordu. Aemond'a sarılmaya son verdi ama bu kez de çocuğun elini tuttu. "İzninizle, Majesteleri." diyerek izin aldı. Fakat Alicent'ın bir şey demesini beklemedi ve Aemond'u peşinden sürükleyerek odadan çıktılar. Kraliçe peşlerinden seslenmiş, oğluna geri dönmesini ve temizlenmesini söylemişti ama Prens Aemond onu duymadı bile. Koridorda Daena ile koşarak gözden kayboldu.

"Biri bitiyor, diğeri başlıyor." Kraliçe Alicent, açık kapının önünde duran Sör Criston Cole ile göz göze gelirken demişti bunu. Muhafızı bir emri olup olmadığını sordu, çocuğu geri getirip annesine teslim edebilirdi. Ama kadın istemedi. Bunu yerine odadaki Alys'i yanına çağırdı ve ondan Aemond'un hemen odasına götürülmesini istedi. "Banyo yaptığından ve odasında vakit geçirdiğinden emin ol, Alys. Yemeğini bugün tek başına yiyecek."

"Emredersiniz, Majesteleri." dedi Alys. Çocukların gittiği yoldan, temkinli ve sessiz adımlarla onları takip etmeye başladı.

Kızıl Kale'nin arka bahçesine giden koridorda, el ele koşturan Daena ile Aemond henüz onları Alys'in takip ettiğinden haberdar olacak kadar çevrelerine önem vermiyorlardı. Bir muhafızı geride bırakıp koşmaya ve aslında kaçmaya devam ettiler. Kral Eli Lyonel Strong'un yanından geçen çocuklar merdivenlerden aşağı hızlı adımlarla inerken, bir anda etrafında dönen Prens ve Prenses olunca adam elindeki kalın kitabı düşürmekten son anda kurtuldu. Daena ona seslenerek özür diledi. Sonra Aemond ile beraber saklanmak için bahçeye çıkan koridor sonundaki bir köşeye ulaştılar. Taş bir heykelin ardında gözükmeyen ancak Daena'nın uzun zaman önce bulduğu bir aralıktı. Üstlerinde merdivenler yükseliyordu.

"Seni yalnız bırakmamalıydım." dedi Daena, hiç beklemeden. Sırtını duvara yasladı. Biraz önce Aemond'a sarıldığı için çenesi ve yanağı kirlenmişti.

Aemond sessiz kalıp kızın karşısında durdu. Düştüğü durum, onun pamuk ipliğine bağlı güvenini de götürmüştü.

"Böyle bir şey yapacaklarını bilseydim hepsini..."

Prens onun sözünü kesti. "Olan oldu." dedi gergin bir ses tonuyla. Daena'ya sarılıp sessizce beklemeyi tercih eder, bir bebek gibi ağlayacak hale geldiğini unutmak isterdi. Duvara yaslandı. Kız onu izlerken Aemond yere bakıyordu.

"Onları domuz pisliğine atalım mı?" diye sordu Daena. Heveslendi. Kısa sürede bir plan yapabilirdi. Aemond onay versin diye bekliyordu.

"Hayır, gerek yok."

"Pantolonlarına böcek koyabiliriz."

"İstemiyorum." dedi Aemond.

Daena'nın omuzları düştü. Normalde huysuzluk yapan çocuğa kızardı ama bir süredir küs olmalarına rağmen kız onun üzgün hâlini görünce daha fazla dayanamamıştı. "Sürekli seninle alay etmelerine karşılık bir şey yapmalısın Aemond. Yoksa durmayacaklar." dedi içten bir destekle. Çocuk ona bakmak için kafasını kaldırınca gülümsedi.

"Bir şeyler bulurum."

"Birlikte bir şeyler bulacağız." diyerek düzeltti Daena. Çocuğu güldürmekten yana çabalıyordu. Ayağını uzattıp ona vurdu. Aemond'un karşılık vermesini bekleyerek ikinci kez çocuğun ayağını dürtmüştü. Ama Prens bir sorunu var gibi görünüyordu.

"Sürekli bana yardım edemezsin."

"Edebilirim." Daena inatçıydı.

"Bazen muhafızım gibi davranıyorsun Daena. Bu yanlış."

"Nesi yanlış?"

"Erkek olan benim." dedi Aemond.

"Bir kızın seni koruması gururunu mu incitiyor?" Daena'nın sesi yükseldi ve öfkeyle soluduğu sırada tek kaşını kaldırdı.

"Benim seni korumam gerekiyor ama genelde yerde ben oluyorum, sen de elini uzatıp beni kaldırıyorsun." dedi Aemond. Bu konuda Aegon onunla o kadar çok alay ediyordu ki, Aemond artık dayanamıyordu. Kendisi sorun etmezdi bunu. Daena'nın sürekli onu izlediğini bilmek güzeldi ama kendisi de bir işe yarasa hiç fena olmazdı.

"Çünkü ben Visenya'yım!" dedi Daena. "İstediğimi korurum. Eğer sana fazla rahatsız edici geliyorsa kendime göz kulak olmak için Jacaerys'i seçerim."

"Hayır!" diye sesini yükseltti Prens.

"Jacaerys ona yardım etmemden hiç rahatsız olmuyor." Daena onu sinir etmek için gerekli yolu bulmuştu ve kullanacaktı. Başka türlü Aemond'u kendine getiremiyordu.

"O küçük sülük çok meraklı zaten!"

Daena sadece omuzlarını oynattı.

Kızın inat ederse neler yapacağından emin olan Aemond geri adım atmıştı. "Rahatsız olmuyorum." dedi içten bir tavırla. Daena inanmış gibi değildi ve koridora doğru bakıyordu. Aemond'a kızgınlığı çabuk yükselir ama çabukta biterdi. Çocuk bunu bildiği için biraz çaba gösterdi, pelerinini aldı ve temiz kalmış iç kısmındaki kumaşı ile kızın kirlenmiş yanağını silmeye çalıştı. Ne yazık ki is lekesi her dokunduğunda daha çok yayılıyordu. "Özür dilerim."

"Ne için?" diye sordu Daena. Yüzünü daha çok kirleten Aemond'u son kez zorluyordu. "Korumacı olduğum için mi yoksa yüzümü ejderha çukuruna girmişim gibi kirlettiğin için mi?"

"İkisi için tek bir özür yeterli mi?"

"Bilmiyorum."

Aemond düşünürken etrafına bakındı ve aklına sadece tek şey geldi. Adımını atıp Daena'ya doğru yüzünü uzattı ve kızın yanağını öptükten sonra çekildi. Heyecandan midesine yumruk iniyor, Daena gülmeye başlarken Aemond'un kaçma isteği artıyordu. Ama kız onun özrünü kabul ettiğini söylemişti. Biraz sonra da Aemond'un keyifsiz halinden eser kalmamıştı. Yeniden barışmışlar ve kirlenmiş halleriyle dalga geçmeye başlamışlardı.

Fakat onlara doğru yaklaşan soğuk bir gölge vardı, dakikalardır çocuklardan haberdar olan. Alys bir süredir uzakta durmuştu ve sadece dinlemişti onları. Çocukların tatlı barışmalarına midesi bulanmış bir şekilde şahitlik etmiş ve daha fazla sabredememişti. Adımları çok sessizdi. Alys'in özelliği sessizlikti. Çocukların saklandığı yere kadar hiç fark edilmeden yürümüş, birden bire onları yakalamış gibi ortaya çıkarak Daena ve Aemond'un çığlık atmasına neden olmuştu.

"Sizi buldum, Prensim!" dedi Alys.

İrkilerek birkaç adım içeriye kaçan çocuklar soluklanıyordu. Hizmetçi kızın ani baskını onları korkuturken, Alys'in koyu yeşil gözleri bir yılan gibi ikisini inceliyor ve gülüyordu. Daena ondan gitmesini istedi.

"Üzgünüm, Prenses. Majestelerinin kesin emri var. Prens Aemond'u kendi odasına götürmeliyim." Alys bir elini Aemond'a doğru uzattı. Çocuğa sıcak yüzünü gösteriyordu.

Aemond ondan çekiniyor gibiydi ama yine de karşı koymadı. Annesi istediği, karşı koyarsa daha çok sorun çıkacağı için Daena ile vedalaştı. Akşam tekrar yemek salonunda buluşurlardı ancak Alys, Prens'in akşam yemeğinde yine odasında olacağını açıkladı. Kraliçe Alicent'ın emri demek yeterli olmuştu.

Prens Aemond, Alys ile birlikte gitti.

Daena onların gidişini izlerken çok huzursuz bir duyguyla dolmaktan kurtulamamıştı. Alys'e karşı, onu içten içe rahatsız eden hisleri vardı.

*

Gece vakti herkesin odasına çekildiği bir zamanda, kızıl tüylü kara kuzgun Mhyris'in penceresinde dinleniyordu. Şehirden yükselen ışıkları izliyor ve Prens Daemon'un attığı kahkahadan dolayı arada bir sesini yükseltiyordu.

"Bu kancık bizi tüm gece izleyecek mi böyle?" diye sordu Daemon. Yatağında oturuyordu. Sırtını yastığa yaslamıştı ve pek uyumaya niyeti yoktu. Kurnaz gözleri odada dolaşan güzel karısını izliyordu.

"O benim üçüncü gözüm, Daemon." diyen Mhyris, odanın ortasında yer edinmiş büyük masanın üzerindeki kitapları topluyordu. Oğlu Maerys'in akşamüstü burada olduğu belliydi. "Biraz saygı göster."

"Arada bir işe yaraması güzel ancak o kara gözlerini bana dikip kanatlarını açınca sinirleniyorum."

"Bahane arıyorsun." diye düzeltmişti Mhyris. Gülüyordu. Kocasının bazen çocuklardan daha haylaz oluşu, onun eğlence sebeplerinden biriydi. "Güzel kuzgunumu rahat bırak. Senden daha çok iş yapıyor."

Daemon homurdandı.

"Limanda nöbet tutacak muhafızları seçtin mi?"

"Baratheon'lar için en iyi adamlarımı seçtim." Prens'in ses tonunda belirgin bir tehditkârlık vardı. Üzerine bir de kalın sesiyle kahkaha atınca, Mhyris'i meraklandırması zor olmamıştı.

"Daemon." dedi uyarır gibi Mhyris.

"Konukların güvenliğini sağlıyorum, sevgilim."

"Baratheon hanesi ile yıllar sonra ilk kez bir araya geliyoruz. Lütfen sorun çıkartma. Bu önemli bir toplantı."

"Boremund eski dostum sayılır." dedi Daemon. Alay ederken oturduğu yere yayılmıştı. "Biraz hasret gidermek için erkek şakaları yapacağız elbette. Hem, kardeşi nasılmış diye soracağım. Adı neydi?"

Mhyris sabırla nefes aldı.

"Edmund gibi bir şeydi." Düşünüyor, ciddi görünmeye çalışıyordu. "Uzun zaman oldu onu görmeyeli, değil mi? Yedi cehennemden hangisine gittiğini sormayı unutturma bana."

"Seni Lannister'lar ile aynı masaya oturtur ve Jason Lannister ile sohbet etmek zorunda bırakırım, Daemon."

"Onlarca altın tabutun Kızıl Kale'den çıkarılma sebebi olursun. Hazır Yüce Septon da bizimle olacağından, altın saçlı dostlarımız için hızlı bir cenaze töreni yapabiliriz." Daemon sessizce gülüyordu.

"Parlak fikirlerini geleceğe saklaman iyi olur, sevgilim." dedi Mhyris. Dört kalın kitabı bir köşeye kaldırıp şarap sürahisine uzanmıştı.

"Pentos şarabından nefret ediyorum."

Mhyris onu dinleyip kırmızı şarabın olduğu diğer sürahiyi aldı ve kadehe doldurmaya başladı. "Yarın ki toplantı için Prens Reggio'nun elçisi gelecek."

"Myr'dan ses var mı?"

"Lord Corlys bugün bana haberleri yolladı. Yargıç konseyi elçi yollama hevesindeymiş. Ama kesin değil."

"Piramitlerinin üzerinde dalgalanan Targaryen bayrağını kabul etmeleri büyük incelik."

"Başka şansları var mıydı?" diye sorarken, Mhyris'in kendinden emin ifadesi anında yüzüne yayılmıştı ve bu Prens Daemon'u baştan çıkartmak için en kolay yoldu.

"Sana tapıyorum."

"Gerçekten mi?" Mhyris şaşırmış gibi sormuştu. "Bana Mhysa der misin?"

"Sana neler dediğimi iyi biliyorsun."

Mhyris elindeki kadehlerle yaklaştı ve yatağa çıktı, birini Daemon'a uzatarak adamın yanına oturdu. "Ahlâk dışı bir şeyler dediğini hatırlıyorum. Ama çok sessiz ol yoksa Kraliçe duyabilir. Bize yargılar gibi bakmasını istemeyiz."

Prens'in kahkahası bu kez kapıdaki muhafızları Qorr'u bile uyandıracak kadar yüksekti.

"Bugün Daerys'i kızdırmış." Mhyris gülüyor olabilirdi ama Alicent'ın her hareketi onu rahatsız ediyordu.

"Oğlumuzdan korkuyor çünkü."

"Daerys başının çaresine baktığı için şimdilik karışmıyorum ancak kimse oğlumu odadan kovamaz."

"Yine Helaena'nın yanında mıydı?"

"Başka nerede olacak? Ya Cannibal'ın sırtında ya da Helaena'nın yanında." dedi Mhyris. Oğlunun büyüyor oluşu onun gülümsemesi için yeterliydi.

"Şu alışkanlığını bıraksa iyi olur."

Mhyris bu tepkinin sebebini anladı. "Helaena'yı diğer çocuklardan ayrı tut, Daemon. O benim kız kardeşim."

"Sonuçta yarı Hightower." derken burun kıvırdı Daemon. Şarabından büyük bir yudum aldı. "Annesinden aldığı özelliklerini düşünmek dahi istemiyorum."

"Aslında Rhaenyra'nın küçüklüğüne benziyor." dedi Mhyris. Omzuna yaslı duran Daemon'un yüzünde parmağını gezdiriyordu.

"Yine de ailemde Hightower özelliği olan birini istemiyorum."

"Bunu biz seçemeyiz."

"Daerys büyüdüğünde tüm diyarda gezecek ve daha fazla seçenek olduğu gerçeğini görecek, Mhyris. Oğlumdan eminim. Şimdi sadece bir çocuk ama hep bu kadar evde olmayacak." dedi Daemon. Kendinden emin konuşmuş, oğlunu tanıdığını tekrar eklemişti ve haklı olabilirdi. Daerys'in uzaklardaki toprakları görme isteği biliniyordu ve Cannibal'ın sırtına atlayıp diyardaki her şehre gideceği de geleceğe dair en belirgin gerçekti. Ancak insan kalbini her yere götürmezdi. Daemon gitmişti bir zamanlar ama kalbini Kızıl Kale'ye emanet etmişti. Çünkü içinde Mhyris yaşıyordu.

"Ama sen de dönüp dolaşıp yine bu evdeki kıza geri döndün, sevgilim."

"Çünkü diyarda varılabilecek en güzel topraklar, senin olduğun topraklardı." Daemon, Mhyris'in omzundaki başını uzatıp kadının boynuna dudaklarını bastırdı. Leylak bahçesinde yaşıyordu.

Mhyris'in hoş gülüşü, Daemon'un yüzünde gezinen parmaklarına eşlik ediyordu. "Fethetmek konusundaki başarını hafife alamam." dedi Mhyris. Boynuna bırakılan öpücükler durmak yerine sıcak bir hâl alıyordu. Prens'in gülümsediğini, çenesine değdirdiği dudaklarından anlamıştı. Daemon'un geri çekilen yüzüne baktı.

"Parlak bir fikrim var." dedi Daemon.

"Kesinlikle sorun çıkacak." Mhyris'in öngörüsü doğruydu ve hiç şaşmazdı.

Daemon gözlerindeki ateşine teslim olmaya hazır ifadeye rağmen sakince Mhyris'in elindeki kadehi aldı, kendi kadehinden de son yudumunu içerek bardakları yatağın yanına bıraktı ve merakla bekleyen Mhyris'e dönmüştü. "Yarın Yüce Septon'u biz karşılayalım. Büyük Salon'un kapıları açıldığı an ilk bizi görmeli." diyerek sakinliğine son verdi. Mhyris'i bacaklarından tuttuğu gibi kendisine doğru çekerek yatağa uzandırdı.

Kadının gülüşü, Daemon'un onu sinsi bir hamleyle gıdıklamaya başlaması yüzünden artıyordu. Geceliği hızlıca beline kadar açıldı ve bacaklarını hiç vakit kaybetmeden Daemon'un beline sarıp onu üzerine çekti.

"Büyük ziyafet masasının rahat olup olmadığını kontrol ettiğimiz esnada yakalanmak ilginç olurdu." Daemon altındaki bedeni her seferinde tekrar keşfetmeyi severdi. Elleri durmadan Mhyris'in vücudunda geziniyor, onu öperken vahşi bir ruh halini alıyordu. Gömleğini çıkartmak için doğruldu ve ince kumaş parçası yere düştüğünde, yeniden Mhyris'in parlak gözlerine yaklaştı. "Senin güzel çığlıkların ile karşılanmak, Yüce Septon'a büyük bir armağan olur, sevgilim."

"Yedilerin sayısını altıya düşürmek için harika bir plan, Daemon. Saf ve masum Bakire'yi kaybedebiliriz."

"Kraliçe'miz biraz üzülecek." diyerek üzgün gibi görünmeye çalışmıştı ama gözlerine dolmuş şehvet duygusu bu rolünü sürdürmesine izin vermemişti Daemon'un. Yatakta dönerek Mhyris'i üzerine aldı. Sabırsız ellerini kadının geceliğini çıkartmak için kullanıyordu.

Mhyris onu delirtmek için adamın ellerini itiyor, geceliğini çıkartmak yerine üzerinde tutuyordu. Daemon merhamet dilendi. Mhyris üzerinde yavaşça hareket ederken sabretmesi işkence gibiydi. Kadına karşı koydu, elleri Mhyris'in göğüslerine ulaşmıştı ve geceliğini yırtmaya hevesli hamlesi ile çıkartmak istedi. Fakat oda kapısı, dışarıda beliren ani seslerden sonra çalındı. Daemon sızlanmak istemezdi ancak Mhyris üzerinden kalkınca bir çocuk gibi nefesini üfledi. Yataktaki rahat uzanışı son bulmuştu. Mhyris ise kapı dışında kimlerin olduğunu anlamıştı. Kendi tarafına oturdu.

"Girebilirsiniz." diye seslendi Mhyris.

Kapı muhafızları tarafından açıldı ve dört çocukları pes peşe içeriye girdi. "Rahatsız etmek istemezdim, Prenses. Fakat ikizler buraya gelmek istediler." diyerek açıklayan bakıcıları, ona izin verildikten sonra kapıyı kapatıp gitti. Çocukları, yatakta olmaları gereken saatte ayaktalardı. İkizlerin ise hiç uyumadığı belliydi, koşarak yatağa çıkarken annelerinden biraz yardım almışlardı. Büyük kardeşleri onlara göre farklı bir durumdaydı. Daerys ayakta uyuyordu. İkizler çocuğu ellerinden tutup buraya sürüklemişti. Daena ise gözlerini ovuştuyor, tekrar uykuya dalma fırsatını kolluyordu. Esnerken, adımını dengesiz atıyordu.

"Bunu haftada bir yapmaktan keyif mi alıyorsunuz?"

Daemon'un sorusu, üzerine Mhyra atlayınca yanıtsız kalmıştı. Sonra da Maerys geldi ve Daemon yastıkların ona çarpmasına aynı şekilde karşılık verdi. Daena onlara katıldı ama daha çok tembeldi. Babasının yanında yer edinip ona vurulan yastıkları elleriyle engelledi. Daerys ise annesine sarılıp zar zor yatağa çıkmıştı. Anında bir yastık bulup yatağın ortasına yerleşti. Mhyra ona takılıp düşünce, Maerys'in yastık saldırısına maruz kaldı ve ikizi tekmelerle karşılık verdi. Onları ayrı tutmak Daemon ve Mhyris'e kalmıştı. Maerys, annesi ile Daerys'in arasında bir yer bulunca kavgaya son vermişti ama Mhyra, Daemon onu tutmasa bir tekme daha atacaktı. O da Daena ile Daerys'in arasına girdi. Çünkü babası Daena tarafından çoktan sarmalanıp alınmıştı.

"Bazen sizi yaptığımız için pişman oluyorum." diye söylendi Daemon. Çocuklar, Daemon'un huysuz laflarına alışkındı. Babalarına güldüler.

Babasının boynuna sarılıp uykuya dalmak üzere olan Daena "Hayır, olmuyorsun." dedi kendinden emin cevabıyla. "Bizi seviyorsun."

"Bizden daha fazla olsun istiyorsun." diyerek ablasını destekledi Maerys. Annesi üzerini örterken ona daha çok sokulmuştu, hep bebek gibi kalacaktı.

"Yeterince kalabalığız." dedi Daerys. Kollarının arasına giren Mhyra'nın hareket etmesine rağmen uykunun tatlı kollarına bıraktı kendini. Uyku ilk onu yanına çekmişti. Tembeldi.

"En küçük kardeş olmayı seviyorum. Daerys, haklı. Bu kadarı yeterli." dedi Mhyra. Nihayet örtüyü yüzüne kadar çektiği için yatağa yerleşti ve Daerys'i yastık niyetine kullandı.

Daemon, Mhyris'e baktı. "Hiçbirine itiraz edemem."

Daerys ağzı açık bir şekilde uyurken, diğer çocuklar ve anneleri yeniden güldüler.

"Abinizi örnek alıp hemen uykuya dalıyorsunuz." dedi Mhyris. Örtünün herkese yettiğinden emin olmak için uğraşıyordu.

"Işıkları söndür." diyerek kurnazca gülümsedi Mhyra. Babası onu hemen destekledi.

"Bu numarayı ben de seviyorum."

Mhyris hepsine gülümsediği sırada, odayı aydınlık tutan mumlar anında sönmüştü. Çocuklar sadece onların bildiği sır karşısında kıkırdayıp uyku için gözlerini kapattılar. Mum ateşleri sönünce, geriye ay ışığı ve büyük bir aile kalmıştı.

Kızıl Prenses, uykuya teslim olana kadar ailesini izledi. Hayal ettiğini yaşamak inanılmaz bir duyguydu.

*

İnanç ve krallık birbirini desteklerdi.

Andallar yüzyıllar önce Westeros'a gelip inançlarını bu diyarın temeli hâline getirdiklerinden beri hangi kralın yükseleceğine ya da hangisinin batacağına onlar karar verirdi. Bir hükümdar, inanç ile uyumlu olmalı ve inancı uygulamalıydı. Halkının ahlâkı ve değerleri buna bağlıydı.

Fatih Aegon, Westeros'u fethettiğinde, inanç ile uyum içinde olmuştu. Onun, diyarın dini olmasında bir sakınca ya da engel görmemişti. Ama Targaryen hanesinin gelenekleri ile Yedi İnancı oldukça zıt ilkelere sahipti. Günahkâr, inanç sahibi insanların Targaryen'ler için kullandıkları bir terimdi. Valyria hanesi, Yedi İnancı'na uygun değildi. Onlar kendi geleneklerine, tanrılarına ve ejderhalarına bağlı insanlardı.

Targaryen hanesi soyunu korumak için aile içi ensest evlilikler yapardı.

Yedi İnancı ise bunu lanetlemişti.

Babası Fatih Aegon'dan sonra gelen Kral Aenys I. inanç ayaklanmaları ile karşı karşıya kalmıştı. Sebebi, oğlu ile kızının gizlice evlenmiş olmasıydı ve bu olay şehirlerin yanmasına kadar varmıştı. Yedi İnancı'nın ayaklanması Zalim Maegor gelene kadar devam etti ve Demir Taht'ı gasp eden Maegor'un saldırgan politikaları sayesinde güç kaybetti. Ondan kısa bir süre sonra, Kral Jaehaerys döneminde geliştirilen İstisnacılık Doktirini ile Targaryen'ler inancın önünde ayrıcalık kazanmıştı. Kendi geleneklerini sürdürmek adına bir izin beklemeyeceklerdi. Targaryen evlilikleri, Kral Viserys Demir Taht'a oturduğu vakitte yeni kurallarla karşı karşıya kaldı. Viserys, aile içi evlilik konusunda bazı engeller getirmişti ve Yedi İnancı'nın hoşuna giden kararını sürdürmekte kararlıydı. Fakat kardeşi Prens Daemon onun bu kuralına karşı durdu. Ejderhanın soyunu saf tutmak konusunda kesin fikirlere sahipti ve Prenses Mhyris ile evlenerek geleneği sürdürdü.

Yeni Yüce Septon'un kişiliği ve alacağı kararlar ise henüz belli değildi. Nasıl bir tavra sahip olacaktı? Hükümdarı zorlamayı mı seçecekti yoksa dengeli bir şekilde eline sunulan görevindeki süresini barışçıl mı kullanacaktı?

Büyük Salon ihtişamlıydı. Yedilerin heykelleri konukları tepeden izliyor ve Demir Taht'ın gölgesi, lordlar ile vârislerinin aklını karıştırıyordu bir yandan. Kral Toprakları, diyarın dört bir yanından gelen soylu hanelerin insanlarıyla doluydu. Farklı armalara sahip askerler, kalenin muhafızlarına eşlik ediyordu. Bu hanelerin içinden en şaşırtanı, yıllardır Kral Viserys'e karşı sert bir tutum sürdüren Fırtına Burnu Lordu Boremund Baratheon ve vâris oğlu Borros Baratheon olmuştu. Son yıllarda, Dorne halkı tarafından sayısız saldırıya maruz kalan Fırtına Toprakları'nın yeniden Kral Viserys'in korumasına girme isteği anlaşılabilir bir durumdu. Fakat Prens Daemon'un Lord Boremund'un kardeşi Edmund'u kendi düğününde öldürdüğü ve gelini Mhyris ile evlendiği unutulmamıştı. Peki üzerinden neredeyse on yıl geçen bu olayı hatırlatmak isteyen aptal bir adam var mıydı? Hayır! Kim Daemon Targaryen'i yeniden, o akşam olduğu gibi kanlar içinde görmek isterdi ki? Ziyafet başladığından beri adamların gözleri Prens Daemon ile Boremund Baratheon'un üzerindeydi. Ama iki adam bir araya gelmemişti. Salonun uzak köşelerinde duruyorlardı.

Çocuklar bakıcılarının gözetiminde salonda koştururken; Yüce Septon ve beraberindeki adamlar sohbet ediyor, Kral Viserys'in kahkahaları lordların kadehleri tokuşturması ile aynı anda duyuluyordu. Kirli zihinlerde dönen planların inanç ahlakı ardına sığınıp ortaya döküldüğü bir akşam olacaktı. Kırmızı renkteki elbisesi ile Prenses Rhaenyra, salona muhafızı ve kocası ile birlikte girdiğinde, gözlerin kadına dönmesi kaçınılmaz olmuştu ancak genç kadın hiç bozuntuya vermeden tepsi taşıyan hizmetliden bir kadeh alarak kalabalığa karışmıştı. Mhyris'i ararken yoluna kuzeyin yeni lordu ve onun karısı çıkmıştı. Lord Cregan'a ve hamile eşi Leydi Arra Norrey'e içten bir selam verip onlarla sohbet etmeye başladı. Rhaenyra ve Cregan'ın küçük çocuk oldukları dönemde fazla anıları vardı. Bunların en başında, Cregan'ın Mhyris için Lannister çocuklarını her defasında dövmesi geliyordu.

"Bugün sizi bir Lannister'a yumruk atarken görebilir miyiz Lord Cregan?" diye sordu Rhaenyra. Etrafında ona kaçamak bakışlar atan insanlardan ziyade Prenses Rhaenyra Winterfell Lordu ile sohbet ederken oldukça iyi hissediyordu. Çünkü kuzeyli adamın bir dost olduğunu biliyordu.

Lord Cregan'ın kahkahası klâsik bir kuzeyli gibiydi. Gür ve kalın. "Eğer Prens Daemon'dan fırsat bulabilirsem olabilir."

"Lord Jason Lannister ile atışmaya başladılar bile." Leydi Arra bir sır verir gibi konuşmuştu. Lord Cregan Stark'ın ilk aşkı ve karısı olan genç kadın, elini karnında tutuyor ve kalabalığa hiç alışık olmadığı için adamın kolundan ayrılmıyordu.

"Kavgaya dönüşmemesini umalım." dedi Lord Cregan. Kadehini, Prenses Rhaenyra'nın kadehi ile tokuşturdu.

Kuzeyin genç kurdu ile Demir Taht'ın vârisi sohbet ederken; amcası Lord Hobert Hightower ve Eski Şehir'den gelen konukların yanında onlara eşlik eden Kraliçe Alicent, kadeh ardındaki gözleriyle etrafı izliyordu. Sör Criston onun yanında duruyor, yeşil kraliçeye yaklaşılmasını engelliyordu. Aegon ile diğer üç çocuğu, annelerine zorlukla eşlik ediyorlardı. Masaların etrafında koşturan yeğenlerine katılma istekleri sabote edildiği için keyifsizlerdi. Ama davul çalan cücenin etrafında koşan Daena ona doğru dil çıkartırken, kızı izleyen Aemond gülüyordu. Yeni Yüce Septon'a yakın olan yeşiller yani yedi inanç merkezi olan Eski Şehir'e sahip olan Hightower hanesinden yükselen bir veraset sohbeti vardı. Bu sohbetin tüm salona yayılmasını sağlamışlardı. Öyle ki, Velaryon hanesinin masasını oturmak için seçen Mhyris'e ulaşmıştı bu laflar. Prenses Rhaenys ve Lord eşi Corlys ile Myr'ın geleceği konusunda ettiği sohbetini, hemen ardında Prens Aegon'un vâris olması gerekmez mi? diye soran birkaç leydi bölmüştü ve Kızıl Prenses onlara ters bir bakış ile baktığı an çekinerek uzaklaşmışlardı.

"İnsanlar hadlerini bilme konusunda çok zayıf, değil mi?"

Lord Corlys Velaryon ona hak verdi.

"Benzer bir durumu yaşamıştım." dedi Rhaenys. Gözleri alışkın olduğu üzere salondaki konukları inceliyor, içtiği şarap ile sakinliğini koruyordu.

"Kral Jaehaerys'in seçimiydi." deyip, Rhaenys'in 101 konseyinde verasetini kaybetmesini ima etmişti Mhyris.

"Aynı konseyi yaşama ihtimalimiz var mı sence?" diye sordu Lord Corlys. Bir müttefikti Mhyris. Son yıllarda Deniz Yılanı ve Kızıl Targaryen'in ortaklığı, diyara zaferler olarak geri dönmüştü. Kızları Laena'nın da Mhyris'e düşkün oluşu, Velaryon lordunun Prenses ile dostluğunu pekiştirmişti.

"Ben hayattayken hayır." diye yanıt verdi Mhyris. Kadehinin soğuk gümüş yüzeyinde parmağını gezirirken, gözü Kraliçe Alicent'ın üzerindeydi. Ancak bunu fark eden Sör Criston ona bakıp Mhyris ile göz göze gelmişti. Prenses bakışlarını kaçırmadı. Aksine, kadehi dudaklarına götürdü ve bir yudumu, tehditkâr gözlerini yeşillerin üstünde tutmaya devam ederek içti. Criston'du başını çevirmek zorunda kalan. Kızıl Prenses tavrını bu akşam herkese açık açık gösteriyordu.

"İzninizle."

Mhyris'in değişen müzik sayesinde aklına birini kontrol etmek gelmişti. Bitmiş kadehini hizmetliye verdi ve kalabalığın arasında yürürken ona ilgiyle selam veren insanlarla nazik tebessümü ile ilgilendi. Kuzeye konuk olduğu dönemde tanıştığı çok sayıda insan vardı, Stark'lar ve Karstark'lar ile kısa sohbetler etti. Baratheon hane arması taşıyan bazı insanlarla karşı karşıya denk geldi ancak iki taraftan da hamle olmamıştı. Mhyris, Fırtına Toprakları'ndan gelen insanları es geçerek davullara kuvvetlice vuran müzisyenlere doğru yürüdü. Kızları Daena ve Mhyra, yanlarında Lucerys ile birlikte arkadaşları şarkı söylerken onu izliyorlardı.

"Yemek tabakları ile geziyorsunuz, yine." diyerek çocuklara ulaşmıştı Mhyris.

Lucerys'in elinde böğürtlenli tart dolu bir tabak vardı, Mhyra da limonlu ve erikli kekleri doldurmuştu küçük bir tabağa. Müzisyenlerin yanında, yerde oturan çocukların ağızları kirliydi ve Robin ile sohbet ederken kek yemeye devam ediyorlardı. Daena ikisinden de aşırıyordu. Kızını Prens Aemond'a dil çıkartırken yakalayan Mhyris bir şey dememişti ama Daena hemen uslu bir tavra bürünmüştü.

"Kral Viserys istediğimiz kadar kek yiyebileceğimizi söyledi." Lucerys'in ağzı dolu olduğu için dedikleri boğuk bir sesle çıkmıştı.

Prenses Mhyra kafasını sallayıp onu destekledi.

"Başka çocuklara da merhamet edin. Onların da tatlıya ihtiyacı var." dese bile Mhyris gülüyordu. Onlara engel olmadı. Çocukların başını okşadı ve yanlarından geçip müzisyenlere eşlik eden Robin'in yanına ulaştı. Davulu çalan cücenin yanında oturuyor, bir şarkı daha söylemek için sırası gelsin diye bekliyordu. Myr'dan getirdiği ve ona kalede güvenli bir hayat verdiği genç çocuk, yanında Mhyris'i bulduğu an ona elini uzatmıştı.

"Mhysa, şarkıyı beğendin mi?" Gri, artık Robin ismiyle biliniyordu. Köle hayatından tamamen kurtulmak için Mhyris'in önerisi ile kendine yeni bir isim seçmişti. Kızıl Kale'nin bir sakini olduğundan beri sağlıklı ve yakışıklı genç bir çocuğa dönüşmüştü. On yedi yaşına girmesi yakındı. Mhyris onun için en sevdiği keki hazırlatacaktı.

"Harikaydın." dedi Mhyris. Çocuğun kıvırcık saçını düzeltti. "Kız kardeşini görmeye gittin mi bugün?"

"Evet, Nettles'in keyfi yerinde. Beni pek fark etmedi." dedi Robin. Kardeşi bir septa tarafından yetiştiriliyordu, Mhyris'e yakın bir görevliydi. Robin ise eğitim alıyordu. "Birazdan, senin çok sevdiğin aşkımın mevsimleri için izin aldım, onu söyleyeceğim."

"Sadece benim için olduğunu söyle ama. Buradaki leydilerin kıskançlık yapmasını istiyorum." dedi Mhyris.

Robin gülerek kabul etti.

Kızıl Prenses, o şarkıya geçene kadar herkesi yerlerine oturtmak için söz verdi. "Böylece insanlar güzel bir sesi dinleyebilir." demişti. Robin'i bırakıp çocuklardan kral masasına geçmeleri için acele etmelerini istedi. Sonra da kalabalığa geri döndü. Rhaenyra ile Arryn hanesinin masasında karşılaştı ve iki kız kardeş kol kola girerek Yüce Septon'a doğru ilerlemeye başladılar.

"Alicent yine Hightower olmaktan geri durmuyor." dedi Mhyris. Oğlu önünden koşarken geçtiğinde, ona yavaş olması için seslendi ama Prens Daerys çoktan Lord Cregan'ın güçlü cüssesine toslamıştı.

Lord Cregan Stark çocuğu yerden kaldırırken ona dikkatle bakıyordu, gerçek bir ejderha diyerek ona eşlik eden diğer kuzeyli adamlarla Prens'i tanıştırdı. Daerys bir anda kendisini iki metreye yakın boylarıyla kuzey soğuğu taşıyan adamların arasında bulmuştu ama hemen uyum sağladı. Mhyris müdahale etmek zorunda kalmadığı için Rhaenyra ile yürümeye devam etmeden önce Lord Cregan'a başıyla selam verdi. Kurt karşılığını gülümseyerek göstermişti.

"Fark ettim." dedi Rhaenyra. Babası ve Yüce Septon'a doğru yaklaşırken vâris olduğu için suçlu hissetmesi sağlanan birine dönüşmüştü. Gözleri taşımak onu yoruyordu. Neyse ki Mhyris'den yayılan bir ateş vardı. Kız kardeşinin etrafını sarıyor, koruyordu. "Aegon'u vâris ilan ettirmek için Yüce Septon'u kullanmaya çalışacak."

Mhyris kahkaha atmıştı.

Birkaç göz onlara döndü, Hightower hanesi ve Baratheon hanesi idi.

"Babamızın senden başka kimseyi seçeceği yok, Rhaenyra. Melisandre söyledi. Kral ile sohbet arkadaşı oldu, biliyorsun. Ve Melisandre aklımızda ne varsa ortaya dökmeyi iyi bilir. Kral yalnızca seni düşünüyor. Demir Taht'ı bırakacağı kişiyi çoktan seçti."

Rhaenyra sıkıntıyla nefes aldı.

Büyük Salon'un çevresinde gezinen beyaz pelerinli muhafızlar güvenlik için konukları dikkatle izliyordu ve içlerinde tek altın pelerinli olan Sör Harwin Strong ise Prenses Rhaenyra için oradaydı. Yanındaki Raymond ile birlikte prenseslerin peşinde geziyor, koruyucuları oluyorlardı. Raymond, Stark hanesinin yanından geçerken, Lord Cregan ile göz göze gelmişti ve iki adamın benzerliği inanılmaz bir derecede belli oluyordu. Lord Cregan, Raymond uzaklaşırken ona bakmaya devam etti. Öte yandan, Yedi İnancı için düzenlenen toplantıya Orlys ve Melisandre katılmamıştı. Yvone da yoktu, Tabitha ve kızı da evlerindeydi. Essos rahibelerinin çok dikkat çekme riski vardı ve zaten onların Mhyris'i, ateşte gördükleri bir haberden dolayı yalnız bırakmaları gerekiyordu. Orlys ise aniden ortadan kaybolmayı seven bir adam olduğu için nerede olduğu belirsizdi. Nitekim, inanca uygun bir akşam oluyordu. Prensesler, Kral'ın ve Yüce Septon'un yanına vardıkları sırada kibarca selam verdiler. Kral Eli Lyonel Strong, sırasıyla kadınları ve Yüce Septon'u tanıştırdı.

"Vârisim, Prenses Rhaenyra." dedi Kral Viserys. Diğer kızını inanç için uygun görmüyordu ne yazık ki. Bir yandan Rhaenyra ve Yüce Septon'un sohbetini dinlerken, diğer yandan da Mhyris'in tepkisini izliyordu. Büyük kızı gayet rahat görünüyordu. Prens Daemon ile yan yana duruyor, ikili sessizce sohbet ediyordu.

"Göreviniz için sizi tebrikler ederim, Yüce Septon." dedi Rhaenyra.

"Taç giydirme töreninde ben de sizi tebrik edeceğim, Prenses Rhaenyra."

Yüce Septon; inancın lideri olduğu için kafasına Yedilerin tacını takan, bir kraldan daha oturaklı ve sürekli burnu havada dolaşan orta yaşlı bir adam olmakla birlikte Daemon'un da sıradaki hedefiydi. Adamın süslü ve parlak cübbesinin altındaki göbeği, Daemon için ağzını sıkı tutmasını engelleyen bir sebepti. Güldüğü için konsey üyesi olan adamlar ona bakıp duruyordu.

"Prenses Mhyris." dedi Yüce Septon. Büyük burnunun üstündeki küçük gözleri, dikkatle Kızıl Prenses'e baktı. "Vahşi şehirlerdeki başarılarınız için İnanç size minnettar. Yakında kırmızı tapınaklara, seçilen elçilerimizden bir grup göndereceğim."

Mhyris şaşırmıştı. "Neden? O insanlar zaten kendi inançlarını yaşıyorlar."

"Tuhaf gelenekleriyle yüce tanrımızı kızdırıyorlar. Üstadlık adı altındaki büyüleri diyarımızı tehdit etmeye cüret edebilir." dedi Yüce Septon.

Kral Viserys gerildiği zaman sahte bir şekilde öksürür ya da gülümserdi. Ve bu kez hem öksürüp hem de kocaman gülümsüyordu.

"Bunu istemeyiz." diyerek gülümsedi Mhyris. Adama, diyarına girme cüreti gösteren büyünün kendisi olduğunu söyleyemezdi. "Çok iyi düşündünüz, Yüce Septon."

Yüce Septon görevinin ilk büyük işini Kral ve beraberindeki konsey üyeleri ile paylaşırken, Mhyris'in ardındaki Daemon karısının kulağına yaklaştı ve fısıldadı. "Adamın bütün bir domuz yediğine ve çıkartmayı unuttuğuna eminim."

"Ona yardımcı olmamız gerekir mi dersin?"

"Bırakalım da Eski Şehir'deki inanç militanları ilgilensin." dedi Daemon. Sonra salonun girişini işaret etmişti.

Büyük Salon'a sırasıyla giren Gölge Adamlar, salonun belirli noktalarına dağılıyordu. Konuklar ve Yüce Septon merakla onları izlemişti. Essos kadar gizemli, gölge kadar sessizlerdi ancak varlıkları insanları geriyordu. Mhyris uzaktan onları izledi. Kadının gözleri nereyi gösteriyorsa, Gölge Adamları oraya gidiyordu. Kızıl Prenses'e yakın duran adamlar bunu fark etmişti.

"Askerleriniz Volantisli mi, Prenses?"

"Hayır." dedi Mhyris, Yüce Septon'a. "Köle Körfezi'nin ötesinde kurulmuş bir ordu. Volantisli sahipleri onları satın almıştı. Ben de ondan aldım."

"Bir baba daha çok gurur duyamazdı." diyen Kral Viserys sayesinde adamlar tekrar güldüler. Kral şaka yapma gibi bir amaç taşımamıştı aslında. Mhyris adına gerçekten gururluydu. Sadece Westeros'un onu kabul etmeyeceğini düşündüğü için daha çok geri planda kalarak güvende olmasını istiyordu.

Daemon onların aksine ciddileşmişti. Çünkü Kraliçe Alicent, peşindeki oğlu Aegon ile birlikte Yüce Septon'un tam yanında belirmişti.

"Prenses Mhyris hepimiz için sürpriz bir isim oldu." dedi Kraliçe Alicent.

Mhyris bunun bit iltifat olmamasına karşın sakin tebessümü ile Septon'a bakmıştı. "Anne beni seviyor olmalı."

Yüce Septon onu onayladı.

"Yabancı da beni çok seviyor." deyip Kral'ın uyarısını aldı Prens Daemon. Onay verilen bir isim olmaması, onu gaf yapma konusunda daha özgür ve önüne geçilemez kılıyordu.

"Ziyafeti başlatalım mı?"

Rhaenyra, Alicent'ın oğlunu Yüce Septon ile tanıştırmak için hamle yaptığı arayı fırsat bilmişti. Kraliçe sözünü daha tamamlayamadan Yüce Septon vâris prensese katıldığını söyledi ve birlikte sırasıyla konuklara selam vererek masalarına gitmişlerdi. Kraliçe Alicent'ın hırs dolu yüzündeki ifadeyi saklama şansı olmadı. Viserys ile göz göze geldikleri bir anda Kraliçe Alicent onun uyarısını dinledi ve hiç konuşmamayı tercih ederek oturdu.

Yüce Septon, Kral Viserys'in masasına geçmişti, hükümdar ailesi ile birlikte oturarak adına düzenlenen bu ziyafet için hanelere bir teşekkür konuşması yaptı. Yedi İnancı adına vaazlar verdi. Baba'nın adaletini diledi Kral'a. Anne adına, Kraliçe'yi ve Prensesler'i tebrik etti. Bakire'nin masumiyetini henüz evlenmemiş olanlara, Savaşçı tanrıyı askerlerine armağan etti. Yaşlı Bilge üstadlar için yol göstersin, kılıçları döven işçiler Demirci ile kutsansın diye dua etti. Yabancı'yı ise uzak tuttu hanelerden. Salondaki tüm hanelerin iyi dilekleri yeni Yüce Septon'a dairdi. Yalnızca ateş ve buz, Targaryen'ler ile Stark'lar sessizdi. Onlar eski tanrıları adına bu duayı kabul etmişlerdi.

Yedi İnancı tüm ağırlığını salondaki konuklarının üzerine bırakmıştı ve masalar doluydu. Ziyafet davullar ile başladı. Eski Şehir'deki evine, Yıldızlı Sept'e dönmeden önce Yüce Septon'un şehri gezme ve halkla ilgilenme isteği Kral'ı memnun etmişti. Robin şarkıyı söylemeye başladığında ise herkesin sustuğu görüldü. İnsanlar dikkatlerini Myr'dan gelen güzel sesli çocuk için toplamıştı. Şarkının sonbahar kısmını söylemeden önce Robin, Kızıl Prenses için olduğunu özellikle belli etmişti ve Prens Daemon çocuğu Myr'a yollamak konusunda şaka yapmaktan, Mhyris'e baktığında vazgeçmişti. Robin'in hoş sesi ile söylediği şarkısı salonda sakin bir havanın dolaşmasını sağlıyordu.

Fakat bu aldatıcıydı.

Gerçek düşman, saldırmadan önce en sakin hâlini alırdı. Sessizlik, kükreme öncesi bir hazırlıktı.

Akşamın ilerleyen saatlerinde, Kraliçe Alicent ve iki prenses tüm çocuklarını odalarına göndermişti. Sohbetler git gide koyulaşıyordu. Masaların ardını gizli konuşmaları için mesken tutmuş adamlar, dedikodu yapan leydiler ve onları izleyen bir çift kehribar göz ile geleceğin kraliçesi vardı. Rhaenyra'ya aldığı yeni haberleri ileten Mhyris, bir yandan da yerinden kalkan Daemon'a nereye gittiğini sormuştu. Daemon'un Deniz Yılanı Lord Corlys Velaryon ile sohbet edeceğini öğrenince birazdan onlara katılacağını söyleyerek Prens'i uzaklaşırken izledi. Kulağı ise Prenses Rhaenyra'nın anlattığı, Kraliçe Alicent ile Yüce Septon'un samimiyetinde idi. İnanç timsali Alicent Hightower, Yüce Septon'a Kral Toprakları'nda yapacağı yolculuk için önerilerde bulunuyordu ve Kral Viserys belli ki sıkılıyordu.

Salonun orta alanı gür kahkahaları ile ortalığı inleten adamlar sayesinde çok kalabalık bir hâl almıştı. Onlara eşlik eden leydiler ile kol kola, bazen dans eder gibi davranıyorlardı. Baratheon hanesinin adamları ile Stark hanesine bağlı adamlar bilek güreşine tutuşup gürültüyü arttırdılar. Kurtlar ile kalın boynuzlu geyiklerin rekabetine şahit olmak isteyen kalabalık, kaosa sebep vermişlerdi. Bağrışanlar, kadehlerini etrafa savuranlar vardı. Yüce Septon unutulmuştu. Westeros halkı nerede bir kavga görse toplanırdı ve Cregan Stark'ın, Lord Boremund'u yendiğini görmek istiyorlardı. Kral masasındaki hükümdar ailesi ve Yüce Septon dahi bilek güreşinin kazananını öğrenmek için kalabalıktaki Tyland Lannister'a sesleniyor ve yanıt bekliyorlardı. Ama Tyland Lannister, Kral'ına henüz bir kazanan olmadığını iletti ve bağırışlar çoğaldı. Prens Daemon ile Lord Corlys kalabalıkta değillerdi ancak etrafında dolaşıyorlardı.

Mhyris gürültüye alışkındı, Westeros doğumlu herkes alışmak zorundaydı. Fakat Kızıl Prenses geçmişten bir anı ile huzursuz hissetti. Baratheon'ların gür sesleri kadının kulaklarına doğru her ulaştığında, Mhyris düğün akşamı nasıl korktuysa öyle hissediyordu. İlk yaşamından kalan en belirgin anısına karşı tedirgindi. Masalara vuran güç dolu yumruklar onu rahatsız ediyor, Kızıl Prenses boynundaki yakut taşlı kolyesini tutuyordu. Daemon'a bakıp ona elini salladı. Yanına çağırmıştı ve Prens vakit kaybetmeden masaya geri dönmek için ilerlemeye başladı. Ama kalabalığın arasındaki biri, Daemon'u izliyordu.

Prens Daemon Targaryen, ölümü en çok istenen kişilerden biriydi ve bu akşam, onu öldürmek için gelen biri vardı. Baratheon hanesinin armasına sahipti ama onlardan biri değildi. Suç atmak için en uygun aileyi seçmişti ve suikastçı, nehir topraklarından Kızıl Kale'ye gelmişti. Yıllar önce Daerys'e gönderilen adamlar gibi dilsizdi. Ateş böceği tarafından ona verilmiş bıçak, bileğini saran kıyafetinin altında hiç dikkat çekmiyordu. Kalabalığı kendi için bir kalkan yapmıştı. Bir dost gibi görünen tavırları, Lord Boremund Baratheon'un ardında durup lordunu desteklediği sırada kimsenin gözüne batmamıştı. İnsanlar sarhoştu, Kral ve Kraliçe meşguldü. Yüce Septon vahşi insanları izlemek yerine hükümdarı dinliyordu. Prenses Rhaenyra ve Sör Laenor Velaryon yerlerinden kalkarak Velaryon hanesinin yanına gitmekten yana bir hamle yaptılar ancak Mhyris rahatsız hissettiğini söyleyince ayakta kalıp ona neler olduğunu sordular. Bu esnada Prens Daemon masaya ulaştı.

"Neyin var?" diye sordu Daemon.

Prens Daemon'un son sözleri bu mu olacaktı? Eski tanrılar bunun yanıtına dair havaya bir zar attılar o sırada. Ve zar yere düşene kadar biri, anlamsız bir bağırışla Prens Daemon'a seslendi. Kalabalığın arasından çıkan o adamdı ve her şey çok hızlıydı. Daemon anlık bir tepkiyle kalabalığa doğru döndüğü an, insanların eğlenceleri bir gariplik olduğunu anlamış gibi yavaş yavaş azalırken, Baratheon armalı adamın kolundan çıkardığı bıçağı fırlatması ile ortalık karışmıştı.

Bıçak Daemon'a doğru savruldu.

Ve çığlıklar koptu.

Kral masasının önünde duran Prens Daemon, kendisine doğru savrulan bıçağa karşı sadece Mhyris'in önünde durabilmeyi düşünmüştü. Gözünün önüne kadar gelen bıçağın Daemon'a saplandığını sanan insanlar bağırarak hareketlenirken, bıçağı atan adamın üzerine kuzeyli birkaç adam kapandı ve onu yere yapıştırdılar. Ama Prens'i kurtarmak için geç bir hamleydi değil mi? Herkes yüzüne saplanan bıçağın Daemon Targaryen'i öldürdüğü bir trajedi için hazırdı ancak gözler kral masasına döndüğünde, korkudan tir tir titreyen yöneticileri gördüler. Ve hala ayakta olan Prens Daemon'u...

Ona doğru fırlatılan bıçak, Daemon'a saplanmamıştı. Adamın gözü önünde havada asılı kalmıştı. Prens Daemon tuttuğu nefesini verirken, bıçağın ucu ile bakışmaya devam ediyordu. Ufak bir mesafe, burnunu uzatsa bıçağın keskin ucuna ulaşacağı bir mesafede duruyordu. Suikastçının fırlattığı ve doğruca Prens'e ulaşan bıçak mucize eseri görünmez bir el tarafından son anda tutulmuştu. El, Mhyris idi.

Konuklar, Kral Viserys ve Kraliçe Alicent, Yüce Septon, Rhaenyra ve Laenor... Herkes. Tüm diyarın ortak yöneticileri korkmuş ve ağızları açık bir şekilde Prens Daemon'un önünde asılı kalan bıçağa bakıyorlardı. Kızıl Prenses oturduğu yerden parlak ve öfkeyle dolu gözlerle kalktığı sırada ise salona derin bir sessizlik çöktü. Mhyris'in biraz ilerisinde tuttuğu eli aşağıya indiği an, Daemon'u hedef almış bıçakta yere düşmüştü ve tiz çeliğin sesi yankılandı. Daemon bir iki adım geriye tökezleyip masaya çarptı. Sonra Mhyris'e baktı. Ne yapacağını anlamış gibi ondan sakin olmasını istedi ama Kızıl Prenses artık sakin kalabileceği sınırı çoktan aşmıştı.

Prenses Mhyris Targaryen'in öfkeden parlayan gözleri ile aynı anda salonu aydınlatan meşaleler dalgalanmıştı ve ateşleri yüksek tavanlara kadar ulaştı. İnsanlar irkildi. Mhyris ellerini kapıya doğru uzatması ile Gölge Adamlar bir anda muhafızların üzerine yürümeye başladı, beyaz pelerinliler kılıçlarını çekip onlara durmalarını emrettiler ama Gölge Adamlar Mhysa ne diyorsa onu yapıyorlardı. Muhafızları yavaş yavaş kapıdan uzaklaştıran Asshai'li askerler, onlara karşı koymaya çalışan misafir hanelerin askelerine de kibar davranmamışlardı. Herkes orta alana doğru itiliyordu. Salon ateşin parlak renkleri altında cehenneme benziyor, Prenses kılığına girmiş bir şeytanın gerçekliği ile yüzleşiyorlardı.

"O ne yapıyor?" diye korkuyla soran Kraliçe Alicent, masadaki diğer herkes ile birlikte kaçmak için hareketlendi. Laenor, Prenses Rhaenyra'yı kendisi ile birlikte masadan uzaklaştırdı ama Prens Daemon, oradan ayrılmıyordu.

"Mhyris daha fazlasına gerek yok!" deyip onu durdurmaya çalışan Prens Daemon masanın artık dokunulamaz bir sıcaklıkta olduğunu fark etmişti.

"Yanmasını istiyorum." dedi Mhyris. Gözleri başka diyarda gibi bakıyordu.

Salon kapısı gürültüyle kapandığında, Mhyris'in bunu nasıl yapabildiği çığlıkların arasında sorulan tek soruydu. Konuk hanelerin insanları, etraflarında ateş ve rüzgâr dönerken ne yapacaklarını bilemez bir halde seyirci kaldılar. Mhyris'in etrafında ateş oluşmaya başlıyordu, bir rüzgar gibi dolanıyor ve kadının etrafında girdap yaratarak yakındaki insanların uzaklaşmasına neden oluyordu. Yüce Septon lanetli bir manzaraya şahitlik ederken, Kral ve Kraliçe ile birlikte masadan uzağa gitmek için hareket halindeydi. Lord Kumandan onları korumak için önlerine geçmişti.

Hiçbir şey göremeyen ama hisseden Robin, diğer müzisyenler ile birlikte saklanıyordu. "Onu bana verin." dedi Mhyris. Orta alandaki insanlar ve az önce Daemon'a bıçak fırlatan adamı tutanlar hayatlarında belki de hiçbir zaman tecrübe edemeyecekleri bir şey yaşadılar. Salon kapısını kapatan, meşale ateşlerini harlayan ve rüzgar yaratan o görünmez el şimdi herkesin yakasından tutmuştu. Suikastçının etrafındaki kalabalık savrularak iki yana dağılmıştı. İnsanlar masalara çarparak durabildi. Bazıları yerdeydi, bazıları da masaların üzerinde. Ancak tek bir kişi, suikast için gönderilen o adam alanın ortasında duruyordu ve gözleri şeytani görmüştü.

Mhyris'in gülümsemesi yıllar sonra bile herkesin aklında olacağı kadar tehlikeliydi. 

"Eğer ailemden birine zarar verecek olursanız, tadını alacağınız son şey, yarattığım ateşte kaynayan kanınız olur!" diye bağırdı Kızıl Targaryen.

Salonda dalgalanan meşale ateşleri bir denizde süzülüyor gibi Mhyris'e doğru akmışlardı. Kızıl Prenses ateşi ellerine davet etti, kalbindeki kanına yerleşti alevler ve gözleri gibi varlığı da bir ejderhanın ateşi gibi parıldama ile doldu. Mhyris'in etrafında dönen ateşten çember git gide büyüdü ve bir kan solucanı şeklini alarak sarmaladı kadını. Gücünü ilk kez bu kadar çok kullanan Mhyris'in burnundan akan kanı, etrafındaki ateşe damladı. Ateş ve kan buluştu. Kızıl Targaryen ona ait, yalnızca onunla var olan etsiz ve kemiksiz bir ejderha yarattı. Üstünde büyüyen ateş, bir ejderhanın silüeti ile buluştu. Ateşten kanatlarını açtı. Mhyris ona fısıldadı ve ateşten ejder süzüldü adama doğru. Kaynağı Kızıl Prenses'in kalbi olan ejderha, ateşten kükremesi ile salondaki bazı camları kırdı ve kaçmaya çalışan suikastçıya ulaştı. Kocaman ağzı açılmış, adamı yutmuş ve onu bir kül yığını haline getirene kadar salonun orta yerinde yanmaya devam etmişti.

Çığlıklar ve korku dolu bakışlar şahitlik etmişti Kızıl Targaryen'in öfkesine.

Cadı, dedi adamlar ona.

Prenses, diyerek korkudan bayıldılar.

Aşkını koruyan bir kadın, diyenler ise tek elin parmağını geçmezdi.

Daemon'a atılan bıçak kral masasının önünde duruyordu, Prens'in ayağının dibinde. Onu atan adam şimdi sadece bir kül ve kemik yığını idi. Konuklar, Mhyris'in izin vermesi ile açılan salon kapısından kaçmaya başladılar, Gölge Adamlar ise kenara çekildiler. Neler olduğu gözle görülse bile muammaya sahipti hâlâ. Salonda yalnızca Mhyris için dost olanlar kaldı, bir de şokunu hâlâ atlatamayanlar. Yüce Septon'un şeytan ilan edeceği kişi artık belliydi.

Mhyris'in burnundan akan kanın bir damlası elbisesine damladığı sırada gözleri artık parlamıyordu. Güçsüzce tökezledi ve yorgun kalbi bayılmasını sağladı. Gözleri kapandığı ve düştüğü sırada ise onu yakalayan kişi kocası Prens Daemon olmuştu.

Kızıl Prenses'in buz kesmiş bedenini sıkıca tutarak onu daldığı uykudaki kadar rahat ettirdi.

Evlerindeki son akşamları olacaktı.

🐉

Yazdığım en uzun bölümdü 😵‍💫

Öptüm!

Continue Reading

You'll Also Like

5.8K 253 28
"Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir." Çukur 25 sene sonra... Bir gün şehre gelen bir yabancı sessizliği bozar. Cumali'nin oğlu Kahrama...
32.4K 3.6K 54
{aemond targaryen} 𝗗𝗮𝗲𝗹𝗹𝗮 𝗕𝗮𝗿𝗮𝘁𝗵𝗲𝗼𝗻. Daemon Targaryen ve Alira Baratheon'ın tek çocuğuydu. Babası tarafından görmezden gelinmiş ve unu...
602K 66.8K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir
61.7K 3.5K 75
Olmaktan korktuğum yerdeyim, sendeyim.