Red Targaryen ☾ Daemon Targar...

By larathecult

59.5K 5K 11K

Kral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi bü... More

the targaryen | daemon return
the targaryen | tournament and death
the targaryen | night visitor
the targaryen | her mother's twin
the targaryen | lady and dragon
the targaryen | pleasure house
the targaryen | king's heir
the targaryen | broken mirror
the targaryen | dragon's egg
the targaryen | betrayal of a friend
the targaryen | a candle for trust
the targaryen | red lady at dusk
the targaryen | wedding night
the targaryen | knight's kiss
the targaryen | white fallow deer
the targaryen | came from across the sea
the targaryen | a victory and a lover
the targaryen | he comes at night
the targaryen | bloody wedding
the targaryen | second birth ritual
the targaryen | emotions are more important than memories
the targaryen | anyone who hurt her must be punished
the targaryen | blood of my blood
the targaryen | night devour riders, not dragons
the targaryen | king's daughters
the targaryen | reason for slander
the targaryen | first of her name
the targaryen | driftmark visit
the targaryen | forbidden lovers meet at midnight
the targaryen | dragon's wings unfold
the targaryen | at home, away from home
the targaryen | only ravens rule the shadows
the targaryen | darkness gives birth to the dragon
the targaryen | in the arms of the lilac garden and ashes of a friend
the targaryen | d(a)emon's bride
the targaryen | from a strong blood
the targaryen | raven's eyes are not considered legitimate
the targaryen | the dragon behind storm clouds
the targaryen | every night has a morning
the targaryen | living hearts and dead lovers
the targaryen | blood determines the ruler
the targaryen | real enemy is always in sight
the targaryen | burn the witch
the targaryen | our house is dragonstone
the targaryen | the queen doesn't like bastards
the targaryen | princess and her knight
the targaryen | when a rider dies, a new one is born
the targaryen | lord of the harrenhal
the targaryen | wolfs and dragons
the targaryen | the knight and the groom
the targaryen | swear for the second time
the targaryen | witch's son
the targaryen | guests of the riverlands
the targaryen | dornish princess
the targaryen | desires and obligations
the targaryen | marriage is a duty
the targaryen | calm before the storm
the targaryen | true owners of the red keep
the targaryen | maegor's holdfast
the targaryen | time changes but someone always stay the same
the targaryen | mercy of the old gods
the targaryen | breaking point
the targaryen | witch of the forest
the targaryen | green council
the targaryen | black queen(s)
the targaryen | messenger of aegon the usurper
the targaryen | disappointing sons
the targaryen | the north remembers
the targaryen | downfall
the targaryen | mothers always avenge their children
the targaryen | blood of the golden prince
the targaryen | dark sister's soul
the targaryen | blood and cheese
the targaryen | a boy comes, a boy goes
the targaryen | pawn forward one square
the targaryen | black honeyholt
the targaryen | the queen who never was
the targaryen | heirs and dragonseeds
the targaryen | a duel in the stranger's name

the targaryen | at every sunset a new dragon rises

682 56 171
By larathecult

Ateş ve kum düşmandı yüzyıllardır.
Kızıl Targaryen, Dorne kıyılarına bir avuç gölge adamını gönderene kadar...

Ateş tarafından dövülmüş toprağın engin bir çöle dönüşmesi kaçınılmaz olurdu. Avuç avuç kaynayan kumlar nehir olur akar, aktıkları yerde hayat bulur ve denize dönüşürlerdi. Ejderha yuvarlanırdı çölde. Kumdan toprağını havaya kaldırır, ateşiyle kara madene dönüştürürdü. Ateşin olduğu yerdeki çığlıklar kan verirdi. Ateş ve kan ayrı düşünülemezdi. Ama insanlar çöldeki ateşi unutuyordu. Ejderhaya karşıydı bu ateş, toprağının altında kaynayan bir ejderhadan habersizce. Kudretli Nymeria'nın ruhu çölde yaşardı hâlâ. Kıyılarına yanaşmış Valyria'lı kadının düşüncesinde dans ederdi. Mhyris'in öfkesi yoktu Dorne topraklarına ama ruhuna işlemiş Nymeria, onu yakında tutuyordu güneyin kıyılarına.

Westeros'un, kum denizinin ortasında yaşayan ve ne pahasına olursa olsun ele geçirilemeyen Dorne'luları savaş ile alamadığı bir gerçekti. Bu savaşın süresi arttıkça zafer alınmıyordu ama kaybedilen askerlerin sayısı her sene artıyordu. Yedi Krallık, aslında yedi bölgeden oluşmuyordu. Çünkü Dorne asla Kral'a bağlılık yemini etmemişti. Fatih Aegon ve kız kardeşleri dahi bu toprakları fethedememiş, güneylilerin başı hiçbir zaman Demir Taht uğruna eğilmemişti.

Eğilmeyecekti.

Mhyris onlardan bunu beklemiyordu.

"Eğilmez, bükülmez ve kırılmaz." dedi Mhyris. Kendi kendine tekrarlıyordu. Dorne topraklarının en etkili yönetim hakkı Martell ailesine aitti ve bu söz onlarındı. Prens Daemon'un Dorne'lu birliklere karşı ne kadar acımasız ve saldırgan olduğu biliniyordu. Mhyris ondan çok fazla hikaye dinlemişti.

Basamaktaşı savaşında yaşanan son gelişmelerin ardından Dar Deniz'in tamamı sessizlik içindeydi. Tyrosh ve Lys adalarının Üçlü Yönetim'de ortak oldukları Myr'a ihanet etmesi, geriye çekilerek kaçmaları ve Myr gemilerini Velaryon deniz filolarının yenmesi ile dengeler altüst olmuştu. Sebeplerine bakılacak olursa, Velaryon gemilerine yerleşen yüzlerce gölge adamın büyük etkisi savaşın seyrini değiştirmişti ve iki adanın -Lys ve Tyrosh- birliklerine yaptıkları vahşi saldırılar sonucunda Üçlü Yönetim parçalara ayrılmıştı. Bir yanda Velaryon kuvvetleri saldırıları güçlendirmişken, Essos'da herkesin Kızıl Targaryen'e bağlı olduklarından haberdar olduğu Gölge Adamlar'ın da beklenmedik şekilde ortaya çıkması seneler önce Prens Daemon'un başarı sağladığı savaşın sonucunu kalıcı bir hale getirmişti. Denizcilikleri gelişmiş olan ama askeri yönden başarısızlıkla lanetlenen Myr askelerinin bir kısmı öldürülmüş, kalanı ise esir alınmıştı. Basamaktaşı, Targaryen ve Velaryon bayraklarını taşıyordu artık. Zaferin kesinliği, Gölge Adamlar'ı gözetleyen kuzgun sayesinde Mhyris'e bildirildi.

Vermithor aynı gün içinde yanlarına gitmişti ve Myr yargıçları ile yapılan anlaşmalar sonucunda Essos'un kıyı kenti, Eski Valyria'dan bu yana ilk kez bir Targaryen'in sözünü dinlemişti.
Üçlü Yönetim'in ittifak yaptığı Dorne bölgesinin yöneticisi Martell hanesi ise tüm bu gelişmeler sonucunda hiç karşılık vermeden, sessizce çekilerek verecekleri kayıpların önüne geçmiş ama Kızıl Targaryen'i akıllarının bir köşesine yazmışlardı. Tyrosh ve Lys adaları sessiz kalmıştı bu sürede. Bir ordu, sessiz ve dehşet verici, ortaya çıkarak tüm planları bozmuştu. Ama olayların üzerinden birkaç yıl çoktan geçip gitmişti bile. Basamaktaşı'ndaki ticari gemiler hem Kral'a hem de Lord Corlys'e vergi ödüyordu. Myr yeniden toparlanacak fırsat bulamıyordu kıyı topraklarında gezen gölge adamların varlığından dolayı. Tyrosh ve Lys bir hamle daha yapacak kadar cesaretli değildi. Dar Deniz uzun zamandır hiç bu kadar sakin olmamıştı.

Dorne Deniz'inde ise hareket vardı.

Mhyris, bir gece yarısı Daemon'dan dinlediği Dorne hikayesine dair ani bir düşünceye dalmıştı. Nymeria'nın ruhunu taşıyan güney insanları ona ilham verdi. Kızıl tüylü kara kuzgun, genç kadını anladı. Aynı gece uçtu ve Myr kıyısındaki bir grup gölge adama yeni görevi fısıldadı. Siyah bayraklı ve mürettebatsız bir gemi, Myr'dan gece vaktinde kalkarak karanlık boyunca yol aldı. Gözleri ve zihinleri kadardı karanlık. Geçtikleri su ışığını kaybetti. Güneş doğarken, bomboş bir gemiydi geriye kalan. Gölge Adamlar Dorne'lu insanların arasına nasıl adım attılar, bilinmiyordu. Limana yaklaşan gemi anında Dorne denizcileri tarafından ele geçirilip aranmıştı ancak içeride kimse yoktu. Üç başlı ejderha simgesi geminin güvertesine kazınmıştı. Ama insan yoktu. Hayaletler yol almıştı. Ya da gölgeler... Gemi ruhlara teslim gibi duruyordu ancak kumdaki ayak izleri gerçekti.

Martell hanesinin evi Güneş Mızrak'ın çevresinde Gölge Adamlar belirmeye başladı. Günlerce, geceler boyu. Hiç hareket etmeden duruyor, izliyorlardı ve kimse dokunamıyordu. Dorne'lular başta saldırgan davrandı. Askeler bir bir gruplar halinde onlarla karşılaşıp kılıç çarpıştırdılar. Fakat gölgeler hep ortadan kayboluyordu. Sanki kumun içinde eller vardı ve onları çekip yok ediyordu gözlerden. Yüzlerce askerin aynı ifadeyi vermesi, Qoren Martell'i çok şaşırmıştı. Bilgelerinden istediği şey akıl olmuştu. Dorne topraklarının yöneticisi olan adam bekleme emrini verdi. İzledi. Gölge Adamlar her gece görünüp, güneş ışığı altında ortadan kayboluyorlardı. Bu durum günlerce sürüp gitti. Kara gözleri Güneş Mızrak üzerinden hiç ayrılmadı ve tepelerini mesken tutmuş kuzgunun gözlerinde, Mhyris her şeyi izledi. Prens Qoren'in pes edişini ve bir elçi göndermesini de zafer olarak görüyordu.

Qoren Martell'in elçisi, bir mektup teslim etmişti Gölge Adamlar'a.

Prens, Kızıl Targaryen ile tanışmak istiyordu. Güneş Mızrak'ın üzerine gölge olan ejderha diye hitap etmişti Mhyris'e. Haksız sayılmazdı. Yazdığı mektup iki gün sonra cevaplandı.

Myr kenti tanışacakları yer olacaktı, bir Targaryen ve bir Martell toplantı yapacaktı. Gizlice. Ne Kral Viserys'in haberi vardı bu olaydan ne de diyar lordlarının. Gözlerden uzakta, gizli ve kişisel bir görüşme olacaktı. Mhyris'in derdi, Dorne toprakları değildi. Kızıl Targaryen geleceğe dair müttefik bir güç daha istiyordu sadece.

Ve o gün gelip çattı.

Sabahın ilk ışıklarına Myr limanına ulaşmışlardı. Pentos Prensi'nin Kızıl Prenses'e hediye ettiği özel bir gemi, Myr kıyısına demir atmıştı ve içinde taşınan bir sandık dolusu mücevheri gölge adamlar indirmişti. Gemi ayrıca Braavos'lu Orlys'i, Raymond'u ve Kızıl Kadın Melisandre'yi taşıyordu. Onlar karaya adım attılar. Gökyüzünde ise iki ejderha vardı. Vermithor'un koca cüssesine, Seasmoke eşlik ediyordu ve iki ejderha Myr insanlarının gözünde yabancı değildi. Yıllar önce Mhyris ve Daemon, Velaryon kuvvetleri ile kente indikleri vakit zaten ejderhaları gören köle ve sahiplerden oluşan Myr halkı, ikinci kez ziyarete geldiklerinde şaşıp kalmamışlardı.

Beyaz taşlarla örülmüş mülklerden ve dar sokaklarında onlarca tapınaktan oluşan Myr, her Essos kentinin iyi ve kötü yönünü aynı anda taşımaktaydı. Yerel kültür, zenginlik ve güzelliklerle dolu sanatları iyi olandı; damgalı ve tasmalı kölelerinin çokluğu ve her bir sahip başına üç kölenin düşmesi ise kötü yönüydü. Mhyris ilk indiğinde bu kente, sahiplerin hepsini yakmayı düşünmüştü. Lord Corlys Velaryon'un önerisi olmasaydı yapacaktı da ancak kentin yöneticileri olan yargıçlarla bir anlaşmaya varılmıştı. Mhyris, kölelere haklarını vermeleri konusunda yargıç sınıfına tatlı bir dille -tepelerinde üç ejderhanın nefesi dalgalanırken- rica etmişti. Aylık paraları ödenecekti ve tasmaları artık olmayacaktı. Mhyris'in bu istekleri mecburen kabul edildi ve köleler, sahiplerin çalışanları olarak yeni haklar kazandı. Artık hiçbir köle saçlarını kazımak zorunda kalmayıp tasma da takmayacaktı.

Myr köleleri, ordu Gölge Adamlar'dan sonra Kızıl Targaryen'e Mhysa diyen bir başka topluluk olmuştu.

Vermithor üç yıl sonra yeniden Myr toprağına iniş yaptığında, etraflarını yüzlerce insan sarmıştı. Seasmoke'un üstündeki Laenor Velaryon, karşılama adına sakin davranmış ve Mhyris ile birlikte yüzlerce insanın arasından geçmişti. Geliş amaçları belliydi. Myr yargıçlarına kendilerini hatırlatmak ve gizli bir görüşme yapmak. Laenor, babası adına yargıçlarla görüşecekti. Bunun dostça bir ziyaret olmasından yana plan yapmışlardı. Hatta gemide getirdikleri mücevher sandığı da bu plana bir katkıydı. Ancak Mhyris'in, kölelerin boynunda tasmaları tekrar görmesi planı değiştirdi. Laenor ile ortak bir karar vererek ejderhaların yargıç kalesine inmesini ve Driftmark vârisi onlara kuralları yeniden tatlı bir dille açıklarken Kızıl Targaryen'i de hatırlatmasını seçmişlerdi. Değerli mücevherlerle dolu sandık limanda kaldı. Laenor ve ona eşlik eden bir müfreze gölge adam yargıç konseyine doğru yola çıkarken, Melisandre tüm halka mücevherleri dağıtmaya karar vermişti.

Mhyris'in ise toplantısı vardı.

Mhysa diyerek onu selamlayan onca insana karşı sorumluluk duyan Kızıl Prenses Mhyris, evine geri döndüğü vakit Kral Viserys ile konuşarak Myr kenti hakkında daha yasal yollardan bir karar vermeye çalışacaktı. Ancak şimdi yanında ona eşlik eden Orlys, Raymond ve Qorr ile birlikte Dorne Prensi'ni tanımalıydı. Parlak kırmızı saçlarını, Myr işlemeleri bulunan ince bir örtü yardımıyla biraz saklamaya çalıştı. Şehrin içinde kısa bir yolculuk yaparak insanları gözlemledi ve Prens Qoren Martell ile görüşecekleri yere ulaştı. Şehrin daha sakin kesimlerinde bulunan bir sokak tavernası, Mhyris'e özel tahsis edilmişti. Dilenciler ile bir arada gezen kölelerin yürüdüğü geniş bir sokağa bakıyordu oturdukları yer. Mhyris insanları izleyebileceği köşeye oturdu ve güneşli Myr gününde, kente özel ikramların önüne bırakılmasını nazikçe karşıladı. Orlys yanındaydı. Sör Raymond ve Qorr ise biraz geride nöbet tutuyordu.

"Dorne'lular eğilmezler."

"Ama seninle buluşmak istedi." dedi Orlys. Kızıl Prenses'in kadehine Myr şehrinde üretilen soluk yeşil renkli şarabı doldurdu.

"Mecbur kaldı."

"Dorne'lular için mecburiyet yoktur, Mhyris. Onları etkilemeyi başardığın için sana bir şans veriyor sadece."

Mhyris gergin değildi ancak heyecanlı idi. Ama en ufak bir belirti dahi yoktu tavırlarında. "Gölgelerim iyi iş çıkardı desene."

"Mhysa ordunun güvendiği tek ışıktır. Onlar kadar normal olmayan..." Son kısmı özellikle bastırarak söylemişti Orlys. "...adamları nasıl bir kadının kontrol ettiğini Prens Qoren bilmek istiyor. Beklediğim bir hamle oldu. Dorne insanı kadınlara karşı ayrı bir ilgiye sahiptir, güçlü olanları daha da çok severler."

"Onları iyi tanıyor musun?"

Orlys fazladan birkaç saniye sessiz kalıp düşündü. "Tanıdıklarım oldu."

"Babam tanıdıkların arasında en az Dorne kanı taşıyan adam mıydı?"

"Beni yargılama." diyerek onu azarlar gibi baktı Orlys.

Mhyris gülmeye başlamıştı.

"Ron pek kabul etmezdi ama apaçık bir Dorne erkeğiydi."

"Ona bu gerçeği ilk söylediğinde ne tepki verdi?"

"Kızdığında yüzünün aldığı şekli en iyi sen biliyorsun." dedi Orlys. Sonra da Mhyris ile birlikte gülmeye devam etmişti.

Raymond yaklaşan konuklara dair haber verdi.

Gözlerini sokağın diğer ucunda ortaya çıkan üç adama doğru çeviren Mhyris Targaryen, oturuşunu bozmadı. Ciddi ifadesi tıpkı kendisi gibi pelerin altına saklanan Prens Qoren'in üç adamdan hangisi olduğunu bildiği için meraklı bir duygu taşımıyordu. Orlys ona kim olduğunu sorduğunda, Mhyris hemen soldaki kişinin Prens Qoren olduğunu söylemişti. Dorne Prensi de Targaryen kadınını yeterince duymuştu. Adımını attıkça, belindeki hançerin altın rengi kabzasının yansıması sokağın diğer ucuna kadar ulaşıyordu. Yanındaki iki askeri ona eşlik ederken, Prens Qoren Martell'in gözleri onu bekleyen kadını izliyordu. Altın işlemeli pelerini, siyah saçlarını saklıyor ancak kahverengi gözlerindeki merakı gizleyemiyordu. Kızıl Targaryen onu oturduğu köşede beklerken, Dorne Prensi'nin varlığı git gide yaklaştı. Sokak tavernasının boş masalar onları karşıladı. Topraklarını ziyaret eden adamlardan biri, Mhyris Targaryen'in ardında bekliyordu ama Prens Qoren'e göre kadın, askerinden daha tehditkâr bir his yayıyordu ona bakmaya cesaret edenlere.

"Prenses." dedi Prens Qoren Martell. Kızıl Targaryen'in masasına vardığı an, başındaki pelerini çıkartmıştı ve güneye ait bir sıcaklıkla selam verdi.

Mhyris, adamın bu tanışmaya hevesli yanını karşılıksız bırakmak istemedi. Yerinden kalkıp elini uzattı ve Qoren Martell'in nazik selamını kabuk etti. Onunla birlikte Orlys de Dorne'lu üç adamı selamladı. 

"Prens Qoren, lütfen." diyerek boştaki sandalyeleri gösterdi Mhyris. Dorne Prensi ile aynı anda, karşı karşıya bir şekilde oturdular. Martell'in askerleri iki adım geri çekilerek masadan uzak durdu. Targaryen tarafındaki askerler ile birbirlerini süzdüklerini Mhyris ve Orlys görmüştü. Bellerindeki kılıçları tutarak masanın yakınlarında gezinen askerleri kendi hallerine bırakmak en doğrusuydu. Mhyris konuğuna dikkat verdi. "Görüşme isteğiniz beni şaşırttı açıkçası."

"Şaşırılması gereken konu sizce ben miyim, Prenses?" diyen Prens Qoren rahat bir adamdı. Doldurulan kadehi için taverna çalışanına teşekkür edip arkasına yaslanmıştı. Gözleri çapkın biri olduğunu gösteriyordu. Ancak bir aptal değildi. Rahat tavrının altındaki adam dikkatli ve güçlüydü. "Size dair o kadar çok hikâye duyuyorum ki, bir anlığına gerçekten var olmadığınızı bile düşündüm."

"Umarım duyduğunuz hikayeler Eski Şehir'den yayılan dedikodular kadar sıkıcı değildir."

"Hightower'lar çok sıkıcı insanlardır, Prenses. Ne zaman Güneş Mızrak'da mutsuz hissetsek Martell ailesi olarak kendimize Hightower olmadığımızı hatırlatarak moral veriyoruz." diyen Prens Qoren, Eski Şehir'deki dedikodu laflarını duyduklarını ancak ciddiye bile almadıklarını açıkladı.

Mhyris'in yüzünde şaşkın bir ifadeyle birlikte tebessüm belirdi.

"Sizin hakkınızda, Prens Daemon'a rağmen, etkileyici hikayeler duydum."

"Düşmanınız olmama rağmen."

"Kadınlara düşman olamam." dedi Qoren. Masadaki kadehini bir eliyle tutmaya devam ediyordu. "Özellikle sizin gibi gücü elinde tutanlara."

Orlys'in dediği gibi, Dorne'lu adamın güçlü bir kadına olan ilgisi ortadaydı.

Mhyris iltifatı başka bir soruyla geri çevirdi. "Gölge Adamlarım sizi çok rahatsız etti mi, Prens Qoren?"

"İtiraf etmeliyim ki tehditkâr halleri rahatsızlık vermişti, en azından başta. Fakat bir süreden sonra çölde görülen serap gibi bizi hayran bıraktılar. Baba olarak zor anlarım oldu. Kızlarımdan birkaçı neredeyse sizin şu tuhaf..." Bir yandan masanın arkasındaki Qorr'u işaret ediyordu. "... adamlarınıza aşık oluyordu."

"Duydun mu, Qorr?" diye seslenmişti Orlys. Dönüp baktıklarında, Qorr'un ifadesiz bakışlarıyla karşılık verdiğini gördüler. "Kızlarınıza özürlerimizi ve Gölge Adamların duygusuz olduğunu iletin, Prens Qoren."

Raymond, Qorr'a gülüyordu ancak Gölge Adam'ın hâlâ bir tepkisi yoktu.

"Bunu öğrendiğim iyi oldu." diyerek Myr şarabını içti Prens Qoren. Sokak ellerinde sebzelerle dolu çuvalları ve sandıkları taşıyan kölelerle doluyken, Dorne Prensi konuşmaya devam etti. "Sebebi neydi, Prenses? O askerleriniz bize hiç saldırmadı."

"Saldırmaları için göndermemiştim zaten." dedi Mhyris. "Sadece meraktı sebebim. Sizi merak ediyordum."

"Lütfen özellikle beni merak ediyor olun, Prenses. Bunu bir iltifat olarak alırım." Prens Qoren gülüyordu.

Mhyris de erkeklerin bu haline çok gülüyordu. Bir anlığına Orlys'e baktı ve adamın ben sana demiştim ifadesi ile karşılaştı.

"Ve Prens Daemon'un düşmanlığını iki katına çıkarırız." diye eklemişti Qoren Martell. Kadehi tazelenirken, kısılan gözleri Mhyris'i izliyordu ve etkilendiği açıktı. "Ne şanslı adam!"

"Öyledir." diyerek gülümsedi Mhyris. "Ama buraya kocam hakkında sohbet etmek için gelmedim."

"Evet, kocanız keyfimizi bozabilir ve bunu istemeyiz." Prens Qoren Martell kollarını masaya yasladı. "Pekâlâ, sizi anlamaya çalışıyorum. Basamaktaşı büyük bir zafer oldu. Üçlü Yönetim'in beceriksizliğine ortak olmamak adına geri çekildim ve askeri kayıp vermek yerine pes etmeyi seçtim."

"Aklınızı takdir ediyorum, Prens. Siz geri çekildiğiniz için bu iş uzamadı ve işte, Myr kentindeyiz. İki arkadaş gibi oturmuş sohbet ediyoruz."

"Ama topraklarıma o tuhaf adamları yolladınız."

"Gizlice." dedi Mhyris.

Prens Qoren devam etmesini istedi.

"Kral'ın haberi yok, Prens Qoren. Ben kendim için size bir adım attım. Yedi Krallık adına değil. Bu görüşme gizli kalacak."

"Demir Taht'a yemin etmem adına bana ulaşmadıysanız eğer amacınız nedir, Prenses?"

"Gelecek için müttefik olacağız, Prens Qoren. Özgürlüğünüz küçük konseyde benim tarafımdan güvence altında ve kesin olarak desteklenecek."

Qoren'in kaşları çatıldı.

"Size karşı olan saldırıları azaltmak adına konseyi zaten ikna ettim." dedi Mhyris. Masaya yaklaşıp sesini azalttı ve devam etti. "Bağımsız topraklarınız gelecek adına bir teminat, Prens. Bana zorla ele geçirilmiş öfkeli bir halktan ziyade Westeros'un geri kalanına kafa tutabilen bir dost gerekiyor."

"Neden sizinle dost olayım?"

"Kız kardeşim geleceğin kraliçesi. Aklı kim olacak sanıyorsunuz?" diye sordu Mhyris.

"Kraliçe'nin Eli olacaksınız."

"Ve bağımsızlığınız antlaşma ile güven altına alınacak." dedi Mhyris. "Dorne bir mızrak, Prens Qoren. Sizi düşman olarak görmüyorum."

"Westeros'un geri kalanı düşmanımız ama."

"Westeros'un çoğu bana da düşman olmaya hazır." Mhyris'in örttüğü Myr kumaşının altından firar etmiş saçları güneş ışığı altında parlarken, gözleri ikna etmek istediği Qoren Martell'in yüzünü dikkatle izliyordu.

Dorne Prensi arkasına yaslandı, yanıt vermemişti. Gözleri sokağı izliyordu. Düşünüyordu. Bir Targaryen ile ortak olmanın vereceği zararları hesaplıyor olabilirdi ve Mhyris izin verdi. Sessiz fikirlere iki tarafın da ihtiyacı olurdu. Askerleri çevrelerinde adım atarken, Kızıl Prenses ve Dorne Prensi sokağı izlemeye devam ettiler. O sırada biri Mhyris'in gözüne takıldı. Elinde uzun bir sopayla sokakta yürüyen çok genç bir çocuk vardı. Adımları çocuğu Kızıl Prenses'in olduğu yere doğru çekiyor; boynundaki tasmasına ve damgasına bakılırsa bir köle olan çocuk, ezbere bildiği sokağı geçiyordu. Gözlerindeki yokluk görememekten kaynaklıydı ve kör olan genç çocuk, Kızıl Targaryen'e çok yakın bir yere oturmuştu. Esmer tene ve kıvırcık siyah saçlara sahipti.

Mhyris bir anda onu merak etmişti ve gözlerini köleden ayıramadı. Bulduğu taşın üzerine oturan genç, anlamaya çalıştığı etrafını dinliyordu sanki ama birini hissetmiş gibi durdu. Mhyris'e doğru başı dönmüştü. Doğrudan ona bakamıyordu ancak Kızıl Prenses'in izlediğini biliyor gibiydi. Bekledi bir süre. Sonra şarkı söylemeye başladı. Myr'a özgü bir şarkıydı bu. Sesi çok güzeldi çocuğun. Tüm sokağı güzel bir melodiye boğmuştu. Artık sadece Kızıl Prenses değil, tavernada bulunan her adam şarkıyı dinliyordu. Genç söyledi ve Mhyris hayranlıkla dinledi.

"Sonbahar kadar kırmızı bir hizmetçi sevdim, saçında gün batımı ile."

Son nakaratı beşinci kez tekrar etti genç çocuk ve sonra şarkıyı bitirdi.
Bir alkış duymuştu. Mhyris idi.

"Aşkımın mevsimleri." dedi Mhyris. Köle genci izlerken gülümsemesi hiç azalmadı. "Bu şarkıyı çok severim."

"Buralı olmadığınız hâlde mi?" Genç çocuk, Mhyris'in konuşmasının Myr halkından farklı olduğunu anlamıştı.

"Evet, babam çok gezerdi. Bana Myr şarkısı öğretmesi kaçınılmaz oldu."

"İsterseniz sizin için tekrar söylerim, hanımefendi." dedi köle genç, hevesli bir yanı vardı. Göremediği halde pür dikkat Mhyris'e doğru bakıyordu. En azından onun olduğu tarafı kolayca bulabilmişti.

"Memnun olurum. Ama..." Mhyris'in ilgisini çeken bir detay vardı. "...bu şarkının farklı nakartaları var. Altın kadar parlak olan bir kıza ya da gece vaktindeki ay ışığı kadar beyaz olan başka bir kıza da ithaf edilmiş. Fakat sen özellikle sonbahar kadar kırmızı nakaratını tekrar edip duruyordun."

Orlys, vereceği cevabı bilerek köle gence baktı.

"Bir tahmin, hanımefendi." dedi genç. "Gün batımı sıcak ve parlaktır. Sizden bunu alıyorum. Göremiyorum ancak parlak olan bir şey var, hissediyorum. Ayrıca burası sıcak olduğu için gelip oturmayı tercih ettim ve anlıyorum ki sebebi sizsiniz."

Mhyris'in şaşkın gülümsemesi git gide belirginleşiyordu. "Gerçekten mi?"

"Gün batımı gibi olduğunuzu hayal ettim. Haklı mıyım, hanımefendi?"

"Ben de kırmızı olduğumu saklamak için güzel bir örtü sermiştim başıma ama anlaşılan o ki başarılı değilim."

Hep bir ağızdan gülüyorlardı. Qoren Martell hayret ve merakla izliyordu.

"Adın ne?" diye sordu Mhyris.

Gözleri görmeyen köle genç mahçup bir ifadeyle tebessüm ediyordu. "Ne yazık ki bir ismim yok, hanımefendi. Ama bana genelde Gri diyorlar. Neden olduğunu anladığınıza eminim."

Köle gencin göz bebekleri bir taş gibi soluk ve griydi. Sanki göz yuvalarına kayadan oyulma iki taş konulmuştu.

"Anlıyorum." Mhyris ona karşı geride bırakmaktan çekinmesini sağlayacak bir his duyuyordu. Genç çocuğun ne ayrıcalığı olduğunu bilmiyordu ama hisleri onu yanıltmazdı. "Sahibin son değişikliklere uyuyor mu, Gri?"

Gri söylemekten tereddüt duyuyordu.

"Bana söyleyebilirsin."

"Uyumamıza pek izin vermiyor." dedi genç çocuk. "Altın kesesinde artan her parça için daha az uyku uyuyoruz."

Mhyris düşünceli bir biçimde nefesini alırken, gözleri yanında oturan Orlys'i buldu. Bakışlarıyla konuşuyorlardı ve onları izleyen Dorne'lu adamların çok daha hayrete düşmelerini sağladılar.

Her ne konuştularsa -gözleriyle- Orlys tebessüm ediyordu. "İstersen senden önce ben gidip tanışabilirim."

"Anlayışlı bir üslup kullanma lütfen." dedi Mhyris. "Çocuğun ailesinden biri varsa eğer onu da al."

Masadaki adamın meraklı bakışları eşliğinde Orlys onlardan izin alarak yerinden kalkmıştı. Masadan ayrıldı ve genç köle Gri'yi yanına alarak ona sahibinin evini sordu. Myr'a ejderhası ile inen Kızıl Targaryen'in adına onu ziyaret edeceğini açıkladı. Köle genç bunu duyunca şarkısı anlamlı bir hâl almıştı. "Teşekkürler Mhysa." demişti genç çocuk, gitmeden önce. Orlys'in yanında özgürlüğe giden ilk adımını atmıştı. İkisi Myr sokağında gözden kayboldu.

"Etkilendim." dedi Prens Qoren.

"İster istemez etkilemeyi başarıyorum Prens Qoren. Lanet gibidir."

"Sizin için efsunlu mu demeliyim?"

"Düşmanım bana cadı der." diyerek arkasına yaslandı Mhyris.

Prens Qoren Martell kahkaha attı.

Mhyris ise politik tebessümü ile onu izliyordu. Nektar şarabından yudum aldı. "Nerede kalmıştık?"

"Dost olmayı teklif etmiştiniz."

"Şu mesele, evet." Mhyris kadehini masaya bıraktı. "Ve siz de beni güçlü bir müttefik olarak görmüyordunuz."

"Ben öyle demezdim, Prenses."

"Ne diyorsunuz peki?"

Prens Qoren düşüncesini onaylamak ister gibi birkaç saniye boyunca Kızıl Prenses'in yüzünü inceledi. "Prenses Rhaenyra Targaryen'in gerçekten bir kraliçe olacağına inanıyor musunuz?"

"Elbette."

"Diyar bunu kabul edecek mi? Çoğu lord bir kadının önünde baş eğmekten hoşlanmaz diye biliyorum."

"İsterlerse yeminlerini unutsunlar, Prens Qoren." diyen Mhyris'in sesi anında derin ve tehditkâr bir tona büründü. "Kraliçe'nin önünde hangi lord başını eğmeyi redderse, bizzat kellesini Rhaenyra'nın önüne koyma ihtimalimi tahmin edebilirsiniz."

Prens Qoren'in gülüşü, Mhyris'in her kelimesinde büyüyordu. "Umut verici ve kulağa hoş geliyor." dedi. En başta teklifi beğenmişti zaten. "Son aylarda Dorne sınırlarındaki rakip hanelerin askerlerinin çekildiğini fark etmiştik. Sizin sayenizde olduğunu öğrenmek güzel, Prenses. Ancak hâlâ sözünüzü dinlemeyen bir hane var."

"Baratheon hanesi." dedi Mhyris.

"Fırtına Burnu'ndan gelen saldırılar çoğaldı."

"Baratheon hanesi ile Kral'ın arası yıllardır açık. Lord Boremond söz dinleyecek durumda değil maalesef."

"Fırtına Toprakları'nda savaşmak bizi yormuyor ancak devam ettikçe, bizim de karşılığımız değişecek." dedi Prens. "Ama madem Kral'ın da gözünde kötü bir konumdalar, Fırtına Toprakları'nı es geçelim. Teklifiniz için biraz vakit istiyorum. Öncelikle fikirlerini almam gereken bir ailem var."

"İkinci bir görüşmeye kadar vaktiniz var, Prens Qoren. Yine Myr'da diyelim mi?"

Qoren Martell ikinci bir toplantı için memnuniyetini dile getirmişti. "Sizi Güneş Mızrak'a davet edebilir miyim Prenses?"

"Belki dost olduğumuzda." diyerek ayağa kalkmıştı Mhyris. Onu Qoren Martell takip etti. Bu kez vedalaşmak için tokalaştılar. "Umarım kararınızı bir kutlama sebebi olarak alırım."

"Umarım, Prenses. Yakında sizi tekrar görmek dileğiyle."

"Bana ulaşmak istediğinizde, kızıl tüylü kara bir kuzgun pencerenizde ortaya çıkarsa şaşırmayın. Mektubu ona teslim edersiniz." dediği esnada elini geri çekti Mhyris. Ardında ona yaklaşan iki muhafızının gölgesi bir kalkan gibi belirdi.

"Daha fazla büyüleyici olamazdınız." Prens Qoren, başıyla son kez selam verdi. "Sizi çok bekletmeyeceğim."

Mhyris ona son kez baktıktan sonra Raymond ve Qorr ile birlikte sokak tavernasından ayrıldı. Dorne Prensi, kadının gidişini izlemişti ve adamları ile birlikte o da kısa süre sonra Myr'ı terk etmek için yola koyulmuştu. Kızıl Targaryen'in dolaştığı sokaklar onun varlığından haberdar yüzlerce insanı barındırıyordu. Mhyris, boyunlarına tekrar tasma takılmış insanları dikkat ve plan yapan gözleriyle izledi. Onları unutmuş değildi. Bu kez daha da etkili biri olarak Myr'a dönmek istiyordu ve dar sokaklarda yol alırken, kenti tepe göz gibi izleyen piramidi görüyordu. Piramidin tepesindeki altından heykel bir Targaryen bayrağı ile örtülmekten kurtulamayacaktı. Mhyris, hayallerini kurmaya başlamıştı. Başında duran örtünün kayıp omzuna düşmesine ve kızıl saçlarını gizlemeyi bırakmasına izin verdi. Etrafından geçen çocuklar ona Mhysa diye seslenirken, ellerinde parlak taşları tutuyorlardı. Mücevher parçaları kölelerin ellerindeydi.

"Melisandre hepsini dağıtmış." dedi Mhyris. Dar sokaktan çıkarak limana yöneldiler.

"Ancak sahipleri hepsini ellerinden alacak." Raymond haklıydı. Mhyris, ejderhalar ile birlikte buradan gittiği vakit tüm sahipler kırbaçlarını tekrar çıkartacak, kölelerden mücevherleri alacaklardı. Kızıl Targaryen biliyordu.

"Bu yüzden Melisandre çocuklara hep hızlı koşmalarını söyledi, yetişkinlere ise bir bıçak verdi."

"İsyan mı çıkartacaklar?"

"Haklarını alacaklar." diye yanıtladı Mhyris.

Limanda boş mücevher sandığını bir kayık gibi kullanıp toprakta sürmeye devam eden çocuklar vardı. Mhyris'in ejderhası Vermithor gökyüzünde hızlı bir şekilde ortaya çıkınca o çocukların heyecanlı çığlıkları tüm limanı sarmış ama oyunları artık ejderhayı izlemek olmuştu. Vermithor'un ardından gri ejderha Seasmoke ve binicisi Laenor Velaryon da ortaya çıktı. Toz bulutu yaratarak limana indi. Evlerine geri dönme vaktiydi. Mhyris, iki muhafızı ile birlikte limana vardığında, onları bekleyen kişilerin sayısı çoğalmıştı. Uzun süredir Myr yakınlarında nöbet tutan Gölge Adamlar'dan bazılar yer değiştirmek için gemiye biniyor, yeni bir grup onların yerini alıyordu. Orlys ve Gri de oradaydı. Genç çocuk elinde tuttuğu bir torba ve artık boynundaki tasma olmadan Melisandre'nin yanını seçmişti beklemek için. Yüzü, Mhyris'i hissetmiş gibi limanın ilerisine doğru dönüktü. Orlys'in kucağında ise küçük bir bebek vardı. Muhtemelen bir yaşı yeni karşılıyordu. Mhyris yanlarına ulaştı. Onunla birlikte Laenor'un da yavaş adımları geminin yanına doğru yaklaşmıştı.

"Sorun çıktı mı?" diye soran Mhyris, genç çocuğun kıvırcık saçını okşarken Orlys'e bakıyordu.

"Bilmiyorum, pek konuşmadık." dedi Orlys. Orada her ne yaptıysa, kibarlık göstermediği ortadaydı.

"Sör Orlys gerçekten ikna ediciydi." Gri tebessüm ederken, Mhyris'e bir yandan yardımı için teşekkür etmişti. "Beni yanınıza almak istediğinizi hiç tahmin etmemiştim, Mhysa."

"Şarkıyı bana hep söylemek zorunda kalabilirsin." Gri, bütün nakaratları ezbere bildiğini söyleyerek Mhyris'in keyiflenmesini sağlamıştı. Sonra Kızıl Prenses bebeğe baktı. "Kardeşin mi?"

"Öyle sayılır." dedi Gri. "Sahibin bize bakan bir hizmetçisi vardı. Çocuklar onu çok sever, ben de. Kendisi doğum sırasında öldü. Geçen yıl. Bebek onun ancak kardeşim gibi bakmam adına bana söz verdirtmişti. Başka kimsesi yok. Onu da alabilir miyiz?"

"Elbette." dedi Mhyris.

"Bir kız." diyerek bebeği Mhyris'e gösterdi Orlys. Uyuyan bebeğin teni çoğu Myr insanı gibi esmerdi ve siyah saç tutamları vardı.

"Bebeğin adı ne?"

"Nettles." diye cevapladı Gri.

"Yola koyulsak iyi olur." Melisandre, gemi yolcuğunun ejderhalardan daha yavaş olduğunu hatırlatmıştı. Herkesi gemiye doğru yönlendirip kendisi bir dakika daha limanda kaldı. Laenor ve Mhyris'in yanındaydı. "Dorne Prensi ile nasıl geçti?"

"Anlaşacağız." deyip umutlu göründü Mhyris. 

Westeros'a geri döndüklerinde uzun uzun planlarından bahsedeceklerdi. Melisandre fazla vakit kaybetmeden gemiye bindi. Limanda onları izleyen Mhyris ve Laenor, gemi yelkenlerini açana ve Dar Deniz'de hareket edene kadar sessizce beklediler. Ejderhaları da tıpkı onlar gibi kıyıda oturuyordu. Gemi uzaklaşmaya başladığı vakit ise Mhyris, düşünceli yüzü aylardır onu esir almış olan Laenor'a bakıyordu.

"Yargıç konseyi ne dedi?"

"Ejderhaları görünce korkuları tekrar ortaya çıktı. Ama bu kez yeni anlaşma için ısrar ediyorlar." dedi Laenor.

"Lord Corlys'e mi danışacaksın?"

"Bu işle o ilgilenir."

"Ben de konseyde Myr konusunu daha ciddiye almamızı hatırlayacağım."

Laenor yalnızca başını salladı, git gide uzaklaşan gemiyi izlemeye dalmıştı ve bu hâli hiç geçmiyordu. Mhyris onun eşlik etmesini bu yüzden istemişti. Bir değişiklik olur, fikri değildi bu. Laenor Velaryon değişiklikleri fark edecek bir ruh haline sahip değildi çünkü. Ölüm gelip Joffrey'i ondan aldığından beri pek konuşmuyordu. Kızıl Kale'den bir süreliğine ayrılmış, Driftmark'a gidip gözlerden uzaklaşmıştı. Birkaç aydır Mhyris yalnızca Driftmark'ı ziyaret ederse ya da Laena mektubunda genç kardeşinden bahsederse Laenor'un ne durumda olduğunu görebiliyordu. Bu kez biraz çıkıp özlediği eski heyecanlı hayatını hatırlamasını değil, Joffrey'i kaybettiğini ama anılarına hâlâ sahip olduğunu unutmamasını istemişti. O ve Joffrey Lonmouth Dar Deniz'de çok kez yol almıştı. Myr kıyısında durarak denizi izlemek Laenor'a anılarını ve artık ölü olan aşkını anımsatıyordu.

"Kral Toprakları'na dönecek misin?" diye sordu Mhyris. Genç adama eşlik ederek ejderhalara doğru yürüyordu.

"Bir süre daha Driftmark'ta kalmam en iyisi olur, Mhyris." Laenor onunla yürüyen prensese bakarak gülümsedi. "Fakat çocukları özledim. Jacaerys ve Lucerys'i görmek için uğrayabilirim."

"Onlar da sürekli seni soruyor." dedi Mhyris.

"Rhaenyra son mektubunda yazmıştı."

Vermithor ile Seasmoke'un arasında durdular. Ejderhalar, binicileri sohbet ederken onları izliyordu. "Driftmark gözlerden uzakta, biliyorum. Fakat amcan Vaemond sana karşı anlayışlı değil sanırım. Laena biraz bahsetti."

"Siktir et amcamı." deyip burnundan soluyan Laenor, amcasının hoşnutsuz oluşunu umursamadığını dile getirdi. Eldivenini giyiniyordu. "Driftmark'ın bana kalacak olması ona rahatsızlık veriyor sadece."

"Yeğenini kıskanıyor yani. Pek ilginç bir durum değil." Hazırlanan Mhyris, Vermithor'un sırtından sarken eyer ipini tuttu.

"Benden utanıyor." Laenor alay eder gibi söylemişti ancak gerçek onu tam anlamıyla yaralıyordu. Seasmoke'un açılmaya hazır kanatlarının ardında durdu.

"Utancını hırçın denizde yaşayabilir, Laenor. Driftmark senin hakkın."

Laenor, ejderhasını sırtına çıkan Kızıl Prenses'i izledi. "Gerçekten mi?"

Vermithor'un sırtına binen Mhyris, bu soruya şaşırmıştı. "Elbette. Tereddüte sahip olduğunu söyleme bana sakın."

"Öz çocuklarım yok, Mhyris. Babam eninde sonunda bunu sorun edecek." Laenor, Seasmoke'un sırtına binmişti.

"Lord Corlys zeki bir adam, Laenor." diye seslendi Mhyris. İhtişamlı iki yaratığın sırtında rüzgar sert esmeye başlamıştı. "Torunlarının saç rengine değil ejderhalarına önem verir."

"Haklı olabilirsin." Laenor gülüyordu.

Vermithor yerden kalkarken, Mhyris tekrar seslendi. "Joffrey adına hızlı bir uçuşa ne dersin?"

Laenor Velaryon bunu yapmaktan hiç bıkmayacaktı. Ne zaman Seasmoke'un sırtına binse, Joffrey'nin ona gökyüzü boyunca eşlik ettiği anları yaşıyordu. İki ejderha, kıyıdaki Myr insanlarının gözlerinin önünde kanatlarını açarak tozları havaya kaldırdılar. Vermithor ve ardından Seasmoke gökyüzündeki asıl doğalarına yükselmişti. Uçtular.

Joffrey Lonmouth adına Dar Deniz'in üzerinden geçerken bağırıyorlardı.

****

Daena Targaryen'i bir süredir etrafta görebilen olmamıştı. Saklanıyordu ve babası Daemon onu bulana kadar da ortaya çıkmaya hiç niyeti yoktu.

Öğle güneşi gökyüzündeki ejderhayı sinirlendiriyor, Vermithor evine geri dönerken kükrüyordu. Kızıl Kale'nin alçak kulelerinden birine saklanmış olan Prenses Daena ise annesinin eve geri dönüşünü izliyordu. Gökyüzünde süzülen büyüleyici yaratığın Ejderha Çukuru'na doğru yöneldiğini görmüş, annesinin ona nasıl hükmettiğini bir çocuğun gözünde çok büyük ve hiçbir zaman elde edemeyeceği bir güç gibi algılamıştı. Ama bu düşüncesini asla birine açmazdı. Babasına bile. Çünkü endişelerinin onu zayıf göstermesine sebep olmak istemiyordu. O ejderha kanı taşıyan bir Targaryen idi. Gücü doğuştan taşıyordu kalbinde. Fakat ejderhaya binmek bile her geçen gün Daena'nın gözünde büyüyor, dev gibi olup küçük kızdan uzaklaşıyordu.

Kulenin tepesindeki prenses keyifsiz ve hatta üzgündü. Pencerenin kenarı ona saklambaç yeri olmuş; tahta kılıç yanında dinlenirken, Daena kaçtığını kabul etmiyor, sadece biraz dinlenme ihtiyacı duyduğuna inanmaya çalışıp duruyordu. Üzerinde talim kıyafetleri vardı. Kirli pantolonu ve çamurlu bir çift çizmesi, dağınık örgüsüne uyumlu görünüyordu. Erken bir saatte, babası ile kaledeki yolu ayrılınca ön avluya giderek biraz alıştırma yapmıştı ama sinir bozucu erkekler talim yerini bir işgalci gibi sarınca, Daena özellikle de Prens Aegon'un laflarını dinlememek için oradan ayrılmıştı. Erkek kardeşi Daerys her zaman Daena'yı koruyor, Aegon kıza bir erkek gibi davranma dediği vakit onunla kavga ediyordu. Jacaerys ve Aemond da kıza karşı hep korumacı idi. Ancak onlar erkeklerdi. Her ne kadar Daena'nın kılıç kullanıp ok atmasını etkileyici bulsalar da bir süre sonra kızla dalga geçmekten zevk alıyorlardı. Bu yüzden Daena onlarla ortak çalışma yapmazdı. Sör Harwin kızı ikna etmeye çalışmış olsa da her kararını inatla sürdüren Daena, tahta kılıcını elinden bırakmadan kaçmıştı. Gidip saklandığı birkaç yer vardı ama o en çok şimdi oturduğu kuleyi sever, burada kendisini iyi hissederdi.

Dizini kendisine doğru çekti ve Prens Daemon'dan aldığı gözleri gökyüzünü izlemeye devam etti. Gün batımını da burada karşılamaya kararlıydı.

Öte yandan kuleye doğru koşan Prens Aemond, koridordaki muhafızın ona yavaşlamasını söylemesine rağmen koşmaya devam ediyordu. Yeşil renk kıyafeti, talim alanında toprak lekesi ile dolmuştu. Çamurlu çizmeleri her geçtiği yerde ayak izleri bırakıyordu. Omuzlarına ulaşmış gümüş saçlarını çoktan dağıtmıştı, saçını toplu tutan toka düşmek üzereydi. Ama Prens'in derdi kirli olmak değildi. Daena'yı ve onun nerede olduğunu düşünüyordu dakikalardır. Belki başkası olsa kızın gideceği yerleri tahmin etmekte biraz zorlanabilirdi ama Aemond biliyordu. Daena'nın saklanmayı sevdiği kuleye girmişti. Uzun ve kıvrımlı merdivenin başında durup soluklandı. Terliydi ve koşmaktan dolayı yüzü kıpkırmızı bir haldeydi. Ama asla duramazdı. Teker teker basamakları çıkarken sessizliğe önem veriyordu. Nefesi ciğerlerinde keskin bir yanmaya sebep oluyordu ama Aemond, merdivenleri çıktıkça kızın kendi kendine söylediği şarkıyı duyuyor ve kendi halini unutuyordu.

Çocuk son basamaklara ulaştığı vakit adımlarını yavaşlatmıştı. Daena'nın pencere kenarında oturduğunu, pür dikkat dışarıyı izlediğini görmüştü ve Prenses, Eski Valyria dilinde bir şarkı söylüyordu. Aemond'un genelde asık olan yüzü, Daena'yı görünce mutlu bir ifadeye kavuşurdu. Şimdi de öyleydi. Son adımlarını atarken tebessüm edip Daena'yı izliyordu. Merdivenleri çıktı.

"Burada olduğunu biliyordum." dedi.

Daena irkilerek ona baktı.

Aemond gülüyordu.

"Hep aynı yere saklanıyorsun."

"Saklanmıyorum aptal!" diye bağırdı Daena. Tatlı suratı öfkeyle kızarmıştı ve neredeyse teni kadar beyaz renkli olan kaşları çatılmıştı.

"Kızma hemen." Aemond kıza yaklaştı ama karşısında durmadı. Etrafa bakar gibi oyalanıyor, Daena'nın tahta kılıcı ile ona saldırma ihtimalini düşünerek önlem alıyordu. "Seni merak ettim."

"Neden?" diye sorarken bile kızıyordu Daena.

"Birden ortadan kayboldun çünkü."

"Seni ilgilendirmez."

"Daerys de seni arıyordu." Aemond'un onunla göz göze gelme cesareti, birkaç aydır kaybolmuş durumdaydı. Daena öylesine hırçın bir ruh halindeydi ki karşısında kim olsa tersliyordu. Daha geçen gün Kral Viserys'e tacını yamuk taktığı için uyarıda bile bulunmuştu.

"Gidip hemen yerimi ispiyonlayacak mısın?"

"Hayır." dedi Aemond.

Daena ona sessizce baktıktan sonra yeniden pencereye döndü. Diğer dizi de artık kollarıyla sarılmıştı.

Aemond için insanlarla iletişim halini sağlamak bazen zor oluyordu. Çekinir ya da ne diyeceğini bilemezdi. Ancak Daena onu ne kadar azarlarsa, Prens Aemond o kadar cesur hissediyordu. Gözleri, kızı izlemeyi sürdürdü. Tahta kılıcı biraz kenara itti, Daena'nın yanı için yer açtı. Kız aniden baktığında ise duraksadı. Birbirlerine bakıyor ama tek kelime etmiyorlardı. Yine de Prens Aemond cesaretini kaybetmedi. Kızın sinirli bakışlarına rağmen yanındaki boşluğa yaklaştı ve taşa oturmak için biraz zıpladı. Yüksekteki çıkıntı için iki kere deneme yapması gerekmişti. Sonunda başarılı oldu ve Daena onun çabasına karşılık biraz yer açıp kızgın gözlerini sakinleştirirken, Aemond'un cesareti daha çok arttı. Daena ile yan yana oturuyorlardı artık.

"Aegon bana da çok şey söylüyor."

Prenses Daena ayaklarını sallayarak taş zemini izliyordu. Aemond ile aynı renk çizmeleri vardı.

"Bir keresinde şömine yüzünden elim neredeyse yanıyordu. Ağladığım için bana kız gibi olduğumu söyledi." dedi Aemond. Tıpkı Daena gibi ayaklarını sallamaya başladı. Ritimleri aynıydı.

"Bok suratlı." diye mırıldandı Daena.

Aemond, kötü laf ettiğinde Daena'nın yüzünde oluşan memnuniyetsiz ifade karşılığında hep gülerdi.

"Bana erkek gibi olduğumu söylemesi sorun değil gerçekten. Hakaret olarak görmüyorum." dedi Daena. Omzunu, Aemond'un omzuna yaslamıştı. "Ama hepiniz bazen Aegon gibi oluyorsunuz ve farkında değilsiniz."

"Hayır, onun gibi değilim."

"Bana Prens Daena dediğiniz talim gününü unuttun mu? Gülüyordun."

Aemond'un yüzüne mahçup ifadesi yayıldı. Kız haklıydı. Erkek çocukları, kendi aralarında, Daena daha iyi ok atınca hemen onun hakkında Prens lafını kullanıyorlardı.

"Aegon ile baş etmeye çalışırken ona dönüştüğün zamanlar oluyor." dedi Daena.

Aemond ayaklarını sallamayı bıraktı. "Özür dilerim." dedi içten bir tavırla. Daena onun ayağına hafifçe vurunca, Aemond öyle demelerindeki sebebin kıskançlık olduğunu itiraf etti. Çünkü kız, ok atma işinde çok iyiydi. Hareket eden bir atın üzerinde bile atışını tam tutturabilirdi. Ayrıca Prens Daemon'a benzeyen yönü, çok değil birkaç yıla kadar Daena'yı kılıç konusunda da bir hayli yetenekli hale getirirdi. Kuzeni ve amcaları da hâliyle kıskanıyordu. Daerys hariç tabi. Kız kardeşi ile aynı durumdalardı. Bir ejderha farkıyla.

"İki hafta sonra özrünü unutursun." diyerek Aemond'un ayağına yeniden vurdu. Çocuk ona güçsüz bir karşılık vermişti.

"Unutmayacağım." dedi Aemond.

"Unutacaksın." diye ısrar etti Daena. "Bana, kalenin kütüphanesine gece gizlice gireceğimize dair verdiğin söz bir ay önceydi."

"Hâlâ muhafızı atlatmanın bir yolunu arıyorum." Prens Aemond isyan eder gibi tepki gösterdi. Baskı altında iken rahat edemezdi ve nefesini üflüyordu yine. Daena ise küçük çocuğun sıkıntı dolu haline gülmeye başlamıştı.

Omuzlarını birbirlerine vurdular ve küsmüş gibi konuşmaya ara verdiler. Ayakları yine sallanıyordu ikisinin de. Fakat bu kez Daena'dan önce Aemond onun ayağına vurmuştu. Sonra Daena karşılık verdi. Bir tekme, iki tekme ve üçüncüden sonra kavgaya tutuşarak oturdukları yerde itişmeye başladılar. Kahkahaları kulenin merdivenlerinde yankılanıyordu. Yere ilk düşen olmak istemiyordu ikisi de. Daena onu itmiş, Aemond pes etmemişti. Elleri havada birbirine kilitlenerek güç gösterisine devam ediyordu. Daena bir anlığına düşecek gibi olunca, Aemond ellerini daha sıkı tutarak onun dengesini ve dikkatini toparladı. Daena bunu fark etmişti, Aemond onu itiyor ama asla düşmesine izin vermiyordu. Prenses bir anda ellerini geri çekerek Prens'in afallamasına sebep oldu.

Aemond havada kalan ellerini indirdi.

"Hep bunu yapıyorsun." dedi Daena. Sonra hızlı bir hamleyle Aemond'un yanağına küçük bir öpücük bıraktı ve oturdukları taş sütundan yere atladı.
Prens kızarmaya başlayan yanakları yüzünden ne yapacağını şaşırmıştı ve Daena'ya muhtemelen bir süre daha bakakalmıştı. Kız ona gülüyordu hâlâ. Aemond ona bakmaya devam ederek yere atladı. Gözlerini kaçıramıyordu.

"Karnım acıktı."

Aemond, Daena'nın bu isteğini bir toparlanma fırsatı olarak kullandı. "Buraya gelirken mutfağın önünden geçtim. Taze limonlu turta pişiyordu."

Daena'nın gözleri parladı. "Limonlu mu?" diye soruşu annesinin çocukluk halinin aynısıydı.

"Favorin." dedi Aemond. "İstersen bir tabak çalabiliriz."

"Sonra da avluda yeriz." dedi Daena, heyecanla. Köşedeki tahta kılıç bir saniye sonra kızın elindeydi ve iki çocuk merdivenlerden inerek yarışa başlamışlardı.

Kazanan en büyük dilimi alacaktı.

Bu yarışta kimse Daena'yı geçemezdi.

*

Konsey odasının kapısı, henüz ejder sırtından ineli çok kısa bir süre olan Kızıl Prenses için açıldı. Yolculuktaki kıyafetleri üzerindeydi ve eldivenleri belindeki kemerinde sallanıyor, Myr havasını hâlâ üzerinde taşıyordu. Hiç geç kaldığı olmazdı. Ancak geçerli bir sebebi vardı. Herkes biliyordu elbette. Kral Viserys ve diğer konsey üyelerini beklettiği için aceleyle ilerleyen Kızıl Prenses ona selam veren adamlara ve yalnızca bakmakla yetinen Kraliçe'ye, Myr'ın buraya göre çok daha sıcak bir havaya sahip olduğunu bildirmişti.

"Geciktiğim için özürlerimi kabul edin lütfen."

"Nihayet bu odada olmama değecek bir sebep." diyerek söylenen Daemon masadaki her bir yüze ters ifadesiyle bakıyordu.

Mhyris küçük konsey masasındaki yerine ulaştı ve Kral Viserys'e selam verdi. "Majesteleri."

"Biz de daha yeni başlıyorduk Mhyris. Otur lütfen." dedi Kral Viserys. Prens'i duymazlıktan gelmezlerse konsey hiç bitmeyecek gibi uzuyordu. Herkes bu bilince sahipti.

"Yalan söylüyor." Daemon bıkmış bir ifadeyle yanına oturan karısına baktı. "Dakikalardır boğazımı kesmem için bana gereken her sebebi verdi."

"Bunun için bir sebebe ihtiyacınız yok Prens Daemon. Lütfen yapın." Kraliçe Alicent'ın gergin sesi, konseyde olan adamları da geriyordu. Daemon ise fıkra dinlermiş gibi, Alicent'ın babası Otto kadar can sıkıcı olan yüzünden gülecek bazı sebepler çıkartıyordu.

"Ne kaçırdım?" diye sordu Mhyris. Henüz ne olduğuna dair bilgisi yoktu ve bu yüzden sakince sordu. Ama bir yandan da Kraliçe'ye ters ters bakarak laflarına dikkat etmesini bekledi.

Bu sırada Prenses Helaena, ablası Rhaenyra'nın yerini almıştı. Küçük kız, elinde şarap sürahisi ile masa çevresinde dolaşıyor ve bardakları dolduruyordu. Hayalet gibi sessizdi.

"Sör Crispin'in mahzenden çıkması için ısrar ediyor." diyerek Alicent'ın isteğini alay eder gibi açıkladı Prens.

"Yeminli muhafızımı kendi çıkarcı kararları uğruna mahzene tıkarak yasada dahi olmayan bir ceza verdi." Kraliçe Alicent, sadece Kral Viserys'e konuşuyordu.

Joffrey Lonmouth'un ölümü cezasız kalmamıştı. Aslında turnuvada ölen bir asker için hiçbir şövalyenin ceza aldığı olmamıştı ancak Prens Daemon bu durumu bir sebep olarak saymıştı, kendisi de turnuvalarda çok şövalye öldürdüğü halde. Joffrey'nin öldüğü sabah vaktinde, kendi muhafızlarına Sör Criston'u almaları için görev verip mahzenlerde beklemeye başlamıştı ve beyaz pelerinli muhafız zorla kalenin altındaki mahzenlere getirildiği vakit, Daemon ile uzun sohbetler etmişlerdi. Kral'ın onayladığı bir ceza değildi bu. Ancak Daemon ona haber verdiğinde, Viserys engel olmamıştı. Criston Cole yaklaşık iki aydır, Kızıl Kale'nin arka denizini gören bir mahzende cezasını çekiyordu. Oturup beklemekti cezası. Daemon onu ara sıra ziyaret ederdi ve eğer ölmek isterse haber vermesinin yeterli olacağını hatırlatırdı. Kraliçe ise muhafızı olmadan iki ay geçirmiş, henüz onu kurtaramamıştı. Daemon ona ne yapıyordur acaba, diye tahmin yürütmek Alicent'ı delirtiyordu. Prens bir akıl hastasıydı. Criston'u parçalar, etlerini tazılara yedirebilirdi. Neyse ki Larys Strong'un işi mahzende işkence yapmaktı. Criston'un hâlâ hayatta ve tek parça olduğunu Alicent'a iletiyor, kadını rahatlatıyordu.

"Bu kadın ne zaman konseyin üyesi oldu?" diye sorarken hayretle gülüyor ve kadını delirtiyordu Daemon.

Alicent ona öldürecek gibi baktı.

"Daemon!" Kral sesini yükseltmişti. Kardeşinin üslubunu biliyordu ama karşısındaki kişi bir kraliçeydi.

"Kraliçe diyecektim, evet!" Daemon yalandan düzeltmesini yaptı ve sonra içmeye devam etti. Bir de masa altını karısına dokunmak için kullanıyordu.

"Sör Criston'un hemen görevine geri dönmesini rica ediyorum." Alicent'ın ısrarı, Kral Viserys ile Lord Strong'un bakışmasına yol açtı.

"Ama ben izin vermiyorum."

"Kralımız siz misiniz, Prens Daemon?" diye sorarken sesi yükseldi Alicent'ın.

"Evet, bu ceza işi fazla uzadı Daemon. Muhafızı serbest bırak." dedi Viserys. Karısının ısrarları sadece konsey ile sınırlı değildi. Alicent günün her vakti Kral'ı ikna etmeye çalışıyordu ve artık Viserys sıkılmıştı.

Alicent zafer kazanmaya hazır yüzü ile Daemon'a bakarken; onun gibi tüm üyeler Prens'e dönmüştü. Mhyris bile. Prens Daemon'un kurnaz tebessümü ise Kraliçe'yi sessizce izliyordu. Sonra tek bir kelime söyledi.

"Hayır." dedi, rahatlıkla.

Kraliçe sinirden gülmeye başlamıştı.

Kral Viserys ise bıkmıştı.

"Aslında Majesteleri..." Konuyu bölme isteği olmayan ama biraz daha uzarsa ciddi mevzuların unutulmasını kesin gören Tyland Lannister araya girmişti ve konuştu. "... Fırtına Burnu ile ilgili bir gelişme var."

"Ve Prens Daemon'un cinayeti yine önümüze geldi." dedi Kraliçe Alicent.

Masadaki herkes zorla nefes almıştı.

Prens Daemon ise sabrını Mhyris'in bacağını tutarak sağlıyordu kendine. Yoksa Alicent'ı konsey penceresinden aşağıya atacaktı.

"Ne gelişmesi bu?" diye sordu Kral. Konu değişikliği için minnettar kaldı.

"Lord Boremond Baratheon sizinle bir araya gelmek istiyormuş, Majesteleri." dedi Tyland Lannister. "Bana ulaştı."

"Ama bana ulaşmadı." dedi Daemon.

"Kapa çeneni, Daemon." derken hem kibar hem de ciddiydi Viserys. Sonra Tyland'a geri döndü. "Ne sebeple?"

"Size olan bağlılığına sadık kalmak ve gerçek vârisini onaylamanızı istiyor."

"Oğlu Borros Baratheon." dedi Lord Strong. Bilgilerin çoğu ondaydı ve Kral'a açıkladı. "Edmund Baratheon veraset konusunda her zaman büyük bir tartışma sebebiydi, Majesteleri. Siz de biliyorsunuz zaten."

"Evet." diye onayladı Viserys.

Mhyris dikkatle dinliyordu.

"Sör Edmund..." Lord Strong bir an Prens Daemon'a bakarak adamın ne kadar ölümcül bir ifadeyle dinlediğini gördü. "...Fırtına Toprakları'nda geniş çevresi olan zorba bir adamdı. Vâris olma şansı yoktu aslında ama gücünü abisi Boremond'u manipüle etmek ve korkutmak için çok kullandı. Ölümü ile zamanla Fırtına Burnu'nda olması gereken düzenin geri döndüğüne dair duyumlar alıyorduk. Lord Boremond, oğlu Borros Baratheon'u, gerçek vârisi ilan etti. Sizden de af bekliyor."

"Dorne savaşları hazinelerini ciddi miktarda eritiyor, Majesteleri." dedi Lord Beesbury. "Bence sebebi güçleri tükenmeden önlem almak olmalı."

"Muhtemelen Dorne'lulara karşı bir yardım da isteyecekler." diye ekledi Tyland Lannister.

"Böyle bir yardım yapamayız." dedi Mhyris. Yeterince dinlemişti. "Dorne toprakları ile çok vakit harcadık ve artık boşa asker kaybetmek aptallık olur."

"Hazine açısından, Prenses'in fikrine katılıyorum Majesteleri. Basamaktaşı gibi bir zafer yoksa ucunda savaşmak bizi sadece zarara sokar." Lord Lyman Beesbury, Kızıl Prenses'in Lord Lyonel Strong'dan sonraki en bilindik ortağı sayılırdı. Fikirleri aynıydı, çoğunlukla.

"Savaşları bir kenara bırakırsak peki, Baratheon hanesinin küslüğü sizce de uzun sürmedi mi?" diye sordu Kral.

"Fırtına Burnu'nu ele geçirelim derim. Oylama yapabiliriz." Daemon fikrine ithafen elini kaldırmıştı.

"Çeneni kapat dedim." diyerek ikinci uyarısında bulundu Viserys.

Mhyris de kocasının elini indirmişti.

"Bu işi biraz uzatalım." dedi Kral Eli. "Mektuplarla başlarız. Sör Tyland ya da ben ara sıra Fırtına Toprakları'na ziyaretler yaparak sizin adınıza bilgi ulaştırabiliriz."

"Evet, aceleci davranmayalım." dedi Mhyris. "Sonra bir araya gelmek için bahane yaratırız, Majesteleri."

"Bu iş sizde." diyerek Lyonel Strong ile Tyland Lannister'ı görevlendirdi Kral. Ardından, koltuğunun yanında duran kızı Helaena ile aynı anda Mhyris'in yolculuğunu merak ettiler. "Myr'dan bahset biraz. Nasıldı?"

"Kuralları çiğniyorlar, yine."

"Tasmalı köleler, ellerinde bıçaklar, kanı akıyor sahibin, beyaz taşlı avlu toprağına." diyerek fısıldadı Helaena. Bitmediği halde Mhyris'in kadehine biraz daha şarap koydu, geri çekildi.

"Myr kritik bir liman, Majesteleri." dedi Mhyris. Gördüklerini, rahatsız olduğu durumları ve bazı fikirlerini detaylıca aktardı. "Sör Laenor, yargıç konseyi ile görüştü. Lord Corlys'e tüm istekleri ilettikten sonra daha net bir karar vereceğiz. Ancak ben Targaryen bayrağını Myr'a asalım diyorum."

"Özgür Şehirler buna karşı çıkar." dedi Tyland Lannister. "Myr'da olup bitenleri de işgal olarak görüyorlar."

"Halk isterse karışamazlar." Mhyris kararlıydı ancak Tyland Lannister yeniden karşı çıktı.

"Sahipler bizi istemiyor, Prenses."

"Sahipler yakında ölmüş olacak."

Mhyris'in lafı, konsey odasını aniden sessizliğe boğmuştu. Ancak Daemon gülüyordu. İçtiği şarabın onu boğma ihtimaline rağmen kadehi ağzından çekmeden gülmeye devam ediyordu.

"Myr konusunu yarın daha detaylıca görüşelim." diyerek erteledi Viserys. Uzayan konsey görüşmeleri yeterince sıkıcı iken bugün daha da katlanılmaz geliyordu Kral'a. Yerinden kalkmaya heveslendi ancak duraksamıştı.

"Viserys." Kraliçe ona bakıyordu.

"Sör Criston'un cezası bitti." diyerek karısının isteğini kesin emriyle dile getirdi Viserys.

Prens Daemon sözde onaylamıştı.

Herkes Kral ile birlikte ayağa kalktı.

Konsey bitiminde odadan ilk çıkan kişi, Kraliçe Alicent olmuştu.

*

Talim avlusundaki tahta kılıçları ile alıştırma yapan çocukların rekabetçi sesleri, Sör Harwin'in yönlendirmesi ile zaman zaman artıyordu. Prensler hırslı ve genellikle saldırganlardı. Bir fırsatını bulup rakiplerini yenebilmek için bazen kuralları unuttukları ya da göz ardı ettikleri oluyordu. Prenses'in rakibi olmak isteyen yoktu. Bir kızı ilk yere düşüren kişi olmaktan çekiniyor, daha doğrusu kız tarafından mağlûp edilmekten endişe duyuyorlardı.

Bu yüzden Daena bir köşede oturmuş, Aemond ile mutfaktan çaldıkları taze limonlu turtayı yemekle meşguldü. En büyük dilimi hak etmişti.

"Prenses bir sonraki karşılaşmada benim rakibim olmak ister mi?" diye sordu Harwin Strong. Çocukları takip ederken, bir yandan da Daena'nın da çalışmalara katılmasını sağlamak için uğraşıyordu.

Daena ağzına bulaşmış limonlu jöleyi elinin tersiyle sildi. "Eğer ısrar ediyor iseniz Sör Harwin..." dedi belirsiz bir istekle. Kafasını kaldırıp Kemikkıran'a baktı. Sör Harwin onunla her zaman ilgileniyor, kızın yeteneğini gizlemesi yerine ortaya çıkartmasını bekliyordu ve Daena onu severdi. Çocuk gözünde, Harwin Strong çok büyük ve güçlü bir adamdı. Daena ondan şövalye olmak ile ilgili çok şey öğrenebilirdi. Prens'in Şehir Muhafızları'ndaki yardımcısı da olduğu için Daena onu tanırdı. Güven duyduğu biriydi.

"Hem onlara kılıç tutarken durmaları gereken asıl şekli gösterirsiniz." deyip çamurlu alanda dövüşen çocukları da işaret etmişti Harwin.

Daena erkeklere baktı.

Abisi Daerys, tahta kılıcı sert ve kuşku duymadan Jacaerys'in üzerine indirip onu yeniyordu. Ama Jacaerys karşılığı hemen verirdi. Yere düşecekken biraz daha dayandı ve akıllıca bir çeviklikle Daerys'in kılıcından kurtuldu. Henüz bir galip yoktu. Harwin Strong onlara yeniden hazırlanmalarını söyledi ama Aegon beklediği köşede sıkılmıştı.

"Daena ile dövüşsem daha eğlenceli bir gösteri olurdu, Sör Harwin." diye sesini yükseltti Prens Aegon. Sıkılmış, çocuk gösterisinden bunaltmıştı. Ama kendisi de henüz bir çocuktu. "Lütfen, Jacaerys'in ödlekliğini izlemek yerine yeni bir eşleştirme yapalım."

Jacaerys ona öfkeyle bakıyordu.

"Dinleme şu aptalı." diyerek kuzenini yeniden dövüşe odakladı Daerys.

Harwin Strong, Aegon'un önerisini hiç duymamış gibi yaparak Jacaerys ve Daerys'in karşılaşmasını başlattı. İki çocuk kılıçları ile yeniden dövüşe odaklandı. Harwin onları yönlendirip ders veriyordu. Küçük Lucerys, henüz onlara katılamadığı için avlu etrafını koşarak geçti ve Daena'nın yanındaki boş yere oturdu. Kalan turtayı bölerek birlikte yemeye başladılar. Aegon ve Aemond ise kılıçların olduğu sandığın üzerine oturmuş, sıralarının gelmesi için bekliyorlardı. Aegon sızlanıyor, Aemond ise uslu tavrıyla ona çenesini kapatmasını söylüyordu. Prens'in asıl dikkati, avlunun diğer tarafında turta yemeye devam eden Daena idi. Aegon onu fark etmesin diye Aemond etrafta olup bitenleri izliyor gibi görünüyor olabilirdi ama Daena ona bakarak dil çıkartırken, Aemond hemen tebessüm ediyordu.

Konsey sonrası talim alanına gelerek çocukları izleyen Mhyris ve Daemon ise henüz kimsenin onları fark etmesi için hamlede bulunmamışlardı. Biraz geride bekliyorlardı. Daerys'in hırsla verdiği karşılıkları kendi aralarında değerlendiriyor, Daena'nın sırasının gelmesini bekliyorlardı.

"Biraz disipline ihtiyacı var gibi. Ne dersin?" diye soran Mhyris, oğlunun bazen bir Dothraki gibi dövüştüğünü düşünüyordu.

"Beni uğraştıracak." dedi Daemon.

"Disiplin konusunda senin de kolay bir öğrenci olmadığını hatırlıyorum."

"Ben hâlâ disiplinli değilim." Daemon, Mhyris'in kulağına doğru yaklaşmıştı ve fısıldayarak cevap vermişti.

Mhyris ona gülüyordu. "Bilmez olur muyum hiç?" dedikten sonra Prens'in hamlesini engellemeye çalıştı. Çünkü Daemon rahat durmuyor, etraflarında insanlar olmasına rağmen Mhyris'in belini tutarak onu gıdıklıyordu.

Daemon'u durduran şey, Daena'nın yerinden kalkması olmuştu. Prenses elindeki tabağı Lucerys'e vermişti ve çamurlu alana koşup yerde yatan iki çocuğu sağlam tekmeleri ile kaldırdı. Daerys ve Jacaerys, yoruldukları için dövüşe yerde devam etmişlerdi ama Daena'nın buna sabrı yoktu. Erkekleri toprak alandan uzaklaştırdı ve tahta kılıcını eline aldı. Karşısında Harwin Strong vardı. Rakiplerdi.

"Nasıl bir duruşumuz olmalı?" diye sordu Harwin. Çocuklar onları büyük bir merakla izliyordu. Aemond ayağa kalkmıştı bile.

Daena sırtını dikleştirdi ve saldırgan pozisyonunu aldı. Gözlerindeki Kara Kız Kardeş Visenya'ya dair bir heves onu ilgi çekici kılıyordu. Sör Harwin Strong, kızın karşısında son bilgileri de çocuklara anlattıktan sonra Daena ile kılıç talimi başladı. Adam sakince kılıcı uzatıyor ve ufak hareketlerle bir çeşit karşılık veriyordu. Küçük Daena ise hırsla saldırıyor, sert darbelerinde kararlı görünüyordu. Daerys gerideki yerinde "Başını koru!" diye bağırarak kız kardeşine tavsiye verdi. Uygun bir öneri olmuştu. Rakibinin savurduğu kılıçtan eğilerek kaçıyor ve bedeninin ona sağladığı avantajı kullanarak hız kazanıyordu. Sör Harwin'in etrafında çevik hamlelerle dönüyor, tahta kılıcı adamın zırhına vurmayı başarıyordu. Talimatları dinleyip tüm sınavlardan başarıyla geçmişti. Hem kendi gücünü gösteriyor, hem de Harwin'i dikkatle dinliyordu. Erkek çocuklarını hayret ettirdi. Sör Harwin'in takdirini aldı ve iki kişinin alkışını duyduğu sıralarda duraksadı. Anne ve babasını gördü.

"Gerçek bir kılıç almaya hak kazandı bana göre." diyerek Harwin'e seslendi Daemon. "Sen ne dersin?"

"Oğlanların şansı kalmaz." dedi Sör Harwin. Yetişkinler gülerken, dört erkek çocuk kaşlarını çatmıştı. Ama Lucerys, Daena'nın tarafında gibiydi.

Daena tahta kılıcını bırakıp babasına doğru koştu. Ama ilk önce evine daha yeni dönen annesine sarıldı. "Nihayet gelebildin! Myr'da odam için yeni bir perde aldın mı?"

"Gemiyle birlikte geliyorlar canım. Yelkenler ejderhalar kadar hızlı değil, biliyorsun." Mhyris biraz eğildi ve kızı ona sarılırken, saçlarının arasına bir öpücük bırakmıştı. Daena kafasını kaldırıp ona baktığında ise Mhyris'in gülüşü duyuldu. "Ağzının her yerinde limonlu turta kırıntısı var Daena."

Daena ağzını silmeye çalıştı.

"Senin de ağzında hep limonlu turta kırıntısı oluyordu, Mhyris." diyerek bir gerçeği hatırlattı Daemon.

Mhyris susması için adamın koluna vurdu ancak hem Daemon hem de Daena ona gülüyordu. Kılıç talimine Aegon ve Aemond devam ediyordu ama Daena geri dönmemişti. Mhyris ona bir sürprizi olduğunu söyleyerek kızı yanlarına aldı. Daemon ile kısa bir süre önce paylaştığı rüyası, Kızıl Prenses'in daha önce başına geldiği gibiydi. Bu hissi tanıyordu ve kızına da haberi vermeliydi. Daena, anne ve babası ile birlikte avludan ayrılarak kalenin içinde gezmeye başladı. Çok meraklıydı. Babası ona önemli bir şey olduğunu söylediğinden beri yerinde durmuyordu.

"Bir tabak çaldık diye ceza alamam!" diyerek isyan etti Daena. Aklına başka bir sebep gelmiyordu. Bahçeyi gören koridorda yürürken babasının elini tutuyordu. "Değil mi?"

"Ben neler çalıyordun, bir bilsen." diyerek kahkaha attı Daemon. Ama Mhyris ona konuyu değiştirmemesini söyledi.

"Bunu öğrendiğim iyi oldu, Daena. Bir daha ki sefer de izin almayı unutma." Mhyris bu konuyu uzatmadan devam etti. "Baban ile karar verdik ve seninle ilgili bir adım atacağız. Artık..."

Daemon yaramaz bir çocuk gibi Mhyris'in lafını böldü."Seni Ejderha Kayası'na götürüyorum, cezalısın."

"Ne!?" diye bağırdı Daena.

Daemon gülerken kızının burnunu tutup sıkmıştı. Daena başını geriye çekti ve annesine baktı.

"Cezalı falan değilsin." derken ciddi bir bakışla Daemon'a bakıyordu Kızıl Prenses. Sonra kızına döndü. "Ejderha Kayası'na gidiyorsun. Bugün."

"Neden?"

Mhyris ve Daemon birbirine baktı.

Daena tahmin ettiği şey yüzünden git gide heyecanlanıyordu.

"Ejderhan için." dedi Daemon.

"Seni beklediğini düşünüyoruz." diye ekledi Mhyris.

Daena Targaryen'in sevinç dolu çığlığı kalenin o katında, neredeyse her bir noktadan duyulmuştu. Kız bağırarak koşuyor, ejderhası olacağını herkese söylüyordu.

Babası Daemon ile birlikte gidecekti.

Caraxes'in sırtında yola çıktılar.

*

Gün batımı yakındı.

Ejderha Kayası'na vuran turuncu ve kırmızı güneş ışıkları, Caraxes'in tiz kükremesi ile birlikte adayı hayatta tutuyordu. Ejderha süzülerek adaya inmişti. Yuvaların olduğu kayalıklara yakın bir yerde kanatlarını indiren Caraxes, son kez Daena ile yolculuk yapmaktan memnun gibi duruyordu. Kızın sürekli onu yönlendirmek için bir şeyler demesinden bıkmıştı ama Prens Daemon'un kanına karşı ölüm sebebi olamıyordu. Toprağa oturdu. Daemon ve Daena sırtından inmişti.

"Nasıl yapacağım?" diyerek belki de yirminci kez sordu Daena. Yere adım atar atmaz etrafta Caraxes dışında bir ejderha görmeye çalışmıştı. Ejderha Kayası sakindi.

"Önce biraz nefes al, Daena."

Daena derin bir nefes almıştı hemen.

Daemon eldivenlerini çıkarırken yürümeye başladı. "Kolay değil."

"Beni yese bile umurumda değil, tamam mı?" Daena koşup yetişti.

"O seni seçecek." diyerek kızının dramatik tepkisini göz ardı etmişti Daemon. "Hepimizi ejderhalar seçti."

Daena, babasının yanında yürürken düşünüyordu. "Annemi de buraya sen getirmiştin, değil mi?"

"Evet."

"Vermithor ile bağlanması için neden o kadar süre bekledi peki? On dokuz yaşında ejder binicisi olmuş."

"Targaryen olduğunu geç öğrendi." diye yanıtladı Daemon. Mhyris ile Ejderha Kayası'na gelişi ve kadının Vermithor ile ilk uçuşu dün gibiydi. "Biraz daha büyüdüğünde anlarsın."

Ejderhanın mağarasına yaklaşmak için kayalık bir yoldan geçeceklerdi. Daemon, kızının elinden tutarak ona yolu hem tarif etti hem de yürümeye devam ettiler. Bu sürede Daena biraz sakinleşmişti. Sohbet ediyorlardı.

"Bir şey soracağım."

Daemon bekledi.

"Annem, Kral'ın en büyük kızı mı?"

"Evet."

Daena tereddüt eden ifadesiyle yolu izliyordu. "Peki o zaman neden vâris değil? Septa, hükümdarlık kurallarını anlatırken öğrendim. Büyük çocuğun vâris olması gerekmez mi?"

"Doğru ama annen istemiyor." diye yanıtladı Daemon.

"Neden?"

"Onun Demir Taht'a ihtiyacı yok."

"Peki o zaman..." Daena kafasını kaldırıp babasına baktı. "Kızların aslında vâris olamadığı gerçeğini sorabilir miyim? Kral'ın asıl vârisi sen miydin?"

"Öyle bir dönem olmuştu." Daemon kendi kendine tebessüm ediyordu.

"Neden artık değilsin?"

"Çünkü anneni tercih ettim."

"Nasıl yani?" Daena'nın kaşları çatıldı.

Daemon bir süreliğine durdu ve ıslak topraktan oluşan yokuşa baktı. Çıkışı güç olacaktı. "Bunu sana anlatırsam Kral'ı ertesi gün öldürebilirsin." dedi Daemon. Konuyu değişmesini istedi. Daena'yı kucaklayıp kızın kahkahası eşliğinde yokuşu hızlıca çıktı. Tepeye vardıklarında önlerinde mağaralara giden taşlı ve uzun bir yol vardı.

Daena'yı yere indirdi.

"Kral olsaydın beni vârisin yapar mıydın?" diye sordu Daena.

"Başka kimi yapacağım?"

"Daerys'i." diyerek güldü Daena.

"Daerys birkaç sene sonra ortadan kaybolacak, Daena. Abin benim gibi ise onu Kral Toprakları'nda tutamayız bile." Daemon, kızını kolunun altına alıp yürümeye devam etti. Gün batımı üzerilerine vuruyordu.

"Seni, Sör Harrold ile konuşurken duydum. Bu sabah." Daemon'a sarılı bir halde yürüyordu.

"Ne konuşuyorduk peki?"

"Sör Crispin Cole'un çıkmasına henüz izin vermediğini söylüyordun." Daena şövalyenin adını, babası yüzünden bu sanıyordu.

Daemon onaylayan bir ses çıkarttı.

"Ondan neden bu kadar çok nefret ediyorsun?" diye sordu kız.

"Bir tahminin var mı?"

Daena başını salladı.

"Muhtemelen doğru tahmindir."

"Siz erkekler gerçekten komiksiniz. Güç gösterisi yapan çocuklar gibi." dedi Daena. "Annemi kıskanıyorsun."

"Her zaman." diyerek kızının daha çok güldürdü Daemon. "Ancak Sör Crispin bir dostumuzu öldürdü."

"Sör Joffrey." Daena onu özlemişti. Genç şövalyenin her zaman haylaz oluşu ve çocuklarla oyun oynaması onu sevilen biri yapmıştı.

"Cezasını çekmeli."

"Ama asıl sebebin düşman olmanız." Daena, yolun ortasındaki kayanın üzerine çıktı ve Daemon'un elini tutmaya devam ederek yere atladı. "Onu bir fare gibi kapanda tutarak ölmesine izin vermiyorsun."

"Düşmanlarımı yalnızca savaşta hızlı öldürürüm. Etrafında binlerce adam akıp giderken oyalanmak için vaktin yoktur. Ama ortada bir savaş yok ise ve düşmanın her gün gözünün önüne çıkmak zorunda kalıyorsa, onu yavaş yavaş öldürmek daha zevklidir." dedi Daemon.

Daena'nın tebessümünde babasına ait kurnaz ve muhtemelen Otto görseydi tehlikeli diye yorumlayacağı bir ifade vardı.

"Sör Crispin hizmet ettiği kişiler gibi yerde sürünmeye alışmalı."

"Ben bu kadar sabırlı olamam." diyen Daena, mağara açıklığını gördüğünde adımları yavaşlamıştı. Mağaranın önü çok geniş bir alana sahipti. Yanmış ve kırılmış kaya parçaları her yerdeydi. Mağara uzun yıllar önce oyulmuştu. Büyük ve çok güzel bir ejderhaya aitti.

Mağaranın uzağında durdular ancak Daemon, büyük bir kaya parçasının üzerine oturdu. İçeriye gitmeyecekti. Çünkü ejderha evinde değildi. Daena ona ne yapacaklarını sorunca, sadece "Bekleyeceğiz." demişti Daemon. Kızı sabırlı olmaya çalışıyordu. Bir gözünü mağaradan ayırmadı hiç. Daemon'un yakınında beklemek yerine bacağına oturdu ve boynuna sarıldı.

"Hangi ejderha?"

"Gördüğünde tahmin edebilirsin."

"Çıkmayacak mı?"

"Burada değil." demişti Daemon. "O büyük bir yaratık. Beslenmesi gerek. Ama yakında geri dönecektir."

Daena beklemek istemiyordu. Hemen ona kavuşmak, sırtında olup sonsuz gökyüzünü keşfetmek istiyordu. Ama uslu durdu. Gün batımını babası ile birlikte izledi. Güneş batarken usulca, uzaklarda kanatlı bir yaratığın gölgesi belirdi. Küçük görünüyordu. Uzaktaki hâli bir kuş kadardı. Diyarı iyi bilen ejderha uzun bir yoldan geliyordu ve sebebi, Daena Targaryen idi. Kanatları her çırpışında büyüyor, yaklaşan gece gibi evine dönüyordu. Daena nefesini tuttukça ejderha da ulaşmaya yakındı. Rüzgarı ulaştı önce. Daena heyecanla ayağa kalktı, onu selamlar gibiydi ve parlayan gözleri hevesle doluydu. O ejderha beliriyordu gözünde. İhtişam doluydu yaratık. Yaklaştıkça, koskoca cüssesi Daena'nın gözünde kaçınılmaz bir şok olma ifadesi yarattı. Gümüştü ejderhanın rengi. Uçuşu asalet, inmesi ise sarsıcı olmuştu.

"Silverwing." diye fısıldadı Daena.

Ejderha Silverwing, mağarasının ön açıklığına iner inmez ateşten gözlerini ona hevesle bakan kıza çevirmişti ve kanatlarını yere indirmişti. Büyüktü, hemde Vermithor ve Cannibal kadar. İhtişamlı güzelliği, yaratığın uysal ve güçlü görünüşüne uyumluydu. Daena heyecandan babasının kolunu sıkıyor ve gözlerini bir an olsun Silverwing'in üzerinden ayırmıyordu. Ejderha onun kalbinin atışlarını hisseder gibi başını Daemon ve Daena'ya yaklaştırdı. Ama temkinliydi. Kızın cesaretini görmek isteyecekti.

"O, bir kraliçeye aitti." dedi Daemon.

Daena büyülenmiş gibi Silverwing'i izliyordu. "Kraliçe Alysanne'in idi."

"Yaklaşmak ister misin?"

Daena başını salladı yalnızca.

"Ama ben olmadan."

Daena bir anlığına babasına bakarak sakinleşmeye çalıştı. Daemon'un ona güvenen bakışını gördüğü için kalbini sarmıştı cesareti. Babasının yanından ayrıldı. İlk adımı attığında, Silverwing ona doğru gövdesini yükseltmişti ve kız duraksadı. Başı yukarıya, ejderha ve onun gözlerine bakıyordu. Gümüş ejderha ise sınıyordu prensesi. Hakkı mıydı, görmek istiyordu. Daena ona kararlı göründü. Kalbinde ejderhayı hissediyordu. Hatta daha fazlası vardı ve küçük kızı gökyüzünde gibi tutup boşlukta süzülüyor gibi hissettiren bir bağ idi. Daena temkinli adımlar attı. Heybetli ejderhaya doğru kendinden emin bir şekilde yürüyordu. Her adım bağ için atılan bir düğümdü. Bağları ilmek ilmek işliyordu. Silverwing'in onu kabul edeceğini anlayan Daemon, kızını izlerken belki de ondan daha heyecanlıydı. Mhyris'in Vermithor ile tanışmasını da böyle izlemişti.

Prenses Daena, ejderha Silverwing'in karşısında durdu.

Gümüş ejderha yüzünü ona uzatmıştı.

Kızın titreyen eli, ejderhanın derisine dokunduğu an durdu ve Daena hiçbir zaman hissetmediği bir özgürlüğün o ayakları yerden kesen gerçekliğinden emin oldu. Silverwing ile eşitlenmişti sanki kalp atışları. Gözlerine bakıyor, onu tanıyordu ejderha. Daena, gümüş renkli ejderhanın her hareketinde bir adım geri gitmek zorunda kalsa dahi pes etmiyordu. Silverwing'den uzak durmadı. Onunla birlikte açıklıktaki alanda ilerledi ve dokunabildiği her fırsatı kullandı. Sonra fark etmişti ki, Silverwing ona yolu açıyordu. Ejderha yere oturup yeni binicisini kabul etti. Sırtına çıkan eyer ipleri yere kadar sarkıyordu. Daena babasına baktı ve onay alınca derin bir nefes aldı, binici olmak kolay değildi. Ejderhanın sırtı çok yüksekti. Fakat Daena hırslıydı. Eyer iplerinden tutunarak babasının öğrettiği gibi tırmandı. Silverwing'in onu uğraştırmak için hareket ettiğini biliyordu ve pes etmedi. Sırtına çıktı.

Bir ejderhanın sırtında olmak Prenses Daena adına tüm diyarı fethetmiş gibi hissetmek demekti. Tek başınaydı. O ve ejderha baş başalardı. Artık babası ya da annesi yoktu yanında. Tüm ipler Daena'nın elindeydi.

"Caraxes ve ben, sizi yakalarız." diye seslenmişti Daemon. Kızı ejderhanın sırtında iken onun mutluluğuna ortak olmuştu.

Daena bağırdı ve Silverwing kükredi.

Prensesin komutu ile gümüş ejderha kanatlarını açtı ve çığlıkları dinmeyen binicisi ile birlikte havalandı güneşin battığı gökyüzüne. Ejderha Kayası'nda olan başka bir ejderhanın daha yalnız günleri bitti ve kavuştu yeni kanına. Daena ile denizin üzerinde, gökyüzü üzerlerinde uzayıp giderken uçtular ve kükremeleri karıştı birbirine. Kızın kanatları olmuştu Silverwing. Birlikte kollarını iki yana açtılar ve diyardaki en özgür ruhlara kavuştular. Caraxes onları takip ederken, Silverwing daha yükseğe çıktı. Daena istemişti. Rüzgârı rakibi yaptı ve kafa tuttu ona.

"Dracarys!" diye bağırdı Daena.

Silverwing gün batımına eşlik ederek gökyüzünü başka bir ateşle aydınlattı. Sevinçleri seslerine yansıdı. Babasına doğru bakarak çığlık atmaya devam ediyordu kız. Daemon ise Caraxes'in sırtında selam veriyordu Daena'sına.
Gökyüzü onlara aitti. Targaryen'lerin hepsi bunun için yaratılmıştı.

Ve Prenses Daena, ejderha binicisi bir Targaryen olarak evine dönüyordu.

Onu artık kimse toprağa indiremezdi.

🐉

Silverwing aşkımın yüzü nur saçıyor. Daena bebeğim de artık kavuştu kanatlarına 🔥

Criston Cole kapatılsın demiştim, Daemon harbiden de kapatmış 😹

Peki, Nettles isminin size çağrıştırdığı bir şey oldu mu? Ejderhaların Dansı olayını tam olarak bilenler hatırlar eminim.

Öptüm!

Continue Reading

You'll Also Like

1.1K 88 4
FS 107 yılının 8. ayının 25. gününde, Asi Prensin karısı bir kız çocuğu doğurdu. Büyük Septon tarafından vaftiz edildi, kulağına ise yüzyıllar boyunc...
1.9K 403 14
Üç başlıydı ejderha. Fatih Aegon, düşmanlarına diz çöktürmüştü. İki kız kardeşi ile Targaryen Hanesi'ni en yükseğe çıkarmıştı. Artık ejderhaların hük...
12.5K 283 16
Game Of Thrones House Of The Dragon, Karakterleri için one-shot hikayeler. #imagines🥇 #sansa🥇 #aryastark🥇 #nedstark🥇 #jonsnow🥇
17.2K 2.4K 50
𝘿𝙖𝙚𝙣𝙮𝙨 𝙏𝙖𝙧𝙜𝙖𝙧𝙮𝙚𝙣. Herkes yeni vârisin kim olacağını konuşmaya başladı. Bir çoğuna göre yeni vâris belliydi. Bu sırada tanrıların şahit...