Sevgili Komşum (Tamamlandı)

By mirayspellman

1.7M 89.9K 29.8K

"Gidersiniz gidersiniz de, siz bu gidişle anca nezarethaneye gidersiniz." "Neden ki güzel kardeşim?" dedim ş... More

1.Bölüm: Asker evi basmak
2.Bölüm: Kırmızı Radyo
3.Bölüm: İçini okumak
4.Bölüm: Siyah Göğüslü
5.Bölüm: Ağrı kesici
6.Bölüm: Arkadaş
7.Bölüm: S.M.Y. Göğüslü
8.Bölüm: Ve planlar suya düşer.
9.Bölüm: Uyku kokan adam
10.Bölüm: Albay Adam
11.Bölüm: En doğru karar
12.Bölüm: Sarılmak
13.Bölüm: Pasta
14.Bölüm: Hisler
15.Bölüm: Boş Tehtid
16.Bölüm: "Kara beni umursuyor mu?"
17.Bölüm: Kağan ve Kara
18.Bölüm: Geçen gün
19.Bölüm: Sana özel
20.Bölüm: Sürpriz Yumurta
21.Bölüm: Yanlış Anlaşılan
22.Bölüm: Kapım sana açık
23.Bölüm: Çikolata
24.Bölüm: Kıskanmak
25.Bölüm: Teni tenime
26.Bölüm: Okey Eşi
27.Bölüm: Kardan Kelebek
28.Bölüm: Geçmiş
29.Bölüm: Canı neler ister?
30.Bölüm: Ödül
31.Bölüm: Kaslı Kadınlar
32.Bölüm: Spor
33.Bölüm: Ciddi bir konuşma
34.Bölüm: Isparta Meselesi
35.Bölüm: Kalbim sadece sana açık
37.Bölüm: Final

36.Bölüm: Benim isteklerim

23K 1.3K 647
By mirayspellman


Öncelikle nasılsınız, umarım iyisinizdir?

İyi okumalar dilerim✨

Bir de ben Ada'nın anne babasının ismini unuttum. Daha önce belirtmiş miydim onu da hatırlamıyorum gerçi. İsimlerini Hüseyin ve Mukaddes olarak düşündüm şimdilik. Başka ise kusuruma bakmayın bir tık Ada gibiyim bu konularda, bu zamana kadar biraz fark etmişsinizdirrr.

-

Hüseyin Bey'in bünyesi tıpkı alarm kurulmuşcasına sabahın ilk saatlerinde kalkmaya ayarlanmıştı. Geç yatmış olsa da, çok yorgun olsa da her zaman erkenden uyanır, namazını kılar, oturma odasının baş köşesindeki tekli koltuğunda gazetesini okur ardından da bulmacasını çözerdi. Saat sekize yaklaşırken eşi Mukaddes Hanımı uyandırırdı.

Mukaddes Hanım, kocası gibi bir kere uyandı mı sonrasında uyuyamayanlardan değildi. Başını yastığına koyduğu an uyuyabilirdi. Namazını kılar kılmaz tekrar kendini yatağına bırakırdı. Saat sekiz, bazı günlerde dokuza yaklaşınca eşi tarafından uyandırılırdı ve kahvaltıyı hazırlamaya başlardı.

Hüseyin Bey, ağır hareketlerle yatağından kalktı ve derin nefesler alarak banyoya doğru adımladı. Başı ağrıyordu fakat namazını kılınca bunun geçeceğini düşündüğü için önemsemeden işlerini halledip abdestini aldı. Baş ağrısının sebebini ise, adı gibi biliyordu. Ada'nın erkek arkadaşı, Kara'ydı.

Sevmemişti işte çocuğu. Gözü tutmamıştı, sohbeti sarmamıştı. Yanındaki çocuğu bile daha çok sevmişti. Oflayarak elini adeta sızlayan alnında gezdirdi. Hayır, bunun yalan olduğunun farkındaydı. Erkek arkadaşı olarak getirdiği çocuk öbürü de olsa, başka biri de olsa gözü yine tutmayacak yine sevmeyecekti. Bunun sebebi, kızını tanımadığı bir şehirdeki tanımadığı bir adama vermek istememesiydi.

Hüseyin Bey kızının Isparta'ya dönmesinde ki tek ve son umudu buydu. Bu umut, Ada'nın buradan biriyle evlenmesiydi.

Fakat Ada, ne biriyle evlenmeye ne de burada çalışmaya razı olmamıştı. Bunu da anlamıyordu ya. Neden istemediğini, neden kendine bilerek zorluk çektirdiğini? Yıllarca başka bir şehirde iş arayarak kendini harap etmişti. Hâlbuki burada olsaydı, babası çevresini sayesinde ona bir yer, bir iş ayarlayabilirdi. Çok daha mutlu olabilirdi.

Ada, bunu hiç bir zaman kabul etmemişti ve her seferinde kesin bir dille reddetmişti.

Banyo kapısını ardına kapatıp mutfağa çay suyunu koymak için girdi. Çaydanlığa yeterince suyu koyup altını açtıktan sonra mutfaktan çıktı. Kızının odasının kapalı kapısı gözüne çarpınca bakışları bir süreliğine oradan ayrılmadı.

Dün onu fazla mı kırmıştı? Ya da bir önceki gün sert mi davranmıştı?

Kötü bir şey yapmak istemiyordu ki, sadece kızının iyiliğini düşünüyordu. Bunu anlamayan kızı Ada'ydı. Evet, dedi Hüseyin Bey kendi kendine. Bu konuda kendini haklı görüyordu.

Odasının kapısına kadar yavaş adımlarla ilerledi. Sağ elini kapı kulpuna atıp kızının uyanmaması için özen göstererek sessizce aşağı indirdi ve kapıyı ileri iteledi. Kapı aynı istediği gibi hiç gıcırdamadan yavaşça açıldı.

Gördüğü görüntüyü kavraması birkaç saniyesini aldı. Sağ eli kapı kulpunda kaldı, geri çekemedi. Kaşları aşağı düşerek çatıldı. Dudaklarındaki gülümseme silindi ve düz çizgi halini aldı. Baktı ve baktı.

Kızına ve kızını kollarının arasına almış çocuğa baktı.

Sinirlendiğini iliklerine kadar hissetti. Aklınca onu ayakta mı uyutmaya çalışmışlardı? Odalarının kapısını kapatıp Ada'yı odadan çıkarmıştı dün gece. Şimdi ise, o utanmadan korkmadan kızının odasına mı giriyordu? Hem de babası evdeyken, nikahları olmadan. Hangi cesaretle?

Hüseyin Bey geriye doğru bir adım attı. Ne yapacağını bilemediği için, karısını uyandırmaya ve bu görüntüyü onunda görmesi gerektiğine karar verdi.

Küçük bir çocuğun annesine bir şey gösterme telaşına benzer bir telaş ile yatak odasına girdi. Karısının yanına ilelerleyip yüzüne doğru hafifçe eğildi.

İşaret parmağı ile kolunu dürterek, "Mukaddess." diye fısıldadı.

Karısı kıpırdamayınca yeniden dürttü. "Mukaddesss."

Mukkaddes Hanım dürtülmeyi hissetmesiyle irkilerek başını ve üst bedenini yataktan kaldırdı. "Hıh?"

"Mukaddes, uyan." diye fısıldadı Hüseyin Bey. Mukkaddes Hanım gözlerini kırpıştırarak kendini yataktan kaldırmaya çalıştı. Saatin oldukça erken olduğuna emindi.

"Ne oldu?" diye sordu eşine.

"Kalk." dedi ve arkasına dönüp kapıya doğru ilerledi Hüseyin Bey.

Mukkaddes Hanım iç çekerek yataktan kalktı ve eşinin peşine yürüdü. Bugün erken uyanmak istememişti, çünkü dün gece pek rahat bir uyku çekememişti.

"Ne oldu?" diye fısıldayarak sordu yeniden. Eşi cevap vermek yerine kızının odasına doğru ilerledi. Elini az önce kapattığı kapının kulpuna koyup yine aynı dikkatle kapıyı iteledi.

Mukkaddes Hanım, kızının kapısına gelince ne olduğunu anlamayarak şaşkınlıkla eşinin hareketlerini izledi. Kızının kapısı adeta ağır çekim eşliğinde açılırken Mukkaddes Hanım başını yana doğru eğerek içeriyi görmeye çalıştı.

"Oğlan, kız ile beraber yatıyor." dedi başını eşine çevirip. Mukkaddes Hanım kaşlarını çattı.

Hüseyin Bey kapıyı geri kapatıp geri çekildi. "Bu ne rahatlık?" diye sordu eşine. "Almış kızı böğrüne kadarda çekmiş. Yılan gibi sarmış kızı."

Mukaddes Hanım durdu ve eşinin tepkisini izledi. Durdu durdu ve bekledi. Eşi konuşmaya devam etmedi.

Mukkaddes Hanım, eşi susunca bir şey demeden arkasını döndü ve mutfağa geçti. Hüseyin bey karısının tepkisizliğine şaşırarak hızlı adımlarla eşinin peşine mutfağa girdi.

"Bir şey demeyecek misin?" diye sordu.

Mukkaddes Hanım iç çekerek, kocasına doğru döndü. "Abartıyorsun Hüseyin derim."

Hüseyin Bey başını geri çekti, kaşları aldığı cevapla yukarı kalktı. Bir şey diyemeden karısı tekrar konuştu.

"Ne var, masum masum birlikte uyumuşlar işte." Ocağın üstünden içindeki su azalmış çaydanlığı alıp musluğu açarak çaydanlığın içine yeniden su doldurdu.

Musluğu kapattıktan sonra çaydanlıkla birlikte ocağa ilerledi. "Ben bu görüntüyü görünce hissettiğim tek şey, mutluluk. Sen başka bir şey hissediyorsan, bilemiyorum." dedi.

"Sevdiği biri var, o da onu seviyor. Çocuk buraya bizimle tanışmaya geldi. Sırf sen bir kere dedin diye, çocuk izin aldı ve hemen geldi. Ayrıca, tanıdığımız kadarı ile çocukta gayet iyi birisi. Eli yüzü düzgün, asker, efendi, kibar, durumu iyi. Ada'ya değer verdiği belli."

"Nereden biliyorsun peki?" dedi sinirle. Mukkaddes Hanım 'neyi?' dercesine eşine baktı.

"Ada'ya değer verdiğini nereden biliyorsun Ne ara gösterdi? Nereden gördün de biliyorsun?"

Mukkaddes Hanım'ın kaşları çatıldı. Sinirlenmeye başlıyordu. "Sen gösterdin mi?"

"Sen ne ara gösterdin değer verdiği Hüseyin Bey?" kocasına doğru bir adım attı. "Sende gizledin sevgini. Koruyayım derken zarar verdin. İlgini gösteremedin."

Hüseyin Bey ağzını açtığı anda parmağını kaldırıp eşini susturdu. Sessiz olmaya çalışarak konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Ben mükemmel bir anneyim demiyorum. Bende yaptım çoğu yanlışı. Ama ben her zaman, onun gönlünü almayı ya da telafi etmeyi, gerektiğinde özür bile dilemeyi bildim. Sen sadece sustun."

"Ona bağırarak, baskı uygulayarak mı gösterdin sevgini Mukkaddes?"

Dudaklarını birleştirdi, buruk bir tebessüm oluştu. "Ben bunlar doğru demedim." dedi.

"Ben yanlış ya da doğru onu sevdiğimi ve önemsediğimi ona hissettirdim dedim. Sense onu görmezden geldin. Ona sinirlendin, kızdın, onunla konuşmadan onu günlerce görmezden geldin, yokmuş gibi davrandın. O günlerde neler olduğunu bile bilmiyorsun."

Konunun Ada ve Kara'nın basılmasından çıktığını ikisi de fark etmişti. Konunun aslında bu olmadığını da. Yıllardır içlerinde biriktirdikleri çok şey vardı ve ikisi de patlamaya hazır birer bomba gibiydiler.

"Abartma." dedi Mukkaddes Hanım. "Ada ile ilgili her konuda her zaman yaptığın gibi bir sefer daha görmezden gel."

Ocağın ateşini kıstı. Kocasının şaşkınlık içeren donuk yüz ifadesine baktı.

Hüseyin Bey eşine bir süre bakmaya devam ettikten sonra içindeki tereddütü belli ederek, "Tamamsın yani sen, bu çocuğa?" diye sordu.

Başını hafifçe olumlu anlamda iki yana salladı.

"Mesleğine de?" Mukkaddes Hanım bu soruyla er ya da geç kocası ya da da akrabalar tarafından karşılaşacağını biliyordu.

"Olmayacak bir durum yok." diye yanıt verdi. "Kimsenin ne zaman ölüp ölmeyeceğini bilmi--"

"Sadece ondan bahsetmiyorum. Bu adam görevlere gidecek. Belki de aylarca olmaya--"

Mukkaddes Hanım sinirli bir şekilde sözünü kesti. "Sen asker değildin ama seninde aylarca eve gelmediğin zamanlar oldu Hüseyin."

Mukkaddes Hanım, eşine konuşması için fırsat verdi fakat eşi bir şey söylemedi. "Kısaca, Ada eminim ki bunların farkındadır. Yaşayabileceği şeyleri, ihtimalleri biliyordur. Bunlar bizim değil, onların konuşacağı bir konu."

Yaklaşık yarım saat kadar sonra, Hüseyin Bey ve Mukaddes Hanım konuşmalarını bitirmişti. Birbirlerine karşı olabildiğince dürüst ve açık olmuşlardı. Konuşma sonunda Hüseyin Bey sakinlemişti. Hâlâ kendisinin haklı olduğunu düşünse de bir şey yapmamaya karar vermişti. Karısının söylediklerine uyacak ve kızına bu konuda daha fazla engel olmayacaktı.

-

Kara gözlerini şiddetli baş ağrısı yüzünden açmak zorunda kaldı. Kendine gelmeye çalışarak gözlerini birkaç kez açıp kapadı. Başını sağ tarafına doğru çevirdiğinde hâlâ uyuyan Ada ile karşılaştı. Başını göğsüne gömmüş, kollarını beline dolamıştı. Kara'da aynı şekilde bir elini Ada'nın belinden üstüne atmıştı. Diğer kolu ise Ada'nın boyun boşluğundaydı.

İçeriye hafif hafif giren gün ışıklarını fark etmesiyle gözleri birden açıldı. 'Saat kaç?' diye geçirdi içinden.

Dikkatlice Ada'nın ensesindeki kolunu geri çekti. Kendi kollarını kurtarınca, Ada'nın onu saran ellerini nazikçe kaldırmaya çalıştı. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama Ada uyandığında hâlâ burada olursa onun çıldıracağına emindi. Yavaşça bedenini yataktan kaldırıp komodinin üstündeki Ada'nın telefonunun ekranına dokunup saate baktı.

Saat 07. 14'tü. Uyuyakalmıştı.

"Hay sikeyim."

Hızlı ama dikkatli bir şekilde yorganı üstünden çekerek yataktan kalktı ardından yorganı tekrar Ada'nın üstü açılmayacak şekilde örttü.

Kara kapının yanına kadar yürüsede odadan çıkmadan önce durmak zorunda kaldı. Ada'nın dediklerine göre Ada'nın babası bu saate çoktan uyanmış olmalıydı. Herhangi bir olay çıkmadığını göre de Ada'nın babası kendisinin oturma odasında kalmadığını fark etmemişti. İçinden bir ses eğer Ada'nın babası bunu fark etmiş olsaydı yatakta uyumaya devam edemeyeceğini söylüyordu.

Kara, babasının da aynı kendisi gibi uyuyakalmış olma ihtimalini düşündü bir süre. Fakat mutfakta ki çatal, bıçak sesleri evde birilerinin uyanık olduğunu kanıtlıyordu.

Uyuyakalmasına rağmen yakalanmaması tamamen şanstı. Fakat bu şansı kaybedip kapıdan çıkar çıkmaz yakalanmayı istemezdi.

Elini kapı kulpuna attı. Açmadan önce durdu ve sesleri dinledi. Uygun anı fark ederek sessiz olmaya gayret gösterdi ve kapı kulpuna çevirerek kapıyı açtı. Önce sağa sonra sola baktıktan sonra vücudunu dışarıya çıkardı. Büyük ve hızlı adımlar atarak kendini yattıkları odanın kapısına getirdi.

Başarıyla bu noktaya kadar gelmenin verdiği rahatlıkla kapı kulpuna çevirdi ve içeri girdi. Kemal kapının birden açılmasıyla kendini yataktan hızla kaldırıdı. Kara kapıyı kapattıktan sonra yeni uyanmış Kemal'e baktı. Kemal gelenin Kara olduğunu gördükten sonra gözlerini yeniden kapattı ve sırtını koltuğa yasladı.

"Günaydın." dedi Kara gülümseyerek. Yakalanmamanın verdiği mutluluk vardı üstünde.

Kemal birkaç kez gözlerini kırpıştırdıktan sonra kendine gelmeye başlamıştı. Kara, Kemal'in karşısında ki koltuğa yani gece uyuması gereken koltuğa oturdu.

Kemal kollarını göğüsünde birleştirdi. "Gece neredeydin?"

Kara gülerek daha rahat bir pozisyonda oturdu. "Siz Ada ile birleşin, Kara'sız Uyuyamayanlar Derneğini kurun. Ciddiyim bak."

"Ada'nın yanında mıydın?"

"Yok." dedi ciddiyetle Kara. "Kayınpederimleydim. Güzel bir gece geçirdik."

Kemal gülerek yanında ki kırlenti Kara'ya doğru fırlattı. "Piçlik yapma."

Kemal kollarını yukarıya doğru esnetirken aklına dün akşam ki sahnelerin gelmesi ile gülmesini tutamadı. "Bakıyorum da mutlusun. Dün gece bacakların titriyordu."

Kemal'in ona fırlattığı yastığı aynı şekilde ona geri fırlattı. "Abartma lan."

"La valla." Sağ elini kaldırıp iki parmağını uzattı ve onların Kara'nın bacakları olduğunu ima ederek sallamaya başladı. "Böyle."

Kara gülerek tepki verdi. "Ağır atıyorsun."

*

Ada'dan

Islak ellerimi havluya silerek güzelce ıslaklığını aldım. Son bir kez ayna da kendime baktım. Kulaklarımın arkasında kalan saçlarımı öne çıkardıktan sonra kapıya doğru adım atarak elimi kapı kulpuna attım. Kapının açılması ile Kemal'in bedeninin görüş alanıma girmesi bir oldu. Kendisinin geri durması sayesinde çarpışmaktan kurtulmuştum.

"Şükür be kızım, on saattir bir elimi yüzümü yıkamak için çıkmanı bekliyorum. Hızlı ol biraz."

Kapının önünden çekilmeden yüzümü ekşittim. "Kendi evimde bile rahat yok ya!" dedim yalandan bir sinir ile.

Başını yana eğdi. "Aşk olsun senin benim evi mi var." Ardından koluyla omuzumu çekiştirerek beni kapı ortasından çıkarmaya çalıştı. "Çık bakayım."

Ellerimi kapı pervazına yapıştırıp kendimi sabitlemeye çalıştım. "Kibarca söyle."

Geri çekildi ve gülümsedi. "Lütfen banyodan siktir olup gider misin canım arkadaşım?"

Gözlerimi kıstım. "Küfürbaz."

"Bu bir iltifat." dedi ve ellerini omuzlarımın üstüne koyup tek hamle de durduğum mermer üstünden ileri çıkmamı sağladı. Ardından yüzündeki piç sırıtışı ile banyodan içeri girdi ve o gülümsemeyi bana atarken kapıyı yüzüme kapattı.

Kendi evimde banyodan kovulmuş olmamı sindirdikten sonra paytak adımlarla mutfağın yolunu tuttum. Annem mutfak masasına kahvaltıyı hazırlıyordu.

Gülümseyerek "Günaydın, yardım lazım mı?" diye sordum.

Tam olmayacak şekilde başını bana çevirdi. "Günaydın kuzum. Dolaptan reçeli çıkart."

Buzdolabına elimi attım. Reçel ve diğer kahvaltılıklardan çıkarıp ufak kaseleri masaya yerleştirdim. O sırada annem konuştu. "Bu akşam diyorum, yengengili mi çağırsak?"

Duyduğum ahlaksız teklif ile gözlerim olabildiğince açıldı. Mideme kusma perileri indi. İçimden soğuk bir titreme geçti.

"Çağır istersen ama biz olmayabiliriz." dedim soğukkanlılığımı korumaya çalışarak.

Yüzünü ve bedenini bana çevirdi. "Neden?" diye sordu.

"Pazartesi iznim bitiyor. Bu akşam yola çıksak, pazartesiye anca iş başı yapabilecek durumda olurum."

"Hım," dedi ve önüne döndü. "Kara ve Kemal ile birlikte arabada mı gideceksin?" diye sordu.

Başımı olumlu anlamda salladım. "Bilet masrafı çıkmasın. Beraber gideriz. Hem Kara'nın izini fazla değil hem de Kemal'in düğün işleri var. Dönmemiz gerekiyor."

"Tamam. Hava kararmadan önce yemek yaparım, yersiniz öyle çıkarsınız."

"Tamam." dedim ve masayı kurma işinin bittiğini düşünerek sandalyeye oturdum. "Diğerlerini çağırayım mı?"

"Çocukları çağır. Baban evde değil, amcanla işi varmış." Omuzlarımı silkerek yerimden kalkmadan içeriye doğru seslendim.

"Kahvaltıya gelin!"

Annem bağırmamla hızla bana doğru döndü. "Kızım, ayıp." dedi fısıldayarak. "Yanlarına gidip söylenir."

Anneme bön bön bakarken yüzüme ufak bir tebessüm yerleştirdim. "Bir şeycik olmaz."

Bir iki dakika içerisinde ilk Kara hemen peşine de Kemal mutfaktan içeri girmişti. Ben oturduğum sandalyeden kalkıp annemle birlikte tezgah tarafındaki sandalyelere onlarda hemen karşımızdaki duvar tarafına oturmuştu. Annemin gözüyle işaret ederek, "Kızım, bardakları uzat." demesiyle çay bardaklarını annemin önüne koydum. Teker teker doldururken ben de bardakları geri veriyordum.

İlk konuşmayı başlatan yine annem oldu. "Ee," dedi kendi çayını doldururken. "İyi uyuyabildiniz mi gece? Bize gelen misafirler, koltukların çok rahat olduğunu söylerler."

Kemal gülümseyerek çayından bir yudum aldı. "Haklılar Mukaddes Teyzecim. Çok güzel uyudum ama Kara'yı bilemeyeceğim." Başını Kara'ya çevirdi. "Sen rahat uyuyabildin mi?"

Kara beklemediği soruyla afallayarak öksürdü ve elindeki çay bardağını dökmemek için masaya geri bıraktı. Benimle ya da annemle asla göz teması kurmadan doğrudan sinsice gülümseyen Kemal'e baktı. "Niye uyuyamayayım? Aynı koltuk takımı sonuçta. Uyudum bende.. güzel, tabii."

Kemal onu onaylayarak başını salladı. "Doğru, doğru."

Kısa bir süre sonra annem Kemal'in çayını tazelerken yeniden konuştu. "Senin düğün ne zaman oğlum?"

"Önümüzdeki ay başı Mukkaddes Teyzecim."

Annem başını sallayarak "Hayırlısı olsun." dedi. "Ada gitmeniz gerektiğini söyleyince, merak ettim. Gerçi daha varmış düğününe, keşke kalsaydınız biraz daha. Ada dedi. Akşama gidiyormuşsunuz. Hiç böyle olmadı gerçekten.."

Kemal yüzündeki şaşkınlık ifadesiyle, "Akşama gidiyor muyuz?" diye sordu.

"Gidiyoruz ya." Dedim dişlerimi sıkarak. "Kara ile benim izinlerimiz sıkıntılı."

"Tüh, dedim gelmişken bir şehri görürüz, gezeriz."

Annem çay bardağını tabağına koydu. "Gitmek istediğiniz bir yer varsa söyleyin Ada gezdirsin sizi." dedi gülümseyerek.

"Anne." dedim başımı çevirip. "Ne gezdireceğim otuz yaşındaki adamları." Sinirimi belli etmemeye çalışarak Kemal'e döndüm. "Klasik şehir işte Kemal'cim neyini gezeceksin."

"Peki gezmeyelim." dedi ve atarlı br bir şekilde çay bardağını masaya bıraktı.

"Ben bir ara gelirim sen beni gezdirsin Mukaddes Teyzecim olur mu? Kızından hayır yok."

Annem gülümsedi. "Zaten artık çok sık görüşeğiz." dedi ve Kara'ya baktı. "Bizim düğünde sizinki kadar olmasa da yakındır."

Anneme bakarak konuştum. "Niye yakın olsun annecim? Hızlı gidiyorsun bence, daha ortada evlilik teklifi bile yok."

*

"O zaman ben içeridekileri toplayayım, kızım sende burayı halledersin." diyerek sandalyesinden kalktı annem. Onu başımla onaylayarak ayağa kalktığım da Kemal'de birden ayaklandı.

"Onlar ağırdır, yardım edeyim bende Mukkaddes Teyzecim."

"Yok oğlum, otur sen."

"İçim rahat etmez. Hem Kara'da, burada Ada'ya yardım eder."

Annem başını 'peki' dercesine eğince önce annem peşine de Kemal kapıya yöneldi. Kemal çıkarken mutfağın kapısını elinin tersiyle hafifçe örttü.

Neredeyse boş olan çaydanlığı alıp ocağın üstüne koydum. Dikkatli bir şekilde dört çay bardağını ellerimin arasına alıp sırayla bulaşık makinesine yerleştirdim. Makineye kirlileri yerleştirirken oturduğu sandalyeden ağır ağır kalktığını ve yanıma yaklaştığını hissettim. Yardım edeceğini düşündüğüm için önemsemeden lavabo kısmına kaydım. Sıcak suyu açmak için elimi musluğa attığım da aradan geçmek yerine tam arkamda durup büyük ellerini karnıma doğru yerleştirdi.

Bu adam gerçekten yürek mi yemişti?

Hızla ona dönüp iki elimle göğsünün üstüne baskı uygulayarak kendimi geriye çekmeye çalışsam da belime inen elleri buna izin vermedi. Gülüp gülmeme arasındaki ifademle yüzüne bakmaya çalışarak "N'apıyorsun?" diyebildim.

"N'apıyorum?"

Dudaklarımı stresle birbirine bastırıp başımı kapı tarafına çevirdim. "Biri görecek."

"Kemal görmez." dedi. Kapıdaki bakışlarımı alayla gözlerine çevirdim. "Annende bizi evlendirmeye meraklı. Görse de bir şey olmaz."

Bu kadar emin konuşması beni benden alıyordu.

"Evlenmedik ama henüz."

Önemsiz bir şey söylüyormuşcasına, "Evleniriz." dedi. "Kolay iş o."

Gülerek gözlerine baktım. "Kolay iş?"
"Çok evlendin sen herhalde?"

Gülümseyerek gözlerini kıstı. "Yok, ilk olacak."

Yana kayarak ondan uzaklaşmaya çalıştım. Masanın üstünden tabakları alıp ellerimdeki tabaklarla tekrar tezgaha döndüm. Kara yine bana yaklaşınca istemsizce gözlerimi kapattım. Ellerini yavaşça yeniden belime doladı. Başını boynuma doğru yaklaştırdı. Annemin gelme ihtimali yeniden aklıma gelince içime geri çekilme dürtüsü oluştu. Ve Kara o anda fısıldadı. "Evlen benimle."

Duyduğum iki kelimeyi zihnimde idrak etmemle gözlerimi açtım. Ellerimdeki tabakları tezgaha bırakıp daha çok fısıldar gibi "Hayır, şu an bunu demedin. Yok, duymamış sayıyorum. Yaşanmadı bu olay." diye söylendim.

Kara tepkime şaşırarak belimdeki elleriyle beni kendisine çevirdi. " 'Evet evet milyonlarca kez evet' demen gerekmiyor muydu?"

"Şşş." dedim dudaklarımı uzatıp. "Yaşanmadı bu." Anlamaz ifadelerle bana bakmaya devam ederken başımı ufak bir kapıya çevirdikten sonra tekrar ona döndüm. "İleride hatırlamak istediğim evlenme teklifi, mutfakta sen bana yaklaşırken anneme yakalanma korkusu içinde duyduğum 'evlen benimle' cümlesi değil."

"Hımm." Ellerini belimden çekip tezgahın iki yanına koyarken kelimeyi uzatabildiği kadar uzattı. Gözlerini kıstı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Nasıl bir teklif vardı hayalinde?"

"Bilmem." dedim yüz ifadesine tebessüm edip. "Oturup üstüne düşündüğüm bir konu değil. Sadece, bu çok kuru kaldı. İnsan hiç değilse 'evlenir misin' der ya. Bi diz çöker, iki iltifat eder falan."

Ellerini tezgahtan çekti. Yan tarafıma geçtikten sonra beni karşısına aldı ve eğilerek önümde diz çöktü. Diz çökmesine şaşırarak -çünkü bunun asla Kara'nın yapmayacağı bir şey olarak düşünüyordum.- gülüşümü kontrol edemeyerek sesli bir şekilde güldüm. "Salak mısın? Ne yapıyorsunn?"

Uzanarak sağ elimi tuttu. "Ada Kırık," dedi gözlerime bakarak. "Evlenme teklifimi kabul ederek beni Dünya'nın en mutlu erkeği yapar mısın?"

Ettiği en klişe teklife gülümsedim. Biraz daha abartsam sıkıntı olmazdı. Yüz ifademi ciddileştirmeye çalışarak "Kara Bakırcı," dedim. "yüzüğüm nerede?"

Benim onun teklifine güldüğüm gibi o da benim yüzüğü sormama güldü. Kısa bir süre içinde hâlâ elimi tutarken sağına soluna bakındı. Sol elini masaya uzatmasıyla merak ederek başımı masaya çevirdim. Masanın üstündeki simite uzanıp elini aldı. Ardından simiti sağ bileğimden geçirdi. Ardından başını kaldırıp yüzüme 'cevabın nedir?' dercesine baktı.

Güzel 'simidime' baktım. Biraz yanıktı. Ayrıca dünden kalmış simiti tost makinesinde ısıtmış olduğumuz için bayat olduğu da belliydi.

"Böyle bir teklife ne denilir ki.. Evet, evet, milyonlarca kez evet."

Sağ elimi öpüp elimi bırakmadan ayağa kalktı ve yanaştı. "Artık, gelini öpebilir miyim?"

"Cık." dilimi damağıma vurdum. "O nikahta deniliyor." diye düzelttim.

"Ada." dedi dudaklarını ıslatıp. "Ben her şeyi kuralına göre yapmam."

"Hım." derken gözlerinin dudaklarıma kaydığını fark etmiştim. Artık bu saniyeden sonra da onun beni öpmemesi imkansızdı. Eşofmanımın sağ cebinden çekerek beni kendisine yanaştırdı ve dudaklarıma küçük bir buse kondurdu.

*

"Hoş geldiniz." dedim yalan dolu bir gülümseme ile. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve dişlerimle içten etimi ısırdım. Sinirlendiğimi iliklerime kadar hissedebiliyordum. Kollarımın arasına verilen iki üç adet montu tutarak vestiyere doğru döndüm ve montları astım. Annemin mutfağa geçtiğini görmem ile içeri uğramadan hızlı adımlarla ve sinirli olduğumu belli eden yüz ifademle mutfağa girdim.

"Ne bu şimdi?" dedim kapıyı ardıma kapatırken.

Annem sesimi duymasıyla kaşları çatık bir şekilde bana döndü. "Sesinin tonuna dikkat et Ada."

"Böyle emrivaki hareketleri sevmediğimi biliyorsun? Bu ne şimdi anne? Birkaç saat içinde yola çıkmamız gerekiyor ve evde karşılaştığım manzaraya bak."

"Ne yapsaydım Ada? Aile apartmanında yaşıyoruz. Eve giren iki genç erkeği fark etmemelerinin imkanı olmadığını, biliyorsun. Bir yalan söylenmeyeceğini de."

"Kimse sana yalan söyle demedi anne. Bu aramızda olan küçük bir aile tanışmasıydı. Teyzemgil ve amcamgilin buna dahil olmasına gerek yoktu."

Annem söylediğim şeyler çok garipmişcesine bana baktı. "Ada, sen iyi misin?" diye sordu birden.

"Siz Kara ile evlilik yoluna girdiniz. Farkında mısın? Bu senin istemediğin, içeride olan şey var ya. Bu eninde sonunda olacak bir şey zaten. Sen küçük, sessiz, sakin bir evlilik mi yapacağını düşünüyorsun?" durdu ve elini beline attı. "Dur, bunları konuşmak için erken diyeceksin değil mi?"

Sustum. Konuşmama izin vermiyordu. Konuşmamı beklemiyordu.

"Sen bu evliliği istediğine emin misin peki? Bana sadece birkaç gün içersinde ne kadar çok 'erken', 'hızlı gidiyoruz ' dediğinin farkında mısın? Acele davranmıyoruz Ada. Her şey nasıl olması gerekiyorsa öyle oluyor. Kötü bir şey olduğu da yok. Evlilik yoluna girdiğin kişinin senin ailenle tanışması, olması gereken bir şey. Hatta, senin çok kullandığın bir tabirle bu ne kadar erken başlarsa o kadar iyi olur." başını iki yana salladı ve derin bir nefes aldı. "Burada senin mutluluğun için çabaladığımı gerçekten görmüyor musun kızım?"

Annemin yüzüne bakarken başım hafifçe yana eğildi. Onu görmeyen ben miydim yoksa beni anlamayan o muydu? İçimde hissettiğim hayal kırıklığını yüz ifademe yansıyıp yansımadığına emin olmadan, "Ben daha fazla konuşmayacağım." dedim oldukça sessiz bir şekilde.

"Anlamıyorsun çünkü. Anlamak istemiyorsun çünkü anne." Sesim istemsizce yükselmeye başladı. "Konuşmamın bir anlamı yok. Ben ne desem de, ne istesem de, bunun hiçbir önemi olmayacak!"

O sırada mutfağın kapısı açıldı ve içeri babam girdi. Kapının açılması ile geriye doğru bir adım attım. Babamın içeri girmesi beni iki farklı şekilde tedirgin etmişti. Birinci kısmı, annemle tartışırken yanımıza gelmiş olmasıydı. İkinci kısmı ise, Kara ve Kemal'in benim iğrenç aile ortamım da yalnız kalmış olmalarıydı. Evet babam varken de yalnızlardı fakat babam oradayken, diğerlerini o kadar da dert etmezdim.

"Ne oluyor burada?" dedi babam ve kapıyı yeniden ardına kapattı. Bize doğru yürüdü. "Sesiniz ta içeriye geliyor." dedi sert sesiyle.

Babamın içeri girmiş olması annemi etkilemedi. Gözlerini benden ayırmadı. "İstediğin şeyler olmuyor." diye daha çok kendi kendine söylendi annem. Ellerini iki yana açtı. "Bu yaptığım her şey, sırf senin istediğin şeyler olsun diye Ada. Sırf mutlu ol diye, elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum."

Babam hâlâ olayı tam olarak anlamamış olsa da konuşmaya katıldı. "Annen haklı." demesiyle bakışlarımı ona çevirdim. "Bende sırf sen mutlu ol diye, neleri görmezden geliyorum."

Dayanamadım. "Ne yapıyorsunuz ya? Gerçekten sırf ben mutlu olayım diye ne yapıyorsunuz? Çünkü ne yapıyorsanız yapmayın. Ben mutlu hissetmiyorum. Ben, Isparta'da mutlu falan hissetmiyorum. Yorgun hissediyorum. Gergin hissediyorum. Yalnız hissediyorum baba. Kendimi buradayken çok yalnız hissediyorum."

Cevap vermediler.

"Etrafımda onca insan varken bir insan nasıl yalnız hissedebilir? Nasıl hissedebilir ya? Ben hissediyordum." Gülümsedim. "Şimdi diyeceksin ki, orada çok mu mutluydun, yalnız hissetmiyor muydun diye.."

"Orada da yalnızdım. Ama yıllarca kendime ne dedim biliyor musun baba? Hiç değilse yalnız kalmak istediğim için yalnızım. Etrafımda bir sürü insan olup bana saçma sorular sorarak beni bunaltacağına, beni kullanacağına, beni düşünmeyeceğine hiç değilse kendi isteğimle yalnızım. Çünkü en kötüsü, etrafımda beni sevdiğini söyleyen insanlar varken onların desteğini hissedememek.

Ben, buradayken bunu hep hissettim. Kara ise, tam tersi. Beni dinliyor, hislerimi önemsiyor, bana değer verdiğini bana hissettiriyor. O hata yapmıyor, yapmadı, yapmayacak demiyorum. Yaptı da ve yapıyor da. Yapabilir de.. Önemli olan, insanın hatasının farkına varması, bunu düzeltip bunu tekrarlamamaya gayret göstermesi. Sizin yapmadığınız şeyler yani."

Durdum ve yüzlerine baktım. Derin bir nefes aldıktan sonra tekrar ağzımı açtım. "Bu söylediklerim şu an sizin için ne anlama geliyor bilmiyorum. Benim isteklerim, benim düşüncelerim. Ama.." güldüm. "adı üstünde; benim isteklerim, benim düşüncelerim, benim hayatım."

"Şimdi içeri döneceğiz, beş on beş dakika oturduktan sonra bizim yola çıkmamız gerektiğini söyleyeceksiniz. Bizde Kara ve Kemal'le gideceğiz."

Annem başını salladı. "Tamam." dedi gözlerini benden çekip. "Nasıl istersen."

'Nasıl istersem..'

Annemin yüz ifadesi içimde anlık bir pişmanlık oluşturmaya yetmişti. Belki sert, ağır konuşmuştum. Ama yıllardır bekleyen bir patlama anıydı bu. Kendimi kontrol edemeyip saçmalamam çok normaldi.

Yaklaşık üç dakika sonrasında annem ve babam ile birlikte salona geçtik. Teyzem, Kara ile konuşuyordu. Kemal ise amcam ile bir konuyu tartışıyor gibiydi. İçeri girdiğimizde kısa bir süreliğine bakışlar bize dönse de babamın yerine doğru hareket etmesiyle bakışlar çekildi.

Kemal ve Kara aynı koltuğa oturmuştu. Kara'nın yanındaki boşluğa geçerek onun yanına oturdum. Başını hafifçe bana çevirip baktı. Bana bakışına karşılık tebessüm ettim. "Sorun yok." diye fısıldadım.

Ege başını uzatıp konuştu. "Valla geçen amcam demişti ama bu kadar ciddi olduğunun farkında değildim. Ne diyeyim, darısı başıma." dedi ufak bi gülerek.

"Hayırlısı."

Kemal büyüklerle olan derin bir konuşma içersindeydi. O konuşmaya odaklanmaya çalıştığım sırada Sümeyye oturduğu sandalyede kıpraşarak konuştu. "Valla al benden de o kadar. Bende Ada anlattığında pek ciddiye almamıştım. Pembe bir yalan olduğunu düşünmüştüm."

"Niye?" diye sordu Kara.

Omuzlarını silkti. "Gerçek olduğunu düşünmemiştim. Çokta umursamamıştım gerçi."

"Çok umursayacağın ya da karışman gereken bir konu değil zaten."

Sümeyye gelen lafı kısa sürede hazmederek sırtını sandalyesine yasladı. "Ee, anlat biraz kendini. Kimse kız veriyoruz bilelim değil mi?" dedi gülerek ve bileğiyle Ege'yi dürttü. Ege ciddi surat ifadesiyle ona baktı.

Kara'nın cevap vermesini beklemeden başka bir soruyu daha merakla sordu. "Kara ismi nereden geliyor mesela? Bir bebeğe ne alaka yani?"

Zoraki bir tebessüm etti. "Babam siyahı çok severmiş, Kara olsun demiş." dedi çok ciddi bir şekilde. Sümeyye anlamayan bakışlarla ona baktı. Fazla ciddi olduğundan Kara kendisiyle dalga mı geçiyor, yoksa gerçeği mi söylüyor anlamamıştı.

O sırada ben devreye girdim. "Saat kaç olmuş." dedim yüksek bir sesle. "Bizim yola çıkmamız gerekiyor, hava iyice kararmadan." Annem beni onaylayarak koltuktan kalktı. "Aynen, çocuklar siz benimle gelin yolluk bir iki şey vereyim."

*

Sakin bir yolculuğun ardından şehre gelebilmiştik. Yol boyunca arabayı dönüşümlü olarak sürmüşlerdi ve uyumuşlardı. Bende arka koltuğa atıldığım için yayılarak uyuyabilme, dizi izleyebilme fırsatını kullanmıştım.

Kemal'i kendi evinin önünde bıraktıktan sonra nihayet uzun yolculuğumuz bitmişti ve binamızın önüne gelebilmiştik. Arabanın durması ile arabadan indim. "Ay Kara, yürümeyi unutmuşum."

"Açılırsın şimdi." diyerek bagajdan bavulumu çıkarttı. Önden ilerleyerek binanın ağır dış kapısını sırtımla iteledim ve geçmesi için öncelik verdim. Montumun fermuarını açarken merdivenlerden Kara'nın arkasından yavaşça aşağıya indim.

Merdivendenler bittiğinde bavulumu yere bıraktı. Bana doğru döndü. Yüzüne baktım. "Çok yoruldun bugün." dedim. "ve dünde. Eve git, uyu biraz, sonra konuşuruz yine."

"Sende dinlen, yarın iş ba--" diye devam ederken Kara'nın dairesinden gelen yüksek ses ile konuşması yarım kaldı ve bakışlarımız kapıya döndü.

Meriç'in sesi miydi o?

"O neydi?" diye sordum istemsizce.

"Bir şey devrildi sanki." dedi Kara, başını bana çevirirken. "Meriç'in sesini duydum. Kavga falan ediyor olabilirler mi?"

Başını olumsuz anlamda salladı ve elini arka cebine atarak kapıya doğru yürüdü. "Meriç, birine dalaşacak biri değil." Cebinden anahtarı çıkartıp kapıyı hızla açtı.

Merak ve endişeli adımlarla hızla içeri içeri girdik. Başımı ve vücudumu sağa çevirip koridorda adım attığım da gördüğüm ilk şey, Burak ve Yusuf'un sırtıydı.

Meriç'in karşısında duran Burak ve Yusuf ne yapacaklarını bilmiyor gibi onu izliyordu. İçeri girdiğimizi fark etmeleri ile Meriç başını yere devrilmiş olan orta sehpadan kaldırdı ve bize baktı. Meriç'in yüzünü gördüğümde gözlerim korkuyla açıldı. Saçları dağılmıştı. Berbat gözüküyordu.

Kara daha fazla beklemeden Meriç'e ulaştı ve kolundan tutarak Meriç'in kendisinin yüzüne bakmasını sağladı. "Ne oluyor oğlum?!" diye sordu endişeli olduğu anlaşılan bir ses ile.

Meriç önce yüzünü sonrada bakışlarını Kara'ya çevirdi. "Ben o kadar kötü biri miyim?" diye sordu Kara'ya. "Bana bunu neden yaptı?"

*

Ve Son.

Hüseyin Bey ve Mukkaddes Hanım'ın konuşması hakkında? Ada ile yaptıkları tartışma hakkında?

Kemal karakterini seviyor musunuz?

Sizce Meriç'in başına bir şey mi geldi? Neden böyle düşünüyor?

Bir sonraki bölüm/bu bölüm/ileri ki bölümler hakkında fikir/öneri/tahmin/beklenti/teori yazabilirsiniz ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

347K 2.6K 23
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
720K 14.3K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
151K 8.5K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
4.1K 177 7
#gorucu Beyza&Asaf Buğra Hayatları birbirine benzeyen ve bir o kadar da farklı olan iki insanın hikayesi Görücü usulü aşk mı olan diyenler bir daha...