MAĞLUP

By hikayelerindeyasar

5.9M 402K 269K

Ceylin, kendi içinde yaşayan, dış dünyayla ilişki kuramayan, tek dostu kitaplar olan bir üniversite öğrencisi... More

BÖLÜM 1 "UZAKTAN"
BÖLÜM 2 "HAYAL KIRIKLIĞI"
BÖLÜM 3 "İTİRAF"
BÖLÜM 4 "SEVİLMEK"
BÖLÜM 5 "SENİ İSTİYORUM."
BÖLÜM 6 "ANLAŞMA"
BÖLÜM 7 "SORU CEVAP"
BÖLÜM 8 "YARALI"
BÖLÜM 9 "YARA BANDI"
BÖLÜM 10 "TEHDİT"
BÖLÜM 11 "TÜKENMEK"
BÖLÜM 12 "BAŞLANGIÇ"
BÖLÜM 13 "ÇARESİZ"
BÖLÜM 14 "EV"
BÖLÜM 15 "GİTME"
BÖLÜM 16 "BIÇAK"
BÖLÜM 17 "BENİ ÖP"
BÖLÜM 18 "ARKADAŞ"
BÖLÜM 19 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM 20 "SUÇ ORTAĞI"
BÖLÜM 21 "FEDAKARLIKLAR"
BÖLÜM 22 "SON BİR HAFTA"
BÖLÜM 23 "AYRILIK"
BÖLÜM 24 "VUSLAT"
BÖLÜM 25 "KALP ATIŞLARI"
BÖLÜM 26 "KORKU"
BÖLÜM 27 "GÜRCİSTAN"
BÖLÜM 28 "HALDUN KESKİNER"
BÖLÜM 29 "PLANLAR VE BAŞIMIZA GELENLER"
BÖLÜM 30 "ALİ KESKİNER"
BÖLÜM 31 "TEKLİF"
BÖLÜM 32 "EVRİM"
BÖLÜM 33 "İFLAS"
BÖLÜM 34 "FIRTINA ÖNCESİ"
BÖLÜM 35 "MAĞLUP"
BÖLÜM 36 "MÜEBBET"
BÖLÜM 37 "FİRARİ"
BÖLÜM 38 "SUÇ ORTAKLARI"
BÖLÜM 39 "HER ŞEYİN DEĞİŞTİĞİ O AN"
BÖLÜM 40 "İHBAR"
BÖLÜM 42 "İSTANBUL"
BÖLÜM 43 "BABA VE OĞUL"
BÖLÜM 44 "BEBEK"
BÖLÜM 45 "İKİZLER"
BÖLÜM 46 "PATLAMA"

BÖLÜM 41 "BİR 27 EKİM DAHA"

60.1K 4.4K 1.2K
By hikayelerindeyasar

Herkese merhabaaa! Sizi ve yorumlarınızı çok özledim! Lütfen satıriçi yorumlarda buluşalım, herbirini heyecanla okuyor olacağım <3 Oy vermeyi de lütfen unutmayın, keyifli okumalar diliyorum <3


BÖLÜM 41 "BİR 27 EKİM DAHA"

Ali'nin yeşil gözleri şaşkınlığı çekildikten sonra durgunlaştı. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" dedi öfkeyle. Öfkeli miydi, yoksa başka bir duyguyu mu saklamaya çalışıyordu anlayamadım.

"Yapmam gerekeni," dedim. "Seni ardımda bırakıp gitmeyeceğim, bu kez değil!"

"İyi bok yedin," dedi, arabayı çalıştırırken. "İyi bok yedin Ceylin! Ne sanıyorsun, o mutlu aşk romanlarının birinin içinde olduğumuzu mu? Polislerin "Ay bunlar birbirleri için her şeyi göze alıyorlar, bırakalım özgürce yaşasınlar," diyeceğini mi? Ne sanıyorsun?"

"Ali yeter artık!" dedim ben de öfkeyle. "Bir kere de beni anla, seni bırakıp dönüp devam edemiyorum, yapmaya çalıştım, oldu mu? Olmadı. Anla beni ya, yeter!"

"Kusura bakma karıcım," dedi Ali yumuşak bir sesle. "Seni anlamamakla büyük hata yapıyorum, çok haklısın canım. Ne var ki, on beş yıl yatar çıkarsın. Ömrünün yüzde biri nede olsa." Ali'nin sesi tekrar sertleşti. "Nasıl iyi anladım mı seni?"

Gözlerimi devirdim. "Seni bırakmayacağım," dedim yeniden.

"İyi bok yiyorsun," dedi Ali. "Şu an özgür bir insan olabilirdin, bu hayata hazır mısın, sürekli yakalanma korkusuyla yaşamaya hazır mısın?"

Kırgın gözlerle ona baktım.

"Ali biliyorum sana günlerdir korkularımı yansıtıyorum ama bak ben düşündüm ve seninle olmadıktan sonra o özgürlüğün benim için hiçbir şey ifade etmediğini anladım. Gitmek istemiyorum, beni düşünmeyi bırak artık, ben her şeyi göze alarak geldim buraya."

"Ben göze alamıyorum," dedi Ali. "Ben karımın sırf benimle geldi diye on beş sene hapis yatmasını göze alamıyorum."

Ellerimi kenetledim göğsümde. "Ben de, dönüp gittiğimde, sensiz bir hayatı göze alamıyorum."

Ali tek yorum yapmadı. Arabayı sürmeye başladı. Son sözü söyledikten sonra, tek yorum yapmadığı için "Nereye gidiyoruz?" diye sormaya yüreğim yemediği için ben de sustum. Bakışlarım yola takıldı ve Ali'ye bakmak yerine, ışıkları izlemeye odaklandım.

***

Uykumdan uyanmama sebep olan duyduğum ses oldu. Gözleri araladığımda, ne zaman uyuyakaldığımın dahi farkında değildim. Yola odaklanırken kendimden geçmiş olmalıydım.

"Çevirme var abi," dedi telefondan bir ses. "Önünüzdeki yoldan ilerlemek yerine, sağa sapın, ara sokaklardan devam edin."

Ali telefonla konuşuyordu. Bakışları yola çevrilmişti. Hoparlörden duyduğum ses Emir'e ait olmalıydı.

"Durumlar nasıl?" Dedi Ali, ben koltukta doğrulduğum için bakışları bana çevrilirken.

"Hiç iyi olmadığı, yerinizi ifşa etmen," dedi Emir. "Her yeri polis sarmış durumda, tüm trafik polislerinde eşgalleriniz var."

"Arabayı değiştirmek gerekecek," dedi Ali yeniden. "Siz neredesiniz?"

"Bursanın girişindeyiz, dinlenme tesisinin oralarda. Siz buraya geldiğinizde alacağız."

"Orada durum nasıl?"

"Buradada polisler var, siviller de var. Çok dikkatli olmalıyız, ara sokakta buluşuruz," dedi Emir. "Çiğdem, sen ve yengem için çeşitli kıyafetler ayarladı, yengeme peruk, aksesuar falan aldı."

"Tamamdır," dedi Ali. "Çok dikkatli olun."

Ali Emir'in söylediği üzere sağa dönerken, ben de uykumdan ayılmaya çalışıyordum. Gözlerimi ovuşturup yolu takip ederken, Ali yeniden döndü ve çevirmeyi fark ettim.

"Siktir," dedi Ali. "Burada da çevirme var."

"Abi?" Emir korkuyla ona durumu sormak isterken Ali "Çabuk olun," dedi. "Buraya doğru gelin, orta yolda buluşalım. Plakayı öğrenecekler. Arabayı değiştirmemiz lazım."

"Tamam," dedi Emir. "Çiğdem'le çıkıyoruz hemen."

Çevirmeye doğru korkuyla bakarken ona döndüm. "Ne yapacaksın?"

"Geri dönüyoruz," dedi. Polislerin dikkatini çekecek şekilde, hızla sola saparken, korkuyla hızlanan kalp atışlarımı engelleyemedim.

Arkamızdan anons yapıldığını duydum. "34 KAC 019 sağa çek, bekle!"

"Ali," dedim korkuyla. "Yakalanacağız."

"Sakin ol."  Ali hızlanırken, farklı yollara saptı ama nereye gittiğimizi, ne kadar kaçabileceğimizi dahi bilmiyordum. Nefesimi tuttum istemsizce.

Bir süre bu şekilde devam ettikten sonra Ali "Siktir," dedi yeniden. Camdan arkaya bakarken, peşimizde olan polis araçlarını fark ettim.

"Ne yapacağız?"

"Bu yüzden gelme dedim," dedi Ali korkuma karşılık. Yeniden hızlanırken arkamızdaki polis araçları anonsuna devam etti.

Hızla ters yola girip devam ederken, arabalardan uzaklaşmaya çalıştı. Emir yeniden aradığında, polis arabaları görünmüyordu.

"Abi," dedi "Geldik, iki sokak arkadayız."

"Geliyoruz," dedi Ali. "Çabuk olun, motor çalışır vaziyette olsun."

"Tamamdır."

Ali sokağa döndü ve beklemediğimiz bir şekilde önümüzün polis arabalarıyla çevrildiğini gördük. Elimi ağzıma kapatırken, korkuyla içim çekildi adeta.

Ali'nin bakışları bana çevrildi. "Arabadan çıkıp ellerinizi havaya kaldırın!" Anaons edilirken korkudan gözlerim doldu.

Ali'nin gözleri bize çevrili iki polis arabasından çıkan polis memurlarına çevrildi. Hızla eli, kaportaya giderken içindeki silahı ilk defa fark ettim.

"Ali ne yapıyorsun?" dedim korkuyla. "Saçmalama, bırak onu."

Ali bırakmadı.

"Araçtan inin!"

"Yapma," dedim fısıldayarak. "Lütfen yapma, onlar şini yapıyor sadece."

Kapımı açarken, gözyaşları içerisinde ona baktım. Hiçbir şeyin bu kadar erken olmasını beklemiyordum. Gözyaşı bile dökemeyecek kadar korkuyla titrerken, Ali bileğimi tuttu. Diğer elinde silah vardı.

"Araçtan inin!"

"İnmek zorundayız," dedim gözyaşları içerisinde. Ali bileğimi bırakırken, bakışları yeniden silahına çevrildi.

Kapıyı açtım. İnmek üzere harekete geçtim. Bakışlarım yana çevrilirken, Ali'nin silahını beline yerleştirdiğini gördüm. Yüzündeki, gözlerinde yalnızca ifadesizlik varken, o da kapısını açtı.

Polisler silahlarını bize doğrulturken, "Ellerinizi kaldırın ve arkanızı dönerek başınızın üzerine koyun," diye emrettiler.

Ali hareket etmedi.

Ben ona bakarken Ali'nin bakışları yolun arkasına çevrildi. Geldiğimiz yönde, araba motorunun sesini duyarken, hemen yanımızda durdu araba. Kapıları açılıp Emir ve Çiğdem silahlarını polislere doğrultarak çıktıklarında, Ali'de beline yerleştirdiği silahı çıkardı ve polis memurlarını hedef aldı.

"Ne yapıyorsunuz siz?" diye çığlık attım korkuyla.

"Geç arabaya," dedi Ali sertçe. Emir beni tutup arka koltuğa yerleştirirken "Geçmemize izin vermezseniz ateş edeceğiz," dedi.

"İndirin silahları," dedi en öndeki polis memuru. "Buradan kaçamazsınız. Destek gelecek birazdan."

"Çiğdem arabayı çalışır durumda tut," dedi Emir hemen yanımda. Korkuyla arka koltukta onlara bakarken, "Abi," dedi Emir. "Böyle gel."

"Siz indirin silahlarınızı. Kimse zarar görsün istemiyoruz."

Polisler kararsızlıkla birbirlerine bakarken, Ali silahını hiç indirmeden arabaya doğru ilerledi.

"Buradan kaçamayacaksınız, bugün hepiniz yakalanacaksınız," dedi polis memuru.

"Abi hadi," dedi Emir. Ali arabaya geçmek üzere hareket ederken, Çiğdem'i geçip arkaya benim yanıma geldi. Açık kapıdan içeri girmek yerine, hâlâ silahı polislere doğrultmuş bir biçimde öylece duruyordu.

Ali ve Emir birbirlerine baktılar. Ben korkuyla polislere bakıp kimsenin zarar görmemesi için dua ederken, "Buradan öylece çıkıp gitmenize izin vermeyeceğiz," dedi memur.

Ali arabaya binmek üzere harekete geçerken, Emir'de aynı anda arabayı çalıştırdı. Hızla dönüp geriye giderken, camdan içeri giren kurşunun sesiyle Ali'nin üzerime kapanması bir oldu.

Bir kurşun daha içeri girerken, benim bulunduğum cam patlayarak içeri doğru çöktü. "Ali," dedim titreyerek.

Emir hızla uzaklaşmamızı sağlarken, Ali'nin elleri beni kontrol etmek ister gibi tüm vücudumda gezindi. "İyi misin?"

"İyiyim," dedim fısıldayarak. "İsabet etmedi."

Ali üzerimden kalkarken Emir ve Çiğdem'e baktı. İkisi de iyi görünüyordu. "Cam kırıkları var," dedi Ali hızla. "Buraya gel." Beni kendisine çekerken, ellerim sıcak bir sıvıya dokundu. Gözlerim irileşirken "ALİ!" diye çığlık attım. "Vurulmuşsun!"

Emir ve Çiğdem'de ona hızla dönüp baktılar. "Abi," dedi Emir. "İyi misin?"

Ellerim vurulduğu yere giderken gözlerimin dolmasına engel olamadım. Omuz ve sırtında, iki ayrı kurşun yarası olduğunu fark etmemle hıçkırarak ağlamaya başlamam aynı oldu.

"Ali!" Çığlık attım. "Ali, çok kan kaybediyorsun, Ali-"

"İyiyim," dedi Ali. Konuşurken sesi kayarken, başını arkaya yasladı. Alnında ter damlaları birikirken, üzerindeki ceketini çıkarmak için harekete geçtim ama endişem ve korkum öyle yoğundu ki, hareketlerim bile kısıtlıydı.

"Endişelenme," dedi Ali yeniden. "Emir, Bilecik'e sür."

"Abi," dedi. "Oraya gidemeyiz, gidene kadar çok zaman kaybedeceğiz-"

Elime kan gelirken Ali sesi tamamen gitmiş bir şekilde, "Sana ne diyorsam, onu yap," dedi.

Gözlerini kaparken hıçkırıklarımla zorlukla konuştum. "Ali lütfen, Ali gözlerini aç."

Elimdeki ceketi, göğsüne bastırmaya çalışırken Ali gözlerini kapattı. Çiğdem hızla üzerindeki ceketini çıkardı, içindeki tişörtünü çıkarıp sutyeniyle kalırken yeniden ceketini giymeden önce tişörtünü bana uzattı.

"Onu soyup bunu bastır."

Üzerindeki kazağına elim gitti hızla. "Ali lütfen aç gözlerini."

Çiğdem Emir'e bağırdı. "Daha hızlı sür şunu!"

Ardından bana döndü. "Sen de aptal gibi titremeyi bırak, çabuk soy onu."

Ali'nin kazağını çıkartıp titreyen ellerimle Ali'yi doğrultmaya çalıştım, Çiğdem'de önden bana destek olmaya çalışırken cam kırıklarını elimle süpürüp Ali'yi yüz üstü bir şekilde dizlerime uzattım.

Zorlukla onun vücudunu hareket ettirirken tişörtü anın verdiği adrenalinle ikiye ayırdım. Birini sıkıca omzuna sararken, diğerini de tüm gücümle sırtındaki kanayan yarasına bastırdım.

Gözyaşlarına boğulmuşken "İzimi kaybettirdim sanırım," dedi Emir. "Bilecik'e gidemeyiz, çok geç olur, tekrar yakalanma ihtimaliyle karşılaşamayız."

Çiğdem elindeki telefonla birini aradı. "Alo Cihangir, bana acil İnegöl yakınlarında güvenilir bir doktor lazım."

Bir süre konuştu ama konuşulanları anlayamıyordum bile. "Ali..." Hıçkırarak ağlarken "lütfen gözlerini aç," diye yalvarıyordum ona sadece.

"Ceylin," dedi birisi. "Yer değiştirelim."

Başımı kaldırdım ama cevap bile veremedim bana bakan Çiğdem'e. Hıçkırırken, onun ceketini giydiğini fark ettim.

"Hayır," dedim. "Hayır."

"Tamam," dedi Emir hızla. "Sakin ol, bak yirmi dakika içerisinde varmış olacağız."

"Çok geç," dedim sayıklar gibi. "Ali hadi gözünü aç. Benim üzerime kapandı, o yüzden oldu. Ben, benim yüzümden yerimizi söyledi polislere, beni alsınlar diye. Ben, ben..."

Hıçkırıklara boğulurken Çiğdem öfkeyle bana baktı.

"Şu an zaten yeterince zor bir durumdayız, her şey senin yüzünden olduğunu biliyoruz, bir de hatırlatıp canımızı sıkıyorsun!"

"Çiğdem," dedi Emir.

"Yeter artık," dedi Çiğdem. "Bu kıza gösterdiğiniz müsamahadan yoruldum. Bu kız yüzünden Ali hapse girmedi mi, yine bu kızı korumak yerine bunları yaşamadık mı, şu an bizler de onun yüzünden suçlu olarak aranmıyoruz mu, bir de ağlıyor, timsah resmen!"

"Yeter," dedi Emir. "Ceylin ne yapsın, bu kız ne biliyordu ki, evlenirken bile evlendiği adamın kim olduğunu bilmiyordu."

"Ali'yi hiç mi tanımadı, yaptığı iyilikleri, kalbini hiç mi görmedi Emir..." Çiğdem gözyaşları dökerken ellerimi Ali'nin kanayan yarasından çekemedim.

"Yeter artık, yeter! Evet her şey benim yüzümden oldu, yeter! Kavga etmeyin artık, yeter! Emir daha hızlı sür şu arabayı!"

Emir giderek daha da hızlandı. Bir elimle tampon yapmaya devam ederken, diğer elimle Ali'nin alnında biriken terleri sildim.

"Lütfen sana bir şey olmasın, lütfen..."

Ali'nin dudakları kıpırdarken beni duyduğunu hissettim. "Seni çok seviyorum, lütfen sana bir şey olmasın izin verme, lütfen..."

Ali'nin elini tuttum. "Lütfen..."

***

Küçük bir köye geldiğimizde, Emir mavi kapılı bir evin önünde durdu. İçeriden bir adam çıkarken, hızla olduğum tarafta kapı açıldı.

"Ne oldu?" dedi adam.

"Sırtından ve omzundan vuruldu," dedim gözyaşları içerisinde. "Lütfen bir şey yapın."

"Emir yardım et."

Emir'le beraber onu içeri taşırlarken Çiğdem öfkeyle bana baktı. Elindeki telefonu yüzüme tuttu. Saat 00.10'u gösteriyordu. 27 Ekim'e girmiştik.

"Bir 27 Ekim daha," dedi acıyla gülümseyerek. "Ali'ye mükemmel bir doğum günü hediyesi verdin doğrusu."

Birinin beni sarstığını hissettim adeta. Başımdan aşağı bir kova buzlu su dökülür gibi olurken, Ali'nin doğduğu günü bile bilmediğimi fark ettim.

Öylece kapı önündeki merdivene çökerken, o geçip gitti yanımdan. Rüzgar esti, ekim soğukluğunu hissettirdi ama içeri girip bakamadım bile. Neyin içinde olduğumu bile anlayamadığım, sadece suçluluk hissettiğim bir andı. Her şey tamamen yanlıştı. Ali ile olan her şey tamamen yanlıştı. Onu seviyordum ama doğduğu günü bile bilmiyordum.

"Neden," dedim başımı kaldırıp gökyüzüne. "Neden bana bu kadar doğru gelen adamla her şey bu kadar yanlış?"

"Hayatta doğru ve yanlış arasında bir denge yoktur çünkü," dedi hemen ardımdan bir ses. Başımı kaldırdım ve gelene baktım. Emir üzerime bir palto koyarken "Hava buz gibi soğuk," dedi. "Burada daha fazla bekleyecek misin?"

"İçeri girmeye korkuyorum," dedim gözyaşlarım arasında. "Ona bir şey olursa-"

"Doktorumuz Gökhan çok iyidir," dedi. "Hayati riski olmadığını söyledi. Omzundaki kurşun sıyırmış, sırtındaki ise vücutta kemik ve sert dokulara çarpan mermi çekirdeği istikametini değiştirdiği için ciddi olmadığını, sadece kurşunu çıkaracağını söyledi. Burası bir klinik," dedi yeniden. "Ali kan kaybetmiş biraz ama gerekli olan kan da var. O yüzden endişelenme."

Ona döndüm. "Ali'nin kan grubu ne?"

Sorum üzerine şaşırdı Emir.

"Sıfır Rh negatif," dedi.

Başımı salladım.

"Bugün doğum günüymüş," dedim konuşma ihtiyacı hissederek. "Az önce Çiğdem söyledi, bunu bile bilmiyormuşum ona dair."

"Öyle," dedi Emir. "Ama Ali doğum günlerini sevmez, anlamsız bulur, o yüzden bahsinin geçmemesi ve bilmemen normal."

"Yine de bilmem gerekirdi," dedim titreyerek. "O benim doğumgünümde yalnız olmamam için, ta Gürcistan'a gelmişti."

"Ceylin," dedi Emir yumuşak bir ses tonuyla. "Ali'yi tanımaman çok normal. Bir insan sana kendisini tanıtmamışsa, onu tanımadığını düşünerek kendini yıpratamazsın. Ali böyle."

"Yine de ben-"

"Ben kaldığına bile şaşkınım açıkçası," dedi Emir. "Ben Ali için ölürüm, çünkü benim hayatımı komple değiştirdi. O olmasa, ben olmazdım bugün. Bir sokakta öldürülür giderdim. Sense öyle değilsin, bir adamı sevdin, bir adam sana kendisini âşık etti, sonra o adamın senden gizlediği şeyleri öğrendin. Üstelik evlenmiştiniz ve o adam sana bunları anlatmamıştı dahi. Aşk her şeyi affetmez," dedi üstünde durarak. "Aşk her şeye kadir değildir, sırf birini seviyoruz diye, kimsenin hayatımızı alt üst etmesine izin veremeyiz."

"Ama ben onu anlıyorum," dedi.

"Ama sana kendisini çok geç anlattı. Ben ona söyledim, ona anlattım," dedi Emir. "Ama senin gideceğinden korktu. Bu hâle geleceğinden korktu. Senden uzak durmak istedi, onu da yapamadı. Ceylin sen Çiğdem'e bakma, Ali için, şu an yanında durduğun adam için neler göze aldığının farkında mısın? Belki özgürlüğün gidecek, belki hayatın alt üst olacak. Eğer Ali sana söylemiş olsaydı her şeyi, en başında bunları yaşamayı göze alır mıydın?"

Sessizlik aramızda koca bir fırtınaya dönüştü sanki, içine bizi kattı götürdü.

"Hiç sordun mu mesela Ali'ye," dedi Emir. "Seninle tertemiz bir yola çıkmışken, neden babasını öldürdüğünü? Mesela bugün o polis memurlarından birine doğrulttuğu silahını ateşlemiş olsaydı, yanında durabilecek miydin? Bugün onunla kalmayı tercih ettin, geri döndün Ceylin. Çünkü romantik bir kızsın, Ali'yle olduğun sürece her şeyi yenebileceğini düşünüyorsun. Bugün dönüp gitsen, belki canın yanacak bir süre, toparlayamayacaksın. Ama insan devam eder Ceylin. Hiçbir acı, ölüm bile insanı durdurmaz. Tökezleriz, ama insan ölüme bile alışırken aşkın acısına mı alışmaz."

"Onu seviyorum," dedim titreyerek. "Onu görüyorum, benim için yaptıklarını, yaşadıklarını biliyorum."

Emir gülümsedi. "Peki," dedi. "Her şeye rağmen onunla kalmaya karar verdin, sana bunca şey yaşatmasına rağmen, neden hâlâ kendini suçluyorsun Ceylin?"

"Çünkü bugün bile, Ali eğer beni düşündüğü için o polisleri aramasaydı, ben ona üzüntümü belli etmeseydi bunlar başımıza gelmeyecekti. Biz o evde, mutlu ve huzurlu zamanımızı geçirecektik."

"Sence sen üzüntünü belli etmeseydin de Ali bu kararı almaz mıydı? Ali de seni seviyor Ceylin ve hiçkimse sevdiği kadınla olmak için onun hayatını yakmayı göze almaz."

Gözyaşlarımla ona baktım. "Doğum gününü sormamış olabilirsin, Ali sana bunu anlatmamış olabilir ama birbirinizi tanımanız gereken noktada, bunları yaşamana sebep olan da Ali bir nevi. O yüzden kendini suçlamayı bırak artık. Çiğdem'in söylediklerine de hiç aldırış etme. Onun için Ali dokunulmaz gibi bir şey."

"Neden Ali sizin için bu kadar önemli?"

Emir'in bakışları hüzünle kaplandı.

"Ben çok çaresiz büyüdüm," dedi üstü kapalı. "Bir noktada tek çarem sokakta hayatta kalmanın yolunu bulmaktı, o an Ali bana elini uzattı. Yoksa her şeye bulaşırdım. Bir sokak kenarında ölümü bulurlardı," dedi acı acı.

"Çiğdem'se, çok farklı bir hikâyesi var. Üvey babasının taciziyle büyümüş yıllarca, sonra onu yaralayıp hapse girmiş, çıktığında kimi kimsesi, parası, mesleği yok tabii. İşe alan kimse de yok, dönmüş yeniden o eve. Daha küçücük bir kız... Çok acılar çekmiş, Ali o kızın içinden bir kaplan çıkardı. Şimdi bırak dokunmayı, iki kilometre yanına yaklaşanı yaşatmayacak durumda. Tabii böyle olunca, Ali'ye bağlanması da çok çabuk oldu. O yüzden, sen onu görmezden gelmeye çalış. O daha çok minnettar."

"Anlıyorum," dedim gözyaşlarım akarken. "Ali bana hiç bunlardan bahsetmedi"

"Bu gidişle daha yaşanacak günleriniz, konuşacak türlü türlü hikâyeniz var." Ayağa kalktı. "Hadi," dedi. "Hava buz gibi içeri geçelim."

Gülümsemeye çalıştım ama yüzüme hüzün sindiği için gülümseyemedim bile. Öylece kalkıp onu takip ettim.

Ali'nin ameliyata alındığı kapıda dururken, bakışlarım gözyaşları içerisinde duran Çiğdem'e takıldı. Nefretle gözlerini benden çekerken, geçip kenardaki koltuklardan birine oturdum.

İki saatin sonunda doktor ve yanındaki kadın odadan çıktıklarında, zorlukla kalktım yerimden. "Durumu çok iyi," dedi doktor. "Bu sefer gerçekten şanslıymış. Birkaç gün dinlenmesi gerekiyor, antibiyotiklerini kullanması gerekecek."

"Ne zaman uyanır?" dedim gözyaşları içerisinde, minnetle.

"Ali'nin sürekli olarak uyku halini sağlamak için verilen tüm ilaçlar kestik, artık kendisine gelmesi bekleyeceğiz, bu birkaç saati alabilir."

"Vaktimiz yok o kadar," dedi Emir hızla. "Polis peşimizde, İstanbul'a dönmemiz gerekiyor."

"Ali'nin dinlenmesi gerekiyor," dedi doktor.

"Abimin iyi olmasını ben de çok isterim ama gördüğün gibi, zor bir durumdayız ve yakalanmayı göze alamayız. Sabaha yola çıkmamız bile çok geç olabilir," dedi Emir yeniden.

Derin bir nefes verdim, öfke mutluluğumun üzerine sinerken, "Bir süre burada kalın," dedi doktor. "Yarın en geç çıkarsınız. Yarın açmam kliniği. İçeride iki oda var, dinlenirsiniz. Kimseye buraya bakacağını sanmıyorum. Bakılırsa da, aşağıdaki depoya geçersiniz."

Emir bakışlarını Çiğdem'e çevirdi. "Ali'nin iyiliği için alınabilecek bir risk."

Emir sıkıntıyla iç geçirdi. "Tamam."

Doktor hemşireye döndü. "İçerideki odayı hazırlayalım."

Hemşire hızla hareket ederken doktor da onu takip etti.

Ali diğer odaya  alındı, Emir ve Çiğdem ona bakarlarken, benim ayaklarım bile tutmadı. Doktor her şeyi kontrol ettikten, içirilmesi gereken ilaçları Ali'nin başucuna bıraktıktan sonra emşireyle beraber bize baktı.

"Ben evimde olacağım, Emir nerede olduğunu biliyorsun."

"Biliyorum abi," dedi. "Çok sağ olasın, bir ihtiyaç olursa arayacağım seni."

"Tamamdır, mutfakta her şey var. Yersiniz içersiniz."

"Eyvallah abi," dedi Emir yeniden.

Doktor ve hemşire evden çıktılar. Ben hâlâ koltukta öylece Ali'nin kanının bulaştığı ellerime bakıyordum.

"Çiğdem sen içerideki odada kalırsın, ben salonda uyurum, Ceylin'de abinin yanına geçer."

Çiğdem hızla atladı. "Ben Ali'yle kalırım, bütün gece uyumam, bir şeye ihtiyacı olursa beklerim."

İçimde bekleyen öfke yeniden uyanırken dönüp Çiğdem'e baktım. "Ne sıfatla yanında duracaksın Ali'nin?"

"Evde çekirdek var mıdır acaba?" dedi Emir.

"Hiç olmazsa, Ali'nin yaralanmasına, bütün bunların başına gelmesine sebep olmamış insan olarak duracağım." Yüzünde iğrenç bir gülümse oluşurken gözlerimi kapadım öfkeyle.

"Çiğdem 1-Ceylin 0," dedi Emir.

"Sen bence kes artık o sesini," dedim ayağa kalkarken. "Bu evden saçından sürükleyerek seni atmamı istemiyorsan, gir odana sesini çıkarmayı bırak."

"Çiğdem 1- Ceylin 1"

Büyük ihtimalle fiziksel bir temasa girdiğim an, yeri boylayacağım kesindi ama yine de bu kocamla bütün gece kalmak isteyen bir kadına göz yumacak olmamı göstermiyordu.

Çiğdem güldü. "Hanımefendiye bak, ne yapacaksın çok merak ediyorum, söz veriyorum, sana dokunmayacağım bile. Gel de sürükle sürükleyebiliyorsan."

"Valla Çiğdem 2 oldu. Şimdi doğruya doğru." Emir asla susmuyordu.

"Aliye âşık mısın?" diye sordum Çiğdem'e.

Kısa saçları ve kapkara kalem çekilmiş gözleri ve dövmeleriyle korkutucu görünürken bana doğru bir adım attı.

"Yani bu eziklik neden diye düşünüyorum, yıllarca sevdin ama karşılık alamadın ama yine de onunla bir şansın olabileceğini mi düşünüyorsun?"

"Of çok fena Ceylin, skoru eşitliyor sayın seyirciler," dedi Emir.

"Seni var ya-"

Çiğdem bana doğru uzandı.

"Yerinde olsam, şimdiden eşyalarımı hazırlardım. Çünkü Ali uyandığında, bu evden gideceksin. Şimdi defol git karşımdan."

Emir iri gözleriyle bana baktı.

Onları geçip gitmeden önce kenardaki peçeteyi Çiğdem'e doğru uzattım. "Al bununla da gözyaşlarını silersin."

Emir arkamdan konuştu. "Of çok fena, Ceylin ezdi geçti."  Çiğdem ona sertçe vurdu. "Kızım ne yapıyorsun ya, basın özgürlüğü diye bir şey var hiç mi duymadın."

Ali'nin yattığı odanın kapısını açıp sessizce içeri girerken, kapının arkasında bıraktım tüm öfkemi, kızgınlıklarımı, kırgınlıklarımı, hüznümü.

İçeri girdiğimde, beynimde yalnızca aşık olduğum adamın iyiliği vardı. Üzerimdeki paltoyu, onun altındaki ceketi çıkartıp kenara bıraktım. Ellerimi içerideki lavaboda yıkayıp geri dönerken, onun yanına yatağa geçtim.

Yüz üstü yatırmışlardı onu. Yanına uzanırken, bakışlarım çıplak üstünde, sırtından başlayıp göğsünde biten sargısında takılı kaldı.

"Neden bu kadar güçlü görünüyorsun Ali? Neden hiçbir şey seni yıkamazmış gibi hissediyorum ama senin de bir insan olduğunu unutuyorum. Senin sadece, yirmi yedi yaşında bir adam olduğunu unutuyorum. Ne kadar acı çektiğini, kendi içinde nasıl boğulduğunu unutuyorum. Mesela hiç tatlı yemiyorsun, bunun sebebini sormayı unutuyorum. Seninde doğduğun bir gün olduğunu, belki o günleri kutlamak istediğini ama sana bunu sağlamayan bir ailen olduğunu unutuyorum. Mesela neler yaşamışsın diyorum, sana sarılıyorum ama seni takdir ediyorum. Hiç düşünmüyorum, kuru ekmek için her gün o ringe çıkmak zorunda olan bir çocuk olmak sana ne hissettirdi... Ali ben bazen sana ne diyeceğimi unutuyorum, seni hiç tanıyamadım değil mi?"

Ellerim onun saçlarına gitti, alnına düşen perçemlerini hafifçe okşadım. "Seni sevdiğimi sandım üç yıl boyunca mesela, seni tanımadım bile, sadece kitaplar okudum, seni o kitaplardan karakterlerle özdeşleştirdim. Ona âşık oldum ama hiç seni tanımaya çalışmadım. Bana yaşadıklarını anlattın, seni dinledim ama seni tanımaya yine çalışmadım. Mesela neden yanındaki arkadaşların sana bu denli minnet ediyor anlamadım bile. Sana karşı kendimi de açmak istemedim. Mesela, yaşadığım o izbe evi gör istemedim, ev sahibinin sürekli eve gelip evden çıkmamızın için baskı yaptığını gör istemedim, mahalleliler babamı insan yerine koymadığını gör istemedim. Sana hiç kendimi açmak istemedim. Beni sevmeyen annemi gör istemedim. Hep güçlü görünmek istedim ama sana yakalandım. Sen de öyle istedin hiç şüphesiz, bu nedenle seni kafamda öyle yücelttim ki, hiçbir şey sana dokunamaz zannettim."

Gözyaşlarımı sildim.

"İnsan bazen annesini anlıyor," dedim bir itiraf gibi sessizce. "Ben bunların hiçbirisini yapacak bir kadın değildim. Ben bütün hayatımı bir erkek uğruna yakacak bir kadın hiç değildim. Ama gidemem senden Ali. Bugün sana nasıl göğsümün ağrıdığını anlatmamın bir yolu olsa çok isterdim. Şu içimdeki suçluluğu atıp dönebilsem hayatıma keşke. Olmuyor. Seni çok seviyorum ve utanarak da olsa biliyorum artık, annemi ilk defa anlıyorum."

Uzanıp yarasının üstünü öptüm. "İyi ki doğdun sevgilim, keşke tüm yaralarını öpebilsem."

***

27 EKİM 1999

27 Ekim geldiğinde, henüz beşinci yaşıydı. Bugün onun doğduğu gündü. Dışarıda abisiyle öylece oturuyordu. Üzerinde güzel bir kıyafet vardı, heyecanla saçlarını taramıştı. Bugün annesi onunda dışarıya çıkmasına izin vermişti. Önceki doğum günlerini hatırlamıyordu ama bu yıl artık aklı çoğu şeye ermeye başlamıştı. Kılıç mesela, bu sene doğum günü kutlanmıştı, babası ondan da nefret etmesine, ona da Ali gibi vurmasına rağmen hediye almıştı. Çok güzel maket bir gemi.

Kendisi hediye beklemiyordu, sadece annesini yemek yaparken izlemeyi çok seviyordu. Kılıç'ın doğum günü pastasını kendisi yapmıştı, onunkini de o yapar diye düşünüyor heyecanlanıyordu.

Tatlı yemeği çok seviyordu, çünkü Kılıç'ın ona gizlice getirdiği doğum günü pastası dışında hayatında tatlı yediğini hatırlamıyordu. Heyecanlıydı Ali, çok heyecanlıydı.

Annesini o kadar çok seviyordu ki, bunu anlatmaya kelimeler yetmezdi. Bir keresinde ona sarılıp her şey için özür dilemişti annesi. O an, ilk defa sarılmıştı annesi. Bunun heyecanıyla yaşıyordu Kılıç'ın doğum gününden beri. Babasını sevmiyordu, Haldun Keskiner ona yalnızca hakaret ediyor ve vuruyordu. Ama annesi öyle değildi, ona hiç vurmazdı, ona sarılmıştı bile bir keresinde.

Heyecanlıydı. Kılıç nasıl onların çocuklarıysa, Ali de öyleydi. Bu nedenle, gelecek ve sımsıkı sarılacaktı annesi ona. Harika bir doğumgünü pastası yapacaktı, afiyetle yiyecekti Ali.

"Abi," dedi gülümseyerek. "Biliyor musun bugün benim doğum günüm."

Kılıç sapsarı saçları alnına düşerken, ona doğru döndü. "Aaa gerçekten mi, iyi ki doğdun kardeşim."

Ali gülümsedi, Kılıç ona ne zaman sevgi gösterse, kardeşim dese mutlu olurdu. Bu evde onu anlayan tek insandı.

"Evet," dedi. "Sence benim pastam neli olur?"

Kılıç artık evdeki olayları anladığı, babasının Ali'ye olan nefretini bildiği için, dudakları tek çizgi hâlini aldı.

"Nasıl yani?" diye sordu küçük kardeşine.

"Annem senin için kendi elleriyle pasta hazırlamıştı ya, hatırlamıyor musun, o gün beni odamdan çıkarmıştı onu izlememe izin vermişti. Sonra gerçi babam beni döverek yeniden kapamıştı odama, pastadan da vermemişti ama sen gizlice getirmiştin bir dilim, hatırlamıyor musun?"

"Annem sana pasta yapmaz ki," dedi Kılıç. "Babam izin vermez."

Ali tüm heyecanı bir anda kaybolurken, kaşlarını çatarak ona baktı.

"Sana yapıyor da bana neden yapmasın? Ben de onun çocuğuyum, beni kıskandığın için böyle söylüyorsun!"

"Annem seni sevmiyor," dedi Kılıç hızla. "Senin neyini kıskanayım ben? Seni doğurduğu için sürekli lanet ediyor kendine."

Ali irkildi. "Ama," dedi. "Ben de onun oğluyum."

"Bana geceleri masal okuyor hep," dedi Kılıç yeniden. "Sana yemek bile vermiyor bazen." Kılıç çocuk acımasızlığıyla devam etti. "Beni babam bile az dövüyor, o zaman annem geliyor yanıma, bana sarılıyor. Sana ise kolun kırıldığında bile yanına gelmedi. Nasıl odanda ağladığını hatırlamıyor musun? Farkına var artık, çocuk değilsin sen."

Ali tüm hayalkırıklığıyla asabileşti. "Hayır," dedi hızla. "Annem babamı sevmiyor, ben onu da seni de kurtaracağım, annem beni seviyor, çok seviyor, bazen yemek yaparken izliyorum onu, izin veriyor."

"Ama o yemeklerin hiçbirini sana vermiyor." dedi Kılıç yeniden acımasızca.

"Senden nefret ediyorum!" Ali bağırdı. "Sen babamı onaylamaktan başka hiçbir şey yapmıyorsun. Bak göreceksin, annem benim içinde pasta yapacak."

Yapmadı.

Ali akşama kadar bodrum kattaki, demirlikli camından dışarı bakarken, annesinin odasından içeri girip doğduğu günü kutlamasını bekledi.

Annesi gelmedi.

Üstelik tüm gün babası da evde yoktu, annesi ondan korksa bile küçük bir şey yapıp gelebilirdi. Yapmadı. Ali'nin Kılıç'ın doğum gününden beri kurduğu hayal gerçeğe dönüşmedi.

Cenin pozisyonunda yerde yatarken,  bir damla gözyaşı gözünden kayıp beton zemine düştü. Hava kararmıştı, az önce babasının araba sesini duymuştu. Artık bu saatten sonra kimse ona tatlı getirmez, kimse onun doğum gününü kutlamazdı. Bugün en güzel kıyafetini giydiği, saçlarını taradığı için kendinden nefret etti.

Odasının kapısı sertçe açıldığında, korkuyla irkildi. Haldun Keskiner bu lanet günü kutlamak için akşama kadar içmişti. Sarhoş sarhoş içeri girdiğinde, yapmak istediği tek şey bu kadar mutsuzluğunun tek sebebi olan, karısının kendisini aldatıp peydahladığı bu çocuğu öldüresiye dövmekti.

Kemerini çıkarıp Ali'ye doğru ilerlediğinde Ali ayağa kalktı ve gözyaşını sildi. Kemikleri kırılana kadar dayak yiyip yerlerde sürüklenirken, açık kapıya baktı ama annesi yardıma gelmedi.

Ali yemin etti bir daha hiçbir doğum gününü ne kendisininkini ne de bir başkasınınkini asla kutlamayacak, bir daha tatlı yemeyecekti.

Ki, bundan sonra da öyle oldu. Kılıç ne zaman gizlice ona doğumgünü pastasından getirse, tek lokma almadan çöpe döktü.

***

GÜNÜMÜZ

Yelkovan ve akrep ilerleyip gece iyiden iyiye çökerken, Ali kıpırtısız yatmaya devam ediyordu. Yanından ağır ağır kalkarken, sessizce odanın kapısını kapattım. Evden hiç ses çıkmıyordu. Çiğdem ve Emir yatmış olmalılardı. Mutfak kısmına geçerken, yorgunca gözlerimi ovuşturdum.

Ali için hiç olmazsa, uyandığında mutlu olmasına sebep olacak bir şey yapmak istiyordum. Yemek yapmak konusunda berbat olduğum için, nereden başlayacağımı bilmiyordum. Ama yine de onun doğum gününü kutlamak için bir pasta yapmak istiyordum.

Önce kek yapmam, ardından aralarına soslar ve meyveler koyup üstüne doğum günü yazısı yazmak istiyordum.

Işığı yakmak üzere harekete geçmek üzere ilerledim ama biri benden önce uzandı. Işıklar açıldığında karşımda Çiğdem'i gördüm. Yüzünde nefret dolu bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Ali'nin yanından ayrıldın mı sen?"

Gözlerimi devirdim. "Seninle uğraşamayacağım çekil şuradan."

Mutfakta ne malzeme var bilmezken, unu aramaya koyuldum. "Ne yapıyorsun?" dedi Çiğdem yeniden. "Yemek yemenin zamanı mı sence şimdi?"

"Sen neden defolup gitmiyorsun artık?"

Unu bulup tezgaha koydum, yumurtaları da çıkardım. Şekeri uzunca aramama gerek olmadan, tezgahta bulurken hepsini birleştirdim. Bir kap çıkarırken Çiğdem ne yaptığımı anladı.

"Pasta mı yapıyorsun?" Ona dönmedim. "Ali'nin doğum günü için?"

Kaba biraz un, iki yumurta ve biraz şeker döküp karıştırmaya çalışırken "Biraz süt dökmen lazım," dedi yeniden. "Ama uyarayım Ali tatlı sevmez. Doğum gününün kutlanmasını hiç sevmez. Uyandığında bunu görüp sevinmeyecek."

"Her şeye muhalefet olmak zor olmuyor mu ya?" diye sordum.

"Çırpıcı şurada, sağ üstte, gözünün önünde, onunla karıştır." Nedense bir işe yaradığı için dediğini yaptım.

"Muhalefet olmak değil, gerçekleri söylüyorum ama sana ağır geliyor."

"Hiç benim tarafımdan bakmayı denemediğin için böyle konuşuyorsun."

"Denemedim evet, Ali beni sevmiş olsaydı, onun için tüm dünyayı karşıma alır, onun için herkesle savaşır, onu mutlu etmek için kendimi feda ederdim."

Nefretle ona baktım.

"Doğru," dedi gülümseyerek. "Ali'ye yıllardır âşığım, ondan başka hiçkimse, hiçbir şey beni mutlu edemiyor." Acıyla gülümsedi. "O ise beni hiç sevmedi, üstüne üstlük son üç yıldır seni sevmesini izledim. Bunun ne kadar acı verdiğini tahmin edemezsin. Üstelik onu asla benim gibi sevmeyecek bir kadınla olması canımı çok yakıyor. Onu mutlu eden, onun için benim yapacağım fedakarlıkların yalnızca onda birini yapan biri olsan, hiç olmazsa Ali'yi mutlu ediyor diye sessizce kenara çekilirdim ama her defasında hiç yanılmadım. Hep onu çok üzüyorsun."

"Ali'yi ben de çok sevdim," dedim kek hamurunu hazırlayıp kek kalıbına dökerken. "Sessizce, uzaktan sevdim hep. Sonra bir gün Ali geldi. "Bana sevmeyi öğret," dedi. Benim dünyam için fazla karanlıktı ama yaşamak istedim. Hayatı hiç yaşayamamış bir insan olarak yaşamak istedim. Ondan sona hiçbir şey benim kontrolümde olmadı. Ali tüm hayatıma, aileme kadar sızdı. Beni düştüğüm yerden kaldırdı. Sonra âşık olduğum adamı hiç tanıyamadığımı fark ettim. Bana hiç anlatmadı."

Çiğdem dikkatle beni dinlerken, "Sağ alt çekmecede soslar var," dedi. "Kek fırından çıkınca onlarla süslersin. Meyvelerde buzdolabında."

Başımı salladım. "Oradan bakınca her şeyi kendinle kıyaslıyor olabilirsin ama ben, bana kendini anlatmayan bir adamı nasıl tanıyabilirdim ki? Tanıyamadım. Geçmişini bilmedim, onun ne yaptığını anlamadım, işlediği suçlardan haberim olmadı, Ali'nin çocukluğunu hiç öğrenemedim. Doğumgününü bile bilmiyordum sen söyleyene kadar. Ama onu kendimden bile çok sevdim. Onu hayatımdan, geleceğimden daha çok sevdim. Hâlâ içimde mantığım bana hata yaptığımı söylese dahi çok sevdim, bugün gitmeyecek, tüm özgürlüğümü onun için feda edecek kadar. Belki sen Ali'nin her yanına şahit oldun ama ben bana sadece gösterdiğini bildim," dedim sessizce.

Çiğdem'in bakışları dalgınlaştı. "Ben çok zor durumdaydım, ölmek üzereydim, hayatıma son vermek üzere olduğum bir dönemdi. Elimden tuttu," dedi gülümseyerek. "Bana hayatta kalmam, güçsüz olmamam, bir daha yıkılmamam için bir sebep verdi. En benim diyen erkeği deviririm şu an." Gülümsedi. "Belki ona göre değilim, fiziksel olarak korkunç duruyorum, bu benim bir nevi kendimi koruma çizgim oldu yaşadıklarımdan sonra. Ama ruhumu gördüğünü düşündüğüm tek insandı Ali benim."

Yüzümü buruşturdum. "Kocamdan bahsediyorsun."

Pis pis gülümsedi. Aramızda gelişen bu diyalogu sonlandırmanın zamanıydı sanırım ikimiz içinde. "Umarım boşanırsınız."

"Rüyalarında belki. Bak o da belki."

Gülümsedi. Kapıdan çıkmak üzere harekete geçti. "Bir gün Ali'nin kendisine pasta aldığını görmüştüm," dedi sonra. "Yıllar önceydi, küçük bir pasta, üzerinde küçük bir mum. Mumu üfleyemedi bile." Gözleri doldu. "Hiç doğmamış olmayı dileyeceğine emindim o mumu üflese. Umarım bu pastayı kabul eder."

Bir yumru gelip boğazıma oturdu. "Teşekkür ederim," dedim sessizce.

"Ben teşekkür ederim, umarım onu mutlu edersin." Gözlerini saklamak için arkasına döndü. "Çok hak ediyor çünkü."

O çıktıktan sonra, gözlerim dolu dolu fırından keki çıkardım. Artık pasta konusunda yalnızdım. İlk defa gerçekten güzel bir şey yapmak istiyordum. Bu yüzden özenle keki çıkardım ve milimetrik olarak dikkat ede ede dörde böldüm enlemesine.

Güzelce böldükten sonra ilk katı sevinçle sütle ıslatıp üzerine dolaptan çıkardığım muzu ince ince doğrayarak yerleştirdim. Buzlukta dondurulmuş kırmızı meyveler de vardı ancak alerjim olduğu için onlardan koymadım. İlk katın üzerine çikolata sosunu bolca koyup düzelttikten sonra, ikinci kata geçtim, tüm katlarda bunu tekrarlayıp en sonunda tüm pastayı çikolatayla kapladım. Diğer sos beyaz çikolataydı ama onu yazı yazmak için kullanacağım için kenara ayırdım.

Pastayı güzelce düzelttikten, fazlalıklarını alıp eğri duran yerleri bıçakla ayarladıktan sonra beyaz çikolatayı elime aldım. "İYİ Kİ DOĞDUN" yazdım büyük harflerle önce. Bunun için uzunca ayarlama yapmam gerekirken daha sonrasında bir şey daha eklemeye karar verdim ve kocaman harflerle "ASLANIM..." yazdım en sonuna. Cümle tamamlanınca, dayanamayıp gülümsedim. Yazıyı okuyunca Ali ne tepki verecekti merak ediyordum.

Heyecanla buzdolabına pastayı koyarken artık yorgunluktan, bitap düşmüş bir hâlde içeriye geçtim. Saat neredeyse sabaha geliyordu. Onun yanına kıvrılıp onun uykusunda huzurlu görünen yüzüne bakarken öylece uyuyup kaldım.

Yatakta hissettiğim hareketlilikle gözlerim aralanırken, saat mevhumumu yitirmiş gibi bir süre hiçbir şey algılayamadım ama ardından gözlerim irice açıldı. Ali gözlerini açmış, öylece yatakta doğrulmaya çalışırken hızla yatakta sıçradım.

"Ali!"

Acısını belli etmek istemeyen bir ifadesizlikle bana baktı. "Neredeyiz?" Hızla ayağa kalkmaya çalışırken onu durdurdum.

"Dur lütfen!" dedim hızla. Onu yatağa geri yaslarken, Ali durdu. "Ne yapıyorsun, sen çıldırdın mı? Hem sırtından hem omzundan vuruldun, omzundaki sıyırmış da, sırtındaki dün doktor çıkardı. Dinlenmen gerekiyor."

"Bir şey olmaz," dedi Ali hızla. "Neredeyiz? Bilecik'e gitmedik mi?"

"Hayır," dedim. "İnegöl yakınlarında bir klinikteyiz, sanırım sizin arkadaşınızmış, ismi Gökhan."

"Siktir," dedi. "Buraları aramaya başlamışlardır, buraya mı getirdi getire getire o kıt akıllı Emir?"

"Yeter artık," dedim sertçe. "Artık dinlenmen gerekiyor, anda kalabilir misin, başımıza gelecekleri düşünmeyi bırak artık adam."

Ali'nin sırt tarafına yarasına dikkat edecek şekilde yastık koyarken "Yemin ediyorum, tek hareket edersen seni bu sefer ben vururum ve ıskalamam," dedim tehdit edercesine.

Ali'nin yüzündeki ifadesizlik dağıldı. "Ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım."

Canını acıtmayacak şekilde karnına vurdum. "Bak bir de dalgaya alıyorsun beni," dedim kızgınca. "Bu yataktan kalkılmayacak o kadar."

"Bunun için bana çeşitli vaadlerde bulunman lazım."

Yine vurdum karnına. Sonra bu sefer biaz elimin ayarı kaçtığı için sert olabileceğini düşündüm. "İyi misin? Canın acıyor mu?" dedim sessizce.

"İyiyim," dedi Ali. "Gökhan pezevengi basmış narkozu, başım çatlıyor sadece."

"Dur," dedim. "Ben Emir ve Çiğdem'e haber vereyim."

"Şimdi ne gerek var hazır yatak odasında baş başa-"

Ali'yi dinlemeden hızla odadan çıkarken "Uyandı," dedim sevinçle. Çiğdem ve Emir hızla koşarken, Ali "Sanki komadan uyandım," dedi. "Ne bu sevgi seli?"

"Abi Allah seni bizim başımızdan eksik etmesin," dedi Emir sevinçle Ali'ye sarılmak üzere harekete geçip Ali'nin bakışlarıyla dururken. "Yemin ederim yokluğunda iki kadın arasında kaldım. Kim vurduya gidiyordum az kalsın."

Kimse Emir'e cevap vermezken, Çiğdem gözyaşlarıyla Ali'ye baktı. "İyisin neyse ki..."

"İyiyim," dedi Ali. "Şimdi ağlamayı, sızlanmayı kesin de, İstanbul'daki yeri ayarlayın. Yeni bir araç da lazım."

"Abi ben hallettim aracı," dedi Emir. Çiğdem sessiz kaldı. "Ben de yeri halledeyim, ilgileneyim," dedi ve sessizce odadan çıktı.

"İyi," dedi Ali. "Gece çıkarız yola."

"Tamamdır abi."

Ali ona tekrar baktı. "Ne bekliyorsun oğlum daha fazla."

"Abi yemin ederim, sen yeter ki kız ama bir daha vurulma ya. Ödümüz patladı." Ali'ye doğru gitti. "Bir sarılsaydım-" dedi.

Ali ifadesiz bir suratla ona bakarken "Tamam abi," dedi. "Ben çıkayım artık. Yenge senin de gözün aydın olsun."

"Teşekkür ederim," dedim gülümseyerek. Onlar çıkarlarken Ali huysuzca bana baktı. "Ne bakıyorsun öyle?" dedim. "Çocuğa sarılmıyorsun bile." Tüm huysuzluğunun altında bu ikisini nasıl sevdiğini fark ederken, sevgisinin göstermek isteyen ama gösteremeyen bir adam olduğunu biliyordum.

"Sana," dedim heyecanla "Bir sürprizim var."

Ali'nin bir omuzları dikleşti. "Umarım düşündüğüm şeydir." Bakışları göğsümde oyalanırken, gözlerimi devirdim. Ne anlamıştı kim bilir...

"Bekle geliyorum."

"Önümde de soyunabilirsin ceylanım."

"Çok beklersin," dedim gülümseyerek. "Adam yeni uyandın, ölümden döndün, insan bu zamanda da uçkurunu mu düşünür ya?"

"Ne yapalım aylarca az süründürmedin, aklım fikrim sen oldun karım."

Dudaklarımda samimi bir gülümseme oluşurken "Bekle," dedim. "Hemen geliyorum."

Mutfağa geçtiğimde, evde ne Çiğdem'in ne de Emir'in olmadığını fark ettim. Buzdolabından pastayı çıkarırken, tezgahın hemen üzerinde duran mumları gördüm. Kimin aldığını anlamam zor olmazken, içimde Çiğdem'e karşı engelleyemediğim bir sıcaklık hissettim. Yine de onu sevmiyordum. Ama benim için gerçekten bir iyilik yapmıştı.

Yirmi yedi mumu özenle pastaya dikip çakmakla her birini yaktıktan sonra heyecanla içeri geçtim. Kapıyı açtım ve Ali'nin bakışları üzerimde kilitlendi.

Gözlerinde hiçbir ifade yokken, yanına ilerledim. Ne tepki vereceğini heyecanla bekliyordum. Dün Çiğdem, bir keresinde kendi kendisine küçük bir pasta alıp mum diktiğini gördüğünü söylemişti. O gün hissettiği yalnızlığını paylaşmak için artık çok geçti. Ama bugün, onunla silbaştan her şeye başlayabileceğimizi düşünüyordum.

"İyi ki doğdun sevgilim," dedim gülümseyerek. Elimde onun için yaptığım pasta, üzerinde tam yirmi yedi mumla karşısına geçtiğimde.

Ali'nin yeşil gözlerinde belli belirsiz bir ifade belirdi. Kırgınlık, hüzün, kaybettiği yıllar... Neydi bu bilmiyordum ama onun ilk defa yeşil gözlerini dolu dolu gördüm. Benim de gözlerim istemsizce doldu.

Konuşmadan önce sertçe yutkunma ihtiyacı hissetti. "Bu ne?"

"Ne bu şaşkınlık, doğum gününü unuttuğunu söyleme bana," dedim dolu gözlerimle gülümseyerek.

Ali'nin hüznüne mutluluğun karıştığını hissettim. Ellerini nereye koyacağını bilemedi, şaşkınlıkla bir pastaya bir de bana baktı. Sorumun cevabını düşündü, dudakları kıpırdadı konuşamadı. En sonunda, sözcüklerini seçtiğinde dudakları aralandı.

"İlk defa biri benim doğduğum günü kutluyor da, o yüzden şaşırdım." Elleri ensesini buldu, mahçup bir ifadeyle bana bakıyordu şimdi. Yeşil gözlerindeki heyecanı, mutluluğu, mahcupluğu en derinimde hissettim.

Onun çocukluğundaki tüm yaraları öpmek istedim.

"Mutlu yıllar Ali," dedim konuşmakta zorlanarak. "İyi ki doğdun, iyi ki hayatıma girdin..."

Elleriyle saçlarını iteledi, gözlerini ovuşturdu ve ben pastayı onun üfleyebileceği hizaya getirdim.

"İyi ki doğdun aslanım mı?" dedi tek kaşını kaldırarak.

"Evet," dedim. "Ben nasıl ceylanınsam sen de benim aslanımsın bundan sonra."

Ali gülmek ve gülmemek arasında öylece kaldı. İçinde yaşadığı mutluluğu dışa yansıtmamaya çalışırken ben onun bu hâlini ilk defa görmenin şaşkınlığıyla ona hayran hayran bakıyordum.

"Bu benim en güzel 27 Ekim'im," dedi sadece kendisinin bildiği bir sırrı söylermiş gibi.

"Çok daha güzelleri olacak," dedim. "Bir ömür beraberiz seninle, yol nereye çıkar bilmem ama yemin ederim bir sonraki 27 Ekim'in bundan çok daha güzel olacak."

Ali gülümsedi. Samimi, gerçek bir şekilde gülümsedi.

"Hadi," dedim "Mumları üflemen lazım."

Tek kaşını kaldırdı. Mumları üflemek üzere harekete geçerken hızla pastayı ondan uzaklaştırdım. "Olmaz," dedim hızla. "Mumları üflemeden önce dilek dilemelisin Ali." dedim kızarak.

"Dileyeceğim bir şey yok," dedi Ali gözlerimin içine bakarak. "Sahip olmak istediğim her şeye sahibim."

İçime sinen sıcaklığa, mutluluğa engel olamadım. Dün gece hayatımın en zor gecesini ardımda bırakmışken, bugün hayatımın en mutlu anındaydım.

"Hadi ama mutlaka sahip olmak istediğin bir şeyler vardır." Israr ettim. Bakışlarımın altında omuzlarını indirdi.

"Kaybetmek istemediğim şeyler var. Bunun için dilek dileyebilirim belki."

"Hadi o zaman! Mumlar sönmeden dileğini dile!"

Ali gözlerimin içine baktı, sessizce dudakları kıpırdadı. Ardından tüm mumları söndürdü.

"Doğum günün kutlu olsun sevgilim."

Pastayı kenara koydum ve sıkıca sarıldım ona. Dudakları saçlarıma değerken, içine çekmek ister gibi öptü. "Bana bundan sonra hep sevgilim de," dedi emreder gibi. "Bunun için vurulmam gerektiğini bilsem, daha önce denerdim."

Sağlam omzuna vurdum. "Allah korusun. Hayatımın en zor gecesiydi, bir daha dikkat edeceksin." Ondan ayrıldım ama beni kendine çektiği için uzaklaşamadım, adam ilginç bir şekilde hastayken bile güçlüydü. "Benim için bir daha kendini hedef yapmayacaksın."

Ali buna cevap vermedi.

Sessizlik aramızda asılmasın diye, ben de hızla pastayı yeniden elime aldım, yanımda getirdiğim servisten bir çatal aldım ve pastadan koparıp ona uzattım.

"Normalde yemek yapmak konusunda kötüyüm biliyorsun ama bu sefer Çiğdem yardım etti," dedim gülümseyerek. "O yüzden bunu yemelisin."

Ali'nin ağzına götürürken, itiraz etmedi, tatlı sevmiyorum demedi ve pastayı attı ağzına. İlk defa benim yaptığım bir yiyeceği beğendiğini hissederken bir çatal daha aldı ve pastanın büyük bir kısmı bitene kadar yedi.

"Yediğim en güzel tatlıydı," dedi en sonuncu lokmasında. Gözlerinin içi gülümsüyordu.

"Çok sevindim."

Beni kendisine çekerken dudakları dudaklarıma uzandı. Beni şefkatle, incitmeden uzun uzun öptü. "Benden de sana bir şey var," dedi ayrıldığımızda. "Okuduğun bir şiir kitabından ezberlemiştim."

Şaşkınlıkla ona baktım. "Sen şiir mi ezberledin?" Bu Ali için, güneşin batıdan doğması, felaketlerin doğması, kıyametin gelmesi demekti.

Ali benim ona şaşkınlığıma aldırmadı. Gözleri gözlerimde en sevdiğim şiir onun dudaklarından dökülürken, gözyaşım ona yaslı yüzümde, onun yüzünde aktı geçti.

"Sen beni öpersen belki de ben Fransız olurum.

Şehre inerim bir sinema yağmura çalar..."

Gözyaşlarımı sildi.

"Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır.

Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi.

O vakit bir sûfiyi tül darplarla gebertebilirsin.

Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin."

Bu sefer dudakları geçti gözyaşlarımın üzerinden.

"Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur.

Ne ikna edici bir intihar biçimidir şimdi göz göze gelmek."

Dudakları dudaklarımın hemen üzerinde durdu. Şiirine devam etti. Onun sesinden duyduğum en güzel şeydi.

"Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim.

Belki de şair olurum ve seni de aldırırım yanıma.

Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün.

Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün."

Ellerimi öptü Ali. Dudaklarımı öptü. Ardından dudakları çene boyumu takip edip kulaklarımın hemen yanında durdu.

"Seni seviyorum."

***

Yeni bölüm on gün sonra sizlerle olacak <3 21 Ocak cumartesi gecesi görüşmek üzere <3 Bölüm alıntıları Instagram: hikayelerindeyasar hesabımda olacak <3

Twitter: lalmaglup

Yeni bölümde görüşmek üzere <3

Continue Reading

You'll Also Like

71.1K 178 11
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
140K 4.2K 22
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...
565K 20.9K 85
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
139K 8.9K 23
Ömer abi: Melis nerde? BxB kurgusudur