Red Targaryen ☾ Daemon Targar...

Av larathecult

59K 5K 11K

Kral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi bü... Mer

the targaryen | daemon return
the targaryen | tournament and death
the targaryen | night visitor
the targaryen | her mother's twin
the targaryen | lady and dragon
the targaryen | pleasure house
the targaryen | king's heir
the targaryen | broken mirror
the targaryen | dragon's egg
the targaryen | betrayal of a friend
the targaryen | a candle for trust
the targaryen | red lady at dusk
the targaryen | wedding night
the targaryen | knight's kiss
the targaryen | white fallow deer
the targaryen | came from across the sea
the targaryen | a victory and a lover
the targaryen | he comes at night
the targaryen | bloody wedding
the targaryen | second birth ritual
the targaryen | emotions are more important than memories
the targaryen | anyone who hurt her must be punished
the targaryen | blood of my blood
the targaryen | night devour riders, not dragons
the targaryen | king's daughters
the targaryen | reason for slander
the targaryen | first of her name
the targaryen | driftmark visit
the targaryen | forbidden lovers meet at midnight
the targaryen | dragon's wings unfold
the targaryen | at home, away from home
the targaryen | only ravens rule the shadows
the targaryen | darkness gives birth to the dragon
the targaryen | in the arms of the lilac garden and ashes of a friend
the targaryen | d(a)emon's bride
the targaryen | from a strong blood
the targaryen | the dragon behind storm clouds
the targaryen | every night has a morning
the targaryen | living hearts and dead lovers
the targaryen | at every sunset a new dragon rises
the targaryen | blood determines the ruler
the targaryen | real enemy is always in sight
the targaryen | burn the witch
the targaryen | our house is dragonstone
the targaryen | the queen doesn't like bastards
the targaryen | princess and her knight
the targaryen | when a rider dies, a new one is born
the targaryen | lord of the harrenhal
the targaryen | wolfs and dragons
the targaryen | the knight and the groom
the targaryen | swear for the second time
the targaryen | witch's son
the targaryen | guests of the riverlands
the targaryen | dornish princess
the targaryen | desires and obligations
the targaryen | marriage is a duty
the targaryen | calm before the storm
the targaryen | true owners of the red keep
the targaryen | maegor's holdfast
the targaryen | time changes but someone always stay the same
the targaryen | mercy of the old gods
the targaryen | breaking point
the targaryen | witch of the forest
the targaryen | green council
the targaryen | black queen(s)
the targaryen | messenger of aegon the usurper
the targaryen | disappointing sons
the targaryen | the north remembers
the targaryen | downfall
the targaryen | mothers always avenge their children
the targaryen | blood of the golden prince
the targaryen | dark sister's soul
the targaryen | blood and cheese
the targaryen | a boy comes, a boy goes
the targaryen | pawn forward one square
the targaryen | black honeyholt
the targaryen | the queen who never was
the targaryen | heirs and dragonseeds
the targaryen | a duel in the stranger's name

the targaryen | raven's eyes are not considered legitimate

817 63 71
Av larathecult

Westeros'ta zaman geçer, mevsimler değişir ama bir şey hep aynı kalırdı.

İnsanlar görür ve konuşurdu.

Akılları sorgulardı, düşünebilmekle ödüllendirilmek bir lütuftu ancak bir küstah dil, gereğinden fazla haddini aşabilmekle ünlüydü. Tanrı olduğunu sanırdı bazıları. Yargılayıcı olmaktan geri durmazlardı. Uzatmayı sevdikleri dilleri, zehir sürülmüş bir hançerden farksız olabilirdi. Sözleri insana yara verir ve onu öldürebilirdi. İnsanların, topraklar değiştikçe, öldürmekle ilgili farklı fikirleri ortaya çıkabilirdi ancak Westeros'un her şehrinde -Dorne'lular hariç- ortak bir kanun geçerliydi.

Piçlerin hiçbir hakkı yoktu.

Onlar utanılacak ve aşağılanacak bir günahın tohumuydu.

"Keşke herkes Dorne'lular gibi biraz merhametli olabilse." demişti bir gün Yvone. Kızıl Kale'nin kütüphanesi ona aylardır yuva olmuştu ve okumakla öğrendikleri sayesinde dünyaya farklı bakıyordu. "Onlar piçleri dışlamanın aptalca olduğunu düşünürlermiş."

Kral Toprakları, Dorne halkı ile dolu olmadığı için üzüleceği Rhaenyra'nın aklına hiç gelmezdi. Fakat geçirdiği son aylarda bunu dahi düşünecek bir ruh haline bürünmüştü. Bir prensesin etrafında onu zehirli dillere karşı her an koruyacak insanlar olurdu elbette. Rhaenyra'nın da vardı, hem de güçlü bir koruyucu idi. Mhyris. Kızıl Prenses ona bir kalkan olmuştu. Zırhı ve kılıcı yoktu. Bakışlarındaki tehdit vari ateş, insanların laflarını bir bir ağızlarına tıkmaya yetiyordu zaten. Yaşayan ve hareket eden bir silahtı. Koridorlarda yürüyebilen bir ejderha. Kız kardeşini kanatları ile sarmıştı ve o varken, bu konuda bir kelime dahi edilmezdi.

Fakat ne bir ejderha ne de ateş gücü, insanların fısır fısır konuşmalarına engel olamıyordu. Bir şüpheci bakış, iki aniden kesilen sohbetler, üç sahte gülücükler derken bebek Jacaerys'in hakkında çok fazla fikir yürütülüyor ve ona piç yakıştırmaları yapılıyordu gizlice. Rhaenyra'ya karşı doğrudan konuşabilen olmamıştı tabi ki. Ancak Kraliçe Alicent'ın iğneleyici sözlerinde aşağı görme vardı. Jacaerys doğduğu günden beridir her akşam yemeğinde Alicent'ın imalı laflarını dinlemekten yorulan Rhaenyra, oğluna karşı fazla korumacı olduğu için ona cevap verir ve ikisinin oturduğu akşam yemekleri erkenden son bulurdu. Kraliçe Alicent ya da Rhaenyra olmazdı masadan ilk kalkan. Kadınların gerginliğine daha fazla katlanamayan Kral Viserys hep terk ederdi akşamı. Ya odasına giderdi ya da büyük kızı Mhyris ile Daemon'a eşlik ederdi geriye kalan vakitte. Kızıl Kale dedikodular, doğum çığlıkları ve bebek sesleriyle dolu günler geçiriyor ama Driftmark'tan dönmek bilmeyen Laenor Velaryon hiçbir şeye ortaklık etmiyordu.

Oğullarının doğumundan sonra Sör Laenor ile Rhaenyra'nın aralarındaki ilişkinin çıkmaza girdiğini konuşulur, genç adamın Jacaerys'i kabul etmediği söylenirdi. Bu büyük bir yalandı. Sör Laenor, bebek Jacaerys ile geçirdikleri zamana hayrandı. Eğer Rhaenyra izin verseydi onu Seasmoke ile birlikte ilk uçuşuna dahi çıkartırdı. Kızıl Kale'de kaldığı her gün, bebek Jacaerys onun kucağında olurdu. Herkes bunu görüp onaylayabilirdi. Ancak bebek, adama hiç benzemediği için kötü düşünmeyi tercih ederlerdi. İnsanlar istedikleri zaman gözlerini yumarak tüm yanlış olanı görmezlikten gelebilirlerdi, tabi bu yanlış onlara ait olsaydı. Fakat bir prenses hata yaptığında, aç tazılardan farkları kalmıyordu. Rhaenyra'ya göre oğlu bir hata değildi. Fakat elbette ki uzun diller utancını saklayacak yollar arıyor diyerek kendilerini kandırmayı tercih ederlerdi.

Laenor, oğlunu çok seviyordu.

Ama özgürlüğü sevdiği kadar değil.

Kocası, Joffrey Lonmouth ile birlikte sık sık Driftmark ziyareti yapıp aylar süren gezilere çıktığı için Rhaenyra'ya da onun adına bahaneler bulmaktan başka bir çare kalmazdı. Eğer Harwin olmasaydı; gümüş saçlı prenses, anne olmanın verdiği vahşi cesaret ile kısa sürede, kaledeki önüne çıkan şüpheci gözleri oymak ile onları Syrax'a yem etmek arasında bir seçim yapmanın sınırına gelebilirdi. Fakat Harwin'in sağladığı güvenilir koruma, onun ve oğlu Jacaerys'in mutlu olmaları için fazlasıyla yeterli oluyordu. Prenses Rhaenyra'nın Harwin Strong ile ilgili duyduğu tek pişmanlık, zamanında babası Viserys ona bir eş seçme şansı sunduğunda doğru cevabı verememiş olmasıydı. Oysa ki Harwin her zaman gözünün önündeydi. Güçlü şövalyesi ona eşlik etmişti hep. Bir sır ortağı ya da dost olmuştu. Aşığa dönüşmesi ise kaçınılmaz sondu. Prenses Rhaenyra, ona karşı ilk kez aşık hissettiği anları düşündükçe gülümserdi. Kucağındaki Jacaerys'e anlatırdı Harwin'i. Sonrası hüzün ile birlikte gelirdi. Jacaerys'in gerçek babasıyla yaşamaları gereken anılardan mahrum kalacağını bilmek Rhaenyra için kalbine bir ağırlık olur ve güzel yüzüne her gün daha belirgin bir olgunluk verirdi.

Rhaenyra Targaryen, artık eskisi gibi düşüncesiz olamayacağını Daemon'un bir akşam yemeği sırasında söylediği cümleden anlamıştı. "Kavga etmekten asla kurtulamayacaksın ancak yüzüne baktığımda, artık kavgayı başlatan kişi olmaktan çekindiğini görebiliyorum." demişti amcası. Haklıydı. Rhaenyra'yı ayakta tutan dik başlı oluşu hâlâ onu terk etmemişti, etmezdi de zaten ama Jacaerys'den sonra değişiklik yaşadığı yanlarını da hissediyordu. Kavgaları severdi eskiden. Fakat tatlı bebeğinin yüzüne baktığı o ilk an, bundan sonra adımını sakinlikle atması gerektiğini fark etmişti. Artık kaybetme riskinden korktuğu bir parçası vardı.

Mhyris ve kız kardeşi Rhaenyra aynı hisleri paylaşıyorlardı. Oğullarını alıp birlikte dolaşır, ejderha sırtına atlayıp onlara şehri gezdirirlerdi. Jacaerys de tıpkı kuzeni Daerys gibi gökyüzünde olmayı çok seviyordu. Ancak Aegon ve Helaena, anneleri yüzünden, uçmanın tadını almak için biraz daha büyümek zorundalardı. Tıpkı yeni doğan erkek kardeşleri gibi.

Kraliçe Alicent'ın üçüncü bebeği kısa bir süre önce doğmuştu ve Viserys ile ikinci oğullarını neşeyle karşıladılar.

Bebeğe Aemond adı verilmişti.

Kardeşlerinin aksine bebek Aemond pek ağlamıyordu ve Alicent, oğlunun güzel yüzüne bakarken hissettiği şey yüzünden biraz suçluluk duyuyordu. Çünkü üçüncü bebeğine karşı diğer iki çocuğuna duymadığı derin sevgiyi hissetmişti. Bunu sadece o bilecekti.

Kral Toprakları'nda sonbahar rüzgarı şiddetli eserken, Kral Viserys'in hem yeni doğan oğlu hem de torunları için bir kutlama yapacağını herkes bilirdi. Cömert adamın keyfine düşkün oluşu, şölenlerle kendisini belli ederdi. Yine öyle olacaktı. Viserys, sonbaharın son günlerini yaşadıklarını ve yakında kış çökeceğini bildiği için herkesi aceleci planıyla koşturmuştu. Daerys'in ilk isim gününe özel Kral Ormanı'nda av kutlaması yapılmasını emretti. Şölen masaları kurulacak ve her geçen sene büyüyen Targaryen ailesinin geleceği olacak bebeklerin onuruna büyük bir ziyafet verilecekti. Ziyafetin üç günde tamamlanması uygun görülmüştü, üç bebeğe özel gösteriler olacaktı.

O öğleden sonrasında, Kral Ormanı'na kurulu çadırlar görülüyordu. Dumanı tüten ateşler yakılmış, hokkabazlar ve cüceler gösterileri için askerlerin alay eden laflarının arasında çalışıyordu. Ortak çadırların dışında gece kalmak için daha küçük çadırlar muhafızların çevirdiği güvenli bir bölgeye kurulup içlerine yataklar serilmişti. Masaların başında koşturan hizmetçiler aceleyle hareket ediyor, yaklaşan at arabaları yüzünden sesler yükseliyordu. Kral'ın ve ailesinin atları görülmüştü. Konuk haneler, daldıkları sohbete ara verip bayraklarının altındaki masalarından kalkarak Kral'ı selamlamak için ortak alana doğru toplanmaya başladılar.

Büyük çadırın önüne Kral Viserys ve ailesi için geniş bir masa kurulmuştu, yeni pişirilen etlerin kokusu kamp alanının her bir noktasına ulaşıyordu. Lord Corlys Velaryon ile eşi Prenses Rhaenys Targaryen, çocukları ve iki torunu ile birlikte oradalardı. Kral'ın geldiğini haber alınca çadırlarından çıkmışlardı. Kral'ın masasında olmak için özel bir davetle buraya gelmişler, sözde torunları Jacaerys'in kutlaması adına diğer büyükbabası olan Corlys Velaryon da kendi hediyelerini sunup, tüm diyara iki hanenin artık gerçekte aile olduklarını kanıtlayacaklardı. Ne yazık ki Rhaenys Targaryen bu ailenin gerçekliğine inanmıyordu. Velaryon hanesinin bayrağı, Targaryen bayrağı ile yan yana dalgalanırken Laenor'un annesi Rhaenys, torunu konusundaki fikirlerini haberi aldığı günden beri değiştirmemişti. Jacaerys'i bir torun olarak görmüyordu, kocasının aksine. Corlys Velaryon ise bebeğin oğlundan olmadığını bilse bile sesi çıkmıyordu. Çadırların ortasına doğru yaklaşan at arabalarını alkışlıyordu o sırada. Kızı Laena Velaryon hemen yanındaydı ve onun da birkaç ay önce ikiz bebekleri dünyaya gelmişti. Kutlamanın odağını biraz çalacak olan ikiz kız bebeklerin isimleri Baela ve Rhaena olmuştu.

"Aptal kocan nerede?" diye sormuştu Lord Corlys. Kral Viserys'in at arabası durduğu esnada yürümeye başladılar.

"Bilmiyorum." diye yanıtladı Laena. Babasının koluna girmişti, onunla ve annesiyle birlikte at arabasından inip alkışlayan insanları selamlayan Kral'a doğru yaklaşıyorlardı. Laena'nın asıl beklediği kişi Mhyris idi. Genç kadını görmek için başını yukarıya kaldırdı.

"Kral'ı selamlamaya gelmemesi büyük bir rezalet." Corlys Velaryon, damadı konusundaki seçimini yanlış yaptığını fark ettiği kötü bir dönemden geçiyor ve ondan kurtulmanın yollarını da bir yandan düşünüyordu.

"Umarım bir köşede ölmüştür." dedi Laena. Kocasından nefret ettiğini tüm ailesi bilirdi zaten. Neyse ki baskın bir tarafı yoktu adamın. Laena ne diyorsa o oluyordu evliliklerinde.

"Sence buradaki tek rezalet sorumsuz damadımız mı?" diye sordu Rhaenys.

"Lütfen, anne." Laenor yine aynı lafı duymak istemediği için ailesinden de hızlı hareket etti. Kalabalığa karıştı ve iki aydır yanına uğramadığı Rhaenyra ile Jacaerys'e ulaşmak için yolu açtı.

Oğlunun kaçar gibi gidişini izleyen Corlys ilerlemeyi kesti." Daha fazla bu konudan bahsetme, Rhaenys."

"Bahseden ben değilim zaten, burada gördüğün insanlar konuşuyor ama."

"Bir yığın değersiz adam mı?"

"Diyarın ortakları." dedi Rhaenys.

Rhaenys Targaryen bu konuda haklı olabilirdi ancak günün sonunda diyar lordlarının değil Kral'ın dediği olurdu. At arabası alkışlayan kalabalığın orta yerinde durduğunda, ilk inen Viserys olmuştu. Ona selam veren insanlarına karşılık olarak gülümsüyor, el sallayıp yanına ulaşan damadı Laenor ile yan yana durarak dilleri uzun olan lord ve leydilere bir çeşit mesaj veriyordu. Eli olan Lord Strong, kalabalığın önünde bekliyordu. Aklında dönen sorularına yanıt bulmaktan korktuğu bir dönem yaşayan Lyonel Strong, Viserys'in çok neşeli görünen yüzüne gülümsüyordu ama içi huzursuzdu oğlu yüzünden.

"Yeni doğan Prens Aemond adına!"

Kraliçe Alicent, kucağında yeni doğan oğlu Aemond ile at arabasından indiği sırada kalabalık arasından Hightower hanesine ait bir ses yükselmişti. Prens Aemond adına alkışlar yükseldi. Kral Viserys ve Kraliçe Alicent'ın diğer iki bebeği de bakıcılarının kucağında at arabasından indiler. Aegon artık biraz daha büyüdüğü için ona yapılan alkış tufanını fark ediyordu. Bir kral gibi el kaldırıp kalabalığı selamladı. Yetişkin adamlardan bazıları gelecekteki kral diye bağırmıştı. Kalabalığın içindeki yüzü belli olmayan birkaç kişilerdi bu lafı edenler. Ancak tezahüratın önüne geçen olay, Daemon'un attığı kahkaha ile gerçekleşmişti. Prens Aegon'un adı için duyulan sesler kesilmiş, ikinci at arabasından inen Daemon'un alaycı kahkahası gerekli cevabı vermişti. O görüldüğünde, bir daha ne Aegon ne de Aemond'un adına tek kelime dahi tezahürat duyulmamıştı. Fakat alkış sesleri tekrar yükseldi. Sebebi, Prens Daerys'in babasının omzunda görülüp Sör Orlys'in onun adına bağırması idi.

"Adının ilki olan Prens Daerys'in birinci isim günü kutlu olsun!"

Geçmişte bir gün, Prens Daemon'un aile kurarak meşru çocuklara sahip olacağı söylenseydi, muhtemelen şu anda alkışlayan insanlardan hiçbiri buna inanmazdı. Hatta gülüp geçer, Serseri Prens'in sadece fahişeleri ile piçlerini konuşacaklarını düşünerek kesin bir sonuca varırlardı. Şimdi ise Prens Daemon ve Prenses Mhyris'in oğulları Daerys'in birinci isim gününü kutluyorlardı. Korkulan adamın oğlu da onun kadar tahmin edilemez olur muydu? Jason Lannister, bu sorunun cevabını merak bile etmiyordu. Prens Daerys Targaryen henüz bir yaşında olabilirdi ancak kalabalığı izlemekten bıkmayan dikkatli gözleri, gelecekteki belalardan biri olacağını açıklıyordu. "Prens Daemon oğlunu eğitmek için çok hevesli." diyen Tyland Lannister'a karşılık tüm Lannister ailesi yüzlerini keyifsizlikle doldurmuşlardı.

Kalabalık ve av köpeklerinin gürültü çıkartması yüzünden daha şimdiden bıkkınlık duyan Daemon, kucağındaki oğluna insanların ne kadar da aptal göründüklerine dair bir şeyler söyledi ve Daerys gülmeye başladı. "Caraxes'i getirip hepsini korkutalım mı?"

Ejderhanın ismini tanıyan Daerys'in gözleri heyecanla parlamıştı.

"Olay çıkartmayacaksın, Daemon."
At arabasının kapısında görünen ve kalabalığa gülümsemek için durmak zorunda kalan Mhyris'in sabrı bitmek üzereydi. Son geldiği av şöleni aklına düşünce, Mhyris şimdi onu kutlayan yüzlere karşı öfke duymaktan uzaktı.

Daemon, söz vermediğini belirterek karısına elini uzattı. Yaverlerden biri hemen koşup at arabasının önüne bir basamak koymuştu.

"Ejderha sırtında saatlerce uçabilirim ancak hamileyken at arabaları eziyet çekmekten başka bir şey değil." dedi Mhyris. Prens Daemon'un elini tutup dikkatlice at arabasından indi. Hamile haliyle Essos'un yarısını gezmişti ama şimdiki hamileliğinde evinden dışarı çıkmak dahi istemiyordu.

Hemen onun peşinden inen Rhaenyra gülerek "Yol boyunca kusmaman için dua ettim." deyip, Mhyris'i güldürdü. Kucağında Jacaerys'i tutuyordu, oğlu için yükselen tezahüratları nezaketle gülümseyerek karşıladı ve Laenor'un koşup yanına gelmesine şimdilik bir tepki vermedi. Ona kızgındı.

"Yolculuk nasıl geçti?" diye sordu Sör Laenor.

"Yorucu." dedi Rhaenyra.

"Av sırasında geyik yerine seni tavşan niyetine vuracağım, Laenor." Prens'in maske niyetine kullandığı gülüşünün altında yatan tehdit gerçekti. Laenor'u sırf Rhaenyra'yı aylardır yalnız hâlde bıraktığı için çiğ çiğ yiyecekti.

Laenor Velaryon, ona bakmamaya çalışıyordu. Oğlunu kucağına alıp karısı Rhaenyra ile birlikte Kral'ın yanına gitmek için acele etti.

Daemon ise onun peşinden laflarını iletmeye devam ediyordu. "Asla şaka yapmam. Tavşan olacaksın, Laenor. Yahni yapıp yiyeceğim seni." diyerek Velaryon'un vârisine takılıyordu.

"Bu kez seni engellemeyeceğim." dedi Mhyris. Prens'in elinden tuttu ve aile olarak, evlendiklerinden bu yana ilk kez tüm hanelerin önüne çıkmak için yürümeye başladılar. Ve Mhyris gördü ki, insanların ona karşı olan bakışları ciddi oranda değişmişti. Eskiden Kızıl Prenses'e bir eş adayı olarak bakanlar, kıskançlık duyanlar ya da sıradan biri gibi görenler olurdu sadece. Fakat son olanlar, tüm diyarın Mhyris hakkında yeni fikirleri olduğunu gösteriyordu.

Ona bakan herkes saygıyla başlarını eğiyor ve Prenses uğultuları etrafını sarıyordu.

"Gölge Adamlar'ı gördün mü?"

Daemon'un sorusu ile birlikte Mhyris, Kral'ın yanında durdukları sırada bir anlığına kalabalığın ardında bekleyen onlarca adamı fark etmişti. Onları hiç çağırmamıştı. Neden geldiklerini Qorr açıklamak zorunda kalacaktı. Nitekim Gölge Adamlar'ın varlığı bir kenarda durmalıydı şimdilik. Çünkü Viserys'in konuşması için herkes sessizleşti. Kral Viserys yanında duran karısı Alicent, sevgili çocukları, kardeşi, damadı ve torunları ile birlikte kalabalığa bir aile tablosu çiziyorlardı.

"Bu şölen için hepiniz uzun yollardan geldiniz." diyerek başladı Kral Viserys. Gözü bir anlığına Hobert Hightower'a ve ailesine takıldı. Otto'nun gelmediği ortadaydı. "Vakit akşama yaklaşıyor. Kurulan masalarda ziyafet çekelim ve gösterileri izleyelim. Yarın av gününe kadar dinlenmeliyiz. Lütfen şimdi her biriniz karınlarınızı doyurmak için yerlerinize geçin!"

Kral Viserys'in isteğiyle herkes ziyafet vaktinin gelmesi için masalarına geri dönmeye başladı. Fakat lordlar biraz daha oyalanıp, Kral'ın etrafında dört dönmeye devam ettiler. Prenseslerine iltifatlar ediyor, torunları için harika bir kutlama yaptığını söyleyerek bir nevi kendi işleri yürüsün diye yalaka tavırlarına kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Kral Viserys onlarla sabır içerisinde sohbet ederek yerine doğru gidebilirdi ancak Daemon tahammülü olmayan bir adamdı. Kral'ın yanında kendisine bir yol açarak iki prensesi de yersiz iltifatlardan kurtardı. Onları bekleyen Velaryon ailesine, Rhaenys Targaryen'in ifadesindeki soğukluğa ulaştılar. Selamlaştılar, sohbet ederek kral masasına geçtiler bir arada. Ama Rhaenyra, ondan ve oğlundan uzakta duran Rhaenys'i fark ettiği için biraz gergin hissediyordu. Neyse ki Corlys Velaryon ona sandalyesini çektiğinde, Rhaenyra sıcak bir destek görmüştü. Adama teşekkür etti ve Laenor'un bir an olsun kucağından indirmediği oğlu Jacaerys'i izleyerek Rhaenys'in soğuk tavrını görmezlikten gelebilmişti.

"İki kız mı?" Daemon, eğilip kundakta duran Leydi Laena Velaryon'un ikiz kızlarına bakıyordu. Bakıcıları, Prens için bebekleri tutmuştu ve adamdaki iç çekişi duyunca gülmeye başladılar. İkiz bebekler ise merakla yetişkinleri izlerken, Prens Daemon yine huysuz bir bakışla kendi karısına dönmüştü.

Yan yana oturan Prenses Mhyris ile Laena Velaryon, gülüyorlardı. Uzun zamandır bir araya gelmedikleri için selamlaştıkları andan beri sohbetleri devam ediyordu.

"Hâlâ bir şansımız var." deyip şişmiş karnını gösterdi Mhyris. "Belki bu kız olur. Hemen üzülme."

"Umarım." Daemon'un ciddi ifadesi kadınları daha çok güldürdü.

"Diyardaki adamlar hep oğlan ister diye biliyorum." dedi Leydi Laena. Mhyris'in karnına dokunurken bir yandan da Daemon'a bakıyordu. "Siz beni çok şaşırttınız, Prensim."

Kadehinin doldurulmasını bekleyen Daemon yanıtladı. "Diyarı kancıklar ele geçirmiş, Leydi Laena. Kendileri gibi başka kancıkların gelecekte var olmasını istiyorlar haliyle."

Masaya gelen Kral Viserys, kardeşinin cevabını duyduğu için ona ters ters bakıyordu. Daemon ise abisine şarap kadehini kaldırarak karşılık vermişti. Sonra fark ettiler ki, masadaki herkes Daemon'u duyabilmişti. Alicent'ın ise yalnızca, Prens'in, babası Otto için en çok kullandığı kelime kulağına geldi.

Masanın diğer ucundaki Rhaenyra, amcasını destekledi. "Sıradaki bebek Daena olacak, hissediyorum."

"Olmasa bile Daemon denemekten asla bıkmaz." dedi Mhyris.

Daemon arkasına yaslandı, haylaz ifadesi görülmüştü. "Eğer bir bebek yapmanın yolu yataktan geçmeseydi, kesinlikle bıkabilirdim. Ama yapmayı daha çok sevdiğim başka şey yoktur."

"Prens Daemon ve arsız dili!" diyerek serzenişte bulundu Kraliçe Alicent. Ziyafet masasında konuşulacak bir konudan bahsetmeyi tercih ederdi.

"Evet, arsız dili çok yeteneklidir." diye mırıldandı Mhyris. Yanındaki Laena ile sessiz bir şekilde güldüler.

"Kral'ın da biraz arsız dilli olmasını tercih ederdiniz, Majesteleri." dedi Daemon. "Her kadın öylesini arzular."

Alicent'ın ağzı açık kaldı.

Corlys Velaryon ile Prenses Rhaenys Targaryen gülmemek için birbirlerine baktılar ve elleriyle hafifçe ağızlarını kapattılar. Ancak onların aksine Sör Laenor Velaryon sessiz kahkahaları yüzünden kızarmıştı. Bakıcılar bile bebekleri masadan uzaklaştırmanın daha iyi olacağına karar vermişlerdi.

Kral Viserys susmaları için öksürdü.

"Emirlere uyalım." diyerek abisini işaret eden Daemon uslu bir çocuk gibi görünmeye çalışıyordu.

"Umarım sağlıklı bir doğum olur, Prenses." diyen Rhaenys Targaryen, iyi dileklerini Mhyris'e sundu. Konu daha konuşulabilir hale gelince her biri rahatlamıştı.

Kızıl Prenses ona teşekkür etmişti.

Kral Viserys ile Prens Daemon'un göz düellosu, masaya Lord Lyonel Strong geldiğinde son bulmuştu. Konukların her biri masalara yerleşmiş, ortadaki yuvarlak kütük yığını ortaya çıkmıştı. Şölenin başladığının bir sembolüydü, Viserys konuşmasını yaptıktan sonra Kral Muhafızları tarafından yakılarak üç gün boyunca sönmesi önlenecekti. Tüm kadehler şarapla dolduruldu ve Kral Viserys ayağa kalkarken, Mhyris de ortadan kaybolan Gölge Adamlar'ı görmeye çalışıyordu. Onları tanıdığı için nereye bakması gerektiğini bilir, vakit kaybetmezdi. Kamp alanını gizli tutan ağaçların arkasındalardı. Hepsi bir köşeye yerleşmişti. Mhyris, Qorr'u gördüğü an yanına gelmesi için işaret vermişti. Bu sırada Viserys konuşmak için boğazını ıslatıyordu. Kalabalığa bir saniyeliğine göz gezdirdi ve kadeh tutan sağlam elini biraz öne uzattı.

"Av şölenine geldiğiniz için öncelikle hepinize teşekkür ederim." dedi Kral Viserys. Gür sesi ormanda yankılandı.

Ellerindeki meşaleler ile beş Kral Muhafızı, etrafı masalarla çevrilmiş kütük yığınının beş farklı noktasına geçtiler.

"Ateşi sen yaksana." diyerek Mhyris'in kulağına fısıldadı Daemon. "Korkudan kaçarlarken onları izleyip eğleniriz."

Mhyris ona susmasını işaret etti. Ama fikri sevdiğini inkar edemezdi. Qorr'u oturdukları masanın gerisinde gördü, çadır direklerinin yanında bekliyordu ve kuzgun omzunda duruyordu. Kızıl Prenses cevap almak için yemeğin bir an önce bitmesini bekleyecekti.

"Ejderhanın evi her geçen gün daha da büyüyor." diyerek konuşmasına devam ediyordu Viserys. "Çocuklarım ve torunlarım, diyarın geleceği adına birer mirasçı olarak yetişiyorlar. Her bir Targaryen, yeni bir ejderha demek ve Westeros'un semaları, ejderhaların koruması altında olmaya yıllar sonra bile devam edecek. Bugün burada hep bir arada, torunum Daerys'in birinci isim günü için toplandık. Av şölenine uygun, harika bir bahane bulmamıza vesile oldu!" Viserys ile birlikte diğer
lordların da kahkaha sesleri duyuldu. Arryn hanesinin masasından geyikleri avlamak ile ilgili espriler yükseldi ve bu laflara en çok Daemon gülüyordu.

Şölende olmayan Baratheon hanesine, hakkında Arryn'ler tarafından yapılan şakalar ve kimlerin Daemon'a destek verir gibi alkışladığı Jason Lannister tarafından  iletilecekti Boremund'a.

Fakat Kral Viserys, ondan beklendiği gibi kavgadan yana olmamıştı. Uzun konuşması bitene kadar herkes dikkat ederek onu dinledi. Daerys'in birinci isim günü için kadehler kalktı. Sonra aynı kadehler, Kral ve Kraliçe'nin yeni doğan oğlunu ve Prenses Rhaenyra ile Laenor Velaryon'un oğulları Jacaerys'i de kutlamak için ellerden hiç inmedi. Kral Muhafızları, Sör Harrold'ın emri ile ateşi yaktılar ve şölen resmi olarak başladı. Ziyafet yemeği keyifli ve uzun geçmişti. Lord Corlys Velaryon ile Kral Viserys, bebek Jacaerys'e verecekleri hediyeler konusunda adeta yarışarak herkesi güldürdüler. Uzun zamandır araları açık olan Targaryen hanesi ve Velaryon hanesinin bir evlilik sebebi ile yeniden kenetlenmiş olmaları da güç birliğini gösteriyordu. Hightower ailesi de uzaktan bu birliği izliyordu, Daemon Targaryen de onları. Hobert Hightower'a kadehini gösterip tehdit eder gibi bakmaktan usanmayan kısık gözleri ile ona yalandan gülümsemişti ve ziyafet boyunca gözlerini onların üzerinde tuttu.

Yemekler yenirken, hokkabazların ve kostümlü cücelerin tiyatro gösterileri konukları eğlendirdi. Basamaktaşı'nı canlandıran cüceler, Daemon ve Lord Corlys'in aldığı zaferi yeniden herkese hatırlatmak için savaşı canlandırdılar ve ortaya Yengeç Besleyici rolündeki cüce çıkınca, Prens Daemon alay edip "Sanırım diğer yarısı hâlâ mağarada." demişti. Dar Deniz'de aldığı zaferini yıllar sonra yeniden izlerken eğlenip, etrafındaki insanları güldürüyordu. Daemon'u canlandıran cüce başındaki kemikten taç ile diğer oyuncuların üzerine çıkıp etrafa selam verdi ancak bunu yaparken elinde geyik boynuzu sallıyordu. Bu detay Prens Daemon'un neredeyse duygulanmasına sebebiyet vermişti. Ayağa kalktı, şehrin ortasını infaz alanına çevirdiği gün kendisine bilgi verdiği için ödüllendirdiği cüce oyuncuyu alkışladı. Oğlunun birinci isim günü için fazlasıyla cömertti ve gösteri yapan ekibe bolca para dağıttı.

Ateşin etrafındaki erkekler gür sesleri ile kavga edermiş gibi sohbet ederken, ziyafetin bitimine doğru Mhyris biraz izin isteyerek yerinden ayrıldı. Qorr'u bulup bir köşede ona neler olduğunu sordu ve Lorath şehrinden gelen otuz sekiz gölge askerinin, Braavos'da olan saldırı olayını takip ederken buraya kadar ulaştıklarını öğrendi. Westeros topraklarının biraz güneyine inmeyi planlıyorlardı. "Ne kadar güneyine?" diye sormuştu Mhyris. Westeros'ta güney denilince akla ilk olarak Dorne toprakları gelirdi. Ancak Qorr, Dorne topraklarının komşularından bahsetti ve "Honeyholt bölgesine kısa ve gizli bir seyahat için sizden izin istiyorlar Mhysa" demişti Qorr. Honeyholt'un ismini duyunca, Mhyris çok şaşırdı. Gözleri doğruca, ateşin başında Kral Viserys'in yanında duran yaşlı Lord Beesbury'e dönmüştü. Honeyholt'un lordu oydu. Mhyris, askerlerin neden özellikle oraya gitmek istediklerini sorunca, Qorr elde ettikleri ipuçlarını takip ettiklerini ve Honeyholt'a kadar uzayan bir ağ bulduklarını söylemişti. Lord Beesbury'i izkerken onun dost olup olmadığını hiç düşünmediğini fark etmişti Mhyris. Şimdiye kadar şüphe duymamıştı. Aksine, Orlys'in sayesinde Lord Beesbury ile aylardır yakınlardı. "Sanırım herkes sorguyu hak ediyor, değil mi?" diyen Mhyris, askerlerine onay vermişti. Qorr'un omzunda bekleyen kuzgun, haberleri Mhyris'e sık sık ulaştıracaktı. Yerine geri döndüğünde, Daemon'a olanları sonra anlatacağını söyleyip ziyafetin geri kalanında düşünceli davranmıştı.

Yemek masaları toplanırken, akşamın karanlığı ormana çökmüştü. Erkekler sarhoş olmaya devam etmek için ateş etrafında, Kral'ın yanındalardı ancak serinleyen havadan dolayı kadınların çoğu büyük çadıra geçtiler. Rhaenyra ve Mhyris, yıllar önce aynı kadınlarla sohbet ederken çıkmaz bir yolda olup kendilerini kapana kısılmış hissediyor ve içten içe saldırgan davranıyorlardı. Ancak şimdi, Leydi Ceira onlara nasıl olduklarını sorarken keyifleri yerinde görünüyorlardı. Kadınların oturduğu alan yuvarlak bir şekil oluşturmuştu. Sahte kahkahaları duyuluyor, tabağı kek ile dolu olan leydiler dedikoduyu dinlemek için dikkat kesiliyorlardı ve ilgileri hamile olan Mhyris'in üzerine yoğunlaşmıştı.

"Targaryen çocuklarının büyürken ne kadar yaramaz olduklarını tüm diyar bilir." dedi yaşlı Leydi Ceira. Bakıcısı ile Mhyris'in hemen gerisinde duran Prens Daerys'e getirdiği hediyelerden dolayı övünmesi bitmemişti bir türlü. Jason ve Tyland Lannister'ın annesi olduğu her açıdan belliydi. Neyse ki bir ara bebeğin yaramazlığı hediye konusunu bölmüştü. Şimdi herkesin tek lafı, bebeklerdi.

"Bir de annesi olduğunuzu düşünün." diyen Kraliçe Alicent sayesinde hepsi oldukça yapay kahkahalarını yeniden attılar. "Ejderhaya bindiklerinde nasıl korkmayacağım, hiç bilmiyorum."

"Aegon'un bir binici olmaktan yana ne kadar sabırsız olduğunu görüyoruz." Leydi Lynesse Hightower, bakıcısına zor anlar yaşatan Prens Aegon'un tüm dikkatleri çekmesini sağladı. "Yakında kanatlanıp uçacak adeta."

Tüm leydiler onun yakışıklı ve cesur bir erkek olacağına dair Kraliçe'ye iltifatlarını ederken, Mhyris'in şarap kadehi yüzünü gizlemek için ağzına doğru yaklaştı.

"Ve şu tatlı yeni doğan." Leydi Lynesse Hightower'ın amacı belliydi. Alicent'ı ve çocuklarını övmek için buradaydı. Kraliçe'nin kucağındaki bebeği aldı ve yanındaki Leydi Ceira'ya gösterdi.

"Aemond çok güzel bir isim." diyerek sohbete katıldı Leydi Arryn. Prenses Rhaenyra'nın yanında oturuyordu ve sohbete dahil olmadıkları sırada genç kızla Aemma hakkında konuşmuştu.

"Teşekkürler." dedi Alicent. "İsminin bu olmasını çok istedim. Kral'ın fikri Daeron olması yönündeydi ancak bu kez beni kırmadı."

Leydilerden, Kraliçe ile Kral'ın mutlu evliliklerine dair övgüler duyuldu.

Onlara katılmayan ve uzak bir köşede vakit geçiren Prenses Rhaenys'in göz devirmesini ise göremediler.

"Westeros'ta iyi bir koca bulmak çok nadirdir." dedi Leydi Ceira. Bilgelikle konuşmasının sebebi, tecrübesiydi.

"Kesinlikle." diye mırıldandı Laena Velaryon. Onu duyan tek kişi Mhyris olmuştu. Birlikte oturuyorlardı.

Hizmetliler kadehleri tazelerken, bir keskin kulak hanımları çadırın giriş kapısında dinliyordu.

"Ama bazen sürprizler çıkabiliyor." Leydi Ceira Lannister, doğruca Kızıl Prenses'i işaret ediyordu. "Değil mi, Prenses?"

Eskiden ona çevrilen gözler olunca baskı altında hisseden Mhyris, şimdi hamile karnını tutarken rahat tavrı ile gülümsüyordu. "Haklısınız. Ancak size evlilik sırlarımı vermeyeceğim."

Yine ve yine kahkahalar.

En sahte olanları hem de.

"Açıkçası ben Essos'da yaptıklarınızı daha çok merak ediyorum, Prenses. Duyduklarımız doğru mu?" Laena'nın sorusu daha çok dikkat çekmişti.

"Ben hamileyken odamdan çıkmaya bile korkuyordum. Ve siz en tehlikeli toprakları mı gezdiniz? Delilik!" dedi Leydi Tyrell.

"Bazı kadınlar Essos'dan daha fazla tehlike barındırır."

Herkesin gözü, aralarına yeni katılan Melisandre'ye çevrilmişti. Kızıl Kadın selam vererek ilerledi ve tekli koltuğa oturup sohbetin havasını ağırlaştırdı.

"Prenses Mhyris için çocuk oyunu gibi bir seyahat olmuştu." dedi Kızıl Kadın.

Leydiler yabancı kadına karşı meraklı görünüyorlardı. Bazıları onunla ilgili hoş olmayan şeyler duymuştu.

"Tanıştırayım, Leydi Melisandre." dedi Mhyris. "Kendisi teyzem olur. Uzun yıllardır Essos'da yaşadığı için görüşemiyorduk."

Alicent'ın tek kaşı kalktı.

"Benziyorsunuz." dedi Leydi Ceira.

Melisandre gülümsedi. "Ailemdeki kadınlar birbirine oldukça benzer. Aslında siz de tanıdığım biri ile çok benziyorsunuz, Leydi Ceira."

"Sahi mi?"

"Evet, Tabitha Lannister dersem belki hatırlarsınız."

Leydi Ceira Lannister'ın rengi atmıştı.

"Kendisi nedimem ancak av şölenine gelemedi." dedi Mhyris.

"Essos'un neresinde yaşıyordunuz, Leydi Melisandre?" diye sordu Leydi Lynesse Hightower. Yakın dostu olan Leydi Ceira için kaçış yolu olmuştu.

"Pentos." Melisandre yalan söyledi.

"Geçen aylarda gittik. İnanılmaz bir şehir." dedi Rhaenyra. Uyandığı için Jacaerys'i getiren bakıcıya teşekkür ettikten sonra oğlunu kucağına aldı, arkasına tekrar yaslandı.

"Prens Reggio'nun size karşı ne kadar minnettar olduğunu duyduk, Prenses. Korsanlara karşı şehrini korumasına ortaklık ettiğiniz doğru mu?" Leydi Arryn sorusuyla dikkatleri çekti.

Leydi Tully hemen ekledi. "Sahiden de size bağlı bir ordu var mı, Prenses?"

Mhyris onayladığı an kadınlar şaşkın ifadelerini abarttılar. Bazıları imrendi ve inanmak istemedi. Bir kadın ve bir ordu mu? Masalda yaşamıyorlardı.

"Askerlerinin bazıları burada. Henüz görmediniz mi?" diye soran Rhaenyra, ona kaçamak bakışlarla bakan Kraliçe Alicent'a gözlerini çevirdi.

"Onları nasıl yönetiyorsunuz?" Laena Velaryon, Mhyris'e omzunu yasladı.

"Evlilik sırlarımı anlatmayı tercih ederim." dedi Mhyris. "Ama merak ediyorsanız, bir Targaryen olarak Fatih Aegon ve kara kız kardeşlerin soyundan geliyorum. Visenya'yı her zaman örnek almışımdır."

Rhaenyra, kız kardeşiyle aynı anda gülmüştü. "Sanırım bu açıdan bakarsak ben Rhaenys oluyorum."

Tebessüm eden yüzler Rhaenyra'ya döndü. Ona ve oğluna. Bazıları bebeği inceler gibi dikkatle bakmışlardı. Kızıl Kadın bunu fark edince konuştu.

"Gelecekte güçlü bir kraliçe olacağınız ortada, Prenses." dedi Melisandre.

Rhaenyra ona teşekkür etti.

Bu sırada bakıcısından kurtulan Prens Aegon, kadınların arasına koşarak dalmıştı. Küçük çaplı bir kargaşaya sebep olan çocuk, Leydi Lynesse tarafından tutulup Kraliçe Alicent ile arasındaki yere oturmak zorunda kaldı.

"Diyorum işte." dedi Leydi Ceira. "Bir Targaryen'in bebeği olduğu ortada. Elbette, Velaryon'ların da sizden pek farkı yok. Leydi Laena'nın cocukken ne kadar yaramaz olduğunu bilirim."

Laena suçu erkek kardeşine atmaya çalışınca bazı kadınlar ona hak verdi. Bebek Prens Daerys'in sesi yükseldi ve Leydi Laena'nın ikiz kızları Baela ile Rhaena da ağlamaya başladı. Leydi Ceira hemen Targaryen ve Velaryon bebeklerini işaret etti. "Tek başlarına bile annelerini delirtirler. Bir de iki hanenin birleştiği bebeği düşünün." dedi yaşlı kadın. Tüm kadınlar ona hak vererek güldüler. Aegon hepsine sevimli gözlerle bakıp dil çıkartırken, bazı leydiler onunla oynuyordu.

"Öyle demeyin, Leydi Ceira." diyerek gülüyordu Alicent. "Prens Jacaerys'in yaramaz olacağına inanmıyorum. Çok uslu bir bebektir. İki hanenin kanını taşıyor olsa bile."

Rhaenyra, saçlarını tutan oğlundan gözlerini çekti ve Alicent'a baktı. Ne amacında olduğunu anlamak kolaydı.

"Ve çok sevimli." diyerek Prenses'i destekledi Leydi Arryn. Gülümsedi. "Yüzünü güzel annesinden almış."

Rhaenyra ona birkaç kelime ederken, bebeğini diğerlerinden saklamak ister gibi battaniyeye daha çok sarmıştı.

"Bu hepimizin yararına olur zaten, Majesteleri." dedi Mhyris. "Sonuçta geleceğin kralı, değil mi?"

Bazı gözler Alicent'ı izledi.

Aegon ise Mhyris'e dil çıkartıyordu.

Kadınlar, Kraliçe ile Prenses'in gergin ilişkilerinden zarar görmemek için konuyu kış hazırlıklarına getirdiler. Mhyris bu esnada herkesten izin aldı, Daerys'in de uyumasını fırsat bilerek yerinden kalktı ve çadırda ilerleyerek Prenses Rhaenys Targaryen'in yanına ulaştı. Kadın tek başına oturuyordu. Suratından, dinlediği sohbeti saçma bulduğu okunabiliyordu. Mhyris ona gülümsedi. Rhaenys, kenara kayarak koltukta ona yer açmıştı. Mhyris'in oturmasına yardım etmek için elini uzattı ve Kızıl Prenses'in teşekkürüne sessiz kaldı. Düşünceliydi.

"Sence onları bu hale gelenekler mi getiriyor yoksa fazla krema mı?"

"Krema." Rhaenys gülmüştü.

Mhyris ona hak verdiğini söyleyerek karnını okşamaya başladı. Ayrıldığı sohbetin sesleri net şekilde duyuluyor ve uzaktan dinlenince, aptalca olduğu belli oluyordu.

"Seni takdir ediyorum, Mhyris." dedi Rhaenys Targaryen. Kadehini bırakıp genç kadına baktı.

"Kremadan etkilenmediğim için mi?"

Rhaenys'i güldürebilen insan sayısı bir hayli azdı. "Cesur olduğun için."

Mhyris ona bakıyordu.

"Benim yerimde olsaydın hakkın olan tacı alırdın."

"Muhtemelen." dedi Mhyris.

"Aslında şimdi de hakkın ancak sen göz ardı ediyorsun. Neden?"

"Aptal bir demir yığını için kardeşimi öldürmek ne kadar mantıklı olurdu?"

Rhaenys düşünürken hafifçe kafasını sallıyordu. "Sonunu getirecek."

"Rhaenyra mı?" Mhyris alay eder gibi güldü.

"Zaafın." dedi Rhaenys.

"Aile her şeydir, Rhaenys. Savaşmak için daha iyi bir sebebin var mı?"

"Eğer aileni korumak istiyorsan savaş için hevesli olmazsın, Mhyris. Çünkü elbet birilerini kaybedersin. Rhaenyra bir savaşın sebebi olacak farkındasın. Cesaretin önlem almanı engelliyor ve seni anlıyorum."

"Anlıyor musun gerçekten?"

"Tahmin ettiğinden daha çok ortak noktamız var. Benziyoruz."

Mhyris düşünürken derin bir nefes aldı.

"Sadece sen biraz daha şanslısın."

"Viserys'in kızı olduğumu biliyor muydun?"

"Hayır." dedi Rhaenys. "Ancak şüphe etmek için çok sebebim vardı. Haklı olduğumu görmek güzel."

"O halde şanslı olmadığımı biliyorsun. İnsanlar böyle düşünsün diye birçok şey yaşamak zorunda kaldım. Bana bu gücü veren Kral Viserys değildi ancak öyle bilinmesini tercih ediyorum."

"Onu affettin mi?"

Mhyris hayır anlamında kafa salladı.

"Annen için üzgünüm. Eminim ki kuzenim onu hiç hak etmemiştir."

"Etmedi." diyerek ona baktı Mhyris. "Bir piç olduğumu öğrenmek sarsıcı olmuştu. Babam dünyanın en cesur adamı iken birden aslında korkak bir babanın kızı olduğum ortaya çıktı."

Rhaenys alnını ovuştururken gülmeye devam ediyordu. "Zavallı çocuk."

"Gerçek soy ismimi almak beni daha güçlü gösteriyor olabilir elbette ama asıl gücümü annemden kalan miras sayesinde kazandım."

Rhaenys, her zaman Mhyris'in tuhaf bir yanı olduğunu bilirdi. Bakmasıyla anlamıştı zamanında. Fakat ona sorup gerçek cevapları istemezdi. Mhyris'in gizli kalması onu rahatsız etmiyordu.

"Jacaerys'in de seninle aynı kandan olduğunu unutma lütfen."

"Ben de bu konuyu ne zaman açarsın diye merak ediyordum." Rhaenys yine kadehini alıp içti.

"O bir Targaryen."

"Ama bir Velaryon değil."

Mhyris ona bakmasını bekledi.

"Tüm gerçekler göz önünde, Mhyris. Görüyorum, herkes görüyor. Bebek bizim ailemize ait değil. Rhaenyra'yı savunmaya başlama sakın."

"Oğlunun durumunu benden daha iyi biliyorsun. Denediklerini söylediler."

Rhaenys'in belirgin iç çekişi görüldü.

"Laenor'un oğluna ne kadar sevgiyle baktığını da görüyorsun. Rhaenyra ile ortak verdikleri bir karara neden biz karşı çıkalım? Bu onları ilgilendirir."

"Bu bir sorun, Mhyris. Rhaenyra'yı bu kadar savunmaya devam edersen, bir gün kendi çocuklarını da tehlikeye atarsın. Çünkü girdap herkese karşı aynı şiddeti gösterir. Rhaenyra'nın tek yaptığı denizde bir girdap yaratmak."

"Rhaenyra sadece önüne serilen yolda yürümeye çalışıyor."

"Ama adımlarını yanlış atıyor."

"Onu koruyacağım, her zaman."

"İlk darbeyi her zaman kalkan alır, Mhyris. Aklında bulunsun. Kardeşini korumaktan ziyade hata yapmasını engellemelisin." dedi Rhaenys.

"Sen de torununa karşı biraz Lord Corlys gibi sıcak davranabilirsin."

"Baela ve Rhaena her zaman sevecen yanımı tanıyacaklar zaten."

"Rhaenys, lütfen."

"Jacaerys beni torunum değil." dedi son kez Rhaenys. Ardından yerinden kalktı. "Sen de biraz düşün. Westeros seninle mi güvende olur yoksa onunla mı?"

"Doğrusunu söylemek gerekirse, kıyı kentindeki Pentos'ta sakin bir hayatı tercih ederim. Çocuklarımın özgür ve mutlu olduğu bir hayatı." dedi Mhyris.

Rhaenys karşısındaki inatçı kadında kendini gördüğü için gülümsedi yine. "Haklısın." dedi. "Demir Taht'a ihtiyaç duymadığım belli oluyor."

"Yeterince lanete sahibim zaten."

Rhaenys Targaryen, zıt fikirlerinden yana düşünmedi hiç. Mhyris'den bir ara Driftmark'ı ziyaret etmesini istedi ve Kızıl Prenses kabul etti. Sonrasında ise gece vakti çöktüğü için çadırdaki kadınlar yavaş yavaş hareketlenmeye başladı. Dışarıdaki sarhoş erkeklere umutsuzca bakarak kendi çadırlarına geçtiler. Mhyris, ilk önce Rhaenyra'yı çadırına bırakmıştı. İçeride Laenor ile Joffrey'i yarı çıplak yakaladıkları için söylendiler bir süre. Joffrey'i kovmuş, sarhoş Sör Laenor'u ise yerde bırakıp Jacaerys'i yatırmışlardı. Rhaenyra'ya iyi geceler dileyen Mhyris, çadırına doğru Qorr'un gözetiminde gitmişti. Ona teşekkür ettikten sonra içeriye girdi. Bakıcısı, uyuyan Daerys'i beşiğe yatırıyordu. Mhyris ondan artık gidip dinlenmesini istedi. Sonra Daerys'in üzerini iyice örttü ve bebeğin alnına hafif bir öpücük bırakırken, sarhoş hâliyle çadıra giren Daemon'a sessiz olmasını söyledi.

"Sarhoş değilim." dedi Daemon ama yatağa doğru yürürken tökezlemişti. Oturup çizmelerini çözmeye başladı.

Mhyris ise uyumaya hazırlanıyordu.

"Lord Beesbury'de dikkatini çeken bir şey oldu mu hiç?" diye sordu. Elbisesi yerine kalın kumaşlı geceliğini giydi.

"Kumar sevgisi dışında mı?"

"Qorr bana beklemediğim bir haber getirdi." Mhyris örgülerini çözerken Daemon'a doğru ilerledi. "Honeyholt, şüphe ettiklerine göre Braavos'daki olayın sorumlularını saklıyormuş."

Daemon'un kaşları çatıldı.

"Ama araştırmadan kesin bir sonuç söyleyemiyorlar. Benden izin istedi."

"Gidip her kim ise bulsunlar."

Mhyris onlara güvendiğini söyledi.

"Ama bana getirsinler." dedi Daemon. Çizmelerini yere bıraktı. Karşısındaki Mhyris'i uzanan eli onu tutup birkaç adım daha atmasını sağladı. "Aslında Honeyholt'u ziyaret edebilirim."

"Senin görülmeni istemiyorum. Onlar sessizce hallederler." dedi Mhyris.

"Böyle oturup haber beklemeyi hiç sevmiyorum, Mhyris. Kızıl Kale'ye tıkılıp kaldım resmen."

"Bizden bu kadar çabuk mu sıkıldın?"

Daemon, onun karnını okşarken "Ne demek istediğimi biliyorsun." dedi ve Mhyris'e baktı.

"Biliyorum." Mhyris gülümsüyordu.

"Arada bir evden kaçalım."

"Bildiğim güzel şehirler var."

Prens Daemon'un yorgun ve sarhoş yüzünde haylaz bir tebessüm belirdi. Baba olmaya alışmakla geçen aylarda bilinfik hâlini baskılamak ve sorunsuz günler geçirmek için çabalıyordu ama onun için yorucu bir tecrübeydi. Yine de ikinci bebeği beklerken sabırsızdı. Mhyris'in karnına alnını yasladı ve saçları genç kadın tarafından okşandı. Daemon'un son zamanlardaki sakin kalma yöntemi, kızı Daena olmasını umduğu Mhyris'in karnındaki bebeği hissetmekti. Alnını yaslamaya devam etmişti bir süre daha.

Kısa bir süre sonra ise yataktalardı. Mhyris, Daemon'a sarılarak yorucu günün sonunu getirmek için gözlerini kapamıştı. Prens'in göğsünde uykuya daldı.

Fakat gözlerini başka bir yerde açtı.

Karanlığın içinde ona doğru bakan bir şey vardı ve Mhyris onu göremiyordu.

Hissetmek bazen çok rahatsız ediciydi. Ortasına düştüğü boşlukta yalnızlığı tercih ederdi ama ne yazık ki değildi. Derinden gelen kuzgun seslerini duyup takip edebilirdi ancak adım attığında, ayaklarının çıplak olduğunu ve çamur benzeri bir zeminde durduğunu fark etmişti. Neredeydi? Yine bir rüyanın belli belirsiz kollarına düştüğünden emindi ancak etrafında esen rüzgârı hissetmek onu ürpertmişti. Hiçbir şey göremiyordu. Etrafında hareket eden canlıların ise farkındaydı. Savunmasız olmaktan hoşlanmadı.

Nerede olduğunu anlamak için biraz daha ışığa ihtiyacı vardı. Ellerini öne doğru kaldırdı ve parmaklarının ucu ateşle yanmaya başladı. 

Ateş, ışığı verirdi.

Işık ise gizli kalanı ortaya çıkarırdı.

Mhyris'in avucunda yanan ateş ondan saklanan gözleri ortaya serdiği vakit, genç kadının nefesi titredi. Kuzgunun gözleri ona bakıyordu. Büvet ağacının kavuğunda durmuş, hiç kıpırdamadan doğruca Mhyris'i izliyordu. Etrafındaki canlılar ise başka kuzgunlardı sadece. Rüzgâr yaratıyor ama kanat seslerini asla duyurmuyorlardı. Ne var ki özgün sesleri de çok uzaktan geliyordu. Yanı başında kanat çırpan kuzgunun sesini Mhyris net bir şekilde duyamıyordu ve bir an için sağır olduğunu sanmıştı.

Boşta olan elini kaldırıp kulağına yaklaştırdı ve parmağını şıklattı.

Kulağı hâlâ duyuyordu.

Yutkunma ihtiyacı hissetmişti. Ateşi tutan eli ile birlikte kendi etrafında döndü biraz. Çıplak ayakları çamurlu zemine basıp çıktı. Ateş aydınlattı ama sonsuz bir ormandan başka bir şeyden haberdar etmedi kadını. Zifiri karanlık altında, büvet ağaçlarıyla dolu orman Mhyris'in rüyasındaydı. Etrafı sarılmış ve kırmızı yapraklar tepesinde hafifçe sallanmıştı. Kızıl Prenses yeniden onu izleyen kuzguna döndü. Dost olduğu kuzgundu. Mhyris biliyordu. Tanırdı onu. Ama tuhaftır ki, kuzgun ona daha önce defalarca kez fısıldamasına rağmen Mhyris kara kuzgunun sesini bilmezdi. Sadece sözcükleri vardı.

"Sesini duyabilecek miyim?" diye sordu ve sesi dalgalar hâlinde yayıldı etrafa. Ağaçların arasında bir şeyler hareket etti. Mhyris kısa boylu birini görmüştü.

"Sesimi zaten biliyorsun." dedi kuzgun. Sesi derinlerden Mhyris'e ulaştı ancak genç kadının duyduğu ses kendisine ait olandı yine.

Mhyris'in kaşları şaşkınlıkla çatıldı.

"Beni taklit etme."

"Etmiyorum." dedi kuzgun.

"Ediyorsun."

Kuzgun kanatlarını açtı ve Mhyris'in yanına uçtu. Genç kadının çevresinde dönüyor, Mhyris'e yine onun sesiyle yanıt veriyordu. Onu taklit etmediği konusunda ısrarcıydı. "Yeşilgören'in isteği buydu." demişti kuzgun. Mhyris, boşta olan elini biraz öne uzattı. Kara kuzgun için konacak bir yer olmuştu. Kuzgun, Mhyris'in eline kondu. Siyah gözleri, ateşin ışığında derin bir boşluk gibiydi adeta. Tüyleri kusursuzdu ama gagasında derin bir kesik izi vardı.

"Seni bana armağan eden Yeşilgören idi. Asıl isteği haberlerimi taşıman ve gölgeler için aracılık etmen değil miydi yalnızca?"

"Üçüncü bir gözün olsun istedi." dedi kuzgun. Mhyris, kendi sesini dinlediği için tuhaf hissediyordu. Ama göz ardı etmeye çalıştı. Çevresini saran büvet ağaçlarının ardında hareket edenleri göz ucuyla takip ederken sordu.

"Bu ne demek?"

"Ateş aracılığı ile müritlerini gören Işık Lordu gibi senin de hiç gitmeden başka yerlerden haberdar olmanın yararlı olacağına karar vermişti."

Mhyris'in kaşları çatıldı yine.

"Ben uçacağım, sen izleyeceksin." dedi kuzgun.

"Sesimiz gibi gözlerimiz de artık ortak olacak yani. Her zaman mı?"

"Sadece istediğin anlarda."

"Peki sen benim gözümden olanları görebilecek misin?" diye sordu Mhyris.

Kuzgun, Mhyris'in elinden geçerek koluna doğru yürüdü. Siyah gözleri ile genç kadına doğruca bakıyordu. "Ben hiç gerçekten var olmadım, Mhyris."

"Sen aylardır yanımdasın."

"Sadece ölü bir kuzgunun gölgesiyim."

"Ama seni herkes görebiliyor."

"Gölgeyi de herkes görür ancak ona sadece hükmeden dokunabilir. Senin dışında kimse bana dokunamaz, çünkü başka bir dünyanın yansımasıyım."

Mhyris, kara kuzgunun gözlerine daha dikkatli bakınca, sahiden de büyük bir boşluktan ibaret olduğunu fark etmişti ve ateşi tutan elini ona yaklaştırdı. "Ne kadar yaşlısın?" diye sordu. Kuzgunun tüyleri ateşte yanmıyordu. Hatta ateşi tutan ele atladı. Mhyris bir anlığına korkmuştu ancak kuzguna ateş etki etmiyordu.

"Yeşilgören'in tepesinde uçtuğum son gün, Andallar tüm orman çocuklarını katletmişti."

"Hepsini mi?"

"Bazıları kuzeye kaçtı."

"Hâlâ yaşayan orman çocukları var mı peki?"

"Ormanın derinliklerinde, evet."

Mhyris, ağaçların arasında gezenlerin bir sürü orman çocuğu olduklarını bir saniye sonra görmüştü. Hepsi gizlice izledikleri yerden çıkarak Mhyris'in etrafına doluşmuşlardı. Yeşilgören'in birer kopyası gibilerdi. Kısa boylarıyla genç kadının etrafına toplandılar ama ona çekingen gözlerle bakıyorlardı.

Mhyris onlara gülümsemeye çalıştı.

Kuzgunun durduğu elindeki ateşi söndürdü, kuşun zarar görmediğini anlamıştı ancak yine de onunla bu şekilde konuşamazdı. Kara kuzgunu tutmaya devam ederek diğer eline yeni bir ateş yaktı. Birkaç saniyelik karartı sonrasında yeniden etrafını gördüğü an, orman çocuklarının artık dibinde durduklarını fark etmişti. Hepsi el ele tutuşmuş, Mhyris'e bakıyordu.

"Şimdi, korkmaman gerekiyor."

Mhyris, endişeyle kuzgun baktı.

"Kısa bir şarkı duyacaksın."

Orman çocuklarının şarkısı başladı. Fakat korkulacak bir şey değildi, hatta kulağa harika geliyordu. Mhyris'in tanıdığı bir ninniye benziyordu şarkı. Orman çocukları, Mhyris'in etrafında dönerek keyifle şarkı söylüyorlardı.

"Bu annemin söylediği bir şarkıya benziyor." dedi Mhyris.

"Sana hamile olduğu sırada öğrendi. Burada, onlardan." dedi kuzgun. Kızıl Prenses'in omzuna doğru uçtu, kondu.

Mhyris omzundaki kuzguna baktı. "Ne olacak peki şimdi?"

"Rüyalarda canın yanmaz."

"Biraz daha açıkla." Mhyris, şarkının yavaşladığını fark edince vücudunda ürperti hissetti.

"Hissettin, Mhyris. Her cadı için ürpertici bir tecrübe olur zaten."

Kara kuzgun haklıydı. Rüyasında, Kızıl Prenses'in tüyleri diken diken olmuştu. Çevresine baktığında herkes gitmişti. Omzundaki kuzgun ise tıpkı onun gibi kafasını hareket ettiriyordu. Bir anlık derin sessizlik, büvet ağaçlarının ağır ağır genç kadının üzerine çökmeye başlamasına davet çıkartmıştı. Mhyris ilerlemeye çalıştı ama ağaç gövdeleri o kadar sıklaşmıştı ki aralarından insan geçemezdi. Kırmızı yapraklar üzerine dökülüyordu. Mhyris artık iki elinde de tuttuğu ateş için çıkış yolu arıyordu.

"Kuzgun, nereden gideceğimizi söyle!"

Kuzgun ona yine aynı cümleyi söyledi.

Mhyris lanet edip çamurlu zemindeki ayaklarını zorladı ve üzerine kapanma amacındaki ağaçlardan kurtulmak için ilerlemeye devam etti.

Fakat çamurun içindeki eller onun ayaklarını yakalayıp durmasına sebep oldular. Mhyris yere baktığında, bir sürü elin çamurdan çıktığını görmüştü ve kurtulamak için çamurun yüzeyine ateşten bir örtü serdi adeta. Fakat onu tutan eller ölüydü. Hareket ediyorlardı hâlâ. Bir süre çaba harcayan Mhyris'in dikkatini saha sonra bir şey çekmişti. Eller onu toprağa çekmiyordu, sadece hareket etmesini engelliyorlardı. Kızıl Prenses sakinleşti, karşı koymaktan vazgeçti. Büvet ağaçları ve eller durdu. Sonra kuzgun aniden kanatlarını açtı ve gözden kayboldu.

Mhyris yalnız kalmıştı.

Ya da öyle gibi görünüyordu.

Aniden bedenine sarılan ve onu yere çeken onlarca orman çocuğunu asla beklememişti. Çamura doğru düşerken ellerindeki ateş söndü ve kırmızı tüylü bir kuzgun ortaya çıkıp, Mhyris yere düşmeden önce genç kadının yüzünü kanatları ile sardı.

Çığlık dahi atamamıştı.

Mhyris gözlerini açar açmaz, nefes nefese kalmış bir halde yatakta ani hamlesiyle doğruldu. Denemişti en azından. Hamile karnı yüzünden tek dirseği üzerine kalkabildi ve soluğu ciğerlerini yakarken, gerçek dünyaya döndüğünü bildiği için rahatlamıştı. Yüzüne dokundu kontrol etmek ister gibi. Çadırdan içeriye keskin bir gün ışığı giriyordu. Çoktan sabah olmuştu.

"Mhyris, iyi misin?"

Kızıl Prenses, yatakta yalnız olduğunu fark etti. Daemon çoktan uyanmıştı ve Daerys'in beşiğinin yanında oturarak üzerini giyiniyordu.

"Kâbus." dedi sadece Mhyris. Sırtını yasladı ve sakinleşmeye çalıştı. Kara kuzgunun dediklerini düşünüyordu.

"Tuhaf olanlarından mı?"

"Her zaman ki gibi."

Daemon çizmelerini bağladı ve elinde gömleği ile birlikte yatağa geri döndü. "Çok rahatsız ediyor mu?" diye sordu. Mhyris ona düşlerini anlatırdı. Prens ise her zaman dinlerdi. "Yine şu kısa boylu orman çocuğu muydu?"

"Bu kez sayıları bir hayli fazlaydı."

Prens memnuniyetsiz göründü.

"Her neyse." dedi Mhyris. Düşlerden bahsetmek istemiyordu. "Ava gidecek misin?"

"Ben olmadan yaban domuzlarına yem olurlar." diyerek kendini övmeyi ihmal etmemişti Daemon. Gömleğini giyindi ve uykudan kalkmış suratında kocaman bir gülümseme beliren Kızıl Prenses'e yaklaştı. "Tabi eğer istersen onları burada bırakıp gidebiliriz."

"Olmaz, yetişmem gereken dedikodu saatleri var. Küçük konsey leydilerin sohbeti yanında çok masum kalıyor."

Daemon tahmin edebildiğini söyledi ve "Hiçbirine merhamet göstermeyin, Prenses." dedikten sonra dudaklarına bir öpücük bıraktı Mhyris'in.

"Peki siz bugün kimi sıradaki kurban olarak seçtiniz, Prensim?"

Prens Daemon'un gülüşü birden fazla kişiyi gözüne kestirdiğini açıkça belli ediyordu.

*


Kral Ormanı, avlanmak için gelen, at üstündeki soylu erkekler ile doluydu. Sanki güneş bugüne özel parlıyordu. Tazıların tasmalarını tutan yaverler yan yana dizilmiş, yaklaşan Kral'ı ve beraberindeki lordları karşılamaya hazırlanmışlardı. Genç erkekler daha önceden ormana ulaşmış, Kral için tüm hazırlıkları yapmıştı. Gözcüler, buldukları beyaz alageyik izlerinden emindi. Yakınlarda bir yerde, avları onları bekliyordu.

"Denizde balık avlamayı tercih ettiğini biliyorum, Lord Corlys."

"Arada bir değişiklik yapmak iyidir, Majesteleri." dedi Lord Corlys. Kral Viserys ile yan yana at sürüyorlardı. Onları bekleyen av grubuna doğru yaklaşırken, sohbetleri koyuydu. "Ne yazık ki Laenor onu bile sevmiyor."

Viserys'in ardında onları takip eden adamlar gülüyordu. Laenor Velaryon ise babasının yanındaki atının ipini o kadar sıkı tutuyordu ki, sohbet etmek yerine av alanında gördüğü Joffrey ile ormandan kaçmak istediği belliydi.

"Kızım Laena av işine daha meraklı."

"Leydi Laena'nın kocasını göremedik, Lord Corlys. Av şölenine geldiğinden emindim." Daemon sormuştu. Kral'ın diğer yanında at sürüyordu. Gözlerini yaklaştıkları av alanına dikmiş, onları bekleyen Lord Hobert Hightower'a neler yapmak istediğini düşünüyordu.

Prens Daemon'un sorusunun cevabını Lord Kumandan biliyordu. Şölendeki her olay onun kontrolündeydi ancak Kral'ı takip eden atının sırtında sessiz kalmayı tercih etti. Tıpkı Kral Eli Lord Lyonel Strong gibi. İki adam da herkes sarhoşken şölende neler olduğunu ve gizli gizli dönen olayları görmüştü.


"Erkenden ayrılması gerekti." diyerek üstü kapalı bir açıklama yaptı Lord Corlys. Aslında dün gece, kızı Leydi Laena'nın Braavos'lu bir denizci olan aptal kocasını şölenden kovmuştu ve Driftmark'a geri döndüğünde de onu yaşatmayı düşünmüyordu.

"Evet, hemde koşarak." dedi Laenor. Babasının neden yalan söylediğinden haberdardı. Laena'nın kocasını akşam vakti hizmetçi bir kadınla yakaladığı için Corlys Velaryon rezillik çıkmasın diye onu apar topar yollamıştı.

"Mhyris, yakın zamanda Driftmark'ı ziyaret etmek istiyor. Belki o esnada kendisiyle daha yakından tanışırız."

"Elbette, Prens Daemon."

Kral Viserys, Braavos'lu bir denizci hakkında konuşmak istemiyordu ve av alanında durduklarında, kardeşine baktı. "Daerys'in adına geyiği avlayan kişi sen olmalısın, Daemon."

"Yeni doğan oğlunuz için burada değil miyiz, Majesteleri?" diye sordu Prens Daemon. Sesini özellikle Lord Hobert ve Gwayne Hightower'a duyurmuştu. Otto kendisi yerine oğlunu yollamıştı. Daemon'un zamanında turnuva için yere serdiği şövalyelerden biriydi.

"Oğlum ve torunlarım için." diyerek düzeltti Viserys. Onları selamlayan adamlara karşılık verdikten sonra kardeşine geri döndü. "Ne dersin?"

"Kraliyet avı benim tarzıma uymuyor, Majesteleri." dedi Daemon. "Onlarca adamın tuttuğu bir geyiğe mızrağımı saplayıp sonra da cesur adamım diye ortalıkta dolaşamam."

Viserys sabırla nefes aldı ve atından indi. "Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?"

"Kendi işimi tek başıma halletmekten mi?" diye soran Daemon atından inip öne doğru ilerledi. "Hiç sanmıyorum, Majesteleri."

Viserys umutsuzca bakarken, Daemon kavga gününde olmadığı için abisinin omzuna hafifçe vurdu ve ona yanında yürüyerek eşlik etti. Kardeş oldukları nadir anlardan biriydi ama Lannister ikizleri onların bu sahnesini dillerine vurup sahte övgüler sunarken, durum can sıkıcı bir hâl alabiliyordu. Ağacın altında duran adamlar şölen eğlencesi adına Kral'a teşekkürlerini ilettiler bir kez daha.

"Kamp alanına beyaz bir alageyik ile döndüğümüzde gerçek şölen olacak." dedi Kral Viserys. Yanında duran Eli Lord Strong, gözcünün yaklaştığını söyledi.

"Geçen sefer ki talihsizliklerden ders aldık, Majesteleri. Bu kez onurumuz için o geyiği avlamalıyız yoksa bizleri bekleyen hanımların dillerinden asla kurtulamayız." Jason Lannister'ın lafı adamları güldürdü. Omzunu yasladığı ağaçta küçük bir yılan vardı. Daemon görmüş ancak ses çıkartmamıştı.

Lord Hobert Hightower sordu. "Prens Daemon ve Sör Laenor'un ortaklığını mı izleyeceğiz bugün?"

"Ben sizi izlemeyi tercih ederim, Lord Hobert." dedi Daemon. Gülüşünde çok rahatsız edici bir alay vardı.

"Oğlunuz Sör Harwin nerede?" diye sordu Lord Jason, Lyonel'e. "Geçen av şölenindeki geyiği oğlunuz sayesinde bağlayabilmiştik. Sör Harwin Strong olmasaydı, yüzüme boynuz vuruşu yiyordum."

"Keşke yeseydin." diye kendi kendine mırıldandı Daemon. Yanında duran Laenor bunu duydu. İçten içe gülüyor ama saklıyordu.

"Harwin prenseslere orman gezisinde eşlik etmek için geride kaldı." Lyonel Strong yanıtladı.

"Ne şanslı bir görev!" dedi Lord Jason Lannister. İkiz kardeşi Tyland ondan susmasını istiyordu ama imkânsızdı.

Konu oğluna geldiği için rahatsızlığını belli etmeyen Lord Strong, gözcülerin geldiğini söyleyerek Kral Viserys ile birlikte adamların yanından ayrıldı.

Gwayne Hightower, Kral'ın gidişini fırsat bilip devam etti. "Umarım av üçüncü güne kadar uzamaz beyler."

"Düğününe mi yetişemezsin yoksa?"

Laenor'un karşılığı yüzünden, herkes Gwayne'e alay ederek bahtsız gelinin kim olduğunu sordu. Gwayne ise hiç tepki göstermeden pembe bir domuz olduğunu söyleyip Jason Lannister ile boğulana kadar kahkaha atmıştı. Aynı esnada, ağaçtaki küçük yılanın Jason Lannister'ın omzuna indiğini gören Daemon'un tebessümünde şeytandan izler vardı.

"Lord Jason Lannister, omzunuzda bir Hightower var." dedi Daemon. Adama omzunu işaret etmişti.

Lord Jason bir anlığına anlamamıştı ancak omzuna düşen yeşil yılanı fark ettiği an irkilerek hayvanı yere atmış, birkaç adım geriye tökezlemişti. Hiç bozuntuya vermedi. Adamlar hep bir ağızdan gülüyordu, biri hariç. Kraliçe Alicent'ın kardeşi Gwayne Hightower, Prens Daemon'a öfkeyle bakıyordu ve gözleri, kurnaz prens tarafında fark edildi. Daemon ona doğru samimiyet barındırmayan bir hareket ile selam verir gibi yapmıştı. Yerdeki yeşil yılan ise Corlys Velaryon tarafında alındı ve adam henüz yavru olan yılanı izledi.

"Büyüdüğünde vereceği zarar korku ile kalmayacak." dedi Lord Corlys ve yılanı yavaşça yere bıraktı tekrar.

Küçük yeşil yılan kıvrılarak toprakta kaçacak yer ararken, adamların gözü sürüngen hayvana odaklanmıştı ama aniden ortaya çıkan, yılana saplanan ve onu toprağa adeta çakan bir bıçak yüzünden bazı genç adamlar irkildi. Tüm gözler tek bir kişiye dönmüştü. Bıçağı atan kişiye, Prens Daemon'a.

"Bu yüzden büyümesine izin vermek ahmaklık olur." dedi Serseri Prens.

Erkeklerin av alanında yayılan genel sessizliği bir kuzgunun sesi bölmüştü. Yılanın kanını toprağa akıtan Prens'e bakıyordu hâlâ gözler ancak Daemon kafasını gökyüzüne çevirdi ve kuzgun dostunu gördü. Kuzgunun kanadında artık kırmızı bir tüy vardı ve çırptığı kanadına gün ışığı vurduğu sıradaydı Daemon'un bu farklılığı görmesi. Kara kuzgun gizlendiği dalların arasından çıkmıştı. Prens onu izlerken, kuzgun uçarak uzaklaştı onlardan. Ormanda uzun bir yol aldı. Ağaçların arasında saklanan beyaz alageyiğin üzerinden geçti, ona kaçabileceği yönü tarif etti ve göle doğru süzüldü rüzgarın özgür esintisinde. Gölün kenarında oturan kız kardeşlerin yanına gidiyordu.

Onu yönlendiren ise gözlerini izlemek için kullanan Mhyris'di. Düş sırasında kazandığı yeteneği kullanmıştı. Yüzü, gördüklerinden dolayı gülüyordu.

Sonbahar yüzünden gölün yüzeyinde bir sürü kurumuş yaprak vardı. Hava serin ancak ferahtı. Kızıl Prenses, yere serilmiş kalın bir örtünün üzerindeki yastıkta oturuyordu. Gölün yüzeyine vuran güneş ışığı yansıdı Targaryen Prensesleri'ne doğru. Rhaenyra elini gözlerine siper etmek zorunda kaldı. Prens Daerys'in emekleyip kaçmaya çalışmasını izliyorlardı ve Jacaerys'i de yanına almaya çalışan Daerys'i her seferinde annesi Mhyris durduruyor ama bebek devam ediyordu yaramaz huyuna. Artık zapt edilemez gücüne ulaşmıştı.

"Kaçmaya çalıştığımız ancak şövalye engeline takıldığımız günü hatırlıyor musun?" diye sordu Rhaenyra. Bebeği Jacaerys, örtünün üzerinde, Daerys'in ilgisine karşılık vermeye çalışıyordu.

"Hiç unutmadım." diyerek fısıldadı Mhyris, sanki sır söyler gibi. Atları ağaca bağlayan Harwin gerideydi.

"Acaba gidebilseydik her şey nasıl olurdu diye düşünüyorum bazen."

Mhyris, bebek Jacaerys'in yanağını sıkmaya çalışan Daerys'i durdurdu. Ona yapmamasını söyledi. "Atlarla uzağa gidemezdik sanırım." dedi ve kız kardeşine baktı. "Neden? Gitmek mi isterdin?"

Rhaenyra, Jacaerys'i izliyordu.

"Muhafızları ile yattıktan sonra ay çayı içerek önlem alan sözde ahlâk timsali leydileri dinliyor olamazsın, Rhaenyra."

"Bu tanımı geri döndüğümüzde tekrar kullan lütfen." deyip gülmeye başladı Rhaenyra.

"Sadece doğruyu söylüyorum."

"Hanımlar doğruları dinlemeyi pek sevmiyorlar ne yazık ki." Rhaenyra gülme isteği yatışana kadar sessiz kaldı. Önlerinde oynayan prensleri izliyordu. Harwin Strong'un atları bağlamayı bitirdiğini duydu, dönüp ona baktı. Adamın mavi gözleri de onu izliyor ve gülümsüyordu.

"Senin bilmen yeterli, Rhaenyra." dedi Mhyris. Kız kardeşi ile göz göze geldi.

"Rhaenys ile benim hakkımda mı konuştunuz?"

"Evet."

"Benden nefret etmeye devam edecek mi?"

Mhyris omuzlarını oynattı yalnızca.

Bu sırada ağaçların arasından çıkan kuzgun süzülerek gölün kenarındaki Mhyris'e ulaştı. Genç kadının omzuna inerek değişen tüylerini Rhaenyra'nın fark etmesini sağladı. Simsiyah tüyleri artık kanadındaki kırmızı bir tüyden dolayı daha canlı görünüyordu. Kesik izi bulunan gagası ise iyileşmişti. Kızıl Prenses'in ikinci kanatlı dostuydu.

"Bana mı öyle geliyor yoksa kuzgunun git gide kızıl rengine mi dönüşüyor?"

"Dönüşüyor, yanlış görmedin." Mhyris gülüyordu. İşaret parmağını kaldırdı ve kuzgunun tüylerini okşadı. Az önce ilk ortak görülerini paylaşmışlardı.

"Bu biraz canımı sıkıyor, Mhyris." diye sızlandı Rhaenyra. "Yıllardır bir aradayız ama seni hiç tanımadığımı fark ediyorum."

"Bu durum benim için de geçerli."

"Hiç öğrenemediğimizi düşünmek bile midemi ağrıtıyor."

"Gerçekler ortaya çıkmakla ünlüdür, Rhaenyra. Elbet bir gün öğrenecektik. Zorundaydık." Mhyris, Rhaenyra ile birlikte çimlerin arasında oynayan iki bebeği izledi bir süre.

Bir taraftan aynılardı, diğer taraftan ise çok farklı. Aslında bebekleri, tıpkı onları temsil ediyordu. Prensesler de farklı görünüşlere sahip olabilirlerdi ancak kanları ortaktı.

****


Üç günlük av şöleninden sonra herkes evine geri dönmüştü. Atışmalarla ve Daemon'un yakaladığı beyaz alageyik ile hatırlanacak olan şölenden geriye kalelerine yeni haberlerle dönmüştü insanlar. Kızıl Kale'de ise Mhyris için yeni haberler vardı. Şölene gitmeyen Yvone ve Tabitha, onlardan bulmaları istenen tüm kanıtları ele geçirmişti.

Gece vakti, oğlu Daerys'i hizmetlisi Becca'ya emanet etti ve odasından ayrıldı Mhyris. Peşindeki Raymond ile birlikte Melisandre'nin odasına doğru giderken koridorda herhangi biriyle karşılaşmamak için acele ediyordu. Prens Daemon, Şehir Muhafızları'nın başındaydı. Mhyris, ondan tüm gece kaleden uzak durmasını istemişti ve Daemon sebebini öğrenince hiç itiraz etmemişti. Sevgili karısında kendisine dair benzerlikleri gördükçe keyfinden daha iyi hiçbir şey olmuyordu. Eğer şimdi kalede olmazsa, kısa bir süre sonra yaşanacaklara dair bir şüpheli olarak görülmezdi.

Mhyris, kalenin misafir kanadına gitti ve Melisandre'nin odasına yaklaştıkça adımlarını hızlandırdı. Raymond'un onlar tekrar odadan çıkana kadar hiç kapıdan ayrılmamasını istedi. Şövalye biliyordu bunu. Karısı sayesinde artık başka bir gerçeklik ile tanışmıştı. Kızıl Prenses, kapıya ulaşıp iki kez tıklattı. Saniyeler sonra ise kapıyı Tabitha açtı ve Mhyris'i içeriye aldı.

"Emin miyiz?" diye sordu.

Tabitha arkasından kapıyı kapattı ve yeniden odanın içine koşup küvete su doldurmaya devam etti. Qorr, küvetin içini izliyordu. Onun yanındaki Orlys ise elindeki kitapta bir sayfa arıyordu. Mhyris'i görünce küvetin uzağında ve odanın bir köşesine kalmasını istedi. Melisandre ise kollarını sıyırıyordu.

"Bunu almak için Alys denilen şu kızla kavga etmek zorunda kaldım." Yvone rulo halindeki kağıdını Mhyris'e verdi ve bu sırada elindeki yarayı gösterdi. "Beni takip ediyordu ama gördüğün üzere kazanan ben oldum."

"O ne zamandan beri Üstad Mellos'u koruyor?" Mhyris merakla kağıdı açtı.

"Korumuyor. Sadece meraklı ve bizi de takip etmek için harika bir av gibi görüyor." dedi Yvone.

Şölene gelmeyen Yvone ile Tabitha, uzun zamandır Orlys'i gözetleyen ve hâlâ Otto Hightower'a yakın olduğu düşünülen Üstad Mellos'u gözetleyip neler yaptığını öğrenmek üzere Kızıl Kale'de kalmışlardı. Mellos'un zaman zaman Kraliçe ile özel konuşmalarını gören Mhyris ondan şüphe ediyordu. Melisandre ise sezgilerine düşen bir kuruntu yüzünden Mhyris'i daha çok endişelendirmişti. Sözde şifa, Üstad'ın elinden geliyordu ancak şifa veren bir el istediğinde hastalığı da getirebilirdi ve Mellos artık güven vermiyordu.

"Bu mektubu Eski Şehir'e yollamak için haberci kuzgunlardan birine bağladı ama neyse ki dikkat dağıtan bir numaram vardı." dedi Yvone.

Tabitha, son kova suyu küvete döktü ve belini tutarken ekledi. "Aklına hiç iksirler gelmesin, Mhyris. Yvone'un numarası baldırında çıkan küçük bir yaraydı çünkü."

"Genç kızlara bayılıyor." diyerek sinsi sinsi güldü Yvone.

"Mellos'un o huyunu yıllar önce fark ettim. Çok işime yaramıştı." Mhyris, kızlar izin verince Mellos'un büyük ihtimalle Otto'ya yolladığı mektubu okumaya başladı. Daerys'in birinci yaş günü için herkesin avda olmasını fırsat bilerek Eski Şehir'den yollanan çiçekleri yuvaya ektiğini yazmıştı.

"Çiçekleri mı?"

"Aslında mantarlar." diyerek düzeltti Melisandre. "Bahçeye kış çiçeklerini ekmişler biz yokken. Eski Şehir'den geliyorlar. Mesajına özel kılıf. Birisi ele geçirse bile anlaşılmaz."

Orlys cebinden bir torba çıkartmıştı. "Prens Jacaerys'in beşiğinin altında bulduk." dedi. "Yavaş yavaş zehirler. Ne kokusu var, ne de belirtisi. Bebek için iki ayda ölüm demektir. Beşiğin altına dikilmişti."

"Alys muhtemelen mektubu benden alıp kimse bulmasın diye Alicent'a götürecekti." dedi Yvone.

Kızıl Prenses'in kalbinde öfkeden bir kıvılcım çaktı. Elinde tuttuğu mektup bir anda yanıp avucundan kül olarak yere döküldü. "Çabuk yapalım." dedi ruhsuz bir sesle. Melisandre'nin isteği ile gidip bir köşeye oturdu ve izleyici oldu. Hamile olduğundan dolayı ritüel için uygun değildi. Gölge adam Qorr kıyafetlerini çıkartırken, küvete elini daldıran ve Orlys ile aynı anda ritimli sözleri söyleyen Kızıl Kadın'ı izliyordu sadece. İşlerini kendileri halleden bir topluluğun üyesi olan Mhyris, yeğeni için kurulan tuzağı sindirme çalışıyor ancak başarılı olamıyordu. Mellos'un Otto ile yakın olduğunu bilirdi. Ondan bu yüzden nefret etmişti hep. Ama bu kez hislerle, taraflarla alakalı değildi. Ailesini koruyacağını söyleyen Mhyris olan biteni, çevrilen gizli dolapları bir bir Kral Viserys'e de anlatabilirdi ama sonuç alamayacağını biliyordu.

Ölüm, Mhyris'den gelmeliydi haine.

Dövmeyle kaplı vücudu çıplak kalan Qorr, suyla dolu küvete girdi ve geriye uzanıp yüzünü suyun altına daldırdı. Tenine kazılmış tuhaf sözcükler, bir cadının elinden çıkmaydı. Bu durum hem Qorr'a, hem de diğer adamlarına bazı ayrıcalıklar sunuyordu. Orlys'in elindeki kitap, Asshai'nin yasak olan kütüphanesinden çıkarılmıştı ve bu günler için adamın çantasında olurdu her zaman. Haini iz bırakmadan yok etmek için harika yollar öğretiyordu kitap. Üstad Mellos için kullanılacaktı. Melisandre ve Orlys'in geceye karışan ritüel sözcükleri, Kızıl Kale'nin sessiz duvarlarında yankılanıyordu. Uykuda olan insanlar ürperiyor, muhafızlar boş koridorlarda yürüyen birileri var sanıyorlardı. Büyü, geceye ulaşıyor ve tanrıları davet ediyordu evine. Ölüm tanrısı yanıt vermişti onlara. Varlığı odada hissedildi. Mumlar titredi ve Mhyris'in saçlarında tanıdık bir el gezindi. Ancak genç kadın korkmadı. Çünkü tanıyordu ölümü. Büyünün en derin sözleri küvetteki suyu kaynıyor gibi kabartırken, Kızıl Prenses ölümle yan yana oturuyordu. Ritüeli izleyen Mhyris'in gözleri küvetten yükselen gölgeyi görüyor, aynı anda da odanın penceresine dışarıdan bakabiliyordu.

Kuzgun ile Mhyris'in gözleri yeniden birleşmişti.

Yıldızların bile parlamadığı o geceyi, Asshai'nin gölge ritüeli daha karanlık bir hale getirdi. Küvetteki gölge adam, siyah renge bürünen suyun içinde bir teslimiyet yaşıyordu. Ateş odayı güçlü ışığı ile aydınlatırken, küvetten kalkıp etrafa bakan bir beden değil yalnızca bir gölgeydi artık. Büyüler sustu, Qorr bir gölgeye dönüşmüş varlığını dışarı çıkarttı ve siyah bir karartı olup göze bir şeytan gibi göründü. Sadece büyü sözcüklerini duyanlar onu görürdü, bir de kurbanı. Mhyris, gölge adamı odanın duvarından geçip giderken izledi. Yanındaki ölüm tanrısı da onunla birlikte gitmişti.

"Bize onun neler yapacağını anlatır mısın, Mhyris?" diye sordu Tabitha. Küvetin yanında oturmuşlardı Yvone ile birlikte. Orlys kitabı kapatıp yorgun bedenini bir koltuğa bıraktı. Kızıl Kadın ise küvetin içindeki karanlık suyu dikkatle izliyordu.

"Birazdan öğrenirim."

Mhyris gözlerini kapatıp bulunduğu odadan tamamen koptu ve kanatları olan bir kuzgunun gözlerine ulaşarak gökyüzünde süzüldüğü anları izledi. Kuzgun, kalenin etrafında dönerek Üstad Mellos'un odasının penceresine doğru uçuyordu. Mhyris, kuzgunun gözünden evini izlerken ister istemez heyecanlı hissediyordu. Karnındaki bebeğin de annesinden aşağıya kalır yanı yoktu. Kuzgun rüzgara karşıydı ve bunu hisseden bebek, annesinin karnına vuruyordu. Gözleri kuzguna adapte olmuş Mhyris, karnını tutup Üstad'ın odasına ulaşan kuzgundan izledi olan biteni.

Aralık olan pencereden içeriye giren kuzgun, bir köşede durarak Mellos'u izlemeye koyuldu. Elindeki kitabına başka birinin dokunduğunu hisseden Üstad Mellos, irkilerek kitabı masaya atmıştı. Odasına bakıyor, duyduğuna emin olduğu nefes sesini anlamaya çalışıyordu. Bu esnada kuzgun yüksek bir sesle onun dikkatini dağıttı. Üstad Mellos, penceredeki kuzgunu görünce bu yüzden korktuğunu sanarak onu kovmaya çalıştı ancak Mhyris, kara kuzguna odanın içine girip Mellos'un ulaşamayacağı bir köşeye konmasını istedi. Kuzgun denileni yaptı ve Üstad ona bir kitap fırlatırken, gölge adamın tepesinden uçup dolabın üstüne kondu.

Üstad Mellos, kuzgunu çıkartmak için dolaba doğru söylenerek yürüdüğü sırada odanın ortasında birine çarptı. Qorr'a. Kuzgun kanatlarını açıp tekrar bağırdı. Mellos'un gözleri ise korkuyla dolmuştu. Önünde belirmeye başladı bir adam. Karartıdan oluşan varlığı görünce, Üstad Mellos geri geri adım atmaya başladı. Masaya çarpıp birkaç karışım şişesini yere düşürdü ve cam şişelerine basıp kırılmalarını sağladı. Gölge, adama doğru yürüdükçe Üstad geri gitti. Duvara yaklaşana kadar da başka bir şey yapacak cesareti yoktu.

"Jacaerys adına." diye fısıldadı gölge.

Kuzgun yükseltti sesini yeniden.

Üstad Mellos, tutulmuş dilini tekrar açamadı ancak gölgenin dediklerini duyduğu an, ölümün nefesini hissetti ensesinde. Yaşlı ve yavaştı. Gölge ise kovalamaktan yorulmazdı. Mellos son bir cesaretle kapıya doğru hızlı hızlı yürüdü. "Gerçek olamaz." diye kendi kendine sayıklıyordu. Hizmet ettiği aileye karşı ihanetinin vicdani bir karşılığını yaşattığın sanıyordu yine kendisine. Kapıyı açıp odadan çıktı ve dik merdivenlere yöneldi ağır adımlar ile. Gölgenin onu takip ettiğini gördü. Kuzgun da gölgenin üzerindeydi her an. Üstad'ın kaldığı dar kule, karanlık ve boş olurdu geceleri. Yalnızdı. Gölge onu takip ederken, Mellos merdiveni inip aşağı kattaki muhafızlara ulaşıp kurtulacağına inandı. Dar merdivene adımını attığı an önünü kuzgun kesti ve Üstad Mellos'a kanatlarını çarptı art arda. Yaşlı adam ondan kurtulup gitmek için kuşa vurup önünü açtı ve korkuluklara tutunarak inmeye devam etti basamakları. Fakat gölge Qorr onunla birlikte iniyordu aşağı. Üstad'ı takip etti. Bir eli adamın gri kıyafetini tutuyordu zaten. Mellos basamakların ortasına ulaştığında ise Qorr onu ensesinden çekip durdurdu ve adamın başını geriye eğip yüzünü gösterdi.

Gölge, boş gözlerle ona bakıyordu.

Mellos ise ölümü görmüştü.

Kara kuzgun, Üstad'ın üzerinde durdu ve ona baktı bir süre. Kızıl Prenses'in gözlerine bakmak gibiydi Üstad için. Tanımıştı. Kimin yolladığını ölmeden önce bilmek hakkıydı.

Kuzgun kenara çekilip izin verince, gölge Qorr bıraktı adamı. Aniden ve sertçe. Yaşlı kalbine indirdiği korku duygusu ölmesi için yeterliydi Üstad Mellos'a. Fakat kesin olmalıydı ölüm. Gölge Adam, Mellos'u basamakların aşağısına itti ve Üstad dik merdiveni yuvarlanarak inerken, Qorr devam etti takip etmeye Mellos aşağı kata ulaşana kadar. Yaşlı Üstad'ı izlediler. Mellos'un daha ilk anda durmuştu zaten kalbi. Korku ve ölüm kokusu yetmişti ona. Merdivenlerin sonuna ise ölmüş bedeni ulaşmıştı. Kuzgun süzülerek ulaştı adamın cesedine ve yanına inip ona yakından baktı.

Yaşlı Üstad ölmüştü.

"İyi uykular, Mellos." diye fısıldadı o gece kuzgun ölüye.

Mhyris'in sesiyle.

(Bu illüstrasyon gerçek bir Mhyris temsili benim için 😻)

🐉

Yine kendi rekorumu kırıp 9k'lık bir bölüm yazdım 🥳

Mellos'a pamuklar buraya💨

Aemond Targaryen kurgusu okumak isterseniz, yeni bir tane yayınladım. Bölümün başındaki Dorne esintisi de yeni kurgumun eseri biraz. Fire and Sand isimli hikayeme hepinizi bekliyorum ✨

Öptüm!

Fortsett å les

You'll Also Like

173K 7.2K 36
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
5.8K 253 28
"Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir." Çukur 25 sene sonra... Bir gün şehre gelen bir yabancı sessizliği bozar. Cumali'nin oğlu Kahrama...
12.3K 283 16
Game Of Thrones House Of The Dragon, Karakterleri için one-shot hikayeler. #imagines🥇 #sansa🥇 #aryastark🥇 #nedstark🥇 #jonsnow🥇
32.3K 3.6K 54
{aemond targaryen} 𝗗𝗮𝗲𝗹𝗹𝗮 𝗕𝗮𝗿𝗮𝘁𝗵𝗲𝗼𝗻. Daemon Targaryen ve Alira Baratheon'ın tek çocuğuydu. Babası tarafından görmezden gelinmiş ve unu...