Red Targaryen ☾ Daemon Targar...

De larathecult

59.5K 5K 11K

Kral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi bü... Mai multe

the targaryen | daemon return
the targaryen | tournament and death
the targaryen | night visitor
the targaryen | her mother's twin
the targaryen | lady and dragon
the targaryen | pleasure house
the targaryen | king's heir
the targaryen | broken mirror
the targaryen | dragon's egg
the targaryen | betrayal of a friend
the targaryen | a candle for trust
the targaryen | red lady at dusk
the targaryen | wedding night
the targaryen | knight's kiss
the targaryen | white fallow deer
the targaryen | came from across the sea
the targaryen | a victory and a lover
the targaryen | he comes at night
the targaryen | bloody wedding
the targaryen | second birth ritual
the targaryen | emotions are more important than memories
the targaryen | anyone who hurt her must be punished
the targaryen | blood of my blood
the targaryen | night devour riders, not dragons
the targaryen | king's daughters
the targaryen | reason for slander
the targaryen | first of her name
the targaryen | driftmark visit
the targaryen | forbidden lovers meet at midnight
the targaryen | dragon's wings unfold
the targaryen | at home, away from home
the targaryen | only ravens rule the shadows
the targaryen | darkness gives birth to the dragon
the targaryen | in the arms of the lilac garden and ashes of a friend
the targaryen | d(a)emon's bride
the targaryen | raven's eyes are not considered legitimate
the targaryen | the dragon behind storm clouds
the targaryen | every night has a morning
the targaryen | living hearts and dead lovers
the targaryen | at every sunset a new dragon rises
the targaryen | blood determines the ruler
the targaryen | real enemy is always in sight
the targaryen | burn the witch
the targaryen | our house is dragonstone
the targaryen | the queen doesn't like bastards
the targaryen | princess and her knight
the targaryen | when a rider dies, a new one is born
the targaryen | lord of the harrenhal
the targaryen | wolfs and dragons
the targaryen | the knight and the groom
the targaryen | swear for the second time
the targaryen | witch's son
the targaryen | guests of the riverlands
the targaryen | dornish princess
the targaryen | desires and obligations
the targaryen | marriage is a duty
the targaryen | calm before the storm
the targaryen | true owners of the red keep
the targaryen | maegor's holdfast
the targaryen | time changes but someone always stay the same
the targaryen | mercy of the old gods
the targaryen | breaking point
the targaryen | witch of the forest
the targaryen | green council
the targaryen | black queen(s)
the targaryen | messenger of aegon the usurper
the targaryen | disappointing sons
the targaryen | the north remembers
the targaryen | downfall
the targaryen | mothers always avenge their children
the targaryen | blood of the golden prince
the targaryen | dark sister's soul
the targaryen | blood and cheese
the targaryen | a boy comes, a boy goes
the targaryen | pawn forward one square
the targaryen | black honeyholt
the targaryen | the queen who never was
the targaryen | heirs and dragonseeds
the targaryen | a duel in the stranger's name

the targaryen | from a strong blood

789 64 57
De larathecult

Ilık bir yaz sabahı, açık bırakılmış pencereden esen rüzgâr doluyordu odaya. Güneş parlıyordu. Bahçenin süs havuzunda veya çiçeklerle dolu köşelerinde olması gereken kırmızı renkli küçük bir kuş uçmuş, aralık bırakılmış bu pencerenin önündeki çıkıntıya konmuştu. Cıvıltısı günün sıcaklığına eşlik eder gibi duyuldu. Kafasını uzattı, odanın içine bakıp uyuyan adamı gördü ve sesi tekrar yükseldi. Şövalyenin uyanması için uğraşıyordu sanki.

Uykuda olan adam ise kıpırdamak yerine, geceden kalan yorgunluğu yüzünden yatmaya devam etmişti. Sakin nefesi örtünün dışında duran çıplak gövdesi sayesinde belirgindi. Yüzü yastığa gömülü, siyah saçları ise beyaz yastığına seriliydi. Bitkin uykusu derindi. Yarısı içilmiş içki şişesi devrilmiş bir vaziyette yerde duruyordu. Zırhı ve kılıcı yatağının yanındaki duvara yaslanmıştı. Ona dair çok fazla eşya yoktu. Odasında hâlâ bir yabancı gibiydi. Durmanın ne olduğunu bilmeyen karakterini Kızıl Kale'deki odasına da bir türlü sığdıramamıştı.

O sadece savaşırken evindeydi.

Bir de kızının şarkısını dinlerken...

Uyumadan önce, aşık olduğu adam tarafından yazılmış mektubun tüm sayfalarını okumuştu. Duygularını saklamak zorunda kaldığı hayatını idare ettiriyordu ama bazen, yerde duran içki şişesinde umut aramaya çalışırdı. Geçen gecesi yine sarhoş geçmişti. Baş ucunda duran mektup uzaklardan, Braavos'dan geliyordu ve şövalye için geleceğe dair umut duyması için yeterliydi. Fakat her satır, özlediği adamı daha çok arzu etmesine sebep olmuştu. İçmişti ve yatağa tökezleyen yürüyüşü ile geri dönmüştü. Güçlü, sarsılmaz ve kılıç ustası olarak görülüyordu. Ancak o bazen çok üzgün olabiliyordu ve iri cüssesi bunu saklaması için fırsatı ona sağlardı her zaman. Kızı içindi tüm sıkıntıları. Özgürlükten uzakta olmayı seçmek zorunda kalmıştı ve güzel kızına her baktığında, pişman olmaktan arınıyordu.

Ron Silverarmor iki yıldır Westeros topraklarında sıkışıp kalmıştı. Iris öldükten sonra gidebilecekleri bir sürü şehir, köy ya da ailesinin ıssız evi vardı ancak Ron, sahte karısına olanları düşününce kızını da onun gibi bir sona mahkum edemezdi ve buraya, Kral Toprakları'na geldiler. İki yıl mi olmuştu? Ron, zamanı hiç saymazdı. Kızı Mhyris güvendeydi. Ona iyi bakılıyordu ve etrafı asker ordusu ile çevriliydi. Ron'un rahat bir uyku uyumasının sebebi buydu. Hükümdarın evinde kimse küçük kızına zarar veremezdi. En azından henüz bir çocukken, derdi Sör Ron.

O sabah, gitmesi gereken bir talim vardı. Çaylak askerleri eğitmek için vaktini harcıyor, aklını bu sayede meşgul tutabiliyordu. Gideceği bir savaş vardı. Aslında gitmekte istedi ama Kral Viserys izin vermemiş ve dostunu yanında görmek istediğini belirtmişti.Kral Viserys'in bahanesi Mhyris idi. Çok geç tanıştığı kızı ile arasına köprü kuracak tek kişi ise Ron idi. Şövalye, bu yüzden kaldı. Iris'in ölümünü yeni atlatan kızını yalnız bırakmadı.

Kısık sesli horlamasına küçük kuş cıvıltısı ile eşlik ediyordu. Şövalye derin uykusundan uyanmazdı ama odasına gizlice girmiş biri onun en tatlı yerindeki uykusunu bölecekti. Ateş saçmayı henüz bilmeyen kızıl kız, odanın kapısını kapattı ve çok sessiz adımlarla yatağa doğru gitti. Uykudan kalkmış örgülü saçından bir sürü kızıl tutam firar etmişti ve üzerindeki geceliği yerleri süpürüp onu takip ediyordu. Küçük Mhyris haylaz bir gülümseme ile babasına bakmak için yatağın etrafından dolaştı. Yere dökülmüş içkiyi ve şişeyi görünce kaşlarını çatmıştı. Babasının bu hâlini sevmiyordu. Çıplak ayakları adımlarını dikkatli attı ve içkiye basmadı, hâlâ uyuyan adamın olduğu tarafa ulaşıp yakın durarak babasını kontrol etmişti. Ron Silverarmor derin bir uykuda, etrafından habersizdi. Penceredeki kuş ses çıkartıyordu. Mhyris, kuşa sessiz olması için işaret yaptıktan sonra tekrar babasına döndü. Ron uyansın diye adamın burnuna ve yanağına dokundu. Ancak babası gıdıklanan yüzünü ovuşturmaktan başka bir şey yapmamıştı.

Mhyris yaramaz aklıyla düşündü ve suç ortağı gibi kırmızı kuşa bakıp gülmüştü. Küçük kız yatağın diğer tarafına yeniden ulaştığında, kuş cıvıldadı ve Mhyris yatağa çıkarken kuş da kanatlarını çırpıyordu. Kızıl kız, yatağa çıkıp ayağa kalktı ancak babasını uyandırmadan önce biraz durup etrafa baktı. Zırhını kullanıp gürültü çıkartmayı düşünmüştü ve bir an için yapacaktı. Fakat babası homurdanarak kıpırdayınca, küçük kız buna vakti olmadığını anladı ve yatağın üzerinde zıplamaya başladı.

"Güneş doğdu!" diye bağırdı. Bir yandan zıplıyor, diğer yandan da şarkı söylüyordu. "Kadife tepeleri aydınlattı, tüccar bağırırken ona, hırsız çalışıyordu kaçmaya!"

Mhyris yatakta zıplayarak Pentos şarkısı söylerken, Ron Silverarmor uykusundan kopmuştu. Gözlerini daha açacak kadar kendine gelmiş sayılmazdı ancak Mhyris'in sesiyle beraber yüzünde tebessüm ifadesi ortaya çıkmıştı. Kızı hiç durmadan zıplıyordu. Babasının üzerindeki örtüyü çekiyor, şarkı söyleyerek tüm kattaki uykuları bölüyordu.

"Erik bahçesinde koşuyordu prens, peşinde arsız kızlar, Pentos şarabı arayan bir keşiş buldu onları, yeni toplanmış meyvelerin arasında."

Mhyris, hasat zamanı Pentos pazarı için yaşlı komşuları ile söylediği bu şarkıya kendisini kaptırmıştı. Ron yatakta sırt üstü dönerek kızının sabah neşesini izlerken, kızıl kızı şarkısına devam ediyor ve yatağın üzerinde hiç durmadan zıplıyordu.

"Limandaki gemi oldu alabora, tüm mahsul döküldü canavarın ağzına, tüccar ağlıyor parasına, hırsız çocuklar topluyor kayığa."

Mhyris, Pentos kadar sıcak sabahı kutlar gibi ellerini havaya kaldırıp babasının kahkahaları eşliğindeki şarkısını bitirince durmuştu. Biraz etrafında döndü, seyircisi varmış gibi selam verdi. Sonra uykusunu böldüğü babasına baktı. Ron kızına elini uzatmıştı. Mhyris onun elini tuttu, dizlerinin üzerine düşerek kendini babasının yanına bıraktı. Zıplayıp şarkı söylediği için yüzüne pembelik gelmişti. Örtüyü kaldırdı ve içine girip babasına sarıldı. Ron kızının yaramaz yanına alışkanlık kazanmıştı ancak Mhyris'in halleri kaledeki insanları hâlâ zorluyordu.

"Bu kattaki tüm insanlar sayende uyandı, Mhyris." Ron, durmaktan anlamayan kızını kolları arasında sıkıştırdı. Mhyris kurtulmak için uğraşıyordu. Ron, gülerken, kızının söylendiğini duyuyordu. Mhyris'in henüz güçsüz olan elleri babasının kolunu itmeye çalıştı. Ron birazcık gevşetti tutuşunu. Kızı rutin hâline getirdikleri alıştırmaya uyumluydu ve adamın önceden gösterdiği gibi hareket ederek kurtuldu. Onu itip kollarını açmayı başardı, olası bir saldırıya karşı hâlâ hazırlıklıydı. Ron kızına "Aferin!" derken, küçük kız biraz doğrulup onun gövdesine yaslanmıştı.

"Çok fazla uyuyorlar zaten." dedi Mhyris. Saçlarını yüzünden çekmek için uğraşıyordu. Bu kez daha kısa sürede babasını yendiği için keyfi yerindeydi. Yüzünü açtıktan sonra babasına baktı. "Dün neredeydin?"

"Demek bu sabah annem olmayı seçtin." Ron, kızına gülüyordu.

Mhyris kızmış gibi ona tek kaşını kaldırmıştı. "Şaka yapmana izin vermedim. Dün akşam her yerde seni aramıştım."

"Prens'i şehre götürdüm." Ron bu konuda yalan söylemiyordu. Genç Prens Daemon'u tavernaya götürüp diğer askerlerle vakit geçirmişlerdi ancak ilerleyen saatlerde onlardan ayrılan Ron, yalnız devam etmişti.

Mhyris cevaptan memnun değildi.

"Seni de götürmem için hâlâ vakit var, Mhyris. Büyüdüğünde birlikte tüm şehri gezeceğiz." diyen Ron'un gözleri, surat asan kızını izliyordu. Uzun saçları dökülüyordu üzerine küçük kızın. Ron, onun saçını geri attıktan sonra kızıl kızın tombul yanağını sıkmıştı. 

"Söz veriyor musun?" 

"Elbette." Ron serçe parmağını ona uzattı. "Şövalye sözü."

Mhyris hevesle serçe parmaklarını birleştirip ondan sözünü aldı. Daha sonra babasının göğsüne yatıp ona sarıldı. Gece onu görmeden uykuya daldığı için sabah huysuz uyanmıştı ama şimdi keyfi yerine geliyordu.

"Kahvaltıyı birlikte yapalım." dedi Mhyris.

"Kraliçe Aemma'ya eşlik etmeyecek misin?" Ron kızının saçını okşadı.

Mhyris sıkıntıyla nefesini üfledi ve parlak gözlerini Ron'a çevirdi. "O zaman bakıcılar yanımızda oluyor ve sürekli fazla tatlı yediğimden bahsediyorlar."

Ron'un gülüşü duyuldu.

"Fazla tatlı yemiyorum."

"Emin misin?" diye sordu Ron.

Mhyris omuzlarını oynatmakla yetindi ve gözlerini babasından kaçırırken penceredeki kırmızı kuşun çoktan gittiğini gördü.

"Limonlu turta olsa bile mi?"

"Bana inat olsun diye önüme hep limonlu turta koyuyorlar!" diyerek isyan etti Mhyris. Tekrar babasının göğsüne devrildi ve huysuz hâliyle sızlandı. Limonlu olan her tatlıya karşı zaafı vardı ve bu onun suçu değildi. "Hem o suratsız bakıcının ilk önce kendisine bakması lazım!"

"Bu çok ayıp." dedi Ron.

Mhyris kafasını kaldırdığında, kızıl kaşları her zaman ki gibi çatılmıştı. "Septa Marlow da bana hep bu çok ayıp, kızlar böyle söylemez diyor ama kendisi Üstad'ın ardından hep konuşuyor ve onun için azgın diye bir laf kullanmıştı."

Ron Silverarmor bu kez kahkahaya boğulmuştu. Kızı Mhyris onun için saf bir mutluluk kaynağıydı ve her seferinde adamı güldürecek bir şey söylemeyi başarırdı.

"Bakıcıları sevmiyorum." dedi kızıl kız. Babası gülerken hâlâ suratını asıyordu. "Septaları da öyle. Senin yanında vakit geçirsem olmaz mı?"

"Pekâlâ, kahvaltıyı birlikte yaparız ama bu kez hepsini benim yediğimi söylersin." dedi Ron. Sabah sabah gülmek, yüzünü yıkamaktan daha uyku açıcıydı.

"Anlaştık." Mhyris yüzünü uzatıp babasını yanağından öptü.

"Fakat sonra Septa Marlow'dan yeni kelimeler öğrenmeye devam edersin. Çünkü işim var."

"Konuşmayı bilmeyen askerlerine ders vermeye devam mı edeceksin? Yoksa yine benden habersiz şehre mi gidiyorsun?"

"Avluda kılıç talimi yapacağız."

Mhyris'in kehribar rengi gözlerine yeni bir parıldama geldi. "Ben de size katılabilir miyim?"

"Hayır."

"Lütfen!" diyerek ısrar etti Mhyris. Babasını ikna etmek için dudağını ağlayacak gibi büküyordu.

"Tatlı suratın beni ikna edemez." dese bile Ron Silverarmor kızının isteklerini asla geri çeviremezdi.

"Eğer kılıç talimine gelmeme izin verirsen zırhını parlatırım." diye bir öneride bulundu. Daha doğrusu rüşvet teklif ediyordu. Mhyris her zaman istediği şeye karşılık zırhını parlatma ödemesi yapardı. "Sonra çizmelerini de cilalarım. Olur mu?"

"Bir leydi bunları yapmaz." dedi Ron, yalandan. Kızıl Kale'ye ayak bastıkları günden beridir Mhyris nazik bir leydi olmak için eğitim alsa da aslında Ron onu kibarlık için yetiştirmemişti. Kızı elinden gelen her şeyi yapabilsin, kimseye ihtiyaç duyması istiyordu.

"O yüzden mi bana hançer hediye ettin?"

Ron Silverarmor yakalanmış gibi ellerini kaldırdı ve teslim olduğunu söyledi. "Kenarda durup izlemek şartıyla olabilir. Askerlerin çoğu acemi, unutma."

"Acemi olanlar kendilerini bile öldürebilir, biliyorum. Çok uslu duracağım." dedi Mhyris. Ancak uslu durmayı düşünmüyordu ve babası da onun huyunu bilirdi.

Babasını uyandırdıktan ve ondan gerekli sözleri aldıktan sonra kızıl kız odasına döndü. Hiç sevmediği bakıcısı gelip kıza kıyafeti ve saçı için yardımcı oldu. Hatta bu sabah yediklerimize dikkat ediyoruz bile demişti. Mhyris surat asarak yalan bir sözle ona bakarken, babasının yanında olacağını söylememişti. O ve kilo denetimi yapmayı çok seven bakıcısı odadan ayrıldılar. Babası Ron, uyanmış yüzü ve temiz giysisi ile onları koridorda bekliyordu. Kız sevinçle koşup babasının elini tuttu ve birlikte yemek salonuna kadar sohbet edip yürümeye başladılar. Karşılaştıkları her tanıdık yüzden selam alıyor, muhafızlar Sör Ron'u görünce saygı gösteriyorlardı.

Kızıl Leydi Mhyris, babasına karşı olan düşkünlüğü ile bilindiği için koridorda denk geldikleri herkesi gülümsetmeyi başarıyordu. Heves ve neşeyle doluydu. Babasına geçen akşam Kraliçe Aemma ve Prenses Rhaenyra ile geçirdiği vakti anlatıp sallanarak yürüyordu. Ron ise kızı Mhyris'in uzun zaman sonra annesi Iris'in ölümünün gölgesini taşımak yerine güneş gibi parlayışını izledi. Yemek salonuna vardılar, Kraliçe Aemma ve kızı da oradaydı. Mhyris ile Sör Ron, onlara katıldılar. Kızıl leydi ile henüz dört yaşındaki saçı gümüş renkli prenses kahvaltıyı oyun vaktine çevirirken, Kraliçe ile Sör Ron sohbet ederek geçirdiler tüm vakti. Mhyris yine turta yemek için her fırsatı kolladı. Babasına bir dilim verip kendisi iki dilim aldı ve tüm tabağı yiyip tombul yanağına biraz daha kazanç sağladı.

Kahvaltıdan sonra avluya giderken babasının omzundaydı. Ron, kızını her şeyi tepeden görsün diye omzu üzerinde taşımıştı ve babası uzun boylu olan Mhyris, yüksekte vakit geçirmeyi çok sevmişti. Askerlerin eğitim vaktine kadar babası ile bir süre hançerini nasıl kullanacağına dair antrenman yaptı. Daemon'un bir köşeden izlediği Mhyris, hançer kullanmak için yeterince iyiydi ve eğer kollarını güçlendirirse, babası ona yavaş yavaş kılıç dersi vermeyi düşündüğünü söyledi. Küçük kızın keyfi, öğle güneşiyle yarıştı bunu duyunca. Askerleri izlemek için bir kenara çekilirken de keyifle dans eder gibi koşmuştu.

Çamur izleriyle kaplı tahta oturak rahat değildi ancak Mhyris onları izlemek için oturağın üzerine çıktı. Babası kızına karşı ne kadar hassas ise öğrenci askerlerine karşı da bir o kadar sertti. Kılıç talimi askerleri en başından uyarması ile başlamış, hata istemediğini belirtmişti. Ron aylardır onları çalıştırıyordu ve onun gibi doğuştan şövalye olan biri için acemilere katlanmak zor olabiliyordu. Mhyris, oturakta bir o yana bir bu yana yürüyerek kılıçla dövüşmeye başlayan askerleri ve onları yönlendiren babasını izleyip vakit geçiriyordu. Prens Daemon'u da o sırada görmüştü. Genç prensin ona doğru yürüdüğünü görünce kız hemen oturaktan inmişti ve büyük bir gülümseme ile onu karşıladı.

"Burada olduğunuzu görmek güzel, Leydim." dedi Prens Daemon. On sekizinci yaşını kutlamaya yakındı ve belinde taşıdığı Kara Kız Kardeş, Mhyris'in ilgisini hep çekmişti. Kız onu izlerken, Prens yanında durdu.

"Düello yapacak birini arıyorum."

"Öyle mi?" Daemon alay etmek ister gibi gülmeye başlamıştı.

"Yapamaz mıyım?" Mhyris ciddi ifadesiyle Prens'i yargılar gibiydi. "Tam da size teklif edecektim ama şuradaki..." derken avlunun diğer ucundaki esmer askeri işaret etti. "... askerin şansı varmış demek ki."

Daemon'un kurnaz gözleri yandan bir bakışla Mhyris'i izlerken, kızın kendinden emin tavırla omuzlarını dik tutup avlunun karşısına gitmek için hamle yaptığını gördü. "İnatçı olma konusunda inanılmaz iyisin." diyen Daemon, kızın önünü kesip gitmesini engelledi. Askerlerin işi bitince kısa bir düello yapmak için kıza söz vermişti.

Mhyris zafer kazandığı için Prens'e tatlı gülümsemesi ile teşekkür edip uslu uslu beklemeye devam etmişti ama bu kez de Daemon'un haylazlık yapası tutmuştu. Kız ile uğraşmaya bayılıyordu. Mhyris kolayca kızdığı için Daemon onu sinirlendirmeyi severdi. Kız askerleri izlerken kızıl saçını çaktırmadan tutup yavaşça yukarıya kaldırır ve çekerdi. Yine aynısını yapıyordu. Mhyris saçları havadayken kaşlarını çatmıştı ve Daemon'a bakıp bırakmasını istedi. İlk başta hep kibarca uyarırdı ama Daemon itiraz ederek kızın saçını daha çok çekerdi. En sonunda, saçı boyunun üzerinde yükselen Mhyris öfkelenip Prens'e tekme atmıştı ve Daemon ondan kaçarken bile kızın saçını bırakmıyordu. Mhyris onun kolunu yakalayıp çekiştirdi. Prens kızı peşinden koştururken, Mhyris son hamlesini yapıp genç çocuğun elini ısırmıştı. Öyle kuvvetli ısırık bırakmıştı ki, Daemon sızlanarak elini ovuşturmuştu.

"Beni sakın hafife almayın, Prens." Mhyris'in yüzünde, bıraktığı diş izleri adına ukala bir keyif vardı.

"Baş belası." diye söylendi Daemon.

"Ayyaş." diye mırıldanarak karşılık verdi Mhyris. Genç çocuğa bakmak yerine çarpışan kılıçları izliyordu.

"Havuç kafa."

Mhyris ona alınmadığını gösteren bir bakış attı. Saçlarını severdi.

"Yine masadaki tüm turtaları silip süpürdün mü?" Daemon bu kez kızı zayıf noktasından vuruyordu. Yüzü kurnaz gülümsemesi ile doldu.

Mhyris cevap vermedi.

Daemon ise parmağını uzattı ve kızın tombul yanağına dokundu.

"Evet, yedim!" deyip Prens'in eline vurdu Mhyris. Ondan uzaklaşmak için birkaç adım yana gitti.

Daemon onu takip etti. "Daha fazla yersen hepimiz aç kalacağız." deyip kahkahasını bastırdı. "Yanaklarını yemek için gece gelecek yaratıkları anlatmamı bile istemezsin."

"Bu masalların ile Rhaenyra'nın korkmasını sağlayabilirsin ancak ben o yaşı geçtim." dedi Mhyris.

"Yaratıklar gerçektir, Mhyris."

Mhyris ona inançsızlıkla baktı.

"Onlardan biri benim." Daemon kıza göz kırptı. Yeniden parmağını uzatıp bu kez kızın yanağını tuttu.

Tek yanağı Daemon tarafından sıkıştırılan Mhyris sabırla nefes aldı. "Yani biraz daha turta yersem gelip yanağımı mı yiyeceksin?"

"Belki."

Mhyris kafasını geri çekip yanağını kurtardı. "Hiç sanmıyorum."

Birbirlerine laf atmaya, Daemon kızı sinirlendirmeye ve düelloya hazırlık yapmaya devam ettiler ancak tabi ki hiç bıçak kullanarak kavga etmediler. Ron Silverarmor onları izlerken, Mhyris kendisini bir ara Daemon'un omzunda buldu. Kız indirmesi için sırtına vuruyor, Daemon'a bağırıyordu ancak Prens başı dönene kadar omzunda Mhyris ile birlikte avlunun etrafında tur atmaya devam etti. Babası Ron onu kurtarana kadar Mhyris, Daemon'a bağırmaktan ve vurmaktan başka bir şey yapamamıştı.

Tüm bu günler, Mhyris'in çocuk olarak hatırladığı en iyi anıları arasındaydı. Çünkü babası Ron yanındaydı.

Mhyris onu özleyeceği yılların yaklaştığını henüz bilmiyordu.

Mhyris Targaryen'e göre, oğlu Daerys doğduğundan beri zaman onunla bir süredir dalga geçiyordu. Aylar sanki günlere dönüşmüştü. Zaman önünde duramadığı bir güçtü ve bebeği çabuk büyüsün diye acele ediyordu sinsice.

Mhyris durmasını istiyordu ondan ve merhametsiz zaman söz dinlemekten acizdi, genç kadına uyumlu olmaktan ziyade ona karşı işliyordu. Ateşe olan uyumu gibi Mhyris zamana da uyum sağlamak isterdi. Fakat zaman sadece güzelliği konusunda ona yardım edip geriye kalan her şeyi bağı çözülmüş ip gibi hızlıca çekip alıyordu. Şefkatsizdi ve kanunu karşı konulamazdı.

Kızıl Kale'ye dönüşünün üzerinden yaklaşık yedi ay geçmişti ve Daerys'i, tatlı oğlu her ay daha çok büyüyordu. Mhyris, küçük bebeğinin bir gün genç bir çocuğa dönüşeceğini düşünmekle harcıyordu günlerini. İkinci Prens'ini büyümüş haliyle çok merak ediyordu elbette ancak bir yanı da onun bebek olarak kalmasını dilerdi. Böylece hep kollarında tutup onu saklayabilecekti.
Anne olmak delirmiş gibi hissetmesini sağlıyordu. Hisleri hiç olmadığı kadar hassastı artık. Güçlüydü ama endişeli de olurdu bazen. Duyguları karışıktı.

Mhyris hâlâ tecrübe ediyordu.

Duyduğu bebek kahkahası sayesinde kafasını kaldırıp aynaya bakmıştı ve küvetteki Daemon ile Daerys'e tekrar gülümsedi. İçinde bulundukları yaz mevsiminin tatlı esintisi pencereden içeriye doluyordu ve odayı parlak bir güneş ışığı etkisi altına almıştı. Prens Daemon bu ışıktan Mhyris'i sorumlu tutsa da açık gökyüzünde yerini alan güneşti sebebi. Gündüz sıcak geçiyor, Kral Toprakları sakin günler yaşayıp kargaşadan uzak devam ediyordu o mevsime. Daemon'un içinde oturduğu küvet ise ılık suyla doluydu.

Küvetin etrafındaki zeminde biriken su damlalarına her saniye bir yenisi ekleniyordu. Suyun içinde uzanmıştı Daemon. Yerinde durmayan Daerys'i ise göğsünde tutuyor, bebek kollarını suya vurdukça etrafı ıslatıyordu. Hiç uslu değildi. Daemon kaşlarını çatıp ona durmasını söylediğinde, Daerys daha çok su sıçratıyordu. En sonunda Prens Daemon pes etmişti. Oğlunun yaramazlığında kendi esintileri vardı.

"Banyo yapmak senin fikrindi." dedi Mhyris. Aynalı masasının önündeydi. Küvetten yeni çıktığı için kızıl saçları hâlâ ıslaktı ve su damlaları kuruttuğu tenini yeniden ıslatıyordu. "Hiç öyle kaşlarını çatma."

"Durmak bilmiyor." Daemon, göğsüne vuran oğluna baktı. Daerys, babasına gözlerini dikmişti ve verdiği her tepki için başka bir yaramazlık buluyordu. Gümüş saçları ve haylaz gözleri tıpkı babası gibiydi, bir de huysuzluğu.

"Kime benziyor acaba?" diye sordu Mhyris. Kitabını kapatıp kenara itti. Bir havlu alıp saçlarını kurulamaya başlamıştı. Bu sırada aynadan, başına bela olmuş iki prensini izliyordu ve sabah için eğlenceli bir manzaraya sahipti.

"Acı gerçeği yüzüme vurup durma." diyen Daemon, suyun içine atlamaya çalışan oğlunu tutarak tekrar yukarı çekti.

"Ben çok memnunum."

Daemon, oğlunu tutup biraz havaya kaldırmıştı ve yüzlerini karşı karşıya getirip Daerys'in kollarını sallamasını izledi. "Konuşmayı bilmeyen ve altına yapan halimden mi?" diye sordu. Oğlu onun sorusunu anlamış gibi gülmüştü ve küçük bedenini arsızca sallıyordu. Daemon o sırada bebeğinin yalnızca ona benzemediğini fark etti. Mhyris'in yüzünden izler vardı Daerys'de. Prens Daemon başını geriye yasladı, oğluna sarılıp ıslak ve tombul yanağını öptü.

"Seni düşününce, Daerys ile geçinmek daha kolay." Mhyris yerinde kalkarak odanın ortasına doğru ilerledi ve bir yandan da saçını kurulamaya devam ediyordu. İnce kumaşlı bir bornoza sarılmıştı nemli vücudu. Daemon'un ona itiraz eden laflarını dinlerken bir yandan da gülüyordu.

"Bunun sebebi benden daha sevimli olması." Daemon havaya kaldırdığı oğlunu Mhyris'e doğru çevirdi. "Şu surata bakar mısın? Benim ne zaman böyle yanaklarım oldu?"

Daerys annesi Mhyris'i görünce neşe ile bağırmaya başlamıştı. Babasıyla alay eder gibi gülüyordu. Annesi ona göz kırptı.

"Bilemiyorum." diyerek yalandan düşündü Mhyris. "Bir yaşındayken olabilir mi?"

"Hayır." diye itiraz etti Daemon. Bir anlığına emin olmak ister gibi oğluna bakıp düşündü. "Benim hep korkunç derecede sinirli baktığımı söylediler."

"Daerys'i hiç acıktığında gördün mü?"

"Görmek istemiyorum. Göğüslerini paylaşmak yeterince zor zaten." dedi Prens. Sonra Daerys'e ters ters baktı. Bebek ona su sıçratırken, tek gözünü kapatıp başını geri çekiyordu.

"Daerys senden daha hızlı büyüyecek, bundan eminim." Mhyris, iki prensini oyun oynamaya başladıkları sırada bırakıp masaya yöneldi. Cam vazoya taze leylak çiçekleri koymuştu sabah vaktinde. Çiçeklerin hoş kokusu odayı sarmıştı ve Mhyris vazonun dibindeki açılmış mektubu eline aldı. Geçen ay, Lys adasındaki dostlarıyla görüşmek için yola çıkan Melisandre'nin yazdığı mektuptu. Kuzgun bir süredir onların mektuplarını taşıyordu ve bir yenisini de güneş doğduğunda getirmişti. Kızıl Kadın, Lys'da bazı Gölge Adamlar ile karşılaştığını ve hepsinin iyi durumda olduğunu yazmıştı. Yakında Westeros topraklarına geri dönecekti. Prenses, mektubu alıp çekmeceye koymuştu ve oyalandıklarını söylemek için tekrar küvetteki Targaryen erkeklerine baktı ancak onların laftan anlayacak halleri yoktu.

Biri sadece bebekti ama diğeri elinde kılıcı varken ölümcül bir canavara dönüşen adamdı. Ne var ki bir arada çocuk gibi oluyorlardı. Prens Daemon, oğluyla oynarken küvetin içinde kaydı ve nefesini tuttu. Suyun altına girip oğlunun gözünden kayboldu. Babası onu suyun yüzeyinde tutuyor olsa da bebek Daerys şaşırmıştı. Heyecan ile çırpınmaya başladı. Suyun yüzeyine ellerini vurarak bağırıyordu. Daemon tekrar sudan çıkana kadar oğlu buna devam etmişti. Sonunda ortaya çıkan Daemon derin bir nefes alırken, oğlu ona gülmeye başladı. Kafasını sallayıp yüzüne gelen saçlarını geriye atmıştı Prens Daemon. Tekrar sırtını yaslayıp Daerys'in kahkahasına eşlik ediyordu. Arada sırada surat asıp, bebekleri çok ses çıkartan yaratıklar olarak görse de Daerys'in gülüşü her zaman Daemon için bir sakinleşme sebebi olmuştu.

"Akşama kadar orada kalacak mısınız yoksa çıkmayı düşünüyor musunuz?"

"Bize tekrar katılabilirsin." dedi Prens Daemon. Küvetin içinde alçalmıştı ve Daerys ile birlikte sadece ıslak saçları ile gözleri görülüyordu. "Suyu ısıtarak başla hatta."

"Haşlanmaktan korktuğun o günden bahsetmemi ister misin?" diye sordu Mhyris. Dolabından elbise seçiyordu. Bugün kaleye geldiğini haber aldığı bir konuk için özel olarak kırmızı ve altın dikişli elbisesini seçti. Ejderhası gibi görünecekti.

"Ona anlattım zaten."

Mhyris gülmeye başladı. "Daerys'e duymaması gereken başka neler anlattın?"

"Erkekler arasında bir konu bu, sana söyleyemem." Daemon aralarındaki sırrı saklamasını oğluna hatırlattı ve Daerys konuşmaya başladığında tüm sohbetlerini annesine anlatacak gibi Mhyris'e baktı.

Fakat bu kadar çene çalmaları yeterdi ve Mhyris, Daemon'a hemen banyoyu bitirmesini söyledi. Elbisesini giyinip boy aynasının karşısına geçtiği sırada Daemon da omzunda tuttuğu Daerys ile birlikte küvetten çıkmıştı. Çıplak bedeninden süzülen su damlalarıyla yeri ıslatmaya devam etti. Karısının yeni elbisesine iltifat ederek yatağa ilerleyen Daemon, oğlunu havluyla sarıp, ona özellikle uslu durmasına dair gereksiz bir ciddiyet ile uyarıda bulunmuştu. Daerys'i yatağın ortasına bıraktı, etrafını da yastıklarla sarmış ve kendince önlem almıştı. Sonra ışık saçan karısının yanına ulaştı ve Kızıl Prenses altın rengi iplerini bağlarken, Daemon ona yaslanıp beline sarıldı.

"Üzerini giyin." dedi Mhyris, yalancı bir tavırla. Boynuna bırakılan öpücük sayısı her saniye artarken, Daemon'un odalarında giyinik olmasını pek tercih etmezdi aslında. "Yoksa gün boyunca seni düşüneceğim."

Daemon dudaklarını Mhyris'in tenine bastırırken gülümsedi. "Kimin kâbusu olmaya gidiyorsun?" diyerek kafasını kaldırdı ve karısına sarılmaya devam etti. Aynaya yansıyan görüntüleri son yedi aydır mükemmel bir huzura ve mutluluğa sahipti. Daemon'un hayal bile edemediği kadar güzeldi her şey.

"Leydi Lynesse Hightower, Kraliçe Alicent'ı ziyarete geldi." dedi Mhyris. Yeterince açıklayıcı olmuştu. Sabah Yvone ona haber vermişti. Daemon ile oğlu o sırada uyuyordu. Mhyris bunu haber alır almaz, Eski Şehir'den gelen konuklarına mutlaka selam vermeyi planlamıştı.

"Hobert kancığı da gelmiş mi?"

"Sence cesaret eder mi?"

"Kardeşi Otto kadar yüzsüz ise belki gelebilir derdim ama doğru, cesaret sahibi değildir." dedi Daemon. Elini Mhyris'in karnında gezdiriyordu ve kadın ellerini tutunca, Daemon onun gülüşünü dinleyerek yanağına uzun bir öpücük bırakmıştı.

"Konseye gidecek misin?"

"Evet."

"Katilleri yollayanları bulamadıkları için onları çok azarlama. Burnumda başka kokular var." dedi Mhyris.

"Bir halta yaramıyorlar." Daemon'un sesi, yedi aydır Braavos'daki olayın asıl sorumlularını bulamayan sözde konseyin beceriksizliği yüzünden bir anda gerilmişti. "Ben olmasam olayı unutmaya hazırlar resmen."

Mhyris ona döndü, Daemon'un ıslak saçlarını geriye doğru itip öfkelenen yüzüne baktı. "Sıkıcı devlet işleriyle meşguller. Zaten, konseyin yapacağı bir şey olduğuna inanmıyorum. Ben vakti gelince öğrenirim, tamam mı?"

"Cezalarını ben keseceğim."

"Keyifle senin önüne atarım." diyerek Daemon'un yüzünü okşadı Mhyris ve uzanıp onu öptü. Fakat sarılıp devam eden öpüşmeleri Daerys'in sesiyle bir anlığına bölündü. Yatağa baktılar ve bebeğin havlusundan kurtulduğunu gördüler.

Daerys, yatağın ucunda duran altın pelerini tutmuştu ve üzerine çekerek babasının görevini gelecekte almak ister gibi ilgiyle kumaşı inceliyordu. Mhyris başka bir şehir muhafızına daha sabredemeyeceğini söyleyerek sızlandı ve Daemon onu bıraktığında, "Bu olmayacak." dedi kesin bir dille. Fakat Daemon, kendisinden sonraki kumandanı eğitmeyi kafasına çoktan koymuştu. Bebeği altın rengi pelerini örtü niyetine kullanırken, Prens onun yanına ulaştı ve yatağa atlayıp Daerys ile birlikte gelecek planları hakkında ciddi bir sohbete başladı. Mhyris hâlâ itiraz ediyordu. O da yatağa gitti. Oğlu anlamsız sesleriyle babasına karşılık verirken, Mhyris onları dinledi ve bir yandan da Daerys'i giydirdi. Daemon, askerleri hakkındaki yeni planlarını hevesle anlatıyordu. Oğlu büyüdüğü zaman, onun için diyarın en göz alıcı siyah zırhını yaptıracağını söylemişti.

"Sadece bir tane mi?" diye sormuştu Mhyris. Oğlunu giydirdikten sonra kucağına alıp başını öptü ve omzuna yasladı. "Başka göz alıcı zırh planların yok mu?"

"Daena için daha özel planlarım var." Daemon, yatakta uzanırken, Mhyris'e imalı tebessümü ile bakıyordu. "Asla kırılgan bir leydi olmayacak çünkü."

"Bu kadar kesin konuştuğunda hep tersi oluyor, Daemon. Bir örneğini görüyorsun." deyip oğlunu gösterdi Mhyris. Birkaç haftadır hamilelik belirtileri gösteriyordu ve ilk başta bunun sebebini Rhaenyra ile Kraliçe Alicent'ın durumlarına bağlı yalancı bir duygu değişikliği olduğunu sanıp görmezlikten gelmişti. Kızıl Kale'deki hamile kadın sayısı iki olunca, Mhyris onlarla vakit geçirmekten dolayı biraz farklı hissettiğine inanmıştı ancak bu doğru değildi. Gerçekten hamileydi.

"Hayır, bu kez haklıyım."

"Haklı çıkmanı istiyorum." dedi Kızıl Prenses. Çünkü Daemon ile aynı isteğe sahipti. Bir kızının olduğunu o da çok düşlüyordu. "Her iki konuda da."

Daemon üzerini giyinmek için kalktı yataktan. "Çıkacağım. Daena'yı nasıl bir savaşçı gibi yetiştirdiğimi görünce Viserys babalığı konusunda endişeye kapılacak. Zaten kapılmalı da."

"Hiç, gerçekten anlaşamayacaksınız değil mi?" Mhyris, umutsuzca gülüp, Daerys ile birlikte yerinden kalkmıştı. Bebeği ilgiyle onu izlerken, Mhyris'in saçlarını tutuyordu. Daemon gibi oğlu da genç kadının saçlarına dokunmayı çok severdi.

"Bazı konularda asla." diyen Daemon, gömleğini kafasından geçirdi. "Fakat genelde iyiyiz artık. Biliyorsun."

"İyi olun. Çünkü kavga etmenin hiç sırası değil."

Daemon yarım bir ağızla onaylamıştı ancak Kral'ın karısından nefret ettiği için bazen durduk yere abisine karşı da sert davranabiliyordu son aylarda. Fakat bugün sinirlenmeyeceğine dair Mhyris'e söz verdi. Birlikte hazırlanıp odadan çıktılar. Koruma muhafızları Gölge Adamlar'ın kumandanı olmuştu ve bunu Qorr kendi isteğiyle önermiş, kalenin içinde de Mhyris'i korumanın taraftarı olmuştu. Sadıktı, fazlasıyla. Ayrıca herkesin Mhyris'e doğru bir adım dahi atarken tekrar ve tekrar kez düşünmelerine sebep oluyordu. Sör Raymond ile aynı görevi paylaşıp nöbetleşe çalışıyorlardı. Qorr, geceleri gölge varlığı ile Mhyris ve Daemon'un odalarının olduğu koridorda sessizlik sağlamak konusunda inanılmaz iyiydi ve kimse dile getirmese bile herkesin kâbusu olacak biriydi. Kimseyle aynı dili konuşmuyordu. Zırhını ve kılıcını nerede tuttuğu, hangi odada uyuduğu ya da ne zaman yemek yediğini kimse bilmezdi. Mhyris'in peşinde bir gölge gibi gezer, nöbet vakti bitince ortadan kaybolurdu. Yüzü, miğferinin altında saklanırdı hep. Ona doğrudan bakan insanların sayısı ise az sayılırdı.

"Rhaenyra'nın yanına uğrayacağım." dedi Mhyris. Önünde yürüyen Qorr, onu onaylayıp diğer koridora döndü.

"Sen de mi geliyorsun?"

"Günlerdir onu görmedim. Ziyaret etmek iyi olur." dedi Daemon. Oğlu, Mhyris'in omzunun üzerinden biraz kafasını uzattı. Daemon elini uzatıp onun küçük burnuna dokunmuştu.

"Doğumu yaklaştı. Eğer destekleyici bir ziyaret yapmak istiyorsan elbette ki gelebilirsin."

"Alay edip onu sinirlendirmeyi aylar önce bıraktım, Mhyris. Kötü bir amca olmaya ara vermiş durumdayım ama bunu görmüyorsunuz."

"Sen alay etmeye asla ara vermezsin." Açık olan oda kapısını gördü, Mhyris. İçeriye giren hizmetli elinde meyve ile dolu bir tepsi taşıyordu. İçeride başka kadınların sesleri duyuluyordu. Kızıl Prenses, kucağında oğlu ve yanındaki Prens Daemon ile birlikte odaya girdi. Rhaenyra'nın gülmekten kızaran yüzü ile Yvone'u dinlediğini görünce keyfi daha da arttı. "Neden bugün toplantı yapacağımızdan haberim yoktu?"

"Majesteleri." diyerek ikisine de selam verdi Leydi Harlene. Masanın başında durmuş, hizmetlinin getirdiği tepside bulunan tabakları düzeltiyordu.

Rhaenyra, onların geldiğini görünce, tekrar gülümsedi ve yanına çağırarak elindeki yelpazeyi bıraktı. Doğumuna sayılı günler kalmıştı. Genç Rhaenyra karnındaki bebeğin hareket edişi ile uzun bir süre önce aklındaki kötücül ihtimallerden kurtulmayı öğrenmişti. Pencerenin önündeki geniş koltukta oturuyordu. Annesi Kraliçe Aemma'ya benzeyen güzelliği, güneş ışığı altında kalmıştı. Ona eşlik eden Tabitha ve Yvone ayağa kalkıp Kızıl Prenses'e yer açtılar. Mhyris, oğlunu Yvone'a verdi. Ardından kardeşinin yanına oturarak onun elini tuttu.

"Bu sabah nasılsın?" diye sordu ve kız kardeşinin karnına dokundu. Bebeğin nasıl olduğunu anlamak istemişti. Her şeyin yolunda olduğunu hissetti ve bu onu rahatlamıştı.

"Leydi Harlene'e sor. Bana katlanmak zorunda kalıyor çünkü." Rhaenyra'nın keyifli ifadesi odadaki -Daemon hariç- herkesi güldürdü. Amcası, kadınların sohbetine katılmayı düşünmüyordu.

"Asla şikayetçi değilim." dedi Harlene. Prenses'e abarttığını söyledi, nedimesi olarak güzel vakit geçirdiğini ekledi.

"Benim yüzümden son aylarda hiç dinlenemedin. Harrenhal ziyaretini bile ertelemek zorunda kaldın." dedi Rhaenyra.

"Orayı pek özlemiyorum." diye bir itirafta bulunmuştu Leydi Harlene. Yeni gelen Mhyris ve Daemon için içecek doldurdu. Onlara verdikten sonra Rhaenyra'nın karşısındaki tekli koltuğa, Tabitha'nın yanına geçmişti.

Yvone ise ayakta duruyor, Daerys'i odada gezdirip pencereden dışarıyı gösteriyordu. Ivy'den sonra bebeğin bakıcısı olmayı seçen kişi oydu.

"Haklısın." dedi Mhyris. "Sonuçta ailen burada."

Harlene, babasının ve abilerinin yanında olmaktan hoşnut olduğu konusunda samimiydi. Sadece bir kişiden bahsetmiyordu.

"Melisandre sana haber yolladı mı?" diye sordu Tabitha. O ve Yvone, resmi olarak Mhyris'in nedimeleri oldukları için ayrıcalıklı bir konumdalardı artık ve Tabitha, yeniden bir Lannister gibi giyinmeye başlamıştı.

"Gün doğumunda kuzgun bir mektup getirdi. Yakında burada olacakmış."

"Doğuma yetişse iyi olur." Rhaenyra mırıldandı. Ablası Mhyris ona bakıp gülünce, rahibelerin o sırada kalede olmasını istediğini her ay yaptığı gibi yine belirtti.

Daemon, meyve dolu tabakalardan birini alıp Rhaenyra'nın koltuğunun diğer ucuna oturdu. Hatta yalnızca oturmakla kalmadı ve ayaklarını da uzattı. Hamile olan Rhaenyra ve keyif düşkünü amcası Daemon aynı koltuğu paylaşmak konusunda uyumlulardı.

"Erkek sever kocan Driftmark'tan ne zaman dönüyor?" diye sordu Daemon. Nedimeler, Prens'in Laenor Velaryon için kullandığı tanıma karşılık şaşkın gözükmemeye çalıştılar. Biliyorlardı ancak yine de kimse dile getirmezdi.

"Yarın." dedi Rhaenyra.

"Bir daha karısı hamileyken yolculuk yaparsa, ona benim erkekleri sevme tarzımı gösteririm."

Rhaenyra memnun olmuş gibiydi.

"Sen erkekleri ve Hightower'ları çok seversin zaten. Unutmuşum." Mhyris, nedimeler ile birlikte gülüyordu.

Prens yüzünü ekşitti. O esnada üzüm yiyordu ama Hightower isminin bile midesini bulandırdığını söyleyerek yemeyi bıraktı. Yeğenini hedef almıştı. Rhaenyra'ya bir üzüm tanesi attı ama Prenses rahat hareket edemediği için yakalayamadı, üzüm tanesi kafasına çarptı ve Mhyris'in kucağına düştü.

"Çocuk gibisin." Mhyris söylendi ve üzümü Daemon'a geri fırlattı. Ancak adamın umrunda değildi.

Kucağında Daerys'i tutan Yvone'un adımları koltuğun etrafında dolaştı. Daemon yeğenine başka bir üzüm tanesi atmaya hazırlanırken; Yvone, Mhyris'in yanına ulaştı. "Kraliçe'nin yanına gidiyor muyuz?"

"Hatırlattığın iyi oldu." dedi Mhyris. Kadehini masaya bırakıp yerinden kalktı. "Leydi Lynesse Hightower'ın geldiğini duydum."

Rhaenyra haberi almıştı. "Evet, ne gereği varsa Alicent'ı ziyaret etmek istemiş."

"Gidip sebebini öğreneceğim."

Mhyris, odada diğerlerini bırakarak tekrar kalenin koridoruna çıkmıştı. Yvone ve Daerys ise yanındaydı. Üçü birlikte Mhyris'in muhafızı Qorr'un peşinden kısa bir yürüyüşe çıktılar. Kraliçe Odası'na değil büyük bahçeye gidiyorlardı. Yvone, Alicent'ın onlara özel bahçeye bir köşe kurulması için emir verdiğini öğrenmişti. "Daha iyi, hepimiz temiz hava almış oluruz bu sayede." dedi Mhyris. Kalenin girişine indiler ve yanlarından geçen Tyland Lannister'ı selamlayıp büyük bahçeye çıktılar. Güneş çok parlaktı. Alicent'ın istediği oturma yeri ise ağaç gölgesine kurulmuştu.

"Kraliçe'nin etrafında tahmin ettiğim gibi başkaları da var." dedi Mhyris ve merdivenleri inerken, Alicent'ı Üstad Mellos ile konuşurken görmüştü. Kızıl Prenses şaşırmamıştı. Kraliçe'ye Larys Strong ve Leydi Lynesse Hightower da eşlik ediyordu. Ağaç gölgesine kurulu oturma alanı, küçük bir konsey gibi görünüyordu. Mhyris konseyde daha önce izinsiz bulunmuştu, bu kez gidip katılmasında da bir sakınca görmedi. Ağaçlar ve çiçekler arasındaki yoldan yürüyüp, kucağında Aegon'u tutarak Üstad'ı dinleyen Leydi Lynesse'in onu görmesini sağladı. Kadının gerginlik kazanması, Mhyris'i güldürmüştü.

Kraliçe'nin köşesini koruyan Criston Cole, Prenses'in geldiğini gördüğünde kenara çekildi. Mhyris önünden geçip giderken, Criston'un yanında Mhyris'i koruyan Qorr durmuştu. Muhafız ile göz göze bile gelmedi. Doğruca dönüp Mhyris'in etrafını izlemeye başlamıştı Qorr. Oturan Lynesse Hightower ve Larys Strong ayağa kalktılar. Alicent da hamle yapmıştı ancak Mhyris ona oturmaya devam etmesini söyledi.

"Kendinizi çok yormayın, Kraliçem." dedi Mhyris. Hitabının soğukluğunu en yabancı insan bile hissederdi ve Mhyris bunu saklamaya çalışmazdı. Herkesten oturmalarını istedi. Yere serilmiş yastıkların üzerinde bakıcısı ile oynayan kız kardeşi Helaena'nın yanına eğildi biraz. Bebeğin saçlarını okşayıp onu sevdi. Helaena genellikle huzursuz bir bebek olsa da Mhyris'i görünce gülmeye başlardı. Yine aynı tepkiyi vermişti. Mhyris de Yvone'dan burada oturmasını istedi. Daerys ile Helaena'nın oynaması için rica etmiş, iki bebeği yan yana getirdikten sonra tekrar ayağa kalkmıştı. Ardından ona verilen selamları kabul etti ve Larys Strong'un yanına oturdu. "Hava çok güzel olunca size katılmaya karar verdim." dedi. Kalkmak üzere olan Üstad Mellos'a bakıyordu.

"İyi ki katıldınız, Prenses." Alicent'ın gerçeklikten uzak karşılığı inandırıcı değildi. Büyümüş karnını tutuyordu. Leydi Lynesse ile arasında oturan ve tabaktaki keki yemek yerine etrafa fırlatan oğlu Aegon'a uslu olmasını söyledi.

"Sizi görmek büyük bir zevk, Prenses. Ben de öğle yemeğinde sizi ziyaret etmek istiyordum." Leydi Lynesse'in dostça tavrı belirgindi. Kocası Hobert Hightower gibi doğrudan rahatsız etmiyordu.

"Sizden önce düşündüm demek ki." Mhyris, ortamdaki sahte gülücüklere uyum sağladı. "Üstad Mellos, sizi de burada görmek beni şaşırttı."

Yaşlı Üstad ağzını açamadan Kraliçe Alicent onun yerine konuştu. "Son iki gündür ağrım vardı. Üstad'ın benim için rahatlatıcı bir karışım yapmasını istemiştim. Kibarlık ederek kendisi getirdi."

Üstad Mellos onaylar gibi kafasını salladı ve sonra izin isteyip oradan ayrıldı. Mhyris'in bakışlarından çok rahatsız olmuştu aslında. Gidişi bir çeşit kaçıştı.

"Alys, Prenses Mhyris'in içeceğini getir çabuk." diye seslendi Alicent.

Mhyris, genç kızın ismini duyunca tavrını bozmamaya çalıştı ancak o yakmaya meyilli bakışları, Alys ona kadehini getirdiğinde ortaya çıkmıştı. "Buyrun, Majesteleri." dedi Alys. İçki kadehini Mhyris'e verirken ölü yeşil gözleri ile ona baktı kısa bir anlığına. Bakışları düello yapar gibi çarpışmış, galibiyeti Mhyris kazanmıştı. Genç kız yürüyüp Alicent'ın gerisinde durdu ve istediği zaman Mhyris'i izleyeceği bir yere konumlandı. Harrenhal'a dönüşü hiç gerçekleşmemişti. Çünkü Alicent onu özel hizmetçisi yapmıştı ve Alys'i ne Harwin Strong ne de babası Lord Lyonel Strong gönderememişti. Kimse Kraliçe'ye karşı çıkamadı. Viserys de bu konuya hiç karışmamıştı.

Mhyris, kadehi elinde tuttu ancak içmek yerine Lynesse Hightower ile sohbete başladı. "Lord Hobert neden gelmedi?"

"Resmi bir ziyaret değil aslında. Ben sadece Alicent'ı özlediğim için gelip görmek istedim." dedi Leydi Lynesse.

Mhyris kafasını salladı.

"Sanırım son mektubumda onları biraz korkuttum." dedi Alicent.

Bahanesi eline altın tepside sunulmuş olan Leydi Lynesse hemen bu durumu kullandı. "Hamileliğin zor geçtiğinden bahsedince biraz endişelendik."

"Bana bahsetseydiniz hemen Orlys'in ilgilenmesini isterdim, Majesteleri." dedi Mhyris. "Daerys'e hamileyken çok uzun bir yol gittim, biliyorsunuz. Orlys sayesinde güçlü kalabilmiştim. Hisar'da yetişen üstadlardan çok daha iyidir."

"Ağrılarım daha kötüye giderse eğer mutlaka kapısını çalacağım."

Karşılıklı olarak güldüler ve kadehler ağızlarına giderken, bebeklerin neşeli sesleri bahçeyi dolduruyordu. Aegon değildi o bebeklerden biri. Şımarık ve yaramaz prens kek yemekle meşguldü ancak bakıcıları ile çimlerin üzerinde olan Daerys ve Helaena iyi anlaşıyor, sanki konuşuyorlardı. Mhyris onları izlerken, Leydi Lynesse ve Alicent'ın gözleri, Gölge Adam Qorr'a doğru ara sıra kayıyordu. Asker yüzünü gizleyen miğferin altında nereye baktığını hiç belli etmiyordu. Yanındaki Criston'un bile rahatsız olmasına sebep olacak kadar hareketsizdi. Ancak Kraliçe'nin ardında duran Alys, gölge adamdaki tuhaflığın sebebini biliyordu.

"Siz hanımlar hayranlık uyandıran bir güce sahipsiniz." demişti Larys Strong. Bastonunu önünde tutuyordu.

Mhyris ona baktı.

"Bir erkek asla doğum yapacak kadar güçlü değildir." diye devam etmişti.

"Haklısınız." dedi Alicent. Sonra da Kral Viserys'in bazen en ufak acıyı bile büyüttüğünü ağzından kaçırdı.

"Siz peki?" diye sordu Mhyris, Larys Strong'a. "Kendinizi güçlü hissetmek için en fazla ne yaptınız?"

Larys ona bakarak gülümsedi. "Bir işkenceci olmak bunu sağlıyor." diye cevapladı. Larys Strong, zindandaki mahkumları konuşturmak için görev alan işkenceci adamlardan biriydi ve Mhyris onun gözlerine bakıp çığlık atan mahkumları görebiliyordu.

"Kalenin düşünmek istemediğim en kötü yeri." Alicent ürperti duymuştu.

"Öyledir, Majesteleri. Sizin gibi harika insanların hiçbir zaman görmeyeceği bir yer."

Larys Strong bunu söylerken, Mhyris onu izliyordu. Lafını bitirdikten sonra Larys de ona bakıp gülümsedi. Kraliçe için söylediğinde ciddi miydi? Gözleri, sinsi bir anlam taşıyordu. Ona bakan parlak gözlerin bunu anladığını fark etmişti Larys. Önündeki kek tabağına uzanarak yüzünü başka yöne çevirdi. Bu sırada Aegon da elindeki tabağını masaya fırlatmıştı.

"Prenses Rhaenyra'nın durumu nasıl? Onu da görmek isterim." dedi Leydi Lynesse.

Alicent'ın suratı belli belirsiz değişti.

"Doğumu çok yakın, istirahat ediyor." Mhyris, masaya saçılan kek tabağını toplayan Alys'e göz ucuyla baktıktan sonra iki Hightower kadınına döndü. "Akşam yemeğinde Kral'ın yanında olacak. Görüşürsünüz."

"Hepimiz Prenses'in bebeği için çok heyecanlıyız." dedi Alicent. Ardında duran Alys ile aynı anda tebessümü göründü. İttifakları perçinlenmişti.

"Olmalısınız." Mhyris de gülümsedi.

Rhaenyra'nın durumu, kaledeki hain dillerin fazla uzamasına sebep olmuş olabilirdi ancak ona ulaşmak için ilk önce Mhyris'i geçmeleri gerekecekti.

Ve o, yeşil yılanlara karşı ateşten bir duvar olmuştu.

****


"Bıraksam bir ejderhaya binecek gibi bakıyor!"

Viserys'in kahkahası odada duyuldu. Daerys'i tutmuş, uğraştığı maketini gösterirken bebeğin heyecanlı haline gülüyordu. Torunu ile vakit geçirmek için tüm planlarını ertelemişti. Kızını odasına davet etmiş, son yarım saattir de onunla sohbet edip Daerys ile bir Kral'da rastlanmayacak kadar ilgiyle oynuyordu. Bebeği maketin etrafında gezdirdi. Ona yapmaya başladığı son kaleyi anlatıyordu.

"Şimdiden keşfetmeye çok hevesli."

"O bir Targaryen." diyerek bebeğin kâşif ruhunun sebebini bulmuştu Kral Viserys. "Cesur bir genç olacak."

"O konuda hiç şüphem yok." diyerek onları izlemeye devam eden Mhyris, tuhaf bir rahatsızlık duyduğu için yerinden kalktı.

Eski Şehir'den gelen konukları geçen akşam kaleyi terk etmiş, Sör Laenor ise haber verdiğinden iki gün sonra Rhaenyra'nın yanına dönmüştü. Dört gündür her şey olması gerektiği gibi ilerlemişti ancak bugün biraz farklı devam edecekti.

Viserys, torunuyla birlikte koltuğuna geri döndü ve oturdu. "Aslında seninle konuşmak istediğim bir konu vardı."

Mhyris merakla onun yanına ulaştı.

"Pentos Prensi Reggio bana yeni bir mektup yolladı, bu sabah." Viserys çekmecesinden mektubu çıkarttı ve kızına verdi. "Askerlerin çok başarılı olmuş. Üçlü Yönetim'in askerlerini Pentos şehrinin sınırlarında resmen katletmişler."

Mhyris adamlarıyla gurur duyduğunu söyleyip mektubu okudu. Reggio'nun ilettiği haberler iyiydi. Gölge Adamlar onlara verilen görevi beklenilenden daha hızlı yapıyorlardı. Pentos Prensi Reggio, destekleri için Kızıl Targaryen adına şehrinde şölenler düzenlediğini yazmıştı. Mutlaka onu ve Targaryen ailesini ağırlamak istediğini eklemişti.

"Rhaenyra doğum yaptıktan sonra gidebiliriz." dedi Mhyris.

"Ben de öyle düşündüm." Viserys'in seyahat isteği yüzünden okunuyordu. Gemilerle arası iyi olmasa da Orlys'in karışımları sayesinde son aylarda bir hayli toparlanmıştı. "Gelecek ay için plan yapabiliriz."

"Harika olur, Majesteleri."

Daerys masanın üzerinden aldığı mektubu açmaya çalışırken, Viserys ve Mhyris ona gülüyordu. O esnada kapı çalındı ve hissettiği rahatsızlığın sebebini anlayan Mhyris kapıya baktı. İçeriye Sör Harrold girmişti ve haberi vermek için ağzını açar açmaz, onun ne diyeceğini anlayan Mhyris aceleyle yerinden ayrıldı. "Prenses'in doğumu başladı, Majesteleri." demişti adam ve yanında hızlıca geçip odadan çıkmıştı Mhyris.

Kalede önüne kim çıkarsa hemen bir kenara çekilmek zorunda kalıyordu. Mhyris, Rhaenyra'nın odasına varana kadar koşmuştu. Yaklaştıkça onun acı dolu çığlıklarını duyabiliyordu. Kızıl Prenses merdivenleri aceleyle çıkarak odaya malzeme taşıyan hizmetlilerin önüne geçmişti. Herkes heyecanlıydı. Odasının bulunduğu koridora girdiği esnada, Rhaenyra'nın açık olan oda kapısından dışarıya çığlıkları taşıyor ve ağlaması duyuluyordu. Kapıdaki Harwin ile göz göze gelmişti Mhyris.

Adam sadece bir muhafız olarak kapı önünde duruyor gibi görünmek için çaba harcasa da yüzündeki ifadenin anlamını Mhyris biliyordu ve başka kimsenin görmemesini diliyordu. Sör Harwin sakin kalabilmek adına bir o tarafa bir bu tarafa yürüyordu ancak her adımının sonunda yine odadaki sevgilisine bakma ihtiyacı duyuyordu. İçeriye girip Rhaenyra'nın yanında ona destek olamaması, Harwin Strong için cehennem gibiydi. Prenses acıyla bağırırken, onun elini tutup yanında olduğunu söylemek istiyordu. Fakat onun yerine içeride Laenor Velaryon vardı. Bu bazen Sör Harwin'in zoruna giderdi. Kıskanç olabiliyordu. Gümüş saçlı prenses konusunda sonsuz bir hassasiyet ile doluydu. Ancak iyiliği için çoğu zaman duygularını bastırıp sakinleşmesi gerektiğini öğrenmişti. Sadece Rhaenyra'nın acıyla kıvranan halini görmek, Harwin gibi güçlü bir adamı bile sarsabilirdi. Odaya baktı. Ellerinden tutularak küvete oturtulan Rhaenyra'nın da ona doğru baktığını gördü. Prenses sözlerine yansıtmasa bile gözleriyle Harwin'den yanında olmasını istiyordu.

"Sakin ol, Harwin." Mhyris, adamın yanına ulaşıp onu sessizce uyarmıştı.

Harwin biraz geri çekilip nefes almak ister gibi koridordaki pencereye gitti. Mhyris ise o sırada odaya girmişti ve Rhaenyra onu görünce, elini uzatarak yanına çağırmıştı. "Lütfen!" diyerek ağlıyordu. Mhyris koşup onun elini tuttu ve küvetin yanına çökerek kız kardeşinin sakinleşmesini istedi ama Rhaenyra suyla doldurulmuş küvette panik yaptığı için onu dinlemiyordu. Melisandre, Rhaenyra'nın karşısına geçip bacaklarını açmasını sağladı. Küvetteki su kan rengini alıyordu. Rhaenyra yapmak istemediğine dair Mhyris'e bir şeyler söylemeye çalışıp diğer yanındaki Laenor'un elini daha çok sıkıyordu. Nedimesi Harlene ve iki rahibe küvetin etrafındalardı.

"Derin nefes almayı bırakma." dedi Orlys. Yanındaki Melisandre'nin de ona yardım etmesini istedi. Kırmızı rengini alan küvete elini sokmuştu.

"Yapmak istemiyorum!" Rhaenyra bağırıp yerinden kalkmaya çalıştı. Mhyris onu engelleyince ağlamaktan şişmiş gözlerine yeni yaşlar eklendi.
"Mhyris..." diye sayıklayarak saçlarını okşayan kız kardeşine baktı. Bitmesi için bir şey yapmasını istiyordu.

"Çabuk bitecek, söz veriyorum. Şimdi derin bir nefes al." diyerek Rhaenyra ile birlikte nefes aldı. Kız kardeşinden ona bakmasını istedi. "Güçlü ıkın!"

Rhaenyra, Mhyris ve Laenor'un elini sıkarak tüm gücüyle ıkındı. Yorulana kadar devam etti. Sırtı yeniden küvet başlığına yaslandığında, beyaz tenine kan rengi su damlaları bulaşmıştı ve terden dolayı saçları yüzüne yapışmış haldeydi. Derin nefes alıp tekrar ıkın komutuna uyuyordu. Ancak bağırışı hiç azalmamıştı. Kapının önüne gelen Kral Viserys, kızını o hâlde görmekten korkuyordu. Çünkü aklında yalnızca Aemma vardı ve Rhaenyra onun bir kopyasıydı. Gümüş saçlı kızı acıyla bağırırken, Viserys gözünün önüne gelen korkunç görüntü yüzünden bir yere yaslanma zorunluluğu duydu ve Lord Kumandan hemen ona eşlik edip ilerlemesine yardım etmişti.

"Bu çok delice." dedi Laenor. Kusmak üzere gibiydi.

"Hiç yardımcı olmuyorsun kancık!" diye ona bağırdı Rhaenyra. Sonra da tekrar ıkınırken nefesi kesildi. İnatla Laenor'un elini daha çok sıkıyordu.

"Çıkart şu bebeği o zaman!" Laenor rengi atmış bir şekilde ona karşılık vermişti.

Rhaenyra tekrar arkasına yaslanırken ona öldürecek gibi bakıyordu. Laenor yaklaşıp onu alnından öptü ve çabuk olmasını tekrar söyleyip karısını yine kızdırdı. Yaptığı işe yarıyordu. Orlys ondan tekrar güçlü bir ıkınma istediği an, Rhaenyra var gücüyle karşılığını vermişti. Rahibeler ve nedimesi Leydi Harlene destek olmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı. Melisandre, bebeğin başının göründüğünü söyledi ve Rhaenyra kız kardeşinin elini sıkı bir şekilde tutup son kez ıkındığında, her şeyi hissediyordu. Kasılan vücudu son kez korkunç bir acıyla doldu ama en sonunda, bebeği Orlys'in eliyle su içinden çıkarıldığında ani bir rahatlık çöktü üzerine. Nefes nefese kalmıştı. Su içindeydi. Aklı acıdan uzaklaşarak normal vaktine dönüyordu ve Mhyris ona bittiğini söylerken, Rhaenyra'nın yorgun gülümsemesi görüldü. Bebeği ağlamaya başlamıştı.

"Çok sağlıklı bir oğlan." dedi Orlys.

Leydi Harlene odadan dışarıya koştu ve Kral'a erkek bir torunu olduğunu haber verdi. Viserys kızının durumu ile daha çok ilgiliydi. Onun da gayet iyi olduğunu öğrenince aceleyle odaya girdi. Harwin Strong, rahat bir nefes alarak kapıya yaslandı ve gülümsediği görülmesin diye yüzünü odanın içine çevirdi. Hemen ardında ortaya çıkan Daemon Targaryen'i fark etmemişti.

Rhaenyra'ya oğlu verildiğinde, tıpkı Mhyris de olduğu gibi onun da gözleri belirgin bir ifadeyle dolmuştu. Bebeği için her şeyi yapabilecek bir anneydi artık. Oğlunu alıp yüzüne baktı. Beyaz tenliydi ve koyu renk saç tutamları vardı. Laenor ile birbirlerine baktılar endişeyle. Bebek ikisine de benzerlik taşımıyordu. Ancak çok uzun sürmedi bu hâlleri. Rhaenyra ağlayan bebeğini öperken, Laenor elini uzatıp yavaşça dokundu oğluna. Mhyris, kız kardeşi oğlunu izlerken ona eşlik etti ve çok güzel bir bebek olduğunu söyleyerek Rhaenyra'yı tebrik etti. Bebeğin anne ve babasına benzememiş olması ne Orlys'i ne de rahibeleri şaşırtmamıştı.

Fakat Kral Viserys küvetin başına geldiğinde ve torununu gördüğünde bir süre ağzını açamadı. Şaşırmıştı. Rhaenyra başını kaldırıp ona oğlunu gösterdiğinde ise Viserys'in duygusal yönü ortaya çıktı. Torununu kucağına alıp ona uzun uzun baktı ve sonunda, gelecekte güçlü bir prens olacağından bahsetti.

Bebeğin adı Jacaerys Velaryon oldu.

Soy ismi sadece bir resmiyetti. Çünkü bebek, yarı Targaryen yarı Strong idi.

🐉

Daddy Harwin diyelim de ortalık yansın 🔥

Öptüm!

Continuă lectura

O să-ți placă și

1.8K 892 24
Fantastik bir evren ve bu evreni yöneten bir krallık varmış. Bu evrende elementler ve güçler çok gelişmiş ancak dört büyük elementin dört büyük tanrı...
4.6K 300 14
Nora Walter ve Sebastian Stan bir zamanlar manşetlere hükmeden güçlü bir çiftti. Dağınık bir ayrılıktan sonra ikili ezeli düşmanlara dönüştü. Ancak...
5.9K 608 36
Visenya Targaryen, adının ikincisi, Westeros tarihinin en cömert ve yardımsever kraliçesi olarak anılırdı. Hayatının son günlerinde tacı başına geçir...
1.9K 403 14
Üç başlıydı ejderha. Fatih Aegon, düşmanlarına diz çöktürmüştü. İki kız kardeşi ile Targaryen Hanesi'ni en yükseğe çıkarmıştı. Artık ejderhaların hük...