CANAVARIN DA KALBİ VARMIŞ

By thekabal

2.2M 214K 414K

"Hoşuma gidiyorsun ama seni öldürürüm." More

1. BÖLÜM: BAŞKA BİR EVRENDE
2. BÖLÜM: AKŞAM ESİNTİSİ
3. BÖLÜM: KANITLA YA DA KAÇ
4. BÖLÜM: BİR DAMLA KAN
5. BÖLÜM: İHTİMALLER VADİSİ
6. BÖLÜM: DUDAKLARINDAKİ ZEHİR
7. BÖLÜM: SADECE BİR RANDEVU
8. BÖLÜM: GÜN SONU
9. BÖLÜM: İLK TEMAS
10. BÖLÜM: ŞEHVET
11. BÖLÜM: KALBİN İTECEK
12. BÖLÜM: TERSANE
13. BÖLÜM: SİDRA SİDRA SİDRA
15. BÖLÜM: HERAKLES
16. BÖLÜM: LUZIA ve SİDRA
17. BÖLÜM: REYNA
18. BÖLÜM: ADEM ile HAVVA
19. BÖLÜM: VAHA
20. BÖLÜM: KONT DEKALTON
21. BÖLÜM: L. COR VICTORIAM
22. BÖLÜM: AHLAZ AKMANER
23. BÖLÜM: KORKU VE ARZU
24. BÖLÜM: LUXURIA COR VICTORIAM
25. BÖLÜM: OBUR KURT ve LEYLEK
26. BÖLÜM: KIZ KARDEŞLER ve SEVGİLİLER
27. BÖLÜM: LUZIA'NIN AĞACI
28. BÖLÜM: İKİLEMLER
29. BÖLÜM: AZELDA
30. BÖLÜM: KARANLIK ARZULAR
FİNAL; CANAVARLA VALS

14. BÖLÜM: LUXURIA

65.1K 7.2K 17.2K
By thekabal

Selam aşkolar, bomba bir bölümle geldiğim için tatava yapmayacağım,

Keyifli okumalar, siz şok,,,,

Yıldızımı parlatın ama unutmayın aşkolar bb

NP: Numcha, In My White Dress

;;;;

Sadece birisi tarafından tutulmak için yapılan çok uzun bir düşüş, diye düşündüm.

Beni tuttu.

"Kalbine bir hançer saplamışsın," dedim soluk soluğa kollarının arasında. "Ama onu hiç öldürememişsin Sevgili Bay Sidra."

"Öyle mi düşünüyorsun?" diye sordu. Beni yere indirmediği için aşağıdan ona bakmak anı daha da tuhaflaştırıyordu. Ve gözleri ve dudakları... yüzü çok yakındaydı. Siyah gözleri alaca bir hal almıştı, neredeyse hipnoz oluyordum.

"Öyle olduğu ortada değil mi?" diyebildim. "Ölmüş olsaydı toprağın altında olurdu ama sen her yere taşıyorsun onu." Kollarımı itip beni yere bırakmasını sağladım. Eteğimi düzeltirken "Hiç yanından ayırmıyorsun," diye devam ettim.

"Karşımda böyle dururken ne yapmamı bekliyorsun?" diye sordu. "Ölmüştün, ellerimin arasında ölmüştün. Ama buradasın. Karşımda duruyorsun ve beni yine tetikliyorsun."

"Bu ağaçların hepsi birbirine benziyor." Ellerimi birbirine silkerken başımı kaldırıp tepemizdeki ağaçlara baktım. "Ama senin de çok iyi bildiğin gibi hiçbiri aynı değil. İstersen bir tanesini dalını keselim ve diğerlerine ne olduğuna bakalım."

Bedenime bir gevşeme geldi. Belki de iç dökmenin rahatlığıydı. Ya da yanında olmanın. İhtimaller vadisinde sürükleniyordum ve hiçbiri benim için iyi değildi. Cevap vermesini beklerken biraz daha ötede olan daha ince bir ağacın yanına gitti, tek elini gözünü benden ayırmadan ağacın gövdesine yasladı ve itti. Buradan bakınca o kadar güç uygulamıyormuş gibi görünüyordu ama ağaç kökünden ayrılıp yere devrildi. Çıkardığı ses irkilmeme neden oldu. İnanamamıştım.

Gösterisi henüz bitmedi. Ağacın artık yerde olan dallarından bir şey kopardı. Avucunun içinde bir tohum vardı. "Peki bu tohumu buraya ekersem," dedi biraz önce sökülmüş ağacın yerine eğilip. "Hala farklı mı olur?"

Kanım donmuştu. Başımı sallamayı başarabildim. "Farklı olur," dedim hırsla. "Çünkü o ağaç öldü. Bak orada yatıyor. Bunu anlaman için daha kaç canı alman gerekiyor?" Ağaç için gözlerim dolmuştu. Çok mu hassastım o mu çok kötüydü.

"Gerçekten sınırların yok," dedim yola doğru ilerlerken. "Kendi düşüncelerine öyle takıntılısın ki seni haksız çıkaracak ihtimalleri bile yok etmeyi kafana koymuşsun. Ben sana hiçbir şey anlatamam. Ben sana hiçbir şey kanıtlayamam."

"Yine kaçıyor musun?" diye bağırdı arkamdan.

"Kaçıyorum!" diye bağırdım omzumun üzerinden dönüp. "Çünkü yine kalbimi kırıyorsun ve eline geçen ilk fırsatta yine kıracaksın." 

Bir an can havliyle yüzüm buruştu. Ayağımın altında keskin bir sızı hissettim. Yere eğilip bakınca ayaklarımın hala çıplak olduğunu fark edip içimden küfür ettim. Bir şey ayağımı kesmişti ve felaket sızlıyordu. Ama burada durup ona muhtaç olmaya niyetim yoktu. Ayağımın ucuna basarak karanlığın içinde yol kenarına doğru yürümeye devam ettim. Rezalet durumdaydım. Vampirler canıma tak etmişti. Yarın sabah eşyalarımı toplayıp bu kasabadan defolup gidiyordum. Mısır'a yerleşecek ve firavunları aptal vampirlere tercih edecektim.

"Sence Cludia neden sizi buraya getirdi?"

Bir anda yanımdaydı. Gölgesinin hareketlerini bile görememiştim. Tanrım! Elimi göğsüme bastırdım.

"İnan umurumda değil."

"Olmalı."

"İnan nedeniyle ilgilenmiyorum."

"İlgilenmelisin."

Durdum. "Ne var?" dedim hiddetle. "Ne var, söyle ne söyleyeceksen."

"Burası vampir bölgesi müze müdürü. Kasabadaki vampirlerin çoğu ve en korkunç olanları bu bölgede yaşıyor."

Bir an durup etrafıma baktım. Vampir olsam muhtemelen böyle sessiz ve nispeten sakin bir yeri tercih ederdim. Evlerin çoğu müstakildi ve kasaba merkezine uzaktaydı. Ormanın da dibindeydi.

"Pekala..." dedim. Bir araba çağırmak için telefonumu elime aldım ama şansım varken kullanmadığım için şarjım bitmişti. Bak sen şu işe. Nihayet baş karakter oluyordum galiba. Ama sırası mıydı gerçekten? Tam da rest çekmeye hazırlanmışken.

"Yürüyebilirim," dedim yoluma devam ederek.

"Yürüyebilirsin," dedi yanımda bana eşlik ederek. "Hansel ve Gratel masalını bilir misin?"

"Senin bilmene şaşırdım," dedim yapay bir şekilde gülüp.

"Ekmek kırıntıları ile ilgili ne düşünüyorsun?"

"Akıllıca."

"Elbette. Ama ekmek kırıntıları yüzünden yakalanabilirsin de."

"Bunun konumuzla ne ilgisi var acaba?"

"Ayağından akan oluk oluk kan diyorum," dedi. "Vampirler için ekmek kırıntısından daha iyi."

Bir an durdum. Sonra dönüp yola baktım. Aralıklarla bazen uzun bazen kısa bazen nokta halinde kan lekeleri vardı. O kokusunu alıyorsa herkes kokusunu alabilirdi. Ama bunun beni korkutmasına izin vermedim. Nihayetinde yanımdaydı, o varken hiçbir vampir yanıma yaklaşmazdı. İroniye bak ama.

"Bir kere," dedim başımı dik tutup yürümeye devam ederek. "İnsanlardan beslenmenin cezası var. Bana bir şey yapamazlar."

"Yasaların vampirleri durduracağına olan inancın beni tüketmeye başladı..."

"O zaman vampirler hakkındaki söylemler çok da yanlış diyemeyiz," dedim.

"Ne dedin?"

"Bütün haberler sizin canavar olduğunuzu söylüyor ya, bu kadar kural tanımazsanız ve ben kanayan ayağımla burada güvende değilsem belki de haberler doğrudur."

Kolumu tutup beni öyle bir çevirdi ki diğer kolumu da tutmasaydı yere düşmemem olanaksızdı. Saçlarım yüzümde savruldu. Kaşlarını çatmış ve bir şeye çok sinirlenmişti.

"Vampirlerin doğası bu," dedi.

"O halde benim de doğam gereği kendimi korumama karşı çıkmazsın herhalde." Kolumu ondan kurtardım.

"Tehlikeli sularda yüzüyorsun."

"Seninle aynı çatı altında yaşadığımdan beri..." diye mırıldandım.

"O halde tehlikeli suları seviyorsun," dedi imayla.

İçimden seninle aynı çatı altında yaşadığımdan beri... diye tamamladım ama bunun sesime ya da yüzüme yansımasına izin vermedim. Ki iç sesim bir anlığa beni afallatmıştı. Tehlikeyi sevmiyordum, hayır, tüm bu olanlardan tamamıyla rahatsızlık duyuyordum.

"Ben gidiyorum o zaman."

Ne?

"Gidebilirsin," dedim. Sözcük dudaklarımdan kafamdaki kadar kolay çıkmadı ama bu onu durdurmadı da. Bir anda yok oldu. Gidişi sadece tüylerimi ürperten bir rüzgar bıraktı geriye. Derin bir nefes alıp beni korkutmaya çalıştığını söyledim kendime.

Yürümeye devam ettim. Biraz sonra illa ki bir anayola, benzinliğe bir şeye denk gelirdim. Dağ başında değildik sonuçta. Belki bir yerlerden gizlice beni izliyordur. Hem nasıl gidecektik ki beni sırtına mı alacaktı? Kendine bir araba alsa iyi olurdu. Bir anda mini cooperımı çok özlemiştim.

Yarı yarıya sekerek epey bir yürüdükten sonra bir yere varamadım ve önce Vaha'ya sonra Reyna'ya sonra da Sidra'ya öfkelendim. Onlar yüzünden bu haldeydim ve üçü de beni bırakmış ve arkalarına bile bakmamışlardı. Reyna o herifle aramda olanları biliyordu, en başında buna izin vermemesi gerekiyordu. Dertleri neyse beni evime en azında merkezi bir yere bıraktıktan sonra da çözebilirlerdi. Sevgili Bay Sidra'dan herhangi bir beklentim yoktu zaten, söz konusu ben olduğumda nezaket kelime anlamını yitiriyordu onun için.

Cadde üzerinden bu yöne doğru gelen siyah bir araba görünce elimle durdurup yardım istemeyi düşündüm ama sonra söylediği şey aklıma geldi, arabadaki bir vampirse artık onlara ne kadar güvenebilirdim ki? Yol kenarından paytak paytak yürüyerek ağaçların arasına girdim. Görünmemek için bir tanesinin gövdesinin arkasına gizlendim. Belki de ormanın içinden yürümek yoldan yürümekten daha güvenliydi. Önüme bir yaban domuzu daha çıkmazsa eğer. Araba yoldan geçerken bir anda durdu, biraz önce tam da durduğum yerde durmasının bir tesadüf olmadığını düşündüm.

Hızlı düşünmeye çalışıyordum. Arabanın camları açıktı ama görünmemek için başımı fazla uzatamıyordum. Hareket edersem muhtemelen duyacaklardı. Neden durmuşlardı ki? Arabanın içinden kanın kokusunu almaları mümkün müydü? Belki de Vaha beni almaları için birilerini göndermiştir. Hayır, bu ihtimalle risk alamazdım.

Araba yeniden motoru çalıştırdı ve daha yavaş ilerlemeye başladı. Nefesimi verdim. Yarın gerçekten buradan gidiyordum. İşler bile umurumda değildi. Resmen ıssız bir yerde tek başıma kalmıştım. Ormanın içinde bir ağacın arkasında saklanıyor ve bir araba durduğu için deli gibi korkuyordum. Ve işin özü tek başımaydım.

Yol kenarından çok ayrılmadan ağaçların içine doğru yürüdüm. Kendimi olabildiğince gizlemeye özen gösteriyordum ama parmak ucumda ve çıplak ayakla yürümek hızımı kesiyordu. Bir çıtırtı dikkatimi dağıtınca durdum. Reflekslerim vampirlere alışkanlık kazanmıştı aynı anda nefes almayı da bıraktım. Kendi etrafımda çok yavaşça dönüp tehlikeyi aramaya başladım. Yaklaşık iki yüz metre ötede onu gördüm. Dört bacağının üzerinde keskin buz mavisi gözleriyle bana bakıyordu.

"Sidra!" diye çığlık attım.

Kendime tırmanabileceğim bir ağaç aramaya koyuldum. En yakınımdakine koştum. Buna koşmak denirse. Ağaç tırmanmaya müsait değildi ve ben de ayağımın üzerine basabilecek durumda değildim.

"Buradayım bir tanem."

Birden ortaya çıkınca tekrar çığlık attım. Ama bu defa boynuna da atılmak üzereydim. Tabii ağaca sıkı sıkı sarılmış olmasaydım.

"Gitmemiş miydin?"

"Belli ki," dedi sakince gülümseyerek.

"Gerçekten canavarsın."

Güldü.

"Ne oldu?"

Ona doğru eğilip fısıldadım. "Kurt adam."

"Ne?"

"Orada bir kurt adam var."

"Kurt adam diye bir şey yok."

"Orada." İşaret parmağımı kaldırıp gösterdim. "Bana bakıyor."

Yavaşça dönüp hala aynı yerde bekleyen kurda baktı. Gülümsemesi yüzünde büyüdü. "Muhtemelen çığlık attığın için."

"Görüyorsun ama değil mi?"

"Sadece bir kurt görüyorum."

"Sadece bir kurdun burada ne işi var!" O kadar da yabani topraklarda değildik.

"Orası biraz tuhaf evet," dedi. "Ama seni temin ederim bir kurt adam değil."

"Emin misin?"

"Son derece. Ve bugün dolunay da yok."

Başımı gökyüzüne kaldırıp kontrol etme gereği duydum, yıldızlar çok parlak olsa da haklıydı, dolunay yoktu.

"Ağacı bırakmaya hazır mısın yoksa çoktan yakınlaştınız mı?"

Kaşlarımı çatarak kollarımı kendime çektim. Ayağımın üzerine basmamaya özen göstererek ağaçtan uzaklaştım. Biraz çekingen bir şekilde ona döndüm. Sonra yeniden kurda baktım. Muhtemelen Sidra'nın kendisinden daha tehlikeli olduğunu anlamıştı, dönüp ormanın içine doğru uzaklaştı.

"Gel peşimden," dedi.

Arkasını döndüğü için derin bir nefes verdim. Kalbim çok hızlı atıyordu. Bu defa sesimi çıkarmadan ona sinirliymiş gibi davransam da peşinden gidecektim. Bir an önce buradan kurtulmak ve eve dönmek istiyordum. Saçlarıma balık kokusu sinmişti, üzerim darmadağın olmuştu. Sıcak ve uzun bir duş almak, ayağımı sarmak ve uyuyup bavulumu toplamak istiyordum.

Biraz önce yolda durduğunu gördüğüm siyah araba yol kenarında bekliyordu. Sidra doğrudan arabaya yürüdü.

"O senin miydi?" diye sordum.

"Buralara kadar yürüyerek geldiğimi mi düşündün?"

"Belki uçuyorsundur diye düşünmüştüm."

"Komik kızsın biliyor musun."

"Sorma."

Bana açma nezaketini göstermediği kapıdan içeriye bindim ve bir an şükrettim. Sırtımı yaslayıp emniyet kemerimi bağladım. Arabanın sıcaklığı avuç içlerimi ısıttı. Bugünün hiç bitmeyeceğini düşünmeye başlamıştım.

Arabayı çalıştırdı ve nihayet yola koyulduk.

"Gerçekten onun bir kurt adam olduğunu mu düşündün?"

"Sonunda baş rol oldum sandım," dedim kendi kendime sinirlenerek. Gerçekten aklımı kaçırıyor olmalıydım. Hiç mantıklı davranmıyordum. Dengemi yitirmiştim. Şuursuz olmuştum şuursuz.

"Baş rol mü?"

"Hımhı."

"Ne demek istediğini açıklar mısın?"

"Bugün çok meraklısın." Genelde bana soru sormazdı. Genelde benimle ilgilenmezdi. Genelde beni dinlemezdi. Bu akşam onu gerçekten eğlendirmiş olmalıydım. Ne hoş ama.

"Normalden garip davranıyorsun," dedi.

"Normalimi biliyormuşsun gibi."

"Merak ettim."

"Görmüyor musun, bana ait hiçbir şey yok. Bu kasabaya bile ait değilim ben. Duyduğum bir şeyin peşinden sürüklenip geldim. Sonra sen çıktın karşıma, başka bir yaşamdaki kötü ikizim yüzünden hayatımı cehenneme çevirdin. Bu akşam kaçırıldım ve bunun bile aslında benimle ilgisi yok. Sonra bu saçma sapan yerde kalakaldım. Kendi belam bile değil bunlar benim. Ben sadece oradan geçiyormuş kadar dahilim bu olanlara."

Arabaya yavaşladı ve ben ona dönene kadar durdu. Dönüp bana baktı. Bu defa bakışlarında daha önce görmediğim bir şey vardı. Adını bile koyamadım. Bana çok uzun gelen bir süre beni izledi. Kafasından ne geçtiğini bilmek istediğime emin değildim. Ama arabanın içinde oldukça hoş görünüyordu.

"Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum sonunda. Yoksa o bakışların yoğunluğu karşısında eriyip gidecektim.

"Ne yapacağız biz seninle?" diye mırıldandı. Bana değil de boşluğa sanki. Başını çevirip yeniden arabayı çalıştırdı. Yerimde hareket edip dudaklarımı ıslattım.

"Belki de beni de öldürüp ikimizin de azabına son verirsin." Bunu espri olsun diye söylemiştim.

"Bana saldırmayan bir şeyi öldürmem ben."

"Ama beni öldüreceğinden çok emindin."

"Saldıracağından," diye mırıldandı. "Saldıracağından çok emindim."

"Dim?"

"Şansını zorlama."

"Sana saldırmam için bana bu kadar kötü davranıyorsan içimde bir canavar olmadığına dair seni temin ederim. Ben sinirlendiğim zaman ağlıyorum genellikle. Çok sinirlenirsem de kaçıyorum. Ne yaparsan yap sana saldırmam. O yüzden bana kötü davranma lütfen."

"İnsanlar çok hırslı ve kinci oluyor sen nasıl bu kadar kolay unutuyorsun?"

"Üşeniyorum," dedim gözlerimi yoldan ayırmadan. "Ödeşsem ne olacak ki? Olan olmuş zaten. Değiştiremeyeceğim şeyler için mesai harcamayı zaman kaybı olarak görüyorum ben."

"Olanları değiştiremezsin ama olacak olanları değiştirebilirsin."

"Bir vampir olsam ve yüz yıllar boyunca yaşasam belki," diye omuz silktim. "Ama bir insan olarak bunun bir anlamı yok. Zaten çok uzun ömürlü yaratıklar değiliz. Şöyle olacak böyle olacak diye kendimi hırpalayamam."

"Hayat senin için eğlendiğin anlardan ibaret yani."

"Tam olarak sayılmaz ama tek bir ömrüm varsa yaşamın keyifli tarafında kalmak istiyorum. Daha önce yeterince kendimi kısıtladım, o hayatı yaşadım yani. Senden kalan hatıra bir acıya sahibim unuttun mu? Hayatımın uzun bir kısmı o ağrı içinden duvarların arasında geçti. Ağrı azalmadı ya da geçmedi. Onunla yaşamayı öğrendim ben de."

"Gece ışığıyla kendini kandırarak."

"Sürekli beni haksız çıkarmak için müthiş bir mücadele veriyorsun farkında mısın?" Gülmeden edemedim. "Bana karşı verdiğin savaşın yarısını beni sevmek için verseydin şimdiye-" Bir an ne söylediğimi fark edip durdum ve öksürmem gerekti.

"Şimdiye ne?"

"Epey yol kat ederdik."

"Benimle nasıl bir yol kat etmeyi düşünüyorsun?"

"Öyle bir şey düşünmedim ki." Sonra bir anda aklıma bir şey geldi. Refleksle uzanıp kolunu tuttum. "Sidra, dur!"

"Ne, ne oldu?" Bir şey kaçırmış gibi etrafa baktı. Yolda bizden başka kimse yoktu.

"Geri dönmemiz lazım."

"Neden?"

"Ayakkabılarım!" dedim inanamayarak. "Güzel ayakkabılarımı orada unuttuk. Tanrım! Aklım neredeydi. Hemen dönmeliyiz."

"Saçmalama."

"Dön çabuk. Lütfen."

"Sadece ayakkabı onlar."

"Sensin sadece ayakkabı."

"Saçmalamayı kes..."

"Senden nefret ediyorum." Gerçekten geri dönmeyecekti. O ayakkabıların siparişini vermek ve gelmesini beklemek ne kadar uzun sürmüştü hiçbir fikri yoktu. Onun yüzünden azap gibi geçen iki haftamda ilk kez canlı hissettiğim an o ayakkabıları gördüğüm andı. Canavar.

"Sana yaptığım onca şeyden sonra ilk kez bu cümleyi kuruyorsun ve sebebi ayakkabıların mı?"

"Daha ne olsun." Ca na var.

"Biraz önce ne demiştin, değiştiremeyeceğin şeyler için mesai harcama. Ayakkabılar gitti. Bununla yaşamak zorundasın Luzia..."

Gözlerim kocaman açıldı.

Sessizce başımı sallayıp oturduğum yerde durdum. Tek kelime edemezdim. Hareket bile edemezdim. O da durdu. Birden fark etti. Elini ağzına götürüp kaşlarını çattı. Araba daha da hızlandı. Başımı çevirip eve varana kadar öyle durdum.

Bana ilk kez Luzia dedi...

Başımı yavaşça koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım ve uyumaya çalıştım. Daha doğrusu uyuyormuş gibi yapacaktım. Onu birazcık tanıdıysam bunun karşılığında kalbimi kırmak için bir şey yapması an meselesiydi. Ona sinirli kalmak neden bu kadar zordu... İsmimin bu kadar güzel olduğunu fark etmemiştim. Gerçekten ona saldırmam için mi bana böyle davranıp duruyordu. Daha da önemlisi gerçekten ona saldıracağıma mı inanıyordu. Luxuria git gide daha büyük bir gizem haline geldi. Hayal meyal gördüğüm anılarda naif ve kesinlikle zararsız bir kadın görüyordum, neşeli ve iyimser bakışları vardı. Belki de silahı buydu. Bunu kesinlikle Sidra'ya soramayacağımı biliyordum.

Kapı açılıp soğuk hava yüzüme vurana kadar durduğumuzu fark etmemiştim. Onun indiğini de fark etmemiştim. Düşüncelere boğulmuşken belki de içim geçmişti.

"Uyumadığını biliyorum," dedi. Sesi yine oda sıcaklığının üzerine çıkmıştı. Artık onu tanımaya başlıyordum sanırım. Sadece ismimi söyledi diye bunu mesele haline getirdiğine inanamıyordum.

Yavaş yavaş gözlerimi açtım. Başımda dikilmiş, kaşlarını çatmış, yine bakışlarına senden nefret ediyorum ifadesini takınmıştı. Bir şey ki muhtemelen kötü bir şey söylemek üzere dudaklarını araladığında çok hızlı hareket ettim. Doğrulup parmaklarımı ağzının üzerine bastırdım.

Ellerim onun dudaklarından daha soğuktu. Çok daha soğuk. Dudakları sıcak ve yumuşaktı. Ve bu his avucumun karıncalanmasına neden oldu. Dahası ne yaptığımı ve neden yaptığımı unutturuyordu. Kaşlarını daha çok çattı.

"Sadece ismimi söyledin," dedim. "Her gün bir sürü kişi bana bu isimle hitap ediyor. Yemin ederim henüz daha kimse ölmedi. O yüzden lütfen bunu yapma. Yine kalbimi kıracak bir şey söyleme. İstiyorsan duymamış gibi yaparım, hiç söylememişsin gibi farz ederim ama bunu yapmak istemem çünkü aksanın çok güzel bunu biliyor muydun? Adımı çok güzel söylüyorsun, bunu daha sık yapmalısın ve o zaman görürsün ki-"

"Sus artık." Bileğimi tutup parmaklarımı dudaklarının üzerinden çekti.

"Tamam." Dudağımın üzerine işaret ve baş parmağımı birleştirerek hayali bir fermuar çektim ve bu onu güldürdü. Daha beklenmedik olansa uzanıp emniyet kemerimi açması oldu. Kokusu birden burnuma doldu ve bunun tadını çıkaramadan onun da benim rezalet kokumu aldığını anımsadım.

"Ne yapıyorsun?"

"Ağzını kilitlememiş miydin sen?" Kollarını bacaklarımın altından geçirip beni kucağında arabadan çıkardı. Ayağıyla kapıyı itip malikaneye yürüdü.

"Yürüyebilirim," dedim şaşkın bir şekilde suratına bakıp.

"Parkeleri mahvetmene izin veremezdim."

"Yani canım yanıyor diye yardım etmek mi istedin?" Kollarımı boynuna doladım, ters ters bakınca "Düşmeyeyim şimdi," dedim. "Eminim bu taşları da mahvetmemi istemezsin."

Gülmemek için kendini tuttuğunu görebiliyordum.

"Vampir olmadan önce de bu kadar güzel miydin?" Biraz ileri gidip çenesine dokundum. Bir anlığına durdu ama devam etti. Müzedeki sikkeler geldi birden aklıma. Eski paraların üzerinde onun yüzü olmalıydı diye düşündüm. Kalemle çizilmiş gibiydi. Düz bir burnu vardı, elmacık kemikleri belirgindi ama üzerindeki gölgeler onları saklıyordu. Dudakları gerçekten odaklandığınız zaman dikkat dağıtıcı olabilirdi. Gözleriyse şüphesiz ondaki en yanıltıcı şeylerdi. Yanlış kıyafete uyumsuz bir mücevhere benziyorlardı. Keskin ve küçük, badem şeklinde ve yıldızsız bir gökyüzü kadar siyah. Ve o kadar yalnız ancak.

"Bana karşı neden bu kadar tatlısın?" diye sordu. Çift kanatlı kapıyı tek eliyle açarken hiç zorlanıyormuş gibi görünmüyordu. Tüy kadar hafif olmalıydım.

"Beni tatlı mı buluyorsun?"

"Tavrın bir insan için tatlı."

Ellerimi pençe gibi yapıp ona doğrulttum. "Sana karşı saldırgan güdülerim beni tatlı yapıyor, kendimi tutamıyorum."

Göğsünden hırıltılı bir gülümseme yükseldi.

"Ben herkese karşı nazik olmaya özen gösteririm," dedim. "Böyle büyütüldüm."

"Benimle bir ilgisi yok yani."

"Hayır," dedim. "Senden ayrıca büyüleniyorum sadece. Ama sık sık sinirimi tepeme de çıkarıyorsun."

"Çok soğuksun," dedi. Sözlerimi ya ciddiye almıyordu ya da söylediklerim üzerine konuşmak istemiyordu. Konuyu olağan bir şekilde değiştiriyor ve ben çoğunlukla kaçındığını anlamıyordum bile.

"Farkında değilim," diyebildim sadece ama o kelime dizlerimin titremesini tetiklemişti. Adrenalin beni engelliyordu ve onun yanında kalbim sık sık hızını artırdığı için yoksunluk gizlenebiliyordu.

Odamın önüne geldiğimizde beni yere indirdi. Parmak ucunda dururken dizim titreyip beni zor duruma soktu. "Teşekkür ederim," dedim kapıyı açıp. Başını sallayıp kendi odasına girdi.

Bu gerçekten garipti. Telefonumu şarj olması için komodinin üzerinde kabloya bağladım. Banyo eşyalarımı alıp doğrudan banyoya girdim. Sıcak suyu açıp küvetin içine yaslandım. Bedenimden aşağı bir pislik nehri akıyordu sanki. Kötü kokmaktan nefret ederdim. Saçlarımı üç kez şampuanlayıp duş jelinin yarısını lifime boca etmiştim. Nihayet temiz hissediyordum. Ama suyun altından çıkmaya hazır değildim. Sıcak su kaslarımı gevşetirken ben düşüncelerimde boğulmaya başladım. Daha bir gün önce onu görmek istemiyordum. Neredeyse iki haftadır bu banyoda onun yüzünden ağlayıp duruyordum. Ne zaman bu kadar gurursuz olmuştum? Buna kanamazdım. Zaten ortada kanacak bir şey de yoktu. Dikkatimin yeniden dağılmasına izin veremezdim.

**

Uyumak için sadece birkaç saatim olmuştu. Fiziksel yorgunluk zihnimi bastırsa da daha fazlasına izin vermemişti. Gözlerimi açtığımda ağzım kupkuruydu ve dudaklarım çatlamıştı. Komodinin üzerinden nemlendiricimi alıp çöl gibi dudaklarımın üzerinde gezdirdim. Umutsuz vakaydım ama yine de çekmecelerimi tek tek kontrol etmiş ve küçük şişelerin dibinde kalan bir şeyler aramıştım. Tek bir damlaya bile razıydım ama her şeyi sıfırlamıştım.

Aklıma bir an Arthur geldi ve kendime inanamadım. Gerçek bir bağımlı gibi davranıyordum. Bu sadece bir süreçti. Eminim bunun üstesinden gelebilirdim. Daha önce bağımlı olduğum ve sonrasında kabaca kovduğum bir vampiri arayıp birkaç damla kan dilenecek kadar gözüm dönmüş olamazdım.

Ama belki Sivri Diş'e gidersem bir şeyler bulabilirdim. Son gittiğimde Sidra bana gece ışığı verdiği için bir vampiri açıkça tehdit etmişti ve içimde bir ses bir daha kimsenin buna cesaret etmeyeceğini söylüyordu. Bir kez daha bağımlı olmak istemediğim için kimseye güvenemezdim.

Vaha'dan isteyebilirdim.

Tanrım üniversitede bu mereti bulmak daha kolaydı.

Bol soğuk suyla yüzümü yıkayıp her zamankinden daha uzun sürede dişlerimi fırçaladım. Giyinmek için bile takatim yoktu. Bedenim iki büklüm olmuş ve o şekilde hareket etmeye çalışıyormuşum gibi hissediyordum. Elime gelen ilk askıyı çekip yatağın üzerine attım. Gri kumaş pantolon üzerine düz beyaz bir tişört giyindim. Makyaj yapmazsam insanlar yüzüme bakar ve neden bir vampirden bile solgun göründüğümü sorgularlardı. Cilt makyajıma her zamankinden daha fazla uğraştım. Daha çok fondöten, daha koyu bir allık ve bol bol maskara. En azından artık Dracula'nın gelini gibi görünmüyordum.

"Harika," dedi Mera aşağıya indiğimde. "Erken gelmişsin. Bir problemimiz var ben de seni uyandırmak zorunda kalacağım diye endişeleniyordum."

"Lütfen bağırma." Elimi kaldırıp onu durdurdum. Sesi farklı frekanslara bölünmüş gibi kulağımdan beynime kadar zonkluyordu. "Yavaş yavaş..." diye peşimden gelmesini işaret ettim. Mutfağa inip kendime en büyük boyda bardağı seçtim ve içini yarısına kadar buzla doldurdum. Yukarıya çıkarken Mera günlük yapılacak işlerimizden bahsediyordu. Kahve makinesinin önüne buzlu bardağı yerleştirip içine bir kaşık daldırdım ve kırık buzları yemeye başladım.

"Ve Reyna'nın partisi için süslemeler sabah oraya bırakıldı," dedi Mera kaleminin kapağını ucuna takarak.

"Ne partisi?" Kahvenin üzerine soğuk süt ekleyip içine bir pipet attım ama hala kaşıktaki buzlar daha iyi hissettiriyordu.

"Cadılar Bayramı Luzia," dedi kaşlarını kaldırıp. "Bugün, Reyna'nın restoranında. Özellikle istemişti ya."

"O bugün mü?" Gözüm takvim aradı ama bulamadım. Ve telefonumu da yukarıda unutmuştum. Bugün gerçekten zor geçecekti.

"Süsleri ve çiçekleri seçmiştik. Yemek zaten onların yapacağı bir şey. Aslında yapılacak pek bir şey yok. Bizim organizasyon ekibimiz süslemeleri yerleştirecek. Devasa bir örümcek girişte olacak ve balkabakları ile onlarca mum. Konuştuğumuz gibi."

"Tamam," dedim. "Sergi için gerekli görüşmeleri yapayım. Daha acil bir şey var mı?"

"Hayır."

"Teşekkür ederim Mera."

Önce odama çıkıp telefonumu aldım, dün geceden beri kapalıydı. Açılması için ofiste masamın üzerine bıraktım ve bilgisayarıma döndüm. Hala sergi için bazı onaylar verilmemişti ve konsolosluk bu defa gerçekten uğraştırıyordu. Eserlerin giriş çıkışı için tüm önlemleri almış olsak da tarihi eserler kanunu süreci olabildiğince yavaşlatacaktı. Daha önce de yardımı dokunmuş bir arkadaşıma mail atıp neler yapabileceğini öğrenmek istedim.

"Evet?" Titreyip duran telefonu kulağıma yasladım.

"Dün gece seni merak ettim."

"Beni bırakıp gittiğin için sana kızgınım," dedim Reyna'ya. "Beni istemeyeceğimi bildiğin bir durumda bıraktın."

"Özür dilerim," dedi. "İkiniz için iyi olur diye düşünmüştüm."

"İkimiz diye bir şey olsaydı belki."

"Lu gerçekten üzgünüm. Yine seni kıracak bir şey mi yaptı?"

"Şu an çok meşgulüm," dedim nefes alarak. "Sonra konuşalım."

"Tanrım... Gerçekten kızmışsın."

"Gerçekten işlerim var." Sonra biraz sert olduğumu ve sonrasında buna pişman olacağımı düşündüm. "Akşam partide görüşeceğiz zaten. Ben de sizi merak ediyorum."

"Tamam," dedi. "Gelebilirsen erken gel."

"Olur."

Telefonu kapattım. Hayır, Sidra Dekatlon dün kalbimi kırmamıştı. Hatta oldukça keyifli bir gece olduğunu bile söyleyebilirdim. Ama sorun da buydu. Beni bu duruma düşürmemeliydi. Ona olan sinirimin geçmesine izin vermemeliydi. Çünkü geçmemeliydi. Dengesiz biri olduğu aşikardı ve ben kalbimin kırılacağı anı kollayarak yaşamak istemezdim.

Bu kadar hassas bir kalbe sahipken.

Ezekiel ile yaptığımız toplantı uzadıkça uzamıştı sanki. Saç diplerim terlemeye başlamış gözlerim bile kurumaya yüz tutmuştu. Nihayet bittiğinde canım burnumdaydı. Koridordan geçerken Mera önümü kesip "Bir şeyi üzerinden geçmemiz lazım," dedi.

"Sonra," dedim.

"Luzia acil."

"Sonra dedim anlamıyor musun?" Yanından geçip ofise girdim ve kapıyı arkamdan kapattım.

Çıldırmış olmalıydım. İlk kez Mera'ya bağırmıştım. İlk kez iş yerinde birine bağırmıştım. Ellerimi şakaklarıma bastırdım. Midem ağrıyor, göğsüm içine çökmüş gibi sancı yapıyordu. Masaya koşup çekmeceden sigara çıkardım, başka bir zehrin bunu keseceğini düşünüyordum ama birkaç duman çektikten sonra onu da söndürdüm.

Başımı masaya yaslayıp soğuk zeminin kafamı uyuşturmasını diledim. Dizlerim yine titremeye başlamıştı. Günlerdir yemek yemiyormuşum gibi aç hissediyordum. Boğazım yanıyordu. İçimde bir şey bana iç diye emrediyordu sanki. Başka bir şey düşünemiyordum.

Doğrulup bilgisayarımı açtım ve bağımlılıklarla ilgili bir şeyler okumaya çalıştım. Sigara bağımlılığı. Alkol bağımlılığı. Madde bağımlılığı. Yoksunluk krizleri. Belirtileri arasında neredeyse yaşadığım her şey vardı ki ben bunlardan çok daha sert bir şeye bağımlı haldeydim.

Endişelenmeyin diyordu makalede. Yoksunluğun artışı sizin doğru yolda olduğunu gösterir. İlk zamanlar şiddetli olması olağandır ama bu bir hafta içinde azalacak ve birkaç ay içinde sona erecek.

Bir haftam olduğuna emin değildim.

Ofis kapısı çaldığında saate baktım. Toplantıdan çıktığımdan beri bu kadar uzun zaman geçmesi beni şaşkına çevirmişti. Zaman algımı yitiriyordum.

"Bir kurye geldi," dedi Mera çekimser bir şekilde. "Bunlar sana." Kuryenin elindeki çiçek demetini alıp tereddütle masamın üzerine bıraktım.

"Affedersin Mera," dedim. "Bugün kötü bir gün yalnızca. Çiçekler için teşekkür ederim. Lütfen bahşiş verir misin?"

"İyi misin?"

Sesine tahammül edemiyordum.

"Başım ağrıyor," dedim dişlerimi sıkarak. "Lütfen yalnız bırak ve günün kalanındaki toplantıları iptal et."

"Bir doktor-"

"Mera. Dışarı."

Kapıyı kapattı.

Çiçeklerin üzerindeki karta uzanmak için aradan vakit geçmesi gerekti. İçimden üç yüz altmış sekize kadar saydım. Reyna'dan gelmişlerdi. Gülümseyemedim bile. Beynim karıncalanıyor, damarlarım genişliyor ve sanki teker teker patlıyorlardı. Çiçekleri kenara çekerken yere düşürdüm. Ayağa kalkmaya çalışırken sendelediğimi fark ettim. Her şey sallanıyordu. Tavan git gide yükseliyordu. Buradan çıkmam gerekiyordu. Kimsenin beni görmemesi gerekiyordu. Masamın üzerindeki suyu alıp yüzüme çarptım. Bir anlığına görüntüler netleşmese de kayarak yerlerine oturdular.

Kapıdan çıktım. Birkaç kişi dönüp bana baktı ama düzgün bir şekilde yürümeyi başardığımı düşündüm. Odaya çıktım. Giyinme dolabımın arkasındaki viski şişesini aldım. Burada duramazdım. Kimsenin görmemesi gerekiyordu. Odadan çıktım. Merdiven tırabzanlarından tutunarak indim. Giriş kapısında birkaç kişi sigara içiyordu. Koridora baktım. Bir kat daha aşağıya indim. Bodrum kata kadar merdivenleri takip ettim. Topuklu ayakkabı yamuldu ya da ben yamuldum, idrak edemiyordum. Kapıyı açıp kalabalık eşya yığının arasında eski masanın altına girdim. Şişeyi açıp kafama diktim ve boğazımı yakmasına izin verdim.

Sadece dayanmam gerekiyordu. Dayanmam gerekiyordu. Sabretmeliydim. Bunu atlatmak istiyorsam bu atağa dayanmam gerekiyordu. Çok üşümeye başladığımda işlerin tersleştiğini anlamaya başlamıştım. Titriyordum ve nefes almakta güçlük çekiyordum. Şişeyi kafama diktim. Bütün içim kurumuştu sanki. Organlarım teker teker sönüyordu. Kalp atışlarım dayanılacak gibi değildi. Göğsümü delip çıkacağını sandım. Sadece kalp atışlarımı hissediyordum. Rahatsız edici sesini bile duyuyordum sanki.

Kapı tekrar açıldığında saatler geçmiş olmalıydı. Kusamamıştım ve nihayetinde şişeyi yere devirmiştim. Çok kötü keskin kokusu etrafa yayılmıştı. Dizlerimi kendime çekmiş sallanıyor ve geçmesi için dua ediyordum.

"Burada ne yapıyorsun?"

Onun sesini duyduğumda rahatsız olmam gerekiyordu ama başka birisi olmadığı için rahatlamıştım sadece. Birlikte çalıştığım insanların beni bu halde görmesi bir daha yüzlerine bakamayacağım anlamına gelirdi. Tamamıyla çaresiz görünüyor olmalıydım.

"Yoksunluk çekiyorsun." Bunu sinirle söylemişti. En azından ışıkları yakmadığı için memnundum. Şu an onun gözlerine bakmak istemiyordum. Gözlerimi sımsıkı yumdum.

"Dışarıya çık," dedi.

Başımı hızlı hızlı iki yana salladım.

"Herkes seni arıyor. Reyna delirmiş halde."

"Yapamam." Kelime dudaklarımdan yarım yamalak çıktı.

"Yapabilir-"

"Senin yüzünden!" diye bağırdım kontrolsüzce. "Bütün bunlar senin yüzünden. Senin yüzünden bu haldeyim. Senden nefret ediyorum." Gözlerim yanmaya başladı.

"Tamam," dedi. "Sakin ol."

"Defol git."

"Nefes almaya çalış."

O an nefes almadığımı fark edip panikledim. Göğsüm iyice sıkışmaya başladı. Burnum tıkanmıştı sanki. Dudaklarımı açıp biraz hava girmesi için çabaladım ama sadece çırpınıp duruyordum.

"Luzia..." Ellerimi tuttu. "Bana bak, Luzia."

"Senin yüzünden!" dedim. "Hepsi senin yüzünden." Ağlamaya başladım. "Ben- ben bir şey yapmadım. Ben hiçbir şey yapmadım. Hiçbir şey yapmadım. Senin yüzünden. Ben hiçbir şey yapmadım."

"Tamam..." dedi. "Nefes al. Panikliyorsun."

"Git buradan. Git buradan. Beni görmeni istemiyorum. Kimsenin beni böyle görmesini istemiyorum."

"Luzia..."

"Lütfen." Elini yakaladım. "Lütfen. Sadece bir damla. Bir damla. Lütfen."

"Olmaz."

"Sen yaptın bunu..." diye sayıkladım. "Sen yaptın bunu. Sadece bir damla. Nefes alamıyorum."

Ne yapıyordu görmüyordum. Sesini duymuyordum. Hissetmiyordum. Korkunç bir anın içine kilitlenmiştim. Sadece nefes almıyordum. Üzerimde bir şeylerin altında kalmış gibi bir baskı vardı. Çok sıcaktı. Çok soğuktu.

"Üşüyorum..."

Çok karanlıktı. Neden bu kadar karanlık. Duvarlar neden bu kadar yakın. Duvarlar üzerime geliyor. Ezilecektim. Kaçmaya çalıştım. Hayır, ezilecektim. Altında kalacaktım. Sıkışmak istemiyorum. Duvarlar üzerime geliyor.

"Bana bak!" dedi. Çenemdeki güç beni bir anlığına andan kopardı. "Gözlerini aç. Gözlerini aç Luzia."

Gözlerimi yerini aradım. Göz kapaklarımı hissetmeye çalıştım. Bulamıyordum. Karanlık, çok karanlık.

Parmakları gözlerimin altına dokundu.

"Gözlerini aç," diye fısıldadı.

Yavaşça kirpiklerim birbirinden ayrıldı.

"Lütfen," dedim gözlerinin içine bakarak. "Sadece bir damla." Yeniden gözlerim kapanıyordu. Başımı tutamıyordum. Uyanık kalmaya çalıştım. Çok soğuktu. Çok soğuktu. Donacaktım. Donarak ölecektim.

Masanın üzerine uzandı, parmakları bir şeyleri kurcalarken sesler bir gıcırdama gibi beynime düştü. Bir şeylerin düşüşü, çarpışma, tok sesler, metalik sesler. Daha önce gördüğüm bir renk. Bir iğne. Saç tokası. Parmağının ucuna batırdı. Baş parmağını yavaşça bana doğru yaklaştırdı, dudaklarıma değdirdi. Bileğini tutup dudaklarımı araladım. Sıcak. Nihayet sıcak bir his. Çok küçük bir damla. Dilimi parmağının üzerine dokundurdum. Daha fazlasına ihtiyacım vardı. Parmağını geriye çekti ama dudaklarımdan ayırmadı. Bir lekeyi siliyormuş gibi dudağımı okşadı. Gözlerimi araladım. Kanın metalik tatlı tadı damağımda nahoş bir his bıraktı. Kalp ritimlerim yavaş yavaş azaldı. Karanlık dağıldı. Sesler uzaklaştı.

"İyi misin?" diye fısıldadı.

Ağır ağır başımı salladım.

Kolumu tutup beni kendine çektiğinde ağlamaya başlamıştım. Başımı göğsüne yasladı. Parmakları saçlarıma dokunuyordu. "Geçti..." dedi.

"Özür dilerim," diye fısıldadım. "Özür dilerim."

"Dileme." Sakinleştirmek ister gibi eli sırtımı okşuyordu. "Haklısın. Benim yüzümdendi."

Bu birden birçok şeyi yavaşlattı. Ağırlığımı tutmayı bırakıp ona yaslandım. Gözlerimi kapatmadım ama her şey dönmeyi bıraktı. Renkler yerine oturdu. Eşyalar gözlerimle seçilebilecek kadar netleşti. Parmakları sırtımı okşamaya devam etti. Nefes alışverişim yavaşlamaya başladı. Bedenim gevşedi. Hepsi birden durdu. Ruhumda bir çiçek tohumu filizlenmeye başladı sanki. Birden iyi, çok daha iyi hissetmeye başladım. Bin yerinden kırılmış gibi ağrıyan kemiklerimin sızısı durdu. Boğazımdaki kuruluk kendini aromalı bir hoşluğa bıraktı. Nefes olmak hiç bu kadar kolay olmamıştı.

"Öleceğimi sandım."

"Ölemezsin," dedi. Çenesini başımın üzerine yasladı. "Hikayemiz daha bitmedi."

Noktalı virgülü düşünme.

Birden geri çekildim ama elleri hala kollarımın üzerindeydi. "Baş rol olmayacaksam istemem bu sefer," dedim.

"Tanıdığım en tuhaf kadınsın," dedi.

İçim sıcacık oldu.

Kötü ikizimi bir konuda geçmiştim anlaşılan.

"Hadi gel." İkimizi birlikte ayağa kaldırdı, merdivenlerden çıkarken hala elimi tutabiliyordu. İnsanların bu kadar zararlı şeylere bu kadar kolay alışmaları adil değildi. Çünkü parmaklarımın o avucun içinde olmasını hiç yadırgamadım.

Herkes çıkmıştı ve bunun için minnettardım. Ofislerin ışıkları kapalıydı. Girişte Erl'ün durduğu kısım boştu ama ayaklı lamba yanıyor ve girişi hafifçe aydınlatıyordu. Çift kanatlı pencerenin önünden yukarıya tırmanmaya devam ettik.

"Herkes seni bekliyor," dedi. "Parti için hazırlanmalısın."

"Katılmalı mıyım emin değilim."

"Katılacaksın."

Şimdi de bana emir veriyordu yani. Pekala.

"Ne giyeceğini planlamış mıydın?"

Dolabıma mı gidiyordu o?

Ah, pekala.

Küçük bir sorunumuz vardı.

"Aslında..." dedim. Bana döndü. Sesimdeki bir şeyi yakalamış olmalıydı. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Vay canına. Kendimi gerçekten çok iyi hissediyordum. İçime bir neşe alevi bırakılmıştı sanki. Dilimi dudaklarımın üzerinde dolaştırdım. Bu içtiklerim arasında tartışmasız en iyisiydi.

"Ne oldu?"

Neyden bahsettiğimizi hatırlamak için biraz düşünmem gerekti. Kaşlarımı kaldırıp bu defa gülmemek için dudaklarımı ısırdım. "Biliyorsun," dedim ona bakmadan dudaklarımı büzerek. "Ben sinirliydim yani tepemi attırmıştın."

"Eee..."

"O yüzden, ben de... Seni sinirlendirmek için bir şey düşünmüştüm."

"Beni sinirlendirmek için..."

"Bir saldırı planlamış olabilirim." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Neticede benden bunu bekliyordu ve mevcut durumumuz için o kadar da yalan sayılmazdı.

"Aydınlat beni," dedi. O an içim mümkünmüş gibi daha çok ısındı. Ona saldıracağıma imkan vermemişti. Eğleniyor gibi görünüyordu.

"Biliyorsun, çok bir şey bilmiyorum. Sadece kafamın içindeki hayal meyal görüntüler. Ve ben düşündüm ki... Yani sen sürekli bana Luxuria deyip duruyordun ve ben de 'Al sana Luxuria kahrolası' demek istedim."

"Git gide ilginçleşiyor..."

"Kafamın içinde gördüğüm kadarıyla onun kılığına girecektim." Yanlış bir şey yaparken yakalanmış yaramaz bir çocuk gibi baş parmaklarımı dişlerimin arasına kıstırıp güldüm.

"İşte şimdi ileri gittin," dedi gözlerini kısarak. "Bu saldırının karşılığını vermem gerekecek."

Kendimi tutamayıp kahakaha attım. Kıkırdamam odanın içinde yayıldı ve bir anlığına sanki somut bir şeydi de ona gözlerini dikip seyrediyormuş gibi hissettim.

"Hadi yap," dedi. "Planını bozma. Bu ilginç olacak."

"Emin misin?"

"Evet," dedi. "Merak ettim. İşin bittiğinde seslen."

"Pekala."

Beni yalnız bırakıp odadan çıkarken arkasına baktı ama yüzünü okuyamadım. Kapıyı kapattığında allak bullak olmuştum. Parmaklarımı birbirine kenetledim. İnişli çıkışlı bu duygu yoğunluğu beni dnegesizleştiriyordu. Düşünmemeye karar verdim. Düşünürsem yatağın içine girecek ve kapıyı kilitleyecektim.

Cadılar Bayramı kostüm temalı bir gelenekti. Ve aklıma daha iyi bir şey gelmemişti. Daha önce bu gece için aldığım elbiseyi ve kostümün devamını askıdan çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Kahverengi elbise belden oturtmalıydı ve göründüğünden daha ağırdı. İçindeki astarları çıkarsam kesinlikle hafiflerdim ama şimdi bununla uğraşmak istemedim. Elbisenin boyu dizimin altında, bileklerimin hemen üzerindeydi. Yakalığı olduğu için tüm düğmelerini ilikledim. Üzerine neredeyse turuncu olan taba rengi bir önlüğü vardı. Bir tulum gibi askıları arkadan bağlanan önlüğün kenarları fırfırlıydı. Kuşağını belimden dolayıp önünde küçük bir kurdele yaptım. Hizmetçi olmalıydı. Onu Sidra ile kırların içinde gördüğümde üzerinde neredeyse bunun aynısı bir kıyafet vardı. Viktorya dönemini andırıyorlardı ki ben çok daha öncesinde yaşadıklarını düşünmüştüm. Belki bu gece bununla ilgili daha fazla şey öğrenebilirdim.

Kafasında beyaz bir şapkayı andıran başlığı vardı, onu internetten sipariş etmiştim ve bu kadar kısa bir sürede geldiği için şanslıydım. Yere uzandığında başlık saçlarının üzerinde değildi, saçları çok uzundu neredeyse kalçalarına kadar. Örülü saçı açtıktan sonra oluşan katlı dalgaları vardı ama şu an onu yapacak zamanım yoktu bu yüzden teknolojiden faydalandım ve kıvırcık bukle haline gelmeden saçlarımın arasına kat izi çıkaracak dokunuşlar yaptım sadece.

Beyaz çoraplar ve siyah kısa topuklu sandaletleri giyindim. Ayakkabıları birebir uyduramamıştım ama en iyisini yapmıştım. Geriye sadece makyajım kalmıştı ki onun suratında pek bir şey yoktu. Cildi kesinlikle benimkinden daha iyi durumdaydı bu yüzden daha pürüzsüz ve aydınlık görünmek için biraz vakit harcadım. Onun kızarıklığının doğal olduğuna emindim ama yapacak bir şey yoktu, elmacık kemiklerimin üzerine hafif bir renk verdim. Son olarak dudaklarıma kırmızı bir ruj sürdüm ki tam olarak hatırladığım gibi olmadı. Dudaklarını iyi hatırlıyordum, dolgun ve kırmızımsıydı ama rujla renklendirilmiş şekilde değil. Her neyse, ruju parmağımla yedirip aynanın karşısındaki işimi bitirdim.

Beklemekten sıkılmış olmalı, o kapıyı tıklattığında ben kendi parfümümü üzerime boca ediyordum. Kötü ikizimin nasıl koktuğunu bilmiyordum ama en azından kokumun bana ait olmasını istedim. O dönem Versace parfümlerinin üretildiğini zannetmiyordum.

Kapıyı açtım, kendi etrafımda şöyle bir döndüm. "Nasıl olmuşum?"

Gülümseyerek baktı. Baştan aşağı gözleri üzerimde gezindi. Çok tuhaftı ama onca zamanın sonunda bakışları ona değil bana aitti. Gülümsemesi büyüdü.

"Ama sen üzerini değiştirmemişsin." Üzerinde hala aynı kıyafetleri vardı. Kot pantolon, füme rengi uzun kollu bir tişört.

"Ben Sidra olarak katılıyorum," dedi. "Daha iyi bir canavar bulamadım. Çıkalım mı?"

"Çıkalım o zaman."

Uzattığı kolunu tuttum. Merdivenlerden birlikte inerken bu defa etrafımda rüzgar esmedi. Bir şey de hissetmedim. Neşeli halimi hesaba katmazsak eğer. Sadece mutlu hissediyordum. Küçük bir damla kanı bende böyle bir etkiye neden olmuştu. Kendimi sadece daha iyi ve daha canlı değil daha güçlü hissediyordum. İçime karışmıştı ve daha güçlüydüm. Sidra Dekatlon bana bulaşmıştı sanki.

"Bu araba kimin?" diye sordum yola çıktığımızda.

"Vaha'dan ödünç aldım."

"Şimdi arkadaş mı oldunuz?"

"Hayır, istedim ve aldım."

"İstediğin her şeyi öylece isteyip alıyor musun?"

"Evet."

Arkama yaslandım. Arabanın kurcalanacak her yerini kurcalamıştım ama ona ait olmadığını öğrenince o kadar da meraklı olmamaya başladım. Zaten etrafta herhangi bir şey yoktu. Benim arabamın her yerinde bana ait bir şey mutlaka oluyordu.

"Onlara ne söyledin?" diye sordum. Çok enerjik hissediyordum bu da sürekli konuşmak istememe neden oluyordu. Öte yandan bunu gerçekten merak ediyordum. Ve soruyu sorunca birden utangaç hissettim. Beni o kadar çaresiz ve bir nevi rezil bir halde gördüğü için.

"İşlerin uzadığını, çıkamadığını."

"Teşekkür ederim ve üzgünüm." Bakışlarımı parmaklarıma indirdim.

"Dert etme." Bir eliyle direksiyonu tutuyordu, diğer elini camın kenarına yaslamış, parmakları çenesini kavramıştı. Düşünceliydi. Her zamankinden daha garipti. Aklından geçenleri bilmek isteyip istemediğime emin değildim. Derin bir nefes alıp kendime düşünmek yok diye hatırlattım. Kafa yormak yok.

Yolun geri kalanı sessiz geçti. Reyna'nın aynı isme sahip restoranının ışıkları yanıyordu. Vaha'nın jeepi oradaydı. Hemen yanına park ettik. Çok kalabalık olmadığını düşünüyordum çünkü planlamasını ben yapmıştım ama yanılmıştım. Kasabada bir etkinlik olduğunda o davetiyelerle sınırlı olmuyordu, gören herkes için bir davetti aslında bu yüzden kapısı herkese açıktı ve epey bir kişi de gelmişti. Sadece insanlar değil vampirler de oradaydı.

Sandalyeleri sabah boşaltmış olmalılardı. Belli yerlerde oturaklar vardı ama çoğunluk yüksek ve küçük masalardan oluşturulmuştu. Canlı müzik ve içki servisi vardı ve herkes eğleniyor gibi görünüyordu. Hatta fazla eğleniyor.

Reyna Vaha'nın kolundan tutmuş onu oturmaya ikna etmeye çalışırken "Çok sarhoşsun," diye gülüyordu. Vampirler kolay sarhoş olmazdı. Sandığımdan daha geç gelmiş olmalıydık. Bizi görünce Reyna elini salladı. Sonra Vaha döndü.

"Yine hizmetçilerin elbisesini mi çaldın Luxuria?" Olağan bir şeymiş gibi güldü, durduğum yere çakıldım. Reyna'nın gülümsemesi soldu. Sidra'ya baktım, güldü ve yanından geçen garsonun birinin tepsisinden muhtemelen bir şampanya alıp kafasına dikti.

Düşünmemek buraya kadardı. Tahminlerimde haklıydım. Vaha'nın bana söylemediği şeyler vardı. Çok şey vardı. Benim kim olduğumu biliyordu. Onun kim olduğunu biliyordu. Dahası onu tanıyordu. Hem de sandığımdan çok daha iyi tanıyordu.

"Luzia!" Ben Vaha'ya doğru yürürken duyduğum ses beni engelledi. Dönüp baktığımda biraz şaşırdım.

"Akil." Onu burada görmeyi beklemiyordum ama Reyna'nın işine akıl sır ermezdi.

"Hoş görünüyorsun," dedi. "Nasılsın?"

"Merhaba. Teşekkürler. Sen nasılsın?" Gözlerim onun üzerinde dolaştı. Siyah takımı, uzun kabanı ve gösterişli şapkasıyla onun kim olduğunu hemen anlamıştım.

Abraham Lincoln, vampir avcısı.

Büyük cesaret.

"Seni görmeyi umuyordum," dedi. "Bir şeyler içer misin?"

"Evet, iyi olur." Etrafıma bakındım ama Sidra'yı göremedim. Akil ile birlikte bar tezgahına giderken gerilmiştim. Bu gece olay çıkmasını istemezdim ve onun neden burada olduğunu öğrensem iyi olacaktı. Bir davet aldıysa da geleceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Vampilere karşı olduğunu açıkça gösteriyordu. Vaha'dan ve bu yüzden Reyna'dan da hiçbir zaman hoşlanmamıştı.

"Seni burada görmeyi beklemiyordum," dedim tezgaha yaslanıp kendime kırmızı şarap sipariş ettikten sonra. Bu gece normal kadehler yerine kuru kafa şeklinde kupalar tercih ediliyordu ve tüm içeceklerin içinden dumanlar çıkıyordu.

"Neden şaşırdığını anlayabiliyorum." Tezgaha sırtını yaslamış ve bir yere odaklanmıştı. Bakışlarını takip edince ileride tek başına pencerenin kenarında duran Sidra'yı gördüm. Akil'in bakışlarına karşılık veriyordu. Mutlu görünmüyordu.

"Ve," dedim dikkatini üzerime çekmek için. "Neden buradasın?"

"Seni rahatsız etmek istememiştim." Bana döndüğünde alınmış bir şekilde kaşlarını çattı.

"Sadece sorun olsun istemiyorum," dedim.

"Sadece seni görmek istedim. Yemek davetimi kibarca geri çevirdiğin için telefonla daha fazla rahatsızlık vermek istemedim."

"Ben yoğunum," diyebildim ama açıkça onu görmezden geliyordum. Ama son zamanlarda herkesi görmezden geliyordum. Doğrudan ona karşı bir tepki değildi aslında, böyle düşünmesini istemezdim.

"Bu sadece görüşmek istemediğimiz insanlara uydurduğumuz bir bahanedir Luzia," dedi alıngan bir şekilde gülümseyip. "İstediğim insanlar için bir toplantının ortasında bile vakit yaratabilirim."

"Sadece iş yoğunluğunu kast etmedim," diye kendimi savundum çünkü haklıydı. "Kendimi iyi hissetmediğim bir dönemden geçiyorum."

"Bazı evrakları toparladığını duydum." İyice dönüp tezgaha yaslandı. Gözleri sorgulayıcıydı. "Gerçekten kasabadan ayrılacağını düşünmemiştim ama izinlerini almışsın ve devir için görüşmeler yapıyormuşsun."

"Ve bunların hepsi gizliydi." Gerilmiştim çünkü henüz ne kadar ileri gittiğimden kimseye bahsetmemiştim. Benim yerime geçebilecek insanlarla görüşüyor ve kültür bakanlığına ait işlemleri sıraya alıyordum. Bir de oturum iznim vardı.

"Söz konusu sen olduğunda meraklı oluyorum."

"Evet ama bu biraz rahatsız edici." Kırıcı olmamak için gülümsemeye çalıştım.

"Seni burada rahatsız eden bir şeyler olmadığına emin misin?"

"Akil," dedim yüzümü buruşturarak. "Buraya eğlenmeye gelmiştim."

"Affedersin." Güldü. "Haklısın. Ama daha sonra bunu konuşacağımıza söz verir misin?"

"Elbette."

"Şimdi dans etmek ister misin?"

Reyna'yı bahane olarak gösterip onu reddedecektim ama bunu yapmak için bir sebebim yoktu. Ve onu sürekli reddettiğim ayrıca biraz önce neredeyse terslediğim için kötü hissetmiştim. Onunla doğrudan bir problemimiz hiçbir zaman olmamıştı.

"Tabii," diye kabul ettim ben de. Sadece bir dans, bir şarkı en fazla birkaç dakika sürüyordu. Ve şansımıza canlı bir şey değil birbirine temas etmeyi gerektiren bir müzik çalıyordu.

Elini belime yerleştirdi ben de onun omuzlarına yaslandım. Işık etrafımızda yanıp sönüyordu ve tavandan aşağı örümcek ağları iniyordu. Yüzüme değince burnumu kırıştırdım, Akil uzanıp onları benim için temizlediğinde gülümsedim. Köşede bir iskelet yanıp sönen yeşil gözleriyle bize bakıyordu. Reyna ve Vaha Muhteşem Gatsby filminin kostümlerini giyinmişlerdi. Reyna'dan muhteşem bir Daisy olmuştu. Göz göze gelince ona gülümsedim.

"Kıyafet seçiminin bir anlamı var mı?" diye sordu Akil.

Söylesem inanmazsın.

"Aslında öylece sipariş verdim," diye yalan söyledim. Ne kadar kolay yalan söylüyordum. "Çok vaktim yoktu."

"Güzel kokuyorsun."

"Teşekkür ederim."

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelse de nihayet şarkı son buldu ve Akil isteksiz de olsa ellerini üzerimden çekebildi. Bunun beni bu kadar rahatsız etmesi bile tuhaftı, dans etmeyi severdim ve Akilden de neredeyse hoşlanırdım.

"Dans için teşekkürler," dedim. "Gidip Reyna'ya selam vereyim."

"Ben teşekkür ederim."

Başımı sallayıp gülümsedim ve topuklarımın üzerinde döndüm. Vaha ortalıkta görünmüyordu ama benim gözlerim sadece onu arıyordu. Söylediği şeyin hesabını vermeliydi. Birçok şeyin hesabını vermeliydi. Ve Tanrı aşkına, kötü ikizim bir hırsız mıydı yani? Daha ne öğrenecektim.

"Sen iyi misin?" dedi Reyna yanına oturduğumda. "Acı çekiyor gibi görünüyordun." Kakül eklediği sarı saçlarını parmaklarıyla düzeltti.

"Sevgilin bombayı patlattıktan sonra dans etmek pek kolay değildi ve Akil de sürekli sormaması gereken şeyler sorup duruyor. Onu neden davet ettin ki?"

"Ben davet etmedim."

"Ne?"

"Sen davet etmişsindir diye düşündüm."

"İşte bu şaşırtıcıydı. "Saçmalama," dedim. "Yok öyle bir şey. Vaha nerede?"

"Biraz kan takviyesine gitti, kendine gelmesini söyledim."

Eh, bu iyiydi. En azından benimle konuşurken kafası yerinde olsun istiyordum. Vampirler öyle kolay sarhoş olmazdı, olunca da etkisi uzun sürmezdi. Onların ki daha çok bir dalgınlık gibi oluyordu ama anlaşılan fazla dalmıştı.  

Reyna şampanya kadehini kafasına dikti.

"İyi misin?" diye sordum. "Yan yana olduğunuza göre sorunları çözdünüz mü?"

"Sorunları anlamak? Evet. Çözmek, hayır." Başını iki yana salladı. "Hiçbir şey sandığım gibi değilmiş ama bu beni rahatlatmadı. Bu kadar söyleyeyim."

Kaşlarımı kaldırıp elimi sıktım, başka ne yapabilirim bilemiyordum. Vaha'nın onu aldattığına bir an bile ihtimal vermemiştim ama ortada olan bariz şeyler vardı ve hoşumuza gitmeyeceği ortadaydı. Sanırım Vaha'dan bir açıklama isteme sırası bendeydi. Ve bu beni korkutuyordu. Hayal meyal o anlarda duyduğum birkaç söz vardı ve o sözler çok da arkadaşça değildi... Benden bir şey gizliyordu, bizden bir şey gizliyordu ve öğrenmem gerektiğini biliyordum ama öğrenmek için hevesli değildim.

"Eğlenmene bak..." dedi Reyna ayağa kalkıp beraberinde beni de sürükleyerek. "Sorunlar her zaman orada bizi bekliyor olacak." Daha canlı müzikte onunla birlikte dans etmeye başladım. Elbisenin ağırlığı eteklerini kaldırırken zorlanmama neden olsa da dönüp durmayı başarmıştım. İkimizin sevdiği şarkılara öncelik verdiği için Reyna ile gurur duydum. Bir ara Vaha'yı gördüm ve tekrar onu gördüğümde bar tegzahına yaslanmış ikimizi izliyordu. Vampirler bu gece eğlenmek için o kadar hevesli değildi, Sidra hala onu son gördüğüm yerdeydi ama bu defa dışarıyı seyrediyordu.

Reyna'dan sonra bir tur da Vini ile dans etmeye koyuldum. Vini benimle aynı işi yapan kasabadaki diğer kütüphanenin sorumlusuydu. Yakışıklıydı, hoştu ve güzel dans ediyordu. Hem de artık kız arkadaşından ayrılmıştı... Ama hala Reyna ile geçmişte bir flört durumları olduğu için benim asla olmaz listemdeydi.

Gece ışığının etkisini her zaman sevmiştim zaten beni bu kadar bağımlılık noktasına getiren de bu olmuştu ama Sidra ışığının -bu benim onun kanına taktığım bir isimdi ve bence komikti- etkisi başka olmuştu. Pürüzsüzdü. Temizdi. Bulanık görüntüler yoktu. Zihnimde bir şeyler cam gibiydi. Tek bir damla içtiğim şişelerce kandan daha etkiliydi. Daha iyi hissettirdi. Ama beni ona çeken şey miydi bundan emin değildim.

"Benimle dans etmen için illa karşına dikilip 'Benimle dans etmek zorundasın' mı demeliyim?" Kollarımı göğsümde birleştirip karşısına dikildim.

"Diyecek misin?" Kadehinden bir yudum içti.

Başımı iki yana salladım. Özgüvensiz biri değildim ama cüretkar da değildim. Kimseye öylece gidip benimle dans etmesini söylemezdim. Kimseye öylece gidip selam vermekte de rahat değildim aslında. Hayatımın çoğunda içe kapanıktım. Sanırım ben daha çok gelen teklifleri değerlendirecek biriydim.

Yanından ayrılmak için döndüğümde dirseğimden yakaladı. Omzumun üzerinden ona baktım. Kadehini pencerenin kenarına bırakıyordu. Döndü ve eliyle önden buyur der gibi işaret etti. Beni dans edenlerin arasına götürdüğünde kalabalık epey dağılmaya başlamıştı. Akil'in bize bakarak restorandan çıktığını gördüm. Bu hoşuna gitmemiş olmalıydı. Özellikle benim Sidra'nın yanına gittiğimi göz önünde bulundurunca ama bunu düşünmeyecektim.

Elini belime koydu ama elimi diğer elinin içine aldı. Boşta kalan elimi omzuna dokundurdum. Düşündüğümden daha sıcaktı. Bunun kanını içmiş olmamla bir ilgisi olup olmadığını düşünüyordum. Sonra gözlerine baktım ve düşüncelerin hepsi toz bulutuna karıştı. Çarşaf çarşaf bir gece gibiydi gözleri. Karanlık engin suları anımsatıyordu. Çok derindi. İçinde binlerce sayfalık kitaplar yatıyordu sanki. Onunla birlikte hareket etmek suyun içinde olmak kadar rahattı. Beni ustaca yönlendiriyor ve hiçbir şey yapmama gerek kalmıyordu.

"Kötü ikizime yaklaştım mı?" diye gülümsedim. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Beni gerçekten onun gibi gördüğünde aklından neler geçtiğini.

"Yanından bile geçemezsin," dedi.

"A-ha..." Kaşlarımı kaldırdım. Bu bir kabulleniş değilse neydi ki? Birkaç kişi daha kapıdan çıkınca içeriye soğuk bir hava akımı sürüklendi.

"Ona kötü ikizim dediğini duysa bu çok hoşuna giderdi." Bu onu kendi kendine gülümsetti.

"Kendine has biri olmalı." Burnumu kıvırdım. "Ben kıyafetleri çalmam."

"Kabul ediyorum." Derin bir nefes aldı. Bu anın geleceğini asla tahmin etmezdim. "Ona benim sandığımdan daha az ama senin sandığından daha çok benziyorsun." Sesi kısılmıştı. Gözleri kırılmış.

"Bu da bir şeydir," dedim.

"Bu daha mı iyi daha mı kötü buna karar veremiyorum." Artık bana daha dikkatli bakıyordu. Soluğumu kesecek kadar. Sözleri beni de düşündürdü. Ona benzememi mi istiyordu yoksa benzemememi mi? Ona benzediğim için buradaysa...

Sessizlik müziğe karıştı. Dokunuşu daha kuvvetliydi şimdi. Beni daha çok kendine çekti. Bütün varlığını hissedebileceğim kadar. Birden elini daha yukarıya götürdü, öne doğru eğilip beni geriye yatırdı. Saçlarım bir su akıntısı gibi arkaya doğru akıyordu. Dudakları boynuma çok yakındı. Öyle ki nabzımın atışını duymakla kalmadığını gördüğünü düşündüm. Kısa bir süreliğine bir yay gibi ikimizi birlikte çevirdi, yeniden doğrulttuğunda bir hız treninden inmiş gibiydim. Kocaman gülümsedim.


Omzunun arkasında bir çift gözle burun buruna gelene kadar. Kadın beni görünce dehşete kapılmış gibi gözlerini açtı.

"Luxuria," dedi.

Bu o gece tersanede Vaha'nın yanında gördüğümüz kadındı. Ona dokunan kadın. Üzerinde kırmızı uzun bir gece elbisesi vardı ama onu hemen tanıdım. Sidra onu görmemişti, sırtı dönüktü ama sesini tanımış olmalıydı. Bir tehlikeyle karşılaşmış gibi irkildi ve hareket etmeyi durdurdu. Elimi bırakıp ona döndü.

"Evelyn," dedi.

"Parti sona erdi," diye seslendi Vaha. "Herkese katıldığı için teşekkür ederiz." Restoranın kapısını açıp herkesin çıkması için bekledi. İçeride en fazla on kişi kalmıştı. İnsanlara gülümsemek için Reyna gibi kendimi zorluyordum. Vini ile kısaca konuşup tokalaştık. En son o ve birlikte çalıştığı birkaç kişi çıktı. Vaha kapıyı kapatmakla kalmadı bir de kilitledi ki bu daha da ürkütücüydü.

"Senin burada ne işin var?" dedi kadının yanına gelip. Bundan hoşlanmadığı açıktı. İfadesi çok sert neredeyse ölümcüldü.

Tıpış tıpış Reyna'nın yanına gittim. Bar tezgahına yaslanmış içmediği bir şey kaldı mı diye bakıyordu. Sonunda bir viski şişesi bulup şampanya kadehine koydu ve kafasına dikti.

"Bu kim?" diye fısıldadım. Müzik hala çaldığı için şanslıydık.

"Vampir anneciği," dedi Reyna inanılmaz huysuz bir şekilde. "Onun yaratıcısı."

Dün gece sandığımdan uzun geçmiş olmalıydı onlar için. Şok oldum ve atlatmak için zamanım bile yoktu. "Vaha'yı vampir yapan kişi mi?"

Reyna başıyla onayladı. Dönüp kadına baktım. Vay canına. Çok güzeldi ve otuzdan büyük görünmüyordu ama Vaha'nın altı yüz yaşında olduğunu düşünürsek... Bir de bana Luxuria diye seslenmişti. Çok uzun bir geçmişleri olmalıydı.

"Bu cellat ile ne yapıyorsunuz?" dedi kadın. Hiddetli gözleri beni işaret ediyordu.

"Sakin ol," dedi Sidra ona. "O Luxuria değil."

"Beni kandırabileceğinizi mi sanıyorsunuz?" Üzerime doğru atlamamak için kendini zor tutmuyordu, hayır, kendini tutmuyordu sadece doğru anı bekliyordu. Tepkisi Reyna'yı bile irkiltmişti. Koruma güdüsüyle neredeyse önüme geçti.

"Görünüşü aynı," dedi Vaha kadına. "Luxuria değil."

"Bir vampir avcısı her zaman vampir avcısıdır." Saldırdı. O kadar hızlı geldi ki Reyna rüzgarından savruldu. Elleri boğazımdaydı ve ben görememiştim bile. Aynı anda Sidra onu üzerimden alıp kenara fırlattı. Kadın sendeleyip masanın üzerinden yere düştü.

"O halde Vaha için de aynı şey geçerli," dedi. Onu daha önce kızgın görmüştüm. Ama bana karşı hiddetinin aslında hiçbir şey olduğunu şu an anlıyordum. Gözlerinden neredeyse karanlık çağlıyordu. Birden kaçıp gitmek isteyeceğim kadar korkutucu geldi.

Reyna endişeyle yanıma geldi, boynuma bakıyor ve sanki hasarı ölçmeye çalışıyordu. Bu görüntü ayağa kalkıp çoktan toparlamış kadını teşvik etti.

Sonraki cümlesi hepimizin hayatında bir şeyleri değiştirecekti. Reyna ile göz göze geldik, duyduğumuz şeyi idrak etmeye çalışıyorduk.

"Eski nişanlı ve yeni sevgili?" dedi Vaha'ya. "Senin için bile fazla dramatik."

|Bölüm sonu!

Umarım bölümü sevmişsinizdir.

Bu bölüm epey bir şeyler oldu gibi...

Sidra'ya radikal bir değişiklik olduğu kesin, sizce bunun sebebi ne?

Vaha'nın Reyna'yı aldatmadığını hepimiz biliyorduk sanki ama o kadının vampir anneciği olduğu kimsenin aklına gelmemişti...

Tabi daha önemlisi "nişanlı" büyük soru işareti... Bu konuda neler düşünüyorsunuz, tahminlerinizi okumak için hevesliyim...

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, gece ışıkları üzerinizde olsun.

Öpücükler!

Instagram: ngkabal
#canavarındakalbivarmış

Continue Reading

You'll Also Like

16.5K 685 8
ayakları tutmayan bir çocuk ve dört vampir ilk defa hikaye yazıyorum lütfen fikirlerinizi belirtin
410 258 8
"O, Aşkı İçin Ölmeye Değil, Ölmemeye Söz Verdi " Rose , New York'dan, çoğu kişinin hayalini süsleyen "Işıklar kenti" Paris'e taşındığında, yaşadığım...
79K 6.7K 19
Wattys2017 Kazananı Lacender Goldberg, yedi kişilik ailesinin ortanca çocuğudur. Cehennemin en kuytu köşelerinde can bulan ruhu ve ızdırap dolu çocuk...
325K 1.7K 93
『 𝘞𝘢𝘵𝘵𝘱𝘢𝘥 𝘌𝘳𝘬𝘦𝘬 𝘒𝘢𝘳𝘢𝘬𝘵𝘦𝘳 𝘖𝘯𝘦𝘳𝘪𝘭𝘦𝘳𝘪 | 2017 』 !Buradaki kişiler kesinlikle kötü bir amaçla koyulmamıştır! Yazdığınız hika...