Red Targaryen ☾ Daemon Targar...

By larathecult

59.5K 5K 11K

Kral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi bü... More

the targaryen | daemon return
the targaryen | tournament and death
the targaryen | night visitor
the targaryen | her mother's twin
the targaryen | lady and dragon
the targaryen | pleasure house
the targaryen | king's heir
the targaryen | broken mirror
the targaryen | dragon's egg
the targaryen | betrayal of a friend
the targaryen | a candle for trust
the targaryen | red lady at dusk
the targaryen | wedding night
the targaryen | knight's kiss
the targaryen | white fallow deer
the targaryen | came from across the sea
the targaryen | a victory and a lover
the targaryen | he comes at night
the targaryen | bloody wedding
the targaryen | second birth ritual
the targaryen | anyone who hurt her must be punished
the targaryen | blood of my blood
the targaryen | night devour riders, not dragons
the targaryen | king's daughters
the targaryen | reason for slander
the targaryen | first of her name
the targaryen | driftmark visit
the targaryen | forbidden lovers meet at midnight
the targaryen | dragon's wings unfold
the targaryen | at home, away from home
the targaryen | only ravens rule the shadows
the targaryen | darkness gives birth to the dragon
the targaryen | in the arms of the lilac garden and ashes of a friend
the targaryen | d(a)emon's bride
the targaryen | from a strong blood
the targaryen | raven's eyes are not considered legitimate
the targaryen | the dragon behind storm clouds
the targaryen | every night has a morning
the targaryen | living hearts and dead lovers
the targaryen | at every sunset a new dragon rises
the targaryen | blood determines the ruler
the targaryen | real enemy is always in sight
the targaryen | burn the witch
the targaryen | our house is dragonstone
the targaryen | the queen doesn't like bastards
the targaryen | princess and her knight
the targaryen | when a rider dies, a new one is born
the targaryen | lord of the harrenhal
the targaryen | wolfs and dragons
the targaryen | the knight and the groom
the targaryen | swear for the second time
the targaryen | witch's son
the targaryen | guests of the riverlands
the targaryen | dornish princess
the targaryen | desires and obligations
the targaryen | marriage is a duty
the targaryen | calm before the storm
the targaryen | true owners of the red keep
the targaryen | maegor's holdfast
the targaryen | time changes but someone always stay the same
the targaryen | mercy of the old gods
the targaryen | breaking point
the targaryen | witch of the forest
the targaryen | green council
the targaryen | black queen(s)
the targaryen | messenger of aegon the usurper
the targaryen | disappointing sons
the targaryen | the north remembers
the targaryen | downfall
the targaryen | mothers always avenge their children
the targaryen | blood of the golden prince
the targaryen | dark sister's soul
the targaryen | blood and cheese
the targaryen | a boy comes, a boy goes
the targaryen | pawn forward one square
the targaryen | black honeyholt
the targaryen | the queen who never was
the targaryen | heirs and dragonseeds
the targaryen | a duel in the stranger's name

the targaryen | emotions are more important than memories

1K 83 106
By larathecult

Gün doğup gölgeler topraktaki yerini aldığında, sessizlik hâlâ devam ediyor ve Asshai, dingin rüzgarları eşliğinde fısıldıyordu yeni misafirlerine.

İkinci doğum ritüelinin sonlandığı gece bitmiş, yerini yeni bir günün sessiz başlangıcı almıştı. Daemon Targaryen uyanıktı. Sisli sabahın ilk ışıklarında gözüne uyku girmiyordu. Denemişti, başını yastığa koymuş ama bir türlü uyuyamamıştı. Dün gecenin etkisinden çıkması zor olacaktı, zira hissettiği ürperti yakasını bırakmış sayılmazdı. Tarih kitaplarına girmek yerine dilden dile dolaşan ve Septalar tarafından muhtemelen lanetli diye adlandırılan bir ayine şahit olmuştu. Prens, kan ve ateşi tanırdı. O ateşten geri dönüşü gördüğü hiç olmamıştı. Ama şimdi, Mhyris'i geri verdiği için Işık Tanrısı dedikleri her ne ise ona minnettar hissediyordu.

Kızıl Leydi yeniden nefes alıyordu.

Prens Daemon, tapınağın karanlığa bürünmüş odalarından birindeydi ve geniş yatakta uyuyan güzel sevgilisi Mhyris'i izliyordu. Mhyris uyurken daha huzurlu görünüyordu. Beyaz örtülerin içinde, gövdesi aldığı nefes sayesinde hafifçe hareket ediyor ve Prens'in kâbuslarına son veriyordu. Daemon onun ölü ve hareketsiz hâlini uzun bir süre unutamayacaktı. Fakat Mhyris yaşıyordu, yeniden. Nefes alıyor, yastığına bastırdığı yanağı kızarıyor ve o sırada gördüğü rüyası yüzünden huysuzca kıpırdanıyordu. Prens her ne kadar bitkin hissetse de Mhyris'in hayatta olması, yüzüne hafif bir mutluluk ifadesinin yerleşmesine yardımcı olmuştu.

Onun olmadığı bir dünyada iki gün geçirmek cehennemden ibaretti.

Genç kadın, dün gece ölümden sonra gözünü açtığı ilk an, hayatının en korkunç sahnesine şahit olmuş gibi kimseye tepki verememiş ve karanlık gökyüzüne korkuyla bakmaya devam etmişti sadece. Daemon onun titreyen nefesini ve dehşetle dolu ifadesini düşünürken alnını ovuşturuyordu. Mhyris tekrar hayata dönmüştü ama gece tek kelime etmemiş, ayakta durmakta bile güçlük yaşamıştı. Ona yaklaşmak için hamle yapan herkese karşı uzak durmuştu. Gördüğü tüm yüzleri teker teker incelemiş ama ağzını açıp tek kelime bile etmemişti. Melisandre bunun normal bir durum olduğuna dair Daemon'u ikna etmeye çalışmıştı ancak Prens, taş sunakta korkmuş bir halde yüzünü kapatmış olan Mhyris'i gördükçe sabrı taşmıştı. Ona yanında olduğunu söyleyerek ellerini çekmesi için ikna etmeye çalıştı. Ama Mhyris, yeni doğmuş bir bebek gibi ağlıyor ve kimsenin ona dokunmasına izin vermiyordu. Orlys araya girip Prens'e sabırlı olmasını hatırlatmıştı. Yoksa tüm çabaları ters tepebilirdi.

Elinin altında yanan mumun ateşini üfledi Daemon. Mum sönüp yerine ince dumanını bırakınca masaya geri koydu ve arkasına daha çok yaslandı. Dün geceyi düşünüyordu hâlâ. Kızıl Leydi, ikinci doğumu sonrası herkesi bir hayli zorlamıştı. Onu taş sunaktan kaldırmak neredeyse imkansızdı ve Melisandre uyuması için ona tatlı bir içecek içirene kadar da yaklaşan her bir kişiyi etrafına ördüğü ateşten duvar ile tehlikeye atmıştı. Daemon onun saldırgan hallerine alışıktı ama asıl korktuğu, Mhyris'in bir yabancı gibi bakıyor olmasıydı. Daemon'u tanımış gibi davranmamıştı. Etrafını sarmış herkes ona yabancı olabilirdi ama Prens Daemon değildi. Mhyris onu unutmuş olabilir miydi?

Daemon bu ihtimali düşündükçe içine korkunç bir karanlık çöküyordu. Yeri daralmıştı sanki. Göğsü sıkıştı. Mhyris için bir yabancı olmanın ağırlığını kaldıramazdı. Daha fazla oturamadı yerinde. Ayağa kalktı ve odanın içinde sessiz olmaya özen gösterip gezmeye başladı. Ancak tapınağın duvarları ona sadece kötü düşünceleri sunuyor, aklını yiyip bitiren ihtimal yüzünden kendisine karşı duyduğu kızgınlığı artıyordu. Mhyris'in uyanmasını ve onu görünce gülümsemesini diledi. Daemon, onun sevgisine muhtaçtı. Daha önce hiç kimse, Serseri Prensi bu kadar sevmemişti. Ve Mhyris'in sevgisinden başka hiçbir şey, göğsüne saplanan o zehirli ve keskin bıçağı çekip alamazdı.

Yanık izi sızladığında, Prens Daemon omzunu tuttu ve pencereden dışarıya kafasını uzattı. Havadaki sis canını sıkıyordu. Tapınağın arazisinde Caraxes uyuyordu. Kan Solucanı, Mhyris'in ölü olduğu tüm o zaman aralığında her ne kadar hırçın ve saldırgan davranmış olsa da Kızıl Leydi hayata geri döndüğünden beri sakinleşmişti. Sabahın erken saatinde, Mhyris ile aynı sıralarda uyuyordu. Onu gören gölgeler korkuyor, rahibe kızlar tapınağın önüne çıkmaktan çekiniyordu.

Daemon sırtını taş duvara yasladı ve ejderhasına bakarken, Mhyris ile birlikte evlerine geri dönmenin hayalini kurdu. Karar veremiyordu. Westeros'a geri dönmek ne kadar iyi bir tercih olurdu? Prens, Kızıl Leydi'yi doğruca Ejder Kayası'na götürmeyi düşündü. İyileşmesini beklemek ve aralarına girmiş tüm o zaman dilimini telafi etmek için en doğru karar buydu. Fakat ya Kızıl Leydi uyandığında onu yanında istemez veya hiç tanımazsa ne olurdu?

Daemon, Mhyris'in zarar görmesinin tek sorumlusu olarak kendisini görüyordu. Hırsına ve Viserys'e ders vermenin hiddetine kapılmamış olsaydı, Mhyris bunların hiçbirini yaşamak zorunda kalmazdı. Yoksa ondan uzak durmak, iyiliği için daha mı doğruydu? Aklı karıştı. Yakınında olsa ayrı, uzağında olsa ayrı zarar veriyordu sevgilisine. Prens'in fısıltılı zihni, onu yine kızdırmak ister gibi ihtimalleri diziyordu önüne. Kalbi sıkıştı. Daemon rahatlamak için derin bir nefes almaya çalışıyordu ancak Asshai'nin havası çok bunaltıcıydı. Bir ejderha ininden gökyüzüne bakmaya çalışmak gibiydi.

Prens, Caraxes'in kıpırdamaya başladığını fark etti. Uyanıyordu. Binicisinin aksine tüm gece iyi bir uyku çekmişti. Ejderhanın gözleri açıldı ve kafası yukarıya, onu izleyen Prens'e doğru döndü. Tapınağın en tepesindeki bir pencerede duran Daemon ile ejderhasının bakışları buluştu. Kan Solucanı'nın gözleri sanki Prens'e fikir veriyor, Mhyris'i hemen şimdi alıp kaçmayı öneriyordu adeta. Prens ve ejderhası her zaman aynı şeyleri düşünürdü. Daemon bunu bildiği için gülümsedi. Caraxes'in kanatları uçmak için hazır gibiydi. Fakat ejderha kafasını odanın diğer penceresine doğru çevirince, Daemon nereye baktığını anladı. Odanın içine baktı. Yataktaki Mhyris uyanıyordu.

Daemon Targaryen'in kırılma noktası, Mhyris'in uyanışı ile başlayacaktı. Ya kalbi yeniden atacaktı ya da yerinden söküp atacaktı.

Gayrimeşru Prenses Mhyris, içinde bulunduğu yabancı yatakta kıpırdadı. Çok uzun bir uykudan, ölümden geri dönmüş olsa bile vücudu yorgun hissediyordu ve ikinci hayatının ilk sabahına kalkmak üzereydi. Örtüyü üzerinden biraz çekip gövdesini açıkta bıraktı ve serin havayı teninde hissetti. Artık pek üşümüyordu. Üzerindeki ince geceliği bile uykuda olduğu tüm gece ona fazla gelmişti. Biraz yan dönüp gözlerini ovuşturdu. Ağzında kalmış kan tadından hoşnut değildi. Huysuzca burnu kırışmıştı. Yastığında ona tanıdık gelen bir koku vardı, Mhyris'in burnu bu kokuyu hatırlamaya çalışıyordu.

Rüyasında Essos'daki evini görmüştü ve hâlâ orada olduğunu, babasını beklerken uyuyakaldığını sanıyordu. Aklı ona tüm anılarını yavaş yavaş hatırlatma tercihini yapmıştı. Mhyris kokunun annesinden kaldığını biliyordu ama onu kaybedeli yıllar olduğunu hatırladı. Babası da artık yoktu, bunu da anımsamıştı. Kızıl Kale'de olmalıydı. Rhaenyra'nın sesi kulaklarında yankı buldu. Mhyris en son onun odasında kaldığını sanmıştı ancak gözlerini açtığı oda ona çok yabancıydı. İlk başta anlam veremedi. Biraz başını kaldırıp pencerenin dışındaki sisli havaya baktı. Odanın karanlığı ve duvarları kaplayan tuhaf sembolleri görünce kaşları çatıldı. Bir zindana tıkılmış gibi korkuya kapıldı. Nerede olduğunu bilmiyordu. Kızıl Kale'deki odalardan çok farklıydı.

"Günaydın." dedi Daemon.

Mhyris'in gözleri hızlıca onu buldu. Prens, odanın diğer ucunda bulunan pencerenin köşesinde duruyordu ve gölgeye saklanmış gibiydi. Mhyris onu görünce bir tepki vermedi. Yatağında doğruldu. Burnuna gelen kızıl saç tutamlarını geriye atarken keyifsiz bir ifadeye sahipti. Daemon'a arada bir bakıyor ama hiçbir şey demiyordu. Ayaklarıyla örtüyü yatağın ucuna kadar itip bir süre daha etrafını, tuhaf bulduğu gözlerinden belli olan odayı incelemeye devam etti. Genç kadının aklını toparlaması kolay olmayacaktı. Onun bu belirgin çekingenliğinden dolayı Daemon da sessizleşti. Korkusu alevleniyordu. Mhyris sustukça, Prens daha çok gölgeye karışıyordu.

"Sen ne zaman döndün?" diye sordu Mhyris. Hâlâ Prens'e bakmıyor, aklı eski anılarında yüzüyordu. "Ejder Kayası'nda değil miydin?"

Onun sesini tekrar duymak, Daemon'a kafasını gölgeden çıkartması için bir sebep vermişti. "Döndüğüm günü hatırlamıyor musun?"

Mhyris kendisini zorluyormuş gibi bir eliyle alnını ovuşturdu. "Rhaenyra'nın varis ilan edildiği günü çoktan geçtik değil mi? Abine kızıp Westeros'u terk ettiğini duydum." dedi. Sonra elindeki dikiş izini fark etti. Yüzüne şaşkınlık ifadesi yayıldı. "Bu daha yeni olmuştu. Nasıl bu kadar çabuk iyileşti?"

Daemon bunu açıklayamazdı.

Melisandre anıların yavaş yavaş geri geldiğini, bazılarının ise kaybolup gittiğini söylemişti Daemon'a. Bundan dolayı Prens sakin kalacaktı. "Çabuk geri döndüm." diyerek gölgeden çıktı. Mhyris'in son iki yılını unutması mı daha iyi olurdu yoksa hatırlaması mı? Daemon, ona yalan söyleyemezdi ama hatırlaması için sabretmek zorunda kalabilirdi.

"Neden?"

"Seni özledim." Daemon, temkinli hareketlerle yaklaşıp yatağa oturdu. Mhyris ile arasındaki en ufak mesafe bile Daemon'u rahatsız ederdi ancak şimdi yatağın ucuna, genç kadının tekrar kaçmaması için en uzağına oturmak zorunda kalmıştı. "Nasıl hissediyorsun?"

Mhyris bacaklarını kendisine doğru çekti. "Yorgun hissediyorum biraz."

"Dün gece beni çok korkuttun."

"Hatırlamıyorum." dedi Mhyris. Sanki Prens'in varlığından emin olmaya çalışıyormuş gibi dikkatle bakıyordu. Henüz neyin gerçek olduğunu ya da hâlâ düş görüp görmediğini ayırt edemiyordu. "Neden korktun ki?"

"Beni tanımadığını sanmıştım."

"Ama seni tanımak benim için çok kolay." Ölümden geri dönmüş olsa bile yine de teselli etmeye çalışan tarafta oluyordu Kızıl Leydi. "Bilmiyormuş gibi davranıyorsun. Seni her zaman tanırım, unuttun mu?"

Daemon o kadar rahatlamıştı ki, daha fazlasına dayanamadı ve Mhyris'in yatağın ucuna topladığı örtünün üzerine kendisini bıraktı. Yorgun düştü. Göğsündeki korkunç acı azalacaktı zamanla. Genç kadına bakıyordu özlemiş gözleri. Elini yatağın üzerinden yavaşça uzattı, belki Mhyris tutmak ister diye. Ama Kızıl Leydi karşılık vermemişti. Yine bir şeye kızgındı. Hatırladığı zaman dilimine bakılırsa, Daemon'un onu terk edip gitmesine öfkeliydi.

"Bu sabah çok tuhafsın, Daemon."

"Tuhaf olan sensin." diyerek güldü Prens. Örtüye Mhyris'in tekrar hayat bulan güzel kokusu sinmişti. Daemon da o koku sayesinde tekrar yaşıyordu.

Mhyris ayaklarını kendisine daha çok çekti ve sırtını yaslayıp çatık kaşları ile odaya baktı. "Burası neresi? Hâlâ söylemedin."

"Asshai."

"Ne işimiz var Asshai'de?"

"Annenin eski bir arkadaşını ziyarete geldik." Daemon'un yatağın ortasına kadar uzanan eli, Mhyris'in bıraktığı sıcaklığın üzerinde geziyordu. "Sana anlatmak istedikleri vardı ve ayrıca hepimiz uyanmanı bekliyorduk."

Fakat Mhyris sorduğu sorunun cevabını dinlemiyordu. Gözünü dikip kendi ellerine bakmaya başlamıştı. Sanki ellerinin üzerinde bir şey arıyor gibi davranıyordu. "Yakın zamanda yaralandım mı?" diye sordu merakla. Ellerini burnuna yaklaştırıp kokladı.

"Evet, bu yüzden uyuyordun."

Mhyris başka bir koku almıştı, gözleri heyecanla açıldı. "Neden ejderha gibi kokuyorum?"

"Seni buraya Caraxes ile getirdim." diye cevapladı Daemon. Doğruldu ve sabırsız ruh haline daha fazla karşı koyamadı. Mhyris'e doğru yaklaştı. Genç kadın şaşkınca üzerine sinmiş ejderha kokusuna alışmaya çalışıyor, temiz olmasına rağmen ellerinde kan lekesi görüyor gibi tenini siliyordu. Prens onun önüne oturup ellerini tuttu. "Zihninde çok fazla boşluk var. Çünkü daha yeni uyandın, Mhyris. Sana olan biten her şeyi anlatacağım ama ilk önce daha iyi hissetmeni istiyorum."

"Yine ne yaptın?" diye soran Mhyris yüzünden, Daemon'un yüzündeki yorgun ifadeye tebessümü eklendi.

"Her şeyi berbat ettim." dedi Prens.

Mhyris ellerini tutan Daemon'a uzun ama sessiz bir süre boyunca baktı ve parmakları yavaşça Prens'in ellerini kavradı. Genç kadının aklında henüz birlikte çıktıkları gece gezintisi ve zevk evinde geçirdikleri ilk geceleri vardı, bunları taze anılar sanıyordu. Sonra Prens ona tek kelime etmeden çekip gitmişti. Hem de yanında o Mysaria denilen kadınla birlikte. Mhyris bunu duyunca öfkeyle aynayı kırmış, elini kesmişti. Sonrası yoktu.

"Sanırım zarar vermeden iş yapmayı öğrenemedim. Bana bencil derken her zaman haklıydın, Mhyris."

"Kendini kolay kolay affettiremezsin." dedi Mhyris. Daemon'un dudakları ellerine değerken yıllardır ondan mahrum kalmış gibi hissetti. "Kimi yanında götürdüğünü öğrendim ve artık görmezlikten gelmeyeceğim."

Daemon yüzünü Mhyris'in ellerinin arasına hapsetmişken, genç kadına çevirdi üzgün gözlerini. Konuşamadı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Mhyris diğer olanları hatırladığında Prens'e ellerini tekrar uzatır mıydı? Güzel gözleri kızgındı ama o acı çektiği iki yıllık süre boyunca edindiği olgunluk ifadesinin yerinde eski hali duruyor, on yedi yaşındaki bakışları yaşıyordu.

"Bir daha yanından ayrılmayacağım."

"Evli bir adamın sadakatsiz ve boş sözleri." Mhyris, ellerini çekmeden önce tuhaf özlem duygusuna boyun eğmişti ve Daemon'un kısa saçlarını okşadı. "Saçlarını neden kestirdin?"

"Sen yaktın, unuttun mu?" diyerek onunla oyun oynadı Daemon. Ancak yüzündeki ifade sayesinde yalanını ortaya döküyordu.

Mhyris'in gözleri tehdit edermiş gibi kısıldı. "Yarım kalmış işimi bitirmemi ister misin?" diyerek işaret parmağını Daemon'un yanağında gezdirdi. Prens sayesinde yorgunluğunu unutmuştu.

"Ama beni yakıp kül edersen kimi seveceksin?" diyen Daemon, bir çocuk gibi Mhyris'in kollarının arasına girdi. Kokusuyla doldurdu burnunu. Sarıldı. Sıcaklığını hissetti ve kalbindeki ateşi söndürdü onun sevgisiyle. Mhyris ona sarılınca, Daemon dünyanın geri kalanını unutuyordu. Yatağa uzandı. Yüzünü Mhyris'in omzuna yaslamıştı. Kadının nefes alan gövdesini sardı ve gülüşünü duyan kulakları sayesinde kötü olan her anıyı kuytuya çekti karanlık zihni. "Başkasını mı?"

"Westeros, benim için birbirlerini öldürecek erkeklerle dolu biliyorsun."

Daemon huysuzca homurdandı, genç kadının saçlarının arasına karışmıştı.

"Yakışıklı bir şövalye bulabilirim. Sen evlisin sonuçta." Mhyris gülüyordu.

Daemon onu kollarıyla daha sıkıca sarmıştı. "Bunları duymak yerine yanmayı tercih ederim, Mhyris."

"Beni anlaman için güzel bir başlangıç yaptık bence."

Daemon kafasını kaldırıp kızgın ama haylaz gözleriyle ona baktı. "Kolay kolay bunu söylemem ama haklısın, biraz acıtıyor."

"Biraz mı?" diye sordu Mhyris, sabah uykusundan sonraki yorgun güzelliği Asshai için haddinden fazla parlaktı. "Bir gün Kral Viserys beni başkasıyla evlendirecek ve sen kafayı yiyeceksin. Biliyorum, çünkü o kırdığım aynanın parçalarını tıpkı benim gibi acı duy diye sana saplamak istemiştim."

Daemon'un gülüşünü Mhyris henüz anlayamazdı ama bir gün, evlenmek üzere olduğunu hatırlayacaktı. Prens onu öpmek istedi. İlk önce Mhyris'in omzundan düşmüş geceliğini düzeltti ve tenine dokundu. Sıcaktı, şükürler olsun demişti içinden. Gözlerinin ışığı yerine doğuyor, canlı canlı bakıyordu. Daemon kaybetmiş bu adamın korku dolu hüznüne sahipti artık. Almıştı geri onu. Fakat kaybetmenin verdiği o boşluk hissini ömrünün sonuna kadar unutamazdı bir daha. Mhyris'in açık duran omzuna bastırdı dudaklarını. O nefes aldıkça, Daemon daha çok öptü. Sabırsızdı. Mhyris'in yeniden rengine kavuşmuş dudaklarına ulaştı. Kadın onu öpmesi için beklememişti. Kırık kalbi artık yoktu ve Daemon'un onu iki yıl boyunca terk edip gittiğinden habersizdi. Karışık aklında sadece Prens gerçekten var olandı. Mhyris, on yedi yaşındaki henüz incinmemiş hisleriyle Daemon'u öpüyordu. Prens'i kollarıyla sarıyor, üzerine çekiyordu.

Tapınağın karanlık bir odasında, iki aşık sevişmeye hazırdı ancak odanın kapısı tıklatıldı. Hemen ardından ise cevabı beklemeden açıldı ve içeriye Tabitha girdi. Odaya giren yabancı kız yüzünden Mhyris onu itmeye çalışsa da Prens kızgın gözlerle rahibeye bakıyor ve Mhyris'in üzerinden inatla yavaşça kalkıyordu. Fakat Tabitha rahattı. Elindeki elbiseyi ve bir çift ayakkabıyı yatağın ucuna bırakırken, neredeyse gülüyordu. Daemon'un ona ters ters baktığını gördü ama ciddiye almadı. İlgisi sadece Mhyris'in üzerindeydi.

"Melisandre uyandığını hissetmiş ve sana kıyafetlerini getirmemi istedi." dedi Tabitha. Altın sarısı saçlarını tek bir örgü yapmıştı ve aralarına yeni katılacak Mhyris için heyecanlı gibi görünüyordu. "İyi uyudun mu?"

Mhyris sadece "Evet." diyebilmişti. Nerede olduğunu öğrenmiş olsa bile Asshai hakkında okudukları dışında hiçbir şey bilmiyordu. Bu kız kimdi? Melisandre diye birini tanımıyordu. Daemon'a baktı, açıklamasını ister gibi. Prens sakindi. Elini uzatıp genç kadının kalkmasına yardım etti.

Tabitha onun ayağa kalkmasını izledi. "Dün gece beni neredeyse yakıyordun ama önemli değil." diyerek gülmüştü.

Mhyris şaşırdı. "Dün gece neler olduğunu hatırlamam gerekiyor mu?"

"Zihnini çok zorlama, sevgilim." dedi Daemon, Yüksek Valyria dilinde. Genç rahibeye kızgın gözlerle bakıyordu. "Kendilerine rahibe diyen bu kızlar sadece çok konuşuyorlar. Dediklerini duymana gerek yok."

Tabitha ona aynı dilde yanıt vermişti. "Mhyris'in kız kardeşlerine karşı daha kibar olmanızı beklerdim, Prensim."

"Kız kardeşlerim mi?" Mhyris'in zaten karışık olan aklı iyice bulandı.

"Birbirimize böyle hitap ederiz." diyerek açıkladı Tabitha. Mhyris'in yanına ulaştı ve elini tutarak onu Daemon'un yanından aldı. Odadaki aynanın karşısına götürdü. Mhyris'in kendisini görmesini sağladı ve yanına geçti. "Benzer kolyeler hepimizde var, bak."

Mhyris boynundaki yakut kolyenin bir benzerini Tabitha'nın taktığını görünce şaşkınlığını arttı. Belki tıpa tıp aynısı değildi ama kırmızı parlak taşı ve kara zinciri benziyordu. Ona döndü. Yeni tanıştığı kızın iri yeşil gözlerine bakarak aynı enerjiye sahip olduklarını hissetti. Sadece, Tabitha denilen bu kızın enerjisi çok dingindi. Mhyris gibi kaos yaratan, yakıp yıkan ve korkunç çığlıklara sebebiyet veren türde değildi. Genç kız parlıyordu, tıpkı Mhyris gibi ama ışığı ateşten değil suya yansıyan bir güneşten geliyordu. Mhyris, onun sahip olduğu enerjiyi, Yürek Ağacı'nın altında otururken duyduğu o güzel ve serin huzura yakıştırabilirdi. Kızıl Leydi bir anda ona çok yakın hissetti.

"Adın ne?" diye sordu Mhyris.

"Tabitha."

"Sen beni tanıyor olmalısın."

"Elbette! Hatta ne zaman aramıza katılacağına dair birbirimize meydan bile okuduk ama Ivy'nin kehanet yeteneğini unutmuşuz, o kazandı."

"Şu sevimsiz olan, değil mi? Vadi'den olduğu çok belli." diyerek geriden, huysuz tavrını koruyordu Daemon. Vadi'deki her canlıya karşı nefret duyuyordu. Kadınından, koyununa kadar.

Mhyris aynanın önünden ayrılıp yatağa doğru yürümeye başladı.

"Karınız çok şanssız bir leydi olmalı, Prens Daemon." dedi Tabitha. Kızıl Leydi'nin peşindeydi.

"Benim kadar değil." Giyinmesi için Mhyris'e getirilen kıyafeti kaldırmıştı ve inceliyordu Daemon.

Mhyris elbiseyi ondan aldı.

"Ama yakında şanslı bir adam olacağım." dedi Daemon. Kral izin versin ya da vermesin, Prens zaten hiç tamamlanmamış evliliğini bozacaktı. Bundan sonra kaybedecek vakti yoktu.

Tabitha ona şans dileyip odadan çıktı, gitmeden önce herkesin kahvaltı için onları beklediğini de iletmişti. Genç kız gittikten sonra Daemon ve Mhyris odada yeniden yalnız kalmıştı. Mhyris, yeni kıyafetini giyinmek için geceliğini çıkartmış ve çıplak bedeniyle kalmıştı. İlk hayatında ölümüne sebep olan bıçağın yara izi sırtında olduğu için göremiyordu ancak etrafında gezinen Daemon'un gözleri o sinsi yara izinden ayrılmamıştı. Mhyris ona "En azından kibarlık adına bana baktığını belli etme, Daemon." diyerek alay etmişti. Fakat Prens'in ifadesi ve bakışları değişmemişti.

Kızıl Leydi, ona henüz tam olarak ne olduğunu bilmeden, annesiyle ilgili bir şeyler öğrenmek için geldiğini sandığı Asshai'de şimdilik sakin görünüyordu. Koyu kırmızı elbiseyi giyindi, boynu ve göğsünün üst kısmını açıkta bırakan elbise üzerine tam olmuştu. Belindeki ipi bağlarken, aynaya bakıyordu. Yakut taşlı kolyesi boynunda yine parlıyordu. Ona özel hazırlanmış gibi görünen odayı biraz gezdi. Kendisine, mücevherlerle süslenmiş bir tarak buldu ve kızıl saçlarını onunla taradı. Yatakta oturmuş onu izleyen Daemon'a aynadaki yansımasından bakarak saçını ördü ve çok aç hissettiğini söyleyerek Prens ile birlikte odadan ayrıldı. 

"Çok sessiz." dedi Mhyris. 

Tapınağın siyah taşlarla örülmüş koridorunda yürürken Daemon'un elini tutmuştu alışkın olduğu gibi. Gözleri hayretle büyüyordu. Yüksek tavana ve duvarlara kazılmış tuhaf işaretleri inceliyordu. Sessizlik, Mhyris'in zihnindeki gerçekleri tetikleyecekti kısa bir süre sonra. Ancak şimdi, korkusuz hissediyordu. Asshai'nin ürpertici havası onu pek etkilememişti. Daemon'dan bile daha sakin görünüyordu. Birlikte geniş basamakları indiler. Mhyris saf altından yapılma bir heykelin yanından geçtikleri sırada, durup ona dokunmuştu. Yeni öğrenmeye çalışan bir çocuk gibiydi. Daemon'un elini bıraktı. Geçtikleri koridorun siyah duvarlarına dokundu ve ürpertici bir hisle dolduğunu itiraf ederek yol boyunca ellerini duvarlardan ayırmadı.

"Gölge Toprakları'nda ejderha yuvaları olduğunu biliyor muydun?"

"Muhtemelen Cannibal gibi ejderhalar vardır." dedi Daemon. 

"Keşke bir ejderhaya sahip olsaydım." diyerek ellerini duvardan ayırdı Mhyris. Kapısı açık odadan duyulan kısık seslere ulaşmak için Prens'in önünde yürüyordu. "O zaman istediğim gibi Essos'daki evimi ziyaret edebilirdim. Siz Targaryen'ler çok şanslısınız."

Daemon neredeyse onun da bir Targaryen olduğunu söyleyecekti ancak açık kapıdan dışarıya çıkan Melisandre'yi görünce vazgeçti. Kızıl Kadın, durgun ifadesinin aksine Mhyris'i ayakta gördüğü için mutlulukla gülümsüyordu. Ellerini uzatıp Mhyris'in ona yaklaşmasını bekledi ve Kızıl Leydi, afallamış gibi ona tebessüm etmeye çalışmıştı. Annesinden kalan yarım yamalak hatıralar zihnine doldu ve Melisandre'yi ona benzetti. Ama o Iris değildi, Mhyris bunu biliyordu. Sadece duyduğu hisse teslim oldu ve Melisandre'nin ellerini tuttu. İçeriden heyecanlı fısıltılar duyuluyordu. Mhyris kapının girişinde durup içeriye bakmaya çalıştı.

"Çok iyi görünüyorsun." dedi Melisandre. Eski dostunun bir kopyası olan Mhyris'in yüzünü inceledi dikkatli gözlerle. Hala ellerini tutuyordu, bu sayede genç kadının zihninde ne kadarı olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonra Prens' baktı. "Siz uyuyamadınız mı Prensim?"

"Nasıl uyumamı bekliyorsun, Melisandre?" diyen Prens'in sesi azarlar gibi çıkıyordu.

Mhyris geriye, Daemon'a baktı. "Kabalık etme."

Bu Daemon'un pek önemsediği bir davranış biçimi değildi. Kızıl Kadınların yanından geçip sabırsızca içeriye girdi. Ancak Melisandre ve Mhyris kapının girişinde durmaya devam etmişti.

"Daemon bana annemin arkadaşı olduğunuzu söyledi. Ama aklım çok karışık. Buraya ne zaman ve neden geldiğimizi hatırlamıyorum. Dün gece ne oldu?"

"Tekrar uyandın."

"Bu ne demek?"

"Zihnin tahmin ettiğimden çok daha güçlü, Mhyris." diyen Melisandre, bir elini kaldırıp yavaşça Mhyris'in yanağını okşadı. "Sana her şeyi kısaca anlatabilirim ancak bu sadece kafanı daha çok bulandırır. Biraz daha bekle, her şeyi kendin anlayacaksın zaten."

Mhyris büyük bir boşlukta olduğunu biliyordu, uyandıktan kısa bir süre sonra bunu anlamıştı. Fakat bilmemek çok can sıkıcı bir duyguydu. Hatırlayamadığı çok anı vardı. Melisandre de bunu söyledi sadece. "Olup bitenleri kabullen ama dinlemen gereken asıl şey, duygularındır." demişti.

Beraber içeriye girdiler ve Mhyris, kendisi ile aynı elbiseyi giyinen onlarca kız olduğunu görünce daha çok şaşırdı. Büyük bir masa kurulmuştu. Etrafında onlarca sandalye vardı. Siyah taşların etkisi ve sisli havanın engellediği güneş ışığı yüzünden, sabah vakti bile akşam gibi görünüyordu. Geniş bir odaydı. Meşaleler yanıyor, masadak yiyecekler çok lezzetli görünüyordu. Mhyris'in günlerdir bir şey yememiş midesi çok açtı. Ama gözleri, onu izleyen yabancı insanlara odaklandı. Kızların arasında, Daemon dışında başka bir adam vardı. Mhyris onunla tanışmış gibi hissediyor ama adamı daha önceden bir yerde gördüğü konusunda tereddüt yaşıyordu. Orlys, genç kadını tereddütte bırakmamak için kendisini tanıtmıştı. Tıpkı düğünde yaptığı gibi.

"Bu kadar kalabalık olduğunuzu bilmiyordum." Melisandre'nin yanında yürüyordu Mhyris. Ona selam veren kızlara gülümseyerek karşılık veriyordu ama bir gözü daima Prens'i buluyordu. Bir cevap bulma umudunu sadece onun için tutuyordu. Fakat kızlar, Daemon ile aralarına girdiler. Hepsi ona aynı şekilde hitap etmişti, kız kardeşim. Bunu o kadar çok söylüyorlardı ki Mhyris bile tanıdık hissetmişti.

Kızların kolyelerine bakıp bunun kendisi için özel olduğunu sandığı o aptal zamanlarıyla dalga geçti. "Sanırım beni kandırdığı için Prens'i biraz süründürmeliyim." demişti, Daemon'a tek kaşını kaldırırken. Kızlar hep bir ağızdan ona hak vermişti. Fakat Daemon sessizdi, sadece Kızıl Leydi'nin anladığı o gizli tebessümü ile izliyordu. Mhyris yeni kız kardeşlerine karşı çok yakın hissetmeye başladı. Mutlu görünüyor, etrafını sarmış kızlarla teker teker konuşmaya çalışıyordu. Odasında tanıştığı Tabitha ona yardımcı oluyor, diğer kızların isimlerini teker teker söylüyordu. Fakat öte yandan, Mhyris'in aklına Rhaenyra geldi. O da burada olmalıydı, diye düşündü. Çünkü Kızıl Kale'de çok sıkılıyordu. Prenses'i yanında istedi. Onun da yeni dostlara ihtiyacı vardı. 

"Neden Rhaenyra'yı da getirmedin?" diye sordu Daemon'a.

"Kıskançlık yapardı." dedi Daemon. Masadaki yerine oturmuş, içiyordu.

Melisandre'nin yönlendirmesiyle, kızlar ve Mhyris yemek masasına geçtiler. Daemon'un onun için çektiği sandalyeye oturan Mhyris, burnuna dolan güzel kokular yüzünden tabağını doldurmaya başladı. "Çok acıkmışım." diye fısıldadı sevgilisine. Daemon ona gülerken, genç kadın çoktan ağzını doldurmaya başlamıştı. Binbir zenginlikleri karanlıkta saklanan Asshai için sıradan bir yemek masasıydı. Kral'ın sofrasından bir farkı yoktu. Kızlar Mhyris'e eşlik ediyordu. Yeni doğduğu için onunla ilgileniyor, tanımak adına bir sürü soru soruyorlardı. Westeros'u daha önce hiç görmemiş kızlar vardı içlerinde. Orlys, orada geçirdiği güzel zamanları anlatırken kızlar onu dinlemeye başladı. Melisandre, sessizce Mhyris'i izliyordu. Daemon ise rahat durmayı tercih etmemişti, masanın altından Mhyris'in ayağına vurup onu sinirlendiriyor ya da tabağındaki meyvelerden izinsizce alıyordu. Fakat çoğu zaman sadece elini çenesinin altına koyuyor ve Mhyris hayatta olduğu için rahat bir nefes alıyordu. Eğer Mhyris'in ikinci doğumuna aracılık etmeselerdi, Prens herkesin susmasını isteyebilirdi. Fakat onlara borçluydu ve bunun karşılığında sabır göstererek ödeme yapıyordu.

"Safir kolyeni odandaki çekmeceye koymuştum. Buldun mu?" diye sordu Ivy. Masada Orlys'in hemen yanında oturuyordu. Kızların arasında en az konuşan kişiydi, kehanet cadısıydı.

Elindeki kadehi masaya geri bırakırken, Mhyris onun bahsettiği şeyi anlamamıştı. "Benim safir kolyem yok ki." deyip Prens'e baktı.

Daemon ise hoşnut olmayan gözlerini Ivy'nin üzerine çevirmişti.

"Mhyris'in çok sevdiği limonlu keklerden uzatsana, Yvone." diyerek masada oluşan sessizliği dağıttı Melisandre. Tat hafızasını kullanarak Mhyris'in daha hızlı hatırlamasını sağlayacaktı. En azından planı bu yöndeydi. Masanın bir ucunda oturan Yvone isimli genç kız ayağa kalkıp kek tabağını Mhyris'in önüne bırakırken, Melisandre ve Orlys birbirlerine baktılar. Prenses'in tepkisini merak ediyorlardı.

"Teşekkürler." dedi Mhyris, ona tabağı getiren kıza. 

Yvone gülümseyip yerine dönmüştü.

"Annem de sever miydi?" diye sordu Mhyris. Bir dilim limonlu keki tabağına almıştı.

"Bayılırdı." diye yanıtladı Melisandre. Kendisine doğru bakan Daemon'a döndü gözleri. Prens sanki güvence istiyormuş gibiydi, Kızıl Kadın tebessümü ile onun endişelerini yatıştırdı.

Masadaki kimse Mhyris'in tuhaf hissetmesini istemiyordu, bu yüzden Orlys kızlara Pentos'ta yaşadığı bir macerayı anlatmaya başladı. Mhyris ise çok sevdiği limonlu keki yiyor, bir yandan da Daemon'u teşvik etmeye çalışıyordu. Zira Prens masaya oturduğundan beri şarap içmek ve bir iki tane üzüm yemek dışında ağzına hiçbir şey sürmemişti. Mhyris onu ikna edemeyince kendisi yemeye devam etti. Karşısında oturmuş fısıltılı sesiyle kadim cümleler söyleyen Melisandre'yi fark etmemişti, Kızıl Cadı onun hatırlamasını hızlandırdı.

Mhyris'in yediği her lokmada aklında Westeros'a dair bir şeyler canlanıyordu. Bir an için Kral Viserys'in odasında olduğunu sandı. Onunla yediği öğle yemeklerindeki gibiydi limonlu kekin enfes tadı. Fakat Asshai tapınağının dizaynı Kızıl Kale'den çok farklıydı. Mhyris, çatalını başka bir parça almak için daldırdığında, durup düşündü. Daemon ne kadar süre sonra evine dönmüştü? Emin olamadı. Uzun zamandır, hatta yıllardır onu görmediğini düşünmesine sebep olan bir his belirdi kalbinde. Sonra midesinde ani bir bulantı baş gösterdi ve çatalını tabağa bıraktı. Bulantısı yoğunlaştı, keskin bir ağrıya dönüştü ve Mhyris karnını tutarak arkasına yaslandı. Zihni çok hızlı davranıyordu, bir anda açılmaya karar vermişti sanki. Masadaki yalancı sohbeti dinlemeye çalıştı ama terliyordu. Daemon ona iyi olup olmadığını sorarken elini uzatmıştı ancak Mhyris garip bir içgüdü ile onun elini geri itti.

Masadaki herkes sustu.

"Hatırlıyorsun, Mhyris. Ama gerçek değil, sadece bir anıdan ibaret." dedi Melisandre. 

Mhyris kan kaybettiğini sanıyordu. Zihnine, Kızıl Kale'deki odasına koştuğu bir görüntü doldu yavaşça. Neden o anısında ağlıyordu? Bacaklarından akan kanı, hizmetlinin korkmuş gözlerini ve düşük yaptığı anları hatırlayınca oturduğu sandalyenin iki yanını sıkıca tuttu. Derin nefesler alıyor, kalbi çok hızlı atıyordu. Acı duymamıştı. Aslında gerçekte hiçbir şey hissetmiyordu ama anıları tekrar yaşamak çok kolay kandırırdı. Mhyris'i de kandırıyordu. Daemon'un onu uzun yıllar terk ettiğini hatırlayınca da acı duyduğunu sanmıştı.

"Çabuk döndüğünü söylemiştin!" diye bağırdı Mhyris. Onu tutmaya çalışan Daemon'u tekrar itmişti. Aklına adeta hücum etmiş anılarla boğuşuyordu kafasının içinde. 

Yalnız geçirdiği günler uzuyor, Daemon kayboluyordu. Düşük yaptıktan sonra geçirdiği buhranlı günleri görüyordu. Rhaenyra ile olan kahkahaları kulağına ulaşınca yüzünü kapattı elleriyle. Birlikte gezdikleri sokakları hatırladı. Kabuslarındaki Melisandre belirdi ve o falcı kadın... Öleceğini ön gören falcıyı, evlenme vaktinin geldiğini söyleyen Viserys'in kaba sözleri takip etti. Sonra Rhaenyra'nın şövalyesi Sör Criston Cole belirdi. Mhyris sandalyesini itip yerinden kalkarken, şövalye ile geçirdiği geceleri kabullenmeye çalışıyordu. Masadaki herkes onunla birlikte ayağa kalktı. Kızıl Leydi başını tutmuş, ona neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Orlys anlam aramayı bırakmasını istedi, ölümden sonrasında anlam kalmazdı. Ama Mhyris henüz öldüğünü bile bilmiyordu. O en son içinde adının geçtiği bir nişan kutlamasını hatırlıyordu. Geniş salonun içinde gezerek ne zaman ve kiminle nişanlandığını sordu. Birkaç rahibe, sanki tüm bunlar olurken onun yanındalarmış gibi cevap vermeye başladılar.

"Edmund Baratheon ile nişanlandın ama Kral Viserys'in zoruyla." dedi Ivy.

"Ondan nefret ediyordun, hatta Prenses ile kaçma planı bile yapmıştınız. Sör Criston Cole senin için görevini bırakmaya hazırdı. Ama sen izin vermedin." diye devam etti Yvone. Son cümleleri yüzünden Daemon'un etrafını korkutan bakışları belirginleşti.

"Evlendim mi peki?" diye soran Mhyris alacağı cevaptan korkuyordu. Çünkü Edmund'u hatırlamıştı. Onun sevimsiz iltifatlarını ve hoş olmayan dokunuşlarını anımsayınca suratı endişeyle doldu.

"Hayır, Prens Daemon tüm düğünü mahvetti." dedi Tabitha.

Kızıl Leydi düğün gününü hatırladı birden. Ivy'nin sorduğu safir kolye boynundayken Kral Viserys ile ettiği sohbeti anımsadı. Müzikler, dans ve kargaşa... Orlys ile tanıştığı an belirince zihninde, Mhyris sarsılmış hissetti. Daemon'un düğüne gelişiyle birlikte başlayan gerginlik Mhyris'in ikinci hayatına da doldu. Prens'e bakan gözleri kocaman açılmıştı. Başlayan kavgayı izler gibiydi. Prens ile yangının baş gösterdiği ve herkesin birbirine saldırdığı salondan nasıl çıktıklarını görüyordu. Elini biraz geriye sırtının yan tarafına doğru götürdü ve yara aldığı yere dokundu. Bıçaklanmıştı.

"Daemon seni buraya getirdiğinde ölmüştün." dedi Melisandre.

"Hayır, sadece uyuyordum." diye itiraz etti Mhyris. Ama gözleri kapalıyken ne bir rüya görmüştü ne de ses duymuştu. Kapkaranlık bir kuyunun dibindeydi. "Öyle olmalı."

Daemon'un suçluluk duyan bakışlarını görünce, Mhyris anlamıştı.

"Orada ne gördün, Mhyris?" diye sordu Melisandre.

"Hiçbir şey." dedi Mhyris.

"Işık Tanrısı sana görünmedi mi?"

"Orada sadece karanlık vardı, Melisandre."

Rahibeler bekledikleri gibi bir cevap alamadıkları için Melisandre'ye baktılar ancak Kızıl Cadı'nın da hayalleri yıkılmış gibiydi. Onların aksine, Orlys bunu bekliyordu. Mhyris'e kendisini çok fazla yorduğunu söyleyip yeniden oturmasını istedi ancak Kızıl Leydi itiraz etmişti. Odadan ayrıldı ve nereye gittiğini bilmeden dakikalar boyunca karanlık tapınakta gezdi. Karışmış aklına susmasını emrediyor, kalbi atıyor mu diye kontrol ediyordu. Boşlukta süzülen bir yaprak gibi hissediyordu. Sanki günlerdir bir kulenin tepesinden düşüyor ama toprağa ulaşamıyordu. Anıları gerçek miydi sahiden? O kadar çok acı çekmiş, Daemon tarafından gerçekten terk edilmiş miydi? Hepsi bir kabusun gerçek hayata taşmış satırları gibi geliyordu kulağına. Tapınağın dışına çıkan kapıya ulaştığında, hatıralarına inanmakta güçlük yaşıyordu. İnsan ölümden nasıl kurtulurdu? Mhyris yoktan var ettiği ateşi düşününce, buna neden şaşırdığını sorguluyordu basamakları inerken.

Caraxes'i görmüştü. Topraklarında hiçbir hayvanın yaşamasına izin vermeyen Asshai, söz konusu öfkeli ejderha Caraxes olunca pek etkili sayılmazdı. Mhyris soğukkanlı haliyle yürüyüp Caraxes'in önünde durdu ve yere oturdu. Hemen ejderhanın ağzının dibine. Korku duymuyordu. Caraxes heybetli kafasını kaldırdı, uzun boynu yükseldi ve Mhyris'e yukarıdan baktı. Kızıl Leydi de başını kaldırmış onu izliyordu. 

"Tuhaf bir gün yaşıyorum, Caraxes."

Ejderha, korkutucu gözlerini Mhyris'in üzerinde tutmaya devam ederek dinliyordu.

"Ve senin gibi kokuyorum." 

Tapınağın dışına çıkan Prens Daemon, Mhyris'i ejderhanın yanında görünce rahat bir nefes aldı. Basamakları sessizce indi, Mhyris'in Caraxes ile olan konuşmalarını dinliyordu. Planı, genç kadını alıp Ejder Kayası'na gitmekti. Fakat Mhyris onun aklını okumuş olmalı ki bir anlığına başını Daemon'a doğru çevirip uzak durmasını söylemişti. Daemon basamakların başında durup ona baktı. Gitmeleri için en uygun vaktin bu olduğunu söyledi ancak Mhyris istemedi.

"Henüz benim için gitme vakti gelmedi." demişti.

****

Mhyris ertesi günün akşamına kadar odasına kapandı. 

Ne Daemon'u ne de Melisandre dışında başka birini içeriye almıştı. Ölümden geri dönüşünü kabullenmekte, bu tecrübeyi yaşamış sayılı insan gibi zorluk yaşıyordu. Anılarını ve duygularını bir dengeye oturtmaya çalıştı. Melisandre ona yardım etti. Duygularını dinlemesini istedi. Artık eski Mhyris olmadığını, yeni ruhunu kabullenmesi ile birlikte çektiği ızdırap duygusundan kolayca kurtulacağını hatırlattı bir anne gibi. Genç kadın onu dinleyecekti.

Mhyris kendisini soyutladığı zaman aralığında penceresinden Caraxes'i ve onunla ilgilenen Prens Daemon'u izledi. Daemon her zaman tapınağın önündeki açık arazide olurdu, Mhyris kafasını dışarıya her uzattığında birbirlerini görebilsinler diye. Neredeyse iki gün boyunca konuşmamışlardı. Daemon son yıllarda sabır konusunda çok şey öğrenmişti ve sebebi her zaman Mhyris oluyordu. 

Fakat o akşam, Mhyris odasından çıkmaya karar verdi. Melisandre sakin bir akşam yemeği yemeleri için onlara katılmasını rica etmişti. Dört kişi olacaklardı. Anılarını bir kitaptan okumuş gibi kabullenmeye hazır Mhyris ise kabul etmişti. O akşam odasından çıkıp yemek salonuna kadar yolda karşılaştığı Yvone ile sohbet ederek gitti. Rahibelerin desteğini, onları yanına kabul etmediği zamanlarda bile hissetmişti ve minnettardı. Yemek salonunun kapısına yakalştığında Yvone onun yanından ayrıldı ve Mhyris, içeriden Orlys'in kalın sesini geldiği odanın kapısını yavaşça açtı. Kafasını içeriye uzatıp kimlerin olduğuna baktı. Daemon ve Orlys, pencerenin yanında sohbet ediyorlardı. Melisandre ise herkese içki dolduruyordu.

Mhyris içeriye girip kapıyı ardından kapattı. 

"Siz çoktan başlamışsınız." dedi gözler üzerine dönünce.

Bir dakika sonra o da sohbetlerine dahil olmuştu. Mhyris, Stepstones zaferini nasıl elde ettiğini Orlys ve Melisandre'ye anlatan Prens'i dinlerken, elinde tuttuğu kadehin içinde Westeros'tan gelen sokak şarabı vardı. Mhyris, saraydaki şaraptan daha çok severdi bunu. Karanlık özgürlüğü simgeliyordu. Kızıl Kale'de ona yasaklanmış ne varsa Mhyris sokakta bunları tadabiliyordu çünkü ve Asshai'de olmak, dünyanın geri kalanı için en yasak olan şeydi. Yalnız kaldığı iki gün boyunca en büyük arzusunu bildiğini fark etmişti. Onu hapsetmiş tüm sınırları çiğnemek istiyordu.

"Kafanda kemikten yapılma bir taç ile salona girmiştin." dedi Mhyris.

"Viserys'e vermekle hata ettim."

"Bu sadece savaşa ve daha fazla yıkıma sebep olurdu, Prensim." diyerek Daemon'un pişmanlığına karşı çıktı Melisandre. "Westeros'ta bir kahramansınız, düşman değil."

Daemon'un kahramanlık ile ilgilenmediği hoşnut olmayan yüzünden belliydi. "Abim en son beni şehirden kovmuştu. Kahramanlar ne zamandan beridir evinden atılıyor?"

"Nişanlı bir kadını rahatsız ettikleri günden beridir." diyerek onu kızdırmaya çalıştı Mhyris. Sonra fikir değiştirdi. "Viserys akrabalarına karşı haddinden fazla güvensiz de olabilir."

Orlys ile aynı anda gülmeye başlayan Mhyris, şarabını yudumlarken Daemon'a baktı. Prens'in söylemek istediği başka bir şey daha vardı sanki. Ama susuyordu. Daemon'un suskunluğunu Viserys'in son haline benzetti Mhyris. Sonra sorgular gibi Orlys'e baktı.

"Seninle dans ettiğimizde bana bir şey söylemiştin."

"Tüm detayları hatırladın demek." Orlys hevesle cevaplardı. Kadehini kenara bırakıp kollarını göğsünde birleştirdi. Ne Daemon gibi genç ne de Viserys gibi yaşlıydı. Ancak keskin yeşillikteki gözleri hepsinden çok şeye tanık olmuş gibi özgüvenle bakıyordu.

"Babamı nereden tanıyorsun?"

"Arkadaştık, yani onun gençliğinde."

"Ne çeşit bir arkadaşlıktı bu?" diyen Mhyris'in gözleri kısıldı.

"Onu sadece kontrol edip gelecektin, Orlys." Melisandre plana kendi bakış açısını da katan adama azarlar gibi bakmıştı. "Ron hakkında konuşmak yoktu."

Orlys kendini savundu. "Kızın babasını bilmeye hakkı vardı."

"Bilmediğim başka bir hayatı da varmış, evet öğrendim." dedi Mhyris ve Melisandre'ye sordu. "Annemin de bundan haberi yoktu, değil mi?"

Orlys gülmeye başladı.

"Kes sesini." dedi Daemon ona.

"Biliyor muydu?"

"Evlilikleri bir kurmacaydı, Mhyris." Daemon cevapladı, Orlys'in yerine.

Mhyris tepkisiz kalmıştı. Duyduğa şeye inanmadığını söyledi ama ona bakan gözler yalan söylemiyordu. Bu akşamın amacı da buydu zaten. Mhyris'e doğruları duyurmak. Kızıl Leydi bunu çok anlamsız bulduğunu, Ron'un her zaman iyi bir baba olduğunu ve Irıs öldüğünde ne kadar çok ağladığını anlatmaya çalıştı. Gözlerinin önünde tüm o güzel aile anıları geçiyordu. Kurmaca derken kastettikleri neydi? Babasının sadakati mi? Ama Mhyris onun sevgisini hala hissediyordu.

"Ron ve Iris evlendiğinde, annen zaten sana hamileydi." diyerek bir yerden başladı Melisandre. Elini uzatıp Mhyris'in kolunu nazikçe tuttu ve yanında yürümesi için teşvik etti. "Benden yardım istedi. Güvende hissetmiyordu ve korkusu toprakların öbür ucundaki bana kadar ulaşmıştı."

"Korktuğu neydi?"

"Öldürülebilirdi."

"Benim gibi olduğu biliniyor muydu?"

"Baban öğrenmişti." Melisandre, onları izleyen adamların karışmasına izin vermeden devam etti. "Iris'in gerçek kişiliği, babanın gelecek planlarına uymuyordu. Tacı tehlikeye girerdi. Fakat baban korkak olduğu kadar da merhametli bir adam. Sana zarar veremezdi. Sevgilisi ve gayrimeşru çocuğu ortaya çıkmasın diye onu Essos'a giden bir gemiye bindirdi ve Ron'a emanet etti. En yakın dostu oydu. Başka kimseye güvenemezdi."

Mhyris kolunu çekip Melisandre'den uzaklaştı. Elini kalbine koymuş, sessiz kalarak odada dolanıyordu. Yıllara yayılmış bir yalanın gerçek yüzünü ortaya çıkartmak için sadece birkaç kelime yetiyordu. Ama kabullenmesi asla dudaktan döküldüğü kadar kolay olamazdı. Mhyris'in o ismi duymaya ihtiyacı yoktu.

Viserys Targaryen, her zaman gözünün önünde olmuştu zaten.

Kızıl Leydi'nin dolmaya başlamış gözleri gecenin karanlığına bürünüyordu. Aptal yerine konduğu tüm o uzun yıllar... Yüzüne bakıp söylenmiş yalanlar ve Viserys'in riyakarlığı yüzünden kalbindeki alev yanmaya başladı. Ölümden uyandığından beri ilk kez ateşi hissetmişti. Sahip olduğunu sandığı tüm o sevgi de yalan mıydı? Ron Silverarmor gerçekten bir babaydı ama. Mhyris, olmasa bunu bilirdi. Ron onu kızı gibi sevmişti ve Mhyris bu sayede büyüyüp yeşermişti. Çocukluğu bir yalan olmamalıydı. 

"Annemi Viserys mi öldürttü?" diye sordu titreyen sesiyle.

"Hayır, uğruna yas tuttuğu ilk kadın annendi." dedi Melisandre. 

Mhyris yanağına akmış bir damla gözyaşını sildi.

"Emri Otto'nun verdiğinden şüphe ediyoruz ama kanıtlamadan hamle yapmak pek sağlıklı olmaz. Başka şüpheliler de var." dedi Orlys.

Duyduğu isme şaşırmamıştı Mhyris. Fakat o sırada Daemon'a bakıyordu.
"Sen ne zamandır biliyordun?" diye sordu suçlar gibi. Sesini yükseltmişti. Prens'in ona yaklaşmasını izledi. Karşısında durduğunda, Daemon'a olan bakışları yeniden hayal kırıklığı ve öfkeyle dolmuştu. Dokunması için izin vermedi Prens'e. Göğsüne vurup itti. Gözlerinden yaşlar akarken bile ifadesinde mutlak bir soğukluk vardı. Mhyris, ihanete uğramaktan yorulmuştu.

"Sen benim kanımsın." dedi Daemon, Yüksek Valyria dilinde. 

"Benden sakladın!" diye bağırdı Mhyris. 

Daemon itiraz edemezdi, yaptığı buydu çünkü. Ancak başından beri bilmediğini anlatmaya çalıştı. Sonradan öğrenmişti ve gerçeği bildiği yıllarda Westeros'ta değildi. Daemon anlatmaya çalıştıkça Mhyris ondan uzaklaştı. Susmasını isterken bağırdı ona. Ağlıyor ama öfkesine sığınıp tüm gözyaşlarını akıtmıyordu. Gitmek için kapıya yöneldi, önünü kesmeye ve onu durdurmaya çalışan Prens'i engellemek için kapının ateş kadar sıcak olmasını sağladı. Artık kapıya sadece o dokunabiliyordu.

"Sen de tıpkı Viserys kadar kötüsün." dedi ve odadan ayrılıp tapınağın kuytu karanlığına karıştı Mhyris.

Geride kalan Daemon ise boğuldu gecenin ve karanlık düşüncelerinin içinde. Rahibe kızlar onu en son tapınağın önüne çıkarken görmüşlerdi. Caraxes'in sesi duyulduğunda, Asshai'nin sokakları yeniden gölgelerle doldu. Tüm yaratıklar giderken Prens'i izledi. 

Daemon, ejderhasıyla birlikte tek başına gökyüzüne yükselmiş ve sis bulutlarının arasında ortadan kaybolmuştu.

🐉

Continue Reading

You'll Also Like

5.9K 608 36
Visenya Targaryen, adının ikincisi, Westeros tarihinin en cömert ve yardımsever kraliçesi olarak anılırdı. Hayatının son günlerinde tacı başına geçir...
76.7K 4.3K 80
Onunla karşılaştığım zaman 'aşkı' bulduğuma inanmış, yanındayken daha önce hiç tanışmadığım duygularımı, benliğimi bulmuştum. Fakat artık kendi kendi...
🎡CH OKULU🏤 By ~EZO~

Mystery / Thriller

3.9K 234 8
Tüm ülkeler x türki +ship+LGBTQ+küfür+smut😏😏 Uyarı bu kitapta psikolojik gerilim ve cinsiyetçilik olacak☄
376 65 4
A blok ve B blok'un birbirine olan düşmanlığı Hate love Sahipler Minsung Chanchang Seungin Hyunlix © Tüm hakları saklıdır.