Avarya Oyunları

By acimatriyarka

3.3K 643 3.5K

Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde... More

I. PAPAZ KAÇTI
I - I
I - II
I - III
I - IV
I - V
I - VI
I - VII
I - VIII
I - IX
I - X
I - XII
I - XIII
I - XIV
I - XV
I - XVI
I - XVII
I - XVIII
I - XIX
I - XX
I - XXI
I - XXII
I - XXIII
I - XXIV
I - XXV
I - XXVI
I - XXVII
I - XXVIII
I - XXIX
I - XXX
I - XXXI
I - XXXII
I - XXXIII
I - XXXIV
II. YARIM KONKEN
II - I
II - II
✵ Karakterler

I - XI

39 8 10
By acimatriyarka

B A Y A N

14 Haziran 2005
Salı
Varnata, Avarya

Bayan Alkan karşılıklılık ilkesine inanırdı. Üç ay önce VEKÜ'deki odasında küçük siyah bir nesne bulmuştu. Onun ne olduğunu ve onu oraya kimin koyduğunu araştırdı. Bir dinleme cihazıydı bu ve onu içeri koyan, ertesi haftasında kendisine yüklü bir miras kaldığı için istifa eden bir temizlik görevlisiydi. O gün öğleden sonrası için izin almış ve arkadaşlarına başbakanlık konağında işi olduğundan bahsetmişti.

Muhaliflerini yasa dışı olarak dinleyen Hakan Vult'u yasal olarak şikâyet etmek riskliydi. Halk, sevdiği bir figürün suç işlediğini kolayca kabullenemez ve gerçeği ortaya çıkaranı tefe koyardı. Ayrıca temizlik görevlisinin başbakanla iletişimini kanıtlamak çok zordu. Bu yüzden Bayan odasına yerleştirilmiş dinleme cihazına dokunmadı. Sadece burada konuştuklarına dikkat etti ve eğer duyulmasını istemediği şeyler söylüyorsa, cihazı naylon poşete koyup akvaryuma bıraktı.

Bugün de cihaz akvaryumun dibindeydi. Bayan, önündeki kâğıda Kerem Türker'in sözlerini karalamıştı.

"Sayın başbakanım! Rakibinden sana haber taşıdım, kaçak piyadenin işini örtbas ettim, kuşlarını organize ettim. Sen karşılığında ne verdin? Sözlerinden kaçını tuttun?"

Rakip kimdi? Kaçak piyade neydi? Sözler neydi? Doçent, kâğıdı tiksinir bir ifadeyle kurşun kalemin ucuyla itti. Cevapsız sorulardan nefret ederdi.

Telefonunu kaldırdı. "Alo! Kurtuluş Bey, müsaitseniz bir şey sormak istiyordum. Çok kısa bir şey, merak etmeyin. Kapalı mı açık mı?"

Kararsız kaldığında insanlara anlam veremeyecekleri bir soruyu durduk yere sorar ve yanıtına göre hareket ederdi. Bir nevi fal bakmaktı bu; ama kartlarla değil, insanlarla.

"Ne?"

"Lütfen birini söyleyin."

"Açık."

"Teşekkürler."

"Bir saniye lütfen." dedi Kurtuluş yüksek sesle. "Odamda, içinden dinleme cihazı çıkardığınız müzik kutusunu bana Uysal Bey hediye etmişti. Sizce bu ne anlama gelir?"

Kadın, başını hafifçe salladı ve alçak sesle "Dek gelişler," dedi.

"Efendim?"

"Ha... Bir şey yok. Merak etmeyin, yüz yüzeyken konuşacağız. İyi günler." dedi ve görüşmeyi bitirdi. Hemen başka bir numara çevirdi.

"Alo! Uysal Bey, müsait misiniz acaba?"

"Buyurun." dedi, üzüntüsü sesine yansımıştı.

Bayan, Uysal'ı VEKÜ'ye çağırdı. Onunla Yaz hakkında konuşmak istediğini söyledi. Bu, yanlış değilse de tam olarak doğru da değildi. Doğruyu lunapark aynasında çarpıtarak sunmak yalan söylemenin estetik bir yoluydu.

Yaz'ın adını duyunca can evinden vurulan adam gelmeyi kabul etti. Öğleden sonra üç buçukta görüşeceklerdi.

֎

U Y S A L

Aynı gün
Varnata, Avarya

Şehrin en büyük caddesindeki insan selinin bir parçası olan Uysal, telefonu kapatıp cebine koydu ve gürültünün adeta gözle görülür bir hale geldiği caddede yürümeye devam etti. Sol yanında çarpıcı reklam panolarıyla gündüz vakti dahi göz kamaştıran ışıklı binalar, sağ tarafında geniş kaldırımı dolduran insanlar ve Okay Bulvarı'nda akan trafik vardı.

Gözü hiçbirini görmüyordu. Kalın kaşlarını çatıyor, yere bakıyor ve hoşlandığı kadının artık ondan tiksindiği gerçeğini beyninde küf gibi taşıyarak yürüyordu.

Varnata Emniyet Müdürlüğü'ne gidiyordu. İlk insandan beri var olmuş her kutsal yazıta el basıp yemin edebilirdi ki Bahar'a zarar veren o değildi, dondurmayı zehirleyen o değildi. Peki, bu aşağılık eyleme imza atan kimdi? Ayak basmaz ormanlara canından olma pahasına girip mağarada bekleyen kadınına besili bir av getirmeye azmeden mağara adamı gibi asıl suçlunun peşine düşmüştü.

Zehirleme olayının failini bulmak Emre Konar'ın da derdiydi fakat onun nedeni farklıydı. O, Hande Bulut'un eylemlerinin izini sürmeye çalışıyordu. Başta Uysal'ı geri çevirmek istedi çünkü olayın Bulut'la ilişkili olmadığını düşünüyordu fakat siyasete yakın bir isimle iç içe olmak, düzenli bilgi akışı sağlayacağı için onunla çalışmayı kabul etti.

Misafirini boş odalardan birine alıp kapıyı kapattı.

"Eee, Uysal." dedi koltuğuna yerleşip arkasına yaslanarak. Ellerini başının arkasına koymuştu. "Ne anlatacaksın?"

Diğeri her an kalkacakmış gibi koltuğun ucuna ilişmişti. Zorlukla duyulan bir sesle "Ben yapmadım." dedi.

"Vay!" dedi komiser, doğrularak. "Ne kadar çarpıcı bir bilgi! Oğlum, işe yarar hiçbir şey bilmiyorsan niye geldin?"

Uysal içini çekti. "Suçlunun bıraktığı izleri teşkilat olarak siz göreceksiniz, ben de bağlantılarımla sizin yolunuzu açacağım. Belki ödül olarak bir terfi..."

"Ulan puşt!" dedi kaşlarını çatan komiser. Masaya ellerini koyup doğrulmuştu, öyle bir bağırdı ki karşıdaki irkildi. "Sen beni mevkiiyle satın alınabilecek biri mi sandın? İsmin gibi ol. Kim olduğumu bilmiyorsun."

"AVİS içinde yükselmek istemez misin?" dedi omuzlarını kaldıran kalın kaşlı adam, masumca.

Komiser donakaldı. İstihbarat içerisindeki görevi gizliydi. Ajan olduğunu kimse bilmemeliydi. "Sen... Nasıl..."

"Gel, yola birlikte çıkalım." dedi Uysal. "Birbirimize güvenelim, bilgi gizlemeyelim. İş birliği yapalım. Önce Bahar'ı zehirleyen pisliği, sonra da Hande Bulut'u bulalım."

Emre boşluğa bakarak hafifçe başını salladı. Uysal'ın oturuşu değişmişti, genç adam bacaklarını hafifçe açmış ve kollarını kolçaklara koymuştu.

"Güvenini kazanmak benim için önemli." dedi misafir. "Hadi bir başlangıç yapalım. Şu öldürülen Sırp'ın dosyasını verebilir misin?"

"Kim?" dedi komiser.

Alnını kırıştıran misafir elini salladı. "Soyadını unuttum şimdi, Laliva mıydı neydi? Hani şu kafasından vurulan, vücudunda ırkçı dövmeler olan. Şifreli bir mektup almıştı."

"Ha, Laloviç." dedi memur. "Mektup sayılmaz, kısacık bir not."

Dolabı karıştırdı ve yığın klasörlerden birini çıkarıp oturmaya devam eden adama uzattı.

Uysal el ayası boyutundaki küçük bir not kâğıdının fotokopisinde yazılı olan şifreli mesajı okudu.

"Eczacı aradı. Terzi aradın. Silkin yılkı ve yün sel öp. Son kör gence kandın."

Bir anagram olan bu şifre boşluklu iki sütun şeklinde yazılmıştı. "Eczacı, terzi, silkin, yün sel, son kör" ifadeleri bir sütunda, "aradı, aradın, ve, öp, gence, kandın" sözcükleri diğer sütunda, "yılkı" ise bu sütunlar arasındaki bir köprü gibi tam ortadaydı.

"Siz bunu çözdünüz mü?" diye sordu.

"Çözdük," dedi Emre, hâlâ ayaktaydı. "Artık herif Bosna'da ne kadar pisliğe bulaştıysa, biri ona kendisini öldürmesini söylemiş. Kim öldürdüyse alnından öperim."

"Kim peki? Saraçoviç mi gerçekten?"

"Bilmiyorum," dedi Emre.

"Kim olduğu yazıyor." dedi Uysal, polisin gözlerinin içine bakarak.

"Alttaki büyük 'B' harfini diyorsan..." dedi Emre fakat devamını getirmedi. Karakola gelenin ona yeni bir bilgi vermek üzere olduğunu sezinlemişti. Ne var ki bu bilginin, peşinden koştuğu ipuçlarını birbirine bitiştirecek bir düğüm olacağını tahmin edemezdi.

"Gözlerini kıs."

Emre nota bakıp gözlerini kıstı. Harfler birbirine karışırken sütunlar yekpareleşiyor ve bir harfi andırıyordu. H harfini... B'nin hemen üstünde. Güneşe bakan fotoğraf makinesi diyaframı gibi kısılan gözleri tekrar fal taşı gibi açıldı. Zihni bozuk kaset misali harfleri tekrar ve tekrar döndürüyordu. H... B... H... B...

Laloviç'in nasıl öldüğünü hatırladı. Ateşli bir silahla, başından vurularak. Tıpkı diğer tüm Hande Bulut fedaileri gibi.

֎

K A T Y A

Aynı gün
Varnata, Avarya

Çaycı, Ekin Başak Partisi merkez binasının toplantı odasının kapısını tıkladı. "Gelin!" cevabını duyunca içeri girdi.

Katya saçlarını dağınık topuz yapmış, resmi bir kıyafet değil tişört giymişti. Uzun ince toplantı masasının bir ucunda tek başına oturuyordu. Önünde final sınavlarına çalışan bir öğrenci gibi açılmış kitaplar, defter sayfaları ve yapışkanlı kâğıtlar vardı. Masada silgi tozları dolaşıyordu. Çaycı, sabahtan beri getirdiği dokuzuncu bardağı alıp yerine onuncusunu koyarken Katya'ya yiyecek bir şey isteyip istemediğini sordu.

"Sağ olun, yemeyeceğim." dedi Katya kafasını kaldırmadan.

"Sabahtan beri hiç ara vermediniz Sürekli çalışıyorsunuz. Öğle yemeğinde de yoktunuz. Hasta olmayasınız."

"Teşekkür ederim. Canım hiçbir şey istemiyor."

Çaycı başını sallayıp odadan çıktı.

Masanın üstü küçük bir kütüphaneye dönüşmüştü. Sosyalist düşüncenin temel kaynakları; Marx, Engels ve başka filozofların kitapları; Lenin gibi yöneticilerin kitapları, Katya'nın lise zamanından kalma defterler, tarihte sosyalist devrim yapmış ülkelerle ilgili notlar ve boşanmış meşhur bir kadın olarak eşinin soyadını kullanmaya devam etmek için vereceği dilekçe karışık olarak duruyordu.

Başa dönmek istiyordu, en başa. "Tol" adlı romanın ilk cümlesindeki gibi, devrimin vaktiyle bir ihtimal olduğuna inandığı güzel günlere. Zaman, evliliğindeki heyecanı çürüttüğü gibi hayallerini de küçültmüştü, dünyayı değiştirmeye uzanan hayallerini partinin oy oranını yüzde sıfır bir artırmak ya da evinde kavgasız bir akşam daha geçirmek gibi kişisel, geçici, anlam yoksunu olduğu kadar can sıkıcı dertlere dönüştürmüştü. Bu yüzden neye inandığını hatırlamak, evladına isim olarak verdiği ideali canlandırmak istiyordu.

İdeolojisini sıfırdan yapılandırmalıydı. İlk ve en temel sorulara dönerek bir amaç belirlemeli; ardından bugüne dek dünya üzerinde yapılmış devrimleri bilim insanı edasıyla inceleyip hatalarını ayıklamalı ve Avarya şartlarına uyumlu kendi teorisini kurmalıydı.

Katya toplumu sınıflara bölünmüş olarak algılardı. Tüccarlar ve patronların, üretim araçlarının verdiği güçle devleti ele geçirdiklerini görürdü. Her şey onların istediği gibi olurdu. İşçiler ise günlerinin büyük bölümünü çalışarak geçirip emekleriyle ekonomik çarkı döndürmelerine rağmen söz hakkına sahip olamazlardı. İşçi sınıfından milletvekili olanlar dahi tüccarların, patronların dümen suyuna gitmek zorundaydı ki makamını kaybetmesin.

Ona göre bu, büyük bir adaletsizlikti ve mecliste oynanan, alçakça bir tiyatroydu. İşçileri sömürülmekten kurtaracak tek çözüm devrimdi. Eski düzen yıkılacak, yerine işçi sınıfının iktidarı tümüyle ele geçirdiği bir diktatörlük kurulacaktı (bu aşamaya sosyalizm denirdi.) Ardından "devlet" olgusu zamanla sönecek, toplum kendi kendini sınıf ayrımı olmadan ve bir baskı aracına gerek duymadan yönetecekti (bu da komünizmdi.)

Ayrım, mahrumiyetten daha acıydı. Bileşik kaplar yasasına göre birleştirilmiş kaplarda suyun düzeyinde fark oluşmazdı, su dümdüz bir çizgi oluşturana kadar yüksekten aşağıya akardı. "O yiyip ben bakacağıma," derdi insan, "İkimiz de aç kalalım."

Katya bu yüzden bu ideolojiye lisenin ilk yıllarından beri etiyle ve kemikleriyle inanmıştı. Yirmi dört yıldır idealine ulaşmak için mücadele ediyordu.

Önceki teorileri günün şartlarıyla sentezlemek yerine uzun yıllar önce ölmüş liderlerin fikirlerini aynen savunmaya kalkmıştı. Oysaki artık kendindeki potansiyeli görüyordu. Peşinden gelen ve "Devrim!" diye haykıran insanları duyuyor, tarih kitaplarına adının yazılışını şimdiden görür gibi oluyordu. Hayaller yıldızlar gibi başının çevresinde dönüyordu. Fotoğrafının yer aldığı afişler asılıyordu her yere, dev heykelinin altında "İlk Devrimci Kadın Lider" yazıyordu. Kitaplar onun fikirlerini yazmakla bitiremiyor, okullarda "Saranizm'e Giriş" dersleri okutuluyordu. Su bile içmemişti halbuki fakat hayalleriyle sarhoş oluyordu.

Masadaki kitap yığınından başını kaldırdı ve hayallerindeki ayrıntıyı fark etti. Geleceğini eski kocasının soyadıyla değil, ailesinin soyadıyla hayal etmişti. Yılgın Katya Doğdu'dan, güçlü Katya Saran'ı yontmaya koyulmuştu.

Kafasındaki düşüncelerin netleşmesi yorgunluğunu alıp götürdü ve kadın, henüz uyanmış gibi dinç bir şekilde defterine eğilip notlar almaya devam etti.

֎

B A Y A N

Aynı gün
Varnata

Uysal, doçentin odasının kapısını çaldığında saat üç buçuğu gösteriyordu. Doçent, izin vermek yerine kalkıp kapıyı bizatihi açtı. Klimanın serinliği koridordaki Haziran sıcaklığının ortasına vurdu. Gülümseyerek misafirini buyur eden hoca, koltuğuna oturdu.

"Hoş geldiniz! Nasıl olduğunuzu sorayım ama nezaketle 'iyiyim' demek yerine gerçeği söyleyiniz."

"Peki," dedi Uysal. Başı hafifçe eğikti, dudakları düşmüştü. "Çok üzgünüm, kafam meşgul, sevdiğim insanı kaybetmek üzereyim."

"Yaz'a gerçeği kanıtlamak zorundasınız."

"Yemin ediyorum size Bayan Hanım, Bahar'a hiçbir şey yapmadım. Beni çağırdığınıza göre faili bulmama yardım edeceksiniz, değil mi?"

"Tabii ki..." dedi doçent şefkatli bir sesle. "Sonuçta aynı parti için çalışıyoruz. Sizinle açık konuşacağım. Babanızla Hakan Vult arasında nasıl bir ilişki var?"

"Ne?" dedi misafir, ilk kez işitmiş gibi şaşkınlık mimiğiyle.

"Parolamız dürüstlük. Yaz'dan Vult'a nasıl bir haber taşıyorsunuz?"

Yem atmıştı. Oynadığı ufak zihinsel oyun, Uysal'ın telaşla kıvranmasıyla zafere erdi.

"Açıklayayım," diyordu adam. "Siz... Yani nasıl duydunuz bilmiyorum ama yemin ediyorum, bakın yemin ediyorum Yaz'ın ya da partimizin kötülüğüne hiçbir şey..."

Bayan surdaki gediği biraz daha büyüttü.

"İnanmıyorum size! Vult'a Yaz'la ilgili bilgiler mi veriyorsunuz? Belki de gizlice dinliyorsunuz onu. Nasıl bir hayal kırıklığı içerisindeyim bilemezsiniz. Bunun adı..."

"İhanet değil. Açıklamak zor ama beni dinleyin. Babamla biz, Vult'a..."

"Yaz'ın aleyhine çalışıyorsunuz. Bunu nasıl açıklayacaksınız?"

"Aleyhine değil," dedi Uysal. Klimaya rağmen terliyordu. "Vult kendine özgü bir istihbarat ağı kurdu. Babam da bunun bir parçası. Sadece Yaz'ı değil meclisteki tüm önemli isimleri dinliyoruz, mesela Aslan'ı da... Ancak, söz konusu olan sevgilimse, bilgileri filtreliyoruz. Partimize zarar vermeyecek bilgileri iletiyoruz."

"Böyle bir mazeret olamaz," dedi Bayan yüzüne dehşetli bir ifade takınarak. "Siz onun danışmanısınız. O size güveniyordu."

"Ormanda yaşıyorsanız ormanın kralıyla iş birliği yapmak zorundasınız. Yoksa onun avlarından biri olursunuz. Biz kabul etmesek, başkası Vult'un muhbiri olacaktı. Böylece Yaz'la ilgili her şeyi, filtreden geçirmeden, başbakana sunacaktı. Sevdiğim kadının güvenini yıkıyorsam yine onun iyiliği için."

"Bahar'ı da Vult'un emriyle zehirlediniz." dedi doçent. Alabildiği kadar çok itiraf almak niyetindeydi.

"Hayır," dedi Uysal. Yüzü kıpkırmızı olmuştu, sanki biraz daha kendini sıksa kan fışkıracaktı. "O olayın bizimle ilgisi yok."

"Kuşlar kim?" dedi kadın, adama düşünme süresi tanımadan.

"Babam biliyor. Benim bu konuda bilgim yok."

"Peki ya örtbas edilen olay?"

"Ne?" dedi Uysal. "Ne örtbas edilmiş?"

Bayan hiçbir şey söylemeden karşısındaki telaşlı yüze bakmaya devam etti. Misafir, bir süre düşündükten sonra "Emin olun bu konuda da bilgim yok." dedi. "Bayan Hanım, siz bunları nasıl öğrendiniz? Sanki..." dedi ve sustu.

"Sanki ne?"

"Bilmeniz gerekenden fazlasını biliyorsunuz."

"Bilmem gereken ne kadarmış ki? Ayrıca benim de kendimce bir istihbarat ağım var. Vult gibi... Olamaz mı?"

Uysal içini çekti.

"Sözleri karşılıklı tutuyoruz, değil mi?" dedi doçent. "Odamda olan, odamda kalır."

Diğeri bakışlarını kaçırdı, alçak sesle "Tabii..." dedi ve odadan kaçarcasına çıktı.

Continue Reading

You'll Also Like

459K 79.8K 71
❝Karanlık çöktüğünde parlayan tek yıldız benim. Ben, sonsuz ışığın başladığı yerim.❞ Eleta tanıdığı bütün kişiler tarafından yalanlarla kandırılmıştı...
250K 17.9K 25
Düşmanlar. Aşıklar. Rakipler. Sırlarıyla, Helbarvest eyaletindeki motosiklet çetelerinin hepsini savaşa sokabilecek bir kadın. Kadının; ruhuna, b...
105K 2.7K 30
Doğa Vural'ın babası Kayhan Vural, en büyük düşmanı Karan Karademir tarafından öldürülür ve bunun ardından Doğa Vural'ı tutsak olarak evine kapatır...
2.6M 142K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.