KARA LİSTE-ÇETE

By odeurdefraise0

13.2K 484 97

ÖLÜM MÜREKKEBİNİ TÜM SUÇLU BEDENLERE DAĞITAN İNSANLARIZ BİZ. "Dünya kötülükle dönmüyor Eslem. Daha doğrusu i... More

Her şey nasıl başladı?
0.1 TEHDİT
0.2 YABANCILAR
0.3 MAHZEN
0.4 SÖZLEŞME
0.5 ŞAŞIRTAN CİNAYET
0.6 MUHAFIZ
0.7 YÜZÜK
0.8 TÖREN
0.9 BUNU BEN İSTEDİM
1.0 HUZUR
1.1 KORKULARINI KORKUT!
1.2 EVE DÖNÜŞ
1.3 BÜYÜLEYİCİ DEĞİŞİM
1.4 REZİL BİR ÖLÜM
1.5 VEDA
1.6 KARA LİSTE
1.7 GÖREV
1.8 FATİH
2.0 ARDA

1.9 GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOLLAR

14 2 0
By odeurdefraise0

Sonunda gözlerini açıyordu. Etrafı bulanık görüyordu.  Kaburgalarında hissettiği sızlama ile yüzünü acıyla buruşturdu. Yüzünü buruşturunca da gözleri ve çenesindeki darbelerin bıraktığı acılar kendilerini belli etmişti. Resmen dağılmıştı. Fatih'in bu kadar güçlü olacağını hiç beklemiyordu. Kalıplı biri değildi. Hatta tam tersi hafif sıskaydı. Ama yine de gücü yerindeydi. Gözlerini araladığında karşısında endişeli bakışlarla yüzüne bakan Eslem'i gördü.

Eslem bir an olsun Deniz'in yanından ayrılmamıştı. Kendini ona karşı mahcup hissediyordu. "Deniz?" dedi Eslem endişesini sesine yansıtarak. Deniz henüz cevap verecek gücü kendinde bulamıyordu. Resmen sesini çıkartacak gücü yoktu. Hayatında ilk defa dayak yemişti.

Onu izleyen diğer kişi Ertem'di. Yaklaşık 10 dakikadır odanın kapısında dikilmiş Deniz'in uyanmasını bekliyordu. Deniz'in yüzünü bu halde görmek onu üzmüştü. Daha doğrusu ona acıyordu. Ertem aslında onda kendisini görüyordu. Çeteye ilk katıldığı zamanlardaki halini. Ama Deniz, Ertem'den daha güçsüzdü. Duygularını her zaman yoğun aşıyordu. Hatta bazen en yüksek seviyede yaşıyordu.

"Fatih... Fatih nerede?" Deniz sonunda konuşma gücünü kendinde bulmuştu. "Mahzende. Henüz uyanmadı." Dedi Eslem ve yanında duran cam şişeden bir bardak su doldurdu. "İçebilecek misin?" diye sordu Eslem. Ertem yavaş adımlarla Deniz ve Eslem'in olduğu tarafa ilerledi. Ardından Eslem'in omzuna dokunarak; "Sen çok yoruldun Eslem. Eve git, biraz uyu. Ben buradayım zaten, Deniz'le ben ilgilenirim." Dedi nazik bir ses tonuyla. Eslem Ertem'e çevirdiği bakışlarını tekrar Deniz'e yöneltti.

Deniz gerçekten şaşırmıştı. Ertem'in kendisinden nefret ettiğini düşünüyordu. Bana acıyor. Diye geçirdi içinden. Ama hala ona bakamıyordu. Gözlerini bile oynatacak gücü yoktu. "Emin misin?" diye sordu Eslem. "Eminim. Hadi sen git artık." Diye cevap veren Ertem Eslem'in elinde duran su bardağını aldı. Ardından Eslem son kez Deniz'e baktı. "Yarın tekrar geleceğim tamam mı?" dedi Eslem ve ayağa kalktı.
...
Eslem evden çıkmıştı. Ertem ise az önce Eslem'in oturduğu yere, Deniz'in yatağının yanındaki sandalyeye oturdu. Deniz kapattığı gözlerini tekrar araladı. Birbirlerine baktılar. Sonra Ertem elinde tuttuğu ilk yardım kutusunu açtı. İçinden sargı bezi, merhem, pamuk, yara bandı ve makas çıkarttı. Yatağın yanında duran komodine koydu hepsini. İkisi de konuşmuyordu.

Ertem Deniz'in kolunu yavaş ve dikkatli bir şekilde açtı. Deniz acıyla inledi. Ertem bunu umursamadı ve kolunu tam sıyırdı. "Canım yanıyor Ertem." Dedi Deniz acıyla. Ertem'in dudağının kenarında bir tebessüm oluştu. Bu durum komik gelmişi ona.

Ardından koluna yavaşça merhemi sürmeye başladı. "Çok soğuk!" dedi Deniz hafif yerinden sıçrayarak. Deniz kendine geliyordu yavaş yavaş. "Sızlanma." dedi Ertem ve merhemi sürmeyi bitirip pamuklardan birini aldı. Kesilmiş olan yere ve etrafında morarmaya başlayan bölgelere yavaşça pamukları koydu. Ardından sargı bezini aldı ve kolunu dikkatlice sarmaya başladı.

Deniz bakışlarını Ertem'in üzerinden ayırmıyordu. Kendisine iyi davranması, Deniz'in içini rahatlatmıştı. Ertem Deniz'in kolunu sarmayı bitirince bakışlarını, onu izleyen gözlere yöneltti. Sessizliği bozan Ertem olmuştu. "Bir an önce toparlan. Fatih'in infazı için seni bekliyoruz." Dedi ve ayağa kalktı. Deniz şaşırmıştı. "Beni mi?" dedi ve doğrulmaya çalıştı. Ama anında yatağa geri düştü. "Yavaş." Derken az önce sardığı kolu tuttu Ertem. "Neden beni bekliyorsunuz? İnfazı Eslem gerçekleştirecek."

Ertem bakışlarını Deniz'e dikti. Ardından kapıya doğru ilerlemeye başladı. "Eslem yapacak değil mi?" Deniz'in sesi endişeliydi. Ertem adımlarını durdu. "Evet. Ama senin de orada olman lazım Deniz." Dedi ve odadan ayrıldı yavaş adımlarla.

Deniz'in içine resmen ateş düşmüştü. Ya Fatih'in infazını ben gerçekleştirirsem? Aklında ki tek soru bu olmuştu.
...
BURAK

Baş ağrısı ense kökünden giriyordu. Sanki keskin bir kılıç, ense kökünden hızla girmiş ve oradan çıkmamak için direniyor gibiydi. Arabada bulduğu bir parça kumaş ile kesilen avucunu sararken etrafına göz gezdirdi. Az önce yaşanan kavganın kalıntılarına baktı. Garajın içi darmadağın olmuştu. Sonunda kendisine verilen görevi tamamlamıştı. Eve gidip uyumak istedi bir an. Ama şu an arabada baygın halde duran Mustafa adındaki adamı mahzene götürmesi gerekiyordu. Kara Listede ki bu adam 62 yaşında, mobilya dükkânı sahibiydi. Kara Listede olma sebebi ise; Karısı, ikisi kız bir oğlan olan üç çocuğunu öldürüp, hapis cezası bile almadan hayatına devam etmesiydi.Tek sebep bu değildi tabi ki. Pedofili hastası bu adam ikisi kız, ikisi oğlan olan dört çocuğu acımasızca öldürmüştü. Öldürmeden önce ise kimsenin duymak istemeyeceği şeyler yapmıştı o küçük çocuklara.

Adalet asla yerini bulmuyordu. O yüzden adaleti Kanlı Ay sağlayacaktı. Yüz yıllardır bu şekilde sağlanıyordu adalet. Kimse bilmeden, duymadan.

Kolunda duran saate doğru çevirdi bakışlarını. Saat 22:39 olmuştu. Garajın içinde daha fazla kalamazdı. Etrafı toplama başladı.

Etrafı topladıktan hemen sonra arabaya bindi. Emniyet kemerini taktıktan sonra arabayı çalıştırdı ve kapısını az önce açtığı garajdan çıktı. Tam çıktıktan hemen sonra garajın kumandasıyla kapıyı kapattı. Telefonunu siyah kabanının cebinden çıkarttı ve Osman'ı aradı. İki kere çaldıktan sonra, karşıdan Osman'ın sesi gelmişti. "Hallettin mi?"

"Evet. Ben seni tekrar aradığımda yukarı çık."

"Tamam. Bir sıkıntı var mı?" dedi Osman.

"Yok yok. Her şey yolunda. Kapatıyorum hadi görüşürüz." Dedi Burak ve Osman'ın konuşmasına fırsat vermeden anında kapattı telefonu.
...
Burak ve Osman birlikte adamı içeri taşımışlardı. Ama adam o kadar ağardı ki, iki güçlü insan bile çok zor taşımışlardı. "Deniz'den haber var mı?" dedi Burak nefesimi düzene sokmaya çalışırken. Adamı taşırken hem terlemiş hem de nefes nefese kalmıştı. Ama Osman'ın nefesi gayet düzgündü. Alnında birkaç damla ter vardı sadece. "Ertem yarın geleceğini söyledi."
"Eslem nasılmış?"
"Bilmiyorum. İyidir herhalde. Evde dinliyor." Dedi Osman ve ortak alana doğru ilerledi. Burak'ta onun peşinden ilerledi. Osman her zaman olduğu gibi siyah takım elbisesini giymemişti bugün. Rahat koyu gri bir eşofman altı, üzerine ise siyah oversize sweatshirt vardı. Saçları ise taramamış, dağınık bırakmıştı.

"Sen evden mi geldin?" Diye sordu Burak meraklı bir ses tonuyla. "Aynen. Sen aradığında evdeydim."
"Oğlum bilseydim sana söylemezdim. Keşke söyleseydin evde olduğunu."
"Şu polis bizim başımıza dolanmaya başladı yine." Dedi ortak alana doğru gelen Dilşah. Osman ve Burak yanlarına doğru gelen Dilşah'a doğru çevirdi bakışlarını.

Dilşah'ta siyah bir eşofman takımı giymişti. "Bu akşam görev sizde mi?" Diye sordu Burak. "Dilşah bu gece burada sadece." Diye cevap veren Osman kafasını az önce oturduğu koltuktan geriye doğru attı. "Ben sabah geleyim o zaman." Diyerek ayağa kalkan Burak'ı durduran Pars'ın sesi olmuştu. "Beni bekle, beraber çıkalım." Diyerek ortak alana doğru gelen Pars, gelindeki bej rengindeki kupayla birlikte, kahvelerin olduğu masaya doğru ilerledi. Dilşah şaşkın bakışlarını Pars'ın üzerinde gezdirdi. "Sen ne zamandan beri buradasın?"

"Sabah 9:30'tan beri. Neden sordun?" dedi Pars umursamaz bir tavırla. Bu umursamaz tavır aslında Pars'ın günlük hayatındaki hareketiydi. Pars sadece kendi işine bakardı. Kimseyle gerekmedikçe muhatap olmazdı. "Varlığından haberim yoktu da ondan. Bugün görev sırası benimdi."

"Keyfimden durmadım herhalde. Sabahtan beri sizin arkanızı topluyorum." Dedi Pars ve kupayı masaya bıraktı. Burak burnuna gelen ağır ve bir hayli rahatsız edici kokuyla yüzünü buruşturdu. "Bu koku ne?" diye sordu Burak ve yine koklamak için burnunu hafifçe çekti. Aynı kokuyu alan Dilşah'ta refleksle eliyle burnunu ve ağzını kapattı. "Ne kokusu?"

"Senden gelen leş kokusu Pars! Yıkanmak veya güzel bir koku sıkmak aklına geliyor mu acaba?" dedi Dilşah ve ayağa kalktı. Pars ise eliyle yakasını tutup, burnuna doğru götürdü ve kokladı. Ama herhangi bir koku almadı. Koku sarhoşluğu olmuştu. Osman kokudan rahatsız olmamıştı. Sadece çok yorgun hissediyordu ve bir an önce eve gidip uyumak istiyordu. Dilşah büyük masanın karşısında duran ortak dolaptan çantasını aldı ve içinden kadın parfümü çıkarttı. "Al sık şunu."
"Kadın parfümü o."
"Yani?"
"Saçmalamayı kes. Bugün iki kez duş aldım."
"Koku resmen tüm odayı sardı ama."
"Yeter!" dedi Osman sesini yükselterek. Ayağa kalkan Osman, Dilşah ve Pars'ın olduğu yere doğru ilerledi. Ardından dolabın kapağını açıp içinden Ateş'in parfümünü aldı. Dolabın kapağını kapatır kapatmaz parfümü Pars'ın üzerine sıkmaya başladı. Tamı tamına yedi kez sıkmıştı parfümü. Pars boğazına kaçan parfümü resmen kusmak istercesine öksürdü.

Burak ise yaşanan duruma gülmüştü. Pars her zaman sakindi. Sakin tavrı bile çeteye komik geliyordu.
...
YETKİN

Günün sonunda artık tüm işler bitmişti. O kadar yorgun hissediyordu ki, şu an sadece eve gidip dinlenmek ve yemek yemek istiyordu. Yavaş yavaş eşyalarını toplamaya başladı. Mahzende kimse kalmamıştı. Yani etrafta oluşan sessizlikten dolayı böyle düşünüyordu. Ortak çalışma salonunun kapısı açılınca hafif irkilen Yetkin, meraklı bakışlarını kapıya doğru yöneltti. Belindeki siyah kuşağı çıkararak içeri giren kişi Hizmetkardı. Yetkin afallayarak ayağa kalktı.

Hizmetkar bakışlarını masaların orada oluşan hareketliliğe doğru çevirdi. Masanın önünde duran Yetkin'i gördü. İkisi de anlamsız bir afallama yaşamıştı. Yetkin hızla çantasına dizüstü bilgisayarını ve okuduğu romanı koydu. Ardından bakışlarını üzerinde hissettiği Hizmetkara baktı tekrar. Birbirlerine selam verir gibi gülümsediler.

Yetkin Hizmetkarın olduğu yere doğru ilerlerken etrafına baktı tekrar. Koca salonda sadece ikisi vardı. "İşiniz yeni bitti sanırım?" dedi genç kız. Yetkin Hizmetkarın sesini duyunca yüzünde istemsizce bir tebessüm oluşmuştu. "Öyle oldu." Diye cevap veren Yetkin saçını çaktırmadan eliyle arkaya doğru taradı. "Sizin?"

"Benimde az önce bitti." Diye cevap veren Hizmetkar, ense kökünden bağlanmış olan kumaş parçasını açtı. Beline kadar uzanan simsiyah saçlarını geriye doğru attı ve sağ tarafında duran dolabın şifresini girdi. Dolabı açtıktan sonra başına bağladığı kumaş parçasını içeri koydu. Belindeki kuşağı da dolaba koyduktan sonra sol elinde duran bez çantayı kontrol etti son kez. İş kıyafetlerini az önce çıkarmıştı ve günlük kıyafetlerini giymişti. İçinde iş kıyafetleri olan bez çantayı dolaba yerleştirdi. Ardından dolabın kapısını kapattı.

Bakışlarını ayırmadan Hizmetkarı izleyen Yetkin sertçe yutkundu. Genç kızdan o kadar etkileniyordu ki, hiçbir şey yapmadan saatlerce onu izleyebilirdi. "Aç mısın?" Yetkin'in ağzından aniden çıkmıştı bu soru. Dolabı kilitleyen Hizmetkar bakışlarını onu izleyen Yetkin'e çevirdi. "Yarım saat önce yedim." Diye cevap verdi. "Kahve? Kahve içmek ister misin?" dedi Yetkin umutla. "Kahve sevmiyorum." Dedi Hizmetkar gülümseyerek.

Yetkin'in sevimli tavrı, Hizmetkarın hoşuna gitmişti. Onunla uğraşmak istedi. Yüzü düşen Yetkin etrafına baktı düşünerek. Bahane arıyordu. Hizmetkarla vakit geçirmek için bahane bulması gerekiyordu. "Bugün çok geç oldu. Başka bir gün yemeğe birlikte gideriz." Dedi Hizmetkar ve kapıya doğru ilerledi. Yetkin anlık bir şok olmuştu. "O-olur." Dedi afallayarak. Ama Hizmetkar çoktan salondan çıkmıştı.

Yetkin'in resmen karnında kelebek hissi oluşmuştu. Kendini kaptırmak istemiyordu. Ama Hizmetkarın büyüleyici güzelliği karşısında resmen kontrolden çıkıyordu. Derin bir nefes alıp veren Yetkin kapıya doğru ilerledi.
...
Ertem arabayı durduğu anda Deniz refleksle göz kapaklarını açtı. Sonunda altında mahzen olan kulübeye gelmişlerdi. Arabadan inen Ertem Deniz'in inmesini beklemeden kulübeye doğru ilerledi. Deni uyku sersemliğiyle ilk etrafına baktı. Ardından arabadan indi. "Bekle!" Diye bağırdı Deniz. Ama Ertem duymazlıktan gelir gibi sadece kulübeye doğru ilerliyordu.

Deniz kasvetli havaya baktı yürürken. Hava yağmurluydu. Hafif bir sis çökmüştü ormana. Bu hava onu melankolik bir ruh haline sokuyordu. Ertem adımlarını yavaşlattı ve arkasına doğru baktı. Deniz'i izledi bir süre.

Deniz etrafına bakıyordu. Sanki ilk kez buraya gelmiş gibi davranıyordu. "Geliyor musun?" diye sordu Ertem sesini yükselterek. Deniz bakışlarını    kulübenin önünde duran Ertem'e doğru çevirdi.

"Geliyorum." Diyerek Ertem'in yanına doğru koşar adımlarla ilerledi. Ertem tekrar önüne döndü ve gülümsedi. Ertem'e göre küçük bir çocuk gibiydi Deniz. Hareketleri, bakışları, ses tonu, gülüşü... Küçük bir çocuktu resmen. Hayata çok farklı bakıyordu. En azından Ertem'in gördüğü buydu. Aslında Deniz dışarıdan göründüğü gibi biri hiç olmamıştı. Hastalığı buna izin vermiyordu. Geçirdiği psikolojik ataklar, sinir krizleri, nöbetler, onu aslında gerçekten uçuruma sürüklüyordu.
...
İçeri girdiklerinde çete üyelerinin hepsi ortak alandaydı. Deniz'in gözleri Eslem'i aradı. Omzuna dokunan el ile arkasına döndü aniden. "Nasıl oldun?" dedi Dilşah tatlı bir ses tonuyla. "Teşekkür ederim. Daha iyiyim. Kaburgam biraz ağrıyor o kadar." Dedi Deniz gülümseyerek. Dilşah'ta gülümsedi ve Deniz'in yanından ayrılarak Melis'in yanına gitti. Deniz hala Eslem'i görmemişti. Ertem'e döndü ve "Eslem nerede?" diye sordu. Ertem etrafına baktı. "Bilmem. Gelmedi henüz sanırım." Diye cevap verdi.

Aziz Bey'in kapısı açılınca ortam sessizleşti. Kapıdan ilk önce Eslem, hemen ardından Aziz Bey çıkmıştı. Deniz Eslem'i görünce gülümsedi. Eslem'e karşı kanı çok ısınmıştı. Onu görmek stresini azaltmıştı.

Aziz Bey ortak alandaki çeteye göz gezdirdi. "Görevlerinizi tamamladınız mı?" dedi sert bir ses tonuyla. "Burak, Deniz ve Eslem hariç herkes görevlerini tamamladı efendim." Dedi Osman. Aziz Bey bakışlarını Deniz'e doğru çevirdi. "Geçmiş olsun." Dedi Aziz Bey. Sesini yumuşatarak demesi Deniz'i gülümsetmişti. "Teşekkür ederim Aziz Bey." Dedi Deniz.

"Burak." Dedi Aziz Bey. Burak kafasını onaylar şekilde salladı ve Deniz'in yanına doğru ilerledi. "Gel benimle." Dedi Burak ve ortak alanın kapısından koridora doğru çıktı. Deniz ikiletmeden Burak'ın peşinden gitti. Ama ne olduğunu anlamamıştı. Nereye gittiklerini bile bilmiyordu. Burak önden ilerlerken Deniz hemen yanında bitti. "Nereye gidiyoruz?"

"İnfazı izlemen emredildi." Dedi Burak yürümeye devam ederken. Deniz anlamsız bakışlarını Burak'a dikti. "İnfazı mı? Neden izlemem gerekiyor?"

"Bilmiyorum. Cellat'ın emri." Cellat'ın ismini duyunca şaşırdı. Neden böyle bir şey istemişti? Soru sormadı. Veya tepki vermedi. Cellat her zaman böyleydi. Onun emirlerine anlam veremezdin. Ama önünde sonunda nedenini anlardın. Burak gri renkteki çelik kapının önüne gelince adımlarını yavaşlattı. Deniz'de aynı şekilde adımlarını yavaşlattı ve dikdörtgen camın önünde durdu. İçeride kolları ve bacakları yıldız şekilde duvara bağlı bir adam vardı. 50 yaşlarında duran adam uyanıktı. Bir şeyler söylüyordu. Ama ses geçmediği için sadece ağzını oynattığını görüyordu Deniz. Kapının açılmasıyla adamın bağırmasını duymuştu. Burak içeri girdi ve kapıyı tekrar kapattı.

Deniz biraz sonra hayatında ikinci kez bir cinayete tanıklık edecekti. Kalp atışları hızlandı. Korkusu tüm bedenini siyah bir mürekkep gibi kaplamaya başladı. Bunu izlemek istemiyordu. Ne olursa olsun, o adam suçlu da olsa, masumda olsa birinin ölümüne tanıklık etmek istemiyordu. "Hazır mısın?" dedi tanıdık bir ses. Gelen Ertem'di. O kadar dikkat kesilmişti ki adama, Tam yanında duran Ertem'in geldiğini bile fark etmemişti. 

Deniz Ertem'in sorusuna cevap vermemişti. Hayır. Hazır falan değildi. Şu an buradan kaçmak istiyordu. Burak'ı izlemeye başladı.

Burak tam kapının yanında duran kahverengi ahşap şifonyerin en üst çekmecesini açtı. Ardından istediği şeyi bulamayınca çekmeceyi geri kapattı ve bir alt çekmeceyi açtı yavaşça. İstediği şey tam önündeydi. 1080 gr ağırlığında, 200 mm boyundaki K2-45C tabancayı kavradı eliyle. Gümüş rengindeki namlusunu inceledi. Sade bir tabancaydı. Ama iş görürdü.

Arkasındaki duvarda asılı olan adama doğru döndü. Burak'ın yüzünde soğuk bir ifade vardı. Adama doğru ilerledi yavaş adımlarla. Mesafesini ayarladıktan sonra adamın suratına baktı. Durmadan bağırıp, konuşuyordu. Ama Burak asla onun dediklerini duymuyordu. Silahı adama doğru hizalayarak kaldırdı. Adamın sesi aniden kesildi. Az önce küfürler ederek bağıran adam, şimdi canını bağışlaması için Burak'a yalvarıyordu.

Adamın sesini kesen ise Burak'ın silahından çıkan mermi olmuştu. Adamın alnında bir delik oluşmuştu. Delikten ise yavaşça burnuna doğru kan süzülmeye başlamıştı. Soğuk ifadesini bozmayan Burak, silahı tekrar aldığı yere koydu.

DENİZ

Tüm bu olanları izlerken nefesim kesilmişti. Burak'ın kesinlikle hisleri ölmüştü. Yok olmuştu. Adamın yalvarışlarını bile duymamıştı sanki. Ya da duysa bile asla umursamadı ve direkt adamın kafasına sıkmıştı. Nefes alıp verişim hızlandı. Terliyordum. Sanırım atak geçiriyordum. Birini öldürmek nasıl bu kadar kolay olabiliyordu. Ben neden buradaydım. Buraya gelmek için neden ona yalvardım ki? Neden bunu kendime yaptım? Kaçmak istiyordum. Sadece eve gitmek istiyordum. Ama eski evime. Odama gidip saatlerce bilgisayardan oyun oynamak istiyordum.

Ertem'in bakışlarını üzerimde hissediyordum. Midemin bulanması artıyordu. Korktuğumu çetedekiler bilmemeliydi. Hemen lavaboya gitmem gerekiyordu. Kafamdaki sesler susmuyordu. Asla susmuyordu. Delirmek istemiyordum. "İyi misin?" boğuk bir ses bana bu soruyu sorunca bakışlarımı sesin sahibine doğru çevirdim. Ertem endişeyle bana bakıyordu. Acaba dışarıdan nasıl görünüyordum. Batırmıştım. Her şeyi yine batırmıştım. Kendimden nefret ediyordum. "Lavaboya gitmem gerekiyor." Dedim. Kahretsin! Sesim titriyordu. Yok olmalıyım!

Ertem'in yüzüne bile bakmadan koridorun tam karşısında duran Ortak tuvalete doğru ilerledim. Adımlarım hızlandı. Ama şu an vücudumu ben hareket ettirmiyordum. Bedenim anksiyetenin elindeydi.

Tuvaletin kapısını açtım. Direkt sağımda kalan ilk tuvalete girdim. Kusmaya başladım. Sadece sarı su kusuyordum. Dünden beri hiçbir şey yememiştim. Gözlerim yanıyordu. Burnumda aynı şekilde asit yanmasıyla acıyordu. Kıvranarak kusuyordum. Karnıma kramp giriyordu. Kusmam bitince yere çöktüm. Tuvaletin kapısı kapattım. Solumda duran peçete rulosundan peçete koparttım. Boğazım yanıyordu. Peçeteyle ağzımı ve burnumu sildim. Sonra tekrar peçete koparttım ve ellerimi sildim. Tuvaletin deliğine attım elimdeki peçeteleri. Ayağa kalkacak gücüm yoktu. Bir süre sadece oturdum.

Derin bir nefes alıp verdim ve ayağa kalkmaya çalıştım. Afallayıp düşecekken tuvaletin kapısına tutundum. Hemen sifonu çektim ve tuvaletten çıktım. Karşımda Burak'ı görünce aniden durdum. Aynanın önünde durmuş ellerini sabunluyordu. Beni görmezlikten geliyordu. Ya da öyle hissetmem için yüzüme dahi bakmıyordu. Acaba az önceki halimi Ertem ona anlatmış mıydı?

Bende hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydım. Ama ellerimin titremesi buna izin vermiyordu. Sakin bir tavırla lavabonun önüne geçtim ve elimi sabunladım. Ellerim titriyordu. Kafamı kaldırdım. Aynada ki yüzüme baktım. Gözlerim kanlanmıştı. Sanki az önce biri beni boğmuşta, elinden son anda kurtulmuş gibiydim. Yüzümde böyle bir ifade vardı.

Üzerimde Burak'ın bakışlarını hissedince istemsizce aynada ki yansımasına bakmıştım. Beni izliyordu. Ellerini yıkamayı bitirdi ve sağında kalan peçetelikten peçete aldı. "Neden gittin?" Diye sordu ellerini peçeteyle kuruturken. Sertçe yutkundum. "Tuvalete gitmem gerekti."
"Kaçtın yani." Dedi ve peçeteyi çöpe attı. Ardından bana doğru döndü ve hissiz bakışlarını bana dikti. "Kaçmadım." Dedim ses tonumu sertleştirerek. "Neden buradasın o zaman?"
"Midem bozuldu. Sabah bir şey yememiştim. O yüzden-"
"Bahane üretme."
"Bahane değil. Hem neden kaçayım?" Dedim öfkeyle. Ama sesim titriyordu. İçimde korku vardı. Ve bu korku beni daha da öfkelendiriyor, sesimin titremesine sebep oluyordu. Burak gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdi. "Bak, bunlara alışman gerekiyor Deniz." Dedi ve bir adım yaklaştı bana. "Biz diğer insanlardan farklıyız. Duygularımızın ölü olması gerekiyor. Birini öldürürken-"
"Ben kimseyi öldürmek zorunda değilim. Bu yüzden gönderilmedim buraya. Benim işim bilgisayar Burak. Adam öldürmek değil." Dedim onun sözünü keserek.

Burak'ın dudağının kenarında alaycı bir gülümseme oluşmuştu. "Her şeye hazır ol Deniz. Ve asla hiçbir şeyden bu kadar emin olma." Burak bunu derken bakışları öyle korkunç bir hal almıştı ki, nefesim tekrar daralmaya başlamıştı. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Az önceki atak bana fazlasıyla zarar vermişti. "Neye hazır olayım?" Dedim endişeli ses tonuyla. Burak hiçbir şey söylememişti. Sadece hissiz, soğuk bir ifade vardı suratında. "İnfazı Eslem gerçekleştirecek. Bu görev ona verildi." Dedim. Ses tonumda ve hareketlerimde sanki bir şeyi kanıtlama arzusu vardı. Burak bunu hissetmiş olmalıydı.

Hiçbir şey söylemeden ortak tuvaletin kapısına doğru ilerledi. "Öyle değil mi?" Dedim endişeyle. Neden sessizce çıkıp gidiyordu? Neden hazır olmamı söylemişti? İnfaz görevi Eslem'e verilmişti. Bunu Aziz Bey kendisi söylemişti. Burak tuvaletten çıkınca tekrar aynaya döndüm. Yansımama bakıyordum ama aslında bakmıyor gibiydim. Düşüncelerimin, endişelerimin arasında kaybolmuştum. Yüzümü göremiyordum sanki.

Baktığım hiçbir yeri göremiyordum. Sesler tekrar doldu kafama. Binlerce soru, endişenin vücuduma hücum etmesi... Tüm bunlar olurken aklıma Eslem'e sormak geldi. Durumu kesinleştirmek için çıkış yolu buydu. Hızla tuvaletten çıktım. Koridorda hızlı adımlara yürüyerek ortak alana doğru ilerledim. Ortak alana vardıktan sonra masanın önünde duran Eslem'i gördüm.

Onun yanına doğru ilerlerken bacaklarımda uyuşma hissettim. Nabzım hızlıydı. Bu halimden ölesiye nefret ediyordum. Sadece bir soru soracaktım ona. Ama bu bile vücudumun dengesini bozmaya yetiyordu. "Eslem." Dedim yanına vardığımda.  O ise dalgın bakışlarını bana yöneltti. Kaşlarını endişeyle çatarak, "Deniz? İyi misin sen? Bembeyaz olmuşsun." Dedi ve bakışlarını üzerimde gezdirdi. Bende bir terslik olduğunu anlaması uzun sürmemişti.

"İyiyim iyiyim. Eslem, Fatih'in infaz görevi sana verildi değil mi?" Dedim endişeyle. Odadaki tüm gözler üzerimde gibi hissediyordum. Refleksle etrafıma baktım. Hayır. Kimse bana bakmıyordu. Herkes kendi halindeydi.
"Evet. Neden sordun?" demesiyle birlikte derin bir nefes alıp verdim. Rahatlama hissi oluşuyordu içimde. Bir an bana aksi bir cevap verecek diye öyle korkmuştum ki. "Hiç." Dedim ve gülümsemeye çalıştım.

"Eslem!" Arkamdan tanıdık bir ses Eslem'e seslendi. Sesin geldiği yöne doğru döndüm. Aziz Bey ellerini arkasına koymuş vaziyette Eslem ve bana sert bakışlarını dikmişti. "Buyurun Aziz Bey?" Dedi Eslem sakin bir ses tonuyla. Bende Aziz Bey'e dikmiştim bakışlarımı. Stresim zirve noktasına ulaşmıştı. "Fatih Coşkun'un İnfazını sen gerçekleştirmeyeceksin." Sözler ağzından döküldüğünde bakışlarını bana dikti Aziz Bey. Sanırım şimdi bitmiştim. Korktuğum şey başıma geliyordu. Hissediyordum. En dip noktasına kadar hissediyordum. "Neden efendim? Bir sorun mu var?" Dedi Eslem endişeyle.

Kafamı olumsuz şekilde salladım. Hareketlerim durumu ret eder gibiydi. "Görev Deniz'e verildi." Dediği anda mürekkep gibi olan endişe tüm vücudumu sarmıştı. Boğuluyordum. Biraz sonra birini öldürmek zorunda kalacaktım. Bunu ben mi yapacaktım? Olmaz! Yapamam! Kafamı şiddetle olumsuz anlamda sallıyordum. "Olmaz." Dedim titreyen sesimle. Herkes bana bakıyordu bu sefer. Eslem elimi tuttu. Farkında bile değildim. Elimi savunma pozisyonuna getirmiş aralıksız hafifçe sallıyordum. "Olmaz Aziz Bey. Ben... Ben bu yüzden buraya gönderilmedim. Ben... Aziz Bey bakın, olmaz. Ben yapamam... Ben kimseyi öldüre-"
"Deniz!" Sözümü kesen Aziz Bey'in yüksek sesi olmuştu.

Küçük bir çocuk gibi kulaklarıma götürdüm ellerimi. Refleks olarak yapmıştım bunu. Ağlamamak için dirensem de sonunda kendimi tutamamıştım. Mızmız çocuklar gibi ağlıyordum. "Yalvarırım Aziz Bey! Size yalvarıyorum bana bunu yapmayın... Yalvarıyorum." Aziz Bey sözlerimi duymazlıktan gelmişti. Tam ona doğru giderken bacağım boşlukta sallandı sanki. Yere tökezlemiştim. Kalktım hızlıca. "Aziz Bey." Dedim ama o bana bakmıyordu bile. "Bakın bu yanlış bir durum. Yetkin buradayken hiçbir zaman adam öldürmedi. Neden ben yapıyorum? Aziz Bey yalvarırım bana bunu yapmayın! Ben kimsenin canını alamam. Karıncayı bile incitemem. Benim işim bilgisayarlar. Programlar. Dokümanlar. İnfaz... İnfaz benim işim değil! Yalvarırım Aziz Bey!" Sözlerimi bitirmeden kolumu sertçe tutan el ile sarsılmıştım.

"Götür onu." Dedi Aziz Bey ve odasına doğru ilerledi. "Nereye?" Dedim şaşkın bir ses tonuyla ve burnumu çektim. Ağlıyordum. Ama bu ağlama korkunun ve endişenin meyvesiydi. Kolumu tutan kişiye baktım. Osman sert bir şekilde beni sürüklüyordu resmen. "Bir dakika sözüm bitmedi." Desem de kimsenin beni taktığı yoktu. Koridora çıktığımızda sol taraftan ilerlemeye başladık. Ama bacaklarım, beni zorla çekiştiren Osman yüzünden ilerliyordu. Vücudum teslim olmuş gibiydi. Vücudum bana düşmandı sanki. Ruhumu asla kabul etmiyor, endişe, öfke, korku ve insanlar yönetsin diye uğraşıyordu sanki. Vücudum bile, bu beden bile beni kabul etmiyordu.

"Dur!" Diye bağırdım. Osman adımlarını yavaşlattı. Sonunda sesimi duymuştu. "Cellat! Cellat'ı arayacağım! Böyle bir şeye müsaade etmeyecektir." Dedim ve cebimden telefonumu çıkarttım. Çıkarttığım anda elimden telefonu alan Osman'a baktım. "Deniz." Dedi. Ses tonu tuhaf bir şekilde sakindi. "Bu emri veren zaten Cellat."
...
"Neden ya?" dedi Deniz sesini yükselterek. Sesinde çaresizlik vardı. "Neden? Neden bana bunu yapıyor? Önce infaz izlemem için size emir verdi, şimdi de Fatih'in..." öldüreceği ismi söylerken duraksamıştı. Hala anlam veremiyordu. Kâbusun içindeydi sanki. Ve bu kâbus o kadar canını yakan türdendi ki, çaresizce çırpınıyordu sanki.

"Şimdi de Fatih'in infazını bana devrediyor. Neden yapıyor bana bunu?" dedi ve boşluğa doğru baktı. Gözleri yine körleşmişti. Gözlerini perdeleyen duygular, düşünceler onu kör ediyordu.

Osman daha fazla onu dinlemedi ve kolundan çekip Fatih'in olduğu odaya doğru götürdü. Odanın kapısının önüne gelince şifreyi girdi. Çete üyeleri de onların peşinden gelmişti. Eslem şaşkındı. Olanlara anlam veremiyordu. Deniz için endişeleniyordu. Bunu ona yapmak istemiyordu. Ama emir verildiği için ses çıkaramazdı.

Osman kapının şifresini girdikten hemen sonra artık direnmeyi bırakan Deniz'le birlikte odaya girdiler. Fatih uyanmıştı ama hala tam olarak kendine gelmemişti. Deniz içeri girince Osman odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Şifreyi girip kapıyı tekrar kilitledi. Bir sıkıntı çıkarsa Aziz Bey böyle yapmasını söylemişti ona. Osman verilen görevi yerine getirmişti.

Deniz odaya girince sadece yere dikmişti bakışlarını. Fatih'in yüzüne bakmak istemiyordu. Göz ucuyla bile olsa onu görmek istemiyordu. "Deniz?" Fatih'in sesini duyunca gözleri tekrar dolmuştu. O adama zerre acımıyordu. Ama öldüreceği insan henüz hayattaydı. Nefes alıyordu. Onun için bir umut vardı diye düşünüyordu. Deniz'in her zaman düşüncesi böyleydi. Nefes alıyorsak umut vardı. Kurtuluş, şifa vardı hayatta. O adamın da düzeleceğine inanıyordu. Sadece yanlış bir hayatı olmuştu. Deniz böyle düşünüyordu.

Osman çıkmadan önce Deniz'e telefonunu geri vermişti. Onunla iletişime geçebilmek için yapmıştı bunu. Deniz telefonunun çalmasıyla irkildi. Nefesini düzene sokmaya çalıştıkça daha da hızlanıyordu. Arayan kişi Osman'dı. Hızla telefonu açtı. "Osman! Çıkar beni buradan. Bakın ilk önce konuşalım tamam mı? Sonra durumu halledelim. Cellat'ı buraya getirmezseniz eğer, hiçbir şey yapmam." Deniz şu anda ne dediğinin farkında bile değildi. Konuşma şekli, ses tonu, aralıksız titremesi, nefes darlığı, terlemesi, uyuşması... Tüm bunlar atak belirtisiydi. Bipolar manik atak deniyordu buna. Aşırı tepkiler, ani iniş çıkışlar, huzursuzluk ve yüksek enerji...

"Deniz eğer bu adamı öldürmezsen, sen öleceksin." Dedi Osman sert bir ses tonuyla. Deniz ilk cümleye dikkatini vermişti. 'Bu adamı öldürmek.' Nasıl yapacağını bilmiyordu. Eğer yapmazsa onu öldüreceklerini duymuştu ama, olayın şu an da onun için en önemli noktası, BİRİNİ ÖLDÜRMEK olmuştu. Canı yanıyordu. Atak kontrolden çıkmışçasına yükseliyordu. Telefonu Osman'ın yüzüne kapattı ve yere çöktü. Gözlerini büyüterek yere dikti bakışlarını. Tırnaklarını yemeye başladı. Ama farkında olmadan etini yoluyordu. Kanatıyordu. Fatih ona sesleniyordu. Ama Deniz şu an kendini resmen dış dünyaya kapamıştı. Cellat gelene kadar nefes bile almak istemiyordu. Sadece onu bekleyecekti. Hareket etmeden, ses çıkarmadan onu bekleyecekti.
...
Kırmızı ışık üç kere yanıp sönmüştü. Çete üyeleri ve Aziz Bey asansörün oraya bakmıştı.  Gelen Cellattı. Sonunda gelmişti. "Kaç saattir içeride?" dedi nefes nefese. "Yaklaşık dört saattir efendim." Dedi Aziz Bey. Bunu duyan Cellat öfkelenmişti. "Na'tınız siz?!" dedi yüksek sesle. "Hiç içeri girip konuştunuz mu?" dedi ve camın önüne gelince adımlarını yavaşlattı. Durdu ve yere çökmüş hareket etmeden duran Deniz'e baktı. "Hayır efendim. Siz beni bekleyin dediğiniz için-" derken Cellat Aziz Bey'in sözünü bitirmesine izin vermeden kapının önüne geldi. "Açın kapıyı." Dedi sert ve nefes nefese kalmış sesiyle.

Osman Cellat'ın emrini duyunca ilk Aziz Bey'e baktı. Aziz Bey kafasıyla onayladı. Osman hızla kapının önüne geçti ve şifreyi girdi. Kapı açıldıktan sonra Cellat içeri doğru bir adım attı. Deniz, gelen kişinin kim olduğuna bakmak için kafasını kaldırınca, karşısında Cellat'ı gördü. Dört saattir hareket etmeyen uyuşuk beden, onu görünce kendiliğinden ayaklandı. "Geldin." Dedi Deniz hırıltılı çıkan sesiyle. Ağlamaktan ve uzun süre konuşmamaktan sesi hırıltılı çıkmıştı. "Cellat kapıyı kapattı ve Deniz'in önüne doğru ilerledi. Yere doğru, Deniz'in hizasında çömeldi.

Aziz Bey ise odanın sesini dışarıya verdi. "Ne yapıyorsun sen şu an?" dedi Cellat sert ses tonunu biraz yumuşatarak. "Asıl sen bana ne yapıyorsun?" dedi Deniz titreyen sesiyle. Ağlamak üzereydi. Cellat'ı görene kadar tüm hislerini kapatmıştı ama onu karşısında görünce sanki kendiliğinden açıldı tüm duyguları, hisleri. "Sakın!" dedi Cellat dişlerini sıkarak. "Sakın ağlama!" Deniz ona verilen komutu yerine getirir gibi derin bir nefes alıp verdi. Ve sertçe yutkundu. "Beni yeterince utandırdın." Derken ayağa kalkan Cellat olayları izleyen Fatih'e baktı. Ses çıkarmadan anlamsız bir surat ifadesiyle Cellat ve Deniz'e bakıyordu.

"Buna mı acıdın?" dedi Cellat aşağılar bir ses tonuyla. Deniz ayağa kalktı zar zor. Ayakları ve bacakları uyuşmuştu. Kendini kasmaktan göğüs kafesi ve sırt çevresi ağrıyordu.

Cellat bakışlarını tekrar ayağa kalkan Deniz'e çevirdi. "Sana söyledim Deniz. Burası kolay bir yer değil. Rahatını bozma dedim." Dedi Cellat. Deniz şaşkın bir ifadeyle Cellat'a dikti bakışlarını. Bakışları ve yüz ifadesi gittikçe sertleşti. "Demek bu yüzden yaptın bunu."

Dışarıdan olanları dikkatle izleyen çete üyeleri ve Aziz Bey, Deniz'in Cellat'la senli benli konuşmasına şaşırmıştı. Nasıl buna cüret edebiliyordu diye düşünüyorlardı.  

"Sen bana ne yaptığının farkında mısın abla?!Hastalığımı bildiğin halde, atakları bildiğin halde bana bunu nasıl yapıyorsun?" dedi yüksek bir sesle. Çete üyeleri resmen şok olmuştu. Aziz Bey ise Deniz ile Cellat'ın kardeş olduğunu en başından beri biliyordu. Eslem hem şaşırmış hem de öfkelenmişti. Bir insan kardeşine bu zorbalığı nasıl yapabilirdi?"

"Deniz! Kendine gel artık! Sen çocuk değilsin. Beni rezil etmeyi, kendini rezil etmeyi bırak. Bana kendini kanıtla. Sen benim kardeşimsin. Ona göre davran artık." Diyen Cellat gözleri kanlanan, dokunsan ağlayacak olan Deniz'in omuzlarından tuttu. "Ağlama." Dedi dudaklarını oynatarak. Deniz tekrar sertçe yutkundu ve gözlerini kapattı. Derin bir nefes alıp verdi. Nefes alırken bile nefesi titremişti. Sonra gözlerini açtı ve kanlanmış gözleriyle, sert bakışlarıyla Cellat'a baktı.

Cellat bakışlarını Fatih'e dikti. "Bu mu yani?" Dedi alaycı ses tonuyla. "Buna mı acıyorsun sen?" Derken bakışlarını Deniz'e çevirdi tekrar. Deniz'in gözleri dolmuştu. Ağlamamak için kendini çok zorluyordu. "Bu şerefizin ne yaptığını bildiğim halde, hala ona acıyor musun gerçekten?" Derken cümlenin sonlarıma doğru sesi yükselmişti. Bir adım daha yaklaştı Deniz'e. "Diyelim ki aklı hasta. Diyelim ki çok kötü bir çocukluk geçirmiş. Hadi diyelim ki boktan bir travma sonucu bu hale gelmiş." Derken sesindeki öfke artmıştı. "Bu ona masum bir insanı öldürme yetkisini mi veriyor? Bu ona istediği her boku yapmasına izin mi veriyor? Ha?!" Derken bağırmıştı.

"Deniz." Sesini alçalttı ve yumuşatmaya çalıştı Cellat. "Bu işi hallet. Yoksa her şeyi daha da berbat edeceksin. Hem kendini, hem de beni yakacaksın." Dedi Cellat ve derin bir nefes alıp verdi. Tüm sözleri dikkatlice dinlemişti Deniz. Konuşma sırası kendisine gelmişti. Sert bakışlarını ilk önce onları sessiz ve dikkatlice dinleyen Fatih'in gövdesine çevirdi. Yüzüne bakmıyordu. Bakmak istemiyordu. Ardından Cellat'a dikti bakışlarını.

"Eğer ben bu adamı öldürürsem ne olacak çok iyi biliyorsun. Şu an gördüğün insan olmayacağım artık. Canavara dönüşeceğim. Hastalık ters tepki verecek. Çete üyelerinden daha korkunç olacağım. Duygularım? Onları içime gömeceğim. Ama onlar çıkmak isteyecek. Ve en sonunda o mermi beynimi delecek. Annemizin sonu gibi olacak sonum. Tüm bunları gerçekten göze alıyor musun Cellat?" sesi titrememişti. Nefesi daralmamıştı. Ablasıyla yüzleşiyordu sanki şu an. "Ve eğer kendi canıma kıyarsam, sorumlusu sen olacaksın abla." Derken gözünden bir hüzün göz yaşı damlayıp yanağından çenesine doğru süzüldü.

Cellat, Deniz'in sözü bitince Fatih'e döndü. Yüzünü buruşturup olayları izleyen genç adam tuhaf bir durumda olduğunu anlamıştı. Hayatı bir insanın elindeydi. Genç kızlara yaşattığı durumun içindeydi aslında. Hayat böyle tuhaftı işte. Yaşattığını yaşamadan ölmüyordu insanoğlu.

Cellat çantasından çıkarttığı namlusu altın kaplamalı tabancayı inceledi ilk önce. Ardından Deniz'e uzattı. "İşini bitir." Dedi Cellat ve bakışlarını Deniz'e çevirdi. Deniz silaha baktı. Konuşmasının hiçbir faydası olmamıştı. Deniz silahı almayınca, Cellat sertçe silahı kardeşinin eline verdi. Yeni iyileşmeye başlayan, Ertem'in sardığı bileğini kavradı. Deniz acıyla gözlerini yumdu. Ve Cellat'a dikti bakışlarını.

"Dışarıda bekliyorum." Dedi soğuk bir tavırla. Deniz'in dediği tek bir kelimeyi bile umursamamıştı. Şu an sadece kendi itibarı söz konusuydu. Kardeşinin de onun gibi görünmesini istiyordu. Karşısında bir çocuk değil, yetişkin bir insan görmek istiyordu.

Deniz adeta yıkılmıştı. Ablası bile yanında değildi. Güvendiği, inandığı herkes tek tek yanından ayrılıyordu. Cellat kapıyı açtı ve odadan çıktı. Ardından kapıyı kapattı ama kilitlemedi. Kardeşinin oradan o adamı öldürüp çıkacağını hayal etti. Yavaş adımlarla camın karşısına geçti ve Deniz'i izlemeye başladı. Eslem ise bakışlarını Cellat'a dikmişti. Kendini onun yerine koydu. Kardeşi Abdullah geldi gözünün önüne. Asla bunu kardeşine yapmazdı. Ne olursa olsun bunu ona yapamazdı.

Deniz az önce eline verilen tabancaya baktı. Ardından sabahtan beri asla yüzüne bakmadığı Fatih'e baktı öfkeyle. Dönüşüyordu sanki. Yavaş yavaş az önce bahsettiği durumun girdabına doğru çekiliyordu. Canavara bürünüyordu sanki. Titremesi, nefes darlığı, terlemesi, kısaca tüm atak belirtileri birden kaybolmuştu. Fatih durumun ters gittiğinin farkına vardı. Çünkü daha önce Deniz'de hiç görmediği bir bakışı görmüştü. "KİN" Ama bu kin Fatih'e değildi. Az önce onu alsa umursamadan çekip giden ablasınaydı. Endişe mürekkebi kine dönüşmüştü. Vücudunu sarıyordu yavaş yavaş.

Deniz'i izleyen çete üyeleri Cellat'ın konuşmasının işe yaradığını anladılar. Cellat'ın yüzünde kibirli bir böbürlenme oluştu. Zafer gülümsemesi gibiydi. "Hadi kardeşim. Bana kendimi kanıtla." Diye geçirdi içinden.

Deniz silahı yavaşça dehşete kapılmış surata doğru kaldırdı. Cellat'ın keyfi yerine geliyordu. Deniz ise hissizleşmişti. Korktuğu, direndiği şeyle yüz yüzeydi şu an. Birazdan dönüşüm tamamlanacaktı, canavara dönüşecekti sanki. Öyle hissediyordu.

Fatih yalvarmaya başladı. Deniz bu sefer onun sesini duyuyordu. Ama asla umursamıyordu.

Aslında atak devam ediyordu. Deniz birazdan birini öldürecekti. Ve bunu bu kadar kolay kabullenememişti. Birdenbire eskiye döndü. Sanki dönüşüm yarıda kesildi. "Ben... Ben ne yapıyorum şu an." Dedi içinden. Titremesi geri gelmişti. Manik atakta bu çok sık oluyordu. Aşırı yükseliş yaşamıştı. Az önce ise aşırı iniş olmuştu. Şimdi tekrar aşırı yükseliş geliyordu. Bu seferki diğerlerinden daha kuvvetliydi. Öfke bu sefer en yüksek dozdaydı. Korku ve endişenin yerini alan öfke, Deniz'i daha da kötü bir hale sokmuştu. Uçurumun kenarındaydı.

Silahı yavaşça indirdi.  Bu durum, Cellat'ın az önceki öfkesinin geri gelmesine sebep olmuştu. "Aptal!" diye bağırdı ve kapıya doğru ilerledi. Adımlarını patlayan silah sesiyle birden durdurdu.

Continue Reading

You'll Also Like

-DENEK 016- BkDk By Zoe_xy

Mystery / Thriller

14.5K 1.5K 28
"Bu çocuk niye konuşmuyor?" Diye sordum adam kemerini düzeltmekle uğraşırken. Yamuk durduğunu yeni fark etmiş olmalıydı. "Üzerinde denediğimiz ilaçl...
89.9K 6.4K 54
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
12:30 SEANSI By damy

Mystery / Thriller

1.5M 98.8K 50
[WATTYS 2022 KAZANANI] Parmağı omzumun üzerindeki belli belirsiz benlere dokundu. Ardından köprücük kemiğime kaydığında dudaklarım, bir nefese muhtaç...
PUS (+18) By Siriustaki•°

Mystery / Thriller

7.4K 390 34
Sıradan bir hayat ve gizem dolu bir adam. Yalanlar ve suçlarla dolu bir dünya. Pus adlı bir ekip. Onlara sonradan dahil olan ve hayatının dönüm nokta...