BLACKOUT( Kitap Oluyor)

By ElifKaplan3

1.1M 84.9K 20.3K

-Wattpad'de görmediğiniz, gerçek bilgilerden yararlanılan bir asker(hava) kurgusudur. Blackout bir havacılık... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
GELECEKTEN (SPOİLER İÇERİR!!!!!)
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28. BÖLÜM KISIM 1
GELECEKTEN 2 (SPOİLER İÇERİR!!!!)
28. BÖLÜM KISIM 2
29
30
31
32
33
34
36
37
GELECEKTEN SPOİLER 3!
38
39
40
41-KESİT
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
İSİM DEĞİŞİKLİĞİ
55
FİNAL 1. KISIM
FİNAL 2. KISIM
KİTAP OLUYORUZ❤️

35

11.3K 1K 405
By ElifKaplan3

OY VER HİKAYENE CAN VER, YORUM YAP HİKAYENE KENDİ DEĞERİNİ KAT!

Yazarınız sizi düşündü bekletmek istemedi hemen bölümü attı. Yazarınız sizleri seviyor. Siz de yazarınıza saygı duyun oy verin yorum yapın!

"Hayır, hayır komutanım o... O... Çok başarılıdır kolayca alt edemezsiniz." Aklı bu durumu şiddetle reddediyordu. İnanmak istemiyordu. Serdar bir yolunu bulup atlamıştır diye düşünüyordu. Hayır dedi kendine. Hayır, görmeden inanmam.

"Komutanım enkaz bulunmuş. Selçuk Yüzbaşım az önce inişini gerçekleştirdi." Askerin sesi titriyordu ve bu durum hiç hayra yorulacak gibi değildi.

"Helikopter sizi bekliyor." Asker Tuğrul'un yüzüne öyle bir üzüntüyle baktı ki Tuğrul hemen bakışlarını kaçırdı. Hayır dedi yine kendine kötüyü düşünmemesini emretti. Evet uçağı bulmuş olabilirlerdi ama Serdar atlamışta olabilirdi. Bu asker sadece korkmuş ve duygularına yenilmişti ama Tuğrul öyle yapmayacaktı. Kendi kazasında da kendisi daha sonra bulunmuştu. Aynı olay Serdar'ın da başına gelmiş olabilirdi.

"Sen de benimle gel Tuğrul." Komutanını takip etti. Odadan çıktılar, yürürken şu an kimseyi görmek istemiyordu ama tüm gözleri de üstünde hissediyor gibiydi. Sanki herkes onun ne tepki vereceğini merak ediyordu. Helikoptere bindi ve stresli bir şekilde komutanının karşısına oturdu. Ellerini birbirine geçirdi çünkü halen elleri titriyordu. Ufacık bir umuda tutunmak istiyordu. Diğer tüm ihtimalleri reddediyordu kendi içinde. Bunun için iyi sebepleri vardı. Karşısında duran komutanını da ikna etmek ister gibi konuşmaya başladı çaresiz bir şekilde.

"Komutanım... Abi... Böyle bir şey olamaz. O... O çok yeteneklidir. Atlamıştır bir şekilde. O benden bile kurallara daha bağlı biridir." Yarbayı ona küçük bir bakış attı ama yüzü oldukça ciddi duruyordu. Sanki normal bir şeymiş gibi anında kabullenmişti.

"Kendini hazırla Tuğrul. Kendini kötüye hazırla!" O uyarı dolu sese inanmadı. Başını hayır anlamda salladı. Bunu yapmayacaktı. Görmeden kabul edemezdi. Onun kardeşiydi, kanat arkadaşıydı, can yoldaşıydı nasıl böyle bir durumu kabul edebilirdi. Tüm vücudu gerginleşmişti ve artık bu acı veren bir boyuta gelmişti. Ağzını açıp tek kelime söyleyemedi komutanına çünkü onun çoktan kendini bu duruma hazırladığını gördü. O bu konuda en kötüyü yaşamış olabilirdi ama Tuğrul yaşamayacaktı bu durumu. Kardeşine sonuna kadar güveniyordu ve o operasyondan görevini yapmış bir şekilde dönecekti.

Helikopter alçalmaya başlayıp kapı açıldığında kalp atışları hızlanmış her ne kadar kendini telkin etse de endişesi kafasını kullanamayacak derecede artmıştı. Komutanı ile birlikte indi ve enkazın başındaki görevlileri sonra da bir ambulans gördü. Allah'ım lütfen onun canını bağışla. Onu eşine bağışla. Onu kardeşine bağışla. İçinden dua ederken korkuyu ilk defa iliklerine kadar hissetti. Bir görevli asker yanlarına gelirken nefesi sıklaşmıştı. Sanki bir rüyanın içinde gibiydi. Etraf gerçek dışı bir hal almıştı. Kalp atışının ve hızlanan nefesinin sesini duyuyordu. Diğer tüm sesler sadece bir uğultudan ibaret gibiydi. Anlamsızca etrafına baktı.

"Komutanım..." dedi asker cümlesi tekledi bir ona bir Yarbayına baktı. O bakışlar her şeyi anlatıyordu. Asker karşılarında yutkundu. Konuşmakta zorlandı. En sonunda bakışları sertleşti, yüzü gerginleşti ve o duymaktan çok korktuğu cümle döküldü ağzından.

"Başımız sağ olsun." O an Tuğrul'un kalbi durdu nefes alamaz oldu. Askere doğru hışımla hareket etti. İnanmadı... İnanamadı...

"Hayır bir yanlışlık olmalı!" İnkar etti çünkü inkar etmek şu an kabullenmekten daha kolaydı.

"Komutanım hayır, o değildir. Serdar değildir o. Bir daha baksınlar. Hayır... Hayır..." dedi defalarca. Vücudu şoka girmişti. Aklı büyük bir karmaşanın içindeydi ve bir çıkış yolu bulamıyordu. Daha birkaç saat önce karşısında sapasağlam bir şekilde oturuyordu.

"Kardeşim o benim, inanmam! Başkasıdır o. Görmeden inanmam. Görmeden inanmam!" Sesi yükselmişti. Tüm vücudu titriyordu. Karşısındaki asker ise ona anlayışlı bir şekilde bakıyordu. Sanki ona şefkat gösteriyor gibi bir hali vardı. Bu Tuğrul'u daha da çileden çıkardı.

"Tuğrul kendine gel!" dedi komutanı sesini yükselterek. Onun çoktan kabul ettiğini hatta üzüldüğünü görüyordu ama hayır Tuğrul buna inanmayacaktı. Bakışları ambulansa kaydı.

"Onu bana gösterin!" Birkaç adım attığı an diğer askerler yanında durdu hemen.

"Onu bana gösterin!" Sesi yükselmişti ama onu tutacak olan bariyerler de artmıştı. Onları geçmek istedi ama dört kişi tarafından tutuldu. Kendini kaybetmişti. Onlardan sıyrılmak isterken birkaç kişiye vurmak zorunda kaldı.

"Bırakın beni!" Öfkeyle bağırdı ama hiçbir değişiklik olmadı. Aksine daha çok asker onu tutmak için geldi.

"Tuğrul ona böyle mi saygı göstereceksin! Bir askere yakışık almayan şekilde mi davranacaksın. Serdar en üst mertebeye ulaştı. O artık ebedi filoda olacak." Sesi oldukça soğuk aynı zamanda öfkeli ve ciddiydi.

"Komutanım... Hayır..." dedi fısıltıyla. Kendini zor tutuyordu gözleri dolmuştu ama bu durumu kabul edemiyordu. En son çocukken ağlamıştı ama şu an kendini bıraksa o halini aratmayacaktı. Asker ona bir paket uzattı ansızın. Tuğrul paketi alırken içindeki yüzüğü çıkardı yavaşça ve alyanstaki ismi görünce nefesi kesildi. Verda... Yüzüğü aldıkları gün aklına gelirken Serdar'ın neşeyle ona yüzüğü gösterdiği anı hatırlayınca tüm duyuları altüst oldu.

"Bu onun yüzüğü..." diye fısıldadı. Yarbayının eli omzunu kavradı. Bugüne kadar duymadığı yumuşak bir sesle konuştu.

"Ona saygını göster. Kendini topla kabullen ve metanetini koru. İyi bir asker böyle davranır." Yüzüğü avucunun içinde sıktı. Ne yapacağını, nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Bundan sonrası onun için büyük bir boşluk olmuştu. Şu an aldığı nefes göğsünü dağlıyordu. Vücudu acı içinde yanarken sadece başını salladı. Bakışları yere kaydı ve onun söylediklerini hatırladı.

"Verda'yı sana emanet ediyorum. Onun yanında ol, ona güç ver. Ailemi abim teselli edecektir ama Verda'yı sen teselli et. Aynı şeyi ben de Timuçin için yapacağım. Bizim kan bağımız yok belki ama her zaman gönülden kardeş olacağız."

"Kardeşim..." diye fısıldadı. Şu an sanki her şey yarım kalmış gibi hissediyordu. Serdar'ın pilot olduktan sonra en büyük isteği baba olmaktı ama bunu göremeden gitmişti. Tuğrul kesik kesik nefes aldı ve ona destek olan komutanına yaslandı güç almak istercesine. Tüm bunları nasıl kabul edeceğini sindireceğini bilmiyordu. Serdar bugünün geleceğini önceden sezmişti. Asker olduklarında o mertebeye gitmek istediğini ölümünün şerefli bir şekilde olmasını istediğini de söylemişti. Şu an isteğine kavuşmuştu ama bu çok erken olmuştu. Bedenindeki her bir sinir kederle dağlanırken dik durdu ve suratındaki ifadeyi değiştirdi. Komutanı haklıydı. Ona saygısını göstermeliydi ama acı içinde kıvranarak değil. Bir askerin olması gerektiği şekilde metanetli ve vakur olarak... Serdar görevini yerine getirirken fedakârca canını vermişti ve ona düşen bunu üzüntüyle karşılamak değildi. Her zaman hatırlanacak ve ismi yaşatılacaktı.

"Eşine haberi sen ver Tuğrul."

"Emredersiniz komutanım." Bu gittiği en zor görev olacaktı ama Serdar'a karşı olan sözünü tutacaktı.

***

Üzerini giyindi ve onu bekleyen araçla ve diğer askerler ile birlikte hastaneye gitti. Düşünmeyi kendine yasaklamıştı. Sadece görevine odaklanmıştı. Çok zor olacaktı. Canı daha da yanacaktı. Daha kendini tam kabullenememişken Verda'yı nasıl inandıracağını bilmiyordu. Araç durdu, araçtan indi yürüdü ama tüm bunları bir robotmuşçasına yaptı. Hastanenin aciline girdiğinde herkes onlara bakıyordu. Verda'yı gördüğünde sandığından daha kötü oldu. Az kalsın yüzündeki o sert ifade değişecekti ama son anda kendini tuttu. Verda yanına gelirken her şeyden habersiz onlara bakıyordu ama çok geçmeden sezmeye başladı.

"Tuğrul," dedi korkuyla ona bakarak.

"Sen neden geldin? Serdar nerede?" Tuğrul ona baktı. Şu noktada böyle durmak onun için çok zordu ama arkadaşı için bunu yapmak zorundaydı. Kendisine de böyle davranılmasını isterdi ki kendi kardeşine bile endişelendi diye kızmıştı.

"Verda... Serdar operasyon sonunda bir kaza geçirdi." Yutkundu metanetli duruşunu korudu. Yüzünü sertleştirdi.

"O en yüksek mertebeye ulaştı. Başımız sağ olsun." Verda ilk başta ona boş boş baktı.

"Daha iki saat önce konuştum onunla. Beni korkutma!" dedi yüksek sesle. Tuğrul gibi o da ilk başta kabullenmemişti.

"Serdar... Şehit... Oldu..." Cümle Tuğrul'un ağzından kesik kesik çıktı. Verda ise ona inanmıyordu. Başını sallıyordu hayır dercesine. Tuğrul cebindeki yüzüğü çıkardı ve ona uzattı. Verda yüzüğü elinden alırken titremeye başladığı an Tuğrul onu tuttu.

"Serdar'ın yüzüğü..." diye fısıldadı.

"Yalan değil mi bu! Bana şaka yapıyor! Beni korkutmak istiyor!"

"Keşke öyle olsaydı," diye fısıldadı Tuğrul ve bir an kendini koyverdi ve o an Verda söylediklerinin gerçek olduğunu anladı. Tuğrul ona sımsıkı sarıldı ve gözlerini kapattı. Onun insanın içini yakan o çığlığını dinledi. Ağlayışını, tüm hastanede yankılanan sözlerini... Hepsini dinledi Tuğrul... Elinden gelen hiçbir şey yoktu. Hayatında hiçbir zaman kendini bu kadar çaresiz hissetmemişti. Hayatında bir kere bile böyle bir acıyı tatmamıştı. O sadece bir dostunu değil aynı zamanda silah arkadaşını da kaybetmişti. Onunla kavga ettikten sonra komutanları boşuna onlara o cümleyi söyletmemişti. Sen benim kardeşimsin, sen benim silah arkadaşımsın...

***

Tuğrul yüzüne su çarparken gerçekliği iliklerine kadar hissediyordu. Aynadaki yüzüne ise bakmak istemiyordu. Kendiyle yüzleşmek şu an istediği bir şey değildi çünkü aynadaki yansımasından dolayı çok korkuyordu. Tüm vücudu gergin, en ufak bir şeyde harekete geçecek kadar tetikteydi.

Dün o sözleri duyduğundan beri hayat bir anda bambaşka bir hale gelmişti. Ne yapacağını ne hissedeceğini bilmiyordu. Dışarıdan bakan biri onu son derece sükunet içinde, oldukça metanetli ve bir askerin olması gerektiği tutum içinde görebilirdi ama içi bambaşkaydı. Nefes alıyordu ama o nefesi her aldığında boğulduğunu hissediyordu. Boğazındaki yumru canını çok yakıyordu. Ruhu acı içinde kıvranırken sakin kalmak dünyadaki en zor durumlardan biriydi.

Asker olmaya karar veren herkes bunu göze alırdı. Canını vatan savunmasına adayacağını bilirdi. Bundan da büyük bir şeref duyardı. Onlar için en yüksek mertebeydi.

Odaya döndü ağır ve düşünceli adımlarla. Kendi içinden telkinler vermeye çalıştı ve dolaba asılmış olan tören üniformasına baktı. Bu üniformayı giymesi ve ona olan son görevini yapması gerekiyordu. Sözünü ne olursa olsun tutacaktı Tuğrul. Bunu düşününce hemen harekete geçti. Üzerini giyindi ve bundan sonra olacakları düşündü.

Askerlikte her zaman devamlılık esastı. Filoya geri döndüğünde sanki bu olay yaşanmamış ve tekrarlanmayacak gibi düşünülecekti. Hemen tekrar uçuşlara başlayacaktı. Sağlıklı olan her pilot uzun süre yas tutmaz görevinin başına dönerdi. Tuğrul da öyle yapacaktı ama sürecin onun için nasıl işleyeceğini bilemiyordu.

Kapı tıklatıldı ve başını çevirdiğinde Ceyhan'ın içeriye geldiğini gördü. Ceyhan karşısına geçip onu inceledi bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama ne söylerse söylesin Tuğrul'u tam anlamıyla teselli edecek, içinde yanan ateşi söndürecek bir kelime yoktu.

Ceyhan ağlamaklı gözleriyle ona daha fazla bakamadı ve elindeki fotoğrafı Tuğrul'un göğsüne iğneledi.

"Bir misafirin var dışarıda." Şimdi buna kafa yoracak hali yoktu Tuğrul'un. Sadece başını salladı ve geçti. Ceyhan bir şey demeden odadan çıkarken bacaklarının sanki onu taşıyamadığını hissediyordu Tuğrul. Tüm o üzüntü içinde harap olmuş insanların arasında duygularını hissetmemeye çalışmak zor olacaktı ama şimdiden baş edebiliyordu. Kapı tekrardan açıldı ve Ceyhan'ın söylediği misafir içeriye girdiğinde Tuğrul başını çevirip baktı.

"Timuçin senin burada ne işin var?" Dedi şaşkınlıkla. Onu burada görmeyi beklemiyordu. Şu an Timuçin'in okulda olması gerekiyordu.

"Öğrenciler komutanlarına olan son göreve katılamazlar mı?" Tuğrul başını salladı yavaşça ve kardeşini baştan aşağıya süzdü. Asıl konudan uzaklaşmak istercesine konuşmak istedi.

"Üniforma çok yakışmış." Timuçin'in o yüzündeki ifade hiç hoşuna gitmedi. Kardeşi karşısında oldukça duygusal duruyordu.

"Abi... Ben duyunca gerçekten çok üzüldüm. Başımız sağ olsun." Timuçin'in yüzündeki o duygusal ve kırılgan ifadeyi gördüğü an yüzü sertleşti. Timuçin'i omuzlarından kavradığı gibi kendine çekti.

"Asla üzülmeyeceksin! İnsanlara üzgün olduğunu asla göstermeyeceksin. Bugün o tabutta yatan ben de olabilirdim. Keşke ben olsaydım..." Bir anlığına içindeki acıyı bırakacak gibi olsa da hemen kendini topladı Tuğrul. Timuçin o bir iki saniyelik acıyı yakalamıştı. O vakur tavrın altında fırtınalar kopsa da abisi ustalıkla bunu örtmeyi başarıyordu.

"Eğer bir gün ben de o şerefe ulaşırsan asla üzgün olmayacaksın. Az önce karşımda duran Timuçin gibi davranırsan üzerinde hakkım varsa asla helal etmem. Anladın mı beni!" Timuçin yavaşça başını salladı.

"Anladım abi ama..."

"Aması yok! Biz tüm detayları bilerek asker olduk. Bir gün birbirimizin omuzlarında taşınacağımızı biliyorduk. Bunu mutlulukla kabul ettik. Asla unutma!" Abisi sesini yükseltince duraksadı Timuçin. Onu hiç böyle görmemişti. Hem çok sakindi ama aynı zamanda öfkeli ve acı doluydu. Tüm bunları nasıl dengelediğini bilmiyordu Timuçin ama ona bir kez daha hayran olduğunu hissediyordu.

"Buna hazır olmalısın Timuçin. Her zaman... O senin abin de olabilir, kız arkadaşın da... Karşımda böyle omuzları çökmüş bir kardeş görmek istemiyorum. Zayıflığa asla tahammülüm yoktur. Senin de olmamalı. İşte gerçek bir asker böyle olur." Tuğrul, Timuçin'in göğsündeki fotoğrafı görünce sanki sözleri daha da anlam kazanmış gibi hissetti. Bugün gerçek bir askeri uğurlayacaktı ve o asker her zaman ebedi filoda onunla birlikte uçacaktı.

***

Cenaze töreninin yapılacağı meydana geldiğinde kendisine telkin vermeye devam etti. Çok güçsüzdü yorgundu, dün gece bir kez bile gözünü kapatamamıştı. Hep düşünmüş durmuş ve kabullenmeye çalışmıştı. Komutanı haklıydı ona olan saygısını en iyi şekilde göstermeliydi. Üzülerek dövünerek değil, o ne ilkti ne de son olacaktı. Yanında Ceyhan ve Timuçin ile birlikte yürürken Saltuk abisini ve babasını Serdar'ın babasının yanında olduğunu onu teselli etmeye çalıştıklarını gördü. Serdar abisinin bu konuda katı olacağını biliyordu ve şu anda da haklı çıkmıştı. Ceyhan Verda'nın yanına giderken onun yanındaki Hilal'i gördü. Birbirlerinin gözlerinin içine bakarken Hilal öfkeli bir şekilde gözlerini sildi ve Tuğrul'a doğru yürümeye başladı.

"Tuğrul," arkasından duyduğu sesle oraya doğru döndü ve Furkan'ı karşısında gördü. Hilal de yanlarına geldiğinde üçü birbirine sarıldı. Hilal'in ağzından bir hıçkırık koparken Tuğrul sert bir sesle onu uyardı.

"Ağlama..."

"Biliyorum ama dayanamıyorum," dedi sitem ederek.

"Canım çok yanıyor Tuğrul. Biz hep beraber olacaktık. Böyle mi bir araya gelecektik." Tuğrul onun bu dokunaklı sesini duyunca anlatmak istedi.

"Serdar bunu hissetti. Beni, Verda'yı buna hazırlamaya çalıştı." Serdar her zaman kaç kişiye öldükten sonra saygı duyulacağını söylerdi. Biz şanslıyız hiç unutulmayacağız derdi. Sanki bunu çok önceden biliyormuş gibi.

"Topla kendini Hilal," dedi Furkan ve o gözlerini sildiğinde ayrıldılar. Üçü de vakur bir şekilde altı askerin taşıdığı bayrağa sarılı tabuta baktı. Tabutun önüne konulan resmi görünce Tuğrul'un nefesi kesildi. Kendini zor tuttu yerinde. Verda tabuta doğru yürüdü ilk önce resmi okşadı sonra da tabuta sarıldı. Dün onu hastaneden aldığından beri onun gözünden bir damla yaş akmadığını görmüştü. En ufak bir şeye bile ağlayabilirdi Verda ama bugün öyle değildi. Hep söz verdim ben ona diyordu. Serdar onunla olan konuşmanın bir benzerini Verda ile de yapmıştı. Sanki içine doğmuş gibiydi ve o çoktan bu durumu kabullenmiş ve sonrası için çalışmaya başlamıştı.

Ceyhan omuzunda bir el hissettiğinde başını çevirip baktı. Abisi yanıbaşındaydı ve o an rüyası aklına gelince ürperdi. Keşke dedi içinden keşke böyle bir şey olmasaydı. Tuğrul'a nasıl destek olacağını onu nasıl telkin edeceğini bilmiyordu. Canı yanıyordu en çokta Tuğrul'un o zırhının altındaki halini bildiği için daha da kötü oluyordu.

"Abi ona nasıl teselli verebilirim?" dedi ağlamaklı bir sesle.

"Veremezsin," dedi abisi arkadaşları ile birlikte birbirlerinden teselli bulmaya çalışan Tuğrul'a bakarak.

"Bir dostu kaybetmek çok zordur. Yerini hiçbir şey doldurmaz. O şu an şokta. Neler olduğunu tam idrak edemiyor. Onu kaybettiğini sadece sözde anlayabiliyor ama yaşadığında onu daha net hissedecek. Sıkıntılarını anlatamadığında, akıl danışamadığında, mutluluğunu, üzüntüsünü paylaşamadığında anlayacak onun yokluğunu. Sen o boşluğu dolduramazsın Ceyhan. Kendini bu konuda paralama. Sadece yanında olduğunu hissettir. Destek ol bu ona iyi gelecektir." Ceyhan başını salladı yavaşça. Bundan sonraki herkes için çok zor olacaktı.

***

Tuğrul bu eve her zaman neşe ile gelmişti. Bu evde birçok güzel anısı olmuştu ama şimdi öyle değildi. Üzerindeki üniformanın ağırlığı ile sadece oturdu ve insanları izledi. Aynı bir köşede oturan düşüncelere dalmış sakinleştiricilerin etkisinde olan, etrafa boş boş bakan Verda gibi. Bir yanı kabullenemiyordu bu durumu. Hayır olmaz diyordu, bu sadece bir kabus birazdan uyanacaksın ama benliği gerçeği görüyordu. Uyumuyordu rüyada değildi gerçek apaçık ortadaydı. Tüm hatıraları bir bir aklına üşüşürken kalbine buz parçaları saplanıyordu. Bir an üşüdüğünü hissetti. Sanki on beş yaşına dönmüş ve onunla kar atıştıran havada koştuğu anda gibiydi. Ona kızgındı aralarındaki en ufak kıvılcımda yine birbirlerine vuracakmış gibiydi ama artık Serdar yoktu. O ebediyete gitmişti. Artık yanında olmayacaktı artık onu bir daha hiç göremeyecekti. Son kez görmesine bile izin verilmemişti çünkü onu o şekilde hatırlamasını istemiyorlardı. Serdar her zaman ondan birkaç santim daha uzun olan, heybetli ve yakışıklı, her şeyi dalga konusu yapabilen, şakacı ve mükemmel bir asker olarak kalacaktı. Hayatının uzun bir bölümünü birlikte geçirdiği, tüm sırlarını bilen, onu kendinden bile daha iyi tanıyan kişi olacaktı. Bugün silah arkadaşını, kanat arkadaşını değil, aynı zamanda kardeşine veda etmişti. Tuğrul dışarıdan kimseye bunları göstermese de içi paramparça, harap bir haldeydi. Vakur duruyordu ama bu sadece bir maskeydi. Kapının yanında durmuş içerdekilere bakan ne olduğunu anlamaya çalışan Ahu gözüne çarpınca daha da kötü oldu. Onun filoda Serdar ile olan kucaklaşmasını hatırladı.

"Ahu..." diye seslenince küçük kız yanına geldi ve Tuğrul onu alıp kucağına oturttu.

"Neden herkes üzgün, neden ağlıyorlar? Herkes burada ama Serdar amcam yok." O son cümlesi Tuğrul'un boğazını düğümledi uzun bir süre ona cevap veremedi.

"Onu çok mu seviyorsun?" dedi zorla konuşarak.

"Evet çok, o gelir diye kapıda bekledim ama gelmedi." Tuğrul derin bir nefes almaya çalıştı. Üzerindeki kıyafetler sanki onu boğuyor gibi hissetti. Bir köşede sıkışıp kalmış gibi üzerine bir sıkıntı çökmüştü. Ona ne cevap vereceğini bilmiyordu. Yüzü hem endişeli hem de üzgün görünüyordu.

"Sen onun arkadaşısın, sen bilirsin," dedi umutla yüzüne bakarak Ahu. Tuğrul ona baktı ve saçlarını okşadı yavaşça.

"Askerler bazen bir yere giderler ama hiç dönmezler."

"Babamın dediği gibi mi?" Saltuk abisinin ne dediğini bilmiyordu ama o da belki de çok riskli görevlerde yer aldığı için ailesini bu duruma hazırlamış olabilirdi. Bu yüzden sadece başını salladı Tuğrul onu onaylayarak.

"Ben seni çok sevsem olmaz mı?" dedi Tuğrul yavaşça.

"Kimse beni Serdar amcam gibi sevmez ki... O benim üzüldüğümü bilir beni görmek için gelir," dedi umutla parlayan gözlerle bakarak. Tuğrul ona sarıldı ve yutkunmaktan başka bir şey yapamadı.

***

Eve dönmek sandığından çok daha zor olmuştu. Oradan ayrılmak istememişti çünkü Serdar ile arasında kilometrelerin olmasını istememişti Tuğrul ama ailesi onun doğup büyüdüğü topraklarda olmasını istemişti.

Yarbayının kesin emri vardı ve yarın filoda olması gerekiyordu. Ceyhan ile birlikte evlerine doğru yürürken üzerlerine yağmur yağmaya başladı. Bir an durdu gözlerini kapattı ve başını göğe çevirdi. İçindeki yangını bir nebze olsun söndürmesini diledi. Burada öylece kalıp ıslanmak istedi. Derdine derman bulmak istedi. Gözlerini açtı ama hiçbir şey değişmemişti.

"Tuğrul, hadi evimize gidelim," dedi Ceyhan şefkatle. Koluna girdi ve onunla birlikte yürümeye başladı. Tuğrul artık dizlerinde derman kalmadığını hissetti. Her an yere çökebilirdi. Hayatında hiçbir zaman hem ruhen hem de bedenen bu kadar yıprandığını hatırlamıyordu. Kafasının içinde büyük bir uğultu vardı. Birçok düşünce çarpışıyordu ama o düşüncelerden hiçbirinin ona bir yardımı yoktu. Dairelerine kadar zor dayandı. Yatak odasına girdiğinde daha fazla kendini tutamadı ve yatağın yanında yere çöktü. Küçük bir çocuk gibi dizlerini kendine çekti. Yirmi sekiz yaşında olduğunu unutmuştu. Öylece daldı gitti bakışları. Artık yorulmuştu, içindeki duygusal yüke engel olamıyordu. Bir askerin olması gerektiği gibi metanetli ve erkekçe bir tutum sergilemişti ama şimdi burada evinde öylece otururken bunu yapmak zorunda değildi. Gözünden bir damla süzülürken komutanın sesi yankılandı kulaklarında. Tuğrul ona böyle mi saygı göstereceksin! Bir askere yakışık almayan şekilde mi davranacaksın! Hemen eliyle gözünden düşen yaşları sildi kendine öfke duyarak. Komutanı haklıydı. O duygularına hükmetmeyi bilen bir askerdi. Yüzü gerildi ve sinirli bir hale büründü ama bu onu yatıştırmadı. Gözünden yaşlar süzülmeye devam ederken asabi ve sert bir şekilde yüzündeki yaşları silerken Ceyhan'ın ellerini hissetti. Elleri ellerini sımsıkı kavramıştı.

"Hayır," dedi Ceyhan fısıldayarak.

"Bırak kendini! Sen bir robot değilsin. Duygularını şimdi yaşamazsan sonrası kötü olacak." Tuğrul hayır anlamında başını salladı elini ondan kurtarmak istedi ama Ceyhan bırakmadı ve tüm gücüyle onu tuttu. Tuğrul yaşların durmasını dileyerek gözlerini kapattı ama buna engel olamadı. Nefes almaya çalıştı ama çalıştıkça daha da boğulduğunu hissetti.

"Dayanamıyorum... Ceyhan dayanamıyorum! Serdar gitti. Beni burada bırakıp gitti!" Tuğrul içini çektiğinde Ceyhan ona sımsıkı sarıldı ve o an Tuğrul kendini bıraktı. Küçük bir çocuk gibi ağlarken Ceyhan'da teselli bulmak istedi. İçindeki bu yangının geçmesini diledi ama ne yaparsa yapsın geçmeyeceğini de biliyordu.

"Ben şimdi ne yapacağım!"

"Devam edeceksin. Hep böyle kötü hissetmeyeceksin. Ben senin yanında olacağım." Tuğrul ona sarıldı ve başını omzuna yasladı. Her aldığı nefesle içi sökülüyordu sanki ama tutamadı daha fazla kendini. İçinde ne varsa akıttı. Kendine izin verdi ama bu son izin verişi olacaktı. Yarın onun için çok zor olacaktı belki ama görevine devam etmesi gerekiyordu. Askerler yas tutmazdı, tutanlara ise sağlıklı bir gözle bakılmazdı. Her zaman devamlılık esastı. Yarın filoya gittiğinde herkesin sanki hiçbir şey olmamış gibi davranacaklarına şahit olacaktı. Askerlik böyle bir meslekti. Bundan sonra tek yapabileceği Verda'nın yanında olmaktı. Serdar'a bir söz vermişti ve o sözü ölene kadar yerine getirecekti.

Merhaba

Bölüm akışı bozulmasın diye bölüm başına yazmak istemedim.

Bana olan sitemlerinize kesinlikle hak veriyorum ama gerekçemi bir önceki bölümde yazdım. 

İlk defa bu kadar dram yazıyorum. Eksiğim kusurum varsa da affola.

Normalde ben de aşırı dram okumayı sevmem bu yüzden de yazmam o kadar ama bu sefer böyle oldu. Aslında bunu kitabın ilk yarısı gibi de düşünebiliriz. Artık ikinci yarıda Timuçin sahnede olacak. 

Bağlantılı olmasaydı kurgu çoktan bitmiş olurdu ama dediğim gibi DS'de bu olaylar çok merak edildiği için ben de detaylı bir şekilde yazmak istedim.

Yorumlarınızı merak ediyorum. Okuyup geçerseniz cidden üzülürüm. Aylarca bu bölümü düşündüm durdum. Öyle yapmazsınız diye umut ediyorum.

Yeni bölümde görüşmek üzere. 

Akşama doğru insta hesabımda bir soru etiketi atacağım. İnan bölümü okurken en az sizler kadar ben de üzülüyorum. Orada bir teselli verelim konuşalım istiyorum. Herkesi bekliyorum.

İnsta: kaplanelif95



Continue Reading

You'll Also Like

974 81 3
İnandım. Ona körü körüne inandım. Belki de yanlıştı ama inandım. Her zaman böyle söyleyenler çekip gitmiyor muydu zaten? Ama inandım. Kalbim inandı...
1.8K 151 7
"Asena Yücel, uyuşturucu imalatından ve satışından tutuklusun. Susma hakkına sahipsin." Kelepçeyi taktıktan sonra bileklerini birleştirerek kadının e...
5.1K 414 35
Salpan hikayeleri Kapak: insta -> @fc.kanbolatgorkem
9M 523K 69
Bir asker ve yârinin hikâyesi... "Bu sevda Bende bittiğinde Sende başlarsa, Seni asla affetmem." "Akif Karan," dedim uzun zaman sonra ilk kez konuşur...