Buralar Karışır | askıda

Af ruhdoktorunz

31.6K 3.5K 10.1K

Bir düş kocaman kanatlı, upuzun boylu, gök gözlü bir kuş getirdi penceremin önüne. Kartal dediler adına ama g... Mere

Buralar Karışır
1.Kısım
2.Kısım
3.Kısım
4.Kısım
5.Kısım
6.Kısım
7.Kısım
8.Kısım
9.Kısım
10.Kısım
11.Kısım
12.Kısım
13.Kısım
14.Kısım
15.Kısım
16.Kısım
17.Kısım
18.Kısım
19.Kısım
20.Kısım
21.Kısım
22.Kısım
23.Kısım
24.Kısım
25.Kısım
26.Kısım
27.Kısım
28.Kısım
29.Kısım
30.Kısım
31.Kısım
32.Kısım
33.Kısım
34.Kısım
35.Kısım
36.Kısım
37.Kısım
38.Kısım
39.Kısım
40.Kısım
41.Kısım
43.Kısım
44.Kısım
45.Kısım
46.Kısım
47.Kısım
48.Kısım
49.Kısım
50.Kısım
51.Kısım
52.Kısım
53.Kısım
54.Kısım
55.Kısım
56.Kısım
57.Kısım
58.Kısım
59.Kısım
60.Kısım
61.Kısım
62.Kısım
63.Kısım
64.Kısım
65.Kısım
66.Kısım
67.Kısım
68.Kısım
69.Kısım (Zeyd Özel)

42.Kısım

397 48 214
Af ruhdoktorunz



"Yoluna yoldaş olurum.."

Çatık kaşlarının altından bakan düşünceli gözleri, karşında acıyla kıvranan Çelebi'yi seyrediyordu. Tek bir lafı Çelebi'den geriye zerresini bırakmazdı ama dakikalar geçmiş, Kürşat ağzını hiç açmamıştı. Bir sandalye çekmişti altına. Çelebi'nin tam karşısında oturmuştu ve dakikalardır gözlerini bile kırpmadan seyrediyordu onu. Arkasında uğruna ölmekten çekinmeyecek çalışanları vardı. Her biri sabırsızlıkla birbirlerine bakıp, Kürşat'ın bir şey söylemesini diliyorlardı ama bekleyişleri giderek artıyor; Çelebi'nin acı dolu sesi dışında bir ses çıkmıyordu. Korkuyla kaldırdı gözlerini Çelebi ve dakikalardır bakmamak için direndiği öfkeli gözlere baktı. Birbirine geçmiş yılanlarla dolu aklından işine yarayacak bir açıklama çıkar diye beklemişti ama söyleyecek lafı yoktu. İnlemeyi de kesmişti şimdi. Hareketsiz biçimde Kürşat'a bakmaya devam etti bir süre daha ve güçlükle yutkunduktan hemen sonra, "Öldürme beni" diyebildi.

Soğuk bir tebessüme benziyor da olsa Kürşat'ın yüzünde beliren kıpırtının tam olarak ne olduğunu çözemedi.

Geride bekleyen adamların her birine hızlı bir bakış attıktan sonra gözlerini yeniden Kürşat'a çevirdi ve "Öldürecek misin?" diye sordu.

Sandalyenin bacağından tutup Çelebi'yi iyice yakınına çekti Kürşat. Gözlerinin içine daha dikkatli bir bakış atarak dudaklarını araladı ve nefret dolu bir anlamla yüzünün orta yerine tükürdü, "Sen benimle nasıl konuşabiliyorsun!"

Bir tokat, Çelebi'nin sol yanağına indiği gibi Çelebi oturduğu sandalye ile birlikte yere serildi. Arkada bekleyen adamlar araya girecek gibi olmuşlardı ama Kürşat elini havaya kaldırarak yaklaşmalarına mani oldu ve tokatları ardı ardına Çelebi'nin yüzüne indirmeye devam etti.

"Konuşamazsın sen benimle!"

Her tokatla birlikte öfkeyle kükrüyordu, "Bakamazsın sen bana!"

"Yapma! Yapma Kürşat Bey, dur ne olur!"

"Konuşamazsın! Sen benimle konuşamazsın!"

"Dur..."

Durmuyordu, duracak gibi de değildi. Gözünün önüne gelen her çaresiz anısında biraz daha kabarıyordu öfkesi ve tokatların şiddeti artıyordu. Kan dolu yüzü neredeyse görünmüyordu artık. Güçlükle nefes almaya başlamıştı Çelebi. Ellerini kaldırıp kalan canıyla vurmaması için yalvarıyordu ama Kürşat adeta sağır olmuş gibiydi.

Fakat göründüğü gibi onu öldürmek gibi bir niyeti yoktu. Çalışanları dahi Çelebi'nin birazdan cansız bedenini alacaklarını düşünürlerken durmuştu Kürşat ve kanlı ellerini Çelebi'nin üzerine silerek doğruldu. Göz göze geldiği çalışanı hızlıca Kürşat'ın yanına gittiğinde, "Çocuklar nerede?" diye sordu Kürşat.

"Emrettiğiniz gibi arabada bekletiyoruz efendim."

"Behiye'yi aldınız mı?"

"Aldık efendim. Bir şey söylemediğiniz için eve götürmedik. Buraya mı getirelim?"

"Karımı bu leşin ayağına niye getireceğim? Alın bunu, koyun bagaja. Çocukların olduğu arabada olacağım ben. Peşimden gelin."

Apar topar bulundukları yerden çıktıklarında Kürşat etrafı kontrol eden öfkeli bakışları ile oğullarının olduğu arabanın ön koltuğuna oturdu. Göz ucuyla arka koltukları kontrol ettiğinde Asil merakla bakmıştı geride bekleyen arabanın bagajına taşınan Çelebi'ye ve "Öldü mü?" diye sordu. Kartal da bakmıştı şimdi ama merak etmemişti. Yüzünde belirgin bir nefretle çevirmişti başını öne ve arkasına yaslanıp, babasının ellerine baktı. Gördüğü kanla birlikte kaşlarını hafif biçimde çattı. Çelebi uğruna katil olması zoruna giderdi, bunun gerçek olmamasını temenni etmişti ama sormadı.

Bir çalışan sürücü koltuğuna oturduğunda şimdi, "Öldü mü o pislik?" diye yineledi Asil.

"Hayır efendim."

Asil merakla yeniden arkasına döndüğünde, Kartal soğuk bir tebessümle babasının kanlı ellerine bakmıştı ve başını geriye yaslayarak gözlerini kapattı. Yaşadıklarının gerçek olduğunu idrak etmekte zorlanırken buluyordu kendini. Hayatı boyunca ailesini merak edip durmuş ve bulmak için türlü türlü pisliklere bulaşmıştı fakat karşılaşacağı aileye dair hayalleri, şimdi yaşadıklarından çok farklıydı.

"Kızı eve götürdüler mi?"

Kürşat'ın bu sorusu ile birlikte gök gözler aralandı arka koltuktan ve başını kaldırıp dikiz aynasından şoför koltuğunda oturan adama baktı.

"Evet efendim."

Rahat bir nefesle yeniden başını geriye yasladığında Ozan'ı düşündü. Nedenini soramamıştı ama Kürşat bulundukları bu yere gelmeden önce Ozan'ın farklı bir arabada beklemesini istemişti. Onun da iyi olup olmadığını merak ediyordu Kartal. Dilini ısıra ısıra meraklı yanına karşı mücadeleyi kaybedince öne doğruldu ve "Kardeşim nerede?" diye sordu.

Dudaklarını sıkarak buruk bir ifadeyle bakmıştı Kürşat. Bir başka oluyordu kardeşten gelen sancı. Düğüm düğüm oluyordu insan. Bir düğümü yenecek olsa, bir başkasına düşüyordu ve boğulmaya başlıyordu. Yabancının açacağı bin ayrı yaraya razı gelirdi ama kardeşten gelen tek bir yarada yere seriliyordu. Kürşat'ın gözleri yerin yedi kat dibini görmüş gibi bakıyordu. Canı çok yanıyordu. Karanlık yolu seyrediyormuş gibi görünüyordu belki ama yorgun gözlerinin önünde bir tek Cengiz'in yüzü vardı. Çocukluk yıllarını hatırladığı an dudağının kenarına hüznün en ağırı yerleşmişti. Ağladığında yanına koştuğu, herkeslerden koruyup kolladığı kardeşinin bitmek bilmeyen kara kışı getiren kişi olduğuna inanmak istemiyordu. Biri çıksın, diye iç geçiriyordu; biri çıksın ve Cengiz yapmadı desin. Fakat yapmıştı. Kendini yırtsa da, bağırıp çağırsa da gerçekler arka koltukta oturuyordu.

Şöyle bir geriye bakacak gibi olsa da kıpırdayamadı. "Mezarlığa sür" dedi sürücü koltuğunda oturan çalışanına ve çatık kaşlarının altından müthiş bir hayal kırıklığı ile bakan gözlerini yola sabitleyerek ekledi, "Kardeşin güvende, eve döndüğümüzde oraya gelecek."

Kışını bahara çevirecek olanla bir yabancıymış gibi konuşmak zoruna gitse de tavrını bir türlü değiştiremiyordu. Kısa bir zaman önce emirler yağdırıp işlerine göz dikenleri bulsun diye oradan oraya koşturduğu çocuktu arka koltuktaki. Hiçbir anlam ifade etmeyen öylesine biriydi. Şimdi ise canının bir parçası, dalıp giden ve uzun uzun düşünen yanının kurtarıcısıydı.

Nasıl bir boşluğun imzası vardı Cengiz'in ellerinde böyle, düşündükçe çıldıracakmış gibi oluyordu. Sinirinden sıktığı dişleri ağrımaya başlamıştı artık. Bağrına basıp, sırtını yasladığı her güne lanet ediyordu ama geç kalmışlık hissi lanet okumayla geçecek kadar hafif değildi.

     Yanındakileri tanıyor da olsa hepsine ürkerek bakıyordu Behiye. Mezarlığa geldiklerinin farkındaydı fakat çocuklarının mezarına gidecek kadar güçlü olmamıştı hiçbir zaman. Hayat bir balkon köşesi ve yatak odası ile sınırlanmıştı onun için ve sabırla çocuklarına kavuşacağı ölümü beklemişti. Şimdi, o çok beklediği ölüme getirilmiş gibi hissediyordu. Cengiz'in emriyle evden atılıp hastane odasına kapatılınca Kürşat'ı da kaybettiğini düşünmüştü. Etrafında olan bu adamların da Cengiz'e çalıştıklarını düşünüyordu fakat ölüme götürülen birisine göre fazla dikkatli davranıyor olduklarının da farkındaydı ve kafası karışıyordu.

Yorgun gözleri ileride bekleyen Kürşat'ı görünce, "Ah..." diye titredi sesi ve bacakları titremeye başladı. Yaklaştıkça mezar taşlarında yazan Zeyd ve Mirza Hanbeyli isimleri takıldı gözlerine. Başını sağa sola sallayarak daha fazla yaklaşamadan durdu ve ellerini ağzının üzerine bastırarak ağlamaya başladı.

Kürşat'ın da ıslanmıştı yanakları. Eline aldığı balyozla birlikte başını yukarı aşağı salladı ve ilk darbeyi Zeyd isminin yazılı olduğu mezar taşına indirdi, "Bitti!"

"Aah!" Diye inledi Behiye. Ellerini öne doğru uzatarak "Aaah! Yapma, yapma..." diye seslendi fakat Kürşat bu defa da Mirza Hanbeyli yazan mezar taşını kırmıştı ve balyozu fırlatıp başını öne eğmesi ile çocuklar misali hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Çalışanlar uzaklaşırlarken Behiye titreyerek yaklaşmıştı Kürşat'ın yanına ve kırdığı mezar taşlarına bakarak yere çömeldi. Yere savrulmuş taş parçalarını birleştirmeye uğraşıyordu. Birleştiremedikçe, "Annem.. annem..." diye titretiyordu sesi ama Kürşat onu bu işkencenin içinde daha fazla bırakmadan toparlanıp yanına çömeldi.

Sıkıca tuttu ellerinden. Alnına uzun bir öpücük bırakırken yanaklarından tuttu bu defa ve "Çiçeklerimle geldim" dedi.

Anlamadı elbet. Kocasının da kendisi gibi delirdiğini düşünmüştü ve o da Kürşat'ın yanaklarına dokunup, "Kırma çocuklarımı, vallahi ne dersen yapacağım... Kırma" diye karşılık verdi.

Gözlerini kaldırıp Behiye'nin sol omzunun üzerinden yukarı doğru baktı Kürşat. Acı dolu bir tebessümle "Çiçeklerimle geldim" diye fısıldayarak yineledi ve Behiye'yi kollarından tutarak ayağa kaldırdı.

"Kürşat?"

"Bitti güzel yüzlüm... Ruhum. Koynuma doldurdum çiçekleri, koynuna getirdim."

"Kürşat... Gidelim buradan ne olursun."

"Anne?"

Kaskatı kesilmişti Behiye. Kan tutmuş gözlerini Kürşat'ın gözlerine dikmiş, hareketsiz bir şekilde geriden yükselen anne seslenişinin gerçek olup olmadığını anlamaya çalıştı. Kürşat başını yukarı aşağı salladı. Alnına yeni bir öpücük kondururken, "Yakamamışlar... çalmışlar..." diye açıklayabildi yalnızca ve geri çekilirken "Evlatlarımızı getirdim sana" diye ekledi.

Şaşkınlık nasıl da anlamsız kaldırdı, çok daha başka bir şeydi içine düşen. Organları birbirine mi çarpıyor, yoksa sahiden ölüyor muydu bu defa? Ölüyorum herhalde, diye düşünmüştü fakat Kürşat omuzlarından tutup arkasını dönmesini sağladığında ve Asil'in gözyaşları içerisinde bir kez daha anne diye mırıldanmış olmasıyla, bin ayrı şimşeği aynı anda yüreğinin orta yerinde hissetti.

Ellerini dizlerine çarpa çarpa bağırmaya başladı. O bağırdıkça Asil de titredi ve boncuk boncuk dökülen yaşlarıyla birlikte koşup annesine sıkıca sarıldı. Bağırmaya devam etti Behiye. Bağıra çağıra ağladı. Yıllardır içinde taşıdığı bir yangını dışarı atmaya yetecek gibi değildi ama yine de bağırmaktan vazgeçemedi. Bağırırken güçlükle kaldırdı ellerini. Asil'i sarmıştı şimdi ve "Ahhhh Kürşat!" diye inledi.

Dakikalar üzerine Asil'in kolunun kenarından öteye baktığında Behiye, başı öne eğik bir şekilde bekleyen birini gördü. Gözlerini Asil'e çevirip yanaklarını silerken, Asil tebessüm etmek için zorladı kendisini ve bir adım sola çekilip, başını ötede bekleyen Kartal'a çevirdi.

"Ah..." diye inliyordu Behiye'nin nefesi. Başını sağa sola sallarken Kartal'a bakarak birkaç adım ilerlemişti ama fazlasına gücü yetmedi.

Küçük bir an için başını kaldırdı Kartal. Göz göze gelmemiş olsaydılar başını yeniden öne eğecekti ama gök gözleri başka bir gök gözlere yakalanınca başını eğemedi. Yalnızca dişlerini sıkmıştı var gücüyle ve öylece bekledi.

Garip bir duyguydu, belki de bilmemekti adı. Açıklayamıyordu. Anne dememişti hiç. Ailem de ailem diye ağlayıp durduğu geceleri çok olmuştu ama bir gün onlara seslenebileceğine, sarılıp öpebileceğine olan inancını acımasızca yıkmışlardı. Şimdi ise üzerine tonlarca daha enkaz eklediği bir yerden kaldırıyordu çocukluğunu Kartal ve çok zorlanıyordu.

"Küçüğüm..." diye fısıldayarak derin bir nefes aldı Behiye. Kartal başını öne eğip ağlamaya başladığında Behiye bir adım daha yaklaşmayı başardı ve burnuna değen kokuyla birlikte bir kez daha "Aaah!" diye inleyerek yere çömeldi. Beklemeden Kartal da çömelmişti karşısına. Dokunacak gibi olmuş ama ellerini utanarak geri çekmişti fakat ellerini bir anda yakalamıştı Behiye ve Kartal'ı hızla kendine çekerek sarıldı. Kokladıkça ağladı. Ağladıkça kokladı. Yüzünü sevdi, saçlarını sevdi. Sıra saçlarına geldiği sırada Kartal gözlerini kapattı ve hasretini en çok çektiği yerden yakalanmış olmanın verdiği bir masumiyetle yüzünü annesinin boynuna gömdü.

                                           

     Yorganın altında pis pis gülümseyerek tavana bakar hâldeydim. Ayak parmaklarımın ucu yorgandan dışarı çıkmış deli deli sallanıyorlardı. Aslına bakılırsa bir tek ayak parmaklarım değil, her yanım kıpır kıpırdı. Öyle bir enerji vardı ki içimde, bir dakika içerisinde bütün İstanbul'u koşabilecekmişim gibi hissediyordum.

E niye duruyordum?
Koşayım yahu!

Bir hışımla yorganın altından çıktığım gibi üzerime eşofmanlarımı geçirip sallana sallana dış kapıya koştum. Oldukça hızlı hareket ediyordum. Gören de yetişmem gereken önemli bir görüşme var sanırdı ama tek yapacağım delicesine koşmaktı.

"Yaren?" Uykulu uykulu yanıma gelen annem önce anlamaya çalışır gibi baktı ve "Nereye kız sabahın nurunda?" diye sordu.

"Koşacağım anne! Koşmaya gidiyorum!"

"Koşacaksın? Daha hava bile aydınlandığını anlamamış ama sen koşacaksın he Yaren?"

"Evet sultanım evet! Koşmadan atamam ben bu enerjiyi!"

Yanağına sulu bir öpücük kondurduğum annem, arkamdan epeyce sert bir şekilde seslenerek geri dönmemi istemişti ama merdivenleri çoktan geride bırakmış, kendimi soğuk İstanbul sokaklarına salmıştım.

İşe gitmek üzere ruhsuz biçimde otobüs duraklarında bekleyen insanlara gülücükler saçarak koşuyordum. Her birine el sallıyor, iyi dileklerde bulunuyordum. Nasıl baktıkları veya ne düşündükleri umrumda değildi. Mutluydum çünkü! Hem de çok mutluydum. Bir söz vermiştim. Ve sen demiştim, dev kanatlı; nasıl başladığına karışamadım belki ama nasıl biteceklerine de onlar karışamayacaklar, izin vermeyeceğim demiştim. Saçlarını okşayacağıma, saçlarını okşadığım an kapanan gözlerine gülümseyeceğime, umudunu kestiğin ne varsa benimle birlikte ışıldayacağına söz vermiştim ve sözümü tutmuştum! Işıl ışıl günler, yaşamamız için bizi bekliyordu artık! Kalan ömrü geçen ömrünü unutturacak, özlediği ama gözünün kenarına saklayıp sustuğu ne varsa yaşayacaktı!

"Yaren?" Hiç durmadan koşmaya can atan yanım, tanıdık sesle birlikte buz kesti.

Soğuk bir ifade takınarak dönmüştüm arkama ve Metehan'ın yaklaşan adımlarına dikkat kesildim. Aramızdaki mesafeyi iyice kapattıktan sonra durdu ve meraklı bir bakışla, "İyi misin nereye koşuyorsun böyle?" diye sordu.

Gerçek miydi bu an? Yaşanan bütün o çirkinliklerden sonra böyle aptalca bir soru mu soruyordu? Yutkunup derin bir nefes aldıktan sonra yanıt vermeden arkama dönüp yürümeye başladım. Cıvıl cıvıl yanımı bir anda öldürdüğü için öfke doluydum ama Metehan öldürdüğü pek çok yanımdan habersiz olduğu için "Yaren konuşalım ne olur, bekle" diye seslendi ve durmayacağımı bildiği için kolumdan tuttu.

"Dokunma Mete!"

"Tamam... Dokunmayacağım. Ama bir dakika ayırsan bana?"

"Bu rastlantı falan olamaz. Yok. Sen beni mi kolluyorsun?!"

"Başarmışsın. Tebrik ederim."

"Ne diyorsun ya?"

"Kartal... Ailesini bulmuş, sayende."

"Sen?" Durdum ve kimden öğrenmiş olabileceğini düşündüm.

"Buse söyledi."

"Hey Allah'ım..."

"Kızma. Seni başkasına soramıyorum, o da sağ olsun, iyi mi diye sorduğum için anlattı yani kötü bir niyeti yoktu."

"Mete, sen beni sorma anladın mı? Ben iyiyim ya da değilim, bu seni ilgilendirmiyor."

"Pişmanım Yaren."

Neden kaskatı kesilip önüme bakamıyordum ki... Neden kaşlarımı çatmak kadar kolay olmuyordu? Kalbimin etrafına Metehan için ördüğüm buzdan duvarlarım ne çabuk eriyorlardı yahu, engel olamıyordum.

Yalnızca şu an yoktu ki aklımda, nasıl engel olacaktım... Çocukluğumuz, en güzel günlerimiz, birbirimizi herkesten daha çok sevdiğimiz günler geliyordu gözümün önüne. Gözlerinin içine bir yabancı misali baktığım bu insan, bir zamanlar kalbimin çok geniş bir kısmını ısıtıyordu ve ben o zamanlar bunun sonsuza dek devam edeceğine inanırdım.

"Sıçtım biliyorum. Aramızdaki dostluğun içine sıçtım. Her şeyi mahvettim. Seni kaybettim. Bencilce, saçma sapan davrandım."

"Mete bak bunları konuşmanın bir anlamı yok artık. Sus."

"Yaren ben seni çok özlüyorum. Her şey bir kenara, dostluğumuzu çok özlüyorum. Yapayalnızım ben sensiz. Hayatımda iyi giden bir yığın şey var ama ben gülemiyorum."

"Sen benim babamla aramı bozmaya çalıştın Mete. Bana iftira attın, farkında mısın? Beni en sevdiğimle vurmaya kalkıştın?"

"Biliyorum..."

"Seni bu şekilde başını öne eğerken görmek hoşuma gidiyor sanıyorsun belki ama ben adım kadar emin olduğum bir şey söyleyeyim mi sana? Sıçtığın dostluğumuza senden daha çok üzülüyorum. Sana kızgın olduğum için, seni bir daha affedemeyeceğim için senden daha çok üzülüyorum."

"Affetmeyecek misin gerçekten?"

"Affetmeyeceğim."

"Yaren-"

"Konuşmamız anlamsız. Bazı şeylerin özür dilemekle geçmesi mümkün değil, anlıyor musun? Babam... Babam ya? Sen beni en hassas noktamdan vurmak istedin. Ben sana nasıl güveneyim ki bir daha? Bir kere kirletmişsin, gözünü karartıp beni kanatmayı istemişsin. Bunun tekrarı olmayacağı ne malum? Hadi olmayacak diyelim, tamam. Ama beni gözden çıkardığın o an hissettirdiklerin ne olacak Mete? Nasıl unutabilirim, söyle?"

Bir şey söylemedi. Yere bakıyordu sessizce. Düşünüyordu belki de, bilemiyorum. Fakat kırk sene de düşünse, yaptığı şeyi unutturabileceği bir yol yoktu. Eriyordu belki buzdan duvarlarım ama yenilerini inşa etmek bir saniye bile sürmüyordu. Güzel anılarımızın üzerine zift misali akıyordu yaptıkları ve ortaya simsiyah bir ekran çıkıyor, ona karşı kör kalmaya devam ediyordum.

Vereceği yanıt ne olursa olsun duygularım değişmeyecekti, bunu çok iyi bildiğimden sırtımı dönmüştüm ve eve doğru ilerlemeye başlamıştım. Geride bıraktığım çocukluğum ise söylediğimden daha çok sıkıyordu canımı. Dost kaybetmek... Anılarla dolu birer yabancıya dönüşmek ve bundan zerrece etkilenmemek mümkün müydü? Gözlerinin içine bakarken, yanında otururken, sarılıp her şeyini hiç çekinmeden anlatırken sonra bir anda yüzünü çevirmek ve bütün o anıları yok saymak nasıl kolay olabilirdi ki... Taş değilse taşıdığı insanın, bu meselenin kolay bir tarafı olamaz. En güvendiğin yerden kanamaşsan eğer, kabul etsen de etmesen de biraz eksiksin artık. Bu eksiklik çok kalabalık. İçinde güvensizlik, kırgınlık, kızgınlık, hasret ve bir daha geriye dönemeyecek olmanın getirdiği bir hüzün var. Böylesi kalabalık bir yerden yanına bir tanesini bile almadan çıkmak ise neredeyse imkansızdı.

                                             ✨

"Eee, ne yapacaksın peki? Böyle mi olacak diyorsun?"

"Anlattığım gibi işte. O an üzüldüm, çok üzüldüm ama eskisi gibi göremedim Gülcan. Olmadı. Güvenmiyorum. Yaptıklarını unutamıyorum."

"Unutulacak gibi değil ki zaten..."

"Kartal'a benzemeye başladım galiba ben."

"Nasıl yani?"

"Ona kızıyordum affetmeyi bilmiyorsun diye. Şimdi ben de onun gibi silmeyi tercih etmeye başladım baksana."

"İyi de Yaren, Metehan'ın yaptığı şey gerçekten özür dilemekle geçecek bir şey değil ki. Üstelik bu kadar beklemesi de garip. Anında kapınıza yapışıp hepinizden özür dilemesi gerekirdi. Sadece sen değilsin çünkü artık. İsmet amcanın da affetmesi gerekiyor."

"Babam hayatta affetmez onu."

"O zaman düşünmeye de gerek yok bence. Sen şimdi Kartal'ı düşün. Kara bulutlar nihayet geride kaldı, farkında mısın? Şimdi birbirinize odaklanacaksınız."

"Cengiz denen adam yakalanmadı ki. O adam dışarıda bir yerlerde elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Kara bulutların basit tarafını hallettik biz, asıl kısmı duruyor yani..."

"Onu da Kürşat Hanbeyli düşünecek Yaren. Öyle bir pisliğin temizliği size düşmez yani, hiç boşuna umutlanma."

Konuşmaya devam ediyordum kendimce ama aklımın bütün odalarında birbirinize odaklanacaksınız kelimeleri yankılanıyordu. Öyle mi olurdu sahiden? Bundan sonra gerçek Kartal'ı mı görecektim? Düşüneceği kötü günler kalmayınca değişmiş mi olurdu? Sahi, nasıl olacak şimdi bu işler? Ben utanırdım yahu...

"Nereye daldın bacım, bi boy ver bakayım?"

"Güli, bu şimdi böyle romantik bir kuş mu olur acaba, he?"

"Nasıl yani?" Kıkırdayarak sorduğu için yüzümü buruşturarak çevirmiştim başımı ve bahçenin ötesine doğru bakarak düşünmeye başladım.

Yok yahu, dev kanatlı bildiğim gibi kalırdı. Hem tanıyordu artık beni, utanacağım şeyler yapmazdı.

"Yaren, sen Kartal'a mesaj falan attın mı?"

"Ne zaman?"

"Ne bileyim, bugün mesela?"

"Daha yeni kavuştu ailesine. Dün gece Ozan'a yazdım sadece. Malum, kuş kafalımın telefonu yok..."

"Nasıllar peki?"

"Pek yazmadı Ozan. Müsait değildi sanırım ben de pek uzatmadım. Kartal iyi aklın kalmasın dedi ben de tamam dikkat edin kendinize deyip sustum."

"E Yaren yani benim kreş müdürü eniştem daha samimi bir insan valla ha."

"Ne ya?"

"Yahu bu çocuk senin sevgilin farkında mısın?"

Bir anda elimi kaldırıp Gülcan'ın ağzına bastırarak etrafı kontrol etmiştim ve "Sessiz konuşsana be!" diye uyardım.

Dev kanatlımı bilmem ama kara bulutlar geri çekilince benim utangaç tarafım diri bir hâle gelmişti kesinlikle. Eski çocuksu tavırlarım yapışmıştı çoktan üzerime ve ne zaman bir sevgilim olduğunu hatırlayacak olsam garip hâllerle etrafa bakmaya başlıyordum. Fakat itiraf edeceğim bir gerçek de vardı tüm bu utangaçlığıma eşlik eden; sıcacıktım. Ona dair hatırladığım her şey içimi sıcacık ediyordu. Utana utana ama kocaman oluyordu kalbim ve bir an evvel güzel yüzünü görmeyi diliyordum.


Sakin bir okul gününü geride bıraktıktan sonra düşünmeye bir an olsun ara vermeyen beynimle birlikte öylece odama kapanmıştım. Güneş dışarı çağırıyordu yahu. Çık odandan, diye bağırıyordu adeta ama kuş kafalımdan haber gelmediği için yatağın üzerinde bir sağa bir sola yuvarlanıyordum. Yalnızca güneş kardeş değil, annem de çağırmıştı dışarı çıkmak için ama annemi de yok saymıştım. İki saat önce Kartal'ın telefon işini halledeceğini söylemişti Ozan. Acaba telefon işini halletmek derken yeni bir operatör oluşturmaktan mı bahsetmişti, yoksa bir insan neden iki saate bir hat alamasındı!

Saç topuzumdan kurtulup yeniden yatağın sol tarafına doğru bayıldım. Yüzümün tamamını yatağa bastırmaya devam edecektim ama nefes alamayınca mecburen kaldırdım başımı ve telefon ekranına bakarak sesli bir şekilde iç çektim.

Sakinleşebilmek için onu hatırlatan şarkılardan birini açtım. Yüz üstü uzanmaya devam ederken bacaklarımı şarkının ritmine göre sallamaya başladım ama ne yaparsam yapayım ekran parlamadıkça rahatlayamayacaktım.

Tam yataktan kalkıp biraz da salondaki koltukların üzerine bayılacaktım ki ekranımdan beklenen atak geldi ve kayıtlı olmayan bir numara kalbimi dev bir gürültü ile sıcacık etti.

053932... : Slm.
(15:17)

Yaren : A.s
(15:17)

053932.. : Tanışak mı?
(15:17)

Yaren : Tanışak

(15:17)

Sevgilimmm🦅 : Sen hayırdır hemen fotoğraf falan? Ben böyle kızları sevmem, vazgeçtim by.
(15:18)

Yaren : Bir yanlışım mı oldu kekom hele dur yav

(15:18)

Sevgilimmm🦅 : Cıks. Racona ters.
(15:18)

Yaren : Yahdhahs sen de fotoğraf gönder yanlışları eşitleyek be kekom
(15:18)

Sevgilimmm🦅 : Bi düşüneyim.

(15:19)

Yaren : Ohoooo sen de hemen ikna oldun, cıks! Ben biraz nazlı erkek isterim..
(15:19)

Sevgilimmm🦅 : Ağzını yüzünü yerim senin.
(15:19)

Yaren : Ahdhwhdj açsanız yemek yiyin lütfen...
(15:19)

Sevgilimmm🦅 : Yok. Benim canım seni çekti😏
(15:19)

Sevgilimmm🦅 : Ne yazıp yazıp siliyorsun ahdhaj
(15:20

Yaren : Dalga geçme benimle
(15:20)

Sevgilimmm🦅 : Yüz yüze de konuşayım böyle bi göreyim felç geçirme anını ahdsjfjs
(15:20)

Yaren : Kartal döverim seni.
(15:20)

Sevgilimmm🦅 : Kartal ne yav?
(15:20)

Yaren : Doğru Kartal olmaz artık. Kekom diyeceğim. Kürdanlı kekom.
(15:20)

Sevgilimmm🦅 : Akşam yanına geleceğim. Şimdilik biraz işim var tamam mı?
(15:22)

Yaren : Tamam. İyisiniz değil mi?
(15:22)

Sevgilimmm🦅 : İyiyiz bebeğim akşam konuşuruz uzun uzun😘
(15:27)

Bir saniye bile kaybetmeden dolabımın karşısına kurulup ne giyineceğimi düşünmeye başlamıştım. Annemin en sevdiği(!) yengemle birlikte halamı ziyarete gitmiş olması büyük şanstı. Oraya gideceğimi söylersem eğer, babam da iş çıkışı halama gidecekti ve dev kanatlıyla birkaç dakika daha kazanmış olacaktık. Çabucak annemi arayıp birkaç saate yanında olacağımı söyledim. Kızmıştı tabii, ne diye birlikte gitmediğimizi sorarken esip gürlemişti ama en sonunda ikna olmuştu.

Altıma koyu renk bir pantolon geçirip, üzerime de kalın bir kazak aldım. Saçlarımı tepede bağlamak istiyordum ama aynaya baktıkça saçlarımı serbest bırakmaya karar vermiştim. Yüzüme de birkaç bir şey sürdükten hemen sonra dev kanatlıma yazdım. Mahalleye gelmemesini, meşhur Cemoka'nın mekanında onu bekleyeceğimi belirttim ve merdivenleri üçer beşer basamaklarla zıplaya zıplaya inerek kendimi otobüse atmayı başardım. Akşam demişti biliyorum. Fakat odada, daha doğrusu kapalı bir alanda kalmak istemememiştim artık. İçim içime sığmadığından hemencecik kaçmak istemiştim ve dışarıda beklediğimi bilirse belki yanıma daha çabuk gelir umuduna sarılmıştım.

Bekle babam bekle... Beklemeye gelmişiz meğer bu dünyaya arkadaş! Hava çoktan kararmış, güneş küsüp giderken beraberinde sert damlalar getirmiş, annem ve babam ayrı ayrı ısrarlarla arayarak iyice sıkıştırmaya başlamışlardı. Kısacası, üç saattir saf saf bekliyordum ve babamdan gelen son arama ile bekleyecek daha fazla vaktim kalmamıştı. Çaresizce başımı telefondan kaldırıp başlayan yağmurdan sonra müşteri beklemekten vazgeçmiş olan Cemal ağabeye baktım. Göz göze geldiğimizde tebessüm ederek dudaklarını birbirine bastırmıştı ve "Gidiyor musun?" diye sordu. Zavallı adam da benimle birlikte beklemişti resmen. Eğer burada olmasaydım muhtemelen bir saat önce başlayan yağmurla birlikte evine dönmüş olacaktı ama kuş kafalı yüzünden adamcağız da burada mahsur kalmıştı.

"Gideyim artık... Kusura bakmayın, sizi de beklettim."

"Yok canım olur mu öyle şey, Kartal yine Kartal işte. Bekletmeyi seviyor."

"Hıııı... Öyle."

Sesimdeki tepkiyi anlamıştı herhalde, gülümsemişti ve "Çok hırpalama" diye alay etti.

Bir bilse nasıl senaryolar canlanıyor aklımda ama söylemeyecektim tabii. Çünkü herhangi bir insan evladı aklımdan geçenleri bilirse, Kartal'ı bir müddet benden uzak tutardı.

Kollarımı göğsümün üzerinde birbirine kenetlemiş biçimde yürümeye başladım. Evden çıkarken hava muazzam olduğu için şemsiye almamıştım. Bu yüzden de bu kerizler için dökülen yağmur tanelerine maruz kalan bir tek bendim. Birkaç dakika öncesine kadar en azından bir tek benim sanıyordum ama "Yaren?" diye seslenince Gülcan, başka bir keriz daha görmüş oldum.

"Güli? Ne arıyorsun sen burada?"

"Ya sorma, bizimkilerle ev bakalım dedik. Annem meğer arabanın anahtarını emlakçıda unutmuş. Ona koşuyorum. Sen?"

"Taşınıyor musunuz ne evi be?"

"Ya yok, abime bakıyoruz. Salak abime! Beyinsiz ya! Kaldır götünü kendi evini kendin bul değil mi? Ama yok, illa bizi de sürükleyecek peşinde."

Kol kola girdiğimiz sırada dizlerimize çarpacakmışçasına yaklaştı bir araba ve durup kornaya asılarak kulaklarımızı kanatmaya başladı.

"Bu kim ya?!" diye bağırdı Gülcan. Aynı anda Ozan'ın sesi de yükseldi, "Yaroooooo!"

Şöyle bir kaldırdım başımı ve şoför koltuğunda oturan kuş kafalıyı gördüğüm gibi sırtımı dönüp yolun karşısına doğru ilerlemeye başladım.

Arkama bakmıyordum ama tahminimce üçü birden peşimden geliyorlardı. Ozan'ın kıkırdayışları en sol taraftan geliyordu. Gülcan da kıkırdamaya başlamıştı şimdi ve hızlı hızlı attığım adımlarımın sağ tarafına bir kazma çıktı. Ayağını yere ayarsızca çarptığı için kaldırımda biriken su bana geldi. Anında ben de ayağımı çarpmıştım yere ama benim minnoş ayağımın yükseltebildiği su, kazma kuşunun bacağına sıçrayacak kadar güçlü olmamıştı ne yazık ki...

"Dursana yav.."

"Konuşmuyorum seninle."

Göz ucuyla baktığında şortla dolanıyor olmasına gözlerimi kocaman açarak durdum ve "Bu hâlin ne senin?!" diye çıkıştım.

Üzerindeki kapüşonlunun ceplerinde tuttuğu ellerini çıkarmadan ima ettiğim şortuna doğru baktı ve "Ev hâli?" dedi. Ciddiyetsizliğini fark etmek uzun sürmemişti. Bu yüzden ben de hemen küs olduğumu hatırlatmıştım kendime ve "Neyse, bana ne..." diye mırıldanarak yürümeye devam ettim.

"Bunlar güreşirler, sen tetikte ol Gülcan" Ozan'ın sözlerini duyduğumda gülmek gelmişti içimden ama kendimi tutmayı başarmıştım ve sahte bir öfkeyle omzumun üzerinden karşılık verdim, "Dikkat et önce senden başlamayayım kurbağa herif!"

"Yaren!"

"Konuşmuyorum seninle!"

"Yav akşam demiştik akşam geldim işte?"

"Kartal bak benimle dalga geçme!"

"Bir dakika bir dakika, dalga mı geçiyorum yani ben?"

"Yok da ne yapıyorsun? Dalga geçiyorsun işte! Üç saat bekledim seni farkında mısın?! Şimdi bir de annemle uğraşacağım zaten, git valla bak çok fena olur!"

"Siz niye gülüyorsunuz yav? Yaren? Yaren bir dakika."

"Ne? Ha söyle, iş adamı söyle?"

"Bak benimle kinayeli kinayeli konuşma."

"Allah Allah ya, konuşursam ne olur?"

Önce ağzından çıkardığı komik bir "vıckkk" sesi sonrası ayağının ucuyla yerdeki suyu kaldırdı ve üzerime doğru savurdu pis kuş.

"Ya Kartal!" Üzerine koşup sırtına vurmuştum ama akıllanmıyordu ki şapşal. Utanmadan aynı şeyi bir kez daha yapmıştı sanki çok az ıslanmışım gibi ve pis pis sırıtıyordu.

"Ya bir de gülüyorsun! Gebertirim seni!" Bu defa yakalamıştım, gerçekten çok az kalmıştı ama boşuna demiyordum dev kanatlı diye. Kanatlarını devreye sokarak beni etkisiz hâle getirmesi bir dakikasını bile almamıştı ve bir anda kanatlarının tekinin altında bulmuştum kendimi.

"Bırak ya, istemiyorum bırak!"

"Valla çıkamadım güzelim ya, bi dinlesen açıklayacağım zaten. Hadi dur."

"Çek kolunu..."

"Çekmeeem..." son heceyi tatlı tatlı uzatarak söyleyip kafamın tepesine uzun bir öpücük kondurmuştu. Bu sırada arkamızdan gelmeye devam ettiklerini düşündüğüm şapşallarımın olmadıklarını fark etmiştim ama sormama müsaade etmemişti kuş kafalı. İlk gördüğü kafeye girmemi sağlamıştı ve ısıtıcının altına oturacağım şekilde elimden çekti.

"Babam aradı babam, kalamam şu anda anlıyor musun?"

"Yav tamam. Bırakırım birazdan halana. İki dakika dur."

"Uuuffff..."

Karşımda oturmak yerine yanımdaki sandalyeye geldi. Yaklaşan garsona, "Çiçekli ne varsa getir genç" diye seslendi ve kolunu omzuma attı. Çemkirik yüzüm nasıl da hoşuna gidiyordu. Bir burnumu sıkıyordu bir yanağımı ve asla uslu duramıyordu.

"Açıklamanı bekliyorum?"

"Ciddi kız..."

"Kartal?"

"Efendim canım?"

"Açıklama!"

"Durumlar biraz karışık. Şimdi canını sıkmayayım. Ama valla çıkamadım evden. Salmadılar yani."

"O zaman haber verseydin? Niye yazmıyorsun?"

"Yazdım ya güzelim, gecikebilirim sen eve dön dedim. Ama sen halama gideceğim zaten beklerim burada deyince ses etmedim, ne yapayım?"

Çiçekli pasta önüme bırakılınca aptal yüzüm hemen gülmüştü. Eh, bu gülücük gök gözlerden de kaçmamıştı elbette ki ve muzip bir tebessümle çatala uzanıp, "Ellerimle besleyeyim" diye alay etti.

"Sen olsaydın yerimde acaba bana neler yapardın..."

"Hiçbir şey. Çünkü ben anlayışlı bir insanım."

"Heeee... Hı hı..."

"Aç ağzını aç."

Ağzımı açarak tutarlılığımı yitirmiştim maalesef. En azından yarın sabaha kadar huysuz kalmaya devam edebilirdim ama çok hassas bir noktadan yakalamıştı beni uyanık kuş; çiçekli pastaya dayanamazdım...

Bana kalırsa gayet sıradan ve normaldim. Pastanın son lokmasını da ağzıma atmış keyifle mideme bayram indiriyordum ama Kartal bir tuhaf bakmaya başlamıştı yüzüme.

Lokmamı yutana kadar gözlerimi kaçırmaya devam ettim. Bir yudum su ile ağzımı temizleyip yeniden arkama yaslandığım sırada göz kırpınca kürdanlı kekom, ben de göz kırparak karşılık verip, "Gitmem lazım artık" diye mırıldandım.

"Tamam kalkarız şimdi ama sen önce bi söyle bakayım, n'oldu?"

"Kızmıştım sana ama geçti işte, başka bir şey yok?"

"Var. Görüyorum. Canın bir şeye sıkıldı senin."

"Sizi düşünüyordum. Ailenle nasıl olacak, nasılsınız falan... Öyle yani. Ama vaktim olmadığı için sormuyorum şimdilik."

"Tamam o da vardır illaki kafanda ama, başka bir şeye sıkıldın sen. Söyle?"

Önce masanın üzerine bakarak sessizce bekledim. Şaşkındım, çünkü bu meseleyi kendi içimde hallettiğime ve dışarıdan bakan gözlere belli etmediğime inanıyordum. Fakat dikkatle bakmaya devam eden gök gözler, oynadığım oyunu anında fark etmişti ve anlatmamı bekliyordu.

Usulca yüzümden çekti gözlerini. Diğer masalarda gülüşen insanlara bakıp elimden tutarak ayağa kalktı ve masanın üzerine parayı bırakıp sakince ilerlemeye başladı. Cemoka'nın mekanına yakın bir yerde kalan arabayı alıp gelmişti Ozan. Kafeden çıkar çıkmaz başını sallayarak işaret vermişti Kartal, bu işaretin ne anlam taşıdığını ben anlamamıştım ama Ozan saniyesinde anladığını belli ederek arabadan inmişti. Bana gönderdiği uzaktan öpücü sonrası, "Gülcan'ı emlakçıya bıraktım aklın kalmasın Yaro" diye açıklayıp Kartal'a bakarak ekledi, "Ben de buradan eve geçiyorum?"

"Evde görüşürüz."

Ön koltukta parmaklarımı birbirine kenetlemiş şekilde öylece oturuyordum ve çok sessizdim. Beklediği açıklamayı bir çırpıda yapıp kurtulmayı çok istiyordum ama Metehan ismini duyduğu an dinlemek yerine bağırmaya başlayacağını düşündüğüm için ağzımı açamıyordum. Fakat ben ne kadar susmak istiyorsam o da o kadar duymak istiyor gibiydi. Arabayı sakin bir yere çekip sakince yüzünü bana çevirmişti. Birbirine kenetlemiş olduğum ellerime bakarken yavaşça uzanıp sol elimi kavramıştı ve sessizce bekledi.

Bir kaçtı...
İki kaçtı...
Ama üçleyemeden pes etti gözlerim.

Gök gözlerinin içine odaklanmış, sessizliğimi her an bozacak bir ifadeyle dudağımın içini kemiriyordum. Bir süre daha o da sessiz kalmaya devam etti. Saniyeler dakikalara yetişince dudakları aralandı ve "Yaren" diye mırıldanıp biraz daha yaklaştı.

"Efendim?"

"Ben sana yabancı mıyım?"

"Yoo. Hayır..."

"O zaman niye tutuyorsun kendini?"

"Kızacaksın çünkü."

"Ha. O zaman benden bir halt olmaz yav."

"Hayır ya, ne alakası var?"

"E derdini bile söyleyemiyorsan ne işin var benimle? At gitsin beni."

"Ya Kartal..." dayanamayıp tebessüm ederek yanaklarından tutunca o da tebessüm edecekmiş gibi bakmıştı ama ifadesi değişmemişti. Oldukça dikkatli bir şekilde bakmaya devam ediyordu ve alnını alnıma yaslayarak, "Bırak da bir kere ben vurayım sırtıma, hadi" diye mırıldandı.

"Yer varmış gibi..."

"Var var. Benim sırtım geniştir."

"İki gün önce Metehan'la karşılaştık. Daha doğrusu konuşmak için yanıma geldi."

Bir anda kaşlarını çatar ve küfür ederek arabadan iner diye düşünerek susmuştum ama kıpırdamamıştı bile dev kanatlım.

"Küfretmedin?"

"İç sesin dışarıya duyulmama gibi şahane özellikleri var."

Bu defa aynı anda tebessüm etmiştik. Ama o benden daha hızlı bir şekilde kuşanmıştı ciddiyetini ve "Eee, neymiş derdi zeytinyağının?" Diye sordu.

"Özür diledi."

"Affettin mi?"

"Hayır tabii ki. Affedemiyorum. Kızacaksın belki ama affedemediğim için üzülüyorum ben. Yani, ne bileyim. Aramızdaki bağı mahvetti. Babamla aramı bozmaya kalkışacak kadar çirkinleşti... Ama ben böyle onun gözlerine bakınca... Ne bileyim işte. Eski günlerimizi çok özlüyorum sanırım."

"Yaren, bu zeytin sana yürümedi mi? Neyi özlüyorsun sen şimdi anlamadım?"

"Dostumu özlüyorum. Öz kardeşim gibiydi. Birlikte büyüdük biz... Ben var ya, onu üzecek bir şey yapmamak için hep keyif aldığı, sevdiği şeyleri seviyormuş gibi yapardım. Hani insan evinin içindekilere sırtını dönemez ya kolay kolay. Öyleydi işte. Kavga eder ama günün sonunda yine birbirimize kalırız biz, derdim. Ama o an, böyle gözlerinin içine baktığımda bir daha o duygularla ona sarılamayacağımı fark ettim. Özür dilemiş olması hiçbir şeyi değiştirmedi... Güvenim yerine gelmedi. Kaybettim."

"Kaybettin?"

"Kaybettim evet..."

Derin bir nefes çekerek alnını alnımdan kaldırdı ama gözlerini gözlerimden ayırmadı. Islak saçlarımı kulağımın arkasına alırken yaklaşıp alnımdan öpmüştü uzun uzun ve dudaklarını alnımın üzerinde tutmaya devam ederek, "Ben olayım, yetmez miyim?" dedi.

Merakla geri çekilip gözlerine baktım. Dolu dolu bakıyordu. Tebessüm ediyordu ama hüzünlü bir tebessümdü bu, yanılmıyordum. Şimdi her iki elini birden kaldırıp yanaklarımı sardığında, "Zeytin beyinli için doluyor ya şu gözlerin, o herifi baş aşağı bir yere gömesim geliyor Yaren" sözlerinden sonra dudaklarını sıkarak duraksayıp, "Ben olayım dostun, sırdaşın, arkadaşın, ne istersen o olayım. Yetmez mi?" diye ekledi.

"Yetmez mi..."

"Ama ağlarsan böyle, o herifi harbiden sokarım bi yerlere Yaren."

"Asabım bozuldu ne bileyim ya..."

"Yav, tamam, özlenir. Anlıyorum. Anlamıyor gibi görünüyorum ama harbiden anlıyorum. Özlenir."

"Hep özleyecek miyim böyle?"

"Beni sırf sevgilin olarak görmek yerine bütün boş alanlara yayarsan, özlenecek biri bırakmam ben sana. Hani şu meseleyi bile anlatırken kasılmayacak kadar yakın görmen lazım beni, anlıyor musun?"

"Görüyorum..."

"Görmüyorsun. Göreceksin ama. O iş bende."

Gözlerimi kısarak bakınca o da aynı şekilde bakarak karşılık vermişti ve yeniden alnımdan öptüğü gibi "İsmet Paşa'yı bekletmeyelim daha fazla" deyip arabayı çalıştırdı.

"Sen şimdi gerçekten de kızmadın ve anlayışlı bir sevgili olup Metehan'ı özlüyor olmama saygı gösteriyorsun? Doğru mu görüyorum?"

"Sen Metehan'ı özlemiyorsun bal sevgilim. O hıyarın yaptıklarını hatırladıkça verdiğin değeri piç etmesine üzülüyorsun. Durum bu yani."

"Geçici bir şey mi bu peki?"

Havalı havalı sırıttı. Göğsüne hafifçe elimi çarparak ne diye sırıttığını ima ederek baktığımda yine aynı şekilde sırıtmaya devam etmişti ve yanağımdan sıkarak mırıldandı, "Ben sevgilime bi hıyarın yasını tutturmam. Rahat ol."

"Kürdanın nerede senin, artist?"

"Bundan sonra öyle gezeceğim"

"Tespih de alalım mı sana ördeğim?"

"Turuncu olsun ama?"

Doğru bir kalpte olmak ve doğru bir kalbi sahiplenmek ne büyük bir huzur kaynağıymış meğer; güzel yüzüne baktıkça huzurdan başka bir şeye yer kalmıyordu içimde. Merak etme sen şarkısını açmış, şapşal bir ifadeyle eşlik ederek nasıl da gülümsetiyordu. Toprak olur taş olurum, sözlerine iyice bağırarak eşlik etmiş, devamında gelen yoluna yoldaş olurum sözlerine de aynı keyifle eşlik ettikten sonra istersen gardaş olurum, kısmında pis pis gülümseyip alaycı bir ifadeyle göğsüne çekmişti beni ve kafamın orta yerine bir öpücük bırakmıştı.
Merak etme sen,
Merak etme senn...

    Halamın evinin önüne vardığımızda babam dışarıda beklediği için dev kanatlıma sarılmadan inmiştim arabadan ve koşarak babamın yanına gidip, kolunun altına yerleştim. Dakikalar önce Kartal'ın uzun öpücükler bıraktığı alnıma bu defa babam bir buse kondurmuştu ve Kartal'a kuru bir selamla elini sallayıp apartmana doğru ilerlememizi sağladı. Bir sürü soru sorar diye düşünmüştüm ama bugün ne düşünürsen tam tersi oluyordu. Hiçbir şey sormamıştı babam. Sadece "Islanmışsın, halandan bir şeyler al da üzerini değiştir prensesim" demişti ve ben de itiraz etmeden aynen dediğini yaparak halamın yatak odasına kaçmıştım.

Tam bu sırada telefonuma gelen mesaj bildirimi ile yatağın ucuna oturum mesajı açtım. Aynı anda halam da odaya gelmişti ve "Yakışıklı da bi uğrasaydı" diye alay etti. Sonra benim telefon ekranına bakarak garip sesler eşliğinde sallandığımı fark etmiş olacak, "Ne o kız" deyip telefonu almıştı elimden ve Gülcan'ın gönderdiği videoyu seyredip, "Niye ıslak geldiğin anlaşıldı" sözleriyle sırıtarak telefonu yanıma bıraktı.

Gülcan : Sanırım yağmur olsam hep size yağardım 😍😂😂

(19:37)

Yaren : Bana çocuk diyor bir de... hareketlere bak
(19:38)

Yaren : Keşke bi tur ısırsaydım sjdjjskdksks
(19:38)

Gülcan : Ağğğ ulan be. Bu videoyu seyrede seyrede duaya duracağım şimdi😄
(19:38)

Yaren : Aynısının laciverti var? Sjdjsjjdjs
(19:38)

Gülcan : Yok be Yaren ya, o tren bi es geçti beni gibi.
(19:38)

Yaren : Sen o treni bekledin mi yani bir dakika, Gülcan?
(19:38)

Yaren : Gülcannnn?!!
(19:39)

Durmadan mesaj atmaya devam ediyordum ama Gülcan yanıt vermiyordu bir türlü. Şansımı arayarak da denemiştim az evvel ama sonuç değişmemişti. Sustukça da içime düşürdüğü huzursuz tohum büyümeye başlıyordu.

Olabilir miydi?
Benim güzeller güzeli Gülcan'ım, Ozan'a karşı gerçek ve derin duygular beslemiş ama karşılık görmeyeceğini düşünüp içine atmış olabilir miydi?
Olmuştu işte yahu, ne diye düşünüyordum ki? Benim biricik kardeşim aşıktı ve ben kara bulutlarla uğraşmaktan bu durumu fark edememiştim. Daha doğrusu fark etmiştim ama ciddiye almamıştım.
O zaman bunun tek bir anlamı vardı artık; Yaren Aral için kolları sıvamanın ve kurbağanın başını bağlamanın vakti gelmişti ağalar!

Babam misali göğsümü şişirerek halamın salonuna ilerlediğim sırada içeri bu şekilde girmenin anlamsız olacağını düşünerek kendimi toparlamayı denedim. Salona giremeden ise Fahrettin enişte belirmişti karşımda ve samimi bir tebessümle yaklaşıp, "Behiye Hanım toparlanmış mı?" diye sordu,

"Nasıl, anlamadım?"

"Sabah hastaneye götürmüşler ya , şirkette söylediler. Kartal'la beraber değil miydin sen?"

"Evet..."

"Annesi fenalaşmıştı sabah, haberin yoktu sanırım"

Eskiden olsaydı kızmakla kalmayıp ağzıma geleni saydığım bir mesaj yazardım. Eskide değildik ama. Hiçbir şey eskidi gibi değildi ve olmayacaktı da. Şimdi kızmak yerine, bir bildiği var ki anlatmadı diyordum içimden. Yine de üzülmeden edemiyordum tabii. Benim anlamsız Metehan derdimi konuşmak yerine, henüz kavuştuğu ailesi hakkında konuşmamız gerekirdi.

Fahrettin enişteye bir şey söylemeden sessiz bir şekilde annemlerin yanına geçip oturdum. Reyhan yengemin sorularına kısa yanıtlar verdikten sonra annemin uzattığı pasta dolu tabağı dizlerimin üzerine aldım ve çatalı düşmeyeceği şekilde tabağın kenarına bırakıp telefonumu aldım. Masum paşamın gözleri üzerimdeydi, biliyordum. Onu daha fazla huzursuz etmemek için de Kartal'a kısa bir mesaj atmıştım ve telefonu bırakıp dizlerimin üzerindeki tabağa odaklandım.

Tamam, eskisi gibi değildi hiçbir şey bunu kabul ediyordum zaten ama değişmeyen şeyler de vardı şüphesiz; aklıma koyduğumu yapmam gerektiği gibi şeyler... Onunla yüz yüze konuşmadan bu geceyi bitirip sabaha ulaşamazdım. Bu yüzden de penceremi açık bırakacağımı yazmıştım sadece ve şimdi geriye kalan, sabırla odama gelmesini beklemekti.

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

1.3M 54K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
634K 19.5K 54
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1.5M 50.4K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
BERCESTE Af itsmegokcen

Teenage Fiktion

5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...