Y A N G I N

By endlesseher

1.7M 79.1K 30.3K

Konuşmadığım için dilsiz sanılan, ruhunu insanlara kapatmış biriydim ben. Üzerimde, etekleri kan lekeli beyaz... More

❄GİRİŞ🔥
❄1.BÖLÜM~OYUN🔥
❄2.BÖLÜM~BEDEL🔥
❄3.BÖLÜM~UÇURUM🔥
❄4.BÖLÜM~AİTLİK🔥
❄5.BÖLÜM~SICAK🔥
❄6.BÖLÜM~İKİNCİ OYUN🔥
❄7.BÖLÜM~YANSIMA🔥
❄8.BÖLÜM~KELİMELERİN İNTİHARI🔥
❄9.BÖLÜM~GİRDAP🔥
❄10.BÖLÜM~İHANETİN GÖLGESİ🔥
❄11.BÖLÜM~RİYAKÂR HİSLER🔥
❄12.BÖLÜM~GEÇMİŞİN İZLERİ🔥
❄13.BÖLÜM~GECE🔥
❄14.BÖLÜM~UMUT SEMASI🔥
❄15.BÖLÜM~DÖNÜM NOKTASI🔥
❄16.BÖLÜM~KALPTEN GELEN🔥
❄17.BÖLÜM~LEKE🔥
❄18.BÖLÜM~NEFRET SIZISI🔥
❄19.BÖLÜM~BEKLENMEYEN🔥
❄20.BÖLÜM~EMARE🔥
❄21.BÖLÜM~YARIŞ🔥
❄22.BÖLÜM~YIKIM🔥
13.11.1997❄Yıkımdan Doğan Mucize
❄23.BÖLÜM~YENİ BAŞTAN🔥
❄24.BÖLÜM~KOR🔥
❄25.BÖLÜM~SÜVEYDA🔥
❄26.BÖLÜM~LÂHZA🔥
❄27.BÖLÜM~CELLAT🔥
❄28.BÖLÜM~LAVİNİA🔥
❄29.BÖLÜM~VECD🔥
❄30.BÖLÜM~İLGİ🔥
❄31.BÖLÜM~UFUK ÇİZGİSİ🔥
❄32.BÖLÜM~KALP ATIŞI🔥
❄33.BÖLÜM~EĞLENCE🔥
❄34.BÖLÜM~NÂR🔥
❄35.BÖLÜM~İÇ ACISI🔥
❄36.BÖLÜM~İNTİKAM🔥
❄37.BÖLÜM~TUTSAK🔥
❄38.BÖLÜM~FEDAİ🔥
❄39.BÖLÜM~AHDE VEFA🔥
❄40.BÖLÜM~HİSLER DİYARI🔥
❄41.BÖLÜM~GERÇEKLER🔥|Part1|
❄42.BÖLÜM~GERÇEKLER🔥|Part2|
❄43.BÖLÜM~EV🔥
❄44.BÖLÜM~DÖKÜLEN İLK KAN🔥
❄45.BÖLÜM~KORKU🔥
❄46.BÖLÜM~ARMAĞAN🔥
❄47.BÖLÜM~YİTİK RUHLAR🔥
❄48.BÖLÜM~SOĞUK KURŞUN🔥
❄49.BÖLÜM~ACI İLKLER🔥
❄50.BÖLÜM~BEŞ CESET🔥
❄51.BÖLÜM~YALNIZLIĞA AİT🔥
❄52.BÖLÜM~KEŞKELER🔥
❄53.BÖLÜM~KAPANMAYAN YARALAR🔥
❄54.BÖLÜM~İÇİLEN AND🔥
❄55.BÖLÜM~DUVARLAR🔥
❄56.BÖLÜM~BEKLENEN PLAN🔥
❄57.BÖLÜM~YÜZLEŞME🔥
❄58.BÖLÜM~CEHENNEME DAVET🔥
❄59.BÖLÜM~YANGIN YERİ🔥
❄FİNAL~ODUNCU VE ORMAN GÖZLÜ KIZ🔥
İkinci Kitap / Final Açıklaması
27.03.1995🔥DİRENİŞİN ATAN KALBİ
GİRİŞ: DEVRİM
61.BÖLÜM: ÖLÜM UYANIŞI
62.BÖLÜM: GERİ DÖNÜŞ
63.BÖLÜM: YENİDEN DOĞUŞ
64.BÖLÜM: HER ŞEYE RAĞMEN
65.BÖLÜM: BİZİM İÇİN
ATEŞ ÇAĞIN ERTAN: ÖLÜM UYKUSU
67. BÖLÜM: ANLAŞMA
68.BÖLÜM: BAŞKA İHTİMALLER
69.BÖLÜM: KÂBUS
70.BÖLÜM: ATEŞİ YAKANLAR

66.BÖLÜM: SON BULAN KORKULAR

7.7K 499 666
By endlesseher

#Black Atlass- Sacrifice

#Hidden Citizens & Rånya- Let Me Out

Herkese selammm,

Çok dolu dolu bir bölüm oldu. Bu yüzden en az +450 oy ve +800 yorum istiyorum. Lütfen lütfen, oy vermeden geçmeyin arkadaşlar.

E o zaman keyifli okumalar <3


Yaralarını birer silaha dönüştür.

Bırak hırsın, gücün ve direnişin olsunlar.

Binlerce yaram vardı.

Ve aslında binlerce de silahım.

Yaşadığım her şeyin beni sürüklediği son yol buydu ve öyle ki bundan sonra kanasalar bile yaralarımı sarmayacaktım. Acımalarına izin verecek, gücüme güç katacaktım. Artık beni, canımı acıtmakla tehdit edemeyeceklerdi.

Karşımda sallanan kum torbasına sert bir yumruk daha geçirdim.

Kendimizi Kıyamet'e kapatalı neredeyse bir hafta olmuştu ve işler, sandığımdan çok daha hızlı ilerliyordu. Kıyamet'in üstündeki alanı kendimiz için bir sığınağa çevirmiştik. Mekanın arka tarafından demir merdivenlerle çıkılan yüksekte bir girişi vardı. Baran içeriye dört oda ve ortak salondan oluşan bir alanı üç gün içerisinde hazırlatmıştı, o üç günde mekanı erken kapatıp localarda uyumuştuk ve banyo gibi temel ihtiyaçların karşılanacağı tesisatı kurmak için epey masraf yapmıştık, güncel durumları göz önüne aldığımızda bu bizi az da olsa zorlamıştı. Yine de herkesin motivasyonu yerindeydi. Şimdilik sessizce işimize bakıyor, zamanı kullanıyorduk.

Gerilip kum torbasına bir yumruk daha geçirdim. Kendimi toparlamaya önce bedenimden başlamıştım çünkü sağlam kafa, sağlam bedende bulunur dedikleri laf son derece doğruydu. Sürekli yorgun hissetmek mental sağılığımı aşağı çekiyordu ama artık o hastalıklı ruh hâlinden kurtulmaya başlamıştım. Bedenim de buna ayak uydurup daha hızlı iyileşiyordu.

Kendimiz için oluşturduğumuz sığınağın dışında, mekanın üstü kocamandı ve çoğu yer inşaat halindeydi. Bir kısmını kendim için ayırmıştım ve her sabah kalkıp spor yapıyor, bedenimi kontrollü bir şekilde yoruyordum. Bu kum torbası ve yerdeki koca spor minderini de Ateş'ten istemiştim. O da her sabah benimle birlikte spor yapıyordu ama ben hep daha erken kalkıyordum.

Sabahın altısında uyanmak pek Ateş'e göre değildi.

Kum torbasına indirdiğim bilmem kaçıncı yumrukta eklemlerim sızladı ve sert bir nefes bırakarak geri çekilip bandaj sardığım ellerime baktım. Parmaklarımın bitim yeri kızarmış ve noktalar halinde kan toplamıştı. Kendimi biraz fazla zorluyor olabilirdim ama en kısa sürede toparlanmak istiyordum. Çünkü diğerleri, Ateş'in ve özellikle de benim hazır olmamı bekliyordu.

Nefeslenerek birkaç adımda kenara bıraktığım su şişesini kaptım ve kapağını açıp başıma diktim. Saniyeler içinde suyu bitirip şişeyi yere attığımda geniş alanı dolduran adım seslerini duydum; bakışlarım duvar bitiminde, yandan açılan koridorun ucuna gitti. Baş parmağımı kullanarak ağzımın kenarından akan suyu silerken hâlâ nefes nefeseydim.

Sonra onu gördüm.

Koridordan çıkınca gözleri direkt gözlerimi yakaladı ama yanıma gelmek yerine olduğu yerde kalıp bana görsel bir şölen sundu. Üstü çıplaktı, altında paçalarından sıkan siyah bir eşofman vardı ama ayaklarına hiçbir şey giymemişti. Muhtemelen yine yataktan kalktığı gibi beni bulmuştu. Bir kolunu kaldırıp koridor ve duvarın birleştiği köşeye yasladığında karnındaki bütün kaslar gerildi, başını hafif omzuna doğru yatırdı ve dağınık saçları, capcanlı bakan mavi gözleriyle beni seyretti.

Ateş'le geçen bu bir haftada bir an olsun ayrılmamıştık. Sürekli dünyanın en alakasız konuları hakkında konuşmuş, birbirimiz hakkında bir sürü şey öğrenmiştik. Bu ruhuma öyle iyi gelmişti ki içimi yakan özlem azalmış, yerini kalbimi kasıp kavuran Ateş'e duyduğum o sevgi almıştı.

Artık her gece kollarında uyuyordum. Her sabah ilk onu görüyordum. Bu sanki bizi acılardan arındırıyordu. Özellikle Ateş gerçekten çok hızlı toparlanıyordu, gözlerinde artık eskiden tanıdığım o adam vardı ve bir şekilde daha güçlüydü.

Üstümüzdeki ölü toprağı atıyorduk. Yeniden Orman ve Ateş oluyorduk.

Elimi yavaşça yüzümden aşağı indirirken alt dudağımı yavaşça yaladım. Mekânın içi sıcak olsa da burası tam çatı altı olduğu ve inşaat olarak kaldığı için serindi. Yine de dışardaki Kasım soğuğuna rağmen birkaç dakika spor yaptıktan sonra ısınmaya başlıyorduk. Bu yüzden tıpkı Ateş gibi çıplak ayaklarımın üzerindeydim. Siyah bir tayt ve yarım, sporcu atleti giymiştim. Kısa saçlarım toplanmadığı için dağınıktı.

"Erkencisin," diye konuştu duruşunu bozmadan. Dudaklarında hafif bir gülümseme vardı, ilgili gözlerle bana bakıyordu.

"Bugün kırk iki dakika geciktin," dedim saçımı kulağımın arkasına iterken. Bakışları kısa bir an ellerime kaydı. "Bir de bana uyuşuk derdin Ateş. Şimdi kimmiş uyuşukluk eden?"

Gülümsemesi büyüdü ve oldukça meydan okur bir tavır aldı. Kolunu indirip sağlam adımlarla bana doğru gelmeye başladığında gözlerim bedeninde dolaştı. İkimiz de fiziken toparlanıyorduk ve Ateş şimdiden kilo almış gibiydi ya da sadece gözlerim onu böyle görmek istiyordu, bilmiyordum ama kesinlikle yaptığımız spor işe yarıyordu. Bunu ona bakınca daha net anlıyordum. Kasları daha belirgindi ve artık dinç görünüyordu. Göğsünün üzerinde, dövmesindeki altı bıçak yarası da iyileşmeye başlamıştı.

Onları gizlemiyordu. Hiç unutturmuyordu çünkü zamanı geldiğinde tuttuğu en güçlü silahlar olacaktı.

Ateş'in adımları kum torbasının diğer yanında durduğunda saçımı savurup hemen pozisyonumu aldım. O da yumruklarını kaldırdı ve keskin bakışları gözlerimin içindeyken "Seni izlemekten uyuyamıyorum," deyip öyle sert bir yumruk attı ki kum torbası bana doğru gidip geldi. "Uyuşukluk ediyorsam senin suçun."

Kollarında şişen damarlara hızlı bir bakış attıktan sonra karşılık olarak ben de bir yumruk salladım. Dudaklarımda geniş bir gülümseme oluştu ama tıpkı onunki gibi, imalarla doluydu.

"Desene işin zor."

"Çok," dedi 'o' harfini aheste aheste uzatarak.

Yine sert bir yumruğu kum torbasına geçirdi ve torba ikimiz arasında gerilerek yeniden gidip geldi. Her hareketinde vücudundaki tüm kaslar hareket ediyor ve şekil alıyordu. Omuz kaslarının dansını saatlerce seyredebilirdim. Yavaşça alt dudağımı emip bıraktım.

Kum torbasının iki yanından sinsi bir gülümsemeyle birbirimize baktık; attığımız yumruklarla aslında meydan okuyorduk.

En iyi şekilde karşılık vermeye çalıştım. Bana doğru gelen kum torbasına kontrollü ama oldukça kuvvetli bir yumruk attığımda bileğim sızladı ve parmaklarım acımaya başladı ama kum torbasının hızını kesmiş ve Ateş'e doğru sallanmasını sağlamıştım. Verdiğim kaşılık kaşlarını kaldırmasına sebep oldu, yüzümün önünde sımsıkı tuttuğum yumruklarıma bakıp tekrar gözlerime odaklandı.

"Bileklerini inciteceksin," dediğinde "Bir şey olmaz," dedim hızla. "Devam et."

Kum torbasını tutup parmaklarıyla sabitlediğinde "Bana karşı bu kadar hırslı olman gururumu okşuyor," dedi gıcık bir sesle ve çıldırtıcı bir şekilde gülümseyerek. "Ama boynuzun kulağı geçmesi mümkün değil Orman."

Sabah sabah bu kadar yakışıklı görünen suratı sinirlerimi iyice bozduğunda cevabım bir yumruk daha atmak oldu ama bu sefer hedefim kum torbası değil, direkt o suratın kendisiydi. Ama Ateş ne yapacağımı daha bakışlarımdan anlamıştı. Gülerek kendini geri çekti ve üstüne yürüdüğümde bir anda minderin üzerine doğru adımladık.

"Demek savaş istiyorsun," dedi yumruklarını yüz hizasına kaldırıp dövüş pozisyonu alarak, hâlâ gülümsüyordu.

"Bana karşı kazanabileceğini mi sanıyorsun?" diyerek üzerine doğru adımladım ve bir yumruk daha salladım ama yine usta bir şekilde kurtulup kenara geçti.

"Sana yenilmek mi?" Dudağının kenarını kıvırdığında üst dişleri gözüktü ve fısıltıyla konuştu: "Zevk duyarım."

Bu oyunbozan tavrı içimdeki dürtüyü daha çok kamçıladı. Hırslanıp üst üste iki yumruk attım ama Ateş ikisinden de kaçtığında son hamle olarak hızlı bir tekme savurdum. Çok ani oldu, bir anda bacağımı dizimin altından yakalayıp beni sert bir şekilde kendine çektiğinde diğer ayağım minderin üstünde kaydı ama düşmedim, Ateş diğer kolunu belime sarıp beni yakaladı ve dizimden tuttuğu bacağımı belinin yanına aldığında burun buruna geldik.

Haylazca sırıttı. Anın şokuyla birkaç saniye yüzüne baksam da dayanamayıp ben de gülümsedim ve tutunduğum omuzlarına vurarak "Hile yapıyorsun," dedim.

"Ne gibi?" diye sordu bilmezden gelerek. Bacağımı daha sıkı kavrayıp beline sardığında beni sımsıkı tutuyordu yoksa düşerdim. Aramızda santim boşluk bile yoktu. Tenindeki sıcaklık anında bedenimi uyuşturmuştu.

"Önce küçümsüyorsun, sonra dikkatimi dağıtacak şeyler söylüyorsun. Adil bir savaş olmuyor."

Oyunbozanlık ediyorsun.

Üst üste cıklayıp "Seni hiçbir zaman küçümsemedim Orman Kızı," dedi gözlerimin içine bakarak. Nefesi dudaklarıma, içime akıyordu. "Kim seni, nasıl küçümseyebilir ki?"

Muhteşem bir renge sahip mavi gözlerine böylesine yakından bakarken kollarımı tamamen geniş omuzlarına attım ve ellerim ensesinde birleşti. Parmaklarımı ensesindeki saçlara geçirdim.

"Boynuz, kulak falan diyordun az önce?"

"O seninle alakalı bir şey değil ki," dedi beni çıldırtmaya yemin etmiş gibi. "Sadece ben biraz fazla ulaşılmazım."

"Aman, yesinler egonu," dedim gülümsemeyi bırakmadan.

"Sen ye," dediğinde dayanamayıp güldüm. Şaka yapmıyordu, gerçekten onu yememi ister gibi bakıyordu ve eğer biraz daha bu pozisyonda kalmaya devam edersek hayalleri gerçek olabilirdi. Şimdi değil, dedim kendi kendime.

"Beni bırak da devam edelim."

"Boşver şimdi onu bunu." Beni daha sıkı sardı, çıplak göğsüne tamamen yaslandığımda göğüslerim aramızda kalmış ve sıkışmıştı. "Günaydın öpücüğü yok mu?"

"Eğer beni bırakırsan," dedim tatlı tatlı. "Sana en güzelinden bir günaydın dayağı atacağım."

Sırıtışı yavaşça soldu ve "Vay canına," dedi. "Ne kadar romantik bir sevgilim var."

Daha çok güldüm, ona kıyamadım ve Ateş bacağımı bıraktığında aramızdaki mesafeyi hafif açıp yüzünü ellerimle kendime çekerek ıslak bir şekilde dudaklarını öptüm. Kısa ama içimdeki tüm alevleri canlandıracak kadar tutkulu bir öpücüktü. Ateş daha ileri gidip dudaklarını araladığında ellerim yüzünden çıplak göğsüne kaydı ve onu geri itip dudaklarımızı ayırdım. Ardından yumruklarım tekrar havalandı, dudağımın kenarındaki gülümsemeyle gözlerinin içine baktım.

"Dövüş benimle Ertan."

Mavi gözlerde kıvılcımlar parlayıp söndü. Alt dudağını yavaş ama sert bir şekilde yalayıp kaşlarını hafifçe kaldırdığında kalbimin çarptığını hissettim. Böyle şeyler yapmaya devam ederse üstüne atlayacaktım, haberi yoktu.

"Soyadımı söylediğinde ne kadar seksi göründüğünü daha önce hiç söylemiş miydim Orman?"

"Hım hım," diye mırıldandım. "Hem de defalarca."

"O zaman bilerek yaptın."

Onun da yumrukları havalandı. Farkında olmadan yavaşça minderin üstünde dönmeye başladık.

"Neyi?"

"Soyadımı bilerek söyledin."

"Bilmem," Omuz silktim. "Belki."

Daha derin gülümsedi, daha oyunbozan. "Orman," dedi yavaşça. "Seninle dövüşmemi mi yoksa sevişmemi mi istiyorsun?"

O kelimeyi böyle bir anda kullanması beni harekete geçirdi. Hızla üstüne atılıp yumruğumu salladım ve bu sefer kıl payı kurtulup "Tamam," dedi şeytani bir sırıtışla gülerek. "Cevabımı aldım. Sevişmemi istiyorsun."

Beni delirtiyordu. Onunla sevişmek düşüncesi beni baştan aşağı titretiyordu.

Biz bekliyorduk, neyi beklediğimizi bilmiyordum ama bu durum belli ki ikimizin de hoşuna gidiyordu. Nirvana'ya tırmanıyorduk, düşüşümüz felaket olacaktı.

Konunun zaafını kullandım ve "Diyelim ki istiyorum," dediğimde Ateş durdu, bu duraksama gözlerindeydi ve ben anında bunu fark edip fırsatı değerlendirdim. Attığım yumruktan kaçamayıp yalnızca kolunu kaldırdı ve vuruşum pazusuna denk geldi. Etkili bir yumruktu. Sinsi bir şekilde gülümsedim. "Bu düşünce seni bu kadar mı afallatıyor?"

Bu sefer ilk defa o da bir yumruk salladı ama bu hamleyi zaten beklediğimden kolayca kurtuldum. Onun da gözlerinde sinsi bir ifade vardı.

"Orman, bir bilsen ne kadar tehlikeli laflar ettiğini..."

"Çekineceğimi mi sanıyorsun?" dedim alayla.

"Çekinmemen işime gelir," diye karşılık verdi ve ikinci yumruğunu salladı, başımı yana çekip hamlesinden kurtuldum ve hızlı bir şekilde yan bir tekme attım. Tekrar bacağımı tutmaya çalıştı ama o bir kere olurdu. Bacağımı hızlıca kendime çekip yakınlaşan mesafeden kendimi korumak için ona sırtımı döndüm ama bu yanlış bir hareket olmuştu.

Çok hızlı bir şekilde boynumu kolu arasına alarak pazusunu sıktı ve beni sertçe kendine çekti. Sırtım çıplak göğsüne yaslandı. Yaklaşıp dudaklarını yanağıma yasladığında bir elimi koluna götürüp parmaklarımı tenine bastırdım. Kokusu içimi dağladı.

"Ben seni ateşe verirken, senin de bana aynı şekilde karşılık vermeni isterim..."

Kısık sesle konuşarak boşta kalan elini çıplak belime koydu, tenimden bir elektirik akımının gelip geçtiğini hissettim. "Benim kadar arsız olmanı..." Eli belimden yavaşça göbeğime kaydı ve parmaklarının baskısı kasıklarımdan kayıp daha aşağı indiğinde hızlı bir hamleyle dirseğimi arkaya doğru savurdum. Boğazımı sıkan kolu belli belirsiz gevşediğinde o kadar seri bir şekilde ondan kurtulup arkasına geçtim ki beni yakalayamadı, dizimle sertçe bacağının eklem yerine vurdum ve önümde diz çökmek zorunda kaldı.

Bu sefer benim kolum onun boğazına dolandı ve sıkarak hareketini kısıtladım. Dudaklarımı kulağına yaklaştırdığımda yüzünde öyle kışkırtıcı bir ifade vardı ki, resmen bu halimden zevk alıyordu.

"Senin kadar arsız olamam," diye fısıldadım kulağına. "Ama istediğin her yerde, senden iyi dövüşebilirim Ertan."

Dudağının kenarı daha belirgin bir şekilde kıvrıldı. Aniden öne doğru eğilerek elini arkasına attı ve ensemden yakaladı. Beni sırtından diğer tarafa atıp sırt üstü yere yapıştırdığında elini sırtımın arkasına koyarak düşüşümü yavaşlatmıştı, bunu kaburgalarımın kırıldığını bildiği için yaptığını biliyordum ve bunu bile düşünmesi anlık kalbim tekletti. Diğer yandan böyle bir hamle kesinlikle beklemediğim için hiçbir şey yapamamıştım, dudaklarımdan hırsla kısık bir hırlama yükseldi. Hemen kendime gelip minderin üstünde doğrulamaya çalıştığımda hızlıca bacaklarını belimin iki yanına attı ve ağırlığını kalkamayacağım kadar vererek üstüme oturdu, ardından ellerimi bileklerinden yakaladığı gibi yere yapıştırdı. Hırsla çırpındım ama kurtulamadığımda Ateş deli gibi eğlenmeye başladı, benim ise yüzüm kızarmıştı.

"Ne diyordun bakayım sen az önce?" diyerek adi bir sırıtışla yüzüme yaklaştığında kaşlarımı çatıp "Kalk üstümden," dedim. "Hayvan gibisin! Üstüme oturursan tabi bir şey yapamam!"

"Sen de benim üstüme otur," diye iyice gıcıklaştığında arkadan dizimi bükerek sırtına vurmaya çalıştım ama pislik, çok orantılı oturmuştu!

"Yaklaş biraz daha, yaklaş," dedim başımla işaret ederek. "O sırıtan suratını dağıtayım da gör gününü."

Kafasını omzuna doğru eğdi. "Kıyamazsın ki sen bana."

Sesindeki o masum ton önce duraksamama, sonra kaşlarımı tekrar çatmama neden oldu. Mavi gözleri öyle muzır bakıyordu ki...

"Şeytan," dedim kısık sesle.

"Hım hım," diye mırıldandı ve yaklaşıp dudaklarını yanağıma bastırdığında engel olmadım. Sürekli onunla temas içinde olmak istemem normal miydi? Galiba Ateş'in yanında dura dura ona benzemiştim, içimde artık sapık sapık bakan bir Orman vardı.

Dudaklarını yanağıma peş peşe bastırarak derin nefes aldı ve bir anda dişleriyle yanağımı tutup ısırdığında kıkırdayarak ellerimi çekmeye çalıştım ama bileklerimi daha sıkı yere bastırdı. Yanağımı bıraktığında muhtemelen ısırdığı için kızarmıştı, oraya sırıtarak bakıp bu sefer diliyle dokundu ve ısırdığı yeri boydan boya yaladı.

"Ateş," diye mırıldanarak gülümsemeye devam ettim.

"Seni gerçek anlamda yiyebilirim," diye konuştu dudaklarını yanağımdan çeneme kaydırırken. Geçtiği her yeri öpüyor ve dişleriyle ısırıp bırakıyordu. Tırnaklarımı bandaj sarılı avcuma bastırdığımda bunu fark etti. Elleriyle hızlı bir şekilde avuçlarımı açıp parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek ellerimizi kenetledi ve o şekilde yere bastırdı.

"Gerçek anlamda mı?"

Çenem ve alt dudağım arasındaki boşluğa dudaklarını uzunca bastırıp "Gerçek anlamda," dedi fısıltıyla. Nefesi yüzüme vurdukça sanki içimde bir tüy hareket ediyordu. "Göstereyim mi? İster misin?"

"Burda mı?" dedim bir anda hızlanan nefesimle.

"Olduğum yerden o kadar memnunum ki..."

Bir anda yine üstümde oturduğu ve hareketlerimi kısıtladığı aklıma geldi. Savaşma arzusu içimi dürttüğünde Ateş'in boşluğundan faydalanıp bütün gücümle onu geriye doğru ittim ve omuzlarından tutup sırt üstü yere yapıştırdım ardından bana yaptığı gibi bileklerini tutup yere bastırdım. O an göz göze geldik. Lanet, isterse saniyesinde kurtulabilirdi.

Bana bunu ima eden bir sırıtışla baktığında "Bana öyle sırıtma," dedim ciddi konuşmaya çalışarak ama dudaklarım gülümsemek için mücadele veriyordu.

Ateş bir anda "Çok güçlüsün, ah, kurtulamıyorum," diye yalandan başını iki yana sallayarak çırpınıyormuş gibi yaptı. "İnanamıyorum, ince parmakların nasıl da bileklerimi yere kelepçeledi."

Kemikli bileklerini parmaklarım neredeyse sarmıyordu ve bunu bilerek böyle konuştuğu için onu tokatlayarak sevmek istiyordum. Bir insan nasıl bu kadar şeytan tüylü olabilirdi?

"Ateş," dedim gülmemek için yanaklarımı kasarak. "Dalga geçme."

"Aşk olsun, ne dalgası," dedi gözlerini sahte bir şekilde büyüterek. "Sen bırakmadan vinç gelse beni burdan kaldıramaz." Bakışları bir anda gözlerimden aşağı kaydı. Ona doğru eğildiğim için çatallaşan göğüslerime... "Gerçi," diye konuştu. "Kalkmak isteyen kim ki? Manzaram muhteşem."

"Ateş!" dedim bu sefer hem gülüp hem sinirle. Yüzüne yaklaştım, saçlarım suratının iki yanına doğru düştü. "Gözlerime bak, çabuk!"

"Olur," deyip hemen gözlerime baktı. "Bu manzara da muhteşem. Her türlü kârdayım."

Sonunda kendimi tutamayıp ön dişlerim görünecek şekilde sırıtmaya başladığımda "Seni tokatlayarak severim," dedim iç sesimle.

Dilini dışarı çıkarıp al dudağını yalarken gözlerime haylaz bir bakış attı. "Tam olarak neremi tokatlayacaksın mesela?"

Bu sefer duraksamadan gülmeye başladım ve bir elimi bileğinden çekip ağzına götürerek kapattım. "Her şeyi bel altı bir noktaya getirmeyi nasıl başarıyorsun?" dedim gülüşümün arasından şok içinde.

Serbest bıraktığım elini bileğime götürdü ve ağzından yavaşça geri çekti. Hâlâ hafifçe sırıtıyordu ama daha çok dudakları içten bir tebessümle kıvrılmıştı. Beni güldürmenin hoşuna gittiğini fark ettim.

"Konu sensen her şey ya kalbime ya da bel altı bir noktaya doğru gidiyor. Yapacak bir şey yok."

Kıkırdadım. "Romantikken bile sapıksın."

Bileğimi bırakıp kolunu başının altına doğru büktü ve kafasını şişen pazusunun üstüne bıraktı. Diğer elini bileğinden tutmaya devam ettiğim için hâlâ hareket ettirmemişti.

"Bir tek sana, başkasına böyle şeyler söylesem..."

Gülümseyerek sözünü kestim. "Kafanı kopartırım."

Bu sefer o kıkırdadı, göğsünün üzerinde uzandığım için gülüşüyle birlikte hareket etmiştim. "Evet," dedi. "O yüzden hiç yapar mıyım öyle şeyler. Asla. Kafam omuzlarımın üstündeyken güzel."

Gülümsemeye devam ederken diğer elini de bıraktım ve ağırlığımı tamamen ona vererek göğsüne uzandım. Bacaklarım iki yanındaydı. Uzanıp uzunca dudaklarımı yanağına bastırdım ve burnumu yanağına sürttüm. Ardından ellerimi, göğüs kafesine üst üste koyarak çenemi de üstüne koydum ve ona alttan alttan bakmaya başladım. Ateş diğer kolunu da başının altına doğru kırdı ve gözlerini eğerek o da beni izlemeye başladı.

"Saçlarını kesecek misin?" diye sordum gelişi güzel. Sakallarını çoktan kesmişti ve eski, alışkın olduğum pürüzsüz yüzüne kavuşmuştu. Ama saçlarına dokunmamıştı. Açıkçası bu hâli çok daha yakışıklıydı. Eskiden saçlarının önleri rampalı bir şekilde arkaya doğru dururdu ama şimdi uzun oldukları için alnına geniş bir dalga olarak düşüyordu. Parmaklarımı o dalgaların arasına daldırmayı ve elimin saçları arasında kaybolmasını seviyordum.

"Keseyim mi?"

"Ben bu hâlini daha çok sevdim," dedim rahatça. "Uzun saç seni daha çekici gösterdi."

"O zaman kesmiyorum."

Alt dudağımı yavaşça ısırıp bıraktım. Yeni hobilerimizden bir de buydu, birbirimize sessizce bakmak... Ne kadar süre öylece durduk bilmiyorum ama bir anda uzaklardan kapı sesi geldi ve hemen ardından yaklaşan adımlar.

"Nerdeymiş benim birtanecik yeşil gözüm!" Çağdaş'ın sesi kulaklarımıza ulaştığında Ateş anında gözlerini devirdi. "Fırından sıcacık sabah poğaçası aldım."

Gülerek kafamı kaldırdım ve hızlı bir şekilde Ateş'i yanağından öpüp üstünden ayağa kalktım. Ateş de peşimden oflayarak kalkarken "Geldim Çağdaş!" diye koşarak uzun koridora girdim ve saniyler içinde mutfakla birleşik ortak salondan çıktım.

Çağdaş tezgâhın hemen önündeydi. Beni görünce "Yine mi sabah sporu?" dedi ama cevap beklemeden devam etti. "Seninki nerde? Hâlâ uyuyor mu kanı kanımdan koca bebek?"

Ateş tam o sırada arkamda durduğunda Çağdaş ikimize hızlı hızlı bakışlar attı ve "Bir dakika," dedi sırıtarak. "Ben sizin müstehcen bir anınızı bölmedim değil mi? Eğer öyleyse hemen gideyim."

Çağdaş'a doğru yürürken tam öyle bir şey olmadığını söyleyecektim ki "Böldün," dedi Ateş direkt. "Git."

Tezgâhın önünde durup başımı arkaya çevirerek Ateş'e ters bir bakış attım ama hiç oralı olmadı. "Ben üstümü değiştiriyorum," dedikten sonra sağdaki kısa koridora ilerleyerek kayboldu.

O sırada Çağdaş bana doğru fısıldadı. "Biri ona çıplak olduğunu ve üstünü değiştirebilmesi için önce giyinmesi gerektiğini söylesin."

Gülerek "Ne aldın?" diye sordum.

Elindeki şefaf poşeti havaya kaldırıp sallayarak "Peynirli poğaça ve çikolatalı açma," dedi. "En sevdiklerin."

"Ya!" diye ona doğru zıpladım. "Harikasın Çağdaş."

"Tabi ki öyleyim."

Ortak bir yerde yaşamaya başladığımız için birbirimizin çoğu şeyini kısa zamanda öğrenmiştik. Mesela Çağdaş çok erken kalkıyordu, hepimizden önce Kıyamet'e iner ortalığı kontrol ederdi. Aslında Uçurum'daki düzenli işi garajdaki arabalarla ilgilenmekti ama ordan ayrılınca bir işi de kalmamıştı. Ayrıca hepsinin ellerindeki Uçurum'a ait arabalar da Azat Soydan tarafından geri alınmıştı. Bir tek Baran'ın tıpkı Kıyamet gibi Uçurum dışında aldığı arabası kalmıştı ve bir de Ateş'in motorsikleti. İkisi de Kıyamet'e ait garajda duruyordu ama içten içe çok sevdiğim koyu mavi BMW'si geride kalmıştı. Çağdaş da üstü açık beyaz arabasından, onun deyişiyle bebeğinden ayrıldığı için üzgündü ama elimizden bir şey gelmiyordu.

Kendi içimde söz vermiştim, bize ait olan her şeyi geri alacaktım.

Baran ise içimizde en geç uyunan kişiydi çünkü Kıyamet sabaha karşı kapandığından işi olduğu zamanlarda sabahlamak zorunda kalıyordu ve bu yüzden genelde öğlene kadar uyuyordu. Filiz ve Ali'nin ise belli bir rutini vardı. Ali, Uçurum'dan ayrıldıktan sonra özel bir hastanede doktorluğuna devam etmişti. Filiz ise Kıyamet'te sahne alan kişilerin makyözlüğünü ve kulis hazırlığını üstlenmişti. Selin de yine Kıyamet'te çalışıyordu. Sadece Esat'la ayrıydık çünkü o Uçurum'daki yerini hâlâ koruyordu ve böyle de kalmasını istiyorduk. Şimdilik Uçurum'a ait tek bilgi kaynağımız Esat'tı.

Çağdaş aldığı poğaça ve açmaları bir tabağa dizerken ben de çay suyu koydum ardından elimdeki bandajları çıkarıp ellerimi yıkadıktan sonra üstümü değiştirmek için Ateş'le kaldığım odaya doğru ilerledim. Dört odayı aramızda uygun şekilde paylaşmıştık. Filiz ve Ali evli oldukları için tabiki de ayrı odaları vardı ve bizi de sorgusuz ayrı bir odaya almışlardı. Geri kalan iki odanın birinde Baran ve Çağdaş kalıyordu, diğerinde normalde Selin tek kalacaktı ama Sofiya da bir süre bizimle olacağı için odayı onunla paylaşmak zorunda kalmıştı. İlk başta huysuzluk edeceğini düşünsem de Selin bu durumu zerre umursamamıştı.

Bir diğer konu ise sırlardı. Özellikle Ateş'in hepimizden sakladığı onlarca şeyi bir gecede oturup konuşmuştuk, tüm aile bağlarını artık diğerleri de biliyordu. Ülkü'yü, Sarp'ı, Kenan Ertan'ı, Ateş'in ailesi ve Esat'la olan ilgisini... Uçurum'un benim üzerime oluşunu bile anlatmıştık. Bu Esat için büyük bir şok olmuştu ama ortaya atılan her sırda herkes için taşlar yerli yerine oturmuştu. Hepsinin şaşkınlığı ile yüzleşmiştik. Duyduklarına en çok ise Çağdaş bozulmuştu. Ateş ve Esat'ın kuzen çıkması onun için epey hayal kırıklığıydı... Sürekli "Ne yani shipim ensest mi çıktı?" diye dertlense de durumu kabullenmiş görünüyordu.

Ülkü konusu şimdilik hiçbirimizin ağzını bıçak açmadığı tek konuydu. Hepimiz ona öfkeli ve kin doluyduk ama bir yanımız da bir daha asla onarılmayacak şekilde kırgındı. Özellikle Filiz'in gözleri Ülkü'nün adı geçtiği anda donuklaşıyor ve dolacak gibi oluyordu. En yakın arkadaşı, dostum dediği insan tarafından ihanete uğramıştı ve daha da kötüsü Ülkü'nün tarafında durduğu insanlar Filiz'in ablasının ölümüne sebep olmuştu. Kim böyle bir şeyi affedebilirdi ki? Baran'ı hiç söylemiyordum bile. O çok donuk ve içine kapanıktı. Eski Baran değildi, kendinden neredeyse hiç bahstmiyor ve sürekli, sürekli ama sürekli çalışıyordu. Yorgunluktan gözleri kapanana kadar çalışıyor ve geri kalan zamanda da uyuyordu. Düşünmemek için verdiği bir savaş mıydı yoksa kendinisine yaptığı şeyin farkında değil miydi bilmiyordum ama bunlar Ülkü'nün izleriydi. Baran böyle bir şeyi sineye çekebilir miydi?

Kim ne yapar emin değildim ama ben asla onu affetmeyektim. İhaneti benim için öyle şeylere maal olmuştu ki istesem de yaşadıklarımı unutamazdım. Kendi yaşadıklarımı unutsam, Ateş'in yaşadığı şeyleri göz ardı edemezdim; aylarca bir mezarın başında yatıp kalkması benim için tüm iyi duyguların sonuydu.

Onun canını yakanın dünyasını başına yıkardım.

Canımızı yakanların canını okuyacaktım.

Herkesle tek tek hesaplaşacağım bir gün gelecekti; o gün kimseye merhamet etmeyecektim.

Odamızın olduğu kısa koridora girdiğimde direkt soldaki kapıyı açıp içeri süzüldüm. Ateş çoktan üstünü giyinmişti ve kemerinin tokasını takıyordu, anında göz göze geldik. Üstünde koyu renk, uzun bacaklarını saran bir kot pantolon ve asker yeşili oversız, şapkasız bir swet vardı. Odaya birkaç parça eşya alırken kendimize kıyafetler de almıştık ve Ateş geride bıraktığı kot ceketleri için bir miktar üzgün olsa da yine kendine bir sürü kot ceket almış ve dolaba düzmüştü. İyi giyinmeyi hem seviyor hem de biliyordu. Ben onun yanında çok vasat kalıyordum.

Gözlerimi ondan çekip dolaba doğru yürüdüm. Odada gerçekten az eşya vardı. İki kişilik bir yatak, gardırop, şifonyer, sıradan bir halı ve camın önünde bir masayla yetinmiştik. Hiçbiri olmasa da olurdu, birbirimizin her şeyine yetiyorduk.

Üç kapaklı gardırobu açıp kendi tarafımdan siyah bir kazak çekip çıkardım. Ardından dolabın hemen yanındaki şifonyere kaydım ve çekmeceyi çekip bordo renk bir sutyen çıkardım. Ateş o sırada tam arkamdaydı ve sessizce beni izlediğini biliyordum. Sakince kazağı ve sutyeni şifonyerin üzerine bıraktıktan sonra üstümdeki sporcu atletini altından tutup kollarımı kaldırarak çıkardım. Üst tarafım tamamen çıplak kaldığında beklemeden sutyenin askılarını kollarımdan geçirdim ve ellerimi arkaya atıp kürek kemiklerimi içe doğru bükerek kopçaları taktım. Son olarak kazağı başımdan geçirdim ve saçlarımı düzelterek arkamı döndüm.

Beklediğim gibi Ateş yatağın üstüne oturmuş, ellerini de yatağa bastırmıştı ve geriye doğru ağırlığını kollarına vererek beni seyrediyordu. Göz göze geldiğimizde elimde olmadan hafifçe gülümsedim. Ona doğru yürüyüp yan bir şekilde iki bacağının arasına girdiğimde Ateş de doğruldu, dizinin üzerine oturup kolumu sırtına attım ve diğer elimle yanağını okşadım. O da bir kolunu belime dolayıp diğer eliyle gözümün önüne gelen saçımı geri çekip parmağına doladı.

"Bugün Esat bir şeyler öğrenebilecek mi acaba?" diye mırıldandım. Bir yerden başlamamız gerektiğini hepimiz biliyorduk ama ben ve Sofiya'nın dışarı çıkması güvenli değilken planlar aksıyordu. Uçurum'da bir şeyler dönüyordu ama ne olduğunu bilmiyorduk. Diğer yandan babama ve adamlarına karşı koyacak bir şeyler de bulmamız gerekiyodu.

Çıkmazın ortasındaydık ama hepimizin gözleri alev alevdi. Bizim için, o çıkmazları yıkıp geçecektik.

"Bügün olmazsa yarın," dedi Ateş gayet emin bir şekilde. "Aradığımız şeyi bulacağız. Saklanmak zorunda kalmana izin vermeyeceğim."

Baş parmağımı yukarı aşağı yanağında hareket ettirirken "Biliyorum," diye mırıldandım. Ona inanıyordum, benim için mucizeler bile yaratırdı.

Yaklaşıp burnunu burnuma dokundurdu ve hafifçe gülümsediğinde yanağındaki elim duraksadı.

"Ne oldu?" diye sordum.

Hafif geri çekildi, hâlâ gülümsüyordu. "Bir şey yok."

Ona kaşlarımı kaldırarak ve kendimden emin gözlerle baktım. "Ateş artık her mimiğinden bir anlam çıkarabiliyorum. O tebessüm öylesine değildi. Bu yüzden ben sana ne oldu diye sorduğumda yalan söylemek ya da geçiştirmek yerine artık direkt dökülmeye başla"

Gülümsemesi içten bir sırıtışa dönüştü. "Bak ya," diyerek beni birden arkaya doğru, yatağa yatırdı ve kendisi de yanıma uzandı, ikimiz de yan bir şekilde durunca başını yüzüme eğdi. "Demek artık düşüncelerimi röntgenleyebiliyorsun," dedi kısık sesle.

Kocaman bir gülümsemeyle başımı salladım. Sol kolunu başımın altından uzatmıştı, diğer eliyle saç tutamlarımı parmaklarına dolayıp kıvırıyordu.

"Şu an ne düşünüyorum mesela?" diye gözlerime pis pis baktığında "Konuyu dağıtma," dedim hemen amacının anlayıp. "Söyle."

Çocuk gibi yanaklarını şişirdi. "Zorunda mıyım?"

"Evet."

Bir süre gözlerimin tam içine baktı, görmek istediği bir şeyler varmış gibi.

"Sana bir sürprizim var,"

Kaşlarım belli belirsiz çatıldı. "Ne sürprizi?"

"İşin esprisi de orda ya," dedi yalandan bir masumiyetle. "Ne olduğunu söylemezsem sürpriz oluyor."

Elimi yüzüne çıkarıp hafif yanağına vurdum. Tek gözünü kısarak güldü. Gülüşünü duymak kalbimde öyle çarpıcı bir his doğurdu ki, onu kendime çekip sonsuza dek sarılmak istedim.

"Bana laf cambazlığı yapma."

"Ama güzelim, yalan mı şimdi..."

Güzelim mi... Bunlara alışmam gerekecekti.

Yanağındaki parmaklarım teninde kaydı ve çenesini parmaklarımla kavrayıp gözlerine baktım. "Ne kadar bekleyeceğim?"

"Çok değil," dedi saçımla oynayarak. Bakışları yavaşça dudaklarıma kaydı. "Hazır olduğunda bekletmeyeceğimden emin olabilirsin."

"Neyle ilgili?"

Yeniden gözlerime baktı. "Orman sürpriz dedim ya."

"O zaman niye şimdi söyledin Ateş?" diye tekrar kaşlarımı çattım. "Merak ettim."

Üst dişlerini göstererek sırıttığında ona kötü kötü bakmaya çalıştım Güzel, eğleniyordu. Ve sürprizi her neyse, şimdi söylemeyeceğinden emin oldum. Çenesindeki elimi kulağının yanından saçlarına daldırırken aklıma aniden ona sormak istediğim bir şey geldi.

"Şu geçen bir haftada neredeyse her şey hakkında konuştuk." Kısa bir an duraksadım ama artık zamanı geldiğini düşünüyordum. "Ama hiç hatırladıkların üzerine konuşmadık Ateş. Bana aylar önce hafızanın tamamen yerine geldiğini söylemiştin."

İfadesi bir anda ciddileşti.

"Evet," dedi yeniden onaylayarak. Mavi gözlerinde harlı bir ifade yanıp söndü. "Kim olduğumu, ailemi, yaşananları... Her şeyi hatırlıyorum "

Ateş'le hep geleceğimizi düşünmüş, şimdiyi yaşamıştım ama benim kaçtığım, onun unuttuğu geçmişi üzerinde hiç yürümemiştik. Onunla ilgili bildiğim her şey onu tanıdıktan sonrasıyla ilgiliydi, geçmişteki Ateş Çağın hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

Artık onu her şeyiyle tanımak istiyordum.

"Bana ailenden bahsetsene," dedim gözlerine bakarak. Ufuk Ertan ve Yelda Ertan'ın kim olduğu gerçekten çok merak ediyordum çünkü onlar bu hikâyenin ilk cümlesiydi.

Ateş parmağına dolayarak oynadığı saç tutamımı bırakıp elini aşağı indirdi ve geri çekildi. Yavaşça yatakta doğrulup birbirimize doğru döndük. Gün henüz yeni aydınlanmıştı ve odanın içi solumuzdaki camdan süzülen parlak bir ışıkla doluydu. Ateş bir süre sessizce gözlerime baktıktan sonra yavaşça derin bir nefes aldı.

"Her şeyi hatırladığımda kendi içimde aşamadığım bir çok soru işaretinin cevabını almış oldum," dedi dalgın bir hâlde. O anda, aslında yeni sorduğum bu sorunun cevabıyla Ateş'in çok uzun zamandır boğuştuğunu fark etttim. "Onlar her şeyi bir amaç uğruna yaptı."

Onlar. Ailesi.

"Ne gibi?"

"Uçurum... Kurulmasının bir nedeni vardı." Bunu zaten biliyordum ve benim için en büyük soru işaretlerinden biri de buydu. "Annemle babam," dedi Ateş dikkatle gözlerime bakarak. "İkisi de bürokrattı Orman."

Duyduğum şeye büyük oranda şaşırdım ve bunu o da gördü. Böyle bir şey kesinlikle beklemiyordum.

"Bürokrat mı?" diye tekrara düştüm.

"Evet." Bakışları odanın içine kaydığında sanki anılar zihninde bir nehir gibi akmaya başlamıştı. "Bu yüzden liseye kadar sürekli okul değiştirdim. Belirli bir ikametgâhımız yoktu, aydan aya başka şehirlere taşınıyorduk."

"Neden?"

"Çünkü annemle babam mesleklerinin getirisinin aksine sistem karşıtıydı, bu yüzden sistem yanlısı olup onlara düşman olan çok insan vardı. Kendi bürokratik çizgileri yüzünden devlet tarafından da baskıya uğruyorlardı. Defalarca tutuklanmakla karşı karşıya kaldılar, hatta babam birkaç kere tutuklanıp serbest bırakıldı. Adlarına açılan sayısız soruşturma var. İkisi de açığa alınana kadar bu böyle devam etti."

"Tam olarak neyin karşısında duruyorlardı?" diye sordum tane tane. Gözlerini tekrar gözlerime çevirdi.

"Yönetim ve sistemin işleyişinden rahatsızlardı ve bununla ilgili yıllar süren bir mücadeleleri vardı. Ben daha bebekken açığa alınmışlar ama edindikleri çevreyle sonraki yıllarda bir ayaklanma başlatmışlar ve yönetim tarafından bu ayaklanma kaba kuvvetle bastırılmış. İnternette haberleri var. Gazeteler bile o zaman olanları yazmış. Bütün ülkede yankı yapan bir mücadeleymiş. Onlar için bütün haber başlıkları isyankâr demiş."

Duyduklarımı sindirmek için birkaç saniye beklemek zorunda kaldım. Her şey beklediğimden çok daha derindi, çok daha kanlı ve acımasız. Kendimi yaşamdan tamamen soyutladığım için yönetim ve sistemle bu zamana kadar hiçbir derdim olmamıştı ama artık gözlerim açmıştım. Beni bu hayata mahkûm eden ve verdiğim her kaybın sebebi aslında yüz çevirdiğim o yönetimdi. Yıllardır istikrar ve liyakat olmadan yaşıyorduk. Herkes kendi adaletinin celladıydı. Bütün insanlar bir girdabın içinde dönüp duruyor ve birbirine saldırıyordu. Kimse girdabın kendisine savaş açmayı düşünmüyordu.

Aslında birileri düşünmüştü ama onları kaybetmiştik.

"Sonra?" dedim sertçe yutkunarak.

Ateş derin bir nefes alırken gözlerini kapayıp açtı. "Sonra annem ve babam adil bir sistem için çalışmaya başladı. Bu çok uzun bir süreçti ama o zamanlar bunun farkında olamayacak kadar ufaktım." Kaşlarını belli belirsiz çattı. "Beni, Uçurum'la ilk tanıştırdıklarında on yaşındaydım. Bana o gün Uçurum'un geleceği olduğumu söylemişlerdi."

Gözlerinden kederli bir ifade gelip geçti. Ona bakıp doğru soruları sormaya çalıştım.

"Yani Uçurum devlete karşı kuruldu, yanılıyor muyum?"

"Evet," dedi. "Annem ve babam, yanında olan herkesle birlikte Uçurum'u inşaa ettiler ve bunu o kadar gizli bir şekilde yaptılar ki kimsenin ruhu duymadı."

"Uçurum'la tam olarak neyi amaçlıyorlardı, biliyor musun?"

"Sitemin gaddar işleyişine karşılık farklı bir ütopya," dedi Ateş. "Yönetimin savunduğu sistem, birilerini çiğneyerek yükselmeni sağlıyor. Basamak olarak insanları kullanıyorsun ve aslında o an sen de birilerinin basamağısın. Bize hep başka türlüsü olmayacağı öğretildi; en adil sistemin bu olduğu, kazanmak için birilerine savaşma fırsatı vermeden kaybettirmen gerektiğini... Buna karşı gelen bütün isyankar, dışlanan ve bastırılanlar için, Uçurum'da fırsat eşitliği yaratmaya çalıştılar."

"Bir şey soracağım ama yanlış anlama," dedim yanlış anlamayacağını bilsem de. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenmek istiyordum. "Annenle baban komünist miydi? İstedikleri şey Uçurum'daki herkesin onun için çalışması ve gelirin eşit şekilde dağılması mıydı? Ülke için de bunu mu istediler?"

Ateş sahte bir gülümsemeyle "Uçurum komünizmle yönetilmiyor Orman," dedi. "Amaçları tamamen var olmayan yeni bir ütopyaydı. Yönetimin bastırdığı insanları toplayarak meydan okudular, Uçurum'u kurdular. Öyle büyük bir güç meydana getirdiler ki bu onların sonu oldu. Kanımdan olan herkes anne ve babamı öldürmek için elbirliği yaptı. Başardılar da. Şimdiki Uçurum anne ve babamın ütopyası değil Orman. Yirmi birinci yüz yılın laneti." Durdu ve yutkunduktan sonra ekledi. "Ama ne olursa olsun ailemin uğruna öldüğü o lanete sırtımı dönmeyeceğim."

Bir an düşüncelere daldım.

Yukardakiler ve aşağıdakiler. İnsanlık olarak bundan ibarettik. Yukardakiler her ne yaparsa yapsın onurlu olandı; aşağıdakiler ise doğuştan birer aşağılıktı. Suçlu ve suçsuz, haklı veya haksız, doğru ya da yanlış yoktu; yukardaki ve aşağıdaki vardı.

Ama Uçurum yeni bir nefesti.

Uçurum isyandı.

"Kuyu'nun rolü ne?" diye mırıldandım. Kafamın içi şimdiden kazan gibi olmuştu, ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. "Bana oranın Uçurum kadar eski olduğunu söylemiştin. Hatta bildiğim kadarıyla Kuyu en çok insana sahip kuruluş. Daha geniş bir alana hükmediyor."

"Cüneyt Kuyu, babamın arkadaşıydı. Onu ve daha birçok şeyi hatırlıyorum. O da benim kim olduğumu biliyor ama hiçbir şeyi hatırlamıyor oluşum işine geldiği için şimdiye kadar sustu." Ateş gözlerini hafifçe kıstı. "Cüneyt Kuyu da eski bir bürokrat, babamla yola beraber çıkmışlardı ama zamanla anlaşamadıkları noktalar oldu. Cüneyt Kuyu amacından sapıp gücünü kötüye kullanmaya başladığında ise bir noktadan sonra görüşmeyi bıraktılar. Çok kısa bir zaman sonra evimizde yangın çıktı ve tek rakibi ortadan kalktı, Kuyu güç olarak Uçurum'u geçti ve daha çok insan oraya güvendi. Bu yüzden etki alanı geniştir."

Ellerimi yüzüme götürüp ağır ağır ovdum. Bu oyunda herkes şahtı, piyon yoktu, biri devrildiğinde bir fikir çöküyordu.

Öne doğru eğilip dirseklerimi dizlerime yasladım ve bakışlarım odanın içine döndü. "Peki ya Girdap?" diye sordum donuk bir sesle. Peki ya babam?

"Girdap tamamen paranın yarattığı bir krallık." Ateş de benimle aynı pozisyonu aldı ve ikimiz de karşıya doğru bakmaya başladık. "Ora içi çalışanların hepsi zengin iş insanları. Hatta yönetim yanlısı görünen pekçok yetkili Girdap'a el altından yardım ediyor. Nedeni ise çok basit: Para. Girdap'ı faizi yüksek bir banka hesabı gibi düşün. Oraya yaptıkları her yatırım, onlara misliyle dönüyor. Hepsi parasına para katmak için uyuşturucu ve karaborsa ticareti gibi birçok illegal yolda titizlikle çalıştı. Sonuç, on yılda söz sahibi olmuş bir kuruluş."

Babam tüm bu bağlantıları nasıl kurmuştu? Böyle insanlara nasıl ulaşmıştı? O an kendi öz babamın kim olduğunu hiç bilmediğimi fark ettim. Ne iş yapıyordu, çevresi kimdi, nerede yaşıyordu... Hiçbirini bilmiyordum.

"Anlamadığım tek bir şey var," dedim derin bir nefes alarak. "Devlet bunlara neden göz yumuyor? Neden hepsine bir son vermiyor?"

"Çünkü artık çok geç," dedi Ateş başını iki yana sallayarak. "Uçurum ve Kuyu'ya yapacakları en ufak darbe binlerce bastırılmış insanın sokaklara dökülmesi demek. İç savaş çıkmasından korkuyorlar. Girdap için ise durum daha manidar. Girdap'ı ortadan kaldırdıkları anda bankalardan milyar dolarlar çekilir ve ekonomi boşluğa düşer. Kriz çıkar. Yönetim bu ikisini de göze alamıyor ve otoritesini korumak için onlara göz yumuyor."

Her zaman, her şeyde olduğu gibi bu da büyük bir çıkara dayanıyordu. Daha adil, daha erdemli ya da daha iyi... Kimsenin böyle bir derdi kalmamıştı. Bunun içine biz de dahildik. Hepimiz çıkarlarımız uğruna her şeyi yapabilecek insanlardık.

Artık herkes barışa sırtını dönmüştü. Çünkü savaş her yerdeydi. Sokakta yürürken bile aslında savaşıyorduk, ölenler ve öldürenler kafamızın içinde daha çoktu.

"Peki biz ne istiyoruz?" diye sordum Ateş'in gözlerine bakarak. Tüm bu savaşın neresindeydik? Ölmüştük ve öldürüyorduk, böyle bir paradoksun içinden sağ çıkmak mümkün müydü?

"Ne için savaşıyoruz Ateş?"

Onun gibi değildim. Nadir de olsa inandıklarımdan şüphe ettiğim zamanlar olurdu. Bu zamana kadar onda hep güveni aramıştım ama asıl güvenilmeyecek kişi bendim.

Uçurum bizim olduğunda ya da başımızdaki diğer belalardan kurtulunca her şey bitmiş mi olacaktı? Mutlu mu olacaktık? Bu hayat artık içine çekildiğimiz bir bataklık gibiydi. Sanki hep bu kasvetle yaşayacaktık.

"Yaşamak istiyoruz." Ateş benim aksime kendinden son derece emindi. Her zaman olduğu gibi. Başını çevirdi ve gözlerime dokundu. Direnişin atan kalbi oradaydı. "Yaşamak için savaşıyoruz. Gerekirse öldüreceğiz ama ne olursa olsun hayatta kalacağız Orman."

Boğazıma sert bir yumru oturdu. Yutkunamadım. Kabullenilmiş çaresizlik. Bu yüz yılın laneti buydu.

"Başka şansımız yok," diye fısıldadım.

"Hiç olmadı," dedi Ateş.

Sabah kahvaltısını evde olanlarla yaptıktan sonra Ateş'le odada biraz daha vakit geçirmiştim ve vakit geçirmekten kastım yatakta uzanıp sarmaş dolaş birbirimize bakmaktı. Hastalıklı gelebilirdi ama kendimi ona bağımlı hissediyordum. Sürekli ona bakmak, sürekli onunla konuşmak ve her an yanında olmak istiyordum.

Neyse ki iradeli bir kızdım ve Ateş her ne kadar dibimden ayrılmak istemese de onu bir şeylerle uğraşması için öğlene doğru Kıyamet'e göndermiştim. Farkında değildi ama çok evhamlı davranıyordu. Yaşadığımız şeylere bakınca ona hak veriyordum, çünkü ben de sürekli Ateş için diken üstündeydim ama yine de bunu aşmalıydık. Birbirimize zaaf olalım istemiyordum. Birbirimizin tükenmeyen gücü olalım istiyordum.

Şu an ise evde Sofiya, ben ve Filiz vardık. Diğerleri aşağıda, Kıyamet'teydi. Sadece Ali hastanedeydi ve Esat'ta haliyle Uçurum'daki işlerle ilgileniyordu. Akşama doğru buraya uğarayacaktı, umarım ufak da olsa bir bilgi getirirdi.

Sofiya ile ortak salonda otururken Filiz odasından kocaman bir makyaj çantasıyla geldi ve sırıtarak yanıma oturdu. Onunla geçen şu bir haftada çok fazla vakit geçirmiştik ama hiç oturup eskiyi konuşmamıştık çünkü Filiz çok normal davranıyordu. Sanki her şey kaldığı yerden devam ediyordu, sanki hiçbir şey olmamıştı. Bunun bir tür kendini koruma olduğunu anlıyordum ve bu yüzden Filiz konusunu açmadığı sürece hiçbir şey için üstüne gitmemeye karar vermiştim. O çok güçlü olabilirdi ama aynı zamanda hassas bir kızdı da. Dağılışımızın ardından neler yaşadığını bilmiyordum. İstemeden yaralarını kanatabilirdim. O susana kadar ben de susacaktım. Zaten en iyi bildiğim şeydi.

"Dedikodu yaparken oje sürmek kadar sevdiğim başka bir şey yok," dedi Filiz makyaj çantasına aramıza koyup fermuarını açarken. Sofiya çaprazımızdaki diğer koltuktaydı ve yeni duş aldığı için elinde bir havluyla, uzun turuncu saçlarını kuruluyordu. "Hangi renk istersin Orman?"

"Bana mı süreceksin?" dedim kaşlarımı kaldırarak, kendisi için getirdiğini düşünmüştüm.

"Elbette. Kendime süremem çünkü konuşma arasında heyecanlanıp taşırabiliyorum." Tatlı tatlı gülümsedi. "Sana en kusursuz şekilde süreyeceğime söz veriyorum tabii." Gülerek göz devirdiğimde "Eveeet," dedi uzatarak. "Hangi renk? Bak bu ojeyi yeni aldım," Bana alev kızılı bir ojele gösterince ona düz düz baktım, "Pekala," dedi bu sefer. "Buna ne dersin? Gözlerine acayip uyum sağlar ayrıca ten ren-" elinde tuttuğu garip bir tonu olan yeşil ojeye bakarken yüzümü buruşturdum ve Filiz çok ısrar etmeden oflayarak eline siyah ojeyi aldı. Anında gülümsedim. "Ver elini, içi kararmış kadın."

İyice yanına yaklaşıp elimi ona uzattım ve Filiz siyah ojeyi açıp sehpanın üzerine koyduktan sonra fırçasını alıp dikketle uzamış tırnaklarıma sürmeye başladı.

"Dökülün bakalım dedikoduları."

"Dökülecek olan sensin," diye karşılık verdim. "Evlisin, yakışıklı bir kocan var, yıldırım nikahı yapmışsınız yani daha ne olsun."

Filiz'le evlilikleri üzerine konuşmuştuk. Anlatırken kesinlikle buruktu ama buna rağmen gözleri parlıyordu. Anlık karar verdiklerini söylemişti. Ali bir anda evlenme teklifi etmiş, Filiz bir saniye bile düşünmeden evet demiş ve ertesi günü yıldırım nikâhı ile kutlamasız, eğlencesiz evlenmişlerdi. Onlar için bir kutlama yapmayı çok istiyordum.

"İstersen senin de olabilir Orman." Filiz elindeki fırçayı anlık duraksatıp imayla sırıtarak gözlerime baktı.

"Neyim olabilir?"

"Evli olabilirsin," dedi otuz iki diş. "Yakışıklı bir kocan olabilir."

Yalandan kaşlarımı çattım. "Konuyu dağıtmasana."

"Ne yapayım?" dedi sitemle, tekrar tırnaklarıma bakarak. "Ne kadar uzun zamandır mürüvvetinizi görmek için yaşıyorum, biliyor musun?"

"Filiz..."

"Filiz deme bana, sus," diye çıkıştı bir de. Baş parmağıma ojeyi sürerken kaşları çatıktı. "Çağın efendi seni saatlerce yanında tutmayı biliyor. Bir haftada yüzünü iki kere anca gördük be! Siz evlenmeyeceksiniz de kim evlenecek."

"Ne yapacaksın biz evlenince?" dedim gülerek. Filiz baş parmağımın ojesini sürdükten sonra kenara taşan kısımları peçeteyle güzelce sildi ve başını kaldırıp gözlerime baktı.

"Muradıma ereceğim."

İkinci kez gözlerimi devirdim ama gülüyordum da.

"Sen Sofiya?" diye sordu bu sefer Filiz. "Seninle hiç doğru dürüst konuşamadık. Bizim yanımızda nasıl hissediyorsun? Senin için zor olmalı."

Filiz'in bu tez canlı hallerini çok özlemiştim, diğer insanlar gibi lafı gevelemiyor direkt içinde ne varsa söylüyordu. İlk tanıştığımız zamanlarda bana olan sıcakkanlı tavrını hatırlayınca belli belirsiz gülümsedim.

"Her şey gayet güzel," dedi Sofiya sakince. Başımı çevirip ona baktığımda yine biraz çekingen durduğunu fark ettim. "Her şeyi çok iyi idare ediyorsunuz... Size yük olmak istemiyorum açıkçası."

"Yük olacak olsaydın Baran seni yanımıza almazdı," dedi Filiz çat diye, kötü niyetli asla değildi ve ses tonundan da bu anlaşılıyordu. "Diğerleri için de burda kalman sorun değil, olsaydı bunu anlardın." Başını kaldırdı ve Sofiya'ya bakıp gülümsedi. "Rahat ol yani."

Sofiya bir şey söylemeden tebessümle karşılık verdiğinde Filiz sağ elimin ojesini bitirdi ve diğerine geçtiğinde dikkatimi Filiz'in saçları çekti. Hâlâ zümrüt yeşili tonunu çok canlı bir şekilde koruyordu. Beyaz tenli ve minyon tipli bir kız olduğu için yeşil saçlarıyla çok hayali bir görüntüsü vardı ama aynı zamanda Filiz çok çekici bir kadındı da. Ali ona sahip olduğu için çok şanslıydı. Gerçi Ali de epey havalıydı, kaşındaki piercingden bakır tonlarındaki kızıl saçlarına kadar çok farklı bir havası vardı. Onlara bakınca her şeyleriyle birbiri için yaratılan iki insan görüyordum.

Filiz siyah ojelerimi sürmeyi bitirdiğinde ona teşekkür ettim ve tam o sırada demir kapının açılma sesi geldi. Saniyeler sonra Selin salonda belirdi ve hiçbirimize bakmadan yanımızdan geçerken konuştu.

"Esat geldi, aşağıda."

İçimden işe yarar bir şeyler öğrenmiş olmasını diledim. Zaman geçtikçe onların gözünde daha güçsüz bir konuma düşüyorduk.

"Soğuk nevale," diye yüzünü buruşturdu Filiz arkasından. Ardından bakışları bana kaydı ve birkaç saniye bakıştık. "Tamam," dedi. "Sen de öylesin ama bu kız ekstra itici."

"Duyuyorum!" diye seslendi içerden Selin, sesi son derece düzdü.

Filiz zerre umursamadan göz devirdi. "Duy diye söylüyorum zaten!"

Didişmelerine içten içe gülerek ayağa kalktım. "Ben aşağı iniyorum," dedim ve Sofiya'ya baktım. "Gelecek misin?"

Başını iki yana salladı. "Sakıncası yoksa hayır."

"Keyfine bak." Omuz silkerek karşılık verdiğimde Filiz siyah ojeyi makyaj çantasına attı ve "Ben de geliyorum," dedi. "Bekle bir saniye."

Çantayı bırakmak için gittiğinde kapıya doğru yürüdüm. O sırada Selin odadan çıktı ve yan yana geldik. Ona kısa bir bakış attım. Alev kızılı uzun saçlarını tepesinden sıkı bir at kuyruğu yapmıştı ve böylece kemikli yüzü ortaya çıkmıştı.

"Var mı bir şey?" diye sordum sakince.

"Sayılmaz," derken o da bana kısa bir bakış attı. Onun aksine omuzlarımın üstünde olan saçlarım dağınıktı ve yüzümün iki yanından inen tutamlar yanaklarımı gölgeliyordu.

Filiz yanımıza geldiğinde konuşmadan kilitli demir kapıyı açıp dışarı çıktık. Çatıdan yere doğru kıvrılarak inen tahliye merdivenlerini arka arkaya hızlıca indikten sonra binanın çevresini dolanıp ön kapıdan içeri girdik. Saat akşama doğru olduğu için ortam kalabalıklaşmaya başlamıştı ama haftaaiçi genelde pek yoğun olmazdık. Doğruca Baran'ın odasına ilerleyip içeri girdiğimizde bizimkiler toplanmıştı.

Baran koltuğunda oturuyordu ve üstündeki buz mavisi gömleğin ilk üç düğmesi açık başını arkaya doğru yatırmış, tavanı izliyordu. Esat camlardan birini açmış sigarasının ucunu dışarı vermişti ve bir bacağını diğerinin önüne çaprazlayarak omzunu duvara yaslamıştı. İçeri girdiğimizde bakışları bize çevrildi, Selin'e birkaç saniye daha uzun baktıktan sonra tekrar cama döndü ve sigarasını dudaklarına yasladı.

"Hoş geldiniz hanımlar," dedi Çağdaş, masanın önündeki deri koltuklardan birine yayılmış ayaklarını önündeki sehpaya uzatmıştı. "Gözlerimi şenlendirdiniz. Özellikle de sen yeşil gözüm."

Ateş masanın kenarına kalçasını yaslayarak oturmuştu ve uzun bacakları çapraz bir şekilde uzanıyordu, kollarını göğsünde birleştirmişti. Çağdaş'ın yavşaklığı ters ters bakmasına neden olduğunda gülümseyerek ilerledim ve önüne denk gelen, Çağdaş'ın karşısındaki deri koltuğa oturdum. Selin de Esat'ın biraz uzağında sırtını duvara yaslayarak durdu. Filiz ise biraz bakındıktan sonra Çağdaş'ın yanına gidip bacaklarını itekleyerek orta sehpaya yarım bir şekilde oturdu ve bacak bacak üstüne attı.

"Yine mi yok bir şey?" diye sordum direkt. Bakışların önce Esat'a, sonra sağımda kalan Baran'a kaydı. Ateş tam arkamdaydı.

"Var mı yok mu, ona biz karar vereceğiz," dedi Baran. Gömleğinin altından ensesini ovuşturduğunda sıkıntısını gördüm.

"Nasıl yani?"

Tekrar Esat'a baktım. Sigarasından nefesini çekip "Girdap'ın epey değerli birkaç yatırımcısı yurt dışından geldi," dedi. "Ve bu akşam Girdap'ın sözcüsüyle bir yemek yiyecekler. Dört saat sonra falan. Durduk yere böyle toplanmazlar. Bir şey olduğu kesin."

"Bunları nasıl öğrendin?" Verdiği bilgiler Uçurum'a ait değildi. Direkt Girdap'la ilgiliydi. Bu yüzden arada bir bağlantı olması gerekiyordu.

"Peder," dedi Esat, bitmek üzere olan sigarasını parmakları arasında çevirerek. Babam değil, Peder. "Uras'la olan Yunanistan buluşması ertelendiği için buna bir sebep arıyor. Bilgileri de o öğrenmiş. Ben sadece kulak misafiri oldum."

Yunansitan buluşması benim içindi, babam beni Azat Soydan'a bir koz olarak sunacak ve Uçurum için ortaklık yaratmaya çalışacaktı ama asıl amaç, Uçurum'un başına Kenan Ertan'ı geçirmekti.

Ateş'in elini omzumda hissettim. Parmakları belli belirsiz bir dokunuşla üstümdeki siyah kazağın açık bıraktığı tenimde gezindi. Saçlarıma dokunduğunu ve yine parmağıyla tutamlarımı kıvırdığını göz ucuyla gördüm. Bunu yapmaya bayılıyordu.

"Anladım," diye mırıldandım. "Peki ne için toplandıklarına dair bir tahmin var mı?"

Babama karşı kullanabileceğimiz bir şey bulmalıydık. Yoksa beni, bizi rahat bırakmayacaktı ama Esat'ın anlattıklarıyla ne yapabiliriz bilmiyordum. Uçurum'un gücü olmadan büyük çaplı bir plan yapamazdık. Bu yüzden gelen yatırımcıları kaçırmak gibi bir şey söz konusu değildi.

"Her şey olabilir," dedi Baran. "Uzun zamandır ortalıkta yoklar. O büyük balodan sonra her şeye ara vermişlerdi, şimdi belli ki devam ediyorlar."

Girdap'ın balosunu havaya uçuracağımız gece yaşananlardan sonra herkes için dengeler bozulmuştu ve kısa bir duraksama dönemi yaşanmıştı. Ama artık tüm taşlar olması gereken yerdeydi, yeni bir oyun başlıyordu.

"O yemekte ne konuşulacaksa, bilmemiz gerekiyor." Ateş sakince konuşarak araya girdiğinde omzumdaki eli de duraksadı. "Öğrendiklerimizi hem Girdap'a karşı tehdit olarak kullanırız hem de elimizde Uçurum'a satabileceğimiz bir şeyler olur. Bu şekilde bekleyerek yerimizde sayıyoruz."

"Akıllı akıllı konuşuyorsun da," dedi Çağdaş. "Nasıl olacak o iş? Yemek yiyecekleri restoran eminim bir ay önceden rezervasyon alınan bir yerdir. Hizmet edecek garsonlar bile ayarlanmıştır."

"Garsonlardan biri son anda ortadan kaybolursa yerine başka birinin geçmesi gerekir," diye hızlı bir fikir attım.

"Bizi tanıyorlar," dedi Baran başını iki yan sallayarak. "Direkt kendimizi ele veririz."

"Beni tanımıyorlar." Filiz bir anda araya girdiğinde hepimiz ona baktık. "Beni hiç kimse tanımıyor," dedi omuz silkerek. "Yıllarca Uçurum'un en karanlık köşelerinde yaşadım. Kimse sizden olduğumu anlamaz."

"Amaç anlaşıldı, çok güzel fikir ama garsonu kim halledecek Filiz'ciğim?" diye karşılık verdi Çağdaş. "Bildiğime göre çenen dışında öldürme tekniklerinden pek haberdar değilsin."

Filiz kaşlarını çatarak Çağdaş'ın bacağını çimdikliğinde Çağdaş yüzünü buruşturarak "Yalan mı?" diye inledi.

"Ben hallederim," dedi arkadan Selin. Bu sefer hepimiz ona baktık. "Garsonlardan birini paketlerim. Filiz de yerine geçer. Tabakların altına ya da herhangi bir yere dinleme cihazı yerleştirir. Siz de burdan dinlersiniz?"

"Bak sen şu işe," diyerek bir Filiz'e bir Selin'e baktı Çağdaş. "Yeni bir ship mi doğuyor yoksa?"

Filiz ikinci kez Çağdaş'ın bacağını çimdikleyip inlemesine sebep olurken alaycı gözlerini Selin'e dikti.

"Kırk yıl düşünsem seninle baş başa aksiyon yaşayacağım aklıma gelmezdi."

"Bir dakika bir dakika," Baran oturduğu yerde dikleşerek "Bu iş çok ciddi," dedi. "Filiz hiçbir tecrüben yok. Seni aniden böyle bir şeyin içine atamayız. Ayrıca Ali? Hepimizin ağzına sıçar."

"Bırakın da tecrübe edineyim o zaman," dedi Filiz kararlı bir sesle. "Elim kolum bağlı oturmaktan, hep onların kazanmasından bıktım. Yapabilirim." Kısa bir an Selin'e baktı. "Selin garsonu halleder, oraya karışmayacağım. Ama dinleme cihazı işini kıvırabilirim."

"Ali?" diye yeniledi Baran.

"Alişi ben hallederim," dedi Filiz gülümseyerek. "Beni küçümsemeyin. Yapabilirim diyorsam yaparım."

"Bence güzel fikir," dedi Esat sönen sigarasını camdan dışarı atıp. "Tutar yani."

"Katılıyorum," diye dahil oldum. Filiz'i tehlikeye atmayı elbette istemiyordum ama sonuçta hepimiz bu işin içindeydik ve o yapabileceğini söylüyordu. Ona güveniyordum. Ayrıca Selin de orda olacaktı. Herhangi bir pürüz çıktığı takdirde kendisini de onu da koruyabilecek nitelikteydi. "Her an iletişimde oluruz. Bir sorun çıkacağını sanmıyorum."

"Filiz iyi bir oyuncu," diyerek fikrini belirtti Ateş. "Sorun çıksa bile sıyrılmayı başarır. Ben onaylıyorum, eğer herkes kabul ediyorsa hazırlanalım."

Alaycı bir "Woaw," yaparak elini göğsüne koydu Filiz. "Senin tarafından övüldüğüme inanamıyorum Çağın."

"Çok havaya girme, bir daha duyamazsın."

Filiz ona dil çıkardı ardından yeniden gülümseyip omzunu kaldırıp indirerek derin bir nefes aldı. "Gecenin en güzel garsonu olacağım."

"Marul kafa Super Woman mı oluyor şimdi?" dedi Çağdaş sırıtarak. "Rüyamda görsem gülmekten altıma işerdim."

Filiz bu sefer direkt Çağdaş'ın bacağına sert bir yumruk indirdiğinde Çağdaş'ın buruşan suratına bakıp hafifçe güldüm ve o sırada odanın kapısı açıldı. Ali içeri girerken gülümsüyordu.

"Ooo toplanmışız," dedi masum masum. "Bir haber mi var?"

Derin bir sessizlik.

"Alişim!" diye ayağa kalktı Filiz, yanına gidip elinden tutarak yanağından hızlıca öptü ve onu dışarı çekiştirdi. "Gel bak sana bir şey anlatacağım."

Ali bir şey anlamasa da Filiz'i takip etti ve dışarı çıktıklarında Çağdaş sesli bir nefes verdi. "Bu iknâ yatakta biter. Bence biz hazırlanmaya başlayalım."

Sessizce gülerek ayağımı kaldırıp sehpanın üzerinden Çağdaş'ın bacaklarını itekledim. Bana bakıp sırıtarak göz kırptığında birden arkamdan Çağdaş'ın yanağına sertçe post-it kağıtları atıldı. Kağıtlar yanağına çarpıp kucağına düştüğünde omzumdaki Ateş'in elini çekiştirdim. Yine başlamışlardı.

"Kıskandı kıskandı," dedi Çağdaş asla uslanmadan ve post-itleri masanın üzerine bırakırken bu sefer Ateş'e göz kırptı. "Senin yerin her zaman ayrı bebeğim."

"Bebeğim mi?" dedim sesli bir şekilde gülerek.

"Çağdaş elimde kalacaksın," dedi Ateş arkamdan ve daha fazla gülmemem için omzumdaki elini ağzıma götürüp kapattı.

"Tamam sakin," Çağdaş ellerini kaldırarak gözleriyle Baran'ı işaret etti. "Zaten ben papatyama sadığım. Başkasıyla olamam."

"Bana gelme," diyerek parmağını ona doğrulttu Baran. "Bana hiç gelme Çağdaş."

Çağdaş "Yanından hiç gitmedim ki geleyim," diye pişkin pişkin sırıttığında içime içime güldüm ve Ateş'in elini ağzımdan çekmeye çalıştım ama gıcıklık yapıp daha sert bastırdı. Durdum ve anlık aklıma gelen şeyle dudaklarımı aralayıp dilimi avcuna değdirdim. Elinin baskısı anında azaldı, sinsi bir ifadeyle dilimi avcuna sürttüm ve Ateş elini elektirik çarpmış gibi geri çekti. Yola gel. Omuzlarımı dikleştirip baş hareketiyle saçlarımı arkama savurdum.

"Yavşaklık mesain bittiyse kalkıp bir şeyler düşünelim," dedi Esat odanın içinde kapıya doğru yürüyerek. Ali ve Filiz ortalıklarda yoktu.

"Maalesef canım," dedi Çağdaş. "Sırada sen varsın."

Ayağa kalkıp elimi Çağdaş'a uzattım ve "Hadi," dedim gülerek. Onun bu tavırları herkesi sinir ediyordu ama ben eğleniyordum. Çağdaş olmasa çok sıkıcı bir ekip olabilirdik.

Çağdaş tam elimi tutacakken Ateş omzumdan geri çekip elimi tuttu ve avcumda hissettiğim nemle kısa bir an duraksar gibi oldum. Beni çekiştirerek kapıya doğru götürürken "Kıskanç!" diye bağırdı arkadan Çağdaş.

Loş koridorda yalnızca ikimiz kaldığımızda Ateş'in bana olan bakışlarını görüp "Ne?" dedim masum masum.

Tam önümde duruyordu ve elim hâlâ avcunun içindeydi. Birden elimi bırakmadan kolunu belime sardı ve mecbur ona yaklaşıp göğsüne yaslanmak zorunda kaldım. Başım hafif havaya kalktı, gözlerinin rengi karanlıkta daha parlak ama koyu bir maviydi.

"Böyle şeyleri insan içinde yapman ne kadar doğru Orman?" diye yavaşça konuştuğunda "Nasıl şeyleri?" diyerek saf ayağına yattım. Kendimi sırıtmamak için zor tutuyordum.

Başını iki yana sallayarak dudağının kenarıyla güldü, bu tebessüm onu tehlikeli gösteriyordu.

"Benimle oynamak hoşuna mı gidiyor? "

Dudaklarına bakıp birkaç saniye bekledim ve "Evet," diye fısıldadım. "Ateşle oynamayı severim."

Belime sarılan kolu sertleşi ve elim avcunda olduğu için ona daha çok yaklaştım. Nefeslik mesafeye geldik, yeniden gözlerine baktım; bakışları çok tehditkâr aynı zamanda çok da davetkârdı. Karnımın içinde bir şeyler yer değiştirdi, ağzımın içi kupkuru oldu.

"Bak sen," diye fısıldadı ve birkaç adım attığında sırtım koridor duvarına yaslandı. Elim, onun eliyle birlikte tam belimin ortasında duruyordu. "Demek ateşle oynamayı seviyorsun."

"Çok," dedim 'o' harfini uzatarak, tıpkı onun bu sabah yaptığı gibi.

Tebessümü genişledi, sivri köpek dişlerini gördüğümde alt dudağımı emerek ısırdım. Onu, adımı unutana dek öpmek istiyordum.

"Seni şimdi öpersem," dedi Ateş aklımı okumuş gibi. "Kesin bir gelir ve ben cinnet geçiririm." Eğilip burnunu yanağım boyunca kaydırdı. "Yukarı mı çıksak?"

"Çıkamayız," dedim nefes nefese. "Plan-"

Cümlenin devamını getiremeden koridorun ilerisinden Filiz ve Ali'nin sesi geldi, hararetli hararetli konuşuyorlardı. Çabucak boşta kalan elimle Ateş'i göğsünden geriye ittim ve birbirimizden uzaklaştık.

Filiz önde, Ali arkasında yanımıza gelirken "Tamamdır," dedi Filiz alt dudağını baş parmağı ile sertçe silerek.

"Tamam değil," dedi arkasından gelen Ali. Kaşları çatıktı. "İkna olmadım."

"Oldun oldun."

"Olmadım diyorum Filiz."

"Ben de oldun diyorum Ali."

Filiz gayet kendinden emin bir şekilde Baran'ın odasına girdiğinde Ali önümüzde durup "Asla iknâ olmadım," dedi daha yeni fark ettiğim dudağının kenarındaki belli belirsiz ruj iziyle ve çatık kaşlarla Filiz'in peşinden içeri girdi.

Ateş'le birbirimize bakıp kaşlarımızı kaldırdık. Pekâlâ, çekişmeyi kimin kazanacağı çok belliydi ama Ali yine de uzun bir süre Filiz'i göndermemek için epey direndi. Tecrübesi olmadığı için başına bir şey gelmesinden korkuyordu ve haklıydı da. Ama Filiz çok kararlıydı. İlerleyen saatlerde Ali pes etti ve plan için harekete geçtik.

Baran hemen restoranın bir krokisini bulup içeri nasıl kaçak gireceğimizi ayarlamıştı. Sonuç olarak mutfak malzemelerinin sokulduğu arka kapıdan, yemekten bir saat önce bir teslimat olacaktı ve Filiz'le Selin bu boşluktan faydalanıp içeri girecekti. Onları bırakmaya Ali gidecekti çünkü yine sima olarak en tanınmayan kişi oydu, diğer yandan son ana kadar Filiz'in güvenliğinden emin olmak istemişti. Selin üstünde susturucu silah ve bir şırınga içinde ilaçla içeri girecekti. Silah en kötü ihtimale karşıydı, asıl plan garsonlardan birini bayıltıp bir süre kimsenin bulamayacağı bir yere tıktıktan sonra yerine Filiz'in geçmesiydi. Oldukça basit ama en ufak pürüz de patlayacak bir plandı. Filiz servis esnasında oldukça normal davranmalı ve dinleme cihazını uygun bir yere yerleştirmeliydi.

Yemeğe iki saat kala Ali, Selin ve Filiz'i alarak Baran'ın arabasıyla yola çıktılar. Ön kapıdan değil, arkadan çıkmışlardı çünkü Kıyamet'i ne zaman izleyeceklerinden emin olamıyorduk. Dikkat çekmeyecek şekilde işleri yürütmeliydik.

Onlar gittiğinde biz de sessizce beklemeye başladık. Filiz'in yerleştireceği dinleme cihazı Baran'ın telefonuna bağlıydı. Eğer başarabilirlerse o masada konuşulan her şeyi biz buradan dinleyecektik.

"Ya işe yarar bir şeyler çıkmazsa?" diye sordum ortaya doğru. En kötü ihtimali her zaman düşünür ve sorgulardım. Ordan elimiz boş dönersek bir süre daha buraya tıkılı kalacaktım.

"Çıkacak," dedi Baran masanın karşısından. Bakışlarını önüne koyduğu telefona sabitlemişti. "Duyacağımız her şey hiç yoktan iyi."

Haklıydı, yine de onları can damarından yakalayacak bir şeyler istiyordum. Yeterince kaybetmiştik. En dipteydik. Ama herkes bilirdi, ne kadar dipteysen o kadar çok yükseleceğini.

Bu gece yükselişimizin ilk adımı olsun istiyordum.

Çağdaş yine tam karşımda oturuyordu, Ateş de arkamdaki yerindeydi. Masaya yarım bir şekilde oturmuştu. Esat karşımdaki pencerenin kenarına bir sandalye çekmiş ve sandaleyeyi ters çevirip bacaklarını iki yana açarak oturmuştu. Kolları çapraz bir şekilde sandalyenin sırt kısmında duruyordu.

"Acaba Peder yaşadığını öğrendi mi?" dedi Çağdaş birden, ona baktığımda gözlerinin üzerimde daldığdını fark ettim.

"Öğrenmiş olabilir," dedim düşünceli bir şekilde. "Eminim ortalıkta onlarca muhbiri vardır."

İstanbul'a döndüğümden beri neredeyse hep saklanmıştım ama düşmanın ininde, Kıyamet'teydim. Uçurum'dan biri beni görüp tanıdığı anda Azat Soydan'a söyleme ihtimali çok yüksekti.

"Bilmiyor." Gözlerim tok sesin sahibine, Esat'a kaydı. "Bilse sizi geri alırdı." Bakışlarıyla Ateş ve geri kalanını işaret etti.

"Benimle ne alakası var?"

"Düşmanını göz önünde tut mantığı diyelim," dedi. "Seni Uçurum'a geri almak ister ama onlarsız dönmeyeceğini de bilir."

"Ateş'i neden kovdu o zaman?" dedim bu sefer. Benden önce, öz yeğeni Peder'in en büyük tehdidiydi. Ama gözünü kırpmadan onu kapı dışarı etmişti ve kontrol altında da tutmuyordu. Öldürmek için bir girişimi de olmamıştı. Bir an kaşlarımı belli belirsiz çattım. Azat Soydan anlaşması güç biriydi.

"Çünkü sen gittikten sonra onunla savaşmayı bıraktı." Esat'ın koyu renk gözleri arkamda duran Ateş'e kaydı, bakıştıklarını hissettim. "Artık bir işine yaramazdı."

Ateş'in herkesin gözünde bu kadar güçsüz bir konuma düşmesine inanamıyordum. O benim şimdiye kadar tanıdığım, direnişi en güçlü insandı. Savaşından ve inandıklarından bir an olsun vazgeçmemişti. Yakıcı bir hissin kalbimi sardığını hissettim, ölüm haberim Ateş'i o kadar mı dibe çekmişti? O mezarın başında kaç kere ölüp ölüp dirilmişti?

Başka bir söylememe kalmadan Baran'ın telefonu çalmaya başladı. Baran direkt telefonu açıp hoparlöre aldığında Ali'nin sesini duydum.

"İçine girdiler," dedi, endişeli tınısı buraya kadar taşmıştı. "Eğer bir sorun çıkarsa hemen beni arayın Baran. Yanımda, onları çıkarmaya yetecek kadar mühimmat var."

"Öyle bir şey olmayacak Ali," dedi Baran sert bir sesle. "Bu gece tek bir kurşun sıkılmayacak. Sakin ol ve onlara güven."

Tanrım, Selin ve Filiz'i şu an orda düşünemiyordum. İkisi de birer el bombasıydı ve birbirilerine patlama olasılığı çok daha yüksekti.

Ali sıkıntılı bir nefes vererek telefonu daha fazla meşgul etmemek için kapattı ve çok geçmeden Selin aradı. Baran hızlıca çağrıyı kabul etti, saniyeler sonra birkaç hışırtı sesi duyduk.

"Kadın garsonlardan birini bayıltıp alt kattaki temizlik odasına kilitledim," dedi Selin, sesi son derece soğukkanlı geliyordu. "Tuvaletteyiz, Filiz kadının kıyafetlerini giyiniyor. Yarım saat sonra servis başlayacak."

"Bu kızda iş var," dedi Çağdaş ve sırıtarak Esat'a baktı.

"Süper," dedi Baran. "Anormal bir durum var mı?"

"Şimdilik yok."

"Selin!" diye inleyen Filiz'in sesi geldi. "Bunlar bana büyük geldi!"

"Yani?" dedi Selin ters ters. "Terzi miyim ben, ne bekliyorsun."

"Herkesin üzerine cuk oturan kıyafetlerin yanında ben böyle gidersem sence de dikkat çekmez mi Selin'ciğim?" dedi Filiz iğneleyerek. İçimden bir ses aynı zamanda kötü görüneceği için de sızlandığını söylüyordu.

"Tamam tamam," dedi Baran onları yatıştırmak için. "Kavga etmeyin. Bulursunuz bir çaresini."

Selin bıkkınca ofladı. "Kapatıyorum. Birazdan ararım."

Telefon kapanınca mecbur beklemeye başladık. Ateş arkamda yine saçlarımla oynuyor ve arada beni huylandıracak şekilde boynuma dokunuyordu. Ama bunların hoşuma gitmediğini söylemezdim. Bana dokunacak kadar yakınımda olduğunu bilmek iyi hissettiriyordu.

Geçen yirmi dakikanın ardından Baran sıkıntılı bir nefes verip dönerli sandayelesinde arkaya yaslandı ve başını ensesine düşürdü. "Yaşlandım," dedi tavana bakarak. "Sizi terk edip ıssız bir adaya taşınma fikri, çık aklımdan."

"Hii!" yaptı Çağdaş. "Nasıl düşünceler onlar papatyam! Aşk olsun. Daha seninle ortalığın anasını ağlatmadık."

"Haklı," dedim gerginliği biraz olsun dağıtmak için. "Sen gidersen bizi kim toplayacak Baran?"

"Doğru," dedi Baran bize tip tip bakıp. "Götünüzü toplayacak bir enayi lazım."

"Enayi enayi konuşma," dedi Ateş. "Canımı sıkıyorsun."

"Sıkma Çağın'ın tatlı canınıııı," dedi Çağdaş bebek seviyormuş gibi ve o sırada telefon çaldı.

"Tamam," dedi Baran ve doğruldu. "Gitmiyorum, ciddileşin."

Çağdaş anında sırıtan suratını silip yerine ciddi bir ifade takındı.

Baran telefonu açtığında bu sefer Filiz'in sesini duyduk. "Dünyanın en güzeli garsonu oldum," dedi. "Ben olsam bana düşerdim."

"Sen konuyu yanlış anladın marul," diye konuştu Çağdaş telefona doğru. "Podyuma çıkmayacaksın. Az sonra aşırı tehlikeli adamların masasına dinleme cihazı yerleştireceksin. Kelle koltukta yani, bil isterim."

"Çağdaş'cığım asıl tehlikeli olan şey hırslanmış güzel bir kadındır," dedi Filiz daha yakından. "İstersem dinleme cihazını donlarının içine yerleştiririm."

"Havuç bunu duymasın," dedi Çağdaş.

"Ciddileşin," diyerek nabzı yükselten tabiki de Baran oldu. "Filiz beni iyi dinle. Eğer en ufak bir şeyden şüphelendiklerini hissedersen, her şeyi boşverip ordan çıkıyorsunuz. Selin, duydun değil mi?"

"Rahat ol şampiyon," dedi Selin, sesi uzakta olduğu için kısık geliyordu. "Bu kız haklı. Kimsenin ruhu duymayacak."

"Siz yine de dikkatli olun." Baran derin bir nefes alıp verdi. "Bol şans."

"Dinleme cihazını aktif hâle getiriyorum," dedi Filiz. "Ordan dinlemeye geçin."

Baran onu onaylayıp telefonu kapattı ve uygulamadan aktif hale gelen dinleme cihazının sesini açtı. Saniyeler sonra kulaklarımıza ince bir piyano sesi ve hafif konuşma uğultularıyla birlikte çatal bıçak sesleri doldu. Masaya doğru eğilip net bir şekilde her şeyi duymaya çalıştım. Hepimiz pür dikkat masanın üzerindeki telefona bakıyordu.

Bir süre anlamsız sesler dinledik, Filiz servis yaptığı için sürekli masayla mutfak arasında gidip geliyordu. Birinin onu fark edip kim olduğunu sormasından ya da olayı kurcalamasından ölesiye endişe etmiş ve gerilmiştim ama neyse ki öyle bir şey olmadı. Uğultu devam ederken birden hışırtılar oldu ve telefona taşan ses netleşti. Kadehe doldurulan içki sesi duyduk, ardından birkaç adamın konuşmalarını. Ses sabitlendiğinde Filiz'in dinleme cihanızı yerleştirdiğini anladık. Benim yeşil kızım, başarmıştı!

Kafamı kaldırınca Baran'la göz göze geldik. Gözlerinde heyecan vardı, hepimiz seslere odaklandık.

"Neden işler durma noktasına kadar geldi?" diye sordu bir kadın. "Anlaşmaya göre iki part bu yıl içerisinde gelecek ve dağıtılacaktı. Biz de payımıza düşeni alacaktık."

"Payınıza düşenin iki katını alacaksınız," diye karşılık verdi tok bir adam sesi. Arada çatal bıçak sesleri geliyordu. "Kundaklama girişimini biliyorsunuz, bir süre bütçeyi güvenliği artırmak için kullandık. Ama çok yakın zamanda Ersin Bey geri dönecek, kaldığımız yerden işlere devam edeceğiz."

Demek Girdap'ın balosuna yaptığımız saldırıdan sonra güvenliği artırmışlardı ve babam o zamandan beri Türkiye'ye gelmemişti. Yatırımcılar ne için Girdap'ı sıkıştırıyordu, onu anlamamıştım.

Bir süre daha konuştular ama söyledikleri hiçbir şey işimize yarayacak şeyler değildi. Hatta neredeyse boş konuştuklarını söyleyebilirdim. Borsadan, politikidan ve sürekli paradan konuşuyorlardı. Para bu insanların her şeyiydi, ellerinden çekip alsak geriye bir ruhları bile kalmazdı.

Neredeyse yarım saat sessizce konuşulanları dinledik, arada kısa yorumlar yapıyorduk ama hâlâ istediğimiz şeyi alamamıştık. Sabırla beklerken laf döndü dolaştı ve yine Girdap'ın teslimatını yapmadığı şeylere geldi.

"Anlıyoruz," dedi bir adam, bu sefer gelen ses daha gençti. "Ama mallar çok uzun bir zamandır sizde. Ülke sınırları içinde mi, onu bile bilmiyoruz."

"Mallar güvende, içiniz rahat olsun," dedi sözcü olarak konuşan adam, ardından çok manidar bir tonda ekledi. "Onları ormanın içinde saklıyoruz."

Kaşlarım çatıldı. Ormanın içinde? Benden bahsetme olasılıkları neydi?

"Nasıl yani?" diye sordu kadın.

"Bize güvenin," dedi adam ve bir daha bu konu üzerine konuşmadılar.

"Neyi ormanda saklıyolarmış," dedi Çağdaş çatık kaşlarla. "Hiçbir şey anlamadım."

"Uyuşturucu," Bakışlarım hâlâ camın önünde oturan Esat'a kaydı, hepimizle göz göze geldikten sonra konuşmaya devam etti. "Balonun yapıldığı gece limanlara gelen yüklü miktardaki uyuşturucuları hatırlayın. O günden sonra her şey alt üst oldu. Belli ki dağıtımı yapmamışlar ve yatırımcılar, para ödedikleri için bir an önce malları almak istiyor."

"Onları bulursak Girdap'ın can damarını yakalarız," dedi Baran keskin bir tonda. "Bizimle anlaşmaktan başka çareleri kalmaz."

Babamın gücüne ve sarsılmaz sandığı imparatorluğuna ne kadar bağlı olduğunu biliyordum. Eğer uyuşturucuları ele geçirirsek peşimizi bırakması karşılığında onunla kısa bir anlaşma yapardık ve o sırada hedefimiz Uçurum olurdu. Uçurum'a geri dönmenin bir yolunu bulana dek, o uyuşturucular bizi dokunulmaz kılardı.

İşte bu!

"Çok zamanımız yok," dedim durumu toparlamaya çalışarak, kalbim çarpıyordu. "Onları hemen bulmamız gerek."

"Hangi ormandan bahsettiklerini bilmiyoruz ki," dedi Çağdaş yüzünü buruşturarak. "Bilsek bile kim bilir neye gömdüler."

O sırada bir hareketlilik oldu ve Ateş arkamdan ortaya doğru geçip elini saçlarına atıp sertçe karıştırdı. Sabahtan beri öyle sessizdi ki aklından neler geçtiğini merak ediyordum.

"Adam çok emin konuştu," dedi Ateş bize bakmadan. Tek bir noktaya odaklanmıştı ve sanki zihninin sesine yetişemiyordu.

"Ne hakkında?" diye sordum.

"Ormanda saklıyoruz derken çok emindi," dedi ve başını ellerinin arasına aldı, gözleri kapandığında alnında çizgiler oluşmuştu. "Sanki eliyle koymuş gibi bulacağı bir yerden bahsediyordu."

"Gömdükleri yere işaret koymuş olamazlar mı?" diye konuştu Baran.

Ateş sessiz kaldı ve gözleri daha sıkı kapandı. Sert bir nefes bırakarak elleri yumruk şeklinde iki yanına düştü ve gözlerini açtığında ona bakıyor olduğum için göz göze geldik. O anda mavi gözlerinde şimşekler çakıp söndü.

"Tabii ya," diye fısıldadı aydınlanmış bir şekilde. Bir anda güldü ve odanın içinde volta atarak "Oğlum Ateş," diyerek kendiyle konuştu. "Çok paslanmışsın. Senin bunu anında anlaman gerekirdi."

"Bölüyorum ama," dedi Çağdaş hepimizin iç sesine tercüman olarak. "Bize de bir alt yazı geçsen mi kardeşim?"

Yüzünde kocaman, kurnaz bir gülümsemeyle bize döndü ve "Benim Orman'ımdan bahsediyorlar," dedi, anlamayarak ona baktığımda Ateş'in gözleri gözlerime çevrildi ve yüzündeki gülümseme yavaşça silinirken devam etti. "Mezarından bahsediyorlar. Uyuşturucuları mezara gömdüler."

Dudaklarım aralandı ve bunun ne kadar akıllıca bir düşünce olduğuyla yüzleştim. Balodan üç gün sonra babam, Ateş'i o mezarın başına götürmüştü ve bu süreç uyuşturucuların nereye konacağının planlanması için iyi bir süreydi. Diğer yandan gerçekten çok zekiceydi, babam burda olmadığında bile o mezarın güvende olacağını biliyordu çünkü Ateş vardı. Kimsenin aklına bir adamın kendi kızı için kazdığı mezara uyuşturucu, ya da daha doğrusu itibarını gömeceği gelmezdi.

"Çok zekice," diyerek ayağa kalktım. "Kesinlikle orda olmalı."

"Vay anasını," dedi Çağdaş. "Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi." Ateş'e bakıp gülümsedi. "Neyse ki aklına kurban olduğum var."

"Hemen gidelim." Baran da ayağa kalktığında Ateş onu eliyle durdurdu.

"Önce bir emin olalım." Bana kısa bir bakış atıp "Biz Orman'la gidip mezarı kazalım ve eğer ordaysa arabayla gelirsiniz, yükler gideriz. Gereksiz kalabalık olmasın." dedi.

"Nasıl gideceksiniz?" diye sordu Esat. "Arabayı Ali götürdü, yürüyerek gitmeniz Orman için tehlikeli olur."

"Baran motorumun anahtarı sen de, değil mi?"

Baran kafasıyla Ateş'i onaylayıp masanın çekmecelerinden birini açtı ve havadan bir anahtarı Ateş'e doğru attı.

"Güzel," dedi Ateş anahatarı kapıp. "Bana bir kazma kürek bulup garaja getirin. Hemen çıkalım." Bakışları gözlerimi buldu ve gidelim gibisinden işaret yaptığında Baran'a dönüp "Filiz'i arayıp çıkmalarına söyleyin," dedim. "Daha fazla orda kalmasınlar."

Ateş kapıyı açtı ve peş peşe odadan çıkıp koridorda ilerlemeye başladık. Yürürken elini belime koydu ve beni kendine çekti. Spot ışıkların altında gölgelerin toplandığı yüzüne bakıp hafifçe tebessüm ettim. Ne olursa olsun, ona hayrandım. Yanımda oluşuna ve ona sahip olduğum için yaratıcıya minnettardım.

Kıyamet'in kapalı otoparkına girip en kuytu köşelerinden birinde, üstü gri naylonla örtülü bir motorsiklet bulduk. Ateş naylonu geri çektiğinde siyah motorsiklet tüm ihtişamıyla ışkıkların altında parladı.

"Özlemişim oğlumu," dedi Ateş motorsikletin direksiyonu kontol ederek. Tam karşısında duruyordum. Bakışlarını kaldırınca göz göze geldik ve ona olan bakışımı görüp kaşlarını kaldırdı.

Yavaşça elimi, aramızda kalan motorsikletin koltuğuna bastırdım ve ona doğru eğildim. Diğer elim yakasını kavrayıp çekti, dudaklarımı her anını hissederek dudaklarına bastırdım ve başımı döndüren o hisle birkaç saniye büyülendikten sonra hafif geri çekilip gözlerine baktım.

"Ne içindi bu?" diye fısıldadı ateşli gözlerle gözlerimin içine bakarak.

"Seni sevdiğim için," dedim yakasını bırakmadan ve ikinci kez dudaklarını öptüm, bu sefer bana karşılık verip dudaklarımı kavradı ve sertçe emip bıraktı.

"Şu işler bir bitsin," Hızlı bir soluk alıp verdi. "İki ay cidden odadan çıkmana izin vermeyeceğim."

Hafifçe kıkırdayıp tamamen geri çekildim. Elim yakasından düştüğünde zeminden gelen tok ayak seslerini duyduk ve saniyeler içinde Çağdaş karşımızda belirdi. Elindeki kürek ve kazmayı motorun arkasına yan bir şekilde bağladıktan sonra yola çıkmak için hazırdık. Ateş motorsikletine binip çalıştırdı ve ben de hemen arkasına oturup kollarımı beline sardım.

Motorun üstünde otoparktan çıktık ve mezarlığa doğru gitmeye başladık. Yüzüme çarpan rüzgârın şiddeti, ona sarılan kollarımın hissettiği sıcaklık... Bu hissi öyle çok özlemiştim ki.

Ateş motoru hâlâ çok hızlı ve deli kullanıyordu. Bu yüzden beklediğimden daha çabuk mezarlığa varmıştık. Kürek ve kazmayı Ateş omzuna atıp eliyle tutarken yan yana mezarlığa girdik. Karanlığın içinde, sokak lambalarının altında mezarlığı bulduğumuzda aramıza derin bir sessizlik çökmüştü.

Ateş omzudan küreği yere attığında toprağa çarpan demir tok bir ses çıkardı. Mezarlığa bakarken gözlerinde donuk bir ifade vardı. Sertçe yutkundum. Buranın onun için neler ifade ettiğini tahmin edemezdim ama gördüğüm bir şey vardı ki, Ateş'in korkularının başına bela olduğuydu. Burası onun korkularının başına bir felaket diye koptuğu yerdi. Kâbuslarıydı. İntiharı ve vazgeçişiydi.

"Ateş," diyerek ona doğru yürüdüm ve önüne geçip çenesini parmaklarımla kavrayarak bana bakmasını sağladım. Mavi gözleri titreyerek kapanıp açıldığında ellerini belime koyup beni daha çok kendine çekti.

"Bitti," diye fısıldadım gözlerinin içine bakarak. "Korkuların sol bulsun artık. Ben orda değilim ve sen yanımda oldukça orada olmayacağım." İkinci kez yutkunup yüzünü ellerimin arasına aldım ve alınlarımız birbirine yaslandı. "Söz veriyorum," dedim içli bir sesle. "Söz veriyorum bu sefer biz kazanacağız."

Alnını alnımın üstünde hareket ettirdi ve "Biliyorum," dedi kısık sesle. "Bu mezarın başında aylarımı geçirirken en dibi gördüm Orman, dahası yok. Olmayacak. Korkacak hiçbir şeyim kalmadı çünkü hepsiyle yüzleştim."

"Birlikte en dibi gördük," diye tekrar ettim. "Ve artık yükselme vakti."

🌑

Bölüm sonu.

Kurguyu ve amacını anlamanız açısından benim için çok önemli bir bölümdü. Heyecanlıyım çünkü onların yükselişine tanıklık etmek beni her şeyden çok mutlu ediyor.

Orman Kızım, artık senin vaktin geldi.

Bana gidişatla ilgili düşüncelerinizi yazmayı sakın unutmayın. Gerçekten çok önemsiyor ve mutlu oluyorum. Birbirimizi karşılıklı mutlu edelim, eheh, nasıl fikir :)))

Gitmeden önce, beni instagramdan takip ederseniz bölüm duyurularından ve orda yaptığımız goy goylardan haberdar olursunuz. Orda hepimiz arkadaş gibiyiz, katılın bize.

Sizleri çok seviyor ve kocaman öpüyorum.

Ben gelene kadar, kendinize iyi bakın. <3

İg. Svndk_seher

Tw. endlesseher


















Continue Reading

You'll Also Like

176K 11.9K 20
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
Eftalya By esmaa

Teen Fiction

432K 21.4K 24
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.
127K 9K 89
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...
407K 31.4K 10
Boş kalan son sayfa dolmadan, kibritler yere saçılmadan, yanan son mum sönmeden, bu yabancı duman her yanımızı sarmadan ve onlar beni bulmadan bul be...