Yedi Saniye Virüsü | TAMAMLAN...

By DacyGazelle

219K 26.1K 36.5K

Bilim Kurgu | Romantik | Her şey üç buçuk yıl önce Güney Afrika'da başladı. Güney Afrika'da Tabari adında ell... More

TANITIM | TEASER VİDEOSU
BÖLÜM 1 ⚜ KAPANIN SAHİBİ
BÖLÜM 2 ⚜ GİTMEDEN ÖNCE
BÖLÜM 3 ⚜ TANIMIYORUM SENİ
BÖLÜM 4 ⚜ CİĞERİNİ DELDİM
BÖLÜM 5 ⚜ YOK MU BİR ÇARESİ?
BÖLÜM 6 ⚜ KURŞUN ASKER HİKAYESİ
BÖLÜM 7 ⚜ SAKİN KALMALIYIM
BÖLÜM 8 ⚜ NEDEN BEN?
BÖLÜM 9 ⚜ HADİ TUT ELİMİ
BÖLÜM 10 ⚜ YAVRU CEYLAN
BÖLÜM 11 ⚜ YOKUŞ
BÖLÜM 12 ⚜ BİR YALANI YAŞIYOR
BÖLÜM 13 ⚜ BİRBİRİNİZİ ÇEKİYORSUNUZ
BÖLÜM 14 ⚜ O KIZIN ADI
BÖLÜM 15 ⚜ YENİ KAMP
BÖLÜM 16 ⚜ Ş.D. KİM?
BÖLÜM 17 ⚜ SENİ KAYBEDEMEM KAPANIN SAHİBİ
BÖLÜM 18 ⚜ AZRAİLİNE GÖTÜRÜYORUM SENİ.
BÖLÜM 19 ⚜ ...O KİŞİNİN SEN OLMASI
BÖLÜM 20 ⚜ ZAMANI GELDİ
BÖLÜM 21 ⚜ AVINI KAPANA KISTIRDI
BÖLÜM 22 ⚜ KURBAN EDİLEN ÇOCUK
BÖLÜM 23 ⚜ UMUDU ÖLDÜRMEK
BÖLÜM 24 ⚜ YAKLAŞMA!
BÖLÜM 25 ⚜ UZAK DUR
BÖLÜM 26 ⚜ HAİN
BÖLÜM 27 ⚜ MİRZA KORKMAZ
BÖLÜM 28 ⚜ UNUTTUM
BÖLÜM 29 ⚜ AYNI SAFTAYIZ
BÖLÜM 30 ⚜ ENFEKTE
BÖLÜM 31 ⚜ ÜÇ HARF, BİR KELİME
BÖLÜM 32 ⚜ SAVAŞ MEYDANI
BÖLÜM 33 ⚜ GÖK GÜRÜLTÜSÜ
BÖLÜM 34 ⚜ NE ZAMAN YAKALADIM SENİ
BÖLÜM 35 ⚜ HAYALET TARAF
BÖLÜM 36 ⚜ ÖLÜME GİDEN YOL
ÖZEL BÖLÜM ❝Çift Çizgi❞
BÖLÜM 37 ⚜ DİRENİŞ
BÖLÜM 38 ⚜ YARA BANDI
BÖLÜM 39 ⚜ KULÜBE | YSV'NİN 1. YILI
BÖLÜM 40 ⚜ GARİP BİR BURUKLUK
BÖLÜM 41 ⚜ EMİR'İN İNİ
ÖZEL BÖLÜM ❝YENİ YIL❞
BÖLÜM 42 ⚜ SÖYLE
BÖLÜM 43 ⚜ ÂN
BÖLÜM 44 ⚜ AMA EN ÇOK...
BÖLÜM 45 ⚜ KIRMIZI FULAR
BÖLÜM 46 ⚜ KABUS
BÖLÜM 47 ⚜ DOĞUM
BÖLÜM 48 ⚜ KAVUŞMA GÜNÜ
BÖLÜM 49 ⚜ KAMP 54
BÖLÜM 50 ⚜ ZERRE
BÖLÜM 51 ⚜ KÖTÜLÜK VE UMUT
SEZON FİNALİ
SON SÖZ
Aşı Sonrası 1 || MEKTUP
Aşı Sonrası 2 || GÜLÜMSEMEN
Aşı Sonrası 3 || KAPI
Aşı Sonrası 4 || İSPATLA
Aşı Sonrası 5 || LANETLİ KAN
Aşı Sonrası Final || KIRMIZI FULARLI KIZ

Aşı Sonrası 6 || UMUT

1.1K 132 119
By DacyGazelle

Alt Başlık ⚜  Kardeşlerin Tanışması

Geride bıraktığımız soğuk kış günlerinin üzerini örten, baharın cıvıltısını bize hissettiren güzel bir gün. Ablamların evinin bahçesine kurduğumuz kahvaltı masasında omletten bir parça alıp onu çiğnemeye başladım. Baharın ılık esintisi hafif hafif yüzüme çarparken burnuma dolan temiz havanın hissettirdiği ferahlık sadece bedenimi değil zihnimi de rahatlatıyordu.

Zihnimde hiç kimsenin açamayacağı hatta varlığının bile öğrenilemeyeceği gizli bir kasa vardı. Üç gün önce kampa tekrar dönmeden kilitlemiştim üzerini. Anahtarını ellerimle yakmış ve küle dönmesini an be an izlemiştim.

Eslem, Melek, ablam, Deren ve bebekleriyle kahvaltı yapıyorduk. Bu fikri ablam bulmuş ve kahvaltı esnasındaki konuşmaların arasında sürekli tekrarlamamız gerektiğini dile getirip durmuştu. Onlara yaşadıklarımızı yumuşatarak anlatmıştık. İşe gitmiyordum, boş olduğumu ve bu yaşananların da beni üzdüğünü düşünüyor, bu yüzden elinden geldiğince beni mutlu etmeye çalışıyordu. Ablam iyi ki benimle kalmış, annem gibi Konya'ya gitmemişti.

Bazen içten içe bu duruma üzülüyor, hatta onca şey yaşamışken annemin bizi burada bırakmış olmasına kırılıyordum. Babamın gitme sebebi belliydi, en azından annem bizimle kalsaydı? Bilemiyordum, bencil bir düşünce miydi bu? Zaten senelerce babamdan ayrı kalmış, ablam ve abimle beraber yaşamış ve onlara Deniz'i büyütmesinde yardımcı olmuştu. Şimdi babamın yanında olmak istemesi çok doğaldı ama... Ben ne oluyordum? Senelerce benden de uzak kalmıştı, benim durumumun da farkındaydı. Neden sadece haftada bir mektup yollamakla yetiniyordu? Ben onların gözünde ablam gibi değildim biliyordum ama. Özlüyordum annemi.

Ben uzaklarda bir yerlerde benden uzak olan annemi bu kadar özlüyorsam Kapanın Sahibi neler hissediyordu? Hazal Adem'e birkaç ay önce Yeliz'le iletişime geçtiğini söylemişti. Yeliz'in Türkiye'de olduğunu ve Aras'ın ölümünden haberi olduğunu biliyorduk. Ve bildiğimiz diğer şey ise Almanya'dan yeni gelmiş olduğuydu. Yani onun ailesi hakkında bir şeyler biliyor olabilirdi. Kapanın Sahibi Nuri amcayla konuşmuştu. Yeliz Karalı isminde, kızıl saçlı, bal rengi gözlü ve çilli bir kız tanımına uyan olan biri yakınlarda görüldüğünde ilk bize haber gelecekti. Adem kamptan gitmişti ama onunla da haberleşecektik. O da Yeliz'i görmeyi çok istiyordu.

"Anne!"

Bahçe kapısından abimin kucağında içeri giren yeğenimin kırmızı gözlerini hemen ardından çıplak olan ayağının altındaki sargı bezini görünce kaşlarım endişeyle kıvrıldı. Ablam kucağındaki Özgür'ü bırakmadan "Gökhan?" diyerek sandalyesinden kalktı. Özgür'ü tek koluyla tutup bedeninin yan tarafına yasladı ve Deniz'in ayak bileğine dokunurken telaşla "Ne oldu ayağına?" diye sordu.

Bizim telaşımıza karşılık o ikisi gülüyordu. Kapıdan giren üçüncü kişi Kapanın Sahibi oldu. Onlar gibi gülmüyordu ama hiçbiri de Deniz'in ayağının yaralı oluşu hakkında üzgün değil gibiydiler.

Kapanın Sahibi yanlarından geçip benim sandalyeme yaklaşırken ablama "Doktorculuk oynadık." diyerek takıldı.

Deniz "Parkta oynarken ayakkabılarımı çıkarttım çünkü Heidi de ayakkabısız dolaşıyor!" diye heyecanla anlatmaya başladı. Favori hikaye kitabı benim çocukluğumdan bile eski olan Heidi'ydi. Ben onun çizgi filmleriyle büyümüşken Deniz'in en başa dönmüş olması benim hoşuma gidiyordu. Bana kalırsa kitaplar çizgi filmlerden iyiydi.

"Anneciğim o aynı şey mi? Heidi çimenlerde geziyor."

Deniz dudaklarını büzdü. "Anne Heidi'nin keçileri var. Onlarla beraber koşuyor! Ben de kedileri kovalıyordum."

Abim gülerek Deniz'in başının üzerine bir öpücük bırakınca ablam sorgulayan yüz ifadesini takındı. Bu bakışları tanıyordum. Ona neden izin verdin diyordu aslında. "Ne oldu ayağına? Cam mı battı yoksa?"

"Mirza abim diken batmış dedi ve biliyor musun? Heidi'nin de ayağına diken batıyormuş!" Deniz heyecanla konuşurken çok mutlu gözüküyordu. Onun gülüşü bana da bulaştı.

Mirza sandalyemin arkasına gelip sırt kısmına ellerini koyarak omzumun üstünden eğildi, yanağıma bir öpücük bıraktı ve yanımdaki sandalyeye oturdu.

Ablam ona gülerken abimle beraber masaya doğru yürümeye başladılar. İkisinin kucağında da çocukları vardı. Deniz babasının kucağından kardeşine dil çıkardığında Özgür yumuk yumuk kollarını ablasına uzatarak ona ulaşmaya çalıştı.

Deniz dört yaşına girmişti. Bilmişlik, konuşma ve ablalık konusunda kendini baya geliştirmişti. Yaşadığı şeyleri unutmuş gibiydi ama zihninin derinliklerine kazınmış olduğunu biliyordum. Onun gözlerindeki terk edilmişliğe şahit olmuştum. Şimdilerde ise bu kocaman ailemizin tek prensesi gibi davranıyor, herkese istediğini yaptırıyordu. Dışarıda olmayı, yaşıtı arkadaşlarıyla oynamayı çok seviyordu. Üç yaşına kadar bir evde tıkılıp kalıp, tek arkadaşı hasta bir çocuk olan Berter'le oynadığını düşünürsek Deniz şu an çok mutluydu.

Bir keresinde uykusundan ağlayarak uyanmıştı Deniz. Berter'i rüyasında gördüğünü söylemişti. Beraber Deniz'in sürekli gittiği parka gidip oynamışlar. Berter onu salıncakta sallamış, kaydıraktan kaymış, koşu yarışı yapmışlar. Tüm gün. Sabahtan akşama kadar onunla vakit geçirmiş Berter. Onun elinden tutup evine getirmiş sonra. Yatağına yatırıp üzerini örtmüş ve ona teşekkür etmiş. Her şey için. Deniz de onu çok özlediğini söyleyip sarılmış ona.

Sanki Berter Deniz'e gelmiş, sanki Berter gitmeden önce son kez onu göremediği için Deniz'le konuşmak istemiş. Ona verdiği her şeye teşekkür etmek için. Kanı için, canı için, saf ve temiz sevgisi için teşekkür etmeden gitmeyi borç bilmiş.

Eğer Berter ölmeseydi... Onu kurtarabilseydik, onu çekip alırdım Emir'in ellerinden. Biz onu evladımız sayardık. Işık'ın kardeşi, Deniz'in can dostu, Lulu'nun abisi olurdu. Biz Berter'i çok severdik. Biz Berter'i sevgimizle yaşatmanın bir yolunu bulurduk.

Hüzün bastırdı birden ruhumu. Sanırım mezarlığa gitme vaktim gelmişti. Tarık'ı da Berter, Işık ve annelerinin yanına gömmüşlerdi, üç kardeş annelerinin yanında hep beraber yatıyorlardı. Oraya ne zaman gitsem kötü olurdum ama bir yanım da rahatlamış hissederdi. Onları görmeye gittiğim, onları unutmadığım ve içimde her zaman onları yaşattığım için...

"Bilge?"

Kapanın Sahibi'nin bana seslendiğini fark ettiğimde ona baktım. Eli ne zamandan beri bileğimi tutuyordu?

"Daldın gittin."

Yüzümde belli belirsiz bir tebessümle "Neyden bahsediyordunuz?" diye sordum.

Karşımda oturan abim, kolları arasındaki Deniz'i sıkıca sarıp yanağına kocaman bir öpücük bırakırken "Benim kızım keçileri kaçırmış." diyerek güldü.

Hepimiz gülerken Deniz neden güldüğümüzü anlamıyor gibi bakıyordu. "Hayır baba! Kedileri kaçırdım kedileri!"

Ablam "Ben seni yerim." diyerek kızını öpücüklere boğarken kollarını çırpan Özgür de dilini dışarı çıkartarak bebek çığlığı atıyordu.

Onları gülerek izlerken bileğimdeki elin avcuma indiğini hissettim ve parmaklarımızı birbirine kenetledim.

Eslem "Fuat ve Can da geldi!" dediğinde gülerek Kapanın Sahibi'ne baktım. Aralarındaki iddiayı Fuat kazanmıştı, Can iddianın sonucunu çekecekti ve bu bizim için izlemesi çok eğlenceli bir şey olacağa benziyordu.

Fuat ellerini birbirine sürterek bahçeye coşku dolu bir giriş yaptı. "Millet! Toplanmışsınız!"

Arkasından gelen Can'ın ayakları geri geri gidiyordu. Memnuniyetsiz bakışları karşısında daha da keyiflendim. Fuat Eslem'in yanındaki boşluğa bir tabure çekti, Can da Deren'in yüzüne bakmaktan kaçınarak sırtı ona dönük bir şekilde yanındaki sandalyeye oturdu. Barış evin içinde uyuyordu.

Deren ellerini göğsünde kenetledi ve neşeyle "Hadi, çocuğum uyanmadan yapalım." dediğinde Can hışımla omzunun üzerinden başını çevirip ona baktı. Tüm bedenini çevirmekten çekiniyor oluşunu fark ettiğimde güldüm.

"Salak." Deren'in onun yüzünü gördüğünde söylediği ilk şey buydu.

"Lan sen benim tarafımda olmalısın!"

"Lan deme, kopartırım o dilini!" Gözlerini devirip bilmiş bir edayla kaşlarını kaldırdı. "Hem saçma sapan iddialara girmeseydin sen de. Bebeğin kız olacağını daha ortada yokken bile tahmin ediyordum ben."

"Nereden ediyordun be?" diye sordum, biz o sırada bebeğimiz olmayacak diye karalar bağlıyorduk, o bunların hayalini mi kuruyordu?

"Hamileyken içine doğar kızım öyle şeyler." Bu hissini bize söyleseydi ne yapardık acaba? Herhalde boşuna ümitleniyor diye daha çok üzülür, kendi kendimize acımızı daha da katlardık.

"Geçen benim içime ne doğdu biliyor musun Deren?" Biraz sonra onu sinirlendireceğimi bildiğimden yüzümde alaycı bir tebessüm belirdi.

"Ne doğdu?" dedi heyecanla.

Yazık ya.

"Can ve senin üç erkek çocuğunuz daha oluyordu ve hepsi de Can'ın kopyasıydı."

"Ne!" dedi neredeyse çığlık atarak. Can kahkaha attığında sinirlenip elini sertçe sırtına geçirdi. Vurma sesini duyulduğunda ben elimle ağzımı kapatırken Fuat da "Yuh lan!" demişti.

Can gözlerini yumup acıyan yere elini koydu ve "Allah belamı versin benim ya..." derken ovuşturmaya devam etti. Aynı zamanda yalandan inliyor gibi yapıyordu. "Ah, çok acıyor be."

"Saçmalama ya Bilge! Bir tanesi bile bana benzemeyecek miymiş?"

"Ne bileyim, sadece bir his." Bakışları tekrar Can'ı bulunca diğer yanında oturan Fuat ellerini omuzlarına koyup onun sandalyeye yaslanmasını sağladı.

"Kızım onun suçu ne be?"

Deren Fuat'a kaşlarını kaldırarak bakarken "Karı koca arasına girme." dediğinde daha demin acıdan inleyen Can da dahil olmak üzere hepimiz susup bakışlarımızı Deren'e diktik.

Sessizliği Can bozdu. "Ne dedin sen? Çocuklarımın babası, evimin direği benimle evlenir misin mi dedin?"

Deren'in gözleri öfkeyle kısıldı, ağzını açtı sonra aniden Deniz'in burada olduğunu fark ederek kullanacağı kelimeleri değiştirdi. "Vazgeçt..." ama sözünü tamamlayamadı.

Can hışımla atılıp kolunu Deren'in boynuna sardı, diğer eliyle ağzını kapattı ve dudaklarını şakaklarına bastırıp öperken "Evet evet! Sonsuza dek evet!" diye bağırdı.

Gülmekten yanaklarım acımıştı. Bakışlarımı yanımda oturup bana baktığını hissettiğim kişiye çevirdiğimde üzerimdeki sıcak kahverengi bakışları gülümsüyordu.

Kapanın Sahibi yüzünde ayartıcı bir gülüşle "İyi işti." dedi. "Güzel karıştırdın ortalığı."

"Kaptık senden işte bir şeyler."

Gülüşüme karşılık dirseğini sandalyenin arkasına yaslayıp başparmağıyla hafifçe burnuma vurduğunda gülerek geri çekildim.

"Burnun bir tatlı gelmeye başladı bana."

"Durup dururken..." Kaşlarımı kaldırdım. "Neden acaba?" dedim bilmezden gelerek.

"Haydi vira bismillah!"

Yükselen sesle ne olduğumu şaşırdım. Ne ara hazırlanmışlardı? Ya da büyük ihtimalle Fuat çoktan hazır gelmişti. Can'ı kahvaltı masasının karşısındaki boşluğa koydukları bir sandalyeye oturtmuş, eline malzemelerini almış bekliyordu.

Can ellerini bacaklarının üstünde kavuşturmuş, kurbanlık koyun gibi başını öne eğmiş ve kaderine teslim olmuştu. Eslem elinde beyaz bir çarşafla evden çıkınca Fuat çarşafın uçlarını Can'ın yakalarının içine soktu ve yüzünde heyecanlı bir gülüşle elindeki makası iki kere döndürdü.

Eslem kahkaha attığında Deren de ona katıldı. Abim Deniz'i oturduğu sandalyeye bırakıp onların yanına gitti. Ablam Deniz'i yemek yemeye ikna etmekten eğlenceye pek katılamıyordu. Özgür'ün hareket ettiğini ve onu zorladığını görünce Kapanın Sahibi'nden onu yanımıza getirmesini istedim.

Özgür onun kucağında, yan yana oturuyorken Fuat'ın Can'ın saçlarını kesişini ve başını tamamen kel bırakışını canlı olarak izledik.

Fuat Can'ın keline bir fiske vurup "Oh sıhhatler olsun aslanıma." diyerek kahkaha atınca Can boynundaki çarşafı söküp atar gibi çıkartıp öylece boşluğa bıraktı. Gözlerim yerdeki saçlara düştü. Bunları temizleyecek kişi ben olmadığım için sevindim.

"Ne kinci herifmişsin lan sen!"

Fuat gevşek gevşek ona doğru yürüdü ve elini omzundan sararken sanki gizli bir şey diyecekmiş gibi başını ona yaklaştırdı. "Kel şampuanı önerebilirim istersen?"

Kolunu ittirerek altından çıkarken "Şerefsiz piç." diyerek eve girdi.

Tekrar masanın etrafında toplanınca Mirza "İddiayı o kazansa ne olacaktı?" diye sorunca Fuat'ın keyifli ifadesi anında duruldu. Bu durum beni daha da meraklandırdı.

"Kazanmadı."

"Ama ne olacaktı?" diye soran bendim.

"Oldu da bitti." dedi ellerini birbirine vurarak. Oflayarak arkama yaslandım. Ben bu kadar merak etmişken Eslem'in ses çıkarmaması tuhaftı. Susuyordu çünkü o da biliyordu.

Ona baktığımı fark ettiğinde Eslem hızla gözlerini kaçırdı ve kendine bir bardak su bulup kafasına dikti. İkisiyle alakalı bir şey olmalıydı. Acaba neydi? Cidden çok merak etmiştim.

"Eslem?" diye konuşmaya girdiğimde evin içinden gelen Can'ın ağlamaklı sesini duydum.

"Lan! Oğlum beni tanımıyor." Kucağında ağlayan Barış'la beraber balkona çıktı. Yüzü düşmüş, Barış'a şaşkınlıkla bakıyordu.

Deren "Ne diyorsun?" diye sorunca "Oğlum beni tanımıyor. Ağlıyor baksana. Korktu lan saçım yok diye." diye açıkladı.

Fuat'ın güldüğünü duyunca ses tonu öfkeye bürünmüştü. "Şerefsiz! Senin yüzünden hepsi! Babayım lan ben!"

Barış babasının yükselen ses tonunu duyunca bağırarak ağlamaya başladı. Deren eve doğru yürürken söyleniyordu. "Uykusundan uyandırmışsın çocuğu. Ağlar tabi."

Balkondan başını uzatarak Deren'e baktı. "Kendi uyandı, ben uyandırmadım. Fuat amcasının kahkaha adı altındaki böğürüşlerine uyandı herhalde."

"Fuat onun dayısı!"

Bu tartışmayı yakın zamanda bizim de yapma olasılığımız vardı. Fuat'ı vermezdim ama. Ona sorsak o da beni seçer, Sevil abla gibi yapmazdı bence.

Başımı ona çevirdiğimde kucağında masaya uzanıp çekiştirmek için bir şeyler arayan yeğenimin eline bir ekmek verdim. Hemen ağzına götürüp emmeye başladığında Mirza onu bedenine yaslayıp elini karnının üzerinden sardı.

"Sence Fuat da beni satar mı dersin?"

Gülümsedi. Aynı şeyleri düşünüyorduk. "Sen amcası olacaksın desen bile ben dayı olmuşum oğlum ne amcası der bence."

"Ve eniştesi." diye devam ettirdiğimde kaşları çatıldı. "Yalan mı? Gelecekte eniştesi olacak. Hatta şimdi bile diyebiliriz.

"Doğmamış çocuk üzerinden böyle konular konuşmak hoşuma gitmedi." Suratı asılmış, ses tonu ciddiyete bürünmüştü. Özgür'ün elindeki ekmeği parçaladığını fark edip ekmeğin diğer tarafını çevirdim ve bile isteye üzerine gittim. "Özgür'ün de eniştesi sayılır. Hem Özgür doğmuş. Oldu mu?"

Gözlerime bana cevap vermeyeceğini haykıran bakışlar atıyordu. Konu istemediği yöne çekilince nasıl da huysuzlanıyordu ama. Kucağındaki yeğenimi kollarının altından kaldırıp kendine çevirdi. Özgür elindeki ekmeği ona doğru sallarken ciddi ciddi konuşmaya başladı. "Teyzen çok sıkılıyor galiba. Ne yapacağız biz senin bu teyzenle?"

Özgür dilini çıkartıp ağzının içindeki ekmekleri onun yüzüne püskürttüğünde kahkaha attım. Yanağındaki ekmek parçalarını parmak uçlarımla toplarken "Bak," dedim. "Herkesi de kendi tarafına çekemiyormuşsun."

AYLAR SONRA 

Uyku, hele de gece uykusu ne güzel bir nimetti.

Son iki haftadır yirmi beş yıllık hayatımda bunun değerini bilemediğimi anlıyor, her gece uykumdan yaklaşık on beşinci defa uyanırken kendi kendime yakınıyordum.

Sanki uyuyalı beş dakika geçmiş gibi hissederken yine uykumu bölen tuvalet ihtiyacımla gözlerimi açtım. Daha beş dakika önce de bu yüzden uyanmamış mıydım? Hava da çok sıcaktı. Yataktan inmek için yuvarlanmam falan gerekiyordu. Böyle uyku olmaz olsundu.

Başımı yastıktan kaldırsam da sırtımı doğrultmak için yan dönmem gerekiyordu ama benim mesaim bitmişti. Onu uyandırma vaktiydi. Uyuyup uyanmak ve sürekli aynı döngüyü tekrar etmek beni yormuştu. Başımı tekrar yastığa bırakıp "Mirza?" diye seslendim.

Bu süreçte benim yüzümden onun da uykusu hafiflemişti, seslendiğimde anında cevap verme sebebi buydu. "Ne oldu?" dedi konuşmasa hala uykuda olduğunu düşüneceğim bir sesle.

"Elimden tutsana. Kalkamıyorum." Ses tonum neden birden duygusal aşamaya geçmişti bilmiyorum. Naz yapma perilerini geri göndermek için tek başıma yataktan kalkamadığım için ağlamayacağımı anlatmaya çalışıyordum.

Yataktan kolayca kalkarken anında yumuşak bir yona bürünen ses tonuyla "Geldim hemen." diyerek ellerimden tutarak yavaşça yataktan kalkmamı sağladı. Her gece aynı şeyi defalarca yaşadığımız için alışmıştı o da.

"Teşekkür ederim. Hadi uyu sen."

Tek gözümü ovuştururken odadan çıktım.

Bu geceki kaçıncı uyanışım olduğunu sayamamış ve hala sabah olmadığı ve hala uykum olduğu için sinirlerim bozuk bir şekilde tekrar gözlerimi açmıştım. Bu seferki uyanma sebebim farklıydı. Yataktan kalkabilecek gibi değildim. Elimle omzuna dokunurken "Mirza?" diye fısıldadım. Uyanmasını istiyorken fısıldamam akıl alır gibi değildi. Tekrar seslendiğimde uyandı. Uykusunu doya doya alıyor oluşunu kıskanıyordum.

"Efendim?" Yüz üstü yatıyordu, dirseğini yatağa dayayıp üst bedenini yataktan kaldırdı. Yüz üstü yatmayı özlemiştim.

Karnımın içindeki sert darbeyi hissettiğimde refleks olarak elimi karnıma koyup gözlerimi yumdum. "Su..."

"Ne?" dedi ani çıkışıyla beni de telaşlandırırken. "Suyun mu geldi?"

Sesindeki telaşını duyup gözlerimi açtığımda sessiz kalıp yanlış anlamasına müsaade ettim. Azıcık eğlenmek hakkım değil miydi ama? 

Dirseklerinden güç alıp kendini anında yataktan kaldırdı. Benim yanıma gelirken eliyle yüzünü sıvazlıyordu. "Ne zaman oldu? Sancın var mı? Ne kadar sıklıkla, hesaplayabildin mi?"

Önümde durup ayaklarımı örten pikeyi kaldırdı, odanın içi karanlık olduğu için çok net göremiyordu. "Yeni." dedim dikkatini başka yöne çekmek için.

Gözlerini bana çevirdiğinde elimi devasa karnımın üzerine koydum. Üzerime eğilip kollarımdan tutarken "Tutun bana." diyerek beni kaldırmaya çalıştığında biraz sonra ağlayacakmış gibi bir ses tonuyla konuştum. "Kalkamıyorum."

Nefes alışverişleri hızlı ve düzensiz olmaya başlamıştı. Ellerini benden çekip tek elini ensesine götürerek ovuşturdu ve bir süre düşündü. "Evde doğuracağım ben." dedim. "Sıcak su, havlu, mandal, ebe ne bulduysan git getir."

"Ne diyorsun? Ne mandalı?" Zaten telaştan eli ayağına dolanmıştı, şimdi dediklerimle iyice kafası karışmıştı.

"Göbeğine takarız."

Lulu'nun sert tekmesini tekrar hissettim. Babasını oynattığım için bana kızıyordu galiba. Elimi karnıma koyup yüzümü buruşturdum ve biraz abartılı bir şekilde inledim.

"Tamam tamam, dur!"

Telaşla odadan çıktığında gülmeye başladım. Beni duymasın diye sesli gülmüyordum ama resmen inanmış ve gitmişti ya. Gülüşüm daha da katlanırken odaya tekrar girdiğinde yüzümdeki gülüş onun telaş dolu yüz ifadesi karşısında donakaldı.

"Ciddi misin sen?" dedi olayı anladığında.

"Hazır kalkmışken bana da bir su getirsene be?"

"Ben getireceğim sana su." Başını görürsün sen dermiş gibi sallarken odadan çıktığında arkasından gülüyordum.

Elinde bir bardak suyla içeri girdiğinde yüzünde biraz önceki olayın izlerini görebiliyordum. Hiçbir şey demeden suyu bana uzatınca gülüşümü tutarak elinden aldım. O da yerine yatmış, gözlerini yummuştu. Suyumu içtikten sonra bardağı yatağımın başındaki komodinin üzerine bırakıp ona yanaştım ve başımı omzuna koyup elimi üst bedenine sardım.

"Kapanın Sahibi?" diye fısıldadım.

"Efendim?"

"Kızdın mı bana?" Hafif sitem sezdiğim içli bir nefes verdi.

"İntikam alıyorsun işte benden."

"Hayır ya. Öyle değil."

"Ama ben de alırım bunun karşılığını. Yazıyorum bunları." Kolumun üzerine koyduğu eliyle usul usu tenimi sevmeye başladı.

"Hayır." diye yükseldim tekrardan. "Çok bunalmaya başladım artık. Ben de sana sarıyorum işte ne yapayım?"

"Sar sar. Kıyamıyor nasıl olsa değil mi?"

"Evet." dedim gülerek. Gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. "Kıyamıyorsun, çok güzel."

Derin bir iç çekerken bana dönüp başımı kolları arasına aldı. Dudakları alnıma değerken "Uyu hadi." dedi. "Sabaha kadar kim bilir daha kaç kere uyanırız."

*

"Of ya! Of!" diyerek uykumdan uyanmış ve ağlamaya başlamıştım.

"Şura?" O da benim sesimi duyup anında uyanmış telaşla yatakta oturur pozisyona gelmişti. "Neyin var?"

"Söyleyemem." dedim parmak eklemlerimle gözümün yaşını silerken. Aynı zamanda hıçkırıyor, ağlamaya devam ediyordum. Kendimi çok rahatsız hissediyordum, sanki tüm dünya üzerime binmiş gibiydi. Ben planladığımız sezaryenden önce doğuracaktım galiba. Ablam Deniz'in doğumundan önce hep böyle bunaldığını söylemişti.

"O ne demek? Bana söylemeyeceksin de kime söyleyeceksin?" Yatakta yanıma gelip gözlerimdeki yaşları teker teker silmeye başladı. O sildikçe ben daha çok ağlıyordum. Ağlamaktan da bıkmıştım. Son bir aya kadar birkaç belirti dışında normal halimden bir farkım yok gibiydi ama artık patlayacak gibiydim. Hayat hem mental olarak hem de fiziksel olarak beni çok zorluyordu. Kimse bana anne olmanın bu yanını anlatmamıştı.

"Dalga geçersin benimle."

"Geçmem." dedi sabırla. Nasıl bu kadar sakin ve sabırlı olabiliyordu? Azıcık bana verseydi keşke. Ben niye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım? Sabır bana. Çokça sabır.

"Sabah olsun artık." dedim burnumu çekerek. Gün içerisinde normal bir insanken geceleri... Anlatmaya gerek yoktu, böyleydim işte. Patlayacak gibi.

"Olsun." dedi birden elleriyle yüzümü avuçlayarak. "Oldu bizim için, bak. Uyandık artık. Kalk elini yüzünü yıkayalım. Ben kahvaltı hazırlayayım. Sonra bir duş alırız."

Başımı iki yana sallarken daha çok ağlamaya başladım. "Hava hala karanlık." Hıçkırıklarım arasından ne kadarını anlamıştı bilmiyordum ama gözyaşlarımı silmeyi bırakıp elimden tuttu.

"Fark etmez. Bir saati kalmış zaten. Bugün de erken başlarız güne."

"İşe gideceksin olmaz. Zaten hiç uyutmadım seni." Gözyaşlarımı silip baş ucumdaki sudan yudumlamaya başladım. Sakinleşmem gerekiyordu.

"Şu an benim önceliğim sensin. Onu düşünme şimdi."

Yataktan kalkığını gördüğümde hızlı hızlı konuştum. "Tamam söyleyeceğim ama sonra uyuyacaksın."

Kalktığı yere tekrar oturdu ve bir şey demeden gözlerimin içine bakarak konuşmamı bekledi.

Utanarak bakışlarımı yatağa indirdim ve derdimi açık ettim. "Pijamamın paçası dizime kadar kıvrıldı, çok rahatsız ediyor. Düzeltemiyorum da."

"Bu yüzden mi ağlıyorsun?" Yanıma gelirken gülen bir ses tonuyla konuşmasını duyup ona baktım. 

"Demiştim bak, dalga geçeceğini biliyordum."

Önce yanağıma sonra dudağıma bir öpücük bırakıp gülerek konuşmaya başladı. "Dalga geçmiyorum." Gözyaşları tekrar yanaklarımdan süzülürken iç çektiğimde elini yüzümün diğer tarafına koyup tekrar dudaklarımdan öptü. Ağzımın içi tuzlu tuzlu gözyaşlı olmuştu onun yüzünden. Yine ağlayacaktım şimdi. 

Yetkililer, lütfen artık doğurabilir miyim?

"Çok hoşuma gitti, o yüzden gülüyorum."

"Yalan söyleme de paçamı düzelt." deyişimle içten bir kahkaha attı.

"Ne gülüyorsun ya?" dedim elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken.

"Çok hoşuma gidiyorsun sen benim."

"Benim hiç hoşuma gitmiyor. Doğumu daha erkene alma şansımız yok mu, yoksa ben kendimi zorlayıp falan doğuracağım artık."

Tekrar gülmeye başladı. "O zaman ikizler burcu olur ama."

"Olsun ya, ne olursa olsun yine gelsin." Hem ağlıyor hem de espri yapıyordum. Şu an ikizler burcu olan biri varsa o da bendim!

Gülerek pijamamın kıvrılan ve beni rahatsız eden paçasını düzeltirken "Yarın bir ultrasonla bakalım ona göre karar verelim." dediğinde içim rahatladı. Bu eziyetten üçümüzü de erken kurtarabilme ihtimalimiz vardı demek.

On gün sonra diye gün belirlemiştik ama önümde on gece daha atlatmam gerektiği düşüncesi bile beni korkutuyordu. Normal doğum tehlikeli olabilirdi o yüzden otuz dokuz haftayı doldurur doldurmaz sezaryenle almaya karar vermiştik ama kilosu ve sağlığı yerindeyse ben otuz sekizince haftada bile alınması taraftarıydım çünkü bu ruh halimle onun da psikolojisini bozduğumu düşünüyordum.

Sabah olana kadar iki kere daha uyanmıştım. Uyanmıştık. Biz. İki kişi olan biz değil, üç kişi olan biz. Çünkü aile olmak bunu gerektirirdi. İyi günde, kötü günde, daha da kötü günde...

Klinikte kontrol ettiğimizde Musa "Sen şimdi bile doğurabilirsin." demiş ve beni umutlandırmıştı ama tam otuz sekiz hafta olması için üç gün daha bekleyecektik.

Üç gün sonra kavuşacaktık.

Hala klinikteyken Mirza'ya Adem'den bir mektup gelmişti. Öyle bir mektuptu ki ikimizi de çok heyecanlandırmıştı. Yeliz'i bulduğunu yazmıştı mektupta. Yeliz görüşmek istiyordu, söyleyecekleri vardı, aynı zamanda Adem de panzehir hakkında konuşmak istiyordu.

Tüm ekip, bir eksik iki de fazlayla tekrar görüşeceklerdi. Hazal'la tekrar karşılaşacağım gerçeğini göz ardı etmeye çalışıyordum. Adem Hazal'ın görevi ve bizim gizlenmemiz gerektiği gerçeğini düşünerek gizli bir yer seçmişti. Kampa yakın sayılırdı, sonrasında onları alıp kampa getirebilirdik o yüzden evden çıkmadan önce Kapanın Sahibi'ne evi temizletmiştim. O temizlerken ben de yatmıştım. Bu yandan bakarsak hamile olmak güzeldi.

Yarım saatlik yolculuğun sonuna geldiğimizde arabadan inip Adem'in dediği tek katlı müstakil eve yürürken elimden tutmuştu. Evin etrafında başka bir ev yoktu, geniş bahçesi betonla çevrilmişti. İki tane yan yana dut ağacı bahçenin arka tarafındaydı, kalın dallardan bir salıncak sarkıyor, hafif meltem salıncağı sallıyordu. Güneş vardı tepede, hava mis gibiydi. Yeşilliğin ortasında, sarı renk, içimizi açan huzur kokulu bir evdi burası. Bahçeden girip kapıyı örttük ve evin kapısına doğru yürümeye başladık. O sırada kapı açıldı, Adem'in güler yüzünü gördük.

"Assolistler teşvik etti."

Adem kapıyı genişçe açtığında onun kolunun altından geçerek kapının dışına çıkan kızla Mirza yürümeyi bıraktı. Turuncu saçları bu rengarenk ortama ayrı bir can katıyordu. Yüzü çok güzeldi, aralarında en farklı gözüken kişi oydu. Tuhaf ve dolu dolu bir enerjisi vardı. Yeliz hem hayal ettiğim gibiydi hem de hayalimdekinden bir o kadar farklıydı.

Mirza'ya olan bakışlarının büründüğü o tavırla duygulandığını anladım. Sadece birkaç saniye geçmişti. Yeliz bize doğru yürürken bana bir bakış attığında elini ağzına kapatıp yaşaran gözleriyle olduğu yerde durdu. Mirza'nın elini bıraktım. O da özlemişti Yeliz'i, aynı acıyı paylaşıyorlardı. Yanına gitmeliydi.

Kapanın Sahibi beni anlamış olacak ki Yeliz'e doğru yürümeye başladı. Yeliz ağlamaklı bir ses tonuyla onun adını söylerken tereddütle kollarını kaldırarak ona yürümeye başladı. Ortada birleştiklerinde birbirlerine sarılmışlardı. Yeliz'in gözlerinden yaşlar süzülürken başını omzuna yasladı ve gözyaşları Mirza'nın omzunu ıslatırken hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti.

Birbirlerine öyle içli sarılmış ve öyle duygusal bir ortam oluşturmuşlardı ki bu görüntüyü belki de kıskanmalıydım. Öyle bir şey hissetmiyordum ama. Yeliz Aras'ın sevgilisiydi, Mirza Aras'ı ölürken gören tek kişiydi. İkisi arasında farklı bir bağ vardı, anlayabiliyordum onu. Yeliz şu an sadece yakın arkadaşına değil, aşık olduğu kişiyi ölmeden önce son kez gören kişiye de sarılıyordu.

İkisi ayrıldıklarında birbirlerine baktılar. Kapanın Sahibi ona "İyi misin?" diye sordu.

Parmakları gözlerinin altındaki ıslaklıkları sildi, burnunu çekip yaşlarla parlayan gözleriyle beraber güldü. "Çok iyiyim ben. Çok özlemişim hepinizi. Sen?" dedi sonra bakışlarını bana çevirdi. "Siz?"

Bal rengi gözleri öyle güzeldi ki, ona baksam da benim kızımın gözleri de öyle olur muydu acaba? Kapanın Sahibi bu düşüncemi duymamalıydı. İkisi de bana baktığında Yeliz'e gülümseyip "Merhaba." diyerek birkaç adım attım ama tekrar yaşaran gözleriyle içim bir tuhaf olurken olduğum yerde bekledim.

"Ay!" dedi gözlerinden akan yaşları umursamadan. "Ne kadar güzelsin." Eliyle ağzını kapatıp bana yürürken "Sarılabilir miyim?" diyerek cevabımı beklemeden bana sarıldığında ben de ona sarıldım. Böyle ağlamaya biraz daha devam ederse ben de muslukları açacaktım.

Elimle sırtını sıvazlarken "Ben de ağlayacağım şimdi." dediğimde gülerek geri çekildi. Ona şimdiden ısınmıştım.

Burnunu çekip bedenini benden uzaklaştırsa da elini dirseğime koymuş gözyaşlarını kurularken arkasında gelen Adem'in ona bir mendil uzatmasıyla yüzünü kuruladı.

"Şura'yı görünce çok duygulandım, kusuruma bakmayın."

İstemsizce gülümsüyordum. Adem ve Mirza yan yanaydı, Yeliz benim önümde, varlığını unuttuğum Hazal ise evin içerisinde olmalıydı.

"Beni görünce bu kadar ağlamadın kızım. Ben mi senin kırk yıllık dostunum o mu?" diyen Adem'di.

Yeliz ona güldü, aynı zamanda gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Kapanın Sahibi samimi bir merakla sordu. "Neler oldu? Bunca zaman nerelerdeydin? Bir yere oturup konuşalım."

"Konuşuruz ya." dedi Yeliz. Burnunu çekerken omuzları da havalanmıştı. "Aceleniz var mı? Tüm gün beraberiz değil mi?"

"İşimiz yok. Buradayız."

"Arka bahçede bir çardak var. Gölgede hem de. Oraya geçelim hadi."

Beraber çardağa geçtiğimizde arka bahçenin ön bahçeden daha küçük ama daha dolu olduğunu gördüm. Üzüm asmaları çardağın kenarlarından tavanına kadarlık alana yayılmıştı. Burası öyle güzel bir evdi ki. Sıcacık, samimiyet dolu. Herkesin hayal ettiği ama sahip olamadığı o sıcacık yuvaydı sanki.

Oturduğumuzda "Hazal yok mu?" diye soran Mirza'ydı.

Adem "İşi var onun, içeride. Gelir herhalde birazdan." deyince Yeliz gülerek devam etti. "Rüyasında görür gelmeyi o. Ben çağırmaya giderim birazdan." Ayağa kalkıp bize döndü. "Bir şey ister misiniz? Yolda susadınız mı? Aç mısınız?"

"Ben su alırım." dedim ayağa kalkarken.

"Ben getirirdim." Ona gülümseyip yan yana yürümeye başladığımızda o da bana gülümsedi. Sanki onunla konuşacak çok şeyim varmış gibi bir his vardı içimde. Uzun zamandır görmediğim ve çok sevdiğim bir arkadaşımla yıllar sonra tekrar buluşmuşuz gibi hissediyordum.

Eve yürürken "Seninle konuşmak istediğim çok şey var." dediğinde benim hissettiğim şeyi onun da hissettiğini fark ettim. "Hazal ve Adem bana biraz anlattılar ama çok bir şey bildikleri yok ikisinin de."

"Benim de." dedim gülerek, ama ben daha genel şeyleri merak ediyordum. Biraz sonra topluca konuştuğumuzda hepsini öğrenecektik.

Mutfağa geldiğimizde kendime bir su koyup sandalyeye oturarak içerken o da bir şeyler hazırlıyordu. "Bebek nasıl? Doğum yakın galiba?"

"Bir aksilik çıkmazsa üç gün sonra."

Elindeki meyveleri yıkarken başını ilgiyle bana çevirmişti. "Sezaryen mi? Bir sorun mu var?"

Elimi karnıma koyup yavaş yavaş ovalamaya başladım. "Yani... Bir sorun olma ihtimali var o yüzden en iyisi sezaryen."

Yeliz'in mesleği neydi acaba? Adem ve Hazal aynı üniversitede aynı bölümde okumuşlardı, Mirza doktordu. Üçü birbirine yakın alanları seçmişti, Aras ve Yeliz ne ile uğraşıyorlardı acaba? Merak edip sorduğumda "Fotoğrafçıyım ben." diye cevapladı.

"Her yeri dolanır fotoğraf çekerdim. Macera çok severim, her türlü yere gittim diyemem ama güzel planlarım vardı." Bir an duraksadı. Elindeki meyveleri doğramadan başka bir tane aldı ve dalgınca onu kesmeye başladı. Geçmişe dönmüştü. Bu konuyu açmamalıydım. Onu ne diye teselli edeceğimi bilmiyordum.

Sandalyeden kalkıp yanına gittim ve kestiği meyve kabuklarını toplamaya başladım. "Gerek yoktu, ben toplayacaktım."

"En sevdiğim meyve ya. Tam da canım çekiyordu." Karpuz kabuğunu poşete koyarken sallamıştım. Canım karpuz çekmiyordu ama yüz ifadesine baktığımda çok mutlu olduğunu görmüştüm.

"Yaa cidden mi? Sevaba girdim desene sen şuna." Ona gülerken devam etti. "Mirza ne güne duruyor, delirtsene onu, sınırlarını zorla." diye devam edince kendisi de gülmeye başladı.

"Yeterince zorluyorum zaten. Yazık artık, dahasına gerek yok."

"Kıyamıyor bir de." Kahkahası yüzünde sıcak bir tebessüme evrilmiş başını hafifçe omzuna yatırmıştı.

"Mirza ya..." dedi hüzünlenmiş gibi. "Baba oluyor demek bizim Mirza."

"Sanırım bunu bekleyeceğiniz en son kişi oydu." dedim bakışlarımı tezgahtaki son karpuz kabuğuna çevirirken.

Merakla sordu. "Neden öyle dedin?"

Ses tonumu normal tutarak cevapladım. "Hazal buna baya bir şaşırmıştı."

Hazal şu an evin içindeydi, duymasın diye çaba göstermek umurumda değildi. Dediklerim yalan mıydı sanki?

"Bana anlatırken baya hevesli hevesli anlatıyordu. Mutlu yani bu konuda." Sonra aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. Bakışlarımı ona çevirdim. "Pardon ya... Aranızda bir anlaşmazlık olmuş ama inan o sandığın gibi biri değil. Şu an yanına gelmeye çekiniyor."

Herkes aynı şeyi diyordu bana. Belki de inanmalıydım artık. Her neyse. Şu an bunu konuşmamalıydık bence.

Tabaklar hazır olduğunda ikimiz de bir tabak alıp bahçeye çıktık. Hazal da gelmiş, Adem'in yanına Mirza'nın karşısına oturmuştu. Yeliz Hazal'ın yanına otururken ben de boş kalan tek yer olan Kapanın Sahibi'nin yanına geçmiştim.

Hazal "Merhaba, hoş geldin." dediğinde "Merhaba." dedim sadece.

Yeliz hayretle "Ee ne çabuk?" diye sorduğunda Hazal gülerek ona bir şeyler anlatmaya başladı ama o sırada Adem'in de konuşmaya başlamasıyla onların ne konuştuklarını anlamadım. Çabuk olan şey neydi yahu?

Biz konuşurken Adem'in sorusuyla gülümsedim. "Adı ne olacak?" Bir yanım hala diğer seçenekteydi ama kesin kararımızı vermiştik.

Yeliz birden arkamızda bir yere bakıp "Aşkım?" dediğinde düşüncelerim, bakışlarım hatta bir anlığına bedenim bile donakaldı.

Aşkım mı demişti o?

Kime demişti? Başka biri mi vardı?

Başımı arkaya çevirdiğimde Yeliz'i yere eğilmiş kendi gibi kızıl saçlı küçük bir erkek çocuğunu kucağına alıp gözlerinin üzerinden öperken görmüştüm. Şaşkınlıkla aralanan dudaklarım arasından içli bir nefes çekerken annesinin köprücük kemiklerinin arasına minik bir öpücük bırakıp göğsüne kıvrılan yavruya şahit olmam her şeyin aklımda bir olay örgüsüne ve mantığa oturmasıyla gözlerimin yaşlarla dolması bir oldu.

Yeliz nasıl yaşamaya devam ediyor diye düşünmüştüm, nasıl bu neşesini koruyabiliyor, geçmiş aklına geldiğinde nasıl güçlü durabiliyor diye geçirmiştim içimden.

Yeliz anne olmuştu ki.

Dayanırdı her şeye. Ona bağlanmıştı, bir evladı vardı. Tüm gücüyle ayakta durma sebebi oydu. Tüylerim diken diken olurken önüme dönüp gözlerimi kırpıştırarak gözyaşlarımı geri yollamaya çalıştım. Mirza elini omzumdan sarıp şakaklarıma bir öpücük bırakarak destek oldu.

Yeliz kucağındaki oğluyla beraber kalktığı yere oturduğunda yüzünde neşe dolu bir gülümseme vardı. Annesine sarıldığı için yavrunun yüzünü göremiyordum.

Ondan önce Mirza "Yeliz yoksa?" diye sorduğunda Yeliz dudaklarını heyecanla nemlendirip cevap verdi. "İlk senin baba olmayacağını biliyorduk, niye şaşırıyorsun?"

Mirza'ya baktığımda gözlerini kısıp ona öyle bir baktı ki duygulandığını apaçık ortaya sermişti.

"Anneciğim bak kimler var burada?" diye fısıldadı. "Sana bir amca ve bir teyze daha buldum."

Ağlayacaktım ama ben cidden.

Yavru, başını annesinin omzundan çekip bize döndüğünde Kapanın Sahibi'nin "Aynı o." dediğini işittim. "Tıpkısının aynısı."

"Çok yakışıklı benim oğlum." dedi Yeliz. Sesindeki dalgalanmayı hissettiğimde boğazımdaki düğüm yukarı tırmandı. 

Göz pınarımdan kurtulan yaşı hemen yok ettim ve "Merhaba." Biraz duraklayıp devam ettim. "Ben Bilge teyzen. Senin adın ne?" diye sordum.

Hesaplamalarıma göre dört yaşında, Deniz'le aynı zamanlarda doğmuş olmalıydı. Annesine baktığında Yeliz hemen gülümsedi.

"Umut."

Umut.

Bu adı duyduğumda içim titredi ya da gerçekten içimdeki o kişi titretmişti beni. Ona seslendiğini sanmıştı çünkü. Elimi karnımın üzerindeki çıkıntının üzerine koyarken iki Umut'a da gülümsedim.

"Ben bu ismi çok seviyorum biliyor musun?" dediğimde yüzünden kocaman bir tebessüm belirdi.

"Annem de çok seviyor."

Yeliz oğlunun yanağına sulu bir öpücük bırakırken Kapanın Sahibi elini masanın üzerinden ona uzattı. Umut birkaç saniye ne yapacağını anlamamış gibi onun eline baktıktan sonra küçük elini onun avcunun içine koydu. Kapanın Sahibi avuçlarını üst üste getirip parmaklarını kıvırdı ve onun parmaklarını da kendi kıvrılan parmaklarının arasına aldı. Ne yaptığını izliyordum.

Yeliz'den duygu dolu bir ses yükselirken Hazal onun omuzlarını tutarak kendine çekti, o da duygulanmıştı. Adem de ondan daha önce hiç duymadığım hüzünlü bir ses tonuyla "Oğlum ya..." diyerek kendini tuttu.

Kapanın Sahibi'nin yüzündeki hüzün artmıştı. Ne olduğunu anlamıyorum, benimle beraber Umut da olanların farkında değildi.

"Babanla ben ellerimizi böyle sıkarak birbirimize güç verirdik."

Buruk gülümsemesine nemli gözleri eşlik etti. Elimi omzuna koyup yanağımı elimin üzerine yasladım. Kapanın Sahibi o kadar duygulanmıştı ki neredeyse ağlayacaktı. O ağlasa hepsi çözülecekti sanki. Yeliz oğlunun başının üzerini öpüp "Mirza amcanla baban çok yakın arkadaş. Küçükken biri zora düştüğünde hep gelir bunu yaparlarmış birbirlerine." diye açıkladı.

Başımı omzundan kaldırıp ona baktım. Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kısa bir süreliğine yumup tekrar açtı.

"Ben zora düşmedim ki, koşarken de hiç düşmem zaten." dedi Umut.

"Düşmedin. Hiç de düşmezsin umarım ama düşersen ben hep yanındayım, bunu bil."

Umut bu dediğini anlayacak yaşta değildi ama bu an tarihe yazılmıştı. Bu an hepimizin zihnine, kalbine ve anılarına işlenmişti. Hatta uzaklarda bir yerlerde, semada, toprağın altında ya da bizim bilmemize imkanı olmayan bir yerlerde olan Aras bile hissetmiş olabilirdi bu anı.

Seneler önce kucağında can veren dostu ve onun anısı şimdi avcunun içindeydi. Gözümden akan yaşları durdurma çabasına girmedim bile.

Yeliz gözyaşını silip oğlunun kulağına bir şey fısıldadı ve Umut Kapanın Sahibi'ne baktı. "Tamam amca."

Gülümsedim.

Hepimiz gözyaşlarımızın arasından gülümsedik.

"Benim kızımın adı da Umut."

Masanın altındaki elini tuttuğumda parmaklarımızı birbirine kenetledi.

Yeliz ikimize bakarak "Geçekten mi?" diye sorduğunda "Evet." diyerek gülümsedim.

Umut heyecanla etrafa bakındı, kendine bir oyun arkadaşı bulduğunu sanmıştı. "Kızın mı var? Hani nerede?"

"Henüz aramıza katılmadı ama geldiği zaman sen onun abisi olacaksın."

"Anne ben abi mi olacağım?" Heyecanla annesine baktı.

"Evet bebeğim. Sen abi olacaksın. Bak kardeşin şu an Bilge teyzenin karnında ama çok yakında yanımıza gelecek."

Umut ellerini masaya yaslayarak annesinin kucağında doğruldu, karnımı görmeye çalışıyordu. "Gelsene." diyerek yanıma çağırdığımda annesinin kucağından atlayıp bizim tarafımıza geldi.

Kapanın Sahibi onu kucağına oturttu. Umut karnıma dokunduğunda bakışlarını ondan ayırmıyordu. Babasına gerçekten çok benziyor olmalıydı. Tam o sırada Lulu hareket edince Umut heyecanla bağırdı.

"Bana dokundu! Bana dokundu!"

Kahkaha atarak içimdeki hareketleri takip ettim ve Umut'un elini karnımda hareket ettirdim. Her hareketinde heyecanla bağırıyor, kahkahalarla gülüyordu. Bizi duygusallığımızdan arındırmıştı.

Umut bahçedeki salıncakta sallanmaya gittiğinde Adem ellerini göğsünde kenetleyip konuşmaya başladı. "Anasını satayım ne yaşadık daha demin lan biz? Yemin ederim IMDB 9.9 dram filmi sahnesi."

*

Saat geçmiş Yeliz'in anlattıklarının üzerimizde bıraktığı duygular geçmemişti. Umut ikinci uykusuna yatmıştı. Yeliz içimize bir acı daha bırakmıştı.

Belirsizlik içerisinde kalan biz, sonunda bir şeyler öğrendiğimiz için memnunduk ama öğrendiğimiz şeylerle yıkılan yine biz olmuştuk. 

Yeliz Almanya'dan on bir ay önce dönmüştü. Dönmeden önce Kapanın Sahibi'nin babası yani Mustafa baba ile konuşmuş ve üç ay sonra Türkiye'de buluşmak için bir yer ayarlamışlardı, planladıkları gibi de olmuştu. Altı ay sonra Yeliz, Mustafa babayla buluşmuştu ve ona Eslem'in yaşadığını bildiğini söylemişti fakat Yeliz bu haberi Hazal'dan aldığı için daha fazla detaylandırmamıştı ve babaları sadece Eslem'in yaşadığını sanmış ve onun yerini öğrenemeden Yeliz'le iletişimi koparmıştı.

Yeliz Hazal'la tekrar iletişime geçtiğinde Mirza'nın da hayatta olduğunu ve Kamp 54'te yaşadığını öğrenmiş bunu Mustafa babaya iletmek için her yolu denemiş ve uzun bir sürecin sonunda bir hafta önce ilk planladıkları yerde onunla karşılaşmıştı. Mustafa baba bir haftadır bizim 54'te olduğumuzu biliyordu ama yanımıza neden gelmediğini Yeliz de bilmiyordu.

Yeliz sadece ondan bahsettiğinde Kapanın Sahibi sormuştu. "Peki annem? O nasıl?"

Yeliz elini boğazına kapatıp başını öne eğmişti. Kapanın Sahibi'nin annesi, Eslem laboratuvarlara kaçırıldıktan sonra iki çocuğunun da ellerinden çekilip alınmasına sadece üç ay dayanabilmişti. Onların olmadığı bir dünyada nefes alamamıştı daha fazla.

Mustafa baba ise Yeliz ve ailesinin olduğu kampa yerleşmiş. Umut ve Yeliz'in ziyaretleri ile ayakta kalmayı başarmıştı, sonrasında bir söz vermişti eşine. Çocuklarımızın ikisini de bulacağım demişti. Şimdi ise bulmuştu. Bir haftadır neyi bekliyordu bilemiyorduk ama keşke şu an gelseydi. Kapanın Sahibi'nin acısını ancak o paylaşabilirdi.

Evin içinde bir odaya atmıştı kendini. Hemen peşinden gidip sımsıkı sarılmıştım ona. "Annem..." demişti ağlamaklı bir sesle. "Annem nasıl..."

Annem nasıl ölür diye soramadı bile. Anneler nasıl ölürdü? Ölemezdi, hep bizimle kalırlardı. Anılarımızda, kalbimizde, bazen bir soluk ötemizde, bazen de bir göz kapağı örtüsünün altında... Hissetmek istememiz yeterdi, bazen de yetmezdi ama buna sarılmak zorunda kalırdık. Ne acıydı. Ne hissettiğini anlamam imkansızdı.

Boynuna daha sıkı sarıldım. Ağzımı açsam bir teselli cümlesi bulamazdım bu duruma ama içimden gelenleri söyledim. "O hep bizimle. Sen onu yaşatacaksın. Sen istediğin sürece hep bizim aramızda yaşayacak."

O odada koltuğun üzerinde, benim kollarımın arasında kıvrılmışken saniyeler dakika, dakikalar saat oldu. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum ama kendini toparlamayı başardı. Koltukta düzgün oturup eliyle yüzünü sıvazladı. Kaslarını gerdirdi. Elini karnımın üzerine koyup şefkatle "Üzülme," dedi, bakışlarını bana çevirdi. "Sen de üzülme. Daha üç günümüz var."

"Kendini sıkma, içine atma. Ağla, üzül, benim yanımda ağlamayacaksın da kimin yanında ağlayacaksın?" Elimi elinin üzerine koydum. "Olacağı değiştiremeyiz. İçinden davrandığı gibi davran, kasma kendini ne olur? Basit bir şey mi bu? Annen..."

Bakışlarını kaçırıp sertçe yutkundu. Elimi iki eli arasına alırken dudaklarını yalayıp konuşmaya başladı. "Bir kız kardeşim olacağını öğrendiğimde beş yaşındaydım. Çizgi filmlerden gördüğüm kadarıyla biliyordum abiliği. Çok heyecanlıydım, sürekli annemin yanına gider Eslem'le konuşurdum. Annem daha evlenmeden önce ileride bir kızı olursa ona ne isim vereceğine karar vermişti, babam da ismi sevince bu konuda hiç konuşulmuyordu. Bir gün bir dizide görmüştüm sanırım, orasını pek hatırlamıyorum. Herkes bebeğe isim arıyordu. Biz niye aramıyoruz diye sormuştum ve kendi kendime tanıdığım tüm kızların isimlerini düşünmüştüm sonra hiçbirini beğenmeyip parktaki kızların yanına gidip onlara isimlerini sormaya başladım. Sonunda istediğim ismi bulduğumda ona sürekli Eslem diye seslenince annem de bana kıyamayıp ona Eslem adını vermişti."

Duraksadı ve anılara dalan bakışlarını kırpıp bana baktı. Elimi yanağına götürüp diğer yanağına bir öpücük bırakmadan edemedim. "Annenin düşündüğü isim," dedim göz göze geldiğimizde. "Onu böyle yaşatabiliriz."

Dudaklarında buruk bir gülüş belirdi, gözlerini kapatırken yere indirse de tekrar açtığında sıcak kahverengi gözleri benimkilere bakıyordu.

"Onun istediği isim neydi?"

Dudaklarında ince bir tebessüm belirdi. "Ada."

"Ada." dedim ben de. "Umut Ada Korkmaz."

Ne kadar hoş bir isim olmuştu bu. Birleşen bakışlarımız arasında görünmez bir ışık parladı. Ondan içimi hoş eden bir his kapladı. "Kapanın Sahibi..." dedim ona yaklaşıp burnumu burnuna değdirdiğimde. "Çok güzel oldu. Çok yakıştı ona."

Ellerini belimde birleştirip başımın yan tarafını öptü ve sessiz kaldı. İçi nasıl yanıyordu kim bilir? Ne kadar acıyordu canı? Ben de annemi özlüyordum ama bu durum onun hissettiklerinin yanından bile geçmezdi.

*

Akşama doğru Adem ve Hazal da panzehir hakkındaki gelişmelerden bahsetmişlerdi. Panzehir üretilmişti ama insanlar üzerinde denenmemişti çünkü Kapanın Sahibi'nden başka bağışıklığı olup da zehirlenen biri yoktu. Kendini denek olarak sunmasını istemiyordum. Bir yan etki çıkabilirdi, çok korkunç şeyler olabilirdi. Adem de bunu denememesini, zehirlendiğini unutup hayatına devam etmesini söylemişti. Zehir öldüğünde etki edecekti. Tüm içeriği buna göre düzenlenmişti. Adem ve Hazal ona bunu önermiş, panzehri almaması konusunda ciddi uyarılarda bulunmuşlardı.

Ben de istemiyordum. Bu şekilde hayatına devam etmesi konusunda bir sıkıntı yoktu. Kapanın Sahibi ise bizi dinliyordu ama sanki yanımızda değil gibiydi, aklı sürekli başka şeylere kayıyor, bakışları bir noktada kilitli kalıyordu. Yanında durmaktan, elinden tutmaktan başka bir şey yapamıyordum. Muhtemelen bir yanı da kampa geri döndüğümüzde Eslem'e nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. O yüzden panzehir konusu biraz havada kalmıştı.

Bu evi Adem bulmuştu, Yeliz bir gündür burada kalıyordu ve bir süre burada kalmaya devam edecekti. Hazal kendi evine dönmüş, Adem bu gece burada kalacağını söylemişti. Bizim de kalmamızı teklif etmesiyle Kapanın Sahibi'nin kabul edeceğini düşünmemiştim ama ben rahat edebileceksem kalmak istediğini söyleyince kabul ettim. Sanırım bir geceliğine de olsa bu düşüncelerden kaçmak istiyordu.

Yeliz'in kıyafetleri bana olmadığı için hazırlıklı gelen Adem'in tişörtünü ödünç almıştım. Karnımın en şiş olduğu yerden biraz gerilse de olmuştu. Üçümüz bahçedeki çardakta oturmuş, cırcır böceklerinin sesleri arasında sohbet ediyorduk. Yeliz içeride Umut'u uykuya yatırıp geleceğini söylemişti. Bir süre sonra lavabo ihtiyacımla içeri girdim.

Hala evin içerisindeyken Umut'un uyuduğu odanın kapısı açıldı. Yeliz odadan çıkarken yavaşça kapıyı arkasından örttü ve elinin elime değdiğini hissettim. Elimden tutup beni oturma odasına götürdü ve beraber camın önündeki bir koltuğa oturduk. Ona o kadar ısınmıştım ki elimi tuttuğunda hiç garipsemedim.

Evin içerisinde hiç ışık yoktu ama açık perdelerden içeriye giren ay ışığı sayesinde her şey gözüküyordu. "Doğumda yanında olabilir miyim bilmiyorum ama sizi ziyarete geleceğim. Umut kardeşlerin tanışması çok güzel olur bence."

"Gelin, hem geldiğinizde uzun bir süre kalırsınız. Hatta bizimle yaşayın dersem çok mu abartırım?" dediğime karşılık sessizce gülmüştü.

"Bizim düzenimiz biraz karmaşık ama bir düzen oturtalım sürekli geliriz."

"Kardeşler de ayrılmaz?" dedim kaşlarımı kaldırarak gülümserken.

"Kardeşler diyoruz ama..." Avuç içimi çevirdi ve diğer elini parmaklarımın üzerine koydu. Bunu yaparken başını eğmiş, bakışlarını elimin üzerine dikmişti.

"Ne oldu ki?" 

Bakışlarımız tekrar birleştiğinde yüzünde buruk ama bir yandan bana mutlu olduğunu hissettiren bir gülüşle devam etti. "Bizim aslında ikizlerimiz olacaktı." diye cümleye girdi. "Aras Türkiye'ye gitmişti, hamile olduğumu Türkiye'de öğrenmişti ama sürpriz olsun diye kimseye söylememiştik. O geldiğinde açıklayacaktık. Mezuniyetten sonra bir iki işi vardı, geri dönecekti Aras. Beni hiç hamileyken göremedi." deyip burnunu çektiğinde yaşarmayı bekleyen gözlerim hazır ola geçti. "Yeliz..." diye cümleye başlasam da tıkandım kaldım.

Yeliz dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi. "İkisi de erkekti. Aras bir tanesinin adının Umut olmasını istediğinde ben de diğerine Bulut ismini verdim. Bir gün sokakta öylesine geziyordum Şura, sonra öylesine aklıma geldi.. Eve iki bileklikle döndüm. Birinin üzerinde Umut yazıyordu diğerinde Bulut. İkisine de kardeşinin bilekliğini takacaktık. Öyle planlamıştık."

Başım önüme düşerken gözyaşlarımda ellerimizin üzerine damlamaya başladı. Burnumu çekip boştaki elimi yüzümün yarısına bastırırken sessiz sessiz ağlamaya başladım.

"Aras'ın haberini aldığım gün..." Durdu, yutkundu. Kendini tutmaya çabaladı ama dudakları arasından kaçan hıçkırığa engel olamadı. "Olmadı işte, Bulut gitti." Boğazından bir hıçkırık daha kaçtığımda omuzlarından tutup sımsıkı sarıldım ona. Omzumda hıçkırarak ağladı bir süre. Bugün hem anne acısı hem de evlat acısına şahit olmuştum. Ne acı bir gündü böyle, ne acı şeyler yaşamıştı bu insanlar...

Yeliz kendini geri çekip daha sakin bir şekilde devam etti. "Umut şu an Bulut'un bilekliğini takıyor ama Umut'un bilekliğini kimse takmıyor." Bakışları bakışlarıma öyle bir tutundu ki nefes almak için aralanan dudaklarım aralık kaldı. "Ben Umut'un bilekliğini hep saklamıştım."

"Yeliz..." Dilim tutulmuştu sanki, adından başka bir şey diyemiyordum.

"Onu almasını istiyorum. Umut'un başka bir kardeşi olmayacak. Aras, ben ve Mirza biz küçüklükten beri arkadaşız, bizim çocuklarımız birbirinin öz kardeşi benim için."

Dilim tutulmuştu. Bu o kadar özel bir bağdı ki ben... İtiraz etmeye cüret dahi edemiyordum.

Yeliz elini cebine attı ve boşta kalan avcumun içine bilekliği bıraktı. Elini kaldırdığında bilekliği gördüm. İncecik, beyaz ve parlak bir zincirin orta kısmında kıvrımlı ama göze batmayan, naif bir el yazısıyla HOPE yazıyordu.

"Türkçesini bulamamıştım."

"Çok güzel bu." dedim bilekliği iki elimin parmak uçlarıyla tutarken.

"İkinci çocuğunuz olursa ona da sizin Umut'unuz adına bir bileklik bulursunuz belki." Elinin yan tarafıyla gözyaşlarını silerken gülümsüyordu.

"Umut Ada diyebilirsin, karışmaması için."

"Çok güzel bir isim."

Öylesine gülümsedim, içimden gelmişti.

Gözyaşlarımız kuruyup duygusallığımızı atlattığımızda bizim için ayırdıkları odaya gittim. Bilekliği çantama koymak için yere eğildim. Çantamın iç kısmındaki göze bilekliği bıraktım fakat o an içimden bir şey aktı gitti sanki. Gözlerim yumulmuş, kalbim korkuyla teklemişti. Yumruklarımı sıktım. Hayır. Hayır daha vakti vardı.

Gözlerimi açtığımda bakışlarım direkt yerdeki ıslaklığa düştü. Dudaklarım refleks olarak onun adını fısıldadı.

"Mirza."

Yerde dizlerimin üzerinde kalakalmış, hareket etmeye korkuyordum. Hala mutfakta olduğunu bildiğimden "Yeliz!" diye seslendim.

Kapının ardındaki adım seslerini duyduğumda başımı arkama çevirdim. "Suyum geldi." Ses tonum soğuk kanlı çıkmıştı ama içimde kopan fırtınaları göğsümü titreten her bir kalp atışımda hissediyordum.

"Tamam." dedi tereddütle bana yaklaşırken. Ellerinin koluma değdiğini hissettim. "Seni kaldırayım ben, önce yatağa otur."

"Hayır hayır Mirza gelsin. Lütfen, çağır onu. Çabuk."

Soğuk kanlı ses tonum beni terk etmeye başlamıştı. Yeliz'in beni onaylayarak dışarı çıktığını duyunca yalnız kaldığımı fark edip korktuğumu düşündüm. İçimdeki hareketliliği hissediyordum ama her zamankilerden bir farkı yoktu. Ben doğuruyor muydum şimdi?

"Şura!" dedi telaşlı ses tonu. Niye telaşlanmıştı ki şimdi? Ben de mi telaşlanmalıydım? Daha da mı çok telaşlanmalıydım hem de?

"Mirza..." Ses tonum soğukkanlılıktan tamamen arınmış, korkuyla adını söylemiştim.

Hemen yanıma eğilip bir elini belimin alt kısmına diğerini de karnıma koyup daha deminki telaş ona ait değilmiş gibi doktor kimliğine bürünerek "Sancın var mı?" diye sordu.

"Var ama aynı, farklı bir şey yok."

"Tamam, sancını hissettiğin an bana söyle olur mu?" Konuşmayı unutmuş gibi başımı hızlı hızlı salladım. "Sakinleş. Şimdi ben seni kaldıracağım ve yatağa uzanmanda yardım edeceğim tamam mı? Korkmana hiç gerek yok, normal davran."

"Ama..." deyip sustum.

"Nefesini düzene sokalım. Benimle beraber nefes alıp ver hadi. Böyle." diyerek yavaş yavaş nefes alıp vermeye başladığımızda sakinleştiğimi hissedebiliyordum.

Bir elimden Yeliz, diğer elimden o tutarken yavaşça doğruldum. Kendimi tam yatağa bırakacağım sırada karnımın alt kısmında hayatımda hissetmediğimden emin olduğum şiddette bir sancı girmiş ve canımın acısıyla beni bağırtmıştı.

Sırtımı yatağa yasladığımda Yeliz'in kucağında çarşafla odaya girip kapıyı örttüğünü gördüm ve bakışlarımı Mirza'ya çevirdim. "Burada mı doğuracağım!"

Kapanın Sahibi cevap vermek için yeltenmişti ama ben öyle bir telaşa kapılmıştım ki ne dediğimi bilmiyordum. "Ben sana şaka yapmıştım, getirmeyin çarşaf. Hayır! Sezaryen olacaktım ya ben. Kliniğe gidelim lütfen. Bir şey olmasın ona."

Kapanın Sahibi başımın önünde diz çökmüş, ellerini yüzümün iki yanına koyup elmacık kemiğimin üzerinden öperek ılımlı bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı. "Muayene edeceğim sadece ama Musa'nın dediklerini hatırla. Bugün bile doğurabilirsin demişti. Yani sorun yok, o doğmaya hazır." 

"Ama sezaryen olsun daha iyi diyordunuz."

"Bu şartlar altında normal doğum daha iyi. Seni bu şekilde arabaya bindirip o kadar yolu götüremem."

Burnumu çektiğimde aniden giren sancı diğerinin iki katıydı. Canımın acısıyla bağırarak karnıma doğru eğildim. Gözlerim bu sefer acıdan yaşarmaya başlamıştı. Kapanın Sahibi dudaklarını şakaklarıma yaslayıp "Korkma." dedi. "Ben buradayım."

Beni muayene edip açılmamın beklediğinden daha çok olduğunu ve sürecin hızlı ilerlediğini söylediğinde sancılarım daha da sıklaşmış ve şiddeti dayanılmaz olmaya başlamıştı ama o an aklıma gelen şey kıyafetlerinin evde kalmış olmasıydı. "Üşüyecek." dedim daha yeni biten sancıyla bitik düşerken. "İçim sıcacık benim, üşümüyor orada."

Yeni bir sancı cümlemi böldü. Yeliz dışarı çıktı. Kapanın Sahibi yanımda diz çöküp terden sırılsıklam olup alnıma yapışan saçlarımı geri ittirdi. "Üşütmeyiz onu, Yeliz şimdi ona bir şeyler bulur."

Bakışlarım onunkilere çevirdim. "Kapanın Sahibi..." Acıyla fısıldamıştım adını.

"Şura'm. Güzel karım."

"Göbek adı da Fular olsun mu?" deyişim yüzünü güldürdü.

Bugün annesinin öldüğünü öğrenmişti.

Bugün baba oluyordu.

"Olsun."

Büyük bir sancıyla nefesim kesilirken bu sefer gözlerim kararmış ve artık acıya dayanamamıştım. Adımı seslendiğini duyuyordum. Yüzüme dokunduğunu hissedebiliyordum. Korkusunu da hissedebiliyordum.

Bir anlık bir bilinç kaybı yaşamıştım ama gözlerimi tekrar açmayı başardığımda korku dolu bakışlarıyla karşılaştım. Şükürle ellerini yüzüne kapatıp arkasını döndüğünde göğüs kafesi hızlı hızlı inip kalkıyordu. Bir şeyler dediğini duydum ama Yeliz'in sesiyle birleştiğinde dediklerini anlayamadım.

"Geçti. Nefes al hadi. Beraber alalım."

Yeliz bana Umut'un kıyafetlerini ve battaniyesini gösterip, temiz olduklarını, sadece onun giydiğini, ilk doğduğunda nasıl gözüktüğünü anlatarak odağımı sancılara vermemem için uğraşıyordu.

"Mirza." dedim durup dururken.

Bana döndüğünde yüz ifadesini kontrol altına almaya çalıştığı bariz belliydi. Yeliz ayağa kalktı, yer açtı. Yanıma eğilip elimi tuttu ve üzerine bir öpücük bıraktı. "Bir sorun var değil mi?"

"Hayır." dedi başını iki yana sallayarak. "İyi gidiyorsun. Gözünü açmadığında korktum sadece."

Gözlerimden yaşlar o kadar çok akıyordu ki artık ağladığımı hissetmiyordum, gözlerimin doğal işlevi buymuş gibi geliyordu. "Yalan söylüyorsun bana."

Ani sancıyla bu konunun üzerinde duramadım ama içimdeki korku ve telaş artmış, acıyla harmanlanmıştı. Kapanın Sahibi bana bir cevap veremedi. Sancılar artık o kadar dayanılmaz olmaya başlamıştı ki süreç boyunca birkaç kere daha bilincim kapanmıştı.

Zaman nasıl geçti, ben içimi canlı canlı parçalanıyormuş gibi yakan acıya nasıl katlanabildim bilemiyordum ama o ıkınmaların ardından bedenimden akıp giden ve içimin boşaldığını düşündüren hissiyatla ince bir ağlama sesinin odaya yayılması ve benim tüm yorgunluğuma rağmen gözlerimi heyecanla açmam bir oldu.

Kalbim deli gibi atarken Yeliz'in coşkuyla "Ayy!" deyişi, başımı kaldırmaya çalışıp gücümü kaybederek yatağa geri düşmem, ardından baş ucumda kucağında beyaz bir örtüyle duran Kapanın Sahibi'ni görmem... Sanki hepsi bir rüya gibiydi.

Biraz önceki gibi yere çöktü, kucağındaki bebeği benim göğsümün üzerine yatırdığında onunla ilk defa temas etmiştim. Vücutlarımızın ısısı birbirine karışmış, tenlerimiz ilk defa çarpışmıştı. Kalbim coşkuyla hızlandı hemen ardından gözyaşlarına boğulmuştum. Yanıma geldiğinde ağlayışının durmasıyla içimdeki annelik hissiyatı ikimizi birbirimize kenetledi sanki.

Gözleri çok kısık ama yine de açıktı, vücudu beyaz sıvıyla kaplıydı, ellerini battaniyeden çıkartmış ayrık parmaklarını oynatıyordu. Küçücük dudakları hareket ediyordu. Tüm bedeni devamlı bir hareket halindeydi. Çok güzeldi. Mis gibiydi. Elimi yanağına sürttüğümde yumuşaklığı başımı döndürdü. Pamuk gibiydi, güzeller güzeli bir canlıydı. Benim, bizim bebeğimizdi. Umut gibi doğmuştu bu dünyaya. Çiçek gibi açmıştı ömrümüze.

"Burnu bana benziyor." dedim büyülenmiş gibi yüzünü incelerken.

Kapanın Sahibi'nin gözünden bir yaş aktı. "Çok güzel." dedi büyülenmiş gibi bir ona bir bana bakarak.

Ona bakıp gülümsediğimde alnımdan öptüğünü hissettim. Hemen ardından onun da minik alnına küçücük bir öpücük bıraktı. Gözümün önünde yaşananları bir film sahnesi gibi izliyordum. Kalbim hissettiklerimle büyümüş, tüm dünyayı içine alabilecek kocaman bir sevgiye ev sahipliği yapıyordu sanki. 

Tel tel belli belirsiz saçları vardı. Başımı yaklaştırıp onu kokladığımda dudaklarımın değdiği her yerinden öptüm onu. Eli yanağıma değiyordu, parmağımı parmak ucum büyüklüğündeki elinin içine koyup tuttum. O kadar küçük, o kadar masumdu ki. Melek gibi, parıl parıldı. Ondan bana gelen sıcacık bir hissiyat vardı, o kadar net hissedebiliyordum ki elimi uzatsam tutabilecektim sanki.

Anne olmuştum ben.

Ben anne olmuştum.

Kapanın Sahibi "Umut Ada Korkmaz." dedi kulağına fısıldayarak. "Hoş geldin benim küçük bebeğim, iyi ki geldin."

 

Yaa tebrik ederim hepimiz teyze, hala ya da anneanne olduk 🥺

Bebeğimizin adısı? 🥺

Her yere bu emojiyi koyma isteği?

Bileklik, Yeliz, Bulut, KS'nin annesi... Bilmem, yazasım geliyor bunları.🥺

Sona geldik, bir bölüm daha var ama yarısını yazmadım. Onunla ilgili bir şey diyemeyeceğim maalesef ama ben artık tamam hissediyorum. Tamamen bitmişiz gibi 🥺 

İyi geceler ♥

(117k)24 Eylül 2020

Continue Reading

You'll Also Like

21K 1.7K 200
RAHMAN VE RAHİM OLAN RABBİMİZ(CC) ADIYLA...
4.5K 1.3K 50
1. KİTAP: SAFİR SAKLI DİYAR 2. KİTAP: SAFİR KRALLARIN SAVAŞI Safir daha küçükken terk edilmişti, Kapuz kasabasının öfke kokan kollarına. O kollarda g...
KATARSİS By EE

Teen Fiction

449K 51.3K 32
"Sen," dedi mimiklerini sabit tuttuğu çehresiyle. "Bana yürümüyorsun," dediğinde başımla onayladım. Hevesli bir baş onayı olmuştu bu, çünkü artık ben...
1.2M 132K 94
"Onun kedileri vardı. Benimse kedilere alerjim. O, kelimelerin gücüne inanırken ben rakamların gücüne inanırdım. O, bu dünyaya bir amaç için gönderil...