Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... Еще

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 13 | N ve R
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım
GM | 16 | Gömülen Sırlar
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 18 | Mezarların Nefesi
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 27 | En Büyük Korku
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 30 | Siyah ve Beyaz
GM | 31 | Gri
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 36 | Dolunay

2.1K 261 16
selinselne

Her yer karanlıktı. Nefeslerimi dahi ben değil, o çekiyordu ciğerlerine. Nina... Ormanın içinde koşmaya başladığında benim de adımlarım bir yarış atı gibi hızlanmıştı. Yüzümü, elbisemden açıkta kalan kollarımı ve omuzumu sıyırıp geçen ağaç dallarına aldırış etmeden onun peşinden koşuyordum.

Soluklarım ağzımdan dışarıya sesli bir şekilde salındıkça kulaklarım uğulduyordu. Etrafımdaki ormanda olup bitenleri göremiyordum ancak tam önümden koşan Nina'nın simsiyah elbisenin nasıl savrulduğunu görüyor ve beni nasıl kendi büyüsüne esir tuttuğunu hissediyordum.

Soğuk hava önce tenimi, sonra ciğerlerimi yakarken tanıdık bir patikaya girdim. Yavaşlayan zaman akışında yanımdan süzülen küçük ateş böceklerini arkamda bırakarak koştum ve gözlerimin iliştiği Raven Malikânesine kadar durmadım.

Ne ara ayaklarımdan çıkıp gittiğini bilmediğim ayakkabılarımdan geriye hiçbir şey kalmamış, yalnızca çıplak ayaklarım, topuklarımı acıtan taşlı ve dikenli toprak zeminde yürümeye ama asla durmamaya yemin etmişti.

Durdu Nina. Karanlık ormanın içine inşa edilen korkunç, kasvetli ve şu anda bomboş olan Raven Malikânesinin yüksek demirli kapısının tam önünde durdu. Kapı, tüylerimi diken diken eden bir gıcırtıyla iki yana açıldığında o da ben de yürümeye devam ettik.

Mezarlığa gidiyordu. Ben de peşinden...

Kargaların uçup üzerine konduğu mezar taşlarının önünde bekledi. Onun arkasında durduğum zaman bilincimi kaybetmiş gibiydim.

Orman sessizdi; mezarlık daha sessiz. Kargalar bile ağızlarını açıp tek bir ses çıkartmıyordu. Rüzgârın esintisi nedeniyle sallanan ağaçların dalları birbirine sürtünse bile ben o hışırtıyı duyamıyordum. Yalnızca karanlığa sinen gölgeler vardı etrafımda...

Ve Nina.

Bana doğru dönerek üzerinde melek heykeli olan lahdi arkasına aldı. Yeniden göz göze geldik.

"Nora..." dedi, isimin döküldü dudaklarından.

Bu... Bu ses... Geceleri adımı sayıklayan ses... Eğer ağzımı açıp konuşabilseydim neler söyleyeceğimi iyi biliyordum lakin bunu yapmamın mümkünatı yok gibiydi.

Bir elini bana uzattı ve, "Gel benimle," diye fısıldadı.

Kontrol edemediğim kolum havalandı; Nina'nın elini kavradım. Buz gibi... Hissiz ve ruhsuz bedeninin bir parçası olan elleri, avuçlarımda buz küplerini tutuyormuşum gibi bir hissiyata kapılamama, onun içi boş bedenindeki soğukluğun ruhuma bulaşmasına neden olmuştu.

Benimle beraber lahide yaklaştı. Lahit, iki mermerin birbirine sürtüğünde çıkarttığı o ruh üşüten sesi çıkartarak gizli bir girişi ortaya çıkarmıştı. Sağa doğru kayan duvarın ardında karanlık bir alan vardı ve bir de aşağı inmek için konumlandırılmış merdiven...

Göz ucuyla görebildiğim melek heykelinin başı, az önceki gibi aşağıda durmuyordu; yukarıya kalmış, doğrudan karşıya bakıyordu. Muammaların kaybolduğu gecede taşlar sırayla yerinde oturmuştu. Aklımdaki soru işaretlerinden biri daha kaybolurken Nina, merdivene ayak bastı.

Hâlâ bir arada olan ellerimiz sayesinde ben de onun peşinden gidiyordum. Merdivenlerden aşağıya indik. Lahidin içindeki karanlığın tam ortasında durduğumuz sırada arkamızdaki mermer kapı ani bir gürültüyle kapanmış, tek ışık kaynağı olan ay ışığı bizden uzaklaşmıştı.

Kontrol edebildiğim kadarıyla Nina'nın elini sıkmaya çalıştım.

"Korkma..." dedi bana. "Evimde güvendesin."

Hızla lahdin içindeki meşaleler ateş aldı. Gözbebeklerim ışığın varlığıyla küçülürken ciğerlerime bahşedilen nefesi bir hıçkırık gibi içime çektim. Kontrolünü yeniden ellerime aldığım bedenim yere yığılmıştı. Elimi boğazıma sararak öksürdüm ve dışarının soğuğunu daha şimdi hissedebildiğimden dolayı uyuşan ve yanan bedenime kollarımı sardım.

"Nina!" dedim zar zor. Oturduğum yerden başımı yüzüne kaldırarak, "Nina Raven!" diye fısıldadım.

Nina ise konuşmadan karşımda, benden üç dört adım uzakta duruyordu. Nefes nefese lahidin içini süzdüm. Ortada duran devasa bir mezar... Ve etrafına dizilmiş onlarca meşale... Pek de büyük sayılmayacak alanda ayağa kalkıp omuzlarımı dikleştirdim. Üzerimdeki elbisenin kabarık eteğini elimle kaldırdım ve kendime çekidüzen vererek otoriter bir duruşla Nina'ya baktım.

"Senin," dedim kararlı bir sesle. "Bedenim... Rüyalarım ve tüm kontrolüm senin... Ama senden korkmuyorum."

Tıpatıp bana benzeyen yüzünde bir gülümseme peyda oldu. "Biliyorum," dedi. "Benden korkmanı istemiyorum."

"O hâlde amacın ne?" diye sordum kuşkuyla. "Sen... Ölüsün Nina Raven. Sen tam 359 yıl önce öldün! Benimle oyun oynamak mı istiyorsun?" Ona doğru temkinli bir adım attım. "Benden ne istiyorsun?"

Sakinleştirici gülümsemesiyle beraber, "Sakin ol, sana zarar vermeyeceğim," dedi. Sonra da beni boydan boya süzerek, "Nora..." diye mırıldandı. "Burada... Benim yuvamda; Raven Malikânesinde yaşadıklarına akıl sır etmiyor, değil mi? Şaşırıyor, korkuyor ve gazaba uğramaktan endişe ediyorsun."

"Etmiyorum," dedim netçe.

Ondan korkmuyordum. Beni eli geçirmesine izin veremezdim. O ise söylediğimi umursamadan ellerini kirli beyaz mermere dayadı ve gözlerini kapattı.

"Buraya geleceğin günü biliyordum," dedi umut dolu bir sesle. "Sevgilim Christoffer'ın, benim ve evlatlarımın intikamını alacağını, kehaneti gerçekleştireceğini en başından bu yana biliyordum." Gözlerini açarak tebessüm etti. "Sana suretimi gösterdim," dedi bana yaklaşarak. "Sana yaşadıklarımı... Hayatımı gösterdim. Bana yapılan zulmü ve eziyeti anlattım sana."

Dibime kadar girmişti Nina. Teninin soğukluğu yüzüme çarpıyordu. Lakin o... O kadar güzeldi ki, diğerleri gibi çirkin kokmuyor, korkunç görünmüyordu. Mavi gözleri parlasa da siyah gözbebekleri tamamen bembeyazdı. Onu ölü gösteren tek şey beyaz-mavi karışımı gözleriydi. Bizi ayıran en büyük fark da buydu.

"Sen de bana eziyet etmeye çalıştın," dedim suratına karşı.

"Hayır," dedi yumuşak bir tonlamayla. "Sana kendimi anlatmaya çalıştım Nora. Seni o yaratığın şerrinden korumak için kalkanlarımın altına aldım." Gözlerini gözlerimden ayırıp bulunduğum alana süzdü. "Seni defalarca kez evime... Buraya çağırdım. Uykularında seslendim, adını sayıkladım amma velakin sen, bana gelmedin," diye fısıldadı. "Seni su kuyusuna götürdüm ben... Rahibe Katarina'nın yardımıyla... Evlatlarıma, aileme yapılan eziyetleri gösterdim. Kalbine merhamet tohumları koydum. Evlat acısını tattırdım ve evlat sevgisini bahşettim. Lakin sen, benim varlığıma, hâlâ bu duvarların ardında yaşayabileceğime canı gönülden inanmadın. Eğer inansaydın, canını acıtarak buraya getirmek zorunda bırakmazdım seni."

Şaşkınlıkla Nina'yı dinliyordum. Amacı gerçekten bana yardım etmek miydi yoksa bu da Kambur Kadın'ın bir oyunu muydu, ayırt edemiyordum.

Ona biraz daha yaklaşıp, "Neden Nina?" diye sordum. "Neden canımı yakmaya çalıştın? Bu bir intikam arzusu mu? Yoksa kendine ve acılarına, hatta yaşadıklarına bir ortak mı arıyorsun? Amacın empati kurmamı sağlamak mı, beni kontrol etmek mi?"

Birkaç saniye sessiz kaldı Nina. Beyaz gözlerine yerleşen hayal kırıklığı çehresine yansırken kaşlarını büktü. Neden üzgündü?

Derin bir iç çekerek, "Senden yardım istiyorum," dedi, dürüsttü. "Tek gayem yardım... Ve temennim odur ki, o yaratığa karşı benim safımda yer alacak, yardım istediğimi geri çevirmeyeceksin."

Şüpheli bir yaklaşımla, "Valentina..." dedim. "Ondan bahsediyorsun, değil mi?"

Göz bebekleri irisleriyle karıştı ve bir girdap misali siyaha büründü. "Onun adını benim evimde ağzına alamazsın!" diye kükredi tok ve kaba bir ses tonuyla. İşte şimdi karşımda kanlı canlı bir hayalet olduğuna inanmıştım.

"Sakinleş," dedim kısık bir sesle. "Derdini anlamaya çalışıyorum, seni sinirlendirmek değil amacım."

Başını hafifçe arkaya eğerek gözlerini kapattı. Yeniden bana baktığında gözleri, eski rengine, yani beyaza geri dönmüştü.

"Kehanet..." dedi gizemli bir şekilde. "Onun gücüne ve kudretine son vermeli, kehaneti gerçekleştirmelisin, Nora. Ruhumu... Benim, Christoffer'ın ve evlatlarımın ruhunu rahata erdirmelisin. Bunu ancak sen yapabilirsin. Zira kehanet, bunu emrediyor."

"Aklımı karıştırıyorsun," diye mırıldandım.

Sağ elini göğsüme, tam kalbimin üzerine koyarak, "Bırak... Karışsın aklın," dedi ve avucunu kalbime bastırdı. "Sen burasıyla düşüneceksin. Burası sayesinde yolunu bulacaksın."

Buz gibi olan göğsüme aldırış etmeden, "Düşünmeden bu işin üstesinden gelemem," dedim, kendim açmak istiyor gibiydim. "Kehanet derken... Neyden söz ettiğini anlayamıyorum. Biraz daha açık olmayı dene."

"Olamam..." dedi fısıldayarak. "O... Buna izin vermiyor. Benim konuşmama, senden yardım istememe ve rahat etmeme izin vermiyor."

"Neden?" diye sordum. "Bizi bağlayan da O değil mi zaten?"

Başını iki yana sallarken, "Yanılgıya düşmüşsün," dedi.

Kaşlarımı çattım. "Ne yanılgısından bahsediyorsun?"

Siyah elbisesinin eteğinden tutarak arkasını döndü ve lahidin tam ortasında duran mezarının etrafında gezinmeye başladı. Düşünüyor gibi görünüyordu. Onu anlamakta zorlanıyordum zira o bir görünmeyendi.

"Seni benden uzak tutmak onun amacı," dedi kendi kendine konuşur gibi. "Bizi onun bağladığını düşünüyorsun, yanılgın da bu... Seni benimle bağlayan, O değil. Onlar değil. Biz birbirimize bağlı değiliz, Nora. Yalnızca ben, sana yardım etmek için etrafındayım. Ruhun tamamen özgür..."

Şaşırmıştım. Surat ifadelerimi ve duygularımı tamamen serbest bırakıyordum. Nina'nın karşısında herhangi bir şeyi gizlemeye lüzum yoktu fakat benim bazı şeyleri daha net anlamama neden olmuştu. Eğer Nina ve benim ruhlarımız birleşmemişse ve bunu yapan kişi Kambur Kadın değilse en başından bu yana yanılıyor olmalıydım. Bayan Norris'in bana söylediği her şeyi aklımda toparladım; bana, Nina'ya değil, Valentina'ya benzediğimi, en az onun kadar güçlü ve zeki olduğumu söylemişti. O hâlde Bayan Norris beni Nina'nın ruhuyla bağlamamıştı.

Kâbuslarımın nedeni Nina değilse... Kambur Kadın'dı.

"Hayır," diye fısıldadım. Başımı kaldırarak Nina'nın yüzüne baktım ve, "Bizi... Yani benim ruhum, sana bağlı değil?" dedim sorar gibi.

Ufak tebessümüyle beraber kafa salladı.

Yutkundum. "O zaman... Kâbus görmeme neden olan kişi sen değilsin?"

Kaşları çatılsa da yeniden kafa sallamıştı. "Kâbus mu görüyorsun Nora? Ben... Sana zarar vermek yahut canını yakmak için hiçbir zaman sana kötü bir surette görünmedim. Uykularında sana acı çektirmedim. Tam aksine, sana yalnızca kendimi ve hayatımı anlattım. Çektiğim aşk acısını tattırdım lakın bunun nedeni beni anlamandı... Doğruyu bulman için yardım ettim." Birkaç adımda bana yaklaşarak, "Söyle bana..." dedi. "Uykunda onu mu görüyorsun? Sana rüyalarında acı mı çektiriyor?"

Gözlerimi kapattım ve nefesimi tuttum.

Zaman... Benim için durmuştu.

Raven Malikânesine geldiğim ilk gün, benim ruhumu dedem Frederic'le bağladıklarını ve kâbuslarımın nedenin de o olduğunu düşünmüştüm. Sonra Nina'yı gördüğüm zaman; kuyudayken... Ruhumun Nina'yla bağlandığına emin olmuştum.

Fakat yanılmıştım. Buraya gelmeden önce kâbus görmeye zaten başlamıştım. İlk gördüğüm rüya... Kambur Kadın'ın ta kendisiydi. Malikânedeyken, Kuzey'le beraber kütüphaneye indiğimiz gece, rivayetlerin yazdığı kitapları ve Bayan Norris'in yaptığı rivayeti bulmuştum.

Kambur Kadın, bu evdeki herkesi... Görünen ve görünmeyen herkesi rivayetleriyle kontrol ediyordu. Ancak bu rivayetleri yapabilmesi için kişinin kanına, hatta belki de kişiden alması gereken daha başka şeylere ihtiyacı vardı.

Eğer buraya gelmeden önce kâbus görmeye başladıysam... Rivayeti yapması için benden bir şey almamış demekti. Bana başka bir şey yapılmıştı. Bambaşka bir şey...

Nina'nın yaptığı şey, bana yardımcı olmaktı ve söylediğine göre bana acı veren herhangi bir şeye neden olmamıştı. Bu da demek oluyordu ki Nina, benim ruhumla bağlanmamıştı. Ruhun özgür, diyordu. Ama ben acı çekiyor, her an her yerde Kambur Kadın'ı görüyor ve hissediyordum.

Malikânedeki herkes kâbus görüyordu, doğru. Fakat kimse uyanıkken de uyurken de Kambur Kadın'ı görmüyordu. Ben görüyordum. Her an her yerde Kambur Kadın'ı bir tek ben görebiliyordum.

Bayan Norris beni Kambur Kadın'a benzetiyordu.

O hâlde benim ruhum... Kambur Kadın'ın ta kendisiyle bağlanmıştı.

O... Aklımın içindeydi. Gözlerimi kapattığım anda, nefesimin ucunda, geçmişimde, geleceğimde, tam arkamdaydı. Damarlarımdan akan kana hükmediyordu.

Lakin...

Durmayacaktı... Hiç durmamıştı.

Pes etmeyecekti... Bunun ne demek olduğunu bilmiyordu.

Acımayacaktı... Kininden gözü dönmüştü.

Öldürecekti... Zira o, katilin ta kendisiydi.

Nefeslerim düzensizleşirken gözlerimi açtım. "Hayır!" dedim geri geri yürüyerek. "Bu... Olmaz! Olmamalı! Ben... Onunla bir olamam!" Sırtım aniden laşdin mermerine çarptığında durdum. Derin bir nefes alarak, "Beni ele geçiriyor!" diye bağırdım.

Nina şaşkın bir şekilde, "Sakin ol Nora..." dedi. Bana yaklaştı ve dibime kadar girip gözlerimin içine baktı. "Onu yeneceksin... Yeneceğiz. Kehaneti gerçekleştireceksin. Kalbini al... Eğer kalbini alırsan kurtuluşumuz olur bu..."

"Ne kehanetinden bahsediyorsun sen?" dedim başımı sorar gibi sallayarak.

Soğuk elini yanağıma koydu; usulca okşadı. "Öğreneceksin..." diye fısıldadı. "Kimseye güvenme... Yalnızsın. Tek başınasın ve tek başına üstesinden geleceksin... Adaya git... Hemen şimdi, git. Vakit geldi... Öğreneceksin... Öğreneceksin..."

Öğreneceksin...

Kulaklarım uğulduyordu. Gözlerimin önü tamamen kararmıştı. Hiçbir şeyi göremiyor, duyamıyor ve algılayamıyordum.

"Dedektif!" diye bir ses duydum.

Bedenimin sarsıldığını hissediyordum hayal meyal...

"Hadi ama dostum!" dedi bir ses.

Biri bağırıyordu: "Yüzünü yıkayalım, kendine gelir."

Tenimde hissettiğim buz gibi su, bilincimin açılmasına neden olurken bana bahşedilen nefesi bir hıçkırık gibi ciğerlerime çektim. Sesli nefesler ala ala açtım gözlerimi. İlk gördüğüm şey, aynadaki görüntümdü. Bomboş bir banyonun içindeki ayna...

Biri kollarımdan tutarak beni kendine doğru çevirdi. "Neler oluyor?"

Göz göze geldiğim yeşil gözleri anında tanımıştım. "Kuzey..." dedim kuruyan boğazımı zorlayarak. "Kuzey!"

Şefkat dolu bir el sırtımı sıvazlarken, "Yine ne oldu dostum?" diye sordu Sarah.

Ona baktım. "Ada..." dedim kısık bir sesle. "Adaya gidiyoruz."

"Ne?" dedi Simon. "Neden?"

Derin bir nefes alıp onlardan uzaklaştım. Bizden başka kimsenin olmadığına emin olduğum banyonun köşesine doğru ilerleyerek kapıya yaklaştım. Hâlâ balo salonundaydık. Beni banyoya getirmiş olmalılardı. Neler olduğunu bilmiyordum ki umurumda da değildi.

"Bu gece..." dedim ciddiyetle. "Hazırlanın, hemen gidiyoruz."

🪦

26 Mart, Perşembe, 23.04

Karanlıktı. En az ruhum kadar soğuktu orman ve en az onun kadar korkunçtu.

Artık muammaları bir köşeye bırakmıştım. Zira hiçbir şey beklediğim gibi olmuyordu. Baloya Victor gelmemişti; biz balodayken malikâneye de gelmemişti. Linda aynayı Victor'a götürmem için bana ölümün acısı tattırıyor ama hiçbir şekilde karşıma çıkmıyordu.

Günlerdir herkes sessizdi. Bu, alenen savaş hazırlığı demekti.

Botlarımın altında ezilen çimenler hafif bir hışırtı çıkartırken, "Hızlanın," diye komut verdim.

"Emin misin dostum?" diye sordu hemen arkamdan ilerleyen Sarah. "Adaya yarın gitmemiz gerekmiyor mu?"

Ona kısa bir bakış attım. "Artık sabredemiyorum. Bir an önce çözmem gerekiyor."

"Bu belki de bir tuzaktır," dedi Kuzey. "Üstelik Victor da kayıp, henüz yakalanmadı, Dedektif."

Elimdeki feneri önüme tutarak, "Kimseden korkmuyorum," dedim.

Onlara Nina'yla konuştuklarımı anlatmamıştım. Raven ailesinde yalnız onlara güveniyordum ancak Nina, tek başıma olduğumu söylerken benimle alay etmiyordu. Ciddiydi.

"Ben de korkmuyorum," dedi Simon. Sesi cesaret dolu çıkmıştı. "Ne olacağı varsa olsun."

Soğuk havayı içime çektiğim sırada arkamızdan bir hışırtı duyuldu. Durdum. Yavaşça arkama dönerek ormanın içine baktım. Diğerleri de el fenerlerini önüme tutup görüş açımı genişlettiler. Kısık gözlerle etrafı süzdüm. Kimse yoktu.

Yeniden önüme döndüm ve bel kemerimden çıkarttığım aynaya baktım. Aynayı yere, ormanın ortasına yerleştirdikten sonra birkaç adım geriye çekilip etrafımı süzdüm.

"Saklanın. Geride durun ve doğru anı bekleyin," diye fısıldadım.

Üçü de ikiletmeden söylediğimi yapmışlardı.

"Victor!" dedim var gücümle bağırarak. "Sana Linda'yı getirdim!"

Ormanda kuş sesleri, cırcır böcekleri ve rüzgârın uğultusundan başka bir şey duyulmuyordu. Yaklaşık beş dakika kadar beklemeye devam ettim. Bir yandan etrafıma bakınıyordum. Malzeme kemerimdeki en fenerini açıp ileriye doğru tuttuğum zaman karşımda koca bir boşluktan başka hiçbir şey görememiştim.

"Neredesin?"

''Burada...'' dedi günler önce duyduğum incecik kadın sesi. Linda...

Omuzlarıma kuvvetli bir ürperti hissi binmişti. Hızla arkamı dönüp fenerle önümü aydınlattım. Karşımda Victor'un ta kendisi duruyordu. Aramızdaki mesafeyi korumak için arkaya doğru adım atmaya başladım. O da aynı anda üzerime yürüyordu. Aynanın üzerinden geçerek durdum ve feneri aynaya tuttum.

"Yaklaşırsan kırılır," dedim tehditkâr bir tonda.

Victor sinsice gülümsedi. ''Tehdit etmek pek de bir dedektife yakışacak yöntem değil ha?''

"Tehditlerimi kulak ardı etmemeni öneririm, Victor," dedim ciddiyetle. "Zira sonuçları hiç iyi olmayabilir."

"Göreceğiz," dedi başını yavaş yavaş sallayarak.

Gözlerimi onun üzerinde tutmaya devam ederken elimdeki fenerin ışığı seyrekçe yanıp söndü. Fenere kısa bir bakış attım ve ışığı kendi elimle kapattım.

"Yapabileceğinin en iyisi bu mu?" dedim elimdeki feneri göstererek. Ve feneri hızla arkaya fırlattım. "Karanlıktan korkmadığımı öğrenmiş olmanız gerekirdi... Beni korkutmak için birkaç korku filmi klasiğinden daha fazlası lazım."

Victor neredeyse ormanı inletecek kadar gür bir kahkaha attı. İfadesizliğimi koruyarak ona bakıyordum. Her yer karanlıktı; göz gözü görmüyordu ama silueti gözlerimin önündeydi. Bana iki adım daha yaklaştı, sonra da pantolonunun arkasına koyduğu silahını çıkarttı. Kabzayı indirdiğini duyabilmiştim. Amacı beni korkutmak olsa da o silahı ateşleyecek kadar cesur olduğunu biliyordum.

"Buraya kendini garantiye almadan gelmeyeceğini biliyordum," dedim dümdüz bir tonlamayla. "Ama istesem seni çoktan vurabilirdim, bunu da sen biliyorsun."

"Evet, yeğenim, biliyorum," dedi hırsını belli eden sesiyle. "Ama beni öldüremezsin... İstesen de yapamazsın."

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

Kendi silahımı elime alıp ona doğrulttum. Sürgüsünü çektim ve karşısında dimdik bir duruş sergiledim.

"Çünkü..." dedi ama devamını getiremedi.

Karanlıkta gördüğüm ikinci bir siluet Victor'un arkasında belirirken, o kişinin günler önce yanıma gelen Linda olduğunu anlayabilmiştim. Bedenimdeki tüm cesareti kullanmam gerekiyordu. Duruşumu bozmadım. Linda'ysa Victor'un sırtının arkasında duruyor, elleriyle onun kolunu tutuyor ve yüzünü omuz hizasından çıkartmış doğrudan gözlerime bakıyordu. Onları göremesem bile Linda'nın bembeyaz gözlerini çok net bir biçimde görebiliyordum.

"Cana karşılık can," dedi incecik ses. Tam kulağımın dibinden geliyordu. Sanki yüzümün sağ tarafındaydı ve dudaklarını kulağıma dayamış, fısıldıyordu.

"Kendinizi akıllı mı sanıyorsunuz?" dedim ciddiyetle. İçimdeki hırs gitgide büyüyordu. "S.R.'nin yazdıklarını baştan sona biliyorum, Victor! Ayna sende olmadan Linda ile konuşamazsın bile!"

Söylediklerim onu köşeye sıkıştırmıştı. S.R.'nin yazdığına göre, eğer kişinin ruhu bir eşyaya hapsolursa, o eşya sahibi tarafından yok edilmeden ruh, kişiyle iletişime geçemezdi. Yani aynanın tamamen yok edilmesi gerekiyordu. Linda'yı ben görebilsem bile Victor göremiyor, konuşamıyordu. Bunun nedeni ise bir tür "bedel ödeme" şekliydi. S.R. diğer âlemlerle yaptığımız her bir anlaşmanın ağır bir bedeli olduğunu yazmıştı. Bu yüzden ruhla iletişim kuracağımız eşyayı iyi seçmemiz gerektiğini savunuyordu. Eğer eşya bir kere yok olursa, kişinin ruhla arasındaki bağ da tamamen yok oluyordu. İşte bu anlaşmanın bedeli de tam olarak buydu. Victor, bana ve aynaya muhtaçtı. Yoksa bir daha asla Linda'yı görmezdi.

"Aynayı alıp gideceğim!" dedi Victor öfkeyle. "Uzak durmazsan herkes zarar görür, Nora! Linda, ona ulaşmam için her yapar... Her şeyi!"

Victor'un, arkasında duran Linda'yı görmediğine şimdi emin olmuştum. Eğer onu görebilseydi kelimelerini farklı bir şekilde dile getirirdi.

"Onu özlüyorsun, değil mi?" dedim damarına basarak.

Victor'un karanlıktaki bedeni sinirle gerildi, "Uzaklaş!" diye bağırdı.

Söylediğini yaparak birkaç adım geriye gittim ve aynaya ulaşmasına izin verdim. Silahını bana doğrultarak yere eğildi.

Aynayı eline aldığı zaman, "Hayır!" diye bağırdı "Onu kırmış olamazsın! Seni öldüreceğim!"

Hızla üzerime gelmeye başladı. Aniden bir silah sesi duyduğumda bulunduğum yerde kaskatı kesildim. Kurşun, benim silahımdan çıkmamıştı... Bedenimde herhangi bir acı olmadığına göre silahı ateşleyen Victor da değildi.

"Onun için önce beni öldürmez lazım," dedi elindeki silahla ortaya çıkan Kuzey. Victor sağ kolunu tutarken Kuzey, hâlâ silahını Victor'a doğrultmaya devam ediyordu.

Onları es geçerek aceleyle etrafıma bakındım. Linda hiçbir yerde görünmüyordu. Ne yapacağımı bilemezken Sarah ve Simon da gelmişti. Birkaç dakikalık bekleyişte Victor'u birlikte ağaca bağladılar. Babamı aramıştı Kuzey. Gelip Victor'u alması için. Ancak bizim işimiz daha bitmemişti.

"Victor'u yakalamak sandığımdan da kolay oldu be!" diyordu Sarah.

Simon'sa, "Hak ettiğin buydu baba..." diye fısıldıyordu.

Kimseyi duymuyordum, odaklandığım şey ormandı. Linda'yı arıyordu gözlerim. Hatta diğerlerini...

İleriden gelen çıtırtıları duyduğumda aynı anda gözüme bir fener ışığı takıldı.

"Çabuk olun!" dedim çıtırtıların olduğu yere koşturarak.

Kuzey arkamdan, "Victor'u bırakamayız... Dedektif!" diye seslense de koşmaya devam ettim.

"Babamlar geliyor Kuzey, onlar Victor'u alır. Koş, hadi!" diye bağırdı Sarah. Sesi bana yakın geliyordu.

Uzun bir süre daha koştum. Neredeyse ormanın derinliklerine varınca duraksadım ve etrafıma bakındım. Diğerleri de gelmişti peşimden. Hepsi de nefes nefese ve şaşkındı. Fakat ben pürdikkat seslere odaklanmış hâldeydim. Ağaçlarından arkasından görünen gölgelere... Bizi adaya götürecek olan içgüdüme...

Simon'un fenerinin ışığı seyrekçe yanıp sönmeye başladığında gözlerim ona döndü. Sonra Sarah ve... Kuzey'in feneri sırayla söndü. Benimki de birdenbire cızırtılar çıkartarak ışık vermeyi kestiği zaman, hepimiz karanlıkla baş başa kalmıştık.

"Lanet olsun!" diye mırıldandı Sarah.

Kuzey korumacı bir tavırla elini bileğime sararken, "Sakin olun," dedi.

Karanlıkta görebildiğim kadarıyla etrafıma baktım. Ancak... Bu... Mümkün değildi.

Kapkara ağaçların iri gövdelerinin ardından sırayla çıkan kara siluetler her yerdeydi. Etrafımızı bir çember gibi sarıyor, şu anda bizden uzakta olsalar da gitgide yaklaşıyorlardı. Tüylerim diken diken olurken geriye doğru yürüdüm. Onlar... Görünmeyenlerdi. Yavaş yavaş... Bir kurt sürüsünün kuzuları sıkıştırdığı gibi, bizim üstümüze yürüyorlardı.

Siyaha bulanmış uzun kıyafetleri, yere sürünüyor, başlarına geçirdikleri şapkaların uçları sivri bir şekilde havaya uzanıyordu. Tarikata mensup insanlar gibilerdi. Ancak onlar artık insan değildi.

"Sırt sırta verin," dedim fısıldayarak.

Hepimiz birbirimize sırtımızı döndük ve onlardan korunmaya çalıştık. Kalbim güm güm atıyordu. Ellerimin titremesine engel olmaya çalışarak bel kemerimdeki silahımı çıkarttım.

"Artık korkuyorum," diye mırıldandı Simon.

Sarah'ın yutkunduğu çok net bir biçimde duydum. "Bunlar... Kim?" dedi zar zor.

"Bize zarar veremezler!" dedi Kuzey. "Sakın birbirinden uzaklaşmayın."

"Kuzey..." dedim sırtımı koluna yaslarken. "Sayıları çok fazla..."

Simon aniden, "Kimsiniz siz?" diye bağırdı. Onu engellemek için kolundan tutsam da başaramamıştım. Bir kez daha, "Bizden ne istiyorsunuz?" diye sordu.

"Dostum... Bu iyi bir fikir değil," dedi Sarah.

Derin bir nefes aldım ve aklımı toparladım. Onlar... Bize yaklaşıyordu. Kontrolü kaybetmemeliydim.

"Gösterin yüzünüzü!" dedim hışımla. "Sizi O gönderdi, değil mi?"

Kimse sesini çıkartmıyordu. Sadece yürüyorlardı. Adım adım... Hedeflerini köşeye sıkıştırmak için... Sonra aniden kuvvetli bir rüzgâr esti. Bizi çemberin içinde sıkıştıran kara siluetlerin hepsi aynı anda etrafımızda dönmeye başladığında siyah bir toz bulutunun oluşturduğu bir girdap misali bizi içlerine aldılar.

Sarah'ın... Simon'ın ve Kuzey'in bağırdıklarını duyabiliyordum. Onlara uzanmak istedim... Başaramadım. Görünmeyenlerin oluşturduğu girdap o kadar kuvvetliydi ki, önümü bile göremiyor, yalnızca sesler, fısıltılar ve çığlıkları duyabiliyordum.

"Hayır!" diye çığlık attı Sarah. Sesi acı dolu çıkıyordu.

Karanlık ve puslu girdabın içinden uzanabildiğim kadar Sarah'ın sesinin geldiği yöne uzandım. Elimle tuttuğum şeyin ne veya kim olduğunu bilmiyordum ancak birini tutabilmiştim.

"Tutunun!" dedim bağırarak.

Kimseden ses çıkmıyordu. Kuvvetli bir kadın çığlığı kulaklarımı yırtarken boşta olan elimle kulağımı kapatarak yere çöktüm. Tuttuğum şeyi hâlâ bırakmamıştım. Gözlerim kararsa, canım yansa, hatta nefes alamasam bile o şeyi bırakmıyordum.

Sonra... Aniden her şey son buldu. Orman yeniden sessizliğe bürünürken yavaşça gözlerimi açtım. Etrafta kimse yoktu. Kolunu tuttuğum Sarah hariç...

"Sarah!" dedim endişeyle. Ona yaklaşarak yerde uzanan bedenine dokundum ve nabzını yokladım. "Ses ver!" diye bağırdım. "İyi misin? Sarah!"

Öksürerek yerden kalkmaya çalıştığında hızla kollarından tuttum. Boğazı yırtılmış gibi öksürüyor, nefes almak için direniyordu.

"N-Nora..." dedi pürüzlü bir sesle. "Kuzey... Simon! Gitmişler!"

Karanlık ormanın içine bakınıp diğerlerini aradım. "Kahretsin!" dedim dişlerimin arasından.

Derin bir nefes alıp ciğerlerimi rahatlattıktan sonra ayağa kalktım. Bel kemerimde bana ışık kaynağı olabilecek hiçbir şey yoktu. Ormanın ötesini görmekte zorlanıyordum.

Hâlâ yerde uzanan Sarah'a doğru dönerek, "Gitmeliyiz," dedim. "Artık bu iş çığırından çıktı."

"Onlar... Neydi öyle?" diye sordu boğazını tutarken. "Ya da kimdi?"

"Görünmeyenler," dedim parlayan dolunaya bakarak. "Kambur Kadın için... Elçi olan insanlardan sadece birkaçı."

Ayağa kalkan Sarah, "Daha fazlası var mıdır?" diye sordu.

Bilmiyorum, der gibi başımı salladım. "Bizi götürmek istedikleri kesin ama... Kaç kişi olduklarından emin değilim."

"Dostum... Onlar bizim ailemiz. Raven ailesi..." dedi endişeli bir şekilde.

Kolundan tutup, "Bizim değil, Kambur Kadın'ın ailesi..." dedim ve gökyüzündeki dolunaya baktım. "Ay tam şeklini aldı. Bir an önce gitmemiz gerekiyor. Diğerlerini bulmalıyız."

Sarah cesaret dolu bir nefes aldı. "Nerede olduklarını nasıl bulacağız?"

"İçimden bir ses, adada olduklarını söylüyor," dedim ve ileriye doğru bir adım attım.

Yaklaşık bir saatlik arayış sonrası göl kenarına gelmiştik. Sarah kenarda beklerken ben göle yaklaştım ve suya daha yakından baktım. Elimi suyun içine daldırdığımda Sarah da bana yaklaşmıştı. Suyun dibindeki toprak balçık gibi bir kıvamdaydı.

"Yakınlarda bir tekne var mı?" dedim gölün ortasındaki adaya bakarken.

Bu adayı malikâneye geldiğim ilk günlerde Sarah'la göl kenarına geldiğimiz zaman da görmüştüm. Her yanı ağaçlarla kaplı geniş bir ormanlık araziye benziyordu. Peder Samuel'in bahsettiği ada da buydu.

Göl kenarındaki korkutucu sessizliği Sarah'ın sesi böldü; "Var şurada... Ama... Onlar etrafımızdayken adaya şimdi gitmemiz gerektiğine emin misin, dostum?"

Yerden doğrulup elimi pantolonuma sildim ve, "Başka çaremiz yok," diye mırıldandım. "Kuzey ve Simon'ın nerede olduğunu bulamıyoruz. O hâlde onları kurtarmak için diğer yoldan gitmemiz lazım."

"Kambur Kadın'ı durduracağız?" dedi sorar gibi.

Başımı salladım. "Kesinlikle."

"Adada olabilirler mi?" diye sordu. Gözleri doğrudan adaya sabitlenmişti.

Ben de adaya baktım. "Buna inanıyorum Sarah. Eğer seni tutmasaydım sen de onların yanında olacaktın. Amaçları beni tek başıma bırakmak ve adaya çekmek..." dedim gözlerimi kısarken. "Çünkü benim içimden bir ses bu ihtimalin gerçek olabileceğini söylüyor."

Hiçbir şey söylemeden göl kenarından sağa doğru yürümeye başladı. Arkasından onu takip ettim. Birkaç metre ötemizde küçük bir iskele ve iskelenin ucunda da iki tane ufak kayık duruyordu. Tek kişilikti kayıklar. Ancak Sarah'la beraber rahatlıkla bir tanesine sığabilirdik.

İskeleye çıkıp kayıklardan birinin üzerine atladı ve ellerini bana uzattı. Aniden izlendiğimiz hissiyatına kapılınca arkamı döndüm.

Gölün etrafını çevreleyen ağaçların arasında gözlerimi gezdirdiğim sırada, "Biri var sanki," diye fısıldadı Sarah.

"Peki bir tahminin var mı?" dedim çaktırmadan ormanı süzmeye devam ederken. Sarah'ın ellerini tuttum ve tekneye bindim. "Diğer kayıkla bizi takip edebilir."

"Bize zarar verir mi?" diye sordu ve kayığın ipini çözdü.

"Sanmıyorum," dedim kayığın uç tarafına otururken. "Zarar verecek olsa çoktan verirdi."

Kürekleri eline aldı ve arkama oturdu. Ben de ona yardımcı olabilmek için diğer kayıkta duran iki kürekten birini elime aldım. Sarah'la beraber kürek çekmeye başladık.

Dakikalar boyunca sessiz kalarak kürek çektik. Adaya epey yaklaşmıştık.

"Endişeli misin ahbap?" dedi aniden. Arkamda olduğu için yüzünü göremiyordum.

"Eğer adada olabilecek herhangi bir şeyin ihtimalleri yüzünden soruyorsan..." dedim ciddiyetle. "Hayır. Fakat Simon ve Kuzey için soruyorsan, evet... Endişeliyim, Sarah."

Hızla üflediği nefesi ensemdeki saçları havalandırmıştı. Elimdeki küreği bırakarak ona doğru döndüm ve silahımı çıkarttım. İçine sırayla kurşunları dizdikten sonra Sarah'a baktım.

"Bu iş çok karışık bir hâl almaya başladı," dedim ciddiyetle. "Birbirimize destek olmamız gerekiyor. Yanımdan ayrılma... Asla ayrılma. Eğer yeniden gelirlerse... Temkinli olmalıyız. Üstelik Victor hâlâ yakalanmadı. Bizi takip edebilir, daha kötüsü öldürmeye çalışabilir."

Endişe dolu gözlerini bana çevirdi. "Tedirginim ama korkmuyorum dostum. Birbirimizi koruyacağız," dedi elimi tutarken. "Seni yalnız bırakmayacağım. O cadıya gününü göstereceğiz!"

Güven vermek için tebessüm ettim ve kayığı kıyıya yanaştırarak ayağa kalktım. "Gidelim, karanlıkta yön bulmamız uzun zaman alacaktır."

Adaya baktım. Uzaktan göründüğünden daha korkutucu görünüyordu. Karşı taraftan çok daha karanlıktı. Ağaçlar hiç görmediğim kadar sık, büyük ve uzundu. Adanın içindeki sisli karanlığa bakınca hiçbir şey görememiştim. Burası resmen kâbuslarımda gördüğüm kadar korkutucu ve ıssızdı. Uzaktan göründüğü gibi küçük de değildi. Sadece önümdeki birkaç ağacı görebiliyordum, sonrası kapkaranlıktı.

Sarah'la beraber kıyıdan ilerlemeye başladık. Kalın tabanlı botlarıma rağmen yerdeki toprağın soğukluğunu hissedebiliyordum.

"Burada bir mezarlık var," dedi Sarah. "Zaten olmasa eksik kalırdı... Neyse, onun yanından geçmek zorundayız. Yakınlarında bir kulübe vardı yanlış hatırlamıyorsam."

Sesli bir nefes verirken, "Pekâlâ," dedim tok bir sesle. "Raven ailesine mi ait?"

"Tam olarak öyle değil, hayvanlar için yapılmış. Raven ailesine ait hayvanlar," dedi ve yön göstererek yürümeye başladı. "Ailenin eski üyeleri at binmeyi pek severmiş, dostum. Aynı zamanda malikânede birçok hayvan da besliyorlarmış. Köpek, kedi, kuş... Hatta tavus kuşu bile. Sonra büyük bir salgın çıkmış. Hayvanlar da birbirleriyle iç içe oldukları için sırayla ölmeye başlamışlar. Ailedekiler üzülmüş doğal olarak. Onları hak ettikleri gibi bir törenle buraya gömmeye karar vermişler. Daha sonra herhangi başka bir hayvanın ya da birilerinin hayvanların mezarlarını rahatsız etmesini istememişler."

Şaşkınlıkla onu dinliyordum. Raven ailesinin dört yüz yıllık tarihi fazlasıyla dolu dolu yaşanmıştı ve hepsini ezbere almak biraz yorucu olabiliyordu.

Karanlık orman yolunda ilerlemeye devam ettik.

"Onların adına üzüldüm," dedim samimiyetle. "Kötü bir olay... Fazla kötü."

"Biraz da korkunç," dedi sadece.

Dar olan ağaçların arasından geçerken dallar bedenime değiyordu. Nereye gittiğimize dair bir fikrim yoktu. "Kulübe yakın mı buraya?"

"Evet," dedi. "Büyükbaba inşa etmiş. Balık falan tutardık çocukken."

Başımı sallayıp yürümeyi sürdürdüm. Tam yanından geçtiğimiz demir çitlerle çevrili mezarlığa doğru baktım. Karanlıkta seçebildiğim birçok mezar taşı vardı alanın içinde. Mezarların üzerine yapılan hayvan heykelleri karanlıkla gerçek gibi duruyor, her an hareket edecekmiş gibi geliyordu.

"Raven ailesi gerçekten çok garip."

"Bir de bana sor, ahbap," dedi mezarlığa kısa bir bakış atarken.

Sonra sağa döndü. Gittiğimiz yolun sonuna baktığımda göl kenarının yakınına inşa edilmiş olan kulübeyi görebilmiştim. Kulübeye vardığımız zaman kapıyı açtı ve içeriye girdi Sarah. Ben de peşinden gittim. Sarah kulübenin ışıklarını açınca rahat bir nefes verdim.

"Burada hızlı bir plan kurabiliriz," dedim etrafa bakınarak.

Soğuktan uyuşan ellerimi birbirine sürterek köşedeki geniş koltuğa yaklaştım. İçerisi oldukça küçüktü. Duvar kenarlarına yerleşmiş olan üç tane geniş koltuk ve boş olan duvar kenarında ise ufak bir şömine yer alıyordu. Yerde gerçek bir ayı kürkünden yapılmış olan küçük bir halı vardı. Duvarda da birçok av hayvanın kafası asılı duruyordu. Ayrıca kulübenin içine yoğun bir koku sinmişti. Kapalı kaldığı için böyle kokuyor olmalıydı.

Oturduğum koltuğun üzerine yumuşak bir battaniye serilmişti. Diğer iki koltukta olduğu gibi. Her yer kahverengi tonlarında olduğu için duvarda asılı duran ve sarı, loş bir ışık veren lamba içeriyi aydınlatmaya yetiyordu.

Şömineyi yakan Sarah, işini bitirince yanıma oturdu. Sırtımı koltuğun kenarına yaslayarak ona doğru döndüm ve bacaklarımı koltuğa çıkarttım.

"Peder Samuel, adaya geldiğimde bir şeyi anlayacağımı ima etmişti ancak neyden bahsettiğini tam olarak anlayamadım," dedim ciddiyetle. "Buradayız, evet. Fakat bulmam gereken şeyi nasıl bulacağımı bilmiyorum."

Sarah düşünceli bir hâlde dudaklarını büzdü. "Dolunay dedi... Gece yarısını geçtiğimiz için dolunay havada dostum ama bu bir işaret mi, emin değilim. Biraz beklemek iyi olabilir ama."

"Haklısın."

Koltuktan kalktım. Ellerimi belime koyarak kulübenin ortasında gezinmeye başladım. Ancak öyle garip bir his vardı ki içimde, sanki uyku bastırıyordu ve bacaklarım güçsüzleşiyordu.

Sarah'ın çaprazındaki koltuğa oturup, "Biraz ısındıktan sonra dışarıya çıkalım," dedim. "Kuzey'i ve Simon'ı bulmamız gerekiyor. İçim rahat değil."

"Benim de," diye mırıldandı Sarah. "Bir an önce onları bulalım... Yoksa... Her şey daha kötü olur dostum."

Uyku bastırıyordu. Sanki beni uykuya çeken bir güç vardı... Başımı koltuğun sırt kısmına yasladığım an gözlerim kapandı.

🪦

Gözlerimi hızla açmamı sağlayan gürültü tam yanı başımdan geliyordu. Gördüğüm kâbusun etkisiyle nefes nefese etrafıma bakındım. Soğuktu. En son hatırladığım kulübede olduğumdu. Lakin şimdi ormanın ortasındaydım. Tek başıma.

Aceleyle ayağa kalkarak, "Sarah!" diye bağırdım. "Kuzey! Simon!"

Yalnızdım. Karanlıktı ve yoğun bir sis vardı. Uyanıp uyanmadığıma emin olabilmek için etraftaki her şeyin gerçekliğini sorguluyordum.

"Uyuyorsun," dedi arkamdan gelen bir ses. Hızla arkamı dönerek sesin geldiği yöne baktım. Gri pelerin giymiş yaşlı bir adam tam karşımda duruyor ve bana gülümsüyordu. "Uyan Nora. Uyan ve beni bul. Vakit geldi."

"Kimsin sen?" diye sordum kuşkuyla.

Gri pelerinli adam ise sadece gülümsemekle yetindi. Sis gittikçe çoğalırken etrafımı görmekte zorlanmaya başlamıştım. Göremiyordum... Yalnızca karanlık...

🪦

Bedenimdeki sarsıntıyı hisseder hissetmez aniden gözlerimi açtım.

"Nora?" dedi endişeyle bana bakan Sarah. "İyi misin? Bağırıyordun uykunda..."

Hızla geriye çekildim ve apar topar ayağa kalkarak Sarah'tan uzaklaştım.

"Neler oluyor, dostum?" dedi korkak bir ifadeyle.

Ardı ardına yutkundum. Kendime gelmek için derin nefesler aldıktan sonra sakince etrafıma baktım.

"Hadi..." dedim rüyamı düşünürken. "Hadi, gidiyoruz. Bir an önce gitmemiz gerekiyor."

Sarah şaşkınca başını sallarken ben de apar topar ceketimi giydim ve kulübeden çıktım. Rüyamdaki adam... Onu bulmam gerekiyordu.

"Nereye?" diye sordu arkamdan koşturan Sarah. "Çok karanlık dostum, gaz lambası bari alalım!"

"Vaktimiz yok Sarah, acele et!" dedim koştururcasına adımlar atarak.

İçimden gelen sesi dinledim ve ayaklarımın beni götürmesine izin verdim. Sarah da yanıma geldi; adımlarıma yetişmişti.

"Neler oluyor?"

"Bir rüya gördüm," dedim etrafıma bakınırken. "Bir adam vardı rüyamda... Aslında tam olarak rüya olduğu söylenemez, bir sanrı ya da mesaj vermek için gösterilmiş bir hayal gibiydi. Benden onu bulmamı istedi."

"Tanrı bizi korusun," diye mırıldandı ve cesaretle yürümeye devam etti.

Bir süre sessizce yürüdüğümüz zaman ağaçlık alanların bittiği, boş bir araziye çıkmıştık.

Şaşkın bir ifadeyle etrafa bakınan Sarah, "Burayı daha önce hiç görememiştim," dedi. 

Arazinin sonundaki cılız ışık gözlerimi alırken ikimiz de o yöne doğru ilerlemeye başladık. Gitgide ışığa yaklaşıyorduk. Neredeyse vardığımızda ışık aniden sönmüştü. Etrafa ürpertici bir karanlık çökünce refleks olarak Sarah'a doğru döndüm.

Ancak karşılaştığım surat bambaşka birine aitti...

Продолжить чтение

Вам также понравится

36.1K 5.3K 15
Efsaneye göre her şey krallıkların ve halkın bir cadı tarafından lanetlenmesiyle başladı. Laneti yok etmek için bir çözüm arayan krallıklar tek çarel...
7 Numara Beril Sancar

Детектив / Триллер

8.6K 773 6
Sevdiği adamla geçirdiği bir gece sonucu hamile kalan Umay Uzel, Yiğit Ali'yle evlenir. Kocasının da onu sevdiğini düşünerek sürdürdüğü evliliğini ve...
A'ZEL sermiranl

Детектив / Триллер

402K 16.1K 57
Ben Meriç Kaya. O herkesin dilinde dönüp dolanan Şizofren. Şizofren değilim kafamdakileri açıklayamıyor, dilimin ucuna getiremiyorum. İnsanlar beni...
GECE YARISI GÖLGESİ pera

Художественная проза

1.1M 22.6K 10
Doktor Annabelle Clarke, dönemin en ünlü ruh sağlığı merkezi Windsor Kliniği'ne kabul edildiğinde, sadece hastalarla başa çıkmak için değil, kendi iç...