Achernar 1: Üç Bilge'nin Yolu

By ACHERyy

71.3K 12.6K 25.3K

WATTSY 2021 FANTASTİK KAZANANI ✳️ Tuhaf bir şehirde tanıştı iki Tanrı soyu... More

-Öɴ sᴏ̈ᴢ-
-Iʀᴋ Tᴀɴɪᴛɪᴍ Kᴀʀᴛʟᴀʀɪ-
-Aᴄʜᴇʀɴᴀʀ Eᴠʀᴇɴ Tᴀɴɪᴛɪᴍɪ-
Giriş
1- Nefes Aldığın Sürece
2- Müzik Dinleyen İnsanlar
3- Umut Işığı: Lotus
4- Kırmızı Garaj
5- İki Mihtirin
7- Ahnerti
8- Maih ve Jack
9- Son Yargı: Dünyanın Sonu
10- Achernar
11- Üç Bilge ve Güneş Olacak Adamlar
12- Seçilen Yasakçı
13- Bir Araya Geliş
14- Oroden Panayırı
15- Fradin'in Atölyesi
16-Tan Sheline'ın Ağaç Han'ı
17-Eridnapis
18- Fırtına
19- Sarhoşun Ağzından
20-Mut Limanı ve Çolpan'ın Evi
21-Ramkarsa
22 - Ölüm Büyücüsü
23- Yaşam Varisi
24- Ait Tutun Yüreklerinizi!
25- Diyarda Soluyan İlk Ejder
26- Bükrek'in Doğuşu
27-Toplantı ve Yas
28- Kader Kemeri
30- Arçura Zehri, Us ve Düş
31- Demir Kıynak

29- Dingin bir Gece

314 63 6
By ACHERyy

Selam!

Umarım zevk alıyorsunuzdur. Finale son iki bölüm kaldı bu arada. İyi okumalar!

____________

Odasındaki geniş taş balkonun sarmal korkuluklarına yaslanmış, sarayın önündeki büyük meydanda toplanıp eğlenenleri izliyordu. Rüzgâr, yaz akşamına hoş bir serinlik katarak esiyor, büyük sedirin önünde boğazdan şarkı söyleyen grubun tınısı solukça kulağına değiyordu.

Ozatik'ten gelen Gümüş Birlik generalleri geri dönse dahi burada kalıp kutlamalara ve yasa eşlik etmişti. Cücelerin arasında yahut kendi gruplarıyla oturuyorlardı. Alanda kümelenmiş herkes kendi ateşinin başındaydı.

Capcanlı bir şenlik değildi bu; hüzne sarılı bir çoşkuydu. Yarı açık gözleri o kalabalığa dalmıştı. Gümüş gri formalar içinde çok fazla turuncu saçlı vardı ve diğerleri arasından kolayca sıyrıldıklarından ötürü gözü en çok onlara takılıyordu.

"Ne düşünüyorsun?"

Gelen sesle arkasına döndü. Laren, sırtını balkonun girişindeki duvara yaslamış, kollarını göğsünde bağlamıştı. Cevap bekliyordu.

"Ne düşünüyor olabilir? Nasıl bir şeye bulaştığımızı ve en azından artık izleyeceğimiz yoldaki sisin dağılmaya başladığını düşünüyor, öyle değil mi?"

Jack, balkona taşıdığı sandalyeye ters bir şekilde oturmuş, kollarını sandalyenin sırtlığına dayamıştı. Kollarını kendine yastık yapmış, dudaklarını büzerek zemini izliyordu.

"Evet, kısmen doğru tahmindi." dedi Chris ve kamburlaştığı yerde doğruldu. Kollarını başının üzerinde birleştirip genleşti. Anında ağrıyan kaburgaları, yaralarının hâlâ tam olarak iyileşmediğini hatırlatıyordu.

"Garip belki ama Weis kemerden bahsettiğinde korkmadım. Endişelenmedim de. Büyük bir sorumluluk altına girmiş gibi hissetmedim. Bir amaç edindiğim için mutlu oldum hatta. Her sey, fazlasıysa doğru hissettiriyor. Aslında, şimdi bulunduğumuz noktadan kemerin bizi beklediği noktaya kadarki çizgide bizim nasıl olacağımızı düşünüyordum."

Dedikleriyle, Jack de Laren de ona baktı. "Her ne kadar şu an çok daha kendimden emin hissetsem de bir işi yapmadan önce de yaparken de fazla düşünüyorum. Jack içten içe etrafındakileri küçümsüyorsun ve Laren, sen de bir sır küpüsün. İletışimden kaçıyorsun. " Jack, oturduğu yerde dikleşti.

"Ben böyleyim. Sana karşı öyle hissetmiyorum, Laren'e karşı da öyle olmamak için çabalayabilirim ama bana ama dedirten şüphelerim var." dedi ciddiyetle ve Laren'e döndü.

"Neden bizimle birliktesin Laren? Weis inançlıydı. Neye inanıyor emin değilim ama bir yaratıcıya inandığı kesindi ve Üç Bilge'ye saygı duyuyordu. Bir iki günlüğüne de olsa onun gibi bir inançlıyla karşılaşınca, senin pek de onun gibi olmadığını düşünmeye başladım. Güçlüsün de. Sadece Bilgeler dediği için mi buradasın? Ben korkmuştum ama senin güvertede olmama sebebini bilmiyoruz."

İlk defa sesinde bir çeşit kibir kırıntısı olmadan konuştu Jack. İlk defa korkusunu dillendirdi. Chris, onun gerçekten şu anki durumun ciddiyetini kavradığını düşündü ve gülümsedi. Laren göğsünde bağladığı kollarını çözdü. Küçük adımlarla Chris ve Jack'in arasına, balkon korkuluklarına yöneldi ve aşağıdaki kalabalığa baktı.

"Benim de düşünmem gerekenler vardı. Eridnapis'te yanınıza uğramadım ama ihtiyaç olduğu vakit Arat'ı ben öldürdüm. Üç Bilge konusunda aşırı inançlı olduğum söylenemez, evet. Kimseyle birlikte savaşmadım şimdiye dek. Anlatamayacağım belirli konumlarım ve anlatmak istemediğim kişisel nedenlerim var. Yine de Weis'e çabalayacağıma dair söz verdim. Sözümü tutacağım ama sizden bir teminat istiyorum."

Ona bakan ikiliyi hissedebiliyordu ve aşağıdaki kalabalığı izlerken konuşmayı tercih etti. "Geçmişimle ilgili detaylara girmeyecekseniz eğer, ben, Ozatik'in Kırmızı Fisir'i, sizinle takım olmayı kabul edebilirim."

Jack, hafifçe kaşlarını çattı. Bu konuyu düşünüyor gibiydi. Chris, kısa bir an gözlerini kapatıp yüzüne temas eden havayı hissetmek istedi. Kollarını korkuluklara dayamış, ellerini birbirine kenetlemişti. Laren'in başarı olarak gördüğü sonuca ulaşmak için gözden çıkarabileceklerini düşündü. Neferlerin yakalanması adına kendince bir plan yapmış, bir halka savaş getirmek pahasına yolunda yürümeye devam etmişti. Gözlerini yıldızlı göğe dikti, aheste aheste konuştu.

"Geçmişini sormayacağım. Tanıştığım kişilerin şimdisiyle ilgilenirim. Yine de bizim de bir çeşit teminata ihtiyacımız var, Laren. En azından bu akşama has, bir iki soru sormalıyım." Laren ses çıkarmadan önündeki hüzünlü eğlenceyi izlemeye devam ettiğinde Chris, sormasına karşı olmadığını düşündü ve devam etti.

"Hangi ırktansın?"

Laren, belli etmese dahi Chris'in soracağı şeyden ötürü fazlasıyla gerilmişti. Çok daha büyük sorular bekliyordu. Açıklaması zor soruları soracağını düşünmüştü ama onun bu basit merakı, gülünç bir rahatlama hissetmesini sağladı. Tuttuğu nefesini o rahatlıkla verdi ve soruyu cevapladı.

"Neeglar."

"Ve de bir Koruyucu ruhsun."

Chris'in eklediği bilgiyi duymak, ona bir Koruyucu olduğunun söylenmesi hoşuna gitmedi. "Ne?" Jack'in abartılı şaşkınlığını da garipsedi.

"Zaten öğrenmiştiniz, karşıt büyüyü yaparken Kral Anarok gelip bana Koruyucu olduğumla ilgili bir konuşma yapmıştı ve siz de oradaydınız." dedi laubalice.

Jack yine abartılı bir şaşkınlıkla konuştu. "Ne zaman? Öyle bir şey olsa hatırlardım!"

"Eh," dedi Chris. "Karşıt büyü esnasında Bükrek'e beden olması için ateşi ortaya çıkarmak beni fazla zorladı. Bilincim pek açık değildi. Ateşin benden ayrıldığını ve bayılmadan önce ejderhaya Bükrek dediğimi hatırlıyorum sadece. Muhtemelen Jack için de durum aynıdır."

Laren kaşlarını çattı. Durum buysa, karşısındakinin analiz yetisi takdire şayandı ve ondan sır saklarken daha da dikkatli olmak zorundaydı. "O zaman nasıl anladın?" diye sorduğunda, Chris ona dönük bakışlarını kaçırdı. Aşağıda bir çeşit eğlence düzenleyen kalabalığı izlemek, o kalabalık böyle eğlenebilmeye devam etsin diye yapacaklarına karşı zihni hazırlamasını kolaylaştırıyordu.

"Şu bir hafta içinde çok fazla şey düşündüğümü söylemiştim. Uyuduğumu düşündükleri esnada şifacıların kendi aralarında yaptığı konuşmalara kulak misafiri oldum. Kutlamalardaki yabancı ırklar hakkında konuşuyorlardı ve sivri kulakların neeglar ve alshea ırkına has olduğunu duydum. Alseha olmadığın kesindi ama yine de sana sormak istedim. Bir neeglarsın. Saçların turuncu olacağına kopkoyu bir kırmızı.

Panayırda saçını boyadığını düşünüp sana hain diyen kişi de bir neeglardı. Arşivci ve Koruyucuları anlatırken Arşivcileri normal bir edayla, Koruyucuları ise hüzünlü bir şekilde anlattın. Koruyucuların güçlerini doğru olan için kullanmadan önce Arşivcilerden eğitim aldığını söyledin. Tanıştığımız anda hatta hayır, Üç Bilge sana bu görevi verdiğinde aklına gelen ilk yol, Ramkarsa'ya gelip bir arşivci olan veliahtla konuşmak oldu değil mi?

Jack, neden seni de zindana atmadıklarını sorduğunda burada yaşadığını söyledin. Özetleyecek olursak ne yapmamız gerektiği konusunda aklına gelen ilk yol bir süre beraber yaşadığın krallığın veliahtı ve muhtemelen arkadaşın olan bir Arşivciyle konuşmak oldu çünkü sen bir Koruyucusun."

Hayret içinde ıslık çaldı Jack. "Gerçekten zekisin sen." dedi.

Laren pes edercesine nefes verdi. "Öyle ama bu konuda rahat değilim." dediğinde dalgınlaşmıştı. "Moordivec olarak yaşamayı değil özgürce yaşamayı seçtim. En güçlü olmak istedim. Tam adım Laren İa Nagarath. Neeglar aileden doğma bir Koruyucu ve Ozatik savaşçılardan Kırmızı Fisir'im ki gördüğünüz hemen her kabiliyetli savaşçı Ozatik'le bağ içindedir zaten.

Eridnapis'te sizi yalnız bıraktım çünkü öyle istemiştim. Benim de netleştirmem gerekenler vardı. Dediğim gibi, sizinle bir takım olmayı deneyeceğim. Takım olma konusundaki hislerimi merak ediyorsanız da şu kadarını söyleyeyim; Üç Bilge ile konuşmak ya da Weis'ten Kader Kemeri'ni dinlemek, birileriyle birlikte olmak fikrinden daha kolaydı benim için."

Jack'in çevresine olan tutumunun üzerine bir de Laren'inkinin eklendiğini düşündü Chris. Tam adını öğrendiğinde, güvertede Von'un dediğini hatırladı ve gözleri büyüdü. Ardından, farkına vardığı gerçekle Laren'in saklamak istediği en azından bir sırrı anladığını belli etmemek için kafasını çevirip hafif bir tebessüme sahip yüzünü kalabalığa döndü.

Bir gün, gerçekten bir gün aralarında bir bağ olup olmayacağını merak etti; gerçekten takım olabilirler miydi? Bunun için çabalayacaktı. Daha fazlası için değil.

Şu anda Achernar'a geldiklerinden beri neredeyse ilk defa üçü birden kafa kafaya vermiş konuşuyorlardı ve bu anın özel olduğunu hisseti.

O, taş korkuluklara yaslanmış, gözleriyle ufku tararken Jack sandalyesinden kalktı. Onlar gibi korkuluklara yaslandı. "O zaman son bir şey sormak istiyorum." dedi baktıkları yere bakıp. Kalabalığı seyre dalmanın neresinde bir ilgi çekicilik gördüklerini anlamadı ama yine de onlar gibi yaptı.

"Dedikodu mu yoksa gerçekten bir hainlik yaptın mı geçmişte? Şimdi vereceğin cevabı doğru kabul edip Neferler'i masumların yaşadığı yere getirmeni dahi göz ardı edecek ve bir daha konusunu açmayacağım."

İç çekti Laren. Kendinden emince cevapladı. "Somut olarak hayır. Yapmadım. Ama tamamen bir dedikodu olduğunu da söyleyemem. Benimle ilgisi olmayan nedenler yüzünden hain diyorlar bana."

"Neferleri Ramkarsa'ya geleceğimize dair haberdar etmek ve savaşı bir ülke sınırları içinde gerçekleştirmek de seninle ilgisi olmayan nedenlerden mi?" diye sordu Jack.

"Bu defaki ilk kez olan bir durumdu. Hem, Gümüş General'in dediklerini hatırlayın. Ramkarsa'ya saldırmak zaten planlanmış bir durummuş. Zaten çok öncesinde sularını ve topraklarını zehirleyip dağda tünel açmaya başlamışlar. Benim yaptığımla en azından biz de dahil olduk olaya. En azından Kırmızı Fisir olarak ejderhanın peşine düşebildim. En azından Weis ile buluşabildik ve siz, o ejderhayı uzaklaştıracak bir büyüye ciddi katkı sağladınız. Yaptığımı yapmamış olsaydım bu savaş bizsiz yapılırdı ve kayıp çok daha fazla olurdu. O ejderha krallığa musallat olurdu belki."

Aldığı yanıtla birlikte Jack, ona baktı. Sonra tekrar kalabalığa döndü yüzünü. Laren'in içten olduğu kesindi ve haklılık payı da vardı ancak ona olan güvensizliği devam ediyordu. Yine de çaba harcamaya karar verdi. Chris, konuştukları konuyla ilgisi olmayan bir şeyden bahsederek araya girdi.

"Şu adamların söylediği şarkı tüylerimi diken diken yapıyor. Hem insanı şahlandıran hem de garip bir havaya sokan bir tınısı var. Sesleri borazan gibi çıkıyor ama demin birisi dudakları büzmeden ıslık sesi çıkarttı." Neşeli sesiyle pervasızca konuştuktan hemen sonra kendisine anlamazca bakan ikiliye döndü.

"Tamam o zaman!" dedi. "Bedenlerimizi ve zihinlerimizi eğitelim. Birini yenmenin tek yolunun öldürmek olmadığını fark edecek kadar güçlenmek istiyorum. Savaşmam gerektiğinde savaşacağım. Öldürmem gerektiğinde öldüreceğim ama gerekip gerekmediğine karar verebilecek kadar güçlü olmak istiyorum. Bana sunulan yolda değil, kendi alternatiflerimle yaşayacak ve ipleri elime alacağım. Neferlerle savaşacağım ama asıl savaşım onlarla olmayacak."

Jack, merakla sordu. "Kiminle olacak peki?"

"Gülmeyecekseniz söylerim."

"Neden gülelim?"

Jack, sabırsızca bir cevap bekliyordu. Chris, kararlı bakışlarını kendisine bakan ikiliye doğrulttu. "Fikirlerle," dediğinde Jack onu anlamadı ve Laren hafifçe kıkırdadı.

"Bunu beklemediğim için güldüm." diyerek açıklama yaptı. Böyle bir şeyi düşünmesine şaşırmamıştı. Tam da Chris'e göre bir düşünceydi ancak yine de gülünçtü. Chris, dudak büzdü,

"İşte! Olduğumdan daha safmışım gibi düşünüyorsunuz!" dedi ve ardından ciddiyetle konuştu. "A-kiir ile bir tanışıklığımız yok. Yenmemiz gereken kişi o ama şu an onunla değil, onun fikrini benimseyenlerle savaşıyoruz. Düşmanın neden öyle düşündüğünü anlarsam, fikirlerinin özünü kavrarsam yenmek çok daha kolay olur. Tabii önce bedenimi güçlendirmeliyim. Bunun için de sana güvenebilir miyim Laren?"

Laren, gülümsedi. "Tabii. Siz ikinize karşı Ramatrah'ın yılanı gibi olacağım!" dedi ürkütücü bir tonla. Chris'in saf olduğunu düşünüyordu ve iyi anlamda mı yoksa kötü anlamda mı olduğuna karar veremiyodu. Eğitim sırasında üstüne düşmek, onu şu anda bulunduğu yumuşak kalıptan sıyırırdı.

"Ramatrah ne ve onun yılanı da ne?"

Jack'in sorusu, kibirle gülümsetti kadını ve kadın, öncekiyle aynı ürkütücü tonla yanıtladı.

"Ölenlerin gittiği diyar. İyiler iyi yaşar, kötüler azap çeker. Ramatrah'ın Yılanı Abra, karanlığa düşenleri cezalandırır ve yeterli cezayı çekenler Achter Irmağı'ndan geçip arındıktan sonra iyi ruhlarla yaşar. Moha- Rama için ölü ruhları cezalandırmakla görevli, şekil değiştirebilen, konuşabilen, kendi karakteri olan bir varlık o.

Göz bebeklerinin kendi kendine dolanıp daire şeklini almış yeşil yılanlar gibi oldukları söyleniyor. Gerçi bunların hepsi söylence. Sonuçta ölüp dirilen ve Ramatrah'ı anlatan yok ama vereceğim eğitimin nasıl olacağına dair bir fikriniz oluşmuştur umarım."

Jack, kaşlarını çattı, yutkundu. Ramatrah, bir şekilde bağlı olduğu yerin adıydı. Orası bambaşka bir diyardı ve Jack, bir şekilde oraya gitmek zorunda kalmamayı diliyordu. Ramatrah'a giderse, bir daha normal bir insan olamamaktan korkuyordu ki şu anda dahi herkesten çok farklıydı.

Hemen karşısında uzaktan onları izleyen çirkin ruhu görebiliyordu mesela. Yahut yeterince odaklandığında ölülerin yakarışını duyuyordu. Onu rahatsız etmiyordu sesler, artık alışmıştı. İnsanın bedeninde atan kalbinin yahut akan kanının sesine alıştığı için yeterli sessizliği sağlamadan onları duyamaması gibiydi.

Kulağa yaklaştırılan bir deniz kabuğu uğultular duymayı sağlıyordu. Kulağına deniz kabuğu yaklaştırmıyordu ama yeterince odaklandığında ölüleri duyuyordu.

Bir gün Ramatrah'a gitmesi gerekebileceğinden çekiniyordu.

"Fazla korkutucusun. Fisir adı taşımana şaşmamak gerek!" dedi Chris, Laren'e. "Ramatrah'ta yılan varsa yeryüzünde de sen varsın. Sinsi ve ürkünç! Sence de öyle değil mi, ha Jack?" Kendine yöneltilen soruyla Jack'in kafasındaki gri bulutlar dağıldı ve gülümsedi sarışın.

"Evet, yüzde yüz katılıyorum!" dedi. En azından şimdilik, Ramatrah hakkında endişelenmesine gerek yoktu ve gülebilirdi. Onları izleyen ruhu uzaklaştırdı.

"Ben Wad'ı beklerim, siz ikiniz dinlenin. Yaralarınız henüz iyileşmedi ve ertesi güne dinç uyanmak daha iyi nefes almanızı sağlar. Uyuyun." dedi Laren.

Korkuluklardan uzaklaştı Chris. "Doğru," dedi. "Yarın yeni bir gün. Güneşle doğmak gerek. Yine de uzun zamandır dinleniyordum, uyumayacağım. Zaten nasıl uyuyabilirim ki? Bunca şey olup dururken... Bir ejderha oluşturduk biz!"

Jack, "Cidden... Bir ejderha oluşturduk! Ciddi ciddi bir ejderha oluşturduk! Ona neden Bükrek dedin Chris?" dediğinde Chris, düşünür gibi oldu. "İçime doğdu galiba. Sadece, öyle diyesim geldi."

"Şu an nerede dersiniz? Gri olanla dövüştüyordu en son, iyi midir ki?"

"İyi."

"Neden biliyormuş gibisin? Biliyorsan ben neden bilmiyorum?"

"Çok fazla bilmek geçirdin cümlede. Anlayamadım galiba." dedi Chris gülerek. Jack'in çatık kaşları gereğinden fazla sitemkar olduğunda, açıklamak zorunda kaldı. "Bir şey bildiğm yok. Hissediyorum sadece. Kalbi atıyor. Solukları da düzenli."

Jack saçlarını karıştırıp kahkaha attı. "Portaldaki alıktan oluşturduğu ejderhayla ruhsal bağ kurana demek ha? Daha fazla gurur duyamazdim. Ah, her neyse, üzerine daha sonra düşünürüm. Önce olanları sindirmem gerek. Boktan bir sürü şey oldu."

Sözlerini bitirdi, sandalyeden kalktı. Balkondan çıkıp taş odaya girdi ve yatağın üzerine gelişigüzel atladı. Ani hareketi nedeniyle yarası sızladığında fevri davranışından pişman oldu. Ellerini başının altında birleştirip yastık yaptı kendine.

"Ben de uzun zamandır dinleniyordum ama biraz daha dinlenebilirim, uyumaya hayır dediğim gün kıyamet günü olur muhtemelen." dedi esneyerek. Chris, "Ona ne şüphe!" derken Jack'in kalktığı sandalyeyi alıp balkondan çıktı. Yatakta yorgan görevi gören kalın kürkün üzerindeki kısmen daha ince kürkü çekip aldı. Bunu yaparken Jack'i, kürkün üzerinden kalkması için uyarmak zorunda kaldı.

Sandalyeyi masanın başına koyup oturdu. Omzuna o ince kürkü attı ve defterini çıkardı. Çizim yaparak oyalanmaya karar vermişti. Gördüğü yenilikleri çizecekti.

Laren de balkon korkuluklarına oturup bacaklarını aşağı sarkıtarak Weis'in dönüşünü beklemeye başladı. İçi huzursuz gibiydi. Şimdiden sonra yapacakları onun için de ilk olacaktı.

Bükrek'in oluşumu onun da yüreğini titretmişti ama diğer ikisi gibi büyük anlamlar yüklemek istemiyordu. Aynı değillerdi. Bir ay öncesindeki toy çocuklar değillerdi ama diyarda yaşamaya alıştıkları da söylenemezdi. Sahip oldukları yetenekler ve üzerlerindeki kadere bakınca onlar için biraz üzüldüğünü fark etti. Başlarına daha korkunç pek çok şey gelecekti sanki.

Mihtirin'ler hakkında endişelenmek hoşuna gitmiyordu, bağ kurmak istemiyordu ve karmakarışık hissediyordu. Kimden iyilik görmuştu şimdiye kadar? Tekrar olmaz. Onları profesyonelliğinden ödun vermeden önemsemekten öte gitmeyecekti.

***

Aradan geçen birkaç saatin sonunda Laren, görüşüne giren beyaz merkütün haberini verdiğinde Chris sandalyesinden kalkıp balkona koştu. Karanlık ufukta beliren beyaz kuşa huşuyla bakıyordu yeşil yeşil parlayan gözleri.

"Aşağı inin. Loter kalabalıktan uzakta düz bir alana iniş yapacaktır. " dedi Laren.

Şimdi heyecan ve bir çeşit bastırılmış coşkuya sahipti kadın. Chris, balkonun taş, kalın korkuluğu üzerinde oturan kadının garip enerjisini hissedebiliyordu. Laren'e baktı.

İstedigi halde gözlerini değdiremiyordu bedenine. Yüzüne odaklandı. Yan profilini incelerken kafalarının hemen üzerinde minik bir alev küresi oluşturdu. "Yüzünü daha net görmek istedim." diyerek açıklama yaptı sakince. "Gözlerinde coşkulu bir parıltı olmasına rağmen bedenin gergin. Nasıl bir ruh halindesin, Laren?"

Genç neeglar soluk yüzüne düşen bir tutam kırmızı saçı kulağının arkasına attı ve tekrar kucağına yerleştirdiği ellerini yumuk yaptı. Dişlerini sıkıyordu.

"Uzun bir süre içinde, sahip olduğun büyük bir şeyi bastırdığını düşün." dedi çekinerek.

Kendisi hakkında konuşmayacağında karar kılmıştı ama Chris, bir şekilde güvenilir geliyordu. Çekincesindeki asıl nokta da buydu zaten. Yutkunup konuşmaya devam etti.

"O kadar uzun süre bastırmışsın ki varlığını unutmuşsun. Öyle ki içindeki o hisse artık sahip değilmişsin gibi gelmeye başlamış. Sonra, gücü ortaya koyabileceğin bir olayın içine girmişsin ancak yeterli gelmemiş. Her şey fazla kolaymış ve tatmin olmamışsın. O kadar zaman geçtikten sonra içinde, uyuyan yanını uyandırdığında fark etmişsin ki o yanın tekrar uyumak istemiyor. Ama uyutmalısın. Biliyorsun ki eğer o yanını kucaklarsan bazı başka şeyleri de kabul etmek zorunda kalacaksın ve her şey değişecek. Geçmişin, şimdin olacak."

Chris onu dinledikten sonra cevap vermek için hiç beklemedi. "Kendinle savaşıyorsun yani. Bu savaşın bir kazananı yok Laren. Farklı yanlar da bütünün parçası değil mi? Sen sensin ve kendini kabul etmezsen, kim seni kabul eder ki?" Ben kabul ederim, diye geçirdi içinden. Doğru mu yoksa yanlıs mı bilmiyorum.

Kendinden emindi ve o alışılageldik samimi gülüş yer bulmuştu yüzünde. Kısa bir an kafası karıştı genç neegların. Chris söz konusu olunca bağ kurmak kolay oluyordu ancak bağ kurmayı istemiyordu Laren. Anlattıkları yüzünden pişman oldu. İfadesiz tavrını takındı ve oturduğu yerde ayaklanıp soğukça konuştu.

"Jack'i kaldır. Wad iniş yaptı. Çabuk olun."

Sözlerini bitirdi, balkondan atladı. Chris, atladığı için bir anlığına paniğe kapıldı. Onun ardından korkuluklardan eğilerek baktı ve o kadar yüksekten atlamak çok basit bir şeymişçesine iniş yapıp toparlanan kadını gördü. Hep böyle oluyordu; çok zor şeyleri bir hiçmişçesine yapıyordu kadın.

Chris, bir süre boyunca kalabalığa karışan Laren'i izledi. Kırmızı saçları sağ olsun, aradaki mesafeye rağmen ayırt ediliyordu. Göğsünde bir karıncalanma hissetti.

Hayran bakışlarının farkında değildi. İçindeki hissi, onun çözemediği karakterine olan hayranlığına bağladı ve Laren'i rakip belledi kendine. Ondan öğrenecek ve ona yetişecekti. Geri kalmak istemiyordu. Onunla yan yana yürüyebilmeliydi.

Ardından önce etrafındaki en güçlü kişi olan onu geçecekti. Sonra da diğerlerini geçecek ve bir daha Achernar halkı bu kadar güçlenmek zorunda kalmasın diye savaşacaktı. Kendi kendine gülerek balkondan ayrıldı, sarsarak Jack'i kaldırdı ve ikisi birlikte saraydan çıktılar.

Dairesel şekilde kümelenmiş, içip eğlenen gruplar arasında geniş meydanı geçip batıdaki düzlüğe doğru yürüdükleri esnada Chris, ortak dilde konuşanların sözlerini dinlemeye başladı.

"O hep böyle." dedi kaba sakallı bir cüce. "Kendisi öfkelendiğinde herkesi bastırmak ister ancak başkaları öfkelendiğinde onlara küçümseyerek bakar." Yanındaki kadın karşı çıktı.

"Szelyn'in mavi dili! Bana laf söyleyene de bakın!"

Aralarında gümüş-gri kaftanlı, mavi kuşaklı erkek bir neeglar bulunuyordu. Doygun turuncu saçları uzun ve dalgalıydı. Sivri kulaklarının ucu saçları arasından dışarı çıkmıştı. Buğday teni ateş başında ışıldıyordu ve açık kahverengi gözleri fazla keskindi. Uzun pelerinini sağında toplamıştı.

"Onun için en iyisi buysa yargılamak ne haddinize?" diye sordu nazikçe. Chris, neeglarların gerçekten asil göründüğünü düşündü. Adam, ona baktığını fark ettiğinde gülümseyip kadeh kaldırdı ve Chris, onu başıyla selamlayıp yürümeye devam etti. Jack, arkasında uyuşuk uyuşuk yürüyordu.

Onu bulduklarında Weis Wadias Montedal merküt kuşundan inmiş, hayvanın başını okşuyordu. Jack, esen soğuk rüzgarla kollarını birbirine dolayıp esnedi.

"Bu defa ne tür bir felaketi söyleyeceksin büyücü?" diye sordu. Fazlasıyla aksiydi.

"Bu defa size umut sunacağım, küçük anuka." Weis'in kinayesini anlayan tek kişi Laren'di ve ufak bir kahkaha attıktan sonra açıklama yaptı.

"Anuka Ramkarsa'da bahçelerde yetişen işe yaramaz bir ot. Ne iyi ne de kötü, ciddi anlamda bir işe yaramıyor ancak kötü gözüküp kötü koktuğundan etraftakileri rahatsız ediyor. Cüceler bunu birbirlerine söylediklerinde işe yaramaz ama mızmız olduklarını kastederler."

"Tabii, yaşadığınız yeri oluşturmuş kişilerle bağı olan ve o yeri kurtaracak olan kişiye, yani bana anuka demek de çok mantıklı zaten. Bayağı bilgeymişsin, arşivci." dedi Jack ve bir yandan da gözlerini ovuşturdu.

Uykusunu almadan uyanmaktan nefret ediyordu. Weis güldü. "Uç, Loter'im. Gökyüzünde ruhum ol." diyerek komut verdi kuşa ve kuş, kanatlarını iyice açıp şakıdıktan sonra güçlü bir çırpınışla havalandı. Üç kanat hareketiyle hatırı sayılır bir mesafe kaydederek gözden kayboldu. Ardından büyücü, iki Mihtirin'e ve Kırmızı Fisir'e dönüp sakince konuştu.

"Biraz yürüyüş yapalım. Karbius Dağı'nın içinde özel bir mağaraya gideceğiz. Şansımız varsa güneş doğmadan varırız."

Laren, gümüş-gri Ozatik işlemeli pelerinini çıkarttı. "Karbius'da mağara olduğunu bilmiyordum. O en sivri dağ, tırmanmak imkânsız diyordu cüceler." dediğinde, onun sözüne karşın garipçe baktı Weis.

"Ama biz cüce değiliz ve sen, çoktan o dağa tırmandın. İmkânsız yalnızca anlık durumun müsait olmadığını belirtir. O kelimenin bir geleceği yok. Uygun şartlarda her şey mümkündür, İa."

Laren'in onun İa demesine alınmayışı yahut sinirlenmeyişi Chris'in gözünden kaçmadı. Kadın eğleniyor gibi görünüyordu. Büyücünün sözlerine güldü ve çıkardığı pelerinini uzunlamasına katlayıp kuşağının üzerindeki ip kemere geçirdi. İkisi arasında bir yakınlık olduğu belliydi ve birileriyle birlikte olmaktan hoşlanmadığını her fırsatta dile getiren Laren'in, Weis'in yanında kısmen rahat tavırlar sergilemesini garipsedi genç adam. Hatta bundan hoşlanmadığını fark etti.

İkisi uzun zamandır tanışıyor olmalıydılar. Laren ona Wad diyerek sesleniyordu ve Weis, Laren'e İa dediğinde kadın kızmamıştı. İçini bir huzursuzluk kaplayan Chris, Laren'e bakarken büyücü grubun önüne geçip düzlük alanda yürümeye başladı.

"Bir de uygun patikalar biliyorum. Zor bir tırmanış olmayacak. Zor olsa da engel olmamalı zaten. Basit olanı herkes yapar." dedi az önceki konuşmasına ilave yaparak.

Laren onunla önde ilerlerken Jack, Chris'e hayıflandı. "Bu adam bir tek benim mi sinirimi bozuyor? Öğüt istemediğim halde sürekli öğüt veriyor." Chris onu tek eliyle ensesini ovarken cevapladı.

"Başta ben de öyle düşünmüştüm ama sadece yardımcı oluyor, Jack. Şu durumda öğüde zaten ihtiyacımız var."

Jack, ofladı. "Sıkıcılaşmasana. Benim tarafımda olman gerek." deyip hızlanarak Chris'i geçti. Chris, şaşkınca bir 'hah' sesi çıkardı. Duyabilmesi için sesini biraz yükseltip arkasından konuştu.

"Aynı taraftayız zaten ama yanındayım diye her dediğini onaylamam mı gerek? Seni her koşulda onaylayacak çok fazla varlık var ama sonuçta, ben ölene kadar Zahwa'm değilsin."

Chris, yine Zahwa kelimesini kullandığı için Jack'in kızacağını düşünmüştü ama Jack, gülerek arkasında birleştirdiği ellerini çözdü ve sakince yürümeye devam etti.

"Ah, kalbim! Sanırım bir çat sesi geldi, sen de duydun mu?" derken iki elini de göğsüne bastırarak abartılı bir oyunculuk sergiledi.

Dalgaya aldı, çünkü konunun ciddiyeti, öldükten sonra değer verdiklerinin ruhlarını görmeye devam edeceği gerçeği canını yakıyordu ve bu konunun, onun için ne kadar ciddi olduğunu karşı taraftaki herhangi birine belli etmek istemiyordu. Chris öylesine söylemişti ve öylesine bir söz olarak havada kalması Jack'in işine geliyordu. Onu arkada bırakıp Weis ve Laren'in yanına gitti.

Ramkarsa sarayı, en büyük dağ olan Radelha'nın içine oyulmuştu ve üç büyük dağın arasında kalan yeşillik, devasa düzlüğün tamamını görüyordu. Karbius dağı ise batı kanadında kalıyordu.

Kalabalığın bulunduğu, şarkıların söylendiği meydandan çıkarlarken alanın ortasında kılıçlarıyla dans etmeye hazırlanan neeglar grubunu gördü Chris ve onların dansını izleyemeyecek olmanın getirdiği hayal kırıklığıyla yola devam etti. Başka bir köşede bir neeglar grubu, ağaçların, ay ve alev ışıklarının altında yerden yüksek, tek bir müzik aletini beş kişi birden çalıyor, şarkılar söylüyordu. Öncesiyle aynı bir burukluk hissederek adımlarını hızlandırdı.

Gecenin dokunduğu çimlerle dolu düzlükleri, Mihtirin'lerin ilk defa gördüğü çeşitli bitkilerle dolu tarlaları, evleri geçip Karbius'un sarp yamacına vardılar. Bu karanlıkta gündüz gözüyle dahi tehlikeli olan, sıklığıyla zemini gizleyen sivri diktlerin arasından sıyrılmak ve engebeli, ince patikada adımlamak fazla zordu.

Chris, etrafını görmesine yardımcı olacak zayıf bir alev küresi oluşturdu ve küreyi kafasının üzerine doğru hareket ettirdi. En azından şimdi nereye bastığını görebiliyordu. Jilet gibi keskin dikitlerin öbek öbek sıralandığı dağ yolunda ilerlerken düşer gibi olduğu her anda hoş olmayan sözler sarf etti Jack. Yokuşta ayağı kaydıktan sonraysa ruhlara seslendi. Laren'in bu şekilde kendini geliştirmiş sayılmayacağı ile ilgili sözlerini boş verip ayakları yere basmadan yola devam etti.

Chris etraftayken ruhlar bir şeylerden çekiniyordu ve öncesinde savaş meydanında olduğu gibi birisi çıkıp ona baskı kurmaya çalışmıyordu. Bu nedenle biraz huzursuzdu Jack. Ruh kontrolü konusunda tekrar çalışmaya başlaması gerekiyordu. Sürekli Chris'in yanında zayıf ruhlara seslenecek değildi sonuçta.

O Zahwa'ydı. En kudretli olan, ruhları baskılayan kişiydi. Bedenini zorlamasına da gerek olmadığını düşünüyordu. Onun gücü, beden sınırlarını aşıyordu. Zahwa neden sıradanlar gibi antrenman yapmak zorunda kalsın? Diyordu kendi kendine.

Karbius ekosistemi kuraktı. Hava zaten karanlıktı. Engebeli yolda Weis'in adımlarını takip etmeseler Chris nereye basacağından emin olamazdı. İnce patikanın civarı en kısası diz kapağına gelen keskin, gündüz gözüyle baksalar kül rengi olduğunu anlayacakları dikitlerle doluydu. Yumuşak toprak suretini saklıyordu; ufak bir ot dahi olmadığı gibi kahverengi toprak da görünmüyordu. Chris, adımlarını yavaşlattı ve arkasında, yerden birkaç santim yüksekte süzülerek ilerleyen Jack'le aynı hizaya geldi.

"Nasıl yapıyorsun bunu? Daha önce de bunu yaptığını gördüm. O zaman gözlerin ve saçın falan daha farklıydı. Ayrıca üzerinden garip bir enerji yayılıyordu. Anın getirisi olarak o andan sormak aklıma gelmedi."

Jack, göğsünde bağladığı kollarını indirdirip ellerini de dahil ederek konuşmaya başladı. "Sana çok öncesinde ölüleri nasıl yönettiğimi anlatmıştım, hatırlıyor musun?" diye sordu önce. Chris, cevap vermeye hazırlanırken de lafı ağzına tıkıp konuşmaya devam etti.

"Maih ile yeteneğimi kontrol edebilmek için nasıl yaptığımı anlamaya çalışıyorduk. Dünyada fizik ile evreni anlamaya çalışıyorlar, biliyorsun ve benim durumumu içeren birkaç teori bulduk. Enerjileri görmek ve hissetmek arasında bir bağ var. Var olan her şey kendi boyutuna ve kendi boyutundaki titreşimlere sahip. Yanlış anlama, her şeye dokunabiliyor değilim, ulaşabildiklerim ölü tarafla sınırlı. Maih, eğer ölü varlıkların titreşimlerini değiştirebiliyorsan belki onların enerjisini kendininkiyle de karıştırabilir ve kendi titreşimlerini yönetebilirsin, demişti. Ele sığmaz bir ergendi ve görünen o ki hastaymış da ama bir dahiydi desem absürt olmaz sanırım."

Gözlerindeki ışıltı ve içinde, anlamaya yönelik alışıldık heyecanıyla ona bakıyordu Chris.

"Sicim miydi? Öyle bir şeydi sanırım. Fazla bilgili değilim ama okumuştum. Yenilikleri takip eden biriydim ve bir dergide görmüştüm. Sabit uzay zaman arka planında gerçekleşen kuantum mekaniğine ve göreleliğe göre esnek ve bükülen uzayda ne oluyor? Bu sorunun anlık kabul gören cevabıydı o teori. Tanrım, bu büyük bir yetenek Jack! Sorumluluğu da bir o kadar fazladır...

Çok fazla soru akın ediyor zihnime! Mesela, birisi Ayum ile ilgili; umut dörde bölündüğünde yaşam, ölüm, denge ve çaresizlik ortaya çıktı. O dört parçadan birisi ki sendekinden bahsediyorum, birisi bile bu kadar büyük soruların cevabı olabiliyorsa eğer, Ayum nasıl bir varlıktı? Üç Bilge bu soruların cevabını biliyor mu? Yaptığın şey bilimle tasdiklenebiliyorsa..."

Jack, çoşkunca konuşan Chris'in sözünü kesti. "Orada dur bakalım. Bilimle tasdiklenebiliyor değil. Bunlar kesin şeyler değil. Deney faresi olacak değildim, dolayısıyla hiçbir bilim insanı titreşimlerle olan bağımı araştırmadı."

"Haklısın! Yine de cidden... Böyle anlarda eline en sevdiği şekeri verilmiş çocuk gibi hissediyorum." dedi ve güldü Chris. "Bu dediklerin yine de nasıl uçtuğunu açıklamıyor." diye ekledi.

"Boyut değiştiriyorum, bedenimi ölümün enerjisiyle bir hale getiriyorum ve aslında uçmuyorum, başka bir boyuttan varlık haline geldiğimden buradaki nesneler uzaklaşıyor ve buradaki canlılar için uçuyor gibi gözüküyorum ya da ona benzer bir şey, emin değilim. Bir keresinde dozu ayarlayamayıp ölüler diyarına gitmiştim. Hah! Bilmediğim şeyleri düşünmek başımı ağrıtıyor! Kapatalım konuyu. Her şekilde, neredeyse mükemmel bir varlık olduğum için böyle yeteneklerim var diyebiliriz."

Chris, ona yüzüne ekşiterek baktı. Bir süre bir şey demeden dediklerini tarttı ve söze, "Söylesene," diyerek girdi. "Uzmanlaşman ne kadar sürdü?"

"Şu an yirmi bir yaşındayım ve altı yaşından beridir de bu güçlere sahibim, hesapla işte."

Chris, yol üzerindeki büyük bir kayanın üzerine çıkarken, "Benim o kadar vaktim yok sanırım." dedi üzgünce. "Yaşamla ilgili bir yeteneğim olduğunu söylemiştim ya hani, uçsuz bucaksız lacivert bir boşluktaydım Jack! Çok fazla şey öğrendim ve öğrendiklerimle ne yapacağımı bilmiyorum. Nasıl bir güç haline getireceğimden emin değilim ama hızlı olmalıyım."

"Böyle düşünceli konuştuğunda seni dinlemek bile içimi daraltıyor! Sadece kendine güven ve akışa bırak. Öğrenirsin. Hayatta olmak ve yaşamak gibi işte, sonrası için en ufak adımını dahi planlamazsın ama işler kendiliğinden gelişir. Hayat önüne bir şeyler çıkarır ve karar verirsin."

Ardından, kollarını tekrar göğsünde bağladı. Kendi hayatına etki edebilir belki diye düşünerek bir süredir aklında olanı sordu.

"Bu arada madem sorular soruyoruz, bende de bir tane var. Depresif halinden nasıl kurtulabildin?"

Chris, iç çekti. "Daha önemli bir bütünün parçası gibi hissettiğinde küçük şeyler o kadar önemli gelmiyor. Bütünün parçasıyız. Birbirimize bağlı olduğumuza inanıyorum. Kendim olmam gerektiğini fark ettim. Belki daha farklı kararlar alsaydım, daha farklı bir yol izleseydim Arat'ı öldüren ben olurdum. Ramkarsa'ya gelirken yürüyeceğimiz yoldaki yaratıkları Laren'le birlikte avlardım.

Başıboş ormanlarda gezen bir yaratık avcısı olurdum belki. Savaşta daha büyük bir rol oynar ve öldürdüklerimin acısını bu kadar hissetmezdim. İpleri elime alırdım. O zaman hikayem çok daha aksiyon dolu olurdu sanırım ama o zaman, ben olmazdım.

Geçmiş dönemeyeceğim bir nokta. Pişmanlıklarımı özümsemezsem şimdiki kararlarımı etkilerler. Sadece öğrendiğimi fark ettim. Dediğin gibi bir şeyler oluyor ve karar veriyoruz. Hükmedebildiğimiz tek an, şu an. Geçmişe esir olmak istemiyorum, şu anda karar verecek ve gelecekte, hikayemi daha sağlam yazacağım. Öyle işte."

Cevabı ardından bir sessizlik oldu. Chris, bu sessizliğin anlamını öğrenmişti. Böyle anlarda Jack, uzun süre konuşmuyordu. Konudan sıkıldığını belli etme yöntemi olduğunu düşünüyordu Chris ve başka bir şey söylemeden yürümeye devam etti. Bulundukları patika gittikçe dikleşiyordu ve havada acı bir koku seyrekçe dolaşmaya başlamıştı. Civardaki kayalar sıklaşmış ve uzamıştı.Weis ve Laren, patikanın ucunda küçük gözükecek kadar uzaktalardı, Mihtirin'leri bekliyorlardı.

Chris hızlanıp yolun sonuna yaklaştığında önce Weis, sonra da Laren sağdaki yol ayrımına saptı. Chris, onları takip etti ve önden ilerleyen Weis'in sırtına baktı. Adam Laren'le adımlıyordu. Onunla yanyanaydı. Weis... Chris, hatırladığı şeyle heyecanlandı. Üst üste gelen şeyler nedeniyle Weis'in kim olduğu, çok nadir aklına geliyordu.

Weis, bir Arşivciydi! Onunla konuşmak istedi. Kendi çelişkileri hakkında, bu diyar hakkında, hatta belki de Lacivert Oda hakkında ne koparabilirse yararına olurdu. Bastığı yeri kontrol ederek hızlandı ve Weis'le Laren'in arasındaki boşluğu doldurdu.

Söze nasıl gireceğini bilemedi ve birden "Merhaba!" dedi. Weis, ona döndü. "Sana da merhaba, sevgili Mihtirin." diye yanıtladı. Sesinde Chris'in adını koyamadığı sakinleştirici ve dirençli bir ton vardı.

"Sizinle biraz konuşabilir miyim?"

Weis, şefkati bir ifadeyle söze girdi. "Tabii, ancak vakti geldiğinde. Şimdi, kendimizi koruyacak şekilde giyinmeliyiz." Cümlesini bitirdiğinde Chris anlamazca kaşlarını çattı. Ardından patikadan çıkıp jilet gibi keskin sarkıtların arasına giren ve bir kayacın dibinden torba çıkaran Laren'i gizlediği bir endişeyle izledi.

Laren, tekrar patikaya çıktı, üzerinde Ozatik arması bulunan iki büyük torbadan ilkini açıp içinden dört koyu mor tulum çıkardı. Tulumlar, yarım yüz maskeleri ve diz kapağında biten kalın pelerinlerle bütün olarak dikilmişti. Laren, torbanın dibinden bütün yüzü kafanın bir kısmıyla birlikte saran uzun tüylerle kaplı maskeler ve ondan bağımsız deri eldivenler de çıkarıp ikinci torbayı açtı.

Onun içinden cam fanuslar içinde mavi renkte güçlüce parlayan çiçeklerin olduğu ve kemerlerin konumuna bakılırsa da muhtemelen sırta takılan dört eşya koydu yere. Fanuslardan çıkan boru ve borunun ucundaki alet, bu eşyaların ne işe yaradığını açıkça belli ediyordu.

"Bunları giyeceğiz. Buradan sonrasında, şuradaki devasa dikitin arkasından asit gölünü geçeceğiz. Uzunca bir süre civarda küçük göller ve akıntılar olacak. Orada hava zehirli ve asit deriye değdiği anda aşındırır. Fanusları pelerinlerin altından sırtınıza geçirin, borunun ucunu da kumaş maske üzerinden ağzınızı ve burnunuzu kapatacak şekilde takın. Fanusun içindeki bitkiyi Mihin topraklarından almıştım, temiz hava sağlayacak."

"Bu kadar teçhizata gereksinim varsa cüceler tırmanışa imkânsız demekte haklıymış." diye söylenerek tulumu giymeye başladı Jack. Chris, "Biz tırmanıyoruz ama, demek ki imkânsız değilmiş." dedikten sonra kendi tulumunu giymeye başladı. Bacaklarından geçirip kollarını da giydiğinde, koyu mor renkli tulumun önündeki kayışları sıkı sıkı birbirine geçirdi.

Omuzlarına dikilmiş ve tulumla bütün hale getirilmiş pelerin fazla kalın ve ağırdı. Diz kapağı üzerinde bitiyor ve giyebilmek için bir yorgana delik açmış da o delikten kafasını çıkarmış gibi görünmesini sağlıyordu. Tulumla aynı renk ve pelerinle aynı kalınlıktaki eldivenleri taktı, oksijen tüpünün kayışını iki omzundan geçirip göğsünün altına denk gelen ipi sabitledi. Boyun kısmındaki fazla kumaşı burun kemerine kadar çekti ve borunun ucunu Weis'in dediği gibi yüzüne geçirdi.

"Az sonra ameliyata girecek bir doktor gibi hissediyorum!" diyerek Jack'e döndüğünde, şaşkınlıktan tıkanır gibi olup kahkaha attı.

"Bu görünüm, öncesinde çizdiğin imajına ciddi bir darbe!"

Jack, boyun kısmından başlayan uzun, soluk yeşil tüylerle kaplı maskeyi takmıştı. Yüz kısmında tüy yoktu ancak kafa ve boyun bölgesindeki uzun tüylerle fazla absürt görünüyordu.

"Gülene bak, mecburiyetten sen de takacaksın!" dedi Jack ancak sesi, kuş cıvıltılarıyla harmanlanmış gibi çıktı. Anında boğazını tutup Weis'e bakarken, Chris tekrar gülmeye başladı. Weis Wadias, kendi maskesini takmadan önce açıklama yaptı.

"Asit gölleri bizim için zararlı ancak anayurdu Osalon olan göçebe bir sürünün duraklarından. Yırtıcı ve aptallar. Rast gelirsek kamufle olmak bir kayıktan öldürücü göle düşme riskimiz olan arbedelere girmemizi engeller diye düşündüm. İzninizle bir uyarıda bulunacağım; bu noktadan itibaren kayıklara binene kadar acele etmeliyiz, gereksiz oyalanmalardan kaçının."

İkazının ardından adımlar hızlandı, çeneler tutuldu ve karanlığın sindiği patika boyunca kayaçlardan kaçınılarak nihayet Weis'in öncesinde bahsettiği dikite varıldı. Weis, patikadan çıkıp dikitlerin bittiği kayalara girdiğinde Laren, en az onun kadar rahat adımlarken Mihtirin'ler iki kat temkinli yürüdü.

Uzun dikitin etrafından dolanıp arkasına geçtikleri esnada havada turuncu bir gaz geziniyordu. Bir süre daha yürüdükten sonra birbirine uzun halatlarla bağlanmış küçük kayıkların bulunduğu metalik renkli göle vardılar.

Continue Reading

You'll Also Like

4K 378 12
"Hepimizin kahkahası farklı ama gözyaşlarımızın tadı aynı." ☆ Hayat bizi yorar, değil mi? Bizi daha ne olduğunu anlayamadan bir koşu maratonuna sokar...
11.4K 1.8K 90
**Sizi yavaşça yakacak, sıcacık bir aşk hikayesine hazır mısınız? 🔥 Hem de ölümden sonra.** Burası Yurt. Burada hepimiz ölümle yaşam arasına sıkışmı...
5.9K 544 41
Artemis Yayınları'ndan çıkan Cehennem Ekspres serisinin son kitabına hoş geldiniz :) Hikaye burada sona eriyor. İlk 2 kitap Lunapark ve Karnaval'ı o...