Buralar Karışır | askıda

By ruhdoktorunz

31.6K 3.5K 10.1K

Bir düş kocaman kanatlı, upuzun boylu, gök gözlü bir kuş getirdi penceremin önüne. Kartal dediler adına ama g... More

Buralar Karışır
1.Kısım
2.Kısım
3.Kısım
4.Kısım
5.Kısım
6.Kısım
7.Kısım
8.Kısım
9.Kısım
10.Kısım
11.Kısım
12.Kısım
13.Kısım
14.Kısım
15.Kısım
16.Kısım
17.Kısım
18.Kısım
19.Kısım
20.Kısım
21.Kısım
22.Kısım
24.Kısım
25.Kısım
26.Kısım
27.Kısım
28.Kısım
29.Kısım
30.Kısım
31.Kısım
32.Kısım
33.Kısım
34.Kısım
35.Kısım
36.Kısım
37.Kısım
38.Kısım
39.Kısım
40.Kısım
41.Kısım
42.Kısım
43.Kısım
44.Kısım
45.Kısım
46.Kısım
47.Kısım
48.Kısım
49.Kısım
50.Kısım
51.Kısım
52.Kısım
53.Kısım
54.Kısım
55.Kısım
56.Kısım
57.Kısım
58.Kısım
59.Kısım
60.Kısım
61.Kısım
62.Kısım
63.Kısım
64.Kısım
65.Kısım
66.Kısım
67.Kısım
68.Kısım
69.Kısım (Zeyd Özel)

23.Kısım

377 51 194
By ruhdoktorunz




"Hadi sen git işine de... herkes kendi işine!"

     Uyumuş olmam gerekirdi, çok önce uyuyup düşüncelerimden kurtulmuş olmam gerekirdi ama ben tavana baktığım şu anlarda, gözlerimi kırpmaya bile gönülsüzdüm. Göğsümün üzerindeki kola baktıkça hayretle açıyordum gözlerimi yeterince açık değilmiş gibi ve anlamaya çalışıyordum. Babam dışında birlikte uyuduğum tek erkek Metehan olmuştu. Onunla uyuyacağımız zamanlar saniyeler geçmeden düşerdi gözlerim ve kendimi rüyalar alemine süzülmüş halde bulurdum. Yine aynı olsun istiyordum. Bir an evvel uyuyayım istiyordum ama yok, nefesinin sesini dinlemekten bir türlü vazgeçemiyordum.

Çok sıkışınca kendime yanımdakinin kim olduğunu sorarak bir yol bulmayı denedim. Hırsız... Yüzlerinde hiçbir şekilde iyilik taşımayan insanların yanında duran, onlar için çalışan, onlarla çalışan bir hırsızdı. Fakat bu yanıt sıkışmışlığımı azıcık bile olsa genişletmeye yetmemişti. Bir kez daha denedim şansımı, hakkında kötü bildiğim ya da gördüğüm şeyleri hatırlamaya devam ettim. Örümcek bacaklı Beyza'yı hatırladığımda yüzümü mışıl mışıl uyuyan kuşun yüzüne çevirdim. Bu şekilde daha çok öfkelenirim sanmıştım ama yüzüne bu kadar yakından bakmak işimi iyice zorlaştırmıştı.

Gözleri kapalı olmasına rağmen o çocuğun varlığını hissedebilmek tuhaftı. Kirpiklerinin arasından başını uzatıp sesleniyordu sanki, içime içime işliyordu seslenişi, kalbimi daha bir deli atmaya zorluyordu.

Güçlükle yutkunarak içeride uyuyan babamı düşündüm. Beni bu halde görse, nasıl bir hayal kırıklığı yaşayacağını söyledim kendime ve nihayet bir yol bulmuş olmama hem sevindim, hem de çok üzüldüm. Burada, yanında yeterince tanımadığım bir insanla uyuyan kız olamazdım. İyilik yapmak istemiştim belki ama burada iyilik dışında farklı bir amaç varmış gibiydi, kalbim söylüyordu; yalnızca iyilik yapmak istemediğimi vuruyordu yüzüme.

Tam kıpırdayıp kolunu çeker ve yataktan çıkarım diye plânladığım sırada kaşlarını çattı. Gördüğü rüyadan memnun olmadığını yansıtan yüz hatlarına odaklanmıştım tekrardan. Belli belirsiz kıpırdıyordu. Kaçmak ister gibi, belki sadece bakmak istemez gibi... Emin değildim ama çatık kaşları hüzünle kıvrıldığında yüzümü iyice ona dönecek şekilde kolunun altından bütün bedenimle onun tarafına doğru döndüm. Hep o gözlerinde taşıdığı çocuk yüzünden bu hale geliyorsun, diye teselli ettim kendimi. Delicesine çarpan kalbimi de bu şekilde açıkladım kendime ve elimi kaldırıp yanağına dokundum. Dokunduğum anda garip rüyalarımın yansımaları birer birer film şeridi misali akıp geçti gözlerimin önünden. Nefes almakta zorlanıyor gibiydim ama elimi çekmeden "Kartal?" diye fısıldadım.

Nasıl oluyordu da dilim bu ismi böylesine derinden alıp bırakıyordu dudaklarımın ucuna? Sanki en sevdiğim isimmiş gibi, sanki söylediğim en anlamalı, söylemesi en keyifli isimdi.

Afallıyordum ama bir şekilde bu anı normalleştirebilmek adına da geri çekilmiyordum. Arkadaş, demiştim ona. Yeri orası olmalıydı. Diğer ihtimalleri değerlendirmiyordum bile, istemiyordum, çok korkuyordum.

"Kartal?" bir kez daha seslendiğimde, yüzündeki huzursuz ve acı çeken ifadesi kayboldu. Şimdi yine mışıl mışıl uyuyor, dedirtiyordu gören gözlere ve böyle görmek rahatlamamı sağlamıştı ama yanağına dokunan elimi saçlarına kaldırdığım sırada gözlerini açmış olması, odada ne varsa üzerime düşmüş gibi hissettirdi.

Kolunu üzerimden çekmesi ve doğrulması neredeyse aynı anda, çok hızlı olmuştu. Aynı hızda iç cebinden telefon çıkarmıştı şimdi ve ekrana bakıp, az evvel dokunduğum saçlarının üzerinden kendi elini geçirerek ayağa kalktı.

Ne söyleyeceğimi ya da nasıl davranacağımı bilmiyordum. Bilmediğimi de sonuna kadar belli eden bir sersemlikle kalkmıştım ben de ve pencerenin önünde duran kuşun, birkaç adım gerisinde öylece bekledim. Yüzüme dönünce şimdi, aklıma ilk gelen sözcükleri fısıldadım, "Kötü bir rüya görüyor gibiydin de..."

Bir kez daha karıştırmıştı saçlarını, onun da şaşkın, çokça sersemlemiş olduğunu düşündüren bir hali vardı ve aralanan dudaklarını aynı kararsızlıkla kapattığında başını çevirip yatağa doğru baktı. Saniye geçmeden yeniden yüzüme çevirdi sonra gözlerini, aralanan dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi kıpırdadı ama yine sessizlikten başka bir şey olmadı.

İş başa düştü, bu derin sessizliği sen bitireceksin kızım diyerekten gülümsedim ve "Eh... Uykunu almışsındır bence artık?" deyip saçma gülücüğümü devam ettirdim.

Neden böyle bir akşamı ilk defa yaşadığını düşünüyordum? Beyza uzun yıllar hayatındaydı bildiğim kadarıyla. Muhtemelen... Yani... Muhtemelen ileri gittikleri, rahat bir ilişkileri olmuştu ama Kartal'ın bakışlarında tahmin ettiğim kişinin rahatlığı yoktu. Çok şaşkın, çok şapşal görünüyordu. Sanki evine gizlice girilen, içeride ailesi olmasına rağmen yatağında bir yabancıyla uyuyan ben değil de bu şapşal kuştu.

"Aldım" dedi en sonunda, ses tonundan şaşkın olduğuna dair düşüncelerim kesinleşmişti. Sokak lambasının perdeden bulabildiği fırsatla odama yansıyor olması yetersizdi. Tam anlamıyla nereye baktığını göremiyordum ama dik tuttuğu başına rağmen gözleri aşağıda bir yere bakıyor gibiydi. Ellerimi üzerime sürerek aptal heyecanımı kendimce dindirmeyi denediğim sırada kıpırdayan gözleri, bilekliğime baktığını düşündürmüştü ve ben de bilekliğime bakarak onda bu kadar ilgi çekici olan şeyin ne olduğunu sorguladım.

Bulamayınca merakla kaldırdım başımı ve yüzüne baktım. Bilekliğimin üzerindeki gözlerini çevirmişti, pencereye dönmüştü yavaşça ve perdeyi sağ tarafa doğru çekip pencereyi açtı. Bir adım öne gidip durdum. Gitme, diyecek gibi kıpırdanan ayaklarıma öfkeyle bakmıştım ve attığım adımı geri alıp öylece bekledim. Pencereye çıktığında, "Eyvallah" dedi, kuru bir teşekkür olmuştu bu, yüzüme bakmamıştı bile ve saniyeler içerisinde gözden kayboldu.

Yatağın ucuna oturup başımı ellerimin arasına aldım. Halıya bakarken hüzünle kapatmıştım gözlerimi ve "Ne oluyor bana" fısıltısı ile ellerimi başımdan yüzüme indirip yavaşça bastırdım. Yanlış, diyordum içimden. Yaptığımı savunamıyordum. İyi hissetmiyordum. Çok kızıyordum kendime. Sıkışmış hissetmek kendi eserimdi, bunu bizzat kendim yapmıştım kendime. Buse'nin zorla seyrettirdiği romantik filmlerdeki kızlardan birine dönmüştüm sanki. Bir nefesin derdine iç çekiyor, bir koku yüzünden darmadağın hissediyordum. Hiç hayal etmediğim bir fotoğrafa yerleşiyordum, çırpındıkça o fotoğraftaki yerime kazınıyor ve hiç kurtulamayacakmış gibi sessizce olacakları bekliyordum.

Sıkıntıyla ellerimi yüzümden çektiğimde, pencerenin önüne geçtim. Karanlıklar altındaki İstanbul'a hiç bakmadığım bir gözle bakmıştım ve bir kez daha sıkıca gözlerimi yumarak yüzüme çarpan ılık rüzgâra odaklandım. Tek bir dal bile kıpırdatmıyordu, o kadar güçlü değildi bu rüzgâr aslında. Çalışma masasının üzerinde duran kitaplarım, biraz ötesindeki kitaplığın raflarında duran kitaplarım, yatağım, yastığım... Kapının arkasında asılı duran okul formam, montum. Hiçbir şey kıpırdamıyordu biliyorum ama hissettiğim ve bildiklerim arasında kocaman bir fark vardı. Hareket etmediğini bildiğim her şey ayaklanmış gibi hissediyordum. Hepsi birden kafama üşüşmüşler ve ağır darbelerle ezileyim diye üzerimde tepiniyorlarmış gibiydi. Küçülüyordum. Aralarında kalmış zavallı küçük bedenim, karmaşanın içinde kayboluyordu ve bütün bu hissettiklerimin en derin yerinde nefesinin sesini buluyordum. Dakikalar önce boynuma değen, boynumdan bütün bedenime dağılan, dizlerimi de en az kalbim kadar titreten nefesi...

                                              ✨

     Sınıfta tek başıma oturmuş, dün geceden beridir susturamadığım yerlerimle boğuşuyordum. İlk defa birine anlatmak istemiştim. Kendi başıma rahata ereceğim yanıtı bulamıyordum çünkü ve birinin bana o yanıtı bulmasını istiyordum. Şimdi sınıfa giren Sena, doğru yanıtı bulacak son kişi bile olmadığı için düşüncelerimin sesini kısarak başımı kaldırdım. Ön sıraya bıraktığı çantasından sonra gidecek gibi sırtını dönmüştü ama vazgeçti. Çantasının yanına oturmuştu ve küskün bir tavırla, "Dün bensiz nereye gittiniz öyle?" diye sordu. Bir an ne sorduğunu anlamamıştım, başımı çevirip dün sabahı hatırlamaya çalıştım ve Sena'nın bahsettiği anı hatırlayıp, "Hiç... Billur halamın siparişleri vardı da. Onları almaya gitmiştik" dedim.

Hee, dercesine havaya kaldırdı kaşlarını. Küskün bakmaya devam ediyordu ama küskünlüğü bana değildi, bunu hatırlamış gibi uzanmıştı ellerime ve iç çekerek "Pişman değil bana söyledikleri için, hâlâ farkında değil, di mi?" dedi. Gülcan'dan bahsettiğini anladığımda dudaklarımı çaresizliğin getirdiği bir duyguyla birbirine bastırarak arkama yaslandım ve ellerimi kendime çekip birbirine kenetledim.

"Hayır anlamıyorum ben bu Gülcan'ı, ilk defa böyle özel bir şeyden bahsetmişim yahu, insan bir ilgilenir, bir heyecanlanır değil mi? Ama kız, sanki bir anda beni üzecek şeylerden başka bir şey bilmiyormuş gibi konuşmaya başladı. Çok kırgınım ona."

"Ya... Gülcan seni seviyor Sena, üzülmeni istemez ki, niye istesin?"

"Ama öyle davranıyor. Sen de gördün. Kaç gün oldu, bak hiç gelip konuşmak istemedi. Gruba yazdığım mesajlara da görüldü atıyor hep."

"Yok ben eminim, seni üzmeyi asla istemez. O bence kendini kaptırma diye..."

"Kaptırayım abi ne var? Kartal bana bakmaz mı yani? Çirkin miyim ben?"

İsmini söylemesi ile dün geceye, nefesinin sesini dinlediğim o ana gitmiştim. Sanki sınıftan ışık hızıyla çekilip, yanına uzanmışım ve o yine kolunu üzerime atmış da uyuyormuşuz gibi utanmıştım.

"Çirkinsin diyorsun yani?"

"Hı? Anlamadım, ne?"

"Güzelsin falan demedin Yaren... Kartal bana bakmaz mı sence, niye sustun?"

"Bil..bilmem ki ben. Yani... Kartal'ı çok iyi tanımıyorum, kime bakar ne yapar, ne bileyim..."

"Dürüst ol ne olur, yakıştırmıyor musun?"

"Sena hayır ben öyle bir şey düşünmedim. Bilmiyorum diyorum sadece." Kendime söylemek istediğim sözcükleri çekmiştim dudaklarıma ve "Belki çok yanlış biridir" diye devam ettim.

"Nasıl yanlış?"

"Bilmem... Yani sonuçta şey gibi durmuyor, tek bir insanla sonsuza kadar mutlu yaşadılar gibi değil sanki. Belki her haftaya başka bir gönül meselesiyle başlıyordur. Örümcek bacaklı kızlarla takılıyordur falan..."

"Örümcek mi?"

"Gece kulübüne gittiklerinde görmüştüm ben... Yani Kartal'ı görmedim ama kızlardan biri onun şapkasını falan takmış, dans ediyordu. E muhtemelen o da orada bir yerdeydi."

"Aman bi şapkadan dolayı mı vazgeçeyim Yaren yani?"

Bozulmuştum. Ben vazgeçerdim yahu. Neden benim kuşumun şapkası dandik bir kafada olsundu!

İç sesim bir anda gürledi, "Benim kuşum, derken? Vay anam babam, hayırlı olsun"

Başımı iki yana sallayarak lanet iç sesimi bastırdım ve yeniden Sena'nın yalvarırcasına bakan gözlerine odaklanarak, "Beyza diye biri vardı. Kızın profilinde bir sürü fotoğrafları vardı, hem de öyle yeni değil. Uzun zaman öncesine ait fotoğraflar vardı. Ayrılmışlar... Ayrılmışlar tamam ama o kızı ne çabuk unuttu mesela?" diye kuşku dolu, daha çok kendime anlattığım şeyleri Sena'nın kulaklarına bıraktım.

"Bitti gitti madem ne yapsın?"

"Yas tutsaymış mesela Sena? O kadar hızlı unutmayı biliyorsa seni de unutur. Herkesi unutur. Böyle biriyle olmak... Ne bileyim, bence uzak durmakta fayda var"

Kendime anlatıyordum sanki bütün bunları, ikna olmama da çok az kalmış gibi hissettiğim için durmadan anlatmak istiyordum. Heyecanla kalan birkaç ayrıntıdan daha bahsedeceğim sırada Gülcan'ı görüp sustum. Bir Sena'ya bir bana bakarak yaklaştı, önümdeki sıranın üzerine çantasını bırakıp ilgisizce dışarı çıkacaktı yeniden ama ondan erken davrandı Sena. Tepkisini sonuna kadar belli eden bir bakışla, "Ben çıkayım, ders Tekin hocayla, soyunma odasına iniyorum" diye açıkladı ve Gülcan'ın omzuna değerek yanından geçip sınıftan çıktı.

"Gülcan... Kız çok üzülüyor-"

"Ya bi bırak Allah aşkına Yaren!"

Çemkiren yalnızca dili değildi, gözleriyle de çemkirmişti Sena'nın ardından ve yanıma oturduğu gibi kollarını göğsünün altında birleştirerek sessizliğe büründü. Dakikalar süren sessizliğimiz sırasında huzursuz kıpırdanışlarımı yakalamıştı Gülcan. Kollarını ayırırken bana doğru dönük biçimde oturmaya başlamıştı ve havaya süzülen tek kaşının altından, "Neyin var senin?" diye sordu.

"Yok bir şeyim..."

"Var. Var yani görüyorum?"

Heyecanla ben de ona dönerek oturdum ve avuç içlerimi kaşıyarak söyleyeceklerimi toparlamayı denedim. Dün geceye dair şeylerdi toparladığım sözcükler ama nasıl olduğunu anlayamadığım bir karışıklıkla, "Cumartesi günü buluşturacağım onları" dedim.

"Ne? Yaren saçmalama ya!"

"Neden saçmalamış olayım, kız görüşmek istiyor."

"Kartal peki? O istiyor mu, sordun mu?"

"Sormadım... Ama ister, niye istemesin. Kız olsun da ne olursa olsun, diye düşünür kesin."

"Yok artık! Hadi diyelim öyle olsun, Sena'yı kullanmasına izin mi vereceksin?"

"Hayır, uyaracağım. Ama Sena'nın yanında uyaracağım. Daldan dala gezeceksen, arkadaşımdan uzak dur diyeceğim. Sena da anlar ben böyle söyleyince herhalde."

Bıkkın bir imayla çevirdi gözlerini ve başını sallayarak, "Anlamıyorum seni" diye mırıldandı.

"Ya ne var Gülcan anlamayacak? Sena'ya yardım etmek istiyorum işte, arkadaşı değil misin sen de bu kızın ya, haksızlık ediyorsun resmen."

"Haksızlık ediyorum? Ha, sen ordan bakınca benim Sena'ya haksızlık ettiğimi görüyorsun ama kendine haksızlık etme diye yırttığım yerlerimi görmüyorsun?"

Bir anda ayağa kalktım. Dün gece başlayıp bu sabaha kadar kaçmak için çırpındığım yerden bahsetmişti Gülcan. Bir anda tutmuştu sanki ensemden ve beni kaçmaya uğraştığım yerin tam ortasına çekmişti. Ağır ağır kalktı yerinden. Karşıma dikildiğinde başını sallamıştı yazık, der gibi ve "Niye yapıyorsun bunu?" diye sordu.

"Yapmıyorum ben bir şey yeter! Yeter ya! Olamam tamam mı! Ben o kız olamam! Ben babama söz verdim... Benim kızım kal her zaman, dedi ben de tamam dedim. Sözümü tutacağım, babama ihanet edemem ben!"

"Ne?"

"Ne, ne?! Ortada bir şey varmış gibi sürekli ima diyorsunuz! Sürekli birilerini ima ederek yanıma koymaya çalışıyorsunuz! Bıktım! İstemiyorum ya! Ben o filmlerdeki kızlar gibi olamam!"

"Yaren, sakin ol önce... Ben sadece sana gördüğüm bir şeyi söylemeye çalışıyorum. Sen de görüyorsun, şu an bundan daha çok emin oldum."

Kabul etmediğimi yansıtan bakışlar takınmıştım ama yüzümü çeviremeyişim, hâlâ gözlerinin içine bakıyor oluşum; beni ikna et, der gibiydi. Gülcan da görmüştü ikna edilmeyi bekleyen yanımı, o yanıma seslenir gibi yumuşacık çıkmıştı sesi ve "Birini sevmek seni babanın kızı olmaktan uzaklaştırmaz" dedi.

Tam itiraz edecektim ki ellerini hafifçe kaldırdı ve sakin ol dercesine bir bakış atarak, "Filmlerde ne gördün bilmiyorum ama kendinde gördüğün şeyi söyle bana" diye ekledi.

"Gülcan!"

"Nasıl baktığını gördüm Yaren... Onun da sana nasıl baktığını gördüm. Bir şey var, tamam açıkça söylenmedi, belki yanlış yorumluyoruz, ama var, var ben biliyorum."

"Gülcan yeter."

"Birini sevdiğin zaman İsmet amca sevme diyecek mi sanıyorsun gerçekten? Seni üzmektense dünyayı yakar be o adam."

"Sevmiyorum ben kimseyi!"

"Evet ama sevmekten de ödün kopuyor. Kartal şimdi... Şurda... Benim durduğum yerde dursa-"

Başımı hızla salladım, "Hayır!"

"Tamam... Tamam hadi başka biri diyelim, dursa karşında ve seni sevdiğini söylese" gözlerimi kocaman açtım, gözlerimin haline gülümsemişti Gülcan, "Ellerini tutsa" ellerimi kaldırıp göğsümün üzerinde tuhaf bir şekilde tutunca iyice güldü, "Öpse falan?" Ellerimi tuhaf bir 'hiiii' sesi eşliğinde dudaklarımın üzerine bastırdığında minik bir kahkaha attı. Gördüğü şeyden pek bir memnun olmuştu Gülcan, kahkahasını küçük gülüşlere bırakmıştı ve "Hayal ettiğinde bile ne tatlı oluyorsun, bir de gerçekten olsa... Yapma Yaren, Sena yüzünden mahvetme bunu" diye adeta yalvardı.

"Yeter ben aşağı iniyorum. Bu konu da kapa-"

"Kapanmasın... Bak, cumartesi buluşturma işini erteleyelim, pazar günü kız kaçırma falan, onu bi atlatalım, sonra yemin ederim ben de yardım edeceğim Sena'ya, tamam mı?"

"Niye? Ne diye bekleyelim? Olsun bitsin bir an önce."

"Ya lütfen. Bak birkaç gün diyorum, birkaç güncük sadece. Sonra bizzat ben hazırlayacağım Sena'yı o buluşmaya, söz ya!"

Emin değildim, bana söylemediği ne vardı bilmiyordum ama "İyi tamam" deyip sınıftan çıktım. Fiziksel olarak okulun geniş koridorunu geçmiş, merdivenleri geride bırakarak soyunma odasına girmiştim belki ama bir şeyleri sınıfta bıraktığımı biliyordum. Durduğum yerde bekliyordu o şeyler, Gülcan'ın 'Kartal tam şurda dursa' dediği yerin önündeydi ve bekliyordu. Ne aptal, ne zayıf bir beklentiydi. Gelecek olsa bir saniye durmazdı karşısında ama bekliyordu işte, ısrarla beklemek istiyordu.

                                             ✨

      Cıvıl cıvıl, yaz günü misali geçen dakikaları geride bırakmış eve yürüyordum. Erkek egemenliğini savunan Tekin Hoca ile kadınları göz bebeği belleyen Füsun Hoca'nın atışmalarını hatırladıkça bir gülme tutuyordu dudaklarımı. Kazananı yoktu tatlı atışmalarının, bütün okulu ortadan ikiye bölüyorlardı yalnızca ama eğlenmediğimizi söylemek imkansızdı. Günün tartışma konusu okul gezisi üzerineydi. Füsun Hoca, kız öğrencilerle birlikte gitmek isteyince ortalık bir anda karışmıştı ve Tekin Hoca erkek öğrencileri tek başına alacağı bir sorumlulukla, kızlardan daha iyi bir yere götüreceğinin sözünü vermişti. Okul müdürü ise bu tartışmanın tam ortasında durmuş, zavallı bakışları ile ne yapacağını düşünmüştü. Nitekim ortaya nur topu gibi 'gezi iptal' duyurusu doğmuştu ve ne erkekler ne de kızlar vaat edilen yerlere götürülmeyecekti.

Apartmana yaklaştığımı gördüğümde biraz daha yavaş ilerlemeye başladım. Kapıdan çıkarken beynimi kemiren düşünceler okulda biraz olsun durulmuşlardı ama şimdi aynı vahşi darbelerle yeniden içime dolmuşlardı. İç çekerek çardağa ilerledim ve en köşe tarafına oturup başımı sokağa doğru kaldırdım. Sena'nın evine giden yönü kesiyordu gözlerim. Zihnimde o yolu üç beş dozerle talan etmiştim, okula ya da herhangi bir yere gidemesin diye her yanı kapatmıştım. Dozerlerden birini elime almıştım şimdi. Sena dibimdeydi ve dozeri son hızda kafasına indirmek üzereydim.

"N'apıyorsun sen?" sorusu ile hayallerimden sıyrılıp demir kapının gerisinden bana bakan Erman'ı gördüm. Meğer elimi gerçekten de kaldırmıştım ve Sena diye hayal ettiğim boş su şişesinin üzerine garip sesler çıkararak vuruyordum.

"Hiç..."

"Buse'yi almaya gideceğim. Biraz gezeceğiz. Gelmek ister misin?"

"Yooo... İstemem."

"Hava çok güzel?"

Konuştuğum kişinin Erman olduğunu gördükçe şaşırıyordum. Konuşmakla kalmayıp beni bir yerlere davet ediyor olması ise durumu iyice garipleştiriyordu. İstemiyor da olsam bu duruma alışmam gerekiyordu sanırım, sonuçta parazit olmaktan çıkıp eniştem olmuştu bu sarı kafa.

"Hadi gel işte. Annenler evde değil."

"Nerden biliyorsun?"

"Az önce gördüm. Halanla beraber çay bahçesinde oturuyorlardı."

"Anaaa! Tonton Fahrettin'le tanıştıracak kesin!"

"Ne?"

"Yok bir şey."

Kalkıp demir kapıya kadar yürüdüm. Erman geri çekildiğinde kapıyı açtım ve kaldırıma çıkıp, "Nereye gideceksiniz?" diye sordum.

"Yemek yeriz diyordu Buse."

"Ben şimdi kaynak yapmış olmayayım aranıza?"

"Saçmalama. Gölgen kıskanır diye endişe ediyorsan onu bilemem ama tabi."

"Erman..."

Metehan'a attığı lafa gözlerimi devirdiğimde, omuz silkerek dönmüştü önüne ve "Gidiyorum" deyip minik adımlarla ilerlemeye başladı. Ne diye düşünüyordum ki, iç çekerek geri dönüp apartmana girmekti bana yakışan ama attığım birkaç adım sonrası durdum. Görmek istiyordum. İlişki denen zıkkımı yakından görmek istiyordum...

     Eğlendiğimi söylersem eğer, Metehan'a ayıp mı etmiş olurdum? Sesli söyleyemezdim belki ama çok eğleniyordum yahu! Önce yemek yemiştik, Buse'nin istediği gibi, yemek sonrası da kahve içmek istedikleri için bir kafeye gelmiştik. Kafenin manzarası her yanı rengarenk bir lunaparkı kucaklıyor olduğu için gözlerimi o noktadan alamamıştım. En sonunda ebeveynim misali oturan Erman ve Buse, lunaparka gitmekten bahsetmişlerdi. Ebeveyn duruşlarına yakışır şekilde ayağa fırlayıp zıplaya zıplaya "Evet gidelim!" diye bağırmam üçümüzü de güldürmüştü ve bu üçümüzün de içten bir şekilde gülümsediği ilk andı kesinlikle.

Dakikalardır çarpışan arabaları seyrettikten sonra sıra bize geldi. Buse ve Erman bir arabaya, ben de tek başıma başka bir arabaya bindim. Saf saf sırıtarak onları kovalarken, bana çarpan gerzek yüzünden dikkatim dağılmıştı ve işi gücü bırakmış şimdi o gerzeği kovalıyordum. Dibimdeki lanet araba istediğim güce sahip olmadığı için yetişemiyorum. Gerzek herif türlü türlü hareketlerle kaçıyordu benden ve ona çarpamayacağım şekilde diğer arabaların arasına karışıyordu.

Çarpışan arabalardan hevesimi aldıktan sonra etrafıma heyecanlı bakışlar atmıştım ve gözüme kestirdiğim treni işaret ederek zıplamaya başladım.

"Trene binelim n'oluuuur!" Annemmiş gibi Buse'nin koluna tırmanmak komikti ama hoşuna gittiğini görebiliyordum.

"Ben altıma kaçırırım orda be! Dönme dolap iyidir, boş ver treni"

"Ya! Ya ama! Erman... Erman sen bari gel..." bunu söylediğime inanamıyordum.

Şöyle bir kaldırıp yüksekliği ölçer gibi incelemişti tren için kurulmuş düzeneği ve "Bence de boş ver" dedi parazit.

"Uf ne korkaksınız! Dönme dolapta kusarım ben sıkıntıdan. Gidin siz."

Tek başıma tren için öne atıldığımda Buse itiraz etmek istemişti ama Erman kolundan tutup ona engel oldu. Herhalde korkudan bayılacağıma inanarak eğlenmek istemişti ama çok beklerdi, korkmuyordum.

En öne oturmuştum. Parmaklarım sabırsızlıkla önüme indirilmiş ince demiri sıkarken, aşağıdan beni seyreden ebeveyn(!) parçalarına gözlerimi devirmiştim ve usulca hareketlenen treni, "Ahaaa! Aha gidiyorum!" diye seslenerek karşıladım.

Hızla giden tren sayesinde düşüncelerimi gökyüzüne bırakıyormuş gibi hissediyordum. Hepsinden arınmak muazzamdı. Berrak, tek bir bulutu olmayan tertemiz bir yere çekiliyordum. Peki, içine savrulduğuma inandığım bu huzurlu yerde üzerime çöken yalnızlığı ne yapacaktım? Ağlamak istemiştim. Asla yapmayacağım şekilde bu kalabalık yerde hüngür hüngür ağlamak istemiştim. Gözlerimi kırpıştırarak ağlama fikrini reddediyordum ama içim çok fenaydı. Sürekli olarak kendimi kollarında, o anda buluyordum ve nefesi yalnızca boynuma değil, her yanıma değiyormuş gibi sersemliyordum.

Hiçte öyle neşeli bir kelebek gibi inmemiştim trenden. Suratım asık biçimde toparlamıştım saçlarımı ve aşağıda bekleyen meraklı gözlerin yanına yürüdüm. Gülümsemişti Erman, kaşlarını merakla çatmıştı ve "Yukarda biri küfretti herhalde?" diye alay etti.

"Hakkaten he, ne bu suratının hali? Korktun mu yoksa?"

Buse'ye omuz silkerek, Erman'a da gözlerimi devirerek sessiz kalmıştım ve kollarımı göğsümün üzerinde birleştirerek, gelirken hepsine sarılacağım diye koştuğum aletlere mutsuz bakışlar takındım.

Az evvel eğlenerek bindiğimiz çarpışan arabaların önünden geçtiğimiz sırada, "Heh" dedi Erman. Onun baktığı yöne döndüğümde gözlerimi çıkarıp uzak bir yere atmak istedim. Buradaydı! Orta yaşlarında bir adamla konuşuyor, parkın küçük çocuklar için ayrılmış tarafını işaret ediyordu dev kanatlı kuş.

"Kartal mı o?" diye sordu Buse. "Aynen. Burda olur mu diye bakıyordum ben de, bekleyin iki dakika bir şey konuşup geleceğim"

Her yanımda zalim karıncalar geziyormuş gibi kaşınmaya başlamıştım. Parmaklarımı ilk olarak enseme kaldırmış, orayı hunharca kaşırken, "Şansa bak" diye mırıldandı Buse ve gülümsedi.

"Ne arıyor bu kuş şimdi burda Buse?"

"Organizasyonlara gittiklerini biliyorum ama... Belki onunla ilgilidir?"

"Kostüm yok ki üzerinde."

"Giyecektir belki ne bileyim. Gel biz de gidelim."

"Yok!"

Ateşten kaçar gibi geri çekildiğimde, Buse merakla bakmıştı yüzüme ve "Tamam. Tamam gitmeyiz, sakin ol" diye karşılık verdi.

Konuştuğu orta yaşlarındaki adamdan çevirmişti yüzünü kumral kafa, arkasını dönmüş giderken Erman yetişmişti adımlarına ve yeniden durmasını sağlamıştı. Bu tarafa bakacak ve göz göze geleceğiz diye çekiniyordum, başımı çevirip onun olmadığı bir tarafa dönmek istiyordum ama aptallığım tutmuştu yine. Herkesi yok sayıp bir tek ona bakıyordum. Sırtını dönmesin, yüzünü bu yana dönsün diye dua ettiğim sırada dönmüştü ama bize bakmamıştı. Erman'ın bahsettiği her ne ise burası ile alakalıymış gibi ötede bir yere odaklandı.

Siyah pantolon vardı altında. Üzerinde de siyah spor bir kazak, kazağının üzerinde de yine siyah ince bir mont vardı. Kumral saçları ve yüzü, siyahların içinde olduğundan daha parlak görünmüştü gözüme, sanki sim dökmüş misali ışıldıyordu.

En kapılıp gittiğim anda bulmuştu gözlerimi. Erman işaret edince bize bakmıştı ve herhangi bir tepki vermeden öylece bakmaya devam etti. Buse el sallayınca, kuru bir selam vererek başını eğmişti yalnızca ve gözlerini yeniden üzerime dikti. Gel, demişti sanırım Erman. Koluna dokunarak yürüdüğünden bunu çıkarmıştım. Önce hareket etmedi. Yüzüme bakmaya devam etmişti bir süre daha ve Erman'la aralarına açılan beş adımlık mesafe sonrası başını çevirip o da gelmeye başladı.

Her adımı kalbimin teklemesine neden oluyordu. Yaklaştıkça oksijen çekilip, yerine nefes alması zor sıcaklara düşüyordum. Yüzüme bakmadığı zaman umut vardı ama şimdi gözlerimin içine içine süzülen mavi gözleri, umut bırakmamıştı. Ölecektim sanki, bir insanın başka bir insan üzerinde böylesi güçlü bir etkisi olabilir miydi? Nasıl yapıyordu?

"Nasılsın Kartal?"

Buse'ye çevirdiği gözleriyle rahat bir nefes alıp eteğimin kenarını sıkmaya başladım. Gören, okulumdan nefret ettiğim için formamı yırtmaya niyetlendim sanırdı belki ama rahatlamak için elimden gelen tek şey eteğimin kenarını iki parmağım arasında delicesine sıkıştırmaktı.

"İyidir sen?"

"İyi ben de, öyle biraz eğlenelim dedik."

Tam karşımda duruyordu. Buse'yi dinlerken gözlerini kaldırıp insanlara ilgisiz bakışlar atmıştı. Sessizlik çöktüğünde başını eğdi, onu pür dikkat seyreden gözlerime baktı ve "Çocuk hava alsın dediniz yani?" dedi. Erman ve Buse, onay veren bir kahkaha attıklarında, gözlerim kısarak yüzümü buruşturdum. Bahsettiği çocuk bendim maalesef...

"Hadi dönme dolaba binelim!" diye atıldı Buse. Atılmakla kalmayıp Erman'ı da çekiştirmişti ve dönme dolabın yanına doğru ilerlemeye başladılar.

Hareket etmemişti kuş. Yüzüme bakıyordu, uzun bakışlarına aynı şekilde karşılık veriyordum ben de ve eteğimi sıkıştıracak gücümün dahi kalmamış olmasına üzülüyordum. Bir an için saç topuzuma baktığında, tebessümle kıvrıldı dudakları ve başını iyice kaldırıp başımın üzerinden geride bir yere bakarak dudaklarını sıktı.

"Ne güldün kuşçuk, hı?"

"Gülmedim.."

"Kör değilim ama.. Neyse."

Yeniden gözlerime odaklandığında iç çekerek başımı çevirip kaçtım gözlerinden ve "Bizi bekliyorlar" dedim.

Bir anda kafamda bulmuştum elini. Saç topuzumu tutmuştu ve bir saniye kadar kısa bir süre için sallayıp, "Sen git" dedi.

"Korkuyor musun?"

"Hobbit.."

"Ne? Korkuyorsan söyle, çekinme yani."

"İşlerim var."

"İş insanı mısın sen? Maşallah çünkü boş vaktin olduğunu hiç görmedim neredeyse?"

Daha belirgin bir tebessümle kısıldı gözleri, uzanıp bir kez daha tutmuştu şimdi saçımı ve "Sallarım seni burda" dedi. "Yok ya!" Onun koca kanatlarına karşı benimkiler yeni doğmuş bir kuşun tüysüz kanatları gibiydi. Sanatçının tenimde fırtına, dediği yerdeydim. Fırtınaya kapılmış, saçımı elinden kurtarmak için saldırıyordum. Gülmekten ağzım yırtılacaktı sanki ama yine de geri gelmiyordum. O da gülüyordu. Çok gülüyordu... O gece yanımdan giderken takındığı sessizliğinden tamamen arınmış gibiydi. Mesajlardaki şapşallığı vardı üzerinde ve yalnızca kendi üzerinde tutmak gibi bir cimrilik yapmayıp, bütün şapşallığını bana da bulaştırmıştı.

Oynuyorduk, en doğru tanımı bu olsa gerek; birbirimizle delicesine oynuyorduk. Lunaparkın hakkını veriyorduk adeta ama bunu türlü türlü aletlere binerek değil, birbirimize saldırarak yapıyorduk. Bir an için durduğumda, dağılmış saçıma baktı ve sessiz bir kahkaha ile işaret parmağını kaldırıp yüzümü işaret etti. Onu huysuz çocuğun edasıyla seyreden gözlerim, arkasından seslenen kişiyle sinsice kıvrıldı. Arkasına bakmıştı kuş, bu, sırtına atlayıp hunharca saldırmak için müthiş bir fırsattı!

Bir anda sırtına atladığımda bacaklarımı tuttu, gülüyordu şapşal kuş ama bir yandan da ona seslenen kişiye odaklanmaya çalışıyordu. Ensesine değmek üzere olan ama henüz o kadar uzayamamış saçlarından başlayıp kafasının tamamını karıştırırken, bir eliyle bacağımı tutmaya devam edip, diğerini saçlarıyla uğraşan elime kaldırdı. Bileğimden yakalamıştı şimdi. Sırtından atmak için herhangi bir çabası olmadan dakikalar önce konuştuğu adamın yanına ilerledi ve görüntüsüne tamamen zıt bir ciddiyetle, "N'oldu, getirecekler dedim işte ne çağırıyorsun?" diye sordu.

Adam önce kuşun sırtından onu seyreden gözlerimi buldu. Sonrasında usulca eğdi bakışlarını ve kuşun beline sardığım bacaklarıma baktı. Etek giydiğimi bu bakışlar sayesinde hatırlamıştım ama benim çemkirmeme gerek kalmadan, "Nasıl film güzel mi?" dedi kuş ve adamın bakışlarını üzerimden çekmiş oldu.

İstemsizce kollarımı sarmıştım boynuna, adama pis pis bakarak sırıtmıştım ve yavru köpek misali çenemi kendi kolumun üzerine bastırarak, pis bakışlı adamın uzaklaşan adımlarımı seyrettim.

Başını başıma hafifçe çarptı kuş. Çenemi kolumun üzerinden kaldırmamı sağladığında, "Ne?" dedim sanki olmam gereken yer sırtıymış gibi. "Keyfin yerinde herhalde?"

"Sayılır?"

"Ha. Sayılır? Ben bidon taşıyor gibiyim, insen mi?"

"Sensin bidon!"

Yeniden kollarımı boynuna dolayıp sıkmaya başladım. Eh, boğulsun istemiyordum tabi. Sıkıyordum güya ama bunu daha çok ağzımdan çıkardığım garip sesle yapıyordum, yoksa kollarıma güç verdiğim falan söylenemezdi. Çıkardığım garip sesler sayesinde onu boğduğuma ikna olan insanlara güldüğüm sırada aklıma sarhoş hali gelmişti. Merdivenden çıkarken çıkardığı araba sesine benziyordu benim yapmaya çalıştığım şey, bu yüzden iyice gülmeye başlamıştım ve "İyi bayramlar?" diye seslendim.

"Yav... Millet bize bakıyor. Başlatma bayramına, in artık!"

"İnmem! Taşı beni, ceza."

"Neyin cezası yav şimdi bu?"

"Keyfimin cezası, canım ceza vermek istedi..."

Nasıl söylenirdi en doğru şekilde söyleyecek olsam? Sanki bir evdim ben; uzun zaman misafiri olmayan, camları hiç açılmamış, duvarları örümcek ağları ile sarılmış bir evdim. Etrafımızda bizden başka kimse yokmuş gibi yalnızca benim gözlerime diktiği gözleri, o evin sokağını temizlemişti önce. Belli etmeden etrafımdaki kötülükleri dizginlemesi, evin kapılarını açmış içeriye temiz hava doldurmuştu. Şimdi ise... Bunca kasıntı tiplerin arasında benimle birlikte çocuklaşmış olması, misafiri olmayan evin etrafını çiçeklerle doldurmuştu. Önünden geçenler o eve bakmayı bile düşünemezken, çiçekler bütün gözleri o evin üzerine çekmişti sanki. Korkusu eksilmiş, yalnızlığı uçup gitmiş, aradığı misafiri ev sahibi misali bağrına basmıştı işte. Eğer sorsalardı şu anda ne hissettiğimi, bunları söylerdim; içimden.

Hâlâ sırtındaydım. Az önceki adamın gittiği yöne ilerliyorduk ve yanından geçtiğimiz kim varsa dönüp dönüp bize bakıyorlardı. Çemkirmişti ama o bakışları önemser gibi yürümüyordu dev kanatlı kuş. Telefonunu çıkarırken, sırtındaki yerimi sabitlemek ister gibi hafifçe havaya doğru süzülmemi sağlamıştı ve daha rahat bir şekilde durmamı sağladıktan sonra telefonu kulağına kaldırdı. Saf saf yaklaştım. Telefonun diğer tarafına kendi kulağımı yasladım ve yüzünü bana doğru çevirmek istediği o küçük anı engelleyerek "Dur ya" diye itiraz ettim.

"Alo? Nerdesiniz aga siz?"

Karşıdan gelen kalın ses, yolda olduklarını söylediğinde başıma başını çarparak uzaklaştırmak istemişti ama aynı itirazla kollarımı iyice doladım boynuna ve kulağımı telefona yapıştırdım.

"Bekliyorum ben. Herif habire bakıyor, gelin artık. Yok. Burdayım. Yav tamam burdayım işte."

Kalın ses ne söylemişti tam anlayamamıştım ama "İyi tamam. Giderim" demişti kuş ve telefonu indirip, "Orda mı kalacaksın Hobbit?" Diye sordu.

"Ceza dedim ama! Niye anlamıyorsun?!"

"Yav şimdi... Hey Allah'ım. Adamların yanına gitmem lazım. İn artık."

"Sıkıldım ben diğerlerinden. İnmem... Birlikte gidelim, ne olacak?"

Başını çevirip Buse ve Erman'a doğru baktığında, "Ne işin var zaten bunlarla" diye söylenmişti sessizce ve bacaklarımı in dercesine hafifçe sıkarak eğildi. Sırtından inmiştim ama aklımı indirememişim gibi bakıyordum.

Kazağını düzeltirken Erman ve Buse'nin durdukları yöne bakmaya devam etmişti dev kanatlı kuş. Saçlarını da düzelttikten sonra yüzüme indirmişti mavi gözlerini ve burnumu sıkarak, "Çocuk seni" diye mırıldandı.

"Burnum!"

"Koparmadık, ciyaklama hemen."

Burnumu ovarak gözlerimi devirmiştim ve uzaklaşan adımlarını izledim. Bir tek ben değildim ama beyefendinin seyircisi. Köşede duran üç kişilik kız grubunun gözleri de onun üzerindeydi. Bakıp bakıp sırıtıyorlardı çıngıraklılar. Önemsemeyip arkama dönmek istedim ama kızlardan biri sarışındı. Örümcek bacaklı dediğim kümedendi ve pis kanatlı onların önünden geçerken bir saniyeliğine de olsa başını kaldırıp durdukları tarafa bakmıştı. Dişlerimi birbirlerine bastırarak öfkemi yatıştırmayı denedim. Öfkelendiğim için daha çok öfkeleniyor olmak ne çaresiz bir duyguydu yahu, çabaladıkça batırıyordum resmen.

Gözden kaybolacaktı birazdan. Lunaparkın diğer tarafına dönmek üzereydi ve dönmeden önce omzumun üzerinden bana baktı. Saniyeler içerisinde de tahmin ettiğim gibi gözden kayboldu. Göremiyordum nerede olduğunu ama son bakışında kalmıştı aklım. Bana değil... Örümcek bacaklının durduğu yöne kaldırdığı gözlerindeydim, gözlerini elimde hunharca eziyordum ve ezdikçe rahatlayamıyor olmama sinirleniyordum.

Buse'yi duymuştum bu sırada, bana sesleniyordu. Fakat duymamışım gibi yürümeye başladım. Sinirimin üstesinden geleceğim tek bir seçenek vardı elimde. Bütün o çiçeklenmiş ev hayalinden, kalbimin sesinden kurtulabilmemin tek bir yolu vardı. Hızla yürümeye devam ettim. Yürürken benimle sürekli alay eden iç sesim dahi durayım diye kendini oradan oraya çarpmıştı ama durmadım.

"Kartal!"

Biraz ötedeydi. Aramızdaki mesafeyi hızla kapattıktan sonra önünde durmuştum ve soluklanmakla vakit kaybetmeden, "Sena" dedim.

Ellerimde kalın bir duvar tutuyormuş gibi hissettirmişti Sena'nın ismini söylemek. Duvarı alıp fırlatmak istemiştim az önceki kararlılığımı yitirmiş şekilde ama yanımızdan geçen kişilerin konuşmaları, sanki beklediğim işaretti. Çocuk, yanındaki kıza "Eğer sevseydi, bana niye başka birini ayarlamaya kalksın" demişti. Benim kulaklarıma net biçimde yapışan bu sözcükleri duymamıştı Kartal. Hafifçe çattığı kaşlarının altından merakla bakıyordu yüzüme ve "Acelem var hadi, ne Sena? Sena kim?" dedi.

Yutkunarak ne diye vakit kazanmak istemiştim bilmiyorum. O hızlı adımlar sırasında kaçmak istediğimden çok emindim. Söyleyip, istemediğim yerlere sürüklenmekten kurtulmuş olacaktım fakat gözlerinin içine bakmak bir kez daha kararsızlık illetini bırakmıştı önüme.

"Hobbit?"

"Efendim?" Duvarları tutmakta çok zorlanıyordum. Birazdan kayacak gibiydi ellerimden, ağırlığı titrememe neden oluyordu.

"Efendim?"

"Ne söyleyeceksen söyle de gideyim, işim var?"

"Şey... Sena, benim arkadaşım" biraz daha çattı kaşlarını. Ellerini belinin üzerinde sabitlemişti ve başını hafifçe eğerek, "Eee?" dedi.

"Halı sahada maç yaparken şey oldu... Yani... Seni tanımak istiyor."

Duvar bütün ağırlığı ile öyle bir çakılmıştı ki yere, bir anda bütün görüntüyü kapatmış, tozu dumana katmıştı. Kuşu ve getirdiği o çiçekli evi göremiyordum. Kalın duvar o evin önüne düşmüş gibiydi ve az önce etrafımı saran huzurdan geriye, mavi gözlerinde okuyamadığım duygular kalmıştı.

Bir süre hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme baktı. Sağ elini belinden kaldırıp sakallarının üzerinden geçirirken,  başını kaldırıp insanların kalabalık olduğu tarafa bakmıştı ve bir süre de o yöne bakarak sessiz kaldı. Duvarın dibine yaklaştığımı düşündüren buruk bir duyguyla ellerimi geride birleştirdim ve dilimi ısırarak hıncımı dilimden çıkarmaya başladım. Bir dakika öncesine dönmeyi istiyordum deli gibi. Sena'dan bahsetmediğim, çocuklar gibi sırtına atlatıp eğlendiğim dakikaları istiyordum ama zaman makinam yoktu...

Bir ömür geçmiş gibi hissettiren sessizliğiyle yüzüme döndüğünde, hafifçe sola doğru eğdi başını. Titreyen dizlerime baktığında dudaklarını güçlükle fark edebileceğim şekilde birbirine bastırdı ve "Sena?" dedi. Kalbimin teklemesine neden olan tonlamasına başımı sallayarak onay verdim. Bu defa geriye aldığım halde titrediğini gizleyemediğim ellerimi fark etmiş gibi kollarıma bakmıştı ve "Sen bana şimdi... Şey mi diyorsun. Arkadaşımla sevgili ol falan?" diye sordu.

"Hı..hı.."

Lunaparka pek uygun olmayan bir melodi bulmuştu kulaklarım. Aynı anda melodinin yükseldiği yöne doğru bakmıştık. Göz ucuyla Kartal'ı kontrol ettiğimde, insanlara doğru baktığını ve dudağının kenarına küçük bir tebessüm yerleştiğini gördüm. Kartal'ın gözleri o melodiyi tebessümle karşılamıştı evet, bunu net biçimde görüyordum ama ben tebessüm edemeyecek kadar sersemlemiş durumdaydım.

Ağır ağır çevirdi başını ve yüzüme doğru eğdi. Bin ayrı anlam taşıyordu bakışları ve bini de en derin yerlerden yükselmiş gibiydi. Saniyeler boyunca içime işleyen bu bakışlarla gözlerimi inceledikten sonra kaşlarıyla melodinin geldiği yönü işaret etti. Ürkek kıpırdanışım da kaçmamıştı gözlerimden, çok şey söylemek ister gibi ince bir bakış atmıştı bu kıpırdanışıma ve "Ahmet Kaya verdi bence cevabı, ben gideyim" deyip ilerde bekleyen adamların yanına geçti.

'Hadi sen git işine de,
Herkes kendi işine...
Dağlarım da zulüm var oo... düşemem yar peşine.'

Continue Reading

You'll Also Like

591K 39.2K 29
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
462K 20.8K 15
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
2.1M 130K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
HATEM By mayleydim

Teen Fiction

2.1M 115K 38
*yaş farkı mevcuttur. *asker-köy kurgusudur. *+18 sahneler bulunacaktır ona göre okumanız önerilir. İnci & Hatem Bir iki saniye sonra şah damarımın y...