Göklerdeki Nikah (Tamamlandı)

Oleh BursaliGelin

382K 31.7K 5.2K

-Beni istiyorsan O'dan iste . Beni seviyorsan seni sevmemi benden değil O'dan iste . Değişmek istiyorsan O'nu... Lebih Banyak

*1. bölüm*
*2. bölüm*
*3. bölüm*
*4. bölüm*
*5. bölüm*
*6. bölüm* (Aşk Özel)
*7. bölüm*
*8. bölüm*
*9.bölüm*
*1O. bölüm*
*11. bölüm*
*12. bölüm*
*13. bölüm'
*14. bölüm*
🌌Ahsen'űl Kasãs🌌
*15. bölüm*
🌌Ahsen'űl Kasãs🌌
*16. bölüm*
*17. bölüm*
*18. bölüm*
*19. bölüm*
*20. Bölüm*
*21. Bölüm*
*22. Bölüm*
*23. Bölüm*
*24. Bölüm*
*26. Bölüm*
*27. Bölüm*
*28. Bölüm*
*29. Bölüm*
YENİ KURGU
*30. Bölüm*
*Final*

*25. Bölüm*

7.5K 766 91
Oleh BursaliGelin

(Multi : Mehmed Emin Ay-Hu kuşu)

Ve

Allah şahitti

Züleyha ne kadar ateşse,

Yûsuf o kadar iffetti ...

🍃 BârGirân 🍃

-Hu kuşu bu gece inledi durdu
Hu diye, hu diye, hu diye diye
Dertli gönülleri yaktı kavurdu
Hu diye, hu diye, hu diye diye... '

Kucağında uyuyan minik kıza sevgi dolu gözlerle baktı Emir. Afra'yı el kadar küçültüp kundağa sarmışlar gibi hissediyordu. Öyle çok benziyordu ki Sümeyra'cık anneciğine. Kaşı, gözü, dudakları... Kalemle çizilmiş gibi güzel ve kusursuzdu. Ona baktığı her an evvela hayranlık duyuyor, sonra tefekküre dalıyordu. Nitekim insan eşref-ü mahlukat yani yaradılmışların en şereflisi idi. Bunu gözlerde görebiliyordu.

Ayakta dolaşmaya bir son verip gidip sedirin kıyısına oturdu. Annesi Halide hanım ve süt kardeşi Afra bu küçük hanımefendiyi ona bırakıp evde yapılacak kınaya gitmişlerdi. Karnı tok, altı temiz olduğundan Emir'e düşen yalnızca bu miniği oyalayıp uyutmak düşmüştü. Zaten söylediği ilahi ile Sümeyra'nın gözleri çarçabuk kapandığından ekstra uyutma zahmetine girmeyecekti. Beşiğine bıraktığı bebeğin güzel yüzünü seyretmeye devam etti. Onu kucağına aldığı an ne dert ne tasa kalmıyor, içi huzurla doluyordu. Yüzünde istemsiz bir tebessüm oluştu.

-Yüzün melek, kokun cennet gibi dayıcığım. Bu gözler sana bakmaya doyamıyor güzel Sümeyra'm... 'dedi kısık bir mırıltıyla. Bir iç çekti derinden. Bu ismi ne zaman telaffuz etse ağzında tatlı kurabiye yemiş gibi bir hoşluk peyda oluyordu. Ve zihninde canlanan o güzel hayaller kalbini güvercin misali kanatlandırıyordu.

Hümeyra... Eğer gitmemiş olsaydı belki de şimdilerde onunla kuracaklardı bir cennet anahtarının hayalini. Sümeyra gibi annesine benzeyen denizden gözlü bir kız çocuğu düşledi. Yutkunamamıştı. Her gün, her an dilinden düşmüyordu ismi. Kabul kızgın, kırgındı Emir'e. Fakat bir sesini duysa, yahut birinden iyi olduğunun haberini alsa yetecekti ona. Kalbinin yangını dinmeyecek, hasreti hiçbir vakit geçmeyecek, aşkı asla bitmeyecekti ama en azından iyi ve mutlu olduğunu bilecekti.

Duyduğu kapı sesiyle ayaklandı birden. Ağladığı ve gözlerinin kızardığının farkına varmıştı. Ve annesinin onu böyle görüp yine kahrolmasını istemiyordu. O yüzden bir an evvel odasına sığınması iyi olacaktı. Merdivenlerden önce çıkmış olan Afra'nın yüzüne bakmamaya çalıştı.

-Ağlamadı pek. Oynadık, az evvel uyudu.'dedi kısık bir sesle. Başını çevirip son bir bakış bıraktı seyyar beşikte uyuyan minik meleğe. Ve dönüp gitmeden önce mırıldandı.'Ben namaz vaktine dek odamdayım.'

Yattığı yerden sıçrayarak uyandı Halide hanım. Alnı boncuk boncuk terlemiş, başında her vakit bulunan küçük beyaz iç tülbenti hafifçe kaymıştı. Dehşet içinde açtığı gözleriyle ard arda besmeleler çekerek doğruldu yerinden. Elini göğsüne bastırıp hızlı nefesini düzene sokmaya çabaladı. Gördüğü iç içe iki rüya onun elini ayağını buz kestirmişti. Düşünüyordu. Gecenin sabaha yakın bu vaktinde derin derin düşünüyordu. Evvela hayra yormak gerektiğini anımsamış, şimdi ise yataktan kalkıp camın önündeki koltuğa oturmuş vaziyette bir mana arıyordu gördüklerinde.

-Rabbim... Sen hayırlara vesile et... 'dedi mırıltıyı andıran titrek sesiyle. Bakışları camdan görünen sokak lambasının sarı ışığına kaydı. İki rüya görmüştü. Iki rüya ancak ilki yaşadığı, bildiği bir olaydı. Rahmetli eşi İbrahim Bey ve oğlu Emir ile Bursa'da iken sık sık gittikleri Ulu Camii'deydiler. Oturduğu yerde az ötedeki oğlu ve kocasını tebessümle izliyordu. Derken İbrahim Bey ellerini havaya kaldırmış ve güzel bir dua etmişti Emir için. Halide hanımda tıpkı onun gibi en içten hisleriyle âmin diyivermişti. Lakin sonra garip bir şey olmuş, bu duaya hemen yanıbaşında oturan yaşlı, ama gözleri denizden de mavi bir kadının âmin dediğini işitmişti. Hatta öyle ki, kadın duaya amin dedikten sonra kucağındaki pembe kundaklı bebeğin minik elindeki kızarıklıktan öpmüştü. O zaman bu manzara pek dikkatini çekmese de gülüp geçmişti. Fakat şimdi rüyasında görüyordu...

Yavaşça ayağa kalktı Halide Hanım. Odasından çıkıp hemen yakınındaki oğlunun odasının açıp kapısından içeri uzattı başını. Emir her zaman olduğu gibi teheccüd namazına kalkmış, şimdide sabah ezanını beklerken hatim okuyordu. Ona görünmeden gerisin geriye odasına döndü. Rüyayı anlatmak ve anlatmamak arasında kalmıştı. Ama sanırım anlatmayacaktı. Gidip tekrar oturdu koltuğuna. Zihni yeni yeni uyanıyor, gördüğü ikinci rüya henüz aklında vuku buluyordu. Ellerini kucağında birleştirip güç almak ister gibi sıkı sıkı tutturdu birbirine.

Emir'i görmüştü yine rüyasında. Alevli yollardan koştuğunu, en sonunda büyük bir ateşin içinden atlayıp şükür ki yanmadan felaha ulaştığını görüyordu. Hemde vardığı o İnşirah durağında beyazlar içinde bir gelin bekliyordu onu. Yanıbaşında büyük bir çınar ağacı... Emir ateşten çıkıyor ve gelinin yanına gelip zarif eline uzanıyordu. Duvağı ardından kaldığı için görünmüyordu kızın yüzü. Lakin oğlunun tuttuğu elde minik bir kızarıklık çarpıyordu Halide hanımın gözüne. Ve içleri titreten bir ses yankı buluyordu kulaklarında.

Biz onları nikahladık!”

Derin bir iç çekerek dolan gözlerini sildi Halide hanım. Anlıyordu... Hissediyordu. Ana yüreğine malum oluyordu işte. Emir'inin imtihanı bitmemişti. Hatta öyle ki asıl cayır cayır yanacak büyük bir ateş bekliyordu onu. Ancak o imtihanı hayırlısıyla geçtiğinde babasının duası kabul olacaktı. Seherin ilk saatlerinde ellerini göğe açıp yutkundu.

-Ya Rab... 'dedi içten bir yakarışla.'Sen evladımın imtihanını kolay eyle...'

Mutlu bir güne uyanmıştı ahali. Bugün Serdar müezzin ve Nurbera hocahanımın en mutlu günleri, vuslat vakitleriydi. Sabrın acı tohumu çiğnenmiş, şimdi hasret dolu yüreklere şifa niyetiyle seriliyordu. Mutlu Emir. Kardeşten öte gördüğü Serdar için çok mutluydu. Öyle ki dün yine görevini yerine getirmiş, kına sonrası dini nikahlarını bizzat kıymıştı. Işıl ışıl gözlerle bakıyordu Serdar dünyaya. Kolay mı? Ne vakittir sevdiği kıza şükür ki kavuşuyordu. Saliha bir eş, huzur kokulu bir yuva... Emir ona böyle birşey nasip olur mu bilmiyordu. Lakin ne adının yanına, ne kalbine Hümeyra'dan başkasını sığdırabileceğini sanmıyordu.

Sabah erkenden kalkılmış, kahvaltı edilip hazır olunmuştu. Çünkü hemen karşı evden can kardeşine gelin alacaklardı. Hazırlıklar tamam olduğunda arabalar sıra sıra dizilip varmışlardı Emir'lerin sokağına. Kızın ailesi başka memleketten olduğu için Serdar ve Nurbera için dayanıp döşenen bu evde kalmışlar, kızlarını bu evden yolcu edeceklerdi. Mahallelinin merakla cam ve balkonlara tünediği anlar Ahmed hoca rica üzerine öne çıkıp güzel bir dua yapmış ve gelin hanım tekbirler eşliğinde çıkmıştı evinden. Beyaz gelinliğinin üzerine diktirdiği gösterişsiz, yalnızca tülden olan pelerini her vakit sürdürdüğü tesettür eğilimine devam ettiğini gösteriyordu. Neredeyse hiçbir makyajın bulunmadığı yüzü ise hem beyaz hemde kırmızı duvak ardına gizlenmişti. O gayrı Serdar müezzinin hazinesiydi...

Düğün konvoyu gelini alıp yine kornalar eşliğinde çıkmıştı sokaktan. Şimdi gelin hanım kayınvalidesinin evine gidecek, birkaç saat sonra yapılacak velime yemeğine dek orada olacaktı. Bu sebeple Emir görevini aksatmamak niyetiyle camiiye doğru yol almıştı. Serdar müezzin izinli olduğundan bugün eski müezzin Ahmed hoca eşlik edecekti ona. Öyle de olmuştu. Babasının yoldaşı ile hoş sohbetler eşliğinde camiiye varmışlar, namaz sonrası kahvehanede bir çay içip muhabbet etmişlerdi. Ahmed hoca mutlu bir yüzle birkaç gün evvel doğan torunu Osman'ı anlatıyordu ona. Dinlerken içine dolan coşkuyu adlandıramamıştı Emir. Sevdiğine hasret duyarken baba olma hayali kuramamıştı.

Saatler geçmiş nihayetinde eve gelmişti genç imam. Halide hanım ve Afra o gelirken hazır ve nazır bir vaziyette evden çıkıp Tamer ile Hulusi Bey eşliğinde düğün salonuna gitmişlerdi. Emir de üzerini değiştirip öyle gidecekti. Zaten resmi nikah daha evvel kıyıldığı için yetişme telaşesi yoktu. Günlük kıyafetini çıkarıp özenle hazırlanmış takım elbisesini ve bembeyaz gömleğini geçirdi üzerine. Kardeşinin bu mutlu gününde şık olup ona verdiği değeri göstermek istiyordu. Alışık tavırla meyve kokulu misinden de sürdüğünde artık salona geçebilirdi.

Besmele ile çıktı evin kapısından dışarı. Ahşap kapı garip bir şekilde tutukluk yapmış, birkaç seferde ancak kapanmıştı. Ne olur ne olmaz diyerek güzelce kilitledi onu. Derken duyduğu bir çığlık sesi onu endişeye sevk etmişti. Dönüp sesin geldiği yönü bulmaya çalıştı. Bu ses Nurbera ve Serdar'ın evinin üst katından, açık duran pencereden geliyordu. Gidip korku ile kapıyı çalmaya başladı. Çok geçmeden pencerenin perdesi aralanmış, bir genç kız zorlukla başını dışarı uzatmıştı. Tanımıştı onu Emir. Bu kız aylar önce sarhoş halde kapısında bulduğu kızın ta kendisiydi. Ve sonrasında öğrendiğine göre Nurbera'nın da kız kardeşiydi. Kız kızarmış yüzüyle boğazını tutarak elini uzattı ona doğru.

-Yar..dım... Yardım et! 'dedi canhıraş bir vaziyette. Dehşetle açtı gözlerini Emir. Kız rahatsızlanmıştı ve evde muhtemelen kimse yoktu.

-Hemen arıyorum! Serdar'ı arıyorum bekle!'diyebildi telaşe ile. Fakat kız zorlukla başını salladı. Öksürmeye çalışıyor, ama başaramıyordu.

-Nefes alamıyorum yardım et!' diye bağırdı son gücüyle. Ve elindeki anahtarı kalan gayretiyle aşağıya attı. Kaybolmuştu kız! Pencereden yalnızca uçuşan perde görünüyor, başka hiçbir hayat belirtisi vermiyordu. Yerdeki anahtara uzandı genç adam. Yardım çağırıp beklemeye vakti yoktu! Kız belki de ölümle cebelleşiyordu orada! Evin kapısını açıp, özellikle de ardına kadar açık bırakarak koştu yukarıya. Yetişmeli ve o kızı kurtarmalıydı. Üstelik kardeşinin en mutlu günüydü bugün!

Evin biçimini bildiği için yukarı çıkıp kolaylıkla buldu odayı. İçeriye girmiş fakat uçuşan pencereden başka hiçbir şey bulamamıştı. Kız yoktu ortada. Derken ardında bir anahtar sesi duydu. Ve hızlıca dönüp kapının ardına yaslanmış ona bakan genç kızı gördü. Şaşkındı... Ne olduğunu algılayamayacak kadar şaşkın. Çünkü kız gayet iyi bir vaziyette dikiliyordu karşısında.

-Ne... Ne oluyor? Aç şu kapıyı ne yaptığını zannediyorsun sen? 'dedi üzerindeki şaşkınlığı atmaya çabalayarak. Genç kızın yüzünde duran sinsi bir gülüş iyiden iyiye yayılmıştı. Kendisine kurulan bu tuzağı acıyla fark etti Emir. Zihninden kıssaların en güzeli olan Yusuf Peygamberin hikayesi geçerken yutkundu. Dilinden dökülen yalnızca Yûsuf'un duasıydı şimdi.

-Rabbis-sicnu ehabbu ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyhi ve illâ tasrifannî keydehünne asbü ileyhinne ve ekünminel-câhilîn

“Ey Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum!” (Yusuf, 12/33)


Berna gülüyordu. Çünkü planı tıkır tıkır işlemiş, tuzağına çektiği kuş kafesine kendi ayaklarıyla gelmişti. Artık bundan sonra yalnızca masum ve mağdur kızı oynamak düşüyordu ona. Emir ona şaşkın ve kızgın gözlerle bakarken ellerini kaldırıp üzerindeki tüllü elbisesinin göğüs kısmını sertçe yırttı. Uzun ve ojeli tırnaklarını bile isteye tenine bastırıyor, planına adım adım devam ediyordu. Elleri bu kez fönlü saçlarına gitmiş, sarı tutamlar darmadağın biçimde yolunmuştu. Emir dehşetle izliyordu bu yaptıklarını. Bir insanın böyle şeytanlaşabileceğine inanamıyordu.

Derken Berna yırtmaçlı elbisesini çekiştirip bacaklarını saran ince çorabı paramparça etmişti. Vakti daralıyordu. Canhıraş bir vaziyette arayıp çığlık çığlığa yardım istediği babası eve varmak üzere olmalıydı. Derhal dağıttığı yatağın ucuna bıraktı bedenini. Tırnaklarıyla berelediği teni yer yer kanlanmıştı. Emir sonunda kendine gelip koştu kapıya. İçinden devamlı Yûsuf'un duasını tekrarlıyor, bu tuzaktan Rabbinin yardımıyla çıkmayı diliyordu. Anahtarı alınmış kapıyı açmaya zorladı. Lakin Berna bu kaçışa müsade etmeyecekti. Planı berbat olmamalıydı. Kırmızı ruhuna bulanmış elini uzatıp kapıyı zorlayan Emir'in beyaz gömleğine sürdü. Bu yetmezmiş gibi onu itip kurtulmaya çalışan imamın yaka düğmesini de kopardı. Ve sinsi gülüşü ile çığlıklar atarak yine yatağına döndü.

-Yapmaaa! Dokunma banaaa yapmaaaa! '

Çığlıkları yalnızca evde değil mahallede de yankılanıyordu. Bu durumun gerçek değil uzun bir kabus olduğuna inanıyordu Emir. Sonunda zor da olsa gayret ederek aralamıştı kapıyı. Hızlı nefesler ile ardına kadar açtı ve kurtuluşu ümidiyle dışarıya doğru bir adım attı. Ama hayır... Geç kalmıştı. Çünkü Nurbera'nın babası ve Serdar şok halindeki yüzleriyle tam karşısındaydı....


















Bölümlerin hazırda olmadığı ve bazen yemek yiyeceğim vakitten, bazen uykumdan, bazen oğlumdan feragat edip bunların yazdığını söylemek istiyorum. Çünkü bazı sevenlerim (!)  robot misali devamlı yazıp yaşamama istiyorlar....

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

95.3K 3.2K 21
Diğer hastalarımı kontrol edip abim yanına aşağı indim. Beraber çardağa oturup çayımızı yudumluyorduk. " Gördün mü?" " Evet" " Konuştun mu?" dediğ...
236K 12.1K 36
Siz: Bir dakika... Siz: Ben Zehra olmadığıma göre siz kimsiniz? 0588*******: Ne demek Zehra değilsin? Benim tek kız kardeşim Zehra. 0588*******: Şaka...
110M 4.4M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...
76.7K 5.7K 31
Afitap:Bana bak pide hırsızı! Afitap:Ben o pide kuyruğunda kaç saat bekledim biliyor musun? Afitap:Şu mübarek Ramazan ayında hırsızlık yapmaya utanmı...