Achernar 1: Üç Bilge'nin Yolu

By ACHERyy

71.3K 12.6K 25.3K

WATTSY 2021 FANTASTİK KAZANANI ✳️ Tuhaf bir şehirde tanıştı iki Tanrı soyu... More

-Öɴ sᴏ̈ᴢ-
-Iʀᴋ Tᴀɴɪᴛɪᴍ Kᴀʀᴛʟᴀʀɪ-
-Aᴄʜᴇʀɴᴀʀ Eᴠʀᴇɴ Tᴀɴɪᴛɪᴍɪ-
Giriş
1- Nefes Aldığın Sürece
2- Müzik Dinleyen İnsanlar
3- Umut Işığı: Lotus
4- Kırmızı Garaj
5- İki Mihtirin
7- Ahnerti
8- Maih ve Jack
9- Son Yargı: Dünyanın Sonu
10- Achernar
11- Üç Bilge ve Güneş Olacak Adamlar
12- Seçilen Yasakçı
13- Bir Araya Geliş
14- Oroden Panayırı
15- Fradin'in Atölyesi
16-Tan Sheline'ın Ağaç Han'ı
17-Eridnapis
18- Fırtına
19- Sarhoşun Ağzından
20-Mut Limanı ve Çolpan'ın Evi
22 - Ölüm Büyücüsü
23- Yaşam Varisi
24- Ait Tutun Yüreklerinizi!
25- Diyarda Soluyan İlk Ejder
26- Bükrek'in Doğuşu
27-Toplantı ve Yas
28- Kader Kemeri
29- Dingin bir Gece
30- Arçura Zehri, Us ve Düş
31- Demir Kıynak

21-Ramkarsa

326 114 106
By ACHERyy

( Mountain Lander' Peak/ Albert Bierstand)
( Ramkarsa'dan emsili görüntü)

Selam!

Önceki bölüm uzun olduğundan bu bölümü daha kısa tuttum.  Umarım hoşunuza gider, iyi okumalar!

 Dinlediği ritmik ıslık sesleri nemli, küçük ve soğuk zindanın küflü taşlarına çarpıyor, gezinen çok bacaklı böcekleri tedirgin ediyordu. Taş duvarın yanına asılı yatak görevi gören dar tahta parçasına uzanmıştı. Kollarını başının arkasında birleştirmiş sırt üstü yatıyor, tahtaya sığmayan bacağını sallıyor, bir yandan da tavanı izlerken bu noktaya nasıl geldiklerini düşünüyordu. 

Çolpan'ın evinden ayrıldıktan sonraki üç gün, yabanda geçmişti. Üçüncü gün ormanı geçmek sorun olmamıştı. Gece kamp yapıp ertesi gün dağlara yol almışlardı. Tırmanmaları gereken zamanlar olmuştu ve bu onları bir hayli yavaşlatmıştı. Laren'in aksine ne Chris ne de Jack, dağ yollarına alışkındı.

Szelyn Dağı'nın yamacındaki tünelin giriş kapısına güç bela ulaştıklarında zaferle gülümsemişti Chris ama gülümsemesi pek de uzun sürmemişti. Kapının kara zincirlerden oluşan bir büyüyle mühürlendiğini gördüklerinde Laren bir şeylerin yolunda olmadığını söylemişti. Krallığa açılan kapı mühürlüydü ve bu durumda tek giriş yolu, Szelyn'in üzerindeki geçitti. En azından Laren, öyle demişti.

Dağa tırmanmak Mihtirinler için zor olmuştu. Bahsedilen geçit kayalarla dolu dağda pek de fark edilmiyordu. Eğer üzerinde mühürlendiğini beli eden aynı kara zincirler olmasa, kesinlikle fark edilmezdi. Ne yapacağını şaşırmıştı Chris ama Laren, onların aksine şaşkın değil öfkeli görünüyordu. 

"O zaman kıralım kilidi." demişti kadın. Kılıcının ucuyla elini kesmiş, akan kanı büyülü zincirlere sürmüştü ve zincirler, kırılıp yere düşmüştü. Jack de yolculuk boyuncaki suskunluğunu tam olarka o anda bozmuştu.

"Bunu tırmanmadan önce yapsaydın ya!" diye hayıflanmıştı. 

Laren, ona cevap vermemiş, tünele girmişti. Onu takip etmek zorunda kalmıştı elleri yaralı, kasları bir hayli zorlanmış Mihtrinler. Chris, İtbarak'la güvertede çalıştığından ötürü biraz olsun kas kütlesi kazanmıştı ama üç gün boyunca yürümek ya da dağa tırmanmak, gemi güvertesinde yapılan işlerden çok daha zordu.

 Geçidin ucunda gördükleri, üç devasa dağın çevrelediği dairesel koca bir alan olmuştu. Çeşitli ağaçlar, tarlalar ve köy evlerinin sonunda Ramkarsa Krallığı görünüyor, dağların arasında yeşil otlarla bezeli toprağı yaran nehre dökülen iki şelale dağ havasına ferah bir koku katıyordu. Hatırlayınca yüzüne bir tebessüm kondurdu Chris.

Kırsaldan çıkıp şehre girdiklerinde genç kadının bir şeylerin yolunda olmadığına dair düşüncelerinde haklı olduğu ortaya çıkmıştı. Sokaklarda tek bir cüce dahi yoktu. Güneş batmıştı, iki uydu yoğun bulutlardan gözükmüyordu. Şehri önüne almış en büyük dağın içine oyulmuştu kralın sarayı. Halkına seslendiği geniş, süslemeli teras, cüceler için gereksiz yere büyük olan pencerelerin ortasında kalmıştı.

Aynı şekilde gereksiz yere büyük olan çift kanatlı kapıyı açıp saraya ayak bastıkları anda etraflarını sarmıştı cüce askerleri ve hemen sonra kendilerini toprak altına inşa edilmiş zindanda bulmuşlardı. Laren durumu anlayana kadar denilen neyse onu yapmalarını söyledikten sonra kendisine seslenen bir cücenin yanına gidip bırakmıştı onları. 

Tavandaki taşlar arasından damlayan kaynağı belirsiz su zemine çarptıkça biraz daha sinirleniyordu yeşil gözlü genç adam. İçindeki sıkıntıyı hafifletecekmiş gibi ofladı. Kıpırdandıkça, güvertede yapılanmış sırtı pütürlü tahtaya temas ediyordu ve bu oldukça rahatsızlık vericiydi. 

Jack, karşı duvardaki tahtada bir dizini kendine çekmiş oturuyordu ve yüzüne bakılırsa bu durumdan çok da rahatsız değildi. Eğlenceli sayılabilecek bir ritimde ıslık çalarken duvardaki ufak pencereye dikmişti mavi gözlerini.

Gerçi pencereden bakılınca gökyüzünden ziyade nöbet tutan askerlerin ayakları görünüyordu ama yine de bu yarı ıslak, soğuk zindandaki taşlarda dolaşan parlak, renkli böcekleri izlemekten daha iyi bir seçenekti. Dışarıdaki karanlığı yaran silik, cılız ışık, sütunlar halinde pencereden içeri giriyor ve iki gencin arasındaki alana düşüyordu.

Loş ortamda tavanı izlemekten bunaldı Chris. Tekrar sıkıntıyla oflayıp elleriyle saçlarını karıştırdıktan sonra yattığı yerden doğruldu. Oturup yüzünü sıvazladı, sırtını duvara yasladı. 

"Bu böyle olmayacak, içim daraldı oturdukça. Konuşalım, yeter ki ses olsun!" diye yakındı.

O sırada pencereden dışarıyı seyrederken cücelerin deri çizmeler içindeki ayaklarının kısa boylarına göre orantısız bir büyüklükte olduğunu düşünüyordu Jack.

Ayrıca tam olarak seçemese de ortak dili kullandıkları bir arada ıslık sesinin onları rahatsız ettiğiyle ilgili bir konuşma yaptıklarını duymuştu ve daha sesli, daha ritmik bir melodiye geçiş yapmıştı. Nöbetçileri rahatsız etmek ona ufak bir zevk veriyordu. Chris'in sesini duyduğunda kurumuş dudakları oynamayı kesti. Islık sesi kesildi. Boynunu ovuşturup genleşirken sordu yavaşça.

"Laren'e güveniyor musun?"

Chris, bu soru ardından düşünme gereği hissetmeden konuştu. "Güven, öyle çabucak kazanılan bir şey değil. Yine de o Üç Bilge tarafından seçildi. Güvenmek istiyorum." Kısa bir andan sonra devam etti.

"Sen güveniyor musun?"

"Hayır."

Sarışın, cevap vermek için hiç beklememişti. Tepki hızına bakılırsa bu konuyu çoktan kafasında tartıp bir karara varmış, diye düşündü Chris ve Jack'i dinlemeye devam etti. 

"Ona güvenmiyorum. Açıkçası büyük ihtimalle burada karşılaştığım çoğu kişiye de güvenmeyeceğim. Üç Bilge'nin onu seçmesi de umurumda değil, onlar istedi diye biriyle takım olmayacağım ama sana güveniyorum. Merak ediyorum yine de hiç mi tereddüdün yok?"

"Konuşalım derken daha eğlenceli şeylerden bahsederiz diye düşünmüştüm." dedi şaka yollu ve iç çekti Chris.

Kendi de bilmiyordu. İç sesine göre hareket ediyordu ve Portal'da Jack ile karşılaştığında da aslında birçok şüpheli durum olmasına rağmen ona güvenmişti. Mantığına uymasa da o garaja gitmişti. Şüpheli de olsa o bara da gitmişti ve sonuçta, iç sesi haklı çıkmıştı. Portal'da olanlar yıllar öncesinde kalmış gibiydi. Geçmiş çok uzaktaydı ama gölgeler bu günlere yansımıştı. 

Gözlerini hızla kırpıştırdı; geçmişini, Dünya'yı düşünmek istemiyordu. Anda kalmayı denedi. Portal'da iç sesini dinlemiş ve durumu görmezden gelip Jack'e güvenmişti. Laren'e karşı da aynı şeyi hissediyordu. 

Gemideki son gece ya da Ağaç Han'daki Akzan gecesinde Akınay Tan Sheline'ın türküsünü dinlerken oturup yemek yediklerinde çok fazla şey paylaşmamış da olsalar düşman gibi gelmemişti kadın.

Arkadaş gibi hissetmişti. Düşününce yolculuk boyuncaki tavrıyla Ağaç Han'daki tavrı çok farklıydı. Mut'a yol aldıklarından beri sürekli durgundu Laren. Ramkarsa'ya gelene kadar geçen üç gün içinde de yemek vakitleri ve her şafakta yola koyulma vakitleri hariç konuşmamıştı.

"Chris, şüpheli değil mi? Diğerlerinin bilmediği şeyler bildiğini söyledi, panayırda dükkân sahibi o kadına saldırdığında umursamadı bile. Üstüne kalabalıktan birisi hain diye bağırdı ona. Tamam ben de Eridnapis'te seni yalnız bıraktım ama benim bir nedenim vardı ki onu da anlattım sana. Laren, bizimle kendi hakkında herhangi bir şey paylaşmadı. Şu ana bir bak! Geceyi bir zindanda geçiriyoruz. Etrafımızı saran cüceler neden onu da bizimle zindana atmadı? Zaten neden suçlu gibi yakalanıp bir zindana tıkıldık ki? Krallıkta bir gariplik olduğunu söylemekten öte gitmedi. Bir şeyden şüpheleniyordu ama bize anlatmadı."

Koridordan geçen bir nöbetçinin ayak sesini duyduğundan, cevap vermedi Chris. Nöbetçi ellerini birbirine kenetlemiş, homurdanarak yürüyordu. Yeşil çerçeveli kahverengi kaftanının üzerine parlak metalden yarım zırh giymişti.

Zırhın ortasında kabartılı bir sembol vardı. Çember ortasındaki "-y" harfini andıran motif, yüksek olasılıkla Ramkarsa'yı çevreleyen üç dağın silueti olan üçgen çizgilerin üzerinden yükseliyordu.

Koca burunlu, gri sakallı nöbetçi iki insanın bölmesinin önünden geçerken küçümser, aşağılayıcı bir bakış attı onlara. Gözlerinde bir yorgunluk vardı ve yüzü, sağlıksızdı. Ardından koca göbeğinin üzerine düşen uzun ve kirli sakalını sıvazlayarak uzaklaştı. Gittiğinde rahat bir nefes aldı Chris.

Suçlu değildi ama suçlu gibi zindana atıldığından, nöbetçileri görünce suçluymuş gibi geriliyordu.

"Yanımızda birileri olmalı, Jack. Sonuna kadar insanları, Achernar'da olduğumuzdan ötürü ırkları uzak tutarak ve onlara güvenmeyerek yaşamak zor olmaz mı? Laren'e gelirsek, haklısın. Şüpheli. Temkinli olmalıyız ancak yine de ona sırt çevirmek istemiyorum. Bizden birisi olsun diye seçildi. Aslında nedenini gerçekten bilmiyorum, önsezi belki ama o, göründüğü gibi değil sanki."

"Bak, sen de dedin! Göründüğü gibi değil dedin!" dedi Jack.

Zaman geçtikçe daha da soğuyan havadar ortamda kollarını birbirine dolamış, oturduğu tahtaya iyice sinmişti. Yeri izlerken Chris'in dediklerini düşünüyordu. 

Ölüler yalan söylediğinde bunu sezebiliyordu ve ölü olmasa da karşısında kendinden emin konuşan adamın yalan söylemediğinden de emindi. Ölülerle yaptığı konuşmalarda edindiği bir alışkanlık yahut kazandığı bir yetenekti bu.

Sinirlenir gibi oldu bir anlığına. Chris'in insanlara olan bu tuhaf inancı, güveni belki de doğru kelimeyi bulamıyordu fakat bu tutumu bir gün başlarına bela olabilirdi. Her şeyi toz pembe görüyordu!

Derken, birden değişti düşünceleri.

Onunla tanıştığı andan itibaren Chris'in tepkilerini, davranışlarını gözden geçirdi. Başından beri iç güdülerine uyan birisiydi o. Tamamen mantıksız davranmasa da hislerini dinliyordu ve fark ettiği şeyle heyecanlandı Jack. Büyük bir buluş yapmış da onu sunuyormuş gibi heyecanlı ama aheste aheste konuştu.

"Chris, önseziden fazlasına sahipsindir belki? Alık alık bakma öyle, hatırlasana! Fradin'in yanında Tarr sıvısına dokunduğumuzda odadaki herkes hissetti güçlerimizi. Seninki tuhaftı ki bunu ölümü elinde tutan birisi, Zahwa olarak söylüyorum. Birçok duygu aktı ruhuma, aynı anda birçok şey hissettim. Bana ait olmayan hüzünleri ve sevinçleri... Ölüler arasındayken bazen hissettiğim şeye benziyordu bu. Hatta şimdi hatırladım, Laren Rakse'nin büyüsünü yok etmene şaşırmıştı. Nasıl oldu da bunlar hakkında hiç düşünmedik?"

Chris, bunları unutmuştu. Fradin'in atölyesinde olanları gün içinde gerçekleşmiş fantastik olaylar gibi izlemişti, onları yaşayanın kendi olduğunu unutmuştu. Geçip gitmişti anlar. Hiç düşünmemişti. 

Tahta parçasının imkân verdiğince rahat bir pozisyon alıp pazulu kollarını gövdesinde birleştirdi, sırtını nemli ve garip bir koku yayan duvara vererek oturdu. Düşünceli düşünceli konuştu.

"Dikkat dağıtıcı fazla unsur vardı etrafımızda."

Ardından, Kazome'nin sözlerini hatırladı. Alev kontrolünü herkes yapabilir, kendini bu şekilde tanımlama, demişti Yaşam Tanrısı. Alevlerini kontrol etme konusunda çok da başarılı olduğu söylenemezdi zaten. Zahwa'nın aksine, kimsenin dikkatini çekmeden geliştirebileceği bir güç değildi onunki. Alevden küreler yapabiliyordu ama daha fazlası için uğraşmamıştı.

İnsanların asla görmemesi gereken bir yetenek olarak düşünmüştü ateşi ve kendisi de sanki bu güce hiç sahip değilmiş gibi yaşamaya çalışmıştı. Tamamen başarılı olamamıştı gerçi. On sekiz yaşındayken bir Nir'e yakalanmış ve onunla savaşıp kaybetmişti. 

O Nir, kendini evlatlık alan kadın olmasa ve garip bir şekilde öldürmektense hafızasını mühürlemekle yetinmeyi seçmese burada olamayabilirdi.

Bir daha fırtınada kaldığında tereddüt etmez, arat denen balık gibi tehlikeli ortadan kaldıran kendisi olabilirdi. Nefes aldığın sürece ihtimaller sonsuzdur, dedi kendi kendine. Unuttuğu benliği ile iki koca yıl devirmişti. 

Bir şekilde Portal'a gitmiş, Jack'le tanışmıştı. Şimdiyse sonsuz ihtimallerle dolu yepyeni bir yoldaydı! Kendisini geliştirebilir, bunca zamandır içinde biriktirip baskıladığı gücünü kullanabilirdi.

Damarlarında gezinen farkındalık bir anlığına, iğrenç bir zindanda kokan, soğuk ve nemli bir hücrede parmaklıklar ardında olduğunu unutturdu.

"O halde yeteneğim sadece ateş değil, başka bir şey ama ne olduğunu bilmiyorum. Nasıl geliştirebilirim? Nasıl kendimin farkına varabilirim?" diye soludu heyecanla. İstemsizce, bir elini yumruk yapmıştı. Gözleri, akşam yıldızlarına ev sahipliği yapıyordu.

"Başlangıç olarak kendini dinle sadece. Nefes aldıkça içine çektiğin havanın izlediği yolu hisset. Kendinle çok vakit geçirmişsin ama kendine zaman ayırmamışsın Chris."

Gülerken söylemişti bunu Jack. Gözleri parlayan heyecanlı arkadaşı, Maih'in bir zamanlar sahip olduğu karakteriyle korkunç bir benzerlik gösteriyordu.

Ayağa kalkıp parmaklıkların önüne gitti, tutulmuş belini esnettikten sonra sırtını demirlere yaslayıp pencereden dışarı bakmaya devam etti. Cücelerin ayakları yine görüşüne girmişti. Chris, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle tekrar uzandı kıymıklı tahtaya. Heyecanlıydı.

Yattığı yerden tavana doğru uzattığı elini izliyordu; bir eli olduğunu yeni keşfetmiş gibi inceleme yaparken Jack'e seslendi. 

"Dün geceki soğuk toprağa kıyasla seviye atladık sayılır. En azından başımızın üzerinde bir çatı var!" Karakteristik sesi tıpkı yüzü gibiydi; erkeksiydi ve sempatik bir tınsı vardı.

"Bakış açısına göre değişir. Dün gece daha özgürdük ve üç gün önce Çolpan'ın evinde, sıcak ve konforlu bir yerdeydik Chris."

Omuz silkerek cevap verip parmaklıklar arasından geçirdi kollarını ve cüceleri rahatsız ettiğini bildiğinden, tekrar ıslık çalmaya başladı Jack. Uzun koridorun ucunda bir masa etrafında oturup muhabbet eden cüceleri dinlemeye koyuldu; uzaktan da gelse duyduğu kahkaha sesleri homurtulara dönüştüğünde de ise gülüyordu Zahwa.

Eğer nöbetçiler ölürse, ruhlarının tapacağı kişiydi. İster istemez kendini üstün görüp, etrafındakileri aşağılıyordu bazen ve bu an, o bazenlerden biriydi. 

                                                                                                     ***

O sırada, dağın içine oyulmuş sarayın en üst katındaki koridorda yürüyordu genç kadın.

Krallıkta bir sorun vardı, cüceler evlerindeydi, sokaklar boştu, saray hiç olmadığı kadar sessizdi. Sarayın ana kapısından içeri adım attıkları anda etraflarını saran beş kişilik grup başta sinirlerini hoplatmıştı; aynı ırktan değillerdi belki fakat bu sarayda yaşamıştı. Burada geçirdiği beş yıl boyunca ona yalakalık edenlerin şimdi bir suçlu gibi etrafını sarmasını hoşuna gitmemişti.

Seçtiği yolda ilerlerken aynı komutanlar tarafından onlarla eğitim aldığı, hatta kralın bizzat isteğiyle veliahttın ustasıyla çalıştığı halde yabancı gibi gördüğü muamele, saygısızca tutum bir açıdan rahatlatmış, bir açıdansa rahatsız etmişti.

Yabancı olmak işine gelirdi. Burayla arasında özel bir bağ kalsın istemiyordu. Nankörlük edecek değildi ancak Ramkarsa ile ilişkisini beş yıl önce kati suretle bitirmişti.

Parayı ödemiş ve buradan gitmişti. Döndüğünde onu kabul edecek kişilerin yokluğu, tekrar ayrılmasını kolaylaştırırdı. Bu yüzden rahatlamıştı.

Yaşananlardan sonra herkesin yabancı gibi davranmayacağını uman tarafı ise bütün düşüncelerine tersti ve çelişkileri sevmiyordu kadın. 

Yapılması gereken doğru şey Ramkarsa'ya gelip veliaht Taksor'la konuşmak olmasa başka bir yol seçerdi. Weis'le de görüşebilirdi gerçi ama Weis'i bulmak, zordu. Yeri sürekli değişiyordu. Taksor'unsa konumu belliydi.

Etraflarını saran grubun başındaki cüce, yabancılar zindana gitmeli ve kral sizinle görüşmek istiyor, dediğinde olan biteni öğrenmek adına onlara ayak uydurmayı seçmişti ama işin içinde bir tuhaflık seziyordu. Algıladığı enerjiler karmakarışıktı. Çevresindeki enerji akışı balçık gibiydi.

Çember ortasında üç dağ silueti ardından yükselen Anguis simgesinden oluşan kahverengi Ramkarsa bayrağı duvarları süslerken, on adım mesafeyle konuşlandırılmış meşaleler gün ışığının girmediği köşeleri aydınlatıyordu.

Hızlı adımları, kırmızı saçlarıyla beraber gösterişli kısa pelerinini de havalandırıyordu. Ozatik'li savaşçıların giydiği gri pelerinin ortasında güneş renginde bir sembol vardı; sekiz ucu çemberin ortasından taşan yıldız, pelerinin kenarlarına işlenmiş harflerin arasında yükseliyordu.

 Adım sesleri koridor boyunca yankılanırken iki taraflı geniş tahta kapıya ulaştığında beş yıldır havasını solumadığı odasına girdi. Aradan geçen zamanın ardından kralın karşısına şu anki haliyle çıkmak istemiyordu. Duş almalı ve üzerini değiştirmeliydi.

Ruhunu hırçın, kılıcını keskin tutmak için karanlık ormanda yaşadığı aylar birdenbire gelen görevle sonlanmış, Boaır ve Okotto ile buluşup İ-Squrkar'a gitmek zorunda bırakılmıştı.

O süre içinde bağrını kapatan uzun kollu siyah giysisi yıpranmıştı. Sağ bileğinde, bilekliği altındaki sargı eskimiş, siyah taytı Fara yapımı darbe emici yıpranmaz bir kumaştan yapılmasına rağmen, karanlık ormandaki ayların ardından bir iki çiziğe sahip olmuştu.

Normal birinin gözünden perişan halde görünmese de Laren için giysilerindeki yırtıklar zayıflık belirtisiydi. Yalnızca düşenlerin dizleri çamura bulanırdı ve bir kralın karşısında düştüğünü belli edecek herhangi bir ibreye göz yumamazdı. 

Sancılı çocukluğunun bir getirisi olarak, kendisine ayrılan odada standart eşyalar dışında hiçbir şey yoktu. Var olanlar ise orada birinin yaşadığına dair hiçbir iz taşımıyordu. Dağların arasına oyulmuş soğuk ve sert bir odaydı.

Çocukken tıpkı bu oda gibi asla hislerini belli etmezdi, kralın oğlu Taksor hariç kimse ne düşündüğünü anlamıyordu hatta. Buradakileri dost sanacak kadar saf ve bilgisizdi. Anılarının hayaletlerini görmezden gelip eski dolabını açtı. İçinde şu an giyse rahat edeceği siyah bir takım duruyordu.

Kral, bir gün geleceğini mi ummuştu? Güldü Laren. Onlara kendini kullandırmayacaktı. Eğer kral hâlâ aynı düşüncelere sahipse işler karışabilirdi. Kendi tutup tutamayacağından da hiç emin değildi.

Kuşağının içinden Arçur Limanı'nda panodan aldığı afişi çıkardı. Kral'ın konuşamayacak kadar hasta olduğu, oğlunu güvende olması için saraydan gönderdiğini ve halk yasta olduğundan, belirli günler hariç dışarı çıkmadıkları yazıyordu kâğıtta. Limana gelenler için bir uyarıydı bu. Ramkarsa'ya gitmeyin diyordu bunu yazan.

Kâğıdı yumruğu içinde sıkarken solundaki küçük odaya girdi. Yönetenlerin doyumsuz iştahının göstergesi olan gereksizce büyük küveti sıcak suyla doldurdu. Kraliyetten olunca bütün ırklar ortak bazı paydalarda kesişebiliyordu. Hemen hepsi güç, zafer, tebaa ve lüks istiyordu. Mihinler hariç. Onların krallığı olmadığını duymuştu.

Üzerindekileri çıkarıp buz gibi soğuk suya girdiğinde karnında, Yasakçılar içindeki sırasını gösteren dövmenin yanında, sağ kasığının üzerindeki derin yara izine dokundu.

O yarayı aldığı zamanının hatırası dolaştı zihninde. Başına gelen onca musibetten sonra bir de arena savaşçısı olmaları için çocuk ya da gençleri toplayan kaçakçılara yakalanmış, onlardan kurtulmaya çalışırken edinmişti yarayı. 

Henüz sekiz yaşındaydı o sıralar, kurtulamamıştı. Cüce kralı onu kaçakçı pazarında bulup kurtarmış, kendi kızı gibi yetiştirmişti. Herkes bunu böyle biliyordu. İyi kurgu, diye düşündü. İyi tiyatro.

Özgürlüğe kavuşması için kralın küçük kızı satın alması gerekmişti. İşte bu ufak ayrıntı dahi bu saraydakilerden nefret etmesini sağlamıştı. Ardından daha farklı gerçekler öğrenmişti. Kollarını küvetin iki yanına koyup başını kaldırdığında kendi kendine güldü Laren. 

Düşünceleri kalbini kinle dolduran şeylerin ufak bir parçası da olsa, en son ne zaman geçmişini andığını hatırlamıyordu. Artık o zayıf çocuk değildi ve kaslarının rahatladığını hissederken zindana atılmış ikiliyi hatırladığında keyfi daha da yerine geldi. Biraz burunları sürtse fena olmazdı. Fazla zayıflardı. Tecrübeleri yoktu. Bilgileri yoktu. Onlarla ne yapacağını bilmiyordu.

Kafası fazla karışıktı. Bu kadar çeşitli etkeni düşünmek, kabul etmek istemese de bu kadar çeşitli etken için endişelenmek hoşuna gitmiyordu. Sadece kendi yaşamını temellendirmek istiyordu. Bunun için çevresindekileri önemsemeden yaşaması gerekse dahi kendi özgürlüğü için savaşmak istiyordu. Karanlıkla, tüm görevlerini kabul etmeden de savaşabilirdi.

Böyle düşünerek ayakta kalmış, en güçlülerden olmuştu. Mihtirinler bir yasakçının kudretini bilse, en az Üç Bilge ile tanıştıklarında olduğu kadar şaşkına dönerlerdi belki de. 

Şimdi içinde bulunduğu durumsa bütün sistemine aykırıydı. Neyse ki adaptasyonda bir numara sayılan ırktan geliyordu. Savaşçı olmak için doğmuştu.

Temizlendikten sonra sudan çıkıp eski dolabına ilerledi, az önce giydiklerinin hemen hemen aynısı olan takımı giydi ve pelerinini havada savurup omuzuna geçirdi. Kırmızı kuşağını takım takmamakta tereddüt etti ancak sonunda takmanın, kırmızı rengi kullanmanın iyi bir mesaj vereceğini düşündü. Islak saçları belini aşıyor, pelerinine değiyordu.

Kral salonu, bulunduğu koridorun sonundaki süslü kapının ardındaydı ve o süslü, devasa kapıya ulaştığında hiç muhafız olmamasını garipsedi. İki eliyle ittiğinde ağır ağır açıldı kapı. Tahtın ardındaki duvar boyunca uzanan pencere kepenklerle kapatıldığından oda ışıksızdı. Bayrakların sergilendiği uzun yolun sonunda tahtında başını yumruk yaptığı eline yaslamış oturuyordu kral. Başı eğik, uyuyor gibiydi.

Bir tuhaflık vardı, iki yüzlü kralın çevresine her zaman gösterdiği sevecen, bilge bakışlı canlı yüzü griye çalıyordu. Saçları yağlanmış, tel tel dökülüyordu yüzüne. Her zaman kudretli duran o beden, tahtın üzerinde küçüldükçe küçülmüştü. Etrafa yaydığı enerji bulanıktı.

Sis gibiydi. Daha önce kralda olmayan bir enerjiydi. Bir şey değişmişti. Adam, ciğerlerinde kalan son havayı üflüyormuş gibi acı çekerek konuştu.

"Ozatik'in Kırmızı Fisir'i Laren İa Nagarath teşrif etmiştir."

İşitilen kadın sesi çürümeyi andırıyordu. Bir ses nasıl olur da çürümeyi andırabilirdi? Kral yavaşça başını kaldırırken hissettiği enerji değişikliği ile refleks olarak sağ elini kılıcının kabzasına yerleştirdi Laren ve kendine şaşırdı. Normalde, savaşırken kendini kısıtlamak ve etrafa daha az zarar vermek için sağlak olduğu halde sol eliyle kemerinin sağ tarafına astığı sıradan kılıcı kullanırdı.

Kraldan yayılan alışılmadık, karanlık enerjiyse tedirgin ediciydi. Bedeni savaş pozisyonuna geçer gibi olmuştu. Kasları geriliyordu fakat nedenini anlayamıyordu Laren. Başta, karanlığın kraldan yayıldığını zannetmişti ama hayır, o karanlığın kaynağı bu odada değildi. O halde kral, karanlık tarafından kontrol ediliyor olmalıydı.

Adam yavaşça başını kaldırdı. İrisleri de gözünün akı da isli bir yeşile bürünmüştü. Gözlerindeki yeşilin içinde bir solucanın hareketleri misali beyaz enerji kıvrılıyordu. Mide bulandırıcı bir görüntüyü. Hareket ettikçe kırılan kemikleri andıran sesler eşliğinde kalktı tahtından, Anarok Karbius Rakars. Derinlerden yankılanan bir kadının sesiyle konuştu.

"Bir ay sonunda bu odaya giren ilk kişisin! Normalde, odadan yükselen ürkütücü enerji yüzünden kimse kapıyı açmaya cesaret edemiyordu. Hatta saraya yaklaşmaya dahi çekinenler vardı. Odaya girenler de çok geçmeden delirdi zaten. Kimsin de benim büyümden etkilenmiyorsun?"

Sesi duyduktan sonra denilenleri dinlememişti Laren. Bir düşman, kralın bedenini yönetiyordu. Böyle bir büyü görmemiş, duymamıştı. O halde dedikodular yanlıştı. Kral hasta değildi ancak onu ele geçiren kişi, hastaymış gibi anlaşılmasını sağlamıştı.

Oluşturduğu algıyı güçlü tutmak için cücelere evlerinden çıkmamalarına yönelik emir verilmiş olmalıydı. O halde ordu da büyük oranda terhis edilip evlerine gönderilmişti.

Uyarılara rağmen yine de krallığa gelen yabancıları, olayın iç yüzünü öğrenmesinler yahut öğrenirlerse de kimseye anlatamasınlar diye zindana attırıyordu büyücü. Mihtirin'lerin enerjisi yalnızca güçlü Yasakçı'ların sezeceği kadar inceydi.

Büyücü, saraya girdiğinde kendi enerjisini hissedip yanına çağırtmış, enerjisini hissedemediği Mihtirinleri de zindanda attırmıştı. Demek, krallığa gönderdiği kelebek bu yüzden ölmüştü; büyücü, kelebeği görmüş ve sahibi olan Yasakçı'nın olayları öğrenmesini istemediği için kelebeği öldürmüş olmalıydı.

Laren'in anlamadığı, bütün bunların nedeniydi. Çözüm yolu aramaya başladı. Bir geçmişi olan bu yaşlı adamın büyü etkisinde olması onu korkutmadı. Tüm bu çıkarımları yapması ve olayların arkasındaki nedenleri analiz etmesi birkaç saniye sürmüştü.

Terhis edilen, evini bildiği savaşçıları toplamaya karar verdi. Savaşçıların, durumu bilmesi gerektiğini düşündü. Boğazını temizledi, kollarını iki yana açarak laubalice yaklaşmaya başladı krala. Laren'i yakından tanıyanların alışık olduğu o güleç ifade yer buldu yüzünde ve rol yapmaya başladı.

"Senin gibi perdeler ardında gizlenen kudretli bir büyücünün karşısında ben kim miyim? Bir düşünelim... Yüksek ihtimalle planlarını bozacak ve izini sürüp Ramatrah'a gitmeni sağlayacak kişiyim, sanırım! Eğlenceli, değil mi? Hadi oyun oynayalım!"

Kralın bedeni içinde büyücü kadının ruhu vardı sanki. Kadının sesi duygusuzdu. Fazla düzdü ve tonlamadan yoksundu. "Büyük laflar bunlar." dedi. Bozulmuştu.

Kral ellerini önüne uzattı ve normalde asla öğrenmediği bir dilde büyülü sözler mırıldanmaya başladı. Laren, yaşlı cüce sözlerine başladığı anda ileri atıldı, atikçe zıplayıp ayak ucuyla tahtın üzerine dokundu. Tahttan destek alıp kendini ileri fırlattığı esnada sol eliyle tuttuğu kılıcını çekip pencereye savurdu.

Oluşan güç patlaması tahtaları parçaladı ve Laren, dağın yamacı boyunca en üst katta bulunan kral solundan aşağı atladı. Ayakları yerle buluştuğunda yumuşak topraktan faydalanıp sarayın altındaki zindanların parmaklıklı pencerelerinden birine doğru ilerledi, çömelip yer altı zindanlarına açılan pencerenin parmaklıklarını kavradı. Hafif bir nefes alarak enerjisinin yüzde birini kullandığında, parmaklıklar parçalandı ve kadın hücreye iniş yaptı. 

Ayağa kalktı, boş hücrede ilerledi. Demir parmaklıklı kapının kilidini kırdı ve dışarı çıktı. Zindanda adımlarken onu gören nöbetçiler, kılıçlarını kuşandı. Zihinleri kendilerine ait değildi, hoyratça saldırdılar davetsiz misafire.

Laren, iki cüceden birini kafasından tutup yere yapıştırdığında tahta zemin çatladı. O sırada diğer asker kılıcıyla sağ omzunda bir kesik açtı fakat derin olması gereken kesikten kan akmadı. Laren, yalnızca arkasında cesetlerden bir yığın bırakmış olanların sahip olduğu keskin ve soğuk gözleriyle omzunun üzerinden bir bakış attı nöbetçiye. 

Ais iplikleri kesik derisi altında soluk beyaz bir ışıltı yayarken bir tutam iplik, kesik deriyi birbirine kaynaştırıyordu. Kılıcının topuzuyla korkmuş nöbetçinin kafasına vurdu ve adam bayıldığında, Mihtirin'lerin bulunduğu hücreyi armaya başladı.

"Kar-Ülgen tabii ki daha işlevsel bir eğitim yeri!" 

Hararetle soludu Jack. Zaman geçtikçe konuştukları konu içinde bulundukları durumdan çıkmıştı. Tahta parçasında oturmak bütün vücudunu ağrıttığından, ayakta konuşuyordu.

"Ama büyü yapamayanların orada işi yok. Herkese hitap eden yer, Ozatik." dedi Chris. 

Sözünü bitirdiği anda duyduğu gürültüyle Jack'e sessiz olmasını söyledi. Birileri kavga ediyordu sanki ve çok geçmeden anahtarların asılı olduğu halkayı, parmağında sallayarak yürüyen kırmızı saçlar ilişti gözüne. Laren, anahtarları kilide sokup kapıyı açtığında bile Jack, ona şüpheyle bakmaya devam ediyordu.

"Neler olduğunu öğrendin mi? Neden zindana atmışlar bizi?"

Hücreden çıkarken Chris'in soruları üzerine ekleme yaptı sarışın. "Ve neden seni de bizimle buraya tıkmadılar?" Laren, sırtını duvara yasladı. Cevaplamaya Jack'in sorusundan başladı.

"Çünkü siz yabancısınız. Ben en azından beş yıl kadar yaşadım burada ve evet, neler olduğunu öğrendim. Kral kontrol ediliyor. İşin arkasında bir büyücü var ama kim bilmiyorum. Ülkenin ne zamandır bu durumda olduğunu da bilmiyorum. Belki bir ay... Kralın içindeki büyücü öyle dedi ve liman panosundan aldığım kâğıtta da aynı zaman dilimi belirtilmişti. Büyücünün, kralın içinden taşan enerjisi çok ufak da olsa seni hatırlatıyordu Jack. Bence krala zarar vermeden üzerindeki büyüyü yok edebilirsin. Sizi izleyeceğim, gidip deneyim kazanın!"

Jack, sorgulamadı. Sonunda kendini gösterebileceği için gülüyordu ama kaşlarını çattı Chris. "Yanımızda olmayacak mısın?" diye sordu tedirgince. 

Karşılık alamadan güçlü bir sarsıntıyla sallandı saray. Dağlara çarpan güçlü bir varlığın sesi bütün Ramkarsa'da duyuluyordu. Kükreyişi, dağların içinde yankılanıyordu. Derken savaş açıldığına dair bir flüt sesi yankılandı kulaklarda. Bir Nefer flütüydü karanlıkta dans eden.

Yer sarsılmaya devam ederken tavandan parçalar dökülmeye başladı. Chris, Laren'in şeytani gülümsemesine bakıyordu. Yer sarsılıyordu ve dengede kalabilmek için duvara tutundu. Herhangi bir şeyi sormalarına gerek kalmadan açıkladı kadın. Korkutucu bir şekilde konuştu. Sanki, bu durumdan zevk alıyordu.

"Azılı bir Nefer birliğinin peşindeydi Ozatik. Teşkilatlı çalıştıklarından üyelerin yerlerini belirlemek zordu. Üstüne, birlikteki pislikler Neferleri bulmak için Kırmızı Fisir olarak yeterince çalışmadığımı söylüyorlardı!"

Kılıcının kabzasına dokunduğunda kırmızı saçları yüzüne düştü. Kaşlarını çatmaktan alnında bir iz belirmişti.

 "Atölyede Fradin ile konuştuğumda, çırağı Yannis'in bizi dinlediğini biliyordum. Oroden Panayırı da sadece bizler için değil, Neferler için de bulunmaz bir fırsattır ve o adam, ağzında laf tutmayı beceremez gibi gözüküyordu. Boşboğazlık yapıp duyduklarını söyleyeceğini düşündüm ve Fradin ile konuşurken, Ramkarsa'ya geleceğimizi söyledim. Etraftaki Neferler Yannis'in dedikodusunu duyup peşimizden gelirdi sonuçta."

Mihtirin'lerin şaşkın yüzüne baktığında, daha öğrenecekleri ne çok şey var, diye hayıflandı içten içe. Ardından da onlara öğretmek zorunda olduğu şeyler yüzünden kendi kendine yakındı. Beline uzanan kırmızı saçlarını kafasının üzerinde toplarken konuşmaya devam etti.

"Birilerinin ayağına gidecek değilim! Hele de o birileri Neferler gibi aşağılık varlıklarsa! Hah! Acılarını bahane edip can alıyorlar. Haklı çıkmışım, az önce duyduğunuz ses Nefer loncalarının savaş müziğiydi. Ayağımıza geldiler. Kral'ın kontrol altında olması ve ordunun saraydan uzakta olması işimizi uzatabilir gerçi. Cüceleri tahliye edin ben de birkaç savaşçı toplayayım."

Laren emir vermeye alışkın bir şekilde konuşuyordu. Yine de konuşmasındaki rahatlık göz önüne alındığında düşündüğümden daha güçlü olmalı, diye düşündü Chris. Laren'in gücünü, zekâsı ile birleştirdiğinde korkutucu bir portre çizdi kadın.

 Yutkunduğu sırada Jack'e baktı ve onun da en az kendi kadar gergin olduğunu gördüğünde biraz da olsa rahatladı. Laren göz bebekleri büyümüş, dumura uğramış gençleri loş zindanda bırakıp uzaklaşmadan önce derin bir tını eşliğinde son bir ikazda bulundu.

"Bu arada, Neferler A-kiir'in takipçisidir. Onun için yaşar ve onun adına savaşırlar. Sizin var oluş amacınıza bayağı tersler yani. Gireceğiniz ilk savaşta kimlerle karşı karşıya olduğunuzu unutmayın!"

Continue Reading

You'll Also Like

2.2K 232 15
Bir çarpışma her şeye bedel farklı takımı tutan 2 insan
77K 10.1K 47
Başlangıç: 18.06.2007 Bitiş: 01.06.2024 *TAMAMLANDI.* - Serinin ilk kitabı. Bir aydır merdiven altında uyanan Karsel, kuzeni İlge'nin gelmesiyle birl...
219K 19.4K 57
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
287K 25K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...