MAĞLUP

By hikayelerindeyasar

5.8M 401K 268K

Ceylin, kendi içinde yaşayan, dış dünyayla ilişki kuramayan, tek dostu kitaplar olan bir üniversite öğrencisi... More

BÖLÜM 1 "UZAKTAN"
BÖLÜM 2 "HAYAL KIRIKLIĞI"
BÖLÜM 3 "İTİRAF"
BÖLÜM 4 "SEVİLMEK"
BÖLÜM 5 "SENİ İSTİYORUM."
BÖLÜM 6 "ANLAŞMA"
BÖLÜM 7 "SORU CEVAP"
BÖLÜM 8 "YARALI"
BÖLÜM 9 "YARA BANDI"
BÖLÜM 10 "TEHDİT"
BÖLÜM 11 "TÜKENMEK"
BÖLÜM 12 "BAŞLANGIÇ"
BÖLÜM 13 "ÇARESİZ"
BÖLÜM 14 "EV"
BÖLÜM 15 "GİTME"
BÖLÜM 16 "BIÇAK"
BÖLÜM 17 "BENİ ÖP"
BÖLÜM 18 "ARKADAŞ"
BÖLÜM 19 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM 20 "SUÇ ORTAĞI"
BÖLÜM 21 "FEDAKARLIKLAR"
BÖLÜM 22 "SON BİR HAFTA"
BÖLÜM 23 "AYRILIK"
BÖLÜM 24 "VUSLAT"
BÖLÜM 25 "KALP ATIŞLARI"
BÖLÜM 26 "KORKU"
BÖLÜM 28 "HALDUN KESKİNER"
BÖLÜM 29 "PLANLAR VE BAŞIMIZA GELENLER"
BÖLÜM 30 "ALİ KESKİNER"
BÖLÜM 31 "TEKLİF"
BÖLÜM 32 "EVRİM"
BÖLÜM 33 "İFLAS"
BÖLÜM 34 "FIRTINA ÖNCESİ"
BÖLÜM 35 "MAĞLUP"
BÖLÜM 36 "MÜEBBET"
BÖLÜM 37 "FİRARİ"
BÖLÜM 38 "SUÇ ORTAKLARI"
BÖLÜM 39 "HER ŞEYİN DEĞİŞTİĞİ O AN"
BÖLÜM 40 "İHBAR"
BÖLÜM 41 "BİR 27 EKİM DAHA"
BÖLÜM 42 "İSTANBUL"
BÖLÜM 43 "BABA VE OĞUL"
BÖLÜM 44 "BEBEK"
BÖLÜM 45 "İKİZLER"
BÖLÜM 46 "PATLAMA"

BÖLÜM 27 "GÜRCİSTAN"

132K 10.7K 10.3K
By hikayelerindeyasar

Herkese merhaba, bütün gece bu bölümü yazdım, yorgunluktan ölmek üzereyim, uzun bir bölüm oldu, oy vererek ve bol bol satır içi yorum yaparak destek olmayı lütfen unutmayın <3 

Keyifli okumalar <3 

Instagram: hikayelerindeyasar        Twitter: lalmaglup


BÖLÜM 27 "GÜRCİSTAN"

Ali Keskiner'in bir anda hayatıma dahil olup babamla tanışmasından daha kötü bir şey varsa, o da babaannemle tanışmış olmasıydı.

Bütün geceyi bir otelde geçirmek zorunda kaldıktan sonra, sabah erkenden ifade vermek için karakola geçmiştik, dün evimizi basanlardan şikayetçi olurken onların da Ali'den şikayetçi olduklarını öğrenmiştik. Birinin bacağı, diğerinin kolu kırılmıştı, üçüncüsünün durumu daha ağırdı, hastanede müşahade altında tutuluyordu. Polis görevlileri meşru müdafaa olduğunu, Ali'nin bir ceza almayacağını söylemişlerdi. Bu nedenle içim rahatlarken, hemen ardından hastaneye geçmiştik, babamın durumu gayet iyi görünüyordu. Ali hastaneden taburcu işlemlerini hallederken ben de babaannemi aramıştım.

Babaannem Aydın'ın biraz dışında, ona dedemden kalan tek gözlü evinde yaşıyordu. Dünyanın en cimri insanlarından bir tanesiydi, dedemden ona pek çok şey kalmasına rağmen, ne kendi harcıyordu, ne de bir başkasına yardım etmeyi seviyordu. Bir süreliğine babamın durumunun kötü olduğunu, ben ev bakana kadar onda kalırsa sorun olup olmayacağını sorarken o kadar yarım ağız kabul etmişti ki, gidip gitmemek konusunda kararsız kalmıştım.

En sonunda Ali'de bizi bırakmak için ısrar edince buradaydık işte. Babam zorlukla yürüdüğü için Ali onu içeri taşarken, beyaz örgülü saçlarını toparlayıp kendine çeki düzen veren babaannem yanıma gelmişti.

"Bu oğlan kim kız?"

"Bir arkadaşım babaanne, okuldan."

"Ee, evlilik ne zamana?"

İri iri olmuş gözlerle babaanneme baktım. "Ne diyorsun babaanne, ne evliliği?"

"Bizimle tanıştırmaya getirmedin mi?"

"Hayır, ne tanıştırması? Babamın durumu için yardımcı olmak istedi sadece. Okuldan bir arkadaşım, bak sakın yanında yakışıksız yakışıksız konuşma."

"Aman iyi be, sen hiç bana çekmemişsin, çekseydin şimdiye takmıştın parmağına yüzüğü."

Babaannem söylene söylene eve girerken, derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım, umarım Ali'nin yanında pot kırmazdı. Zaten dünden beri içimdeki sıkıntıyı atabilmiş değildim, Ali bütün gece ben uyuyana kadar bana sımsıkı sarılmış olsa da, hâlâ huzursuzdum. Onu hayatıma bu şekilde dahil ettiğim için utanıyordum, onun bütün bunlardan sonra benim hakkımda ne düşündüğünü merak ediyordum.

Evden içeri girdiğimde babaannemin tek gözlü odasında babam ve Ali çoktan oturmuştu, babam karnını tutarak gözlerini kapamıştı. "Ee nasıl oldu bu?" diye sordu babaannem, oğlunun sırtının arkasına bir minder koyarken.

"Yok bir şey her zamanki şeyler, bu sefer paçayı çizdirmedik neyse ki." Babam gözleriyle Ali'yi işaret etti. "Aslan damat sağ olsun."

Utançtan gözlerim yanarken babaannemin gözleri Ali'ye çevrildi. "Oğlum hoş geldin."

Ali her zamanki mizacının aksine, gayet uslu ve efendi bir çocukmuş gibi başını salladı. "Hoş buldum efendim."

Ona şaşkın şaşkın bakarken, yeşil gözlerindeki muzip ifadeyle başını eğdi bana doğru. Gözlerimi devirdim.

"Ee oğlum yüzüklerinizi ne zaman takıyoruz?"

Babaannem Ali'ye yönelik sorusunu sorarken kulaklarıma kadar kızardım. "Babaanne!"

Ali pis pis güldü. "Valla bana kalsa hemen efendim ama Ceylin istemiyor."

Bu sefer hayretle Ali'ye döndüm. "Ali!"

Babaannem şaşkın şaşkın bana baktı. "Bu iş çok uzamasın, sen anneni babanı al gel yavrum, keselim sözünüzü. Öbür türlü ayıp kaçar beraber gezmeniz."

Ali başını salladı. "Bence de efendim."

Ters ters Ali'ye baktım, dirseğimi karnına geçirirken acıyan benim dirseğim oldu. Ali pis pis sırıtmaya devam etti. Dirseğimi tutarak önüme döndüm.

"O zaman, ben gidip yemek hazırlayayım. Ceylin kızım gel, sen de yardım et." Babaannem ayağa kalkarken Ali araya girdi.

"Biz aslında İstanbul'a geçeceğiz, ne kadar çabuk olursa o kadar iyi olur. Siz hiç zahmet etmeyin."

Babaannem şaşkın şaşkın bana baktı. "O niye o?"

Sıkıntıyla iç geçirdim, Ali tüm gece İstanbul'a geri dönmemiz gerektiğini söyleyip durmuş, beni yeniden ikna etmeye çalışmıştı. Mutlaka staj bulacağımı, bu sayede burada çalışmaktan çok daha iyi bir şekilde yazımı değerlendireceğimi düşünüyordu. Üstüne üstlük zaten çok değil bir ay sonra başlayan yaz okulu için gitmem gerekecekti. O yüzden el mecburen kabul etmiştim. Hâlâ ona fazlasıyla yük olacağımı düşünsem de, bu fikirden deli gibi utansamdan yapacak bir şey yoktu.

Ali'nin her şeyi dürüstlükle anlatacağını bildiğim için hemen araya girdim. "Babaanne yaz okuluna kaldım bu yıl ben, okula geçmem gerekecek. Ali de İstanbul'a döneceği için bana eşlik edecek o kadar."

Babaannemin yüzü ışıldadı. "İyi iyi, burası zaten üç kişi için fazla küçük."

Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken Ali'nin keyfi gayet yerinde görünüyordu.

"Babaanne sen babamı bir ay kadar idare et, ben okul başlamadan gelip evi tutmuş olurum," dedim hızla. "Sana daha fazla yük olmayız."

Babaannemin gözleri ışıldadı. "Bak bir ayı geçme tamam mı? Burası küçük bir yer, bana yetmiyor daha."

Başımı salladım, Ali'nin bakışlarını üstümde hissederken yine utançla yanaklarım yandı. Daha ne rezilliğimi görecekti acaba?

"Tamam babaanne."

"Oğlum sen de, elini çabuk tut, yaşı geldi geçiyor bizim kızın, yüzüğünü, anneni babanı al gel. Olmaz böyle, elalem ne der?"

Babamla vedalaşıp ayakkabılarımı giymek için kapıya ilerlerken babaannemin söyledikleriyle irice gözlerim açıldı. Ali'yi babaannemin evine nasıl getirdiğime şimdi kendim akıl sır erdiremiyordum.

"Yaşım mı geçiyor?"

Ali'nin dudakları keyifle kıvrıldı. "Hiç merak etmeyin, bir dahaki gelişimizde yüzük parmağında olur."

Ben öfkeyle ona bakarken Ali'de yanıma geldi, ayakkabılarımızı giyip dışarı çıkınca tüm öfkemi ona yönelttim.

"Bakma öyle ceylan, üzülme yaşın geçse de ben alırım seni."

"Sen dayanılmaz, katlanılamaz birisin Ali!" Öfkeyle ayağımı yere vurdum. Dün kesiklerden sonra epey yaralanan ayağım bu darbenin acısıyla sızlarken yüzümü buruşturdum. Ali'nin yüzündeki benimle eğlenen ifade kaybolurken "Hiç dikkat etmiyorsun," diye kızdı bana.

"Suçlu ben mi oldum şimdi, beni sinirlendiren sensin."

Ayağımın üzerine yumuşakça basmaya çalışınca yine korkunç bir sızı saplandı kaldı ve hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Çok geçmedi, Ali aramızdaki mesafeyi kapadı, bir anda beni belimden tutup kucağına alırken "Hiç söz dinlemiyorsun," diye soludu.

Şaşkınlıkla bir anda kendimi onun kucağında bulduğum için irkildim. "Ne yapıyorsun Ali? Biri görecek, indir beni."

"Bir sakin dur, araba şurda zaten. Ayrıca kim görürse görsün." Beni arabasına doğru rahatça, sanki bir bez bebekmişim gibi taşırken utanarak etrafı kontrol ettim, neyse ki babaannem camda değildi, etrafta da kimse yoktu. Ali arabanın yolcu koltuğunun bulunduğu yerin kapısını açarken beni koltuğa oturttu.

"Çok mu canın acıyor?" dedi yine yüzündeki ciddi ifadeyle. Ayakta dikilmek yerine oturur pozisyon alırken, eli spor beyaz ayakkabılarımı buldu. "Hayır," dedim. "İyiyim, hadi gidelim."

Ali söylediklerimi umursamadan ayakkabının bağcıklarını çözerken "Ali," dedim uyarırcasına ve ayağımı ondan çekmeye çalıştım. Ali beni bileğimden tutup biraz daha kendine yaklaştırırken "Dur," dedi sertçe. "Bakacağım sadece."

Ali spor ayakkabımı kenara koyarken, ayağımdaki beyaz çorapları da çıkardı, ayağımı çevirip ayağımın hemen altındaki dikişleri kontrol etti. "Neyse ki dikişlerin patlamamış," dedi. Hiç çekinmeden çorabımı yeniden ayağıma giydirirken genelde utancımı bastırmak için kullandığım öfkeden sıyrılıp onu izledim. İçim bu hareketi ve endişesi karşısında sıcacık olurken kalbim hızlı hızlı attı. Yutkunamadım bile.

Ali çorabımı giydirdikten sonra ayakkabımı eline alırken "Onu ben yaparım," diye uzandım yine yerini alan utançla. Ali başını bile kaldırmadı. "Ben yapacağım." Yine büyük bir ciddiyetle ayakkabımı giydirip bağcıklarını bağladı.

Başını kaldırdığında kaşları çatıktı, yüzümdeki ona hayran bakışları yakalamasın diye hızla ifadesizleştim.

"Dikkat et," dedi Ali tüm ciddiyetiyle. "Öfkeni benden çıkar, ayağından değil."

Ali benim olduğum tarafın kapısını kapatıp arabanın etrafından dolandı ve şoför koltuğuna oturdu. "Temmuzda da burası cehennem gibi sıcak." O klimayı çalıştırırken oturuşumu düzeltip şaşkın şaşkın ona baktım.

"Temmuz mu?"

"Evet, 2 Temmuz bugün."

Şaşkınlıkla irkildim, daha dün annem telefonla doğum günüm için beni arayıp Gürcistan'a davet etmişti ama henüz tarihin farkında olmadığım için daha zaman var sanıyordum. Her doğum günümde, yalnız olmaya alışık olduğum için doğum günü benim için bir anlam ifade etmiyordu, her zamanki günlerden biri gibiydi ama istemsizce içimdeki burukluğa engel olamadım.

Ali arabayı bizim evin önünde durdurduğunda, o kapının önünde otururken ben bir süre izin isteyip içeri geçtim, valizimi gerisin geri çıkartıp yazlık elbiselerimi içine doldurdum. Elimdeki tüm parayı çantama sıkıştırıp binadan çıkmadan önce ev sahibine uğradım. Ona bir aya kadar evden tamamen taşınacağımızı söyleyip eşyalarımızı alana kadar eve göz kulak olmasını söyleyip paramparça olan camların yerine yenilerini taktırması için yanımdaki tüm parayı verdim.

Yeniden Ali'nin yanına geçtiğimde, Ali İstanbul'a gideceğimiz için keyifli görünüyordu, benim için valizimi alıp bagaja yerleştirirken ben de çantamın içinde yeni yeni çalmaya başlayan telefonumu çıkarıp elime aldım. Annem arıyordu. Dünkü konuşmamızdan sonra hiç açmak istemesemde sırf kırgınlığımı, beni ne kadar etkilediğini anlamasın diye çağrıyı cevaplandırdım.

"Kızım merhaba, nasılsın?"

"İyiyim anne," dedim dün yaşadığımız onca şeyden bahsetmeyerek. Zaten umurunda olmayacaktı. "Sen nasılsın? Çocuklar, Timur Bey nasıl?"

Ali bagajı kapatıp yeniden arabaya geçerken arabanın kapısını benim de geçmem için açık bıraktı, böylelikle ne konuştuğumu da duyarken bunu benim geçmem için mi yoksa ne konuştuğumu duymak için mi yaptı emin olamadım.

"Hepsi iyiler. Bak sana çok sevineceğin bir haberim var. Uçak biletini aldım, şimdi sana mail olarak gönderiyorum. Bu gece buradasın."

Şaşkınlıkla ağzım açıldı. "Anne, dün sana söyledim, gelemem diye."

"Ay dinlemem ben öyle arkadaşlarınla doğum günü kutlamalarını falan, hiçbir şey aileden önemli değil. Bekliyorum seni bu gece. Hatta hepimiz heyecanla bekliyoruz."

Annem itiraz etmeme izin vermezken "Hadi Ceylin," dedi. "Canım kızım, hadi. Bekliyoruz."

Canım sözcüğüyle gözlerim kapanırken dudaklarımda istemsizce küçük bir tebessüm oluştu. Çok acizceydi belki, daha dün doğum gününden hemen sonra gidersin demişti bu kadın bana ama yine de kendime engel olamadım. O benim annemdi... Annem.

"Tamam," dedim. "Geliyorum. Gece görüşürüz."

Telefonu kapatırken çatık kaşlarla beni izleyen Ali'yi fark ettim. "Nereye gidiyorsun gece gece?"

Onun yanına, yolcu koltuğuna geçip otururken kapıyı kapattım. "Annem aradı," dedim açıklama yapmak ister gibi. "Benim için bilet almış, yanına gitmemi istiyor."

Ali yerinde hızla bana doğru döndü. "Nereye?"

"Gürcistan'a, Tiflis'te yaşıyorlar."

Ali yanaklarımı kızartacak kadar edepsiz bir şekilde küfretti. "Gitmiyorsun," dedi hemen sonra sertçe. "Gidip ne yapacaksın," durdu daha fazla bir argüman sunamayacağını anlayınca tekrar sertçe "Gitmiyorsun," diye emretti.

Başımı koltuğa yasladım, ben de hiç gitmek istemiyordum. Ancak bir kere gideceğimi söylemiştim. "İptal et bileti," dedi Ali yeniden.

"Gitmem lazım," dedim sessizce. "Annem çağırıyor, sadece birkaç günlüğüne orada olacağım."

Ali öfkeyle direksiyona vurdu. "Sikeyim ya. Aydın yeni bitti, şimdi de Gürcistan çıktı."

Dudaklarım yana kıvrıldı istemsizce.

"Gitme," dedi. "Gidip ne yapacaksın?" Bana doğru döndü yine ikna etmek ister gibi. "Hem-" Duraksadı. "Hem Tiflis hiç güzel bir yer değil."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, Tiflis hayatımda gördüğüm en güzel şehirlerden biriydi, gerek kendine özgü mimarisi olsun gerek has kültürüyle.

"Dediğim gibi Ali, gitmem lazım. Annem ve ailesi bekliyor. Gitmezsem sorun olur, hem bilet bile almışlar."

"Sikeyim ya, kör talihimi sikeyim."

Kıkırdamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım, Ali yeniden direksiyona vururken göz ucuyla bana baktı. "Kaç gün bari?"

O sırada annemin gönderdiği maile bakmak için telefonumu açtım, dönüş bileti 6 Temmuz tarihineydi.

"6 Temmuz."

"Yuh," dedi Ali. "Yok artık, ne yapacaksın o kadar orada?"

Şaşkın şaşkın ona baktım. "Sadece dört gün Ali."

"Dört gün kalıp ne yapacaksın, yok bir de bir hafta olsaydı! Bir gün neylerine yetmiyor, herkesi görür gelirdin işte."

Gülümsedim, daha önce bana doğum günü tarihimi söylemişti ama doğum günümün aklından çıkıp çıkmadığını bilmiyordum, o yüzden ona doğum günüm olduğunu, annemin birlikte kutlamak istediğini söylemedim.

"Yok artık Ali," dedim dalga geçercesine. "Bir gün ne?"

"Tamam iki gün yetsin bari, 4 Temmuzda dön."

Yine gülümsedim. Ali mutsuz mutsuz önüne dönerken yine küfretti.

Arabayı İstanbul'a doğru sürerken tüm yol boyunca söylenmeyi bırakmadı. Her dakika yeni bir şey söyleyip duruyordu.

"Tiflis şimdi cehennem gibi sıcaktır."

"Şimdi sen staj yapacaktın, ya sen yokken sana ulaşmaya çalışırlarsa?"

"Ayağın da kötü, tek başına nasıl gideceksin onca yolu?"

Her birine gülümseyip dururken Ali homurdanmaya devam ediyordu. Yol boyunca bir kere yemek yemek için dururken, ikindi vaktine doğru ancak İstanbul'a vardık. Uçağım gece geç saatte, İstanbul Havalimanı'ndan kalktığı için biraz daha vaktimin olmasının rahatlığıyla direkt olarak Ali'yle beraber onun evine geçtik. Ev son bıraktığımdan beri pek değişmemişti, her şey Ali'den beklediğim derli topluydu. Burası bana yabancı olmasına karşın evdeymiş gibi hissettirirken gülümsemeden edemedim.

Yeniden buraya geleceğim için valizimi burada bırakıp içinde bana Gürcistan'da lazım olabilecek giysilerimi sırt çantama yerleştirdim.Akşam üşümemek için kot ceketimi giyip hazırlanırken Ali hâlâ gitmekten vazgeçmek için geç olmadığını düşünüyordu.

"Sadece dört gün," dedim evden çıkmadan önce.

Ali benim duyamadığım bir şeyler mırıldandı. "Ne?" diye sordum.

"Yok bir şey," dedi Ali huysuz huysuz bana bakarken. "Çıkalım, madem gitmeye bu kadar kararlısın, geç kalma."

İç geçirip onu takip ederken, sürekli duygularımı frenlemeye çalışan duygularımı serbest bıraktım, dört gün boyunca hep hatırlamak için Ali'nin yan profilini zihnime kazıdım. Vakit yaklaştı, yol bitti, havalimanında dış hatlar bölümünde güvenlik kapısının hemen önünde Ali beni belimden tuttu ve kendine çekti. Yüzüm onun göğsüne gelirken başını hemen saçlarımın üzerinde hissettim, saçlarımı öptü.

"Ayağına çok dikkat et, sakın fazla zorlama, bol bol dinlen, bir şey olursa bana yazman yeterli, hemen gelirim."

Başımı zorlukla sallarken Ali'nin saçlarımdaki dudakları benden koptu, ben de başımı onun göğsünden kaldırırken uzandı ve alnımı öptü. "Çok dikkat et kendine."

Yutkunamadım, Allah'ım sadece dört gün olmasına rağmen ondan ayrılmak neden bu kadar zor geliyordu? "Sen de dikkat et, özellikle ringe çıktığında."

Ali uzandı ve tekrar öptü beni. "Sen beni düşünme, kendine iyi bak. Döndüğünde bir daha, hiçbir yere gidemeyeceksin ama uzun bir süre, haberin olsun."

Güldüm. "Beni eve de kitlersin sen."

"İyi fikir," dedi Ali. "Keşke evden çıkmadan yapsaydım."

İçten bir şekilde güldüm, Ali'nin bakışları dudaklarıma takıldı. Sıraya girmek için yanından geçecekken son bir kez daha uzandım ve bu sefer ben tüm her şeye rağmen sarıldım ona. "Kendini fazla özletmeden dön."

"Olur," dedim gülümseyerek. "Hoşça kal Ali."

"Hoşça kal, ceylanım."

***

Tiflis'e ilk geldiğimde yaşım henüz çok küçüktü. O zaman elimden annem tutuyordu. Annem... Lise mezunu, okumuş, etmiş, eğlenmeyi seven, benim aksime oldukça sosyal, neşeli ve zeki bir kadındı. Babamla henüz lise yıllarında tanışmıştı, babam o yıllar henüz mahallenin serserisi, uyanığı, bir kadının kalbini nasıl kanacağını bilen bir adam. Annemse henüz çok genç, tecrübesiz, hızla inanmış babama, kapılmış gitmiş. Annem herkesin itirazlarına rağmen ailesine sırt çevirip babamla evlenmiş, çok geçmeden ben olmuşum. O zaman, henüz daha yaşadığı aşkın hülyasına kapılı annem çok kısa bir sürede babamın işe yaramayan, ayyaş ve kumarbaz herifin teki olduğunu görmeye başlamış. Sonrası annem için bir kabusa dönüşmüş, sürekli eve babamın gelen borçluları, her gece eve sarhoş gelen babam, elinde küçücük çocuk ben... Biraz sabretmiş, ben büyüyene kadar dayanmış, sıkmış dişini ama ben artık ilkokula gitmeye başlayınca artık onun da kayışı kopmuş. Şiddetli geçimsizlik nedeniyle hemen boşanma davası açmış, beni de yanına alarak ayrı bir eve çıkmış. Boşanma davası sürerken, bana bakabilmek adına küçük bir firmada sekreter olarak çalışmaya başlamış, sekreterlik yaptığı firmanın çalışanlarından birine de aşık olmuş hızla.

Timur Yüce... Annemin ayaklarını tamamen yerden kesmiş, artık ne gözü beni, ne de babamı görmeye başlamış. Tabii o dönem, annem henüz otuzlarında genç bir kadın, Timur Bey ise annemden beş yaş büyük, eski karısı öldüğü için ona kalan üç kızıyla beraber yaşayan dul bir adam. Hızla aşık olmuşlar birbirlerine, boşanma davasının sonuçlanmasıyla beraber Timur Bey hemen anneme evlenme teklifi etmiş, hızlıca evlenmişler. Firma Timur Bey'i Gürcistan'daki işlerin başına atıyınca da hep beraber buraya, Tiflis'e taşınmışız. İlk zamanlar beni kabul eden Timur Yüce, bir yerden sonra sürekli anneme kızmaya başlamış, benim başka bir adamdan olduğumu söyleyip yüzümü gördüğünde bile annemden soğumaya başladığını anlatmış. Timur Bey'e deli gibi aşık annem de, büyük aşkını ve burada sahip olduğu iyi imkanları kaybetmek istemeyip beni kendi kaçtığı hayata, henüz daha çok küçükken, tek başıma mücadele edeyim diye babamın yanına yollamış...

O yılları pek hatırlamasam da, çocukluk anılarımdan Tiflis'i bölük pörçük hatırlıyordum. Cehennem gibi kuru sıcağını, renkli, birbiri üzerine ilişik evlerini, iklimi gibi sıcak evlerini... Annemi benden, çocukluğumdan alan bu şehri unutmak hiç mümkün değildi.

Havalimanının çıkışında esneyerek telefonumu açarken, etraftaki arabalara bakındım. Ne annemi ne de Timur Bey'i görebilirken, gelmeden önce hattıma yurt dışı kullanım paketi yüklettiğim için mutlu olarak annemi aradım. Acaba arka taraftalar mıydı, ben mi görememiştim?

"Uçak indi mi kızım?" dedi annem telefonu açarken.

"Evet," dedim. "Dışarıdayım şimdi. Siz neredesiniz?"

Annem duraksadı. "Biz gelmedik Ceylin. Sen havaalanının çıkışındaki taksilerden birine bin, ben sana adres atıyorum, onu ver gel kızım tamam mı?"

Şaşkınlıkla ağzım açık kalırken hayal kırıklığının tadı ağzıma doldu. Aklımda gelmemişler, gelmemişler, gelmemişler sözcüğü yankılanırken dudaklarım titredi. "Tabii."

Telefonu kapatırken içime çektiğim hava bile beni boğuyormuş gibi geldi. Kaç yıl sonra annemle yüz yüze gelecektik ama onda bile beni karşılamaya gerek duymamıştı...

"Tamam," dedim kendimi teselli etmek için kendimle konuşurken. "Hemen üzülme, belki arabaları tamirde falandır ya da gelmeleri zor olmuştur, karşılayamamışlardır. Üzülme, mutlaka bir sebebi vardır."

Kendi kendimi teselli ederek havaalanının önündeki taksilerden birine bindim. Annemin mesaj attığı adresi taksiciye verirken o olumlu anlamda işaret yapıp arabayı sürmeye başladı. Hâlâ içimdeki burukluğu atamazken, telefonum çaldı.

Ali arıyordu. Hızla açtım. "Vardın mı?" dedi Ali. "Yolculuk nasıldı?"

Gülümsedim. "İyiydi, vardım şimdi." Eve tek başıma gidiyorum demeye utandığım için hızla yalan söyledim. "Şimdi de eve geçiyoruz."

"Anladım," dedi Ali boğuk bir sesle. "İyi geceler o zaman sana."

Kilometre öteden beni düşünen, havalimanına kadar beni uğurlayan adam burnumun sızlamasına neden oldu, öz annemle aramızda sadece dakikalar olmasına rağmen yıllardır görmediği kızını ziyaret etmeye gerek duymamıştı.

"İyi geceler."

"100 GEL." Taksicinin söylediği ücreti uzatırken, İstanbul havalimanında kredi kartımdan para çekip kur üzerinden parayı çevirmeyi unutmadığım için kendimi tebrik ettim.

Geldiğim evin önünde sırt çantamı omzuma takarken her şeye rağmen gülümsedim. Belki bu ziyaretim, ben ve annem için yeni bir başlangıca sebebiyet verirdi. Umutla gülümsedim ve oldukça eski bir mimariye sahip, mavi binadan içeri girdim, en son katta oldukları için dört kat merdiven çıktım ve nefes nefese bir şekilde kapıya vurdum.

Kapıyı annem açtı. Yılların onun güzel yüzüne kazandırdığı çizgilere rağmen hâlâ çok güzeldi, saçlarını siyaha boyuyordu, dudaklarında tatlı bir gülümseme oluşurken "Ceylin," dedi. "Aaa, saçların kızıl olmuş."

İki yabancı gibi baktık birbirimize. Ben beni tutup sarılmasını beklerken, annem bir adım geri çekildi ve gülümseyerek beni eve davet etti. "Girsene içeri. Aman sessiz ol, Timur ve kızlar seni bekleyemeyip yattılar, onları uyandırmayalım."

Umut dolu gülümsemem hızlıca silindi, biri sanki göğsümün tam ortasına tekme atmış gibi hissederek öylece kaldım.

İçeri girerken aslında tek yapmak istediğim hızlıca kendimi dışarı atmak, giden taksiye yetişmek, havaalanına geri dönmek ve İstanbul'a gitmekti. Ben mi çok alınganlık ediyordum bilmiyorum ama annem yıllar sonra beni gördüğü için sarılmadı bile, "Sessiz ol, kızlarımı uyandırma," dedi.

Onun arkasından eve girerken annem uzandı ve kapıyı kapattı. "Gel," dedi. "Sen de yol yorgunusundur, sana oda hazırladım. Oraya geç. Dinlen bu gecelik, yarın sabah kahvaltı da konuşuruz artık."

Tebessüm edebilmek için kendimi zorladım. Geniş odaya bakarken hava bilmem kaç derece sıcak olmasına rağmen üşüdüğümü hissettim.

Annem daha fazla bir şey söylemeyip odada beni yalnız bırakırken elbiselerimi bile çıkaramadan kendimi yatağa bıraktım ve sesimi kimse duymasın diye, sessiz sessiz, yastığımı ısıra ısıra ağladım.

***

Diğer gün sabah kahvaltısında bir kot bir gömlek giyip bütün gece ağladığım belli olmasın diye, çökük göz altlarımı kapatıcıyla kapamaya çalışıp odamdan dışarı çıktım. Timur Bey'in önceki ölen eşinden olma üç kızı vardı. İsimleri Ecrin, Ayşegül ve Beste'ydi. Beste en küçükleriyken, Ayşegül en büyükleriydi ve ikimiz yaşıttık.

Beni görünce hepsi olduğu yerden doğruldular. "Aa Ceylin Abla saçlarını kırmızıya boyamışsın." İlk konuşan Beste olurken, Timur Bey başını kaldırdı ve göz göze geldik. Soğuk soğuk bana baktı. Bu bakışlar altında bir kere daha neden burada olduğumu sorgularken "Herkese merhaba," dedim yarım ağız. Annem oturduğu yerden kalkıp gülümseyerek bana Timur Bey'in diğer yanını gösterdi. "Gel böyle Ceylin, günaydın."

Onların bakışları altında oraya doğru yürürken yer yarılsa da içine gireyim diye dua ediyordum bir yandan. "Hoş geldin," dedi Timur Yüce tüm soğukluğuyla. Ona baş hareketiyle cevap verirken annemin hemen yanında oturan Ecrin ve Ayşegül de "Hoş geldin," dediler.

"Hoş buldum."

Başımı eğip onların soğuk bakışlarından kurtulmak ister gibi tabağıma odaklanırken Timur Bey masadan kalktı. "Ben işe gidiyorum, akşam geç gelirim. Size afiyet olsun."

Onun apar topar daha tabağındakileri bitirmeden masadan kalkmasında benim varlığımın payı olduğunu düşünürken annem Timur Bey'i uğurlamak için ayaklandı. "Ben de seni geçireyim."

Onların gitmesiyle beraber kızlarla baş başa kaldık. Ecrin bana döndü. "Yarın senin doğum gününü kutlayacakmışız."

"Kutlamaya gerek yok," dedim cılız bir sesle.

"Olur mu öyle, benim her sene birbirinden farklıdır doğum günlerim mesela, her sene farklı bir konsept yapıyoruz. Kostümlü parti olur, köpük partisi olur." Ecrin güldü.

"Aman," dedi Ayşegül yandan. "Ceylin ne anlar onlardan."

Başımı kaldırdım ve gözlerimi Ayşegül'e diktim. "Gerek yok zaten, ben buraya kutlama yapmaya değil annemi görmeye geldim."

"Yanlış anlama," dedi Ayşegül, masadan kalkarken. "Sen çok içine kapanık bir kızsın ya, o yüzden dedim."

"Anlamam," dedim sahte bir gülümsemeyle.

"O zaman ben çıkıyorum, dışarıda olacağım. Malum ev kalabalık bugün. Görüşürüz."

Ayşegül'ün de yanımızdan ayrılmasıyla ne hissedeceğimi bilemezken hemen şimdi bende kalkıp gitmemek için zor tuttum kendimi. Kimsenin beni bu evde istediği yoktu. Annem bile mutlu görünmüyordu ki... Yutkunamadım.

"Sen bakma ona," dedi Ecrin elini omzuma atarken. "Hadi bir şeyler ye," dedi. "Çok solgun görünüyorsun."

Titreyen çenemi sıkmaya çalışarak bir şeyler yemek için kendimi zorladım ama lokmalar ağzımda büyüyor, boğazımdan aşağıya gitmiyordu.

Annem ve Ayşegül'ün sesini duydum az sonra, salonun girişinde konuşuyorlardı. "Çok güzel olmuşsun bugün, canım kızım."

Başımı onlara çevirdim. Canım kızım lafı irkilmeme neden olurken, benim yıllar sonra annemden duyduğum için buraya gelmeme sebep olan bu tamlamayı onların her gün, her saat duyduğunu düşününce içim yandı. Ayşegül evden çıkmadan önce benim anneme sarıldı ve yanağını öptü. "Hoşça kalın." Annem de sımsıkı sarılışına karşılık verdi. Beni, öz kızını yıllar sonra görünce sarılmayan kadın, içten bir gülümsemeyle üvey kızına baktı ve onu uğurladı.

Fark edilmemek için başımı yeniden masaya çevirirken artık tir tir titriyordum. "Sen iyi misin?" dedi hemen yanımda Ecrin. Ona doğru dönerken annem de masaya doğru ilerledi. Zorlukla başımı salladım.

"Evet yaptınız mı kahvaltınızı?" diye sordu annem masanın başında.

"Ceylin Abla hiçbir şey yemedi," dedi Beste hızla.

Annem bana dönerken hızla ayağa kalktım, daha fazla dayanamayacaktım. "Ben odaya geçip biraz dinlenirsem daha iyi olacak, dün saatlerce hem araba hem uçak yolculuğu yaptım, hâlâ yorgun hissediyorum."

Annem başını salladı. "Bir şeye ihtiyacın olursa seslen."

Kırıklarım göğsüme batarken her şeye rağmen gülümsedim. Bütün hayatım boyunca yaptığım gibi. Kırıldım öyle ki parçalara ayrıldım ama kimselere göstermedim."Tabii, teşekkür ederim."

Arkamı dönüp odama ilerledim, dün eve girmeden önce kurduğum umutlar gelirken aklıma dudağımın kenarı hüzünle kıvrıldı. Ne ummuştum ne bulmuştum...

Odama girip yatağa uzanırken gözlerimi sıkı sıkıya kapadım. Keşke hiç gelmeseydim, neden gelmiştim ki, Ali gelme demişti, keşke onu dinleseydim. Mesafeler insanı korur...

Bütün gece olduğum yerde giderek küçülüp ağlamamak için kendimi zor tutarken içeriden Ayşegül'ün ve Timur Bey'in seslerini duydum. Onlar geldiğine göre çoktan saat epey geçmişti. Annem olduğunu tahmin ettiğim kişi odama girerken gözlerimi yummaya ve uyuyor numarası yapmaya devam ettim, kapı yeniden kapanırken en iyisinin bu olduğunu biliyordum. Onların huzurlu ve mutlu ailelerinin arasına girmeyecektim. Bir fazlalık olmayacaktım.

Diğer gün, yirmi dört yıl önce bugün doğduğum güne gözlerimi açtığımda çalan kapıyla beraber zorlukla yerimden kalktım. Beste içeri girerken heyecanla konuştu. "Ceylin Abla doğum günü pastası alıyoruz sana, pastan çikolatalı olabilir mi? Ben en çok çikolatalı seviyorum da."

Gülümsemek için kendimi zorladım. "Tabii canım."

"Yaşasın, izin verdi!" Beste güle oynaya dışarı çıkarken dizlerimi karnıma çekip bir süre boşluğa baktım. En sonunda tüm hayal kırıklarımı bugünlüğüne kenara bırakmaya karar verip ayağa kalktım. Çantamdan bir şort, beyaz bir tişört çıkartıp üzerimi değiştirdim. Saçlarımı tarayıp neredeyse ağlayacakmış gibi olan ifademi düzeltmeye çalıştım. Telefonumu elime alırken dün Ali'den gelen onlarca cevapsız çağrıyı gördüm. Onu geri aramaya hiç halim yokken, telefonu kapatıp şortumun cebine koydum. Yatağımı toparlayıp odadan dışarı çıktığımda annem hemen salonda oturuyordu, Timur Bey yoktu.

"Günaydın Ceylin, dinlenebildin mi?"

"Evet," dedim kahvaltı masasında dünkü yerime otururken. Annem bana kenardaki hazırlanmış bir bardak muzlu sütü uzattı. "Al iç bunu, mideni biraz yatıştırır, dün de bir şey yemedin."

Başımı heyecanla kaldırırken, annemin gözlerinin içine baktım, beni mi düşünüyordu? Belki beni de sevdiğine dair içimde küçük bir umut oluşurken hayatımda içtiğim en tatlı sütten bir yudum aldım.

"Anne Beste'nin içmediği sütü Ceylin'e mi veriyorsun, alemsin." Ayşegül kenardan güldü.

Beni özel olarak düşünmediğini anlarken kendi çocuksu umuduma gülesim geldi.

"Akşam mı olacak doğum günü kutlaması?" diye sordu hemen yanımdaki Ecrin. "Ben arkadaşlarıma söz vermiştim, katılamayacağım."

"Ben de," dedi Ayşegül. "Kusura bakmazsın artık Ceylin."

"Aa," dedi annem. "Olur mu öyle şey? Bugün benim tam yirmi dört yıl önce ilk anne olduğum gün, kutlamayacak mıyız hep beraber? Ben tüm ailem beraber olsun istiyorum."

Ayşegül gülümsedi, anneme kollarını dolayıp yanağını öperken "Senin içinse, o başka sultanım. Akşam buradayız," dedi.

İçime çektiğim soluk bile ağırlaşırken, hayatımın en kötü gününün var olduğum gün olması karşısında dudaklarımı büktüm. Çabucak vaktin dolmasını ve buradan gitmeyi istiyordum. Çabucak.

Yine akşama kadar dinlenme bahanesiyle odama geçerken kimse yargılamadı. Annem bile, yıllardır görüşmüyoruz, odana gitme, zaten sınırlı günümüz var, beraber vakit geçirelim demedi.

Yatağa uzanıp bakışlarımı tavana çevirirken akşam olana kadar hiçbir şey yapmadan öylece durdum. Akşama doğru telefonumu tekrar elime aldığımda, Ali'den yine bir düzine cevapsız çağrı gördüm. Hızla onu geri ararken Ali telefonu ilk çalışta açtı.

"Nerdesin sen?" Ali'nin endişenin daha ağır bastığı öfkeli sesini duydum. "Dünden beri onlarca kez aradım."

"Kusura bakma," dedim cılız çıkan sesimle. "Dönüş yapamadım."

"İyiyim," dedim. Sonra acıyla gülümsedim. "Biliyor musun sıkıldım buradan, dediğin doğruymuş, iki gün yeter de artarmış."

"İyi değilsin," dedi Ali yine endişeyle. "Nerdesin sen?"

"Annemin evindeyim." Burnumu çektim. "Keşke orada olsam ama."

Ali'den cevap gelmedi, hatta olup olmadığına bakmak için telefonu kulağımdan çekerken aramanın çoktan Ali tarafından sonlandırıldığını gördüm. "Belki bir işi çıkmıştır, arar yine," deyip tekrar dizlerimi kendime çektim.

Beste tekrar odamın kapısını tıklattığında daha geç bir saatti. "Ceylin Abla hadi gel, mum üfle."

Zorlukla ayağa kalkarken istemeye istemeye Beste'nin arkasından gittim, annem orada gülümseyen gözlerle kızlarına bakıyordu. Beni görünce pastayı işaret etti. Hayatımdaki ilk doğum günü pastama bakarken hüzünle gülümsedim.

"Hadi Ceylin Abla mumları üfle ve dilek dile."

Hiç dilek dilemeden düz bir ifadeyle mumları üflerken, doğum günü heyecanını yaşayan bir kız değil, sevindirilmek istenen bir yabancı gibi hissediyordum. Beste ve annem alkışlarken Timur Bey'in soğuk bakışlarımı üzerimde hissettim, ardından dönüp mutlu bir şekilde gülümseyen anneme baktı.

"Hanım, bir benimle içeri gelsene." Annemi içeri çağırırken annem gülümseyerek ona baktı. "Geliyorum hayatım."

"Ayşegül siz pastayı dilimleyin."

Ayşegül oflayarak yerinden kalkarken Ecrin elindeki telefondan başını kaldırmadı. "Ben mutfaktan tabakları alayım," dedim Ayşegül'e zahmet olmaması adına. Bana başını sallarken bir kere su içmek için gittiğim mutfak yolunu yürüdüm.

"Bu kızı burnumun dibine soktuğun yetmiyor gibi, bir de doğum gününü kutluyorsun!" Timur Bey'in sert sesini duyarken olduğum yerde kulak kesildim. "Daha kaç kere sana istemediğimi söylemem lazım. O adamdan olma kızını etrafta görmek istemiyorum! İstemiyorum!"

Gözlerim dolarken içimde kalan son umutla annemin ona karşı çıkmasını bekledim. "O benim de kızım!" dedi annem. "Duyacak şimdi, yıllardır göremiyorum, bir kere olsun birkaç günlüğüne sabredemez misin?"

"Edemem," dedi Timur Bey. "İstemiyorum ya evimde! İstemiyorum! Ev benim değil mi, istemiyorum!"

"Tamam," dedi annem. "Bu gecelik sabret, yarın göndereceğim. Sakin ol."

Gözyaşları gözlerimden ardı ardına döküldü. Yine gönderilecek olan ben... Tıpkı yıllar önce, çok küçük bir çocukken öylece gönderildiğim gibi.

Bayılmamak için kenara tutunurken "Sadece bu gece," dedi Timur Bey ve mutfaktan bir hışım çıktı. Onunla göz göze gelirken hıçkırıklarımı zorlukla bastırdım. Benim gözyaşlarımı umursamadan yanımdan geçip gitti, çok geçmedi bir dakika sonra annem arkasından geldi.

"Ceylin!" Annem şaşkın şaşkın baktı. "Kızım duydun mu her şeyi?"

"Bana kızım deme!" dedim öfkeyle. "Sen benim annem değilsin."

Annem bana doğru ilerledi. "O nasıl laf?"

"Ya ben sana ne yaptım?" diye gözyaşlarının boşaldığı gözlerle ona baktım. "Ne yaptım? Kendi kanından olmayan çocukları bile sevgiyle büyütüyorsun ama bana şu yaşattığına bak? Ben sana ne yaptım?"

"Kızım-"

"Bak hâlâ kızım diyorsun, sen beni yıllar önce terk ettin, daha küçücük bir çocukken kendine bile bakamayan babama bıraktın! Sen öylece çekip gittin, bana ne olacağını umursamadın bile. Ama ben bir umut hâlâ seninle görüşüyorum, belki beni seversin, belki bana canım kızım dersin diye! Senin dünyan bu adam olmuş, varsa yoksa Timur Yüce ve kızları!"

Annem bana doğru bir adım attı. "Yanlış anladın."

Hıçkırıklarım arasından zorlukla konuştum. "Beni buraya niçin çağırdın? Sizin mutlu aile tablonuzu göreyim diye mi? Bana hiç anne olmamış annemin başka çocuklara nasıl kol kanat gerdiğini göreyim diye mi?" Yutkunamadım. "Sen beni yıllar önce terk ettin ama ben belki yeni bir başlangıcımız olur diye buraya geldim. Ne kadar da acınasıyım!" Yutkunamadım, annemin kirpikleri titredi. "Benim için artık yoksun sen. Tamamen bittin."

Bana verdikleri odaya girip sırt çantamı aldım. Annem arkamdan geldi. "Nereye gidiyorsun? Bu saatte iz bilmediğin şehirde ne yapacaksın, gel bak bir daha konuşalım sakin sakin. Timur öyle demek istemedi."

"Hâlâ bana o adamı savunuyorsun! Mutluluklar dilerim size! Rahat bırak beni!" Onun kollarından kurtuldum. "Ne yapacağımı da çok düşünüyormuş gibi davranma lütfen. Sen ben daha küçücük çocukken bile bu kız o adamla ne yapar, her gün evini biri basarken nasıl sağ kalır diye düşünmedin! Ben şimdi kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyorum, kimseye ihtiyacım yok, şimdi hiç düşünme."

Dışarıya doğru yürürken "Ne biçim konuşuyorsun sen," dedi annem. "Annenim ben senin!"

"Annelik karında büyütmekle olmuyor! Yürekte büyütmekle oluyor! Sen benim annem değilsin, olamazsın."

Kapıyı çekip çıktım, gözyaşları içerisinde merdivenleri inerken hıçkırıklarım boğazıma diziliyordu.

Zorlukla, karanlıkta yürüyebildiğim kadar yürüdüm. Hava aydınlanana kadar dışarıda kalmayı ve sabah ilk iş olarak yoldan bir taksi çevirmeyi umarken güçsüzce yere çöktüm. Gözyaşları artık neredeyse yüzümü yıkarken kendime ve yalnızlığıma ağladım.

Bir anda çiseleyen yaz yağmuru nedeniyle yüzümü yukarı kaldırıp gözyaşlarımın temizlenmesini beklerken bir ses duydum. Sesin geldiği yöne doğru dönerken beni herhangi birinin görmemesini diledim.

"Ceylin?" dedi tanıdık ses. Oraya doğru dönerken, hızla ayağa kalktım.

"Ali?" Şaşkınlıkla ona baktım. "Senin ne işin var burada?"

Ali öfkeyle soluklandı. "Ne işim mi var? Aklım çıktı sen öyle konuşunca! Zaten doğum günün için gelecektim, sen öyle konuşunca nasıl geldiğimi bilemedim! Uçağın saatini bekleyemedim, o saatte direkt buraya uçakta yoktu, aktarma yapıp sınırdan gelmek zorunda kaldım. Gelince seni aradım ama telefonun kapalıydı, bu sefer babana ulaşıp annenin adını, numarasını öğrenmem gerekti. Annen de çok endişeliydi, seni aradığını söyleyince aklım çıktı." Hıçkırarak ona baktım.

"Seni saatlerdir arıyorum, evinizin her tarafına baktım, biraz daha bulamasaydım delirecektim!" dedi Ali öfkeyle. "Sense kimseye haber vermeden çekip kayboluyorsun. Gecenin karanlığında, tek başına hiç bilmediğin bir ülkede." Beni tutup sarsmak isterken başımı kaldırdım ve hüzünlü bakışlarımı gördü. Daya yeni sormak aklına geldi. "Neden yağmurun altında tek başına bekliyorsun? Neden her şeyi bırakıp gittin?"

Başımı kaldırdım, yağmur gözyaşlarımı sakladı. "Çünkü bugün kutlanılacak bir gün değil." Bacaklarımı kendime çektim. "Hiç doğmamış olmayı dilerdim."

Ali aramızdaki mesafeyi kapatırken, yanıma geldi. Daha yeni gecenin karanlığında gözyaşlarımı fark etti. "Ceylin," dedi tüm öfkesine rağmen endişeyle. "Ceylin?" Hızla yüzümü ellerinin arasına aldı. "Güzelim neyin var?"

Ağlamamı durduramadım.

"Ağlama," dedi gözyaşlarımı silerken. "Ağlama."

Hıçkırıklarımı zapt etmeye çalışırken zorlukla konuştum. "Neden ki?"

"Ağlama işte," dedi tek eli yumruk şeklini alırken. "Sen ağlayınca göğüs kafesime yumruk yemişim gibi oluyor."

Hıçkırıklarımı durdurmaya çalışırken, Ali belimden tuttu ve kemiklerimi kıracak kadar şiddetli bir şekilde sarıldı bana. "Sikeyim," dedi. "Seni üzen dünyanın belasını sikesim geliyor."

"Beni buradan götür," dedim hıçkırıklarımın arasında. "Bu şehir bana sadece annem tarafından terk edildiğimi hatırlatıyor."

Ali beni sımsıkı sarmayı hiç bırakmadı, konuşma ihtiyacıyla yandım. "Annem... Ben ona ne yaptım ki, neden beni istemedi, neden hiç sevmedi? Neden gitti benden?"

"Gitsin," dedi Ali. "Senin kimseye ihtiyacın yok. Sen hayatımda tanıdığım en güçlü kadınsın."

"Değilim," dedim. "Her şeye rağmen annemin beni sevmesini bekledim, belki yeni bir başlangıcımız olur diye umdum. Beni terk eden kadından sevgi bekledim ben."

"Şşh," dedi Ali beni sımsıkı sarmaya devam ederken. "Öylesin," dedi. "Sen tanıdığım en güçlü kadınsın, senin kıymetini hiçbir zaman anlamayacak insanlara değmez bu gözyaşların."

Benden ayrıldı, ben beni bırakacak zannederken belimden tutmaya devam etti ve tüm gözyaşlarımın üzerinden dudakları geçti. "Geçti," dedi. "Geçti."

Bu kelimeler tüm yaralarıma şifa olurken "Gidelim burdan," dedim. "Lütfen."

Ali beni hızla kucağına aldı. "Ne yapıyorsun?" diye çığlık attım şaşkınlıkla. Ali umursamazlıkla dünyanın en normal şeyini yapıyormuş gibi beni yanıtladı.

"Doğum günü kızını taşıyorum."

"Ali!"

Giderek şiddetini arttıran yağmur damlaları ikimizi de sırılsıklam ederken Ali beni sımsıkı tutmaya devam etti. Geceyarısı olduğu için arkamızdaki kilisenin çanı çalarken Ali "Hassiktir," dedi. "Doğum günün geçiyor."

Ona şaşkın şaşkın bakarken beni tutmaya devam etti ve ceketinin cebindeki kutuyu çıkardı. "Bu senin için."

"Bu ne?" dedim şaşkınlıkla kutuyu açmak için uzanırken. Kutunun içinde küçük bir ceylan figürü bulunan şık bir mücevher vardı. Tam ağzımı açıp bununla ilgili konuşacaktım ki Ali "Şimdi onu boş ver, zamanımız geçiyor," dedi. "İyi ki doğdun, ceylanım."

"Hissettiğin her şeye rağmen iyi ki doğdun, sen olmasaydın ne yapardım ben?"

Uzandı ve yağmurun altında beni kendine doğru çekerken dudakları dudaklarımı buldu, benim gözlerimin kenarından dökülen yaş onun dudaklarında ilerledi. Her zamanki tutkulu öpücüklerinin yerine ruhumdaki yaraları iyileştirmek ister gibi öptü beni Ali, onun dokunuşu karşısında tir tir titrerken şifam o oldu.

Benden ayrıldığında yutkunmakta zorlandım. "Ben hep seninleyim," dedi Ali. "Olmamı istediğin an yanındayım."

Hissettiklerimin yoğunluğuyla ona baktım. Hiçbir şeyi bastırmadım, beni terk edip gitmesinden korkmadan, bana öz anne ve babamdan daha yakın olan bu adama karşı, ilk defa sesli bir şekilde duygularımı itiraf ettim.

"Sana çok aşığım Ali..."

***

Yeni bölüm alıntısı yarın saat 19.00'da Instagram: hikayelerindeyasar hesabında olacak <3 Herkesi beklerim <3

Oy vermeyi lütfen unutmayın, yeni bölümde görüşmek üzere <3

Continue Reading

You'll Also Like

934K 56.1K 46
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
1.3M 39.5K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
1.8M 29K 51
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
1.2M 35.3K 70
Bir berdelle kaç kişinin hayatını kurtarabilirsin? Bir berdelle kaç kişiyi hayatından edebilirsin?