Yedi Saniye Virüsü | TAMAMLAN...

Por DacyGazelle

220K 26.2K 36.5K

Bilim Kurgu | Romantik | Her şey üç buçuk yıl önce Güney Afrika'da başladı. Güney Afrika'da Tabari adında ell... Más

TANITIM | TEASER VİDEOSU
BÖLÜM 1 ⚜ KAPANIN SAHİBİ
BÖLÜM 2 ⚜ GİTMEDEN ÖNCE
BÖLÜM 3 ⚜ TANIMIYORUM SENİ
BÖLÜM 4 ⚜ CİĞERİNİ DELDİM
BÖLÜM 5 ⚜ YOK MU BİR ÇARESİ?
BÖLÜM 6 ⚜ KURŞUN ASKER HİKAYESİ
BÖLÜM 7 ⚜ SAKİN KALMALIYIM
BÖLÜM 8 ⚜ NEDEN BEN?
BÖLÜM 9 ⚜ HADİ TUT ELİMİ
BÖLÜM 10 ⚜ YAVRU CEYLAN
BÖLÜM 11 ⚜ YOKUŞ
BÖLÜM 12 ⚜ BİR YALANI YAŞIYOR
BÖLÜM 13 ⚜ BİRBİRİNİZİ ÇEKİYORSUNUZ
BÖLÜM 14 ⚜ O KIZIN ADI
BÖLÜM 15 ⚜ YENİ KAMP
BÖLÜM 16 ⚜ Ş.D. KİM?
BÖLÜM 17 ⚜ SENİ KAYBEDEMEM KAPANIN SAHİBİ
BÖLÜM 18 ⚜ AZRAİLİNE GÖTÜRÜYORUM SENİ.
BÖLÜM 19 ⚜ ...O KİŞİNİN SEN OLMASI
BÖLÜM 20 ⚜ ZAMANI GELDİ
BÖLÜM 21 ⚜ AVINI KAPANA KISTIRDI
BÖLÜM 22 ⚜ KURBAN EDİLEN ÇOCUK
BÖLÜM 23 ⚜ UMUDU ÖLDÜRMEK
BÖLÜM 24 ⚜ YAKLAŞMA!
BÖLÜM 25 ⚜ UZAK DUR
BÖLÜM 26 ⚜ HAİN
BÖLÜM 27 ⚜ MİRZA KORKMAZ
BÖLÜM 28 ⚜ UNUTTUM
BÖLÜM 29 ⚜ AYNI SAFTAYIZ
BÖLÜM 30 ⚜ ENFEKTE
BÖLÜM 31 ⚜ ÜÇ HARF, BİR KELİME
BÖLÜM 32 ⚜ SAVAŞ MEYDANI
BÖLÜM 33 ⚜ GÖK GÜRÜLTÜSÜ
BÖLÜM 34 ⚜ NE ZAMAN YAKALADIM SENİ
BÖLÜM 35 ⚜ HAYALET TARAF
BÖLÜM 36 ⚜ ÖLÜME GİDEN YOL
ÖZEL BÖLÜM ❝Çift Çizgi❞
BÖLÜM 37 ⚜ DİRENİŞ
BÖLÜM 38 ⚜ YARA BANDI
BÖLÜM 39 ⚜ KULÜBE | YSV'NİN 1. YILI
BÖLÜM 40 ⚜ GARİP BİR BURUKLUK
BÖLÜM 41 ⚜ EMİR'İN İNİ
ÖZEL BÖLÜM ❝YENİ YIL❞
BÖLÜM 42 ⚜ SÖYLE
BÖLÜM 43 ⚜ ÂN
BÖLÜM 44 ⚜ AMA EN ÇOK...
BÖLÜM 45 ⚜ KIRMIZI FULAR
BÖLÜM 46 ⚜ KABUS
BÖLÜM 47 ⚜ DOĞUM
BÖLÜM 48 ⚜ KAVUŞMA GÜNÜ
BÖLÜM 50 ⚜ ZERRE
BÖLÜM 51 ⚜ KÖTÜLÜK VE UMUT
SEZON FİNALİ
SON SÖZ
Aşı Sonrası 1 || MEKTUP
Aşı Sonrası 2 || GÜLÜMSEMEN
Aşı Sonrası 3 || KAPI
Aşı Sonrası 4 || İSPATLA
Aşı Sonrası 5 || LANETLİ KAN
Aşı Sonrası 6 || UMUT
Aşı Sonrası Final || KIRMIZI FULARLI KIZ

BÖLÜM 49 ⚜ KAMP 54

2.3K 277 259
Por DacyGazelle

İkinci kez hoş geldiniiz 😂

Sevdim bu işi ya uff smmdndldnöd


Gözümüzde kalplerle okuyalım hadi bakalıım 😂💕

Alt Başlık ⚜ "Kapanın asıl sahibi sensin. Hep sen oldun."

ERTESİ GÜN

İşte evim bellediğim, işte manevi ailemle tanıştığım, her bir sokağını ezbere bilip benimsediğim, insanlarına aşina olduğum yer. Kamp 54. Yeniden kavuştuk. Yeniden evime geldim. Annemi ve babamı arkamda bıraksam da ablamları gelmeye ikna edebilmiştim. Annem de ara sıra uğrayacaktı. Buraya ilk geldiğinde gitmek için direten Kapanın Sahibi de yanı başımdaydı. Burası gerçekten bir yuvaya evrilmişti benim için.

Araba direkt olarak abimle Deniz'in kaldığı evin önünde durmuştu. Nuri amca bu evi ikisi için ayarlamıştı ama bundan sonra bu ev artık dört kişiye yuva olmuştu.

Hep beraber arabadan indiğimizde abime "Biz eşyaları alırız, siz girin." dememle dördü eve doğru yürümeye başladı. Mirza arabayı evin önündeki kaldırımın yanına park edince Eslem'le bagajdan eşyaları aldık.

Mirza elindeki anahtarı cebine koyarken arabanın kenarından gözüktü. Eslem elindeki iki çantadan birini onun eline verip "Ben gittim!" diyerek abimlerin arkalarından açık bıraktığı kapıya yürümeye başladı. Kapanın Sahibi elimdeki iki büyük çantaya bakıp kaşlarını çatarak iki çantaya da uzanınca birini vermemek için direttim. "Ev şurası zaten. Bırak, taşırım ben."

Ciddi bir ses tonuyla "Yaranı zorlayıp duruyorsun." diyerek gözlerime aynı ciddiyetle bir bakış atıp çantaları elimden çekti.

"Dikkat çekmemeye çalışıyorum."

"Açıkçası diğerlerinin üzülmesi hiç umurumda değil." Başıyla evi işaret edince yavaşça yan yana yürümeye başladık.

"Şimdilik kimsenin bilmesini istemiyorum." dedim sessizce. O da sessiz kaldı. Bir şey söylemesini beklerken sessiz kalmıştı. Sanırım bu istediğime bir anlam veremediği için susmayı tercih etmişti.

İçeri girdiğimizde Eslem çantalara bakıp, gülen bir ses tonuyla "Oy oy! Sevgilisine kıyamazmış da!" dediğinde onun neşesi bana geçmemişti. Kendimi direkt olarak ablamın olduğu odaya atarken Mirza'nın uyarıcı bir ses tonuyla "Eslem..." dediğini duydum. Ne kadar şakayla karışık bize takılsa da aslında canımızı yaktığını bilmiyordu.

Ablam yatakta kucağındaki Özgür'ü pışpışlıyorken abim de kucağında Deniz'le beraber yanına oturmuş, ikisine bakıyordu. Bakışlarındaki huzuru gördüğümde içime öyle bir his yayıldı ki, sanki onun mutluluğu bana geçmişti. O hissiyatı her bir zerremde hissediyordum. Mutluydular, sonunda birbirlerine kavuştukları için, huzurlu ve tamamlanmıştılar. Hemen ardından bunun sadece onların içlerindeki huzurun, mutluluğun ve heyecanın yansıması olduğunu ve benim hiçbir zaman bu hissiyatı yaşamayacağım gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarptı. Psikolojik olmuştu artık biliyordum ama ameliyat yaramın tekrar sızlamaya başladığını hissettiğimde odaya girdiğim gibi dışarı çıkmam bir oldu.

Beni görmeyen ve kendi aralarında tartışan Eslem ve Mirza'nın konuşmalarına şahit oldum.

"Abi ne dedim ben şimdi ya? Niye kızıyorsun? Utandın değil mi? İtiraf et." Sonra bu dediğine kısa bir kahkaha atıp elini kaldırarak konuşmak için ağzını açan abisini susturdu. "Utanmak ve sen? Pardon kendi dediğime kendim güldüm."

"Eslem farkında değil gibisin, o zaman ben sana söyleyeyim. Şu sıralar pek şaka kaldırabilecek psikolojimiz yok."

"İyi de abi gelip sana eşek şakası mı yaptım sanki, ne var bu dediğimde? Allah Allah! Sen de pek korumacı olmuşsun." Eslem cümlenin sonuna doğru alınmış gibi kaşlarını kaldırmış, yüz ifadesi düşmüştü. Bilmediği için onun tavrını anlamıyordu, Mirza ben söylemek istemediğim için söyleyemiyordu, araları bozulsun istemezdim. Söyleyecektik, bir ara...

Eslem abisinin yanından geçip koltuğa otururken Mirza da sıkıntıyla bir nefes verip elini saçlarıyla alnının arasındaki yere koydu. Tüm kasları gerilmişti, bedenini çevirdiğinde benimle karşılaştı. Bakışları anında yumuşarken yüz ifadesini öyle masum bir şefkat ele geçirdi ki o an kendi bakışlarımı görmek istedim.

Yanıma gelirken ellerini kaldırıp başımın iki yanına koymuş, yüzünü de yüzüme yaklaştırmıştı. Kaşlarını hafifçe çatmış ve yüzündeki sorgu dolu ifadeyi destekleyen bir biçimde havaya kaldırarak alnının kırışmasına sebep olmuştu. "Ne oldu sana güzelim benim?"

Ağzımı açmak için bir hamle yapmamla ağlayacağımı hissedip dudaklarımı birbirine bastırmaya karar verdim. Bakışlarımı ondan çektiğimde dudaklarını alnıma bastırıp ellerini yüzümden omuzlarıma götürdü ve beni yürüterek bir odaya soktu. Kapıyı ardımızdan örtüp omuzlarımdaki elleriyle bir yere oturmamı sağladı.

Anlatmak istemiyordum. Bir sandalye bulup dizlerimiz birbirine değecek yakınlıkta tam karşıma oturmuş, soru işaretleri dolu bir yüz ifadesiyle benden cevap bekliyordu. Anlatırsam üzerdim onu, çaresiz bırakırdım, elini kolunu bağlardım. İstemiyordum, zaten yeterince üzülüyor, kendini suçluyordu. Üzerine tuz biber ekmeyi istemiyordum.

"Neyin var?" Ilık avuç içini yanağıma yaslayıp başparmağını gözümün bitiş kısmında hafifçe gezdirmeye başladı.

"Ağlayasım geliyor arada. Özel bir şey yok."

"Şura..." Öyle bir tonla söylemişti ki adımı, inanmadığını anında anlamıştım.

Ağlamıyor, kendimi tutuyordum. Şu sıralar o kadar duygusaldım ki. İtiraf ediyordum artık, duygusaldım. Bunun bir sürü sebebi olabilirdi. Bedenim kendindeki eksikliğin farkına vardığı için bana bu hormonları gönderiyor ve bu şekilde yas tutuyor olabilirdi ya da içine edilen psikolojimin ruh sağlığımı korumak için kaldırdığı bir kalkan da olabilirdi bu gözyaşları. Ve en kesin olanı ise ne zaman Kapanın Sahibi'nin yanında olsam içimden gelen ağlama isteğiydi. Uzun zamandır birbirimizden uzak kalışımız gözyaşlarımın içimde birikmesine sebep olmuştu belki de?

Dudaklarımı yalayıp oturduğum yerden kalktım. Bir adım bile atmadan ellerimi boynuna dolayıp kucağına oturdum. Başımı da boyun girintisine yerleştirmiş, boynuna küçücük bir öpücük bırakmıştım. "Biraz böyle dursak, konuşmasak?"

O da bir elini belime, diğerini de sırtıma koymuş şakaklarımdan öpüp "Peki." diyerek uzatmamıştı çünkü anlamıştı. Yaramı görmüş, öpmüş, gözyaşları akıtmıştı o da. Yan yana durmuş, aynı acıyı farklı bedenlerde hissediyorduk. Ama biliyordum ki acının sızısı tamamen aynı da olsa şiddeti, keşkelerimiz ve çaresizliğimizle doğru orantılı bir şekilde artıyordu.

Bir süre sessiz kalıp burnumun değdiği yerde atan nabzını, sıcaklığını hissetmiş, ciğerlerimi kokusuyla doyurmuştum. Deniz ve Eslem'in dışarıdan gelen seslerini daha fazla göz ardı edemedik. Başımı boynundan kaldırdığımda yüzüm yüzünün tam dibinde duruyordu. Boynunda duran elimin tekini yanağına koyup başparmağımı hafifçe dudağının kenarıyla yanağını arasında hareket ettirerek sevmeye başladım. Tam gözlerinin içine bakıyordum. Usulca konuştum.

"Teşekkür ederim."

Uzatmadığın için, her zaman beni anladığın, saygı duyduğun için, her şey için.

Dudaklarında hafifçe bir gülümseme belirdi. "Sen iyice ağlakçı olmadan şu ağlamaların için de caydırıcı bir şey bulmalıyım."

Kaşlarımı kaldırıp "Böyle bir yöntemin vardı yani?" diye sordum.

Alınlarımızı birleştirip gözleri kısılana kadar gülümsedi. "Kendimi açık etmiş oldum?"

"Duygusal değilim ben." dediğimde dudaklarını yaladı, bence bunu gülüşünü gizlemek için yapmıştı. "Ama nasıl caydırıcı bir şey bulacağını merak ettim."

Elini yüzümden belime indirdi. Alnını alnımdan kaldırmadan başını hareket ettirip burnunu yavaşça yanağıma sürttüğünde bir anlığına gözlerimi yumdum. "Deneye yanıla en caydırıcı olanı bulurum ben."

"Bulamazsın, ben onları çoktan aştım çünkü." Alnını uzaklaştırıp gözlerimin tam içine baktı, bir süre sonra o muzip bakışları yavaşça yüzünde belirirken konuştu.

"Ben öyle bir şeyden bahsetmiyorum ki. O nereden çıktı?"

Kaşlarım derince çatılırken içimde beni rahatsız eden o hissiyatla baş başa kaldım. Yüzüme bakıp bir cevap bekliyordu bir de. Ne bileyim? Ya ne bileyim ben şimdi!

Devam etti ama keşke etmeseydi.

"İnsanın fikri neyse zikri de odur derler."

"Sen en iyisi uzatma Kapanın Sahibi, sus." Ellerimi boynundan çekip ayaklarımı yere bastım ve gevşeyen kollarının arasından çıkıp kapıya doğru bir adım attım. Bileğimi sarıp beni tekrar kucağına çektiğinde eğer kolları beni engellemeseydi kucağından kalkmak için neredeyse çırpınıyordum.

"Bırak ya! Bırak."

Göğsü hafif kahkahalarla sarsılıyorken kurtulma çabamı engelleyerek enseme koyduğu eliyle başımı boynuna bastırdı ve kollarıyla üst bedenimi sardı. Kilitlenmiş kalmıştım.

"Duygu geçişlerinle oynamama izin vererek ekmeğime yağ sürüyorsun." Başımın üstüne naif bir öpücük bırakırken nefesimi kontrol altına almaya çalışıyordum. "Bak seni caydırdım çünkü çok kızdın. Bahsettiğim şey bu."

Başımı boynundan kaldırıp yüzüne bakarken burnum çenesinin hizasında kalmıştı. O da başını eğince burunlarımız birbirine değdi. "Oynuyorsun benimle. Hoşuna gidiyor bu."

"Hoşuma gidiyor evet. Ama buna oynamak demeyeceğim çünkü senin de hoşuna gidiyor." Kaşlarımı derince çattım. Bazen yüzüne bir tane vurasım geliyordu, nasıl bir hoşa gitmekti bu?

"İnkar etmeye kalkma bile. Bakışlarımın değiştiğini gördüğünde gözlerin parlıyor. Kızıyorsun ama heyecanlanıyorsun da." Bakışlarının değiştiğini gördüğümde gözlerim mi parlıyordu? İstemeden kendimi ona açık etmiştim sanırım. Tamam doğru. Bazen heyecanlanıyordum, doğruydu evet ama bunu bilmese de olurdu.

"Ayrıca..." deyip birden vazgeçmiş gibi sustu. "Neyse bunu sonra konuşuruz."

"Neyi? Merak ederim ama, neyi?"

Ciddi yüz ifadesi art arda sorduğum sorularla yumuşadı. Cevap vermeyeceğini düşünmüştüm ama beni şaşırttı.

"Senin fikrin hakkındaki görüşlerimi."

Yüzündeki eğlenen ifadeye bakıp kaşlarımı çattım. Ne görüşü olabilirdi ki? Şimdi daha çok merak etmiştim. Hem o sonradan kastı ne zamandı? Beni sıkıştırmaya çalıştığı besbelliydi, sormak istiyordum ama onun değişiyle ekmeğine yağ sürmemek için içimde tuttum. Zaten söylemeyecekti.

Cevap vermeyişimle gülümsemesi normal halini aldı. "Çabuk öğrendin."

Tam dibimde yüzünde hafif bir gülüş, sıcacık, içimi ısıtan ses tonu, karşımda gözlerimin tam içine bakan gözleriyle onu öpmemek için kendimi zor tutuyordum. Eğer şu senin fikrin diye başlamayacağını bilsem tutmazdım ama... Ah! Aklıma bir şey gelmişti.

Kollarının arasında kalan elimi çıkartmak için bir hamle yapınca kollarını gevşetti. Tek elimi çıkartıp parmaklarımı ensesine koyarken, avcumun içi de boynunun yanına değiyordu. Gülüşü yüzünden silindi, bakışları bir anlığına dudaklarıma kayıp tekrar gözlerime çıktı.

"Senin ateşin yok mu?" diye sordum.

Güldü. "Olsun mu?"

"Yok olmasın olmasın. Ben bir kontrol edeyim ama belki vardır?"

"Yoktur ya?" Kaşlarını yapmacık bir şekilde çatmıştı.

"Ee bakmadan bilemem, sen de yani!" Ne diye diretiyordu ya şimdi?

"Yok yok, olsa hissederdim ben. Hadi içeri gidelim." Tek kelimeyle dumura uğramıştım. Şaka yollu da olsa ilk defa reddetmişti beni. İçim garip bir hüzne bürünürken sessizce "Peki." deyip başımı kapıya çevirdim.

Burnunu çenemin yan tarafına, gözlerini de yanağıma yasladığında şaşırsam da asıl şaşkınlık dalgası konuştuğunda geldi. "Duygusal sevgilim benim." İçime garip bir heyecan yayılırken kalbim de aynı anda hızlı atmaya başlamıştı.

Bana daha önce de sevgilim demişti ama bu daha farklıydı.

Başını yüzümden uzaklaştırıp hafifçe yanağımdan öpünce başımı ona çevirdim. Sıcacık bakışları yüzündeki naif gülüşüyle birleşmiş, kalbimin atış hızını ikiye katlamıştı. Çok güzel bakıyordu, ne kadar güzel bakıyordu öyle? Ben ona nasıl bakıyordum acaba?

"Saçma sapan konuşma desene. Hak ettim bunu."

"Duygusal değilim ben." Gülen dudaklarını birbirine bastırınca yanak kasları gerildi. Dudaklarını hafifçe büzmüştü. Ben ne ara onun dudaklarına bakmaya başlamıştım?

"Benim yanımda öylesin." Neden gerçekleri konuşuyorduk ki şimdi? Niye konu açıp duruyordu mesela, neydi bu naz? Ben bu kadar naz yapmamıştım bir kere.

Bakışlarımı gözlerine çevirdiğimde o da bakışlarını gözlerime çıkardı. Demek ben ona bakana kadar o da benim dudaklarıma bakıyordu. "Ateşin falan yok senin, bakmayacağım."

Gülümsedi. "Bunu dediğine göre senin ateşin olmalı." deyip beklemeden dudaklarını dudaklarım üzerine kapatırken içimde biriken heyecan sonunda göğe yükselip bir havai fişeğin dağılan ışıkları gibi vücudumun içinde patladı ve tüm bedenim dudaklarımın üzerindeki yumuşak hareketlerin verdiği yoğun hissiyatla kıvrandı. Kollarımı boynuna sardığımda, belim bir yay gibi kıvrıldı ve üst bedenim onunkine yaslandı. Deli gibi atan kalbimi hissettiğine emindim. Dudaklarının dudaklarım üzerindeki her hareketi güçlü bir heyecan dalgasını da beraberinde getiriyorken kapalı gözlerim karanlığa değil de apayrı bir dünyayı görüyordu sanki. Başka bir evrendeydik. İkimizin sonsuza dek mutlu yaşayacağı büyülü bir evren.

(Yazar favori şarkısı Seni Dert Etmeler'e gönderme yapıyordur... Sözleri devam ettirelim hadi.)

Dışarıdan Deniz'in kahkahasını duyduğumda aniden geri çekildim. Nerede olduğumuzu unutmuştum. Her şeyi unutmuştum, bir an için sadece biz vardık. Sadece ikimiz.

Kapıya çevrilen bakışlarımı ona döndürdüğümde ciddi bakışlarıyla karşılaştım. Kısaca dudaklarını yalayıp yutkundu ve kısık bir sesle konuştu. "Gidelim hadi."

Alnımı alnına yasladığımda gözlerimdeki gözlerini dudaklarıma indirdi. Öpmek istiyordum onu. Kalbim hala deli gibi atıyor, bedenim ona çekiliyordu ama burada aile vardı, aile!

"Abimin bizi basmamasına şaşırdım. İçimde kaldı resmen. Yokluğunu hissediyorum şu an."

"En olmayacak yerde basar..." deyip sustu ve derin bir nefes alıp "Gidelim." diye devam etti. Belimdeki gevşeyen ellerini hissettiğimde boynundaki kollarımı sıktım.

"Şura..." Gözlerini yummuş, yapma der gibi söylemişti adımı.

"Kapanın Sahibi?" Dudaklarına küçük bir öpücük bırakıp geri çekildiğimde gözleri hala yumuk ve bir tepki vermemişti. İçten içe güldüm. Beni kızdırırken de benim şu an aldığım kadar keyif alıyor muydu acaba? 'Biz ne de güzel anlaşıyoruz böyle?' diye düşünüp gülesim geldi. Gayet eğlenceli ve hareketli bir ilişkimiz vardı.

Yarım dakika sonra konuştuğunda dediği tek şey "Kalk kucağımdan." olmuştu.

"Yoo. Benim yerim gayet rahat." Cümleyi tamamladığımda gözlerini açtı ve bir şeyin farkına varmış gibi hafif bir şaşkınlıkla gözlerimin içine bakmaya başladı. Artık benim de bir yerim olmuştu, ben buna gülümserken bence onun aklına da kendi yeri gelmişti.

"Senin yerin..." diye cümleye başlamam aniden bedenimi kucaklayarak ayağa kalkmasıyla yarım kalmıştı. Şokla karışık hafif bir çığlık atmış kollarımı sıkıca ona dolamıştım.

"Sonra konuşacağız."

"Konuşuyorduk ne güzel, medeni medeni?"

Başını hafifçe yana yatırıp sabır dilermiş gibi kaşlarını kaldırdı. Kapının önüne geldiğimizde bilerek yüzüme bakmıyordu. Güldüm.

Dirseğiyle kapıyı açtığında Eslem ve Deniz'in olduğu yere çıkmıştık. Deniz bizi gördüğünde neşeyle "Aaa! Mirza abi! Ben de istiyorum!" diye bağırıyordu.

Mirza beni koltuğa bırakıp ellerini çekerken sessizce "Senin fikrini... Akşam medeni bir şekilde konuşacağız." dedi. Medeni derken kelimeyi vurgulamış oluşuyla gülümsedim. Özel olarak bir şey yapmıyordum ki her şey içimden geliyordu.

Mirza bana arkasını dönüp Deniz'in kollarının altından tutarak havaya kaldırınca yeğenim heyecanla bir çığlık attı. Eski neşesine kavuştuğunu görmek beni çok mutlu ediyordu.

Abim odadan çıktığında gülmemek için kendimi tuttum. Nerelerdeydin abi? Yokluğunu çok hissettik.

"Kızım?" deyip Kapanın Sahibi'nin kucağındaki yeğenimin yanağından öptü ve saçlarını okşadı. "Parka gitmek ister misin?"

"Olur!" Kampın içerisindeki çocuk parkı hala duruyordu. Ardından başını Eslem'e çevirdi ve o da durumu hemen anladı. "Eğer işin yoksa?"

Eslem koltuktan kalkıp elini Deniz'e uzattı. "Hadi Minik Kuş gidip salıncak kapalım."

İkisi evden çıktığında Mirza'yla ben koltukta yan yana otururken abim karşımızdaki koltuğa oturmuş, birkaç dakika sonra ablam da onun yanına oturmuştu. Yüzünde bir gülümseme vardı. "Uyudu mu?"

"Uyudu uyudu. Ablasının çığlıklarından etkilenmiyor." Ben de gülümsedim. Sonunda Deniz'i kardeşiyle tanıştırmıştık. Büyük bir tepki vermemişti. Ablam onu kucağından bıraktığında gidip başında bekliyor, yüzünü ve ellerini inceliyor arada bir onun hakkında sorular soruyordu.

Abim direkt olarak konuya girdi. Ciddi bir konuşma yapacağını bekliyordum zaten. "Ne yapmayı planlıyorsunuz gençler?"

Bu soru çok fazla anlama çıkar, farklı yönlerde cevaplar verilebilirdi. Başımı çevirip Mirza'ya baktım. O da soruya nereden cevap vereceğini anlamamış gibiydi. Ablam bizden önce konuşmaya başladı. "Yani biz diyoruz ki, bitsin. Çok yorulduk, çok yoruldunuz. Babam her şeyi halledecek. Burada ailemizle beraber mutlu mesut yaşayalım."

Sırtımı dikleştirip ciddi bir ses tonuyla konuştum. "Bir şey yapmayın, kabullenin diyorsunuz yani?"

Abim başını yavaş yavaş yanlara sallarken devam ettirdi. "Biliyorum çok acı çektiniz ama artık son bulsun. Size de yazık, siz tamam deyin yeter ki. Bitsin."

Buz gibi bir sesle konuştum. "Bizim alınacak bir intikamımız var."

Kapanın Sahibi de benim hemen ardımdan ciddiyetle konuşmaya başladı. "Kimseye ihtiyacımız yok. Bizim intikamımız size bulaşmaz Gökhan. Siz mutlu mesut yaşamaya devam edersiniz."

Abim hiddetle konuşmaya atladı. "Lan oğlum ben onu mu diyorum şimdi!" Ablam sinirlenen abimin omzuna elini koyup onu sakinleştirmeye çalıştı. "Hayatım sakin ol."

Abim eliyle çenesini sıvazlayıp içli bir nefes aldı ve birazc daha sakin bir şekilde konuşmaya çalıştı. "Kaybınızın..." deyip dudaklarını yaladı ve "Farkındayım. İntikam istiyor olmanız normal. Ama hadi bu sefer bir şekilde atlattık, bir sonrakinde atlatamayabilirsiniz. Bitsin artık. Sizin için de en iyisi bu. Konyadaki intikamınızı en ağır şekilde alır, merak etmeyin."

"Hasan'ın gözümün içine baka baka acı içinde çırpınışını görmeden benim için hayat devam etmeyecek. İntikamımı almadan rahatlamayacağım. O benim ellerimde ölecek, acı içerisinde..."

Ablam şok içerisindeki yüz ifadesiyle "Şura..." dediğinde bakışlarımı ondan kaçırıp dizlerine indirdim. Cani gibi görüyordu beni.

Kapanın Sahibi bir an cümleye başlayıp ne söylediğini anlamama fırsat olmadan konuşmayı kesti ve tekrar devam etti. "Malum yerlerine tabancayı boşaltmadan içim rahat etmez."

Ablam şokla "Siz kafayı yemişsiniz." derken onun gözlerinin içine bakamıyordum.

Mirza devam etti. "İnan bana, bize yaptıklarının yanında bu hiçbir şey."

Abim "Hak ediyorlar, her türlü işkenceyi, her şeyi." dediğinde ablam "Sus Gökhan. Anlamaya çalışıyorum ama bunlar çok... Çok canice." Hiçbir şeyin farkında değildi, hiçbir şeyin. Üç sene boyunca bir eve tıkılı kalmıştı, ne yaşadığımıza dair hiçbir fikri yoktu.

"Abla sen hala eski dünya düzeninde olduğumuzu sanıyorsun."

"Bilmiyorum Şura. Gitmeni istemiyorum. Yetmedi mi bu kadar işkence? Yetmedi mi çektiklerin?"

"Çektiklerimin hepsini ona çektirmek için gideceğim. Yoksa atlatamam abla. Ölene kadar bu kişiyle mi yaşamak istersin? Bak halime!" Elimle yüzümü gösterim. "Yüzüme sen benim kardeşim değilsin, sen tanımadığım bir canisin der gibi bakıyorsun! Senin yüzüne bakamıyorum ben abla, karşında onlarca insan öldürdüm senin! Düzelmek istiyorum, içimi soğutmak istiyorum." Derin bir nefes alıp ablamın şaşkın olduğu kadar hüznü de içinde barındıran gözlerine baktım. "Eski Şura olamasam da en azından hatırladıkça acıyan yaramın sızısını dindirmek istiyorum. Bunu kimse için yapmayacağım." Kaşlarım acıyla büküldü, çatlayan sesimi duyurmak istemediğim için sessizce devam ettim. "Kendim için yapacağım bunu. Kimse karışamaz."

Sustu ablam. Gözleri yaşardı. Abim kolunu onun sırtından sarıp omzuna hafif hafif vurarak teselli etmeye çalıştı. Mirza elimi tutup hafifçe üzerini öptü. Ayağa kalktık. Kapıdan çıkmadan önce içeriye doğru "Biz biraz dolanalım. Tekrar uğrarız." dedi.

Sokakta yürürken elini omzumdan sarmış, ben de başımı göğsüne yaslamıştım. Sonbaharda olmamıza rağmen hava güzel ve parlaktı. Ciğerlerime dolan temiz hava iyi gelmişti.

Beraber Derenlerin evine gittiğimizde herkesin orada olduğunu gördüm. İçimde öyle bir özlem birikmişti ki. Herkes buradaydı, Fuat, Can, Sevil abla, Melek, Deren, Nalan teyze, Ümit, Tuğkan herkesle teker teker sarıldık. Etrafta koyu bir sohbet dönüyordu. Deren yorulunca onunla beraber odasına gittim. Aslında doğuma kadar konakta kalacaklardı ve Deren ne kadar yataktan kalkmaya bile üşense de hepimizin kampa geri döneceğini duyunca yorgunluğu birden ortadan kaybolmuştu.

Elimi ellerinin arasına aldı. Gözlerinde saf bir mutluluk vardı. "Bilge bitti değil mi her şey? Yeniden evimize kavuştuk, çok mutluyum. İnan bana o kadar mutluyum ki."

Ne diyeceğimi bilmiyordum, ikilemimin farkına varıp sordu. Ona kesin bir cevap vermeyecektim, o zaman ameliyatı da anlatmam gerekirdi. Şimdilik bunu bilmesine gerek yoktu. Zaten ha doğurdu ha doğuracak diye bekliyorduk. Biraz daha zamanı vardı. "Bilmiyorum, belki intikam almaları için yardım etmeye giderim."

"Saçmalama! Macera mı arıyorsun!"

Göğsümü şişiren derin bir nefes alırken "Boş ver bu konuyu şimdi, kesin bir şey yok zaten." diye geçiştirmeye çalıştım.

"Bak sakın! Aklından bile geçirme, ben bu çocuğu sensiz büyütemem anladın mı!"

Gözlerimi devirirken şakacı bir ses tonuyla "Hemen de öldürdün beni Deren!" diye takıldım.

"Tövbe de kızım! Ben onu mu diyorum? Şimdi sen intikam diye gidersin, sen yokken doğuramam yani. Ablanın ikinci bebeği ama bizim ilk göz ağrımız bak, asla ama asla ayırma kayırma yok! Sen benim bebeğimin teyzesisin."

Gülerken "Yok artık! Ablamı mı kıskanıyorsun?" dedim.

Kaşlarını çatmış kırgın kırgın bakıyordu. "Ne güzel bebeğim tek bebek olacaktı ama Bilge... Şimdi pabucumuz dama atıldı."

"Saçmalama Deren ya." Ben gülerken o ağlamak üzereydi. Elini gözlerine doğru yelleyip "Of, niye böyle oldum ben?" diyordu.

"Sen ayrısın, ablam ayrı."

"İşte ayrıyız ben de onu diyorum. O öz!" Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başlayınca yatakta ona yaklaşıp sarıldım.

"İyice saçmaladın şimdi. Onun öz olması hiçbir şeyi değiştirmez. Sen de benim ailemsin, kardeşimsin, dostumsun. Çoğu zaman sana sığındım ben. Birbirimizin ailesi olduk. Hep de öyle olacağız. Ablamın gelmesi bizim açımızdan kötü değil, çok iyi oldu çünkü artık senin de bir ablan oldu."

Kollarını belime sarıp hüngür hüngür ağlamaya başladığında sırtını sıvazlayarak ağlamasının durulmasını bekledim. Ablam da Deren de çok duygusaldı, belki duygusallık konusunda onlardan etkilenmiş olabilirdim. Geçecekti bu duygusal hallerimiz, hepimiz yavaş yavaş eski halimize dönecektik.

Kapının tıklandığını duyduğumuzda Deren benden ayrılıp eline aldığı mendille gözlerini silerken, içeri giren Can "Niye ağlıyor benim karım?" dedi. Gözlerimi kocaman açmış "Karın mı?" diye sorduğumda Deren sesini yükselterek konuştu.

"Nereden karın oluyormuşum be!"

"Alın yazım olmuşsun benim. Karım demem bu kadar etkilememeliydi."

Ben de "Bir an biz yokken evlendiniz falan sandım." dedim.

Can eğlenen bir ses tonuyla yatağın karşı tarafına oturdu. "Evlendik aslında." deyip Deren'e baktı. Nasıl yani? Devam etmesini bekledim. "Bundan sonra bu ev bizim. Üçümüz kalacağız. Evlendik yani."

Deren Can'ın gözlerinin içine bakarak elindeki mendile burnunu sümkürüp "Kelime oyunu yapıyor zavallı." deyince kahkaha attım.

"Evladımın anası, bak. Yakında dünyaya barış getireceksin yahu. Hala böyle göndermeler falan? Yakışmıyor ilişkimize." Sonra bana dönüp onay almak ister gibi kaşlarını kaldırarak sordu. "Artık bu işi resmiyete bağlamalı, yüzüklerimizi parmağımıza geçirmeliyiz değil mi?"

"Aynen öyle, ben de diyorum artık taksak şu yüzükleri. Yani resmiyet henüz işleme koyulamıyor ama söz uçar yazı kalır, imza falan atarsanız. En azından Deren keyfine göre seni kocalıktan atamaz."

Can'la beraber kahkaha attık. "Harbi canı sıkıldıkça atar beni evden de kocalıktan da."

Deren bizim aksimize gözlerini kısmış "Çok beklersiniz bundan sonra. Bekleyin bekleyin imzayı gider atarım bir gün." diyerek somurtuyordu.

Kapı tıklanınca Fuat ve Mirza da içeri girmişti. Fuat neşeli bir ses tonuyla konuştu. "Oo demek bizden habersiz kaynatıyorsunuz burada?"

Can eliyle yatakta boş yeri gösterip "Gelin gelin tarafımız güçlensin." dedi. Fuat Can'ın yanına otururken Mirza da benim yanıma gelmişti. Ben yatakta düz oturan Deren'e dönük olduğum için sırtım onun göğsüne değiyordu. Can ve Fuat konuşurken Mirza elini karnımın üzerinden sarıp enseme küçük bir öpücük bıraktığında çapraz elimi karnımdaki elinin üzerine koydum. Başparmağını oynatarak karnımın üzerini okşuyordu.

"Can?" diye seslendim. "Sen ne dedin daha demin? Dünyaya barış getirecek falan?"

Can'ın yüzünde haylaz bir gülüş belirdi. "Öyle yapacak." Deren sümüklü mendilini onun kucağına atınca kaşlarını kaldırıp mendile baktı. Fuat ona kahkahalarla gülünce Can hariç herkes gülmeye başladı.

"Adını Barış koymaya karar verdim. Çok güzel ve anlamlı, beğendim."

Can ilk defa ciddiydi ama bu ciddiyeti bile tam olarak ciddi sayılmazdı. "Hala verdim diyor ya! İkimizin çocuğu olduğunu unutuyorsun."

Deren sinir olmuş gibi gözlerini tavana çevirip sesli bir nefes verdi ve onu duymamış gibi bize baktı. "Mirza'nın isim anlayışını çok beğendim. Sizin çocuğunuza ne ismi koyarsınız bilemiyorum artık. Kapan, fular, kırmızı falan?" deyip gülünce tüm bedenim buz kesti.

Mirza'nın karnımın üzerinde oynayan parmağı donakalmış, nefesini tutmuştu. Can ve Fuat da gülüp espri yaparken biz olduğumuz yerde kaskatı kesilmiştik. Ameliyat yaramın sızısı yukarı tırmandı, o sızı büyük bir acıya dönüşürken onun üzerine içimi paramparça edecek olan bir yara daha eklendi.

"İkinci çocuğu da onlara yakın bir zamanda yaparız, kardeş gibi büyürler değil mi çocuklarımın anası, müstakbel karıcığım?"

Gözlerimi yumdum. İçime kesik bir nefes çekerken ayağa kalktım. Hissettiğim o acı büyük bir düğüm olup boğazımı parçalayarak yukarı tırmanıyordu sanki. Bizim hiçbir zaman bir çocuğumuz olamayacağı için onların da ikinci çocukları olmayacaktı o zaman. Herkes hayal kuruyordu, bu hayallerin hiçbiri gerçek olamayacaktı. Yıkılan tek kişi biz olmayacaktık.

Deren'in "Bilge? Ne oldu?" diye sorduğunu duydum ama hiçbir şeye cevap verecek durumda değildim.

Mirza da ayağa kalkmış, elini belime koyarak hiçbir şey demeden ikimizi de o odadan çıkartmıştı. Çok kötüydüm, şu an cidden o kadar kötüydüm ki. Bu yolda yalnız değildim. Beni en çok üzen de yalnız olmayıp onu da buna mahkum ediyor oluşumdu. Hissettiğim acının aynısını hissettiğini bilmek ve elimden hiçbir şey gelmemesi beni daha da derine gömüyordu.

O gün akşama kadar bir türlü kendime gelemedim. Benim durumumun onu da etkilediğini biliyordum. Bir süre sadece sessizce yürüdük, Deniz'le parkta oynadık, biraz Sevil ablayla oturduk sonra dışarıda gördüğümüz kişilerle sohbet ettik. Furkan ve Batu bu akşam toplanma gecesinin olduğunu söylediğinde şaşırmış ama aynı zamanda sevinmiştim de. Çay ve kahve içmeye ihtiyacım vardı.

Akşam olduğunda bizimkilerle beraber toplanma gecesinin olduğu yere gittik. Uzun süre sonra ilk defa yapılıyordu. Emir olayları kampımızı çok etkilemişti ama tekrar normalleşmeye başlamıştık.

Bizimkilerle beraber ateşin etrafındaki kütüklerin üzerine oturmuş, kahvelerimizi yudumluyorduk. Geçen sefere göre Deren, Can, Caner ve Tarık eksikti. Arkada tanıdık bir şarkı çalıyordu. Başımı Kapanın Sahibi'nin omzuna yatırmış, gözlerimi ateşe dikmiştim. Hava hafifçe esiyor, ateşin çıtırtıları gitar sesine karışıyordu. Uzaktaki yolda ağaçlara bağlanan ışıklara baktım bir an, sonra ışıkların altındaki insanlara... Birbirleriyle şakalaşıyor, ellerinde bardaklarıyla dans ediyor ya da kahkaha atıyorlardı. Benim içimdense hiçbir şey yapmak gelmiyordu.

Fuat'ın bana seslendiğini duyduğumda başımı kaldırdım. Öğlen neden aniden gittiğimizi sorduğunda Mirza sonra anlatacağını söylediği için üstelemiyordu. "Ne bu haller? Ruhun çekilmiş gibi ya! Kalk bir yürüyelim, kendine gel."

"Yok ya. İyiyim böyle."

Dudaklarını birbirine bastırıp kabullendi. "Çay almaya gidiyorum, size de alayım mı?"

"Olur."

Mirza "Ben giderim. Sen burada kal." deyince şaşırdım. Niye gidiyordu ki? Fuat gidecekti zaten? Bunalmış mıydı acaba? Olabilirdi.

Fuat bir an sessiz kalsa da Mirza'nın kalkmasıyla benim yanıma oturdu. Ses tonundaki üzüntünün farkına varmak beni kabuğumun içine doğru biraz daha itti. Onu da üzüyordum. Herkesi üzüyordum. "Ne bu haller kızım ya? Canlan biraz. Kurtulduk işte."

Bakışlarımı yakalayıp "Yoksa? Devam mı?" diye sordu.

"Devam tabii ki Fuat. Bize çektirdiklerini çektirmeden düzelemem ben."

"Saçmalama Bilge, yapma bunu bak. Daha kötüsüne hazır değilim."

"Ben iyi olacağım. Sonucu ne olursa olsun. Onu ellerimle acı çektirirken iyi olacağım."

"Bilge..." Ses tonundaki yalvarışı duymazdan geldim.

"Konuşmayalım. Benim fikrim değişmeyecek." Başımı çevirip yüzüne baktığında ateşin yansıdığı üzgün bakışlarını gördüm. Onu neşelendirmek amaçlı "Eslem'i anlat sen bana." dediğimde aniden belini doğrultup başını arkaya çevirdi.

"Mirza gelecek şimdi."

Bu tavrı beni güldürdü. "Korkuyor musun sen ondan?"

"Eslem'in bile doğru düzgün haberi yokken Mirza'nın duymasını istemem. Boşu boşuna gelin güvey olmak bu."

"Eslem'in haberi yok ne demek? Ee olsun haberi, neyi bekliyorsun? Sahi o nerede?"

"Gelir birazdan, Deniz'le ilgileniyordu en son." Onun ne yaptığını biliyor olması bile çok hoştu.

"Bence söylemen için çok güzel bir ortam. Artık tehlikeyi de atlattınız." Kelimenin sonunda kullandığım ekle kaşları çatılınca elimi kaldırıp "Hiç başlama. Sen benim dediğimi düşün. Ben Mirza'yı oyalarım."

Başını yukarı aşağı salarken dudaklarını yaladı, gözlerini ateşe dikmiş düşünüyordu. "Tamam. Yapacağım."

"Ne yapacaksın?" Mirza'nın sesini duyduğumuzda Fuat telaşla ayağa fırladı. Onun telaşına karşılık gülmüştüm. Mirza ise Fuat'ın tavrındansa benim gülüyor oluşumu yadırgamış gibiydi.

Fuat kütüğün üstünden atlayıp "Ben gideyim de çay falan alayım." diyerek uzaklaştığında Mirza elindeki üç bardağa bakış attı.

"Ben ona almıştım zaten." Kütükte tekrar yanıma oturup Fuat'ın bardağını ayaklarımızın dibine bıraktı. "Neyi var onun?"

"Boş ver ya." Yüzümdeki gülüşe odaklanmıştı.

"Keyfini yerine getirdiği için şimdilik sorgulamıyorum ama kapanmadı bu konu." Başımı hafifçe yukarı aşağı sallarken bardağın üstünden tüten dumana üfleyip dudaklarımı bardağa yaklaştırdım. "Çok sıcak, hemen içme."

Birden çalan şarkının melodisi değiştiğinde içime garip bir his doldu. Şarkıyı söyleyen çocuk gitar sesiyle beraber şarkıya girdiğinde dudaklarım aralandı. Başımı Kapanın Sahibi'ne çevirdiğimde yüzümdeki afallamış ifadeye karşılık sıcacık bir şekilde gülümsemişti.

Barış Akarsu, Gözlerin şarkısı.

Bizim şarkımız.

Kulübedeyken ilk ve son kez dinlediğimi sanmıştım ama şu an tanıdık melodi ve sözler ruhuma doluyor, yaptığı şey yaralarıma ilaç gibi geliyordu.

Çay almaya gittiğini sanmıştım, meğerse...

İçli bir ses tonuyla "Kapanın Sahibi ama..." deyip düğümlenen boğazımla sustum. Elimdeki bardağı alıp kendi bardağıyla beraber yere bıraktı. Ellerini belime dolayıp sırtımı göğsüne yasladı ve sağ elini ameliyat yaramın üzerine koydu. Başım omzuna değiyorken o da boynuma küçük bir öpücük bırakıp yanağını saçlarımın üstüne yaslamıştı.

"Gözlerini kapat." dedi usulca. "Dinle."

Gözlerin boşluğa dalıp gider
Sahipsiz bakışların benim olsun isterim
Sırların acıdan ağlar örer
Kendi kayboluşların sende dursun isterim

Dediği gibi gözlerimi yumdum. Kalbim o kadar güçlü atıyordu ki. Şu an beni nasıl etkilediğinin farkında mıydı acaba? O kadar güzel bir andı ki. Bunu düşünmesi, naifliği, o kadar özeldi ki. Yaramın üzerindeki avcundan karnıma yayılan ısı, şarkı, bedenimi saran kolları, yaşanan bu an tamamen beni iyileştirmek içindi sanki. Anın güzelliği içerisinde kaybolmuş ve hatta mümkünse sarhoş bile olmuş olabilirdim.

Şarkı olması gerekenden uzun sürdü, sanırım iki kere aynı şarkıyı söylemişti ve sonuna gelmiştik. Keşke kaydedebilseydik. Ama her şey yaşanırken güzeldi. Her şeyin kıymetini o an bilmemiz gerekiyordu çünkü kayıtlar asla anlık olarak hissedilen duyguların yerini tutamazdı ve ben bu anı her bir zerremde hissederek yaşamıştım. Beni iyileştirmişti gerçekten. Beni bir an olsun eski ben yapmıştı.

Belime sarılı eline elimi götürüp parmaklarımızı birbirine geçirdiğinde beni o kadar sarıp sarmalamıştı ki. Uzun zaman sonra ilk defa hem gerçek dünyadan soyutlanmış hem de böylesine güçlü hislerle yaşamı hissetmiştim.

Dudaklarını şakaklarımla kaşımın bitiminde bir yere bastırıp öptü. Teşekkür ediyordum ona, tüm kalbimle, her şeyimle. Dudaklarımı araladığımı fark ettiğinde benden önce konuştu.

"Teşekkür edecek biri varsa o da benim."

"Neden?" Ses tonum hala o anın büyüsü içerisinde kalmıştı.

"Çünkü sahipsiz bakışlarını bana çevirdin."

Şarkının sözleriyle bağdaştırdığı cümle kalbimi eritti. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ben... Kelimelerim kifayetsiz kalmıştı. Şu yaşadığımız anlar, hayatımın en özel anlarından biriydi.

"Yolu bana sen gösterdin." Saçlarımın üzerinden öptü tekrardan. Yaramın üzerindeki elinin başparmağı, hafifçe karnımın üzerini sevmeye başladı.

"Dikenliydi, yan yana yürüdük, yaralandık belki ama sonunda bitti." İntikamı saymıyordu. O bambaşka bir olaydı çünkü.

"Aslında yeni başlıyor. Bu seferki daha az acıtacak belki ama yeni hayatımız." İntikamdan sonra başlayacak olan yeni hayatımız.

"Öyle. Bizim hayatımız."

Şakaklarımda duran dudaklarıyla aynı yerden tekrar öptü. Hava esiyordu. Sağ tarafımızda yanan ateş somut olarak bizi ısıtsa da aslında ikimizin de içi sımsıcak olmuştu.

"Eve gidelim mi artık?" El ele yavaşça yürüyorken yolda Eslem'le karşılaştık. Bu gece Sevil ablada kalacağını söylemişti. Bizi yalnız bırakmak istiyordu.

Eslem ve benim, eskiden Deren'in de yaşadığı evimize girdik. Artık bu ev üçümüzün eviydi. Uzun zaman sonra eve gelmiş olmanın huzuru da mutluluğuma karışmıştı. Montlarımızı asıp içeri girdik. Evin içi buz gibiydi. Ben sobayı yakarken Mirza da mutfağa girmişti. Bizim geleceğimizi duyduklarında eve yiyecek ve odun bırakmışlardı demek ki. Sobayı yaktıktan sonra odama girip dolaptan aldığım hırkayı giydim. Yatağıma oturduğumda yüzümde bir gülümseme belirdi. Özlemiştim burayı. Canım evim, canım yatağım.

Yastığımı gördüğümde aklıma fotoğraf gelmişti. Dosyanın içinden çıkan, Mirza'ya sürpriz yapacağım diye sakladığım fotoğraf. Ona da sürpriz deyip hiçbir şey söylememiştim. Yastığı kucağıma alıp kılıfın içinden fotoğrafı çıkarttım. Onun vurulduğu ve benim ağlayarak peşinden koştuğum an. İlk ve tek fotoğrafımız. Biraz sonra gösterecektim. Yastığı yerine koyup fotoğrafı da altına saklayıp odadan çıkarak mutfağa gittim.

Ocakta bir şey karıştırıyordu. "Ne yapıyorsun?"

Gidip yanağımı koluna yasladığımda tencerenin içindeki şeyi görüp gülümsedim. "Sütlü çorba."

"Bugün beni şımartma günü falan mı?" dediğimde o da kısa bir kahkaha atmıştı.

"Sana yaptığımı nereden çıkardın? Tadı benim hoşuma gidiyor."

Omzunun üstünden bana bir bakış atınca burnumu kırıştırarak "Hıı doğru, ben yaptığımda Deniz'in hakkına bile göz dikmiştin." dememle tavrıma bakıp güldü. Devam ettim. "Ama onu ben yaptığım için beğenmiştin sana diyeyim, sonra hayal kırklığına uğrama."

"Sen benim yaptığımı denemedin bile değil mi?" diye sorduğunda bir an duraksadım. Üstüne bir de not bırakmıştı, 'Anneninki kadar güzel olamaz ama seninkinden güzel oldu.' diye. Peşinden gideceğim diye tadına bakmayı unutmuştum.

"Sana yetişmeye çalışıyordum." dedim sessizce. "Ama tarifin yok, aynısını yapamazsın. Bu senin sütlü çorban, benimki ayrı."

"Sen de yap, Deniz'e denetelim. Hangisini seçecek acaba?"

"Benimkini seçer." dedim direkt. "Kuşkusuz." Kendimden emin duruşumla güldü.

"Yarın yapıyoruz o zaman?"

Çenemi kaldırıp "Bana uyar." dedim. "Başka ne var yemekte?"

"Yardım et hadi." dediğinde ikimiz beraber yemek hazırladık. Yemek hazır olana kadar saat akşam dokuz olmuştu. Masadan kalktığımızda ise onu buluyordu. Bulaşıkları yıkayıp mutfağı topladıktan sonra on buçuk civarına gelmişti. Çok yorulmamıştım ama belki de evime kavuştuğum için gelen huzurdan dolayı uykum gelmişti.

Dişlerimi fırçalayıp lavabodan çıktım. Mirza'yı etrafta göremeyince kapıyı tıklatarak odama girdim. Yatakları birleştirmişti. İki yatağın arasındaki küçük komodini karşı duvardaki dolabın yanına koyup tekli iki yatağı bir büyük yatak haline getirmişti.

Şaşkın bakışlarımı görüp "Böyle daha rahat oluruz diye düşündüm." dedi.

Yüzümde bir gülümsemeyle "İyi düşünmüşsün." diyerek yüzüne baktım. Yanıma gelip elini yanağıma koydu ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

"Ben evden giyecek bir şeyler alıp geleyim. Uzun sürmez. Beni beklemeden uyuma."

Başımı yukarı aşağı salladım. Malum medeni medeni şeyler konuşacaktık daha? Onu geçirip odaya girdim. Deren'in yatağında hala onun çarşafları vardı. Mirza gelene kadar yeni çarşaf, yastık ve yorganın kılıfını değiştirip üzerime yeni yıkanıp dolabıma konulan, lacivert, pamuklu, sabun kokan pijama takımını giydim. Saçlarımı saldım, tekrar topladım sonra vazgeçip tekrar saldım ve o gelene kadar taradım. Gelmesi neden bu kadar uzun sürmüştü? Ya da ben beklediğim ve gereksiz yere heyecanlandığım için de zaman geçmiyor olabilirdi.

Sonunda kapı çaldığında yataktan fırlayıp kapıya koştum. Şura ne diye heyecanlanıyorsun ya? İlk defa mı göreceksin sanki?

Elinde dolu ve büyük bir çantayla içeri girdiğinde "Tüm eşyalarını mı getirdin?" diye sordum. Montunu çıkartıp asmış ve bana dönmüştü. Üstümdeki pijamaya bakıp bir an gülümsediğinde ben de gülümsedim. Niye heyecanlanıp duruyordum ben ya?

"Yakışmış." deyip çantayı tekrar eline aldıktan sonra yatak odasına yürümeye başlamıştı. Ben de peşinden gidiyordum. Yürürken sorumu da cevapladı. "Evet, almışken hepsini alayım dedim."

Odaya girince yatağa bir bakış atıp çantayı yere koydu. Örtüleri değiştirdiğimi fark etmişti. Çantanın içinden birkaç parça kıyafet seçerken başı öne eğikti ama benimle konuşuyordu. "Yaranı zorlayacak şeyler yapma."

"Zorlamadım." dedim bir çırpıda. Zaten yaram psikolojik olarak acıyordu benim, onun önüne geçilemezdi ama o bilmiyordu tabii.

Seçtiği kıyafetleri yatağa bırakırken gözlerinde memnuniyetsiz bir bakış vardı. "Ben değiştirirdim, yapmana gerek yoktu."

Ellerimi göğsümde birleştirip sırtımı duvara yasladım ve "Zorlamadım." diye tekrarladım. Bakışlarında hiçbir değişme olmadı ama daha fazla da üstelemedi. Sırtını bana dönüp birden kazağını çıkarttığında gözlerim de şokla açıldı. Bunu beklemiyordum. Üstünü giyinecek. Benim yanımda. Seni de uyarmıyor, git demiyor, git de ama bana, donakaldım şu an. Git de, belki çözülürüm...

Olabilir böyle şeyler, olamaz mı? İki gecedir aynı yatakta uyuyorsunuz, ondan önce de uyumaktan başka bir şeyler yapmaya kalkışmış olabilirsiniz. Şura bir dur, düşünme...

Üzerine benim gibi siyah bir pijama üstünü geçirdiğinde bu sefer elleri kemerine gitti. Allah'ım! Yardım et de çıkayım şu odadan...

Sonunda ellerimi hareket ettirerek sağ tarafımda kalan kapı koluna uzanıp kendimi dışarı atarken kemerini çözüyordu. Elimi göğsümün üzerine bastırdım. Geçen gün hiç böyle olmamıştım ama, şimdi ne olmuştu birdenbire?

Mutfağa gidip su içtim ve bir bardak da elime alıp biraz oyalanmak amacıyla sobaya birkaç odun attıktan sonra tekrar odaya girdim. Üzerini giyinmiş, eşyalarını katlayıp çantasının üzerine koyuyordu.

Bakışlarını bana çevirdiğinde o sormadan birdenbire "Su almaya gittim!" diye yükseldim. Yanaklarını sıkarak gülüşünü tutmaya çalıştı ve yaptığı işe devam etti. Bardağı cam tarafındaki yatağın başında duran komodinin üzerine koydum ve yorganı kaldırıp yatağın içine girdim. İçimde tarif edemeyeceğim bir heyecan kol geziyordu. Daha dün gece bile beraber uyumuştuk aslında, derdim neydi bilmiyorum. Ama ilk defa resmi olarak ortak bir odamız, ortak bir yatağımız vardı. Ve ilk defa bu yatakta beraber uyuyacaktık.

Ayağa kalktığında pijama takımlarımızın aynı olduğunu fark ettim. Onunki siyahtı ama benimki lacivertti. Demek daha demin o yüzden gülümsemişti.

"Pijamalarımız aynı. Kesin Sevil abla bulmuştur bunları." dediğimde güldü.

"Ben de öyle düşünmüştüm."

Lavaboya gideceğini söyledikten beş dakika sonra dikkatimi onun tarafında kalan komodinin üzerindeki kırmızı fular çekti. Ablam dün akşam geri vermişti. Tekrar bileğime bağlamıştım ama üzerimi değiştirirken orada unutmuştum demek ki. İyi ki fark etmemişti.

Yorganın içinden çıkıp yatakta emekleyerek onun yatağına geçmiştim ki kapı açıldı ve beni bu halde gördü. Bir an duraksadım ama bakışları hedefimdeki fuları görmüş ve fulara benden önce ulaşmıştı.

Onun yatağının ortasında, dizlerimin üzerinde, kaşlarım çatık, oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi bakarak oturuyordum. Ellerimi birleştirip bacaklarımın arasına koydum ve elinde fularla bana bakan yüzüne baktım. Kurbanlık koyun gibi kalakalmıştım. Of be Şura! Yoruyorsun beni.

Dizlerimin üzerinde yürüyüp yataktan kalktım ve çatık kaşlarla tam karşısında durdum. "Ben alacaktım. İki dakika daha geç gelemedin mi?" Ne diye ona kızıyordum bilmiyorum ama kızıyordum işte. Almaya da bilirdi mesela ama almayı ve beni zora sokmayı tercih etmişti.

Kaşlarını çatıp gözlerini kıstı. "Geldiğimden beri burada o fular. Alman için sana çok şans tanıdım. Döndüğümde hala almamış olursan alacaktım ki artık fark etmen gerekiyordu."

Dudaklarımı birbirine bastırıp elindeki fulara uzanınca yüzünde ciddi bir ifadeyle elini geri çekti ve bir adım geri attı. Oynayacak mıydık yani? Peki.

Tam önünde dururken kaşlarım çatılmış ve yüzüme aşırı ciddi bir ifade yerleştirmiştim. Bile isteye değil, cidden kendiliğinden olmuştu bu. "Kapanın Sahibi bak..."

Aynı ciddiyet onda da vardı. Tek kaşını kaldırıp başını efendim der gibi hafifçe yana çevirdi. Elimi tekrar fulara uzattığımda elini uzaklaştırırken durgun bir sesle "Dur." demesiyle gözlerine baktım. Fuları kaldırıp ikimizin ortasında tuttu ve bu sefer de "Bekle." dedi.

Birkaç adım bana doğru atınca ben de geri geri adımlar attım. Sırtım duvara dayandığında göğüs kafesimin içinde çırpınan kalbim bana yabancı değildi. Fuların olmadığı sol elini kaldırıp başımın arkasından geçirdi ve diğer tarafımdaki saçlarımı omzumdan çekip elinde topladı. Saçlarımın arkamda hareket ettiğini hissediyordum ama odaklandığım şey tam yüzümün hizasında aldığı nefeslerle hareket eden göğsü ve yüzüme çarpan ılık nefesiydi.

Başını açıkta kalan boynuma doğru eğdiğinde nefesimi tuttum. Her seferinde aynı şekilde heyecanlandırmayı nasıl başarıyordu bilmiyorum vallahi ama bu konuda üzerimde yadsınamaz bir etkisi olduğu kesindi.

Sağ eliyle saçlarımı sağ omzuma yatırırken diğer elini de sol tarafımdan duvara yaslamıştı. Gözlerimi göğsünden gözlerine doğru çevirdim. Aynı hizadaydık. Gözlerime bakıyorken ben aralanan dudaklarım arasından bir nefes bile çekmiyor, sadece ona bakıyor ve boğazımda atan kalbimle bir sonraki adımını bekliyordum.

Diğer elinin işaret parmağının alnımdaki saçlara değdiğini hissettiğimde gözlerim yumulmuş ve nefes almıştım. Parmağı yavaşça saçlarımdan aşağı kayıp göğsümün ortasında biten saçlarıma doğru yol almaya başladı. Sessizce yutkundum. İçimdeki heyecan gitgide daha da büyük bir alanı kaplamaya başlamıştı. Parmakları göğsümün üst kısmına geldiğinde durdu. Tüm bedenim hassaslaşmış, pijamanın üzerinden tenime değen parmak ucunu, yüzüme değen nefesini dahi çok net bir şekilde hisseder olmuştum.

Sessizce, "Yaran iyileşene kadar..." deyip duraksadığında dudakları benimkilerin tam karşısında ve en önemlisi bana değmek üzereydi. Duvardaki elini çekip başını sağ tarafıma çevirdiğinde burnum yanağına değdi. Geri çekilmedim. Elleri saçlarımı avuçlayıp bir şeyler yapıyorken bu karanlık odada, dibime girmiş, ne yaşadığımızı bilmesem de bu anı yaşamak istiyordum. "İyileşene kadar... Fuların sende kalsın." diye tekrar etti.

Geçen sefer fularım ona geçtiğinde yaşanan şey ve şu an yaptığı imayı zihnimde birleştirdim. Bakışlarımız birleştiğinde o da bana aynı şekilde bakıyordu. Şimdi cidden nefesim boğazımda takılı kalmıştı. "Yatalım hadi."

Birkaç adım geri attığında bulduğum boşlukta nefes aldım. Başımı sağ tarafıma çevirdiğimde fularla saçlarımı bağladığını gördüm. Yatakta yerime geçtiğimde o da yatmış ama kendi tarafındansa daha çok benim yatağıma yaklaşmıştı. Yüzlerimizi birbirimize döndük.

"İyi geceler." dediğinde kaşlarımı çattım.

"Ee medeni medeni konuşacaktık ya hani?"

Gülümsedi. "Konuştuk ya?"

"Ne konuştuk?"

"Fuların sende kalsın dedim. Yeterince açık değil miydi?"

"He o mu?" deyip gözlerimi kaçırdım. Ne kadar medeni bir konuşmaydı öyle?

Gülüş sesini duyduğumda elimi yastığımın altına atıp fotoğrafı buldum. "Hatırlıyor musun hani ben bir kere sana bir sürprizim var demiştim?" Kaşlarını çatıp düşünmeye başladığında devam ettim. "Cartel'e gitmeden önce, iğne odasında konuşuyorduk ya o zaman. Unuttun mu?"

"Hatırladım."

"Şimdi o sürprizi sana gösterebilirim." Dudaklarımı birbirine bastırırken gülüşüm yanaklarıma yayıldı. Yatakta karnımın üstüne dönüp dirseklerime ağırlığımı vererek üst bedenimi doğrulttum ve yastığın altından çıkarttığım fotoğraf kağıdını ona uzattım.

Kağıdı elimden alıp gözlerini kısarak fotoğrafa bakmaya başladı. "İlk ve tek fotoğrafımız."

Yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. "Elimi tutmuşsun?"

"Evet." Dirseklerimden destek alarak ona yaklaştım. Yüzümü onun yastığına koyduğumda burnum elmacık kemiğine değdi.

"Benim de sana bir sürprizim var o zaman." dediğinde başımı çevirip merakla "Ne sürprizi?" diye sordum.

"İlk fotoğrafımız bu değil."

"Nasıl?" Yataktan kalkıp çantasına gittiğinde içini karıştırırken ben de yatakta oturur pozisyona gelmiş onu bekliyordum. Elinde bir fotoğraf kağıdıyla yanıma gelip tekrar yorganın içine girdi ve fotoğrafı ellerime bıraktı.

Yok artık ama.

İki evin arasındaydık.

Çok güzel bir fotoğraftı bu.

"Ya!" diye bir ses çıkarttığımda yüzüm yavru bir kedi seviyormuşum gibi bir ifadeye bürünmüştü sanırım. "Değiş edelim mi?"

Başını iki yana salladı. "Olmaz."

Yüzüm düşmüştü ama olsun, istediğim zaman bakabilirdim ne de olsa. "Asla kaybetme o zaman. Bunu daha çok sevdim."

"Bir şeylere sahip çıkamayan kişi ben değilim. Asıl sen kaybetme." deyip fotoğrafı elimden kapıp yastığının altına koydu. Başını da yastığa yaslamış, yatakta sırt üstü yatıyordu.

"Sen her seferinde hainlik yapıp alıyorsun. Ben gayet de sahip çıkabiliyorum." Ses tonum ona meydan okuyordu. Elleri kollarımdan tutup beni üstüne yatırınca başımı göğsüne koydum.

"Hadi öyle olsun."

Başımı kaldırdım. "Var ya!" Eliyle başımı tekrar göğsüne yatırıp saçlarımı okşamaya başladığında durdum.

"Bilge." dedi huzurlu bir ses tonuyla. Başım göğsündeyken gözlerimi yumdum.

"Efendim?"

"Sessiz ortam, korkmamıza, biri için endişelenmemize hiç gerek yok." Sanki hatırlatmak istermiş gibi konuştu. "Beraber yatıyoruz, ortak yatağımızda." diye devam ettirdim. Ben bu ortak yatak olayına niye bu kadar düşmüştüm bilmiyorum ama baya düşmüş gibiydim yani.

"Seni gönlümce kızdırabiliyorum." Hafifçe güldüğünde ben de gülüp devam ettirdim.

"Kampımızdayız, hayali bile güzelken şimdi gerçek oldu."

"Kampımız. Benim de kampım." dedi sessizce. Ona bunu kabullendirmek çok uzun sürmüştü ama işte şimdi buradaydı, kampında.

Elimi sebepsizce göğsünün üzerine koydum ve yine sebepsizce parmaklarımı oynatmaya başladım. "Daha demin bana Bilge dedin."

"Adın bu değil mi?" Sesindeki tını beni güldürdü.

"Evet ama tüm gün Şura deyince bir daha Bilge demeyeceksin sandım."

"İki adını da seviyorum. Şura deyince Bilge küsmesin."

"Küser ama. İkisine de alıştırdın beni." Parmaklarımı göğsüne oynatmaya devam ederken o da saçlarımı okşayarak yavaş yavaş uykumu getiriyordu. Uyumak istemiyordum daha. Ne güzel medeni medeni konuşuyorduk.

"Adın çok güzel... Şiir gibi."

Gözlerinin tam içine bakıp gülümsedim.

"Uyu hadi, uykun geldi."

"Bak aklıma ne geldi?" dediğimde küçük bir kahkaha attı. Hipnoz olduğum günün akşamında da sürekli böyle deyip durmuştum değil mi? Ona gülüyordu kesin.

"Uykunun geldiği kesinleşti."

"Güzelim mavi elbise gitti ya! Ben onu daha Deren'le Can'ın düğününde giyecektim." Tekrar güldüğünü duyduğumda ben de gülümsedim.

"Yazık oldu." Bir an duraksadı, devam edecek sanıp bekledim ama devam etmemişti. Başımı kaldırıp yüzüne bakınca devam etmesine vesile oldum. "Şeyi hatırlıyor musun? Fotoğraf yüzünden seni öpmediğim an."

Yüzüme bir gülümseme yerleşirken iki elimi göğsüne koyup çenemi ellerimin üstüne yerleştirerek yüzüne bakmaya başladım. "Hayatımda en kötü hissettiğim anlardan biriydi sanırım."

Kaşlarını çatarken yüzü de buruşmuştu. "Benim de."

"Yanımdan gitmemeliydin."

"Gitmeyecektim zaten. Senin yüzünden gittim."

"Ben ne yaptım ya?" Sonra yaptığım şey aklıma geldi. Dudaklarımı birazcık onunkilere değdirmiş olabilirdim. "Sayılmazdı o!"

"Sayılırdı."

"Ben saymıyorum." Boynunu hafifçe kaldırıp çatık kaşlarla yüzüme bakarken yüzünde hafif şaşkın bir ifade vardı.

Birden elini belime koyup sırtımı yatakla kavuşturduğunda o da benim üzerimde kalmıştı. Kalbim ani hareketinin etkisiyle göğsümde çırpınma görevini tekrar üzerine aldı ve böyle giderse o görevi sonsuza dek kabullenecek gibiydi. Eğer bundan sonra aynı yatakta yatacaksak da Kapanın Sahibi düzenli aralıklarla bana bunu yaşatmak için kalbimle sözleşme bile imzalamayı düşünebilirdi yoksa zarara girerdik. Allah Allah ben yine saçmalamaya başlamıştım, hadi hayırlısı?

Kollarının üzerinde duruyor ağırlığını bana vermiyordu. Bilerek "Ne yapıyorsun Kapanın Sahibi?" demem ciddi yüz ifadesinde bir yumuşamaya sebep oldu. Biraz da nostalji.

Kollarını kırıp dirseklerinin üzerinde durduğunda bilerek yüzüme yaklaştı da yaklaştı. Aramızda bir nefeslik boşluk kaldığında konuştu. Konuşurken dudakları dudaklarıma değiyordu. "Sana sayıldığını gösteriyorum." Doğal bir istekle boynumu doğrultup ona uzandığımda başını geri çekti. Kaşlarım derince çatılmış, yüzüne sorgu dolu bakışlarla bakıyordum.

"Sayılıyormuş demek."

"Kabul etmiyorum. Etmeyeceğim." dedim inatla. Beni kızdırmak için yapıyordu resmen ve gerçekten çıldırtıyordu da. Biz sanırım böyle geçiniyorduk. Kızıyordum ama böyle yapmazsa kendimi eksik hissederdim. Hatta sürekli iyi geçinirsek aramızın bozuk olduğunu bile düşünürdüm.

Bedenini üzerimden çekip tam yanıma bıraktı ve yüzünü boynuma gömüp derince bir nefes aldı. Kendi kendine sessizce "Mis kokulu sevgilim." dediğini duyunca tüm sinirim kuş olup uçmuştu. Boynuma kocaman bir öpücük kondurdu ve başını geri çekti.

Hala dudağıma değdiği yerin etkisindeydim. Elini başımın altından geçirip bana sarıldığında ben de ona doğru dönüp kollarımı beline sardım ve iyice boynuna sokuldum.

"Böyle mi hissetmiştin sen de? O yüzden mi kaçtın?"

"Nasıl hissettiğimi anlatamam."

"Neden?"

"Anlatamayacağım için gösterdim ya, demek sen de hissettin. Aynısını hissetmiş olamazsın ama..."

Tüm yüzüm boynundan gelen sıcağa bürünmüştü. Ne kadar huzurlu da olsam o durum içimde kalmıştı ama. Başımı geriye esnetip "Kapanın Sahibi?" dediğimde o da yüzünü bana doğru eğdi. Dudaklarımı dudaklarına bastırıp kısacık öptükten sonra "İyi geceler." deyip başımı tekrar boynuna koydum.

Başımın üzerinden öptü ve huzurla "İyi geceler." diye mırıldandı.

*

Uyandığımı fark etmemin üzerinden geçen yaklaşık bir dakikanın sonunda yavaşça gözlerimi aralamayı başarabilmiştim. Gözlerim odamın camına bakıyordu. Odamın camı da bana bakıyor olmalıydı. Güneş falan da vardı, odayı aydınlatıyordu mesela. Sonbahardaydık ama hava ne güzeldi, henüz perdenin arkasını görme yetisine sahip değildim ama içim cıvıl cıvıldı. Hava ne güzeldi ya. Mesela bir de belimde duran bir kol vardı, bacağıma değen bir bacak vardı. Başımın tam arkasında, enseme çarpan ılık ılık nefesler vardı. Güzeldi baya. Hava yani.

Yüz üstü yatmış, yatakta iyice dağılmıştım. Çok uyuduğum zamanlar olduğu gibi başımda hafif ama tatlı bir ağrı vardı. Başka zaman olsa bu ağrıya tatlı demezdim. İçimdeki mutluluk hormonları yumurtlayıp duruyor, nüfuslarını üçe beşe katlıyor olmalıydı. Ben mutlu olduğumda da çok düşünüyordum galiba.

Onu uyandırmak istemediğim için yavaşça dirseklerim üzerinde doğrulup bedenimi ondan tarafa çevirdim. Yüzünün sağ tarafı tamamen yastığa gömülmüş, uzun zamandır bu kadar rahat uyumuyormuş gibi huzurla uyumaya devam ediyordu. Ondan önce uyanmayı sevmiştim. Hatta iki günde alışmıştım buna.

Uyanmadan sürpriz kahvaltı hazırlamak istiyordum ama ben uyandıktan sonra hemen o da uyanıyordu. Uyandığında yatağın bu yanını boş görmesini istemezdim. Ben olsam ben boş görmek istemezdim yani, o da istemezdi bence.

Hem onu uyandırmamı sağlayacağını söylemişti. Gözlerimi duvardaki saate çevirdim. Saat on buçuk olmuştu. Ne kadar çok uyumuştuk öyle? Neredeyse on iki saat. Evimize geldiğimiz için rahatladığımızdan dolayı olmalıydı, bu kadar çok uyumazdım normalde. Başımın ağrıması da normaldi o zaman.

Elimi kaldırıp yüzüne koydum. Başparmağımı gözünün altından elmacık kemiğine kadar yavaşça sürterek hareket ettirdiğimde kaşları hafifçe çatıldı. Gülümsedim. Elimi kaldırıp işaret parmağımı yavaşça kaşlarının üzerinden şakaklarına, oradan yanağına sonra çene kemiğine hareket ettirerek ilerliyordum. Kaşları iyice çatıldı ve gözkapaklarını sıkıca yumdu. Parmağımı çenesinden dudaklarına götürdüğümde gözleri kapalı bir şekilde aniden bileğimi tuttu.

"Günaydın." Boğuk çıkan ses tonumu duyduğunda dudaklarında hafifçe bir gülümseme belirdi. Gözleri hala kapalıydı.

"Böyle mi uyandıracaksın her sabah?"

Bileğimi bıraktığında ellerimi yatağa koyup yastıktan başımı kaldırarak alınlarımız birbirine değecek şekilde onun yastığına yattım. Temas bağımlısı olmuştum ben galiba. "Ee sen istemiştin bunu?"

Gülümsemesi daha da genişledi. Gözkapaklarını sıkıca yumup yüzünü yastığa iyice gömerken derin ve sesli bir nefes aldı. Ayılmaya başlamıştı.

Dirseğinin üzerinde doğrulup elini arkamdan yatağa koydu ve burunlarımızı birbirine değdirdi. Gözlerini açmış tam gözlerimin içine bakıyorken bakışlarındaki o mutlu yansımanın aynısı bende de vardı. Gözünü açar açmaz gördüğü ilk şey benim gözlerimdi. Gülümsüyordu. Ben de gülümsüyordum.

"Çok kolay alışırım ben." Elimi yanağına koyup parmaklarımla yanağını okşamaya başladım.

"Ben çoktan alıştım bile." Gözleri sağ gözümle de sol gözüm arasında gidip geliyorken sanki bir şey görmeye çalışıyordu. "Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum.

Başını hafifçe geri çekip birbirine değen burunlarımızı ayırdı ama çok da uzaklaşmış sayılmazdı. Gözlerimi gözlerinden ayırıp yüzünün her bir köşesini ezberlemek ister gibi yüzünde gezdirmeye başladım. Sıcak kahverengi gözleri, koyu kahverengi değil ama açık da değildi. Sütlü çikolata ve üzerinde dumanı tüten, bir kış gecesi perdeyi açıp dışarıda lapa lapa yapan karı izlerken yudumladığım sıcacık bir kahvenin renklerinin karışımını andırıyordu. İçimi sıcacık yapıyor, bakışlarının içtenliği bana rüyada gibi hissettiriyordu.

Dudaklarını hafifçe araladı, söylediği şeyle dudaklarım istemsizce yukarı kıvrıldı. "Rüyada değilim." Bence bizim fikrimiz de zikrimiz de bir olmuştu.

"Kalbine iyi bak." diye devam etti. "İyi değil şu an."

Elimi kaldırıp onun kalbinin üzerine yerleştirdim. Çok hızlı atıyordu. Kaşlarımın tuhaf bir şekilde kıvrıldığını, bakışlarımın anında onunkileri bulduğunu ve benim göğüs kafesimin ardındaki onun kalbinin de avcumun altındaki kalbimle aynı oranda hızlandığına hissettim. Nefes alışverişlerim sıklaşmıştı, aynı onunkiler gibi.

"Sahibini tanıyor çünkü." Kaşları o kadar hafif bir şekilde çatıldı ki gerçekten çatılmış mıydı yoksa ben mi uydurmuştum emin olamadım.

"Senin kalbin," diye cümleye başladım. "Sahibini tanıyor."

"Biliyor musun aslında kapanın asıl sahibi ben değilim." Duraksadım. Kalbim hala çok hızlı atıyordu. Düşünürken derin bakışlarının içine gömülmek üzereydim. "Kapanın asıl sahibi sensin. Hep sen oldun."

Demeye çalıştığı şeyi anlıyordum. Onu çok iyi anlıyordum.

Kalbimin atışı hızı bir kat daha yükselirken gülümsedim.

Kapanın asıl sahibi bendim.

Ben size en başından beri diyorum #KapanınAsılSahibiBilge diye . Etiketimiz bu olsun. #KapanınAsılSahibiBilge

Favori sahneleriniz ♥

Ve kendinize iyi bakın.

1 NİSAN 2021

Seguir leyendo

También te gustarán

96.1K 14.9K 39
Ne yazık... Seninle uzun bir ömür birlikte olmak uğruna çirkin bir kaktüs olmayı yeğlerdim.
21K 1.7K 200
RAHMAN VE RAHİM OLAN RABBİMİZ(CC) ADIYLA...
786K 29.2K 43
"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmadan akmış gözlerinden bir bir..." "Sana h...
360K 23.7K 47
"Yok olacak kadar azalan bir insan, en tehlikelisidir." Aylar önce kurtlar sofrasına bir sandalye çekmiş, kanlı bir ziyafetin içine oturmuştum. Sene...