Yedi Saniye Virüsü | TAMAMLAN...

By DacyGazelle

219K 26.2K 36.5K

Bilim Kurgu | Romantik | Her şey üç buçuk yıl önce Güney Afrika'da başladı. Güney Afrika'da Tabari adında ell... More

TANITIM | TEASER VİDEOSU
BÖLÜM 1 ⚜ KAPANIN SAHİBİ
BÖLÜM 2 ⚜ GİTMEDEN ÖNCE
BÖLÜM 3 ⚜ TANIMIYORUM SENİ
BÖLÜM 4 ⚜ CİĞERİNİ DELDİM
BÖLÜM 5 ⚜ YOK MU BİR ÇARESİ?
BÖLÜM 6 ⚜ KURŞUN ASKER HİKAYESİ
BÖLÜM 7 ⚜ SAKİN KALMALIYIM
BÖLÜM 8 ⚜ NEDEN BEN?
BÖLÜM 9 ⚜ HADİ TUT ELİMİ
BÖLÜM 10 ⚜ YAVRU CEYLAN
BÖLÜM 11 ⚜ YOKUŞ
BÖLÜM 12 ⚜ BİR YALANI YAŞIYOR
BÖLÜM 13 ⚜ BİRBİRİNİZİ ÇEKİYORSUNUZ
BÖLÜM 14 ⚜ O KIZIN ADI
BÖLÜM 15 ⚜ YENİ KAMP
BÖLÜM 16 ⚜ Ş.D. KİM?
BÖLÜM 17 ⚜ SENİ KAYBEDEMEM KAPANIN SAHİBİ
BÖLÜM 18 ⚜ AZRAİLİNE GÖTÜRÜYORUM SENİ.
BÖLÜM 19 ⚜ ...O KİŞİNİN SEN OLMASI
BÖLÜM 20 ⚜ ZAMANI GELDİ
BÖLÜM 21 ⚜ AVINI KAPANA KISTIRDI
BÖLÜM 22 ⚜ KURBAN EDİLEN ÇOCUK
BÖLÜM 23 ⚜ UMUDU ÖLDÜRMEK
BÖLÜM 24 ⚜ YAKLAŞMA!
BÖLÜM 25 ⚜ UZAK DUR
BÖLÜM 26 ⚜ HAİN
BÖLÜM 27 ⚜ MİRZA KORKMAZ
BÖLÜM 28 ⚜ UNUTTUM
BÖLÜM 29 ⚜ AYNI SAFTAYIZ
BÖLÜM 30 ⚜ ENFEKTE
BÖLÜM 31 ⚜ ÜÇ HARF, BİR KELİME
BÖLÜM 32 ⚜ SAVAŞ MEYDANI
BÖLÜM 33 ⚜ GÖK GÜRÜLTÜSÜ
BÖLÜM 34 ⚜ NE ZAMAN YAKALADIM SENİ
BÖLÜM 35 ⚜ HAYALET TARAF
BÖLÜM 36 ⚜ ÖLÜME GİDEN YOL
ÖZEL BÖLÜM ❝Çift Çizgi❞
BÖLÜM 37 ⚜ DİRENİŞ
BÖLÜM 38 ⚜ YARA BANDI
BÖLÜM 39 ⚜ KULÜBE | YSV'NİN 1. YILI
BÖLÜM 40 ⚜ GARİP BİR BURUKLUK
BÖLÜM 41 ⚜ EMİR'İN İNİ
ÖZEL BÖLÜM ❝YENİ YIL❞
BÖLÜM 42 ⚜ SÖYLE
BÖLÜM 43 ⚜ ÂN
BÖLÜM 45 ⚜ KIRMIZI FULAR
BÖLÜM 46 ⚜ KABUS
BÖLÜM 47 ⚜ DOĞUM
BÖLÜM 48 ⚜ KAVUŞMA GÜNÜ
BÖLÜM 49 ⚜ KAMP 54
BÖLÜM 50 ⚜ ZERRE
BÖLÜM 51 ⚜ KÖTÜLÜK VE UMUT
SEZON FİNALİ
SON SÖZ
Aşı Sonrası 1 || MEKTUP
Aşı Sonrası 2 || GÜLÜMSEMEN
Aşı Sonrası 3 || KAPI
Aşı Sonrası 4 || İSPATLA
Aşı Sonrası 5 || LANETLİ KAN
Aşı Sonrası 6 || UMUT
Aşı Sonrası Final || KIRMIZI FULARLI KIZ

BÖLÜM 44 ⚜ AMA EN ÇOK...

1.9K 288 344
By DacyGazelle

Bu şey değil mi? Bilge'yle göz göze gelen KS jshdjlkdldh

Alt Başlık ⚜ Bir daha bana bir şey atmadan önce iki kere düşünürsün...

Karanlıktı. Görüşüm, odanın içi ve geleceğimiz. Kaybolup tekrar belirginleşen görüşümün arasında bir şey seçtim. İki parmağının üzerinde duran küçük beyaz hap. "İçmezsen daha da artacak." dediğini işittim.

Parmakları dudaklarıma değdiğinde ağzımı açtım. Hayatımda hiç böyle hissetmemiştim, ağrıdan da ötede bir şeydi bu. Dünyam sarsılıyordu şu an. Zorlukla hapı yuttuğumda yüzümün bir tarafında duran elini hissedebiliyordum. Gözlerimi yumdum, böyle yapsam geçmiyordu ama şu durumda görmek de iyi gelmiyordu. Başımı hızlı hızlı inip kalkan göğsüne çekince bir süre öyle bekledik. Sessizce. Ne kadar sürdüğünü bilmiyordum ama o berbat hissin azalışını hissederken saatler geçmiş gibi gelmişti. Hava daha da kararmış, gökyüzü siyaha bürünmüştü, oda camdan giren ay ışığıyla aydınlanıyor, yüzünü seçebiliyordum.

"Biraz daha iyi misin? Etki etti mi?"

"Azaldı." Sesim çok kısık, kelimeler ağzımdan zorlukla çıkıyordu.

"Kağıtlarda kısa sürede etki ettiği yazıyordu. Ayağa kalkabilecek misin?" diye sorduğunda bulanık görüşümü düzeltmek için gözlerimi sımsıkı yumup birkaç saniye sonra tekrar açtım. Görüşüm de yerine gelmişti. Onaylar gibi başımı salladığımda bu hareketimin azalan ağrıya bir etkisi olmadı. Ayağa kalkarken kendisiyle beraber beni de kaldırdı. Kollarımdaki ellerini çekmeden önce yüzüme bir bakış atıp iyi olup olmadığımı kontrol etti. O an aklıma dediği şey geldi. "Üçüncü evre dedin."

Bu sorum onu rahatsız etmiş gibiydi. "Yazan belirtilerin hepsini gösterdin. Aniden bayılma, şiddetli artan ağrı, soğuk soğuk terlemen... Neyse, şimdi bunun üzerine yoğunlaşmanın bir faydası yok." Bunları anlatırken yüzü o kadar düşmüştü ki benden daha çok üzülmüştü resmen. "Ağrın azaldı mı?"

'İyiyim, sorun yok.' demeye çalışır gibi uzanıp elini tuttum. "Evet, hızlı etki ediyormuş gerçekten."

Dudaklarını yalayıp birbirine bastırdı ve sessizce başını salladı. Vücudu bana yan durmuş, cama dönüktü. Kapıya doğru bir adım attı ama birden vazgeçip yavaş hareketlerle diğer kolunu kaldırıp sırtımdan sardı. Yanağını başımın üzerine koyduğunda ortam sessizliğe büründü. Gözlerimi yumup boşta kalan elimi sırtına koydum ben de. Durup bir süre sessizliğin arka fonundaki kalp atışlarımız ve nefes seslerimizi dinledik. Ağrım neredeyse yok denecek seviyeye inmişti.

"Kötü düşünmeyelim." dedim elimle sırtını okşarken. "Bir şey olmamış gibi devam ediyoruz tamam mı? Ben kötü hissetmiyorum."

"Neden bizi buluyor bunlar? Tüm hayatım boyunca toplasan bu kadar şey yaşamamışımdır."

"Başıma ne geldiyse dikkatsizliğimden geldi. Ayağımı çatlatmam da, bu da..."

Nefesi boynuma çarparken "Ben de..." diye fısıldadı. Çatlayan ayağımın yanında bonus olarak almıştım onu da, doğru.

"Şimdi sana bir hata sonucu ortaya çıktın dersem ayıp etmiş olurum." deyip gülümsedim.

"Benim farkım da bu olsun." O derin ses tonunu duymak içime garip bir heyecan bıraktı. Başımı geri çektiğimde o da sırtımdaki elini indirmiş yüzüme getirmişti. Örgümden taşan bebek saçlarımı ufak ufak tutup başıma yatırıyor aynı zamanda dikkatle yüzümü inceliyordu. "Sadece bir gün uzak kaldım senden ama en çok..." deyip susunca merakla devam etmesini bekledim.

"En çok ne?" Yüzümde gezinen gözleri meraklı gözlerimle buluşunca bakışlarındaki gülüşü fark ettim. Dudağının sağ tarafını hafifçe kıvırdı, gözlerimde gördüğü merak iyice hoşuna gitmişti. Bakışlarını cam tarafına çevirip dudaklarını yalarken bu merakım onu keyiflendirmişti. "Ben aşağı ineyim, sen dinlen."

"Ne diyecektin söylesene?" Kaşlarım çatılmış iyice ciddileşmiştim. Yine gıcıklık yapası tutmuştu.

"Ne diyecekmişim?"

Kesik bir nefes alıp ellerimizi ayırarak kollarımı göğsümde bağladım. Resmen oynuyordu. Ben de ona uydum. "Diyeceğin şeyi."

Alaylı gülüşünün yüzünü soktuğu o şekil tüm yüz ifadesinde belirirken kapıya doğru ilerliyor ama bana sırtını dönmüyordu. Söyleyeceği şeyin yüzümde nasıl bir ifade bırakacağını kaçırmak istemiyor olabilirdi ya da beni ne kadar kızdıracağını tahmin edip ona yastık fırlatacağımı da ön görmüş olabilirdi.

"Yani hiçbir şey." dediğinde ciddi anlamda öfkelenip yatağın üstündeki yastığı kaptığım gibi üzerine fırlattım. "Seni döveceğim cidden!" Kahkaha atıp göğsüne çarpan yastığı tuttuğunda o kadar da öfkeli değildim. Daha deminki ruh halini çoktan üzerimizden sıyırmıştık. Kendi kendimize eğleniyorduk işte.

"Şeytan taşlıyor sanki." deyip gülüşünü devam ettirdi. Yastığı yatağa geri fırlatırken gülüşümü engellemeye çalışıyordum.

"Şeytan değil ama, ayı!" Bir an duraksayıp cümleye devam ettim. "Kapanı olmayan biri..."

Ayı dediğimi duyduğu an bakışları değişti, kaşlarını 'Öyle mi?' der gibi kaldırıp kapıdan çıkmaktan vazgeçti ve üzerime yürümeye başladı. "Gelme buraya orman çocuğu!" diyerek ellerimi öne uzattım, aynı zamanda geri geri adımlar atıyordum. "Gelme!" dedim tekrardan ama o bakışlarını üzerime dikmiş, adımlarını hızlandırmıştı.

Kolları belimi sardığında başımı geri atıp ellerimi göğsüne koyarak kendimi ondan uzaklaştırmaya çalışıyor aynı zamanda kahkaha atıyordum. Sorgular gibi "Önce ayı, sonra orman çocuğu demek?" derken ses tonundan güldüğünü anlayabiliyordum. Göğsünde duran ellerimi ensesinde birleştirip alınlarımızı birbirine yaslarken bilerek kafalarımızı tokuşturmamla ciddi durma çabası sona erdi. Gülerken gözleri kısıldığında ben de gülüyordum. Zaten ben deminden beri gülüp duruyordum. "Asker arkadaşım sanki..."

"Rahatsız mı oldu orman çocuğumuz?" diye meydan okuyuşumla dudaklarını birbirine bastırdı.

Kaşlarını kaldırıp gülüşünü tutmaya çalışarak "Orman çocuğu deme bana." demesiyle gülüşüm genişledi. Ben de onun gibi kaşlarımı kaldırdım. "Neden?"

"Sevgilim de, kalbimin sahibi falan da kabulüm ama orman çocuğu ne?"

Kaşlarım çatılarak gülerken "Çok haklısın biliyor musun?" diyordum. Gerçekten hak veriyordum ona. Omuzlarımı kaldırıp tekrar indirirken yüzümde ki gülümseme de sözlerime eşlik ediyordu. "Ama canım öyle demek istiyor. Ne yapalım katlanacaksın artık. Mecbur bakıyorsun zaten. Bir de bu çıktı başına."

Gözlerini kısıp gözlerime derince bakarken gülen dudaklarının arasından adım çıktı. "Bilge..." Bu ismimi kullanmasını seviyordum.

"Kalbimin sahibi ne ya? Vıcık vıcık, ıy."

"Ayı dedin bana." diye hatırlattığında buna alınmış gibi değil de bana sataşmak istiyor gibiydi.

Sözümü doğrular gibi kaşlarımı kaldırıp başımı yukarı aşağı salladım. "Çok hak ettin."

"Bana her sövdüğünde çok hak etmiş oluyorum... Sen de haklısın." Ona geri zekalı dediğim zamanı vurguluyor gibime gelmişti.

Ellerimi kaydırıp bu sefer kollarımı doladım boynuna. Dirseklerim omuzlarında durduğu için parmak ucuna yükselmiştim. Ellerimi başının arkasında kalan saçlarının üzerine koyup burnumu burnuna sürterken mırıldanır gibi konuştum. "Saçlarınla oynamayı özledim."

"Ama en çok..." Sessizce konuşmasıyla saçlarında gezinen ellerim dahi durdu. Söylemeye karar vermesi beni heyecanlandırmıştı. Devam ettiğinde nefesimi tuttum. "Kokunu özledim diyecektim."

"Deseydin keşke." derken tuttuğum nefesim onun yüzünü sıyırdı.

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "İyi ki dememişim." Bilerek dudaklarını dudaklarımın üzerine getirip durdu ve fısıldadı. "Çünkü seninle böyle konuşmayı daha çok özlemişim." Ardından dudakları benimkileri kavradığında içimdeki özlem parladı. Ben de özlemiştim, yanımda olmasına, sürekli konuşmamıza, başımı çevirdiğimde onu görmeme rağmen. Ama onunla konuşmak, birbirimize sataşmak her zaman ayrı bir güzeldi. O, hayatıma farklı bir tat katmıştı. Dışarıdan gelen ses bizi böldü. Yavaşça birbirimizden koparken yüzünde hüzünlü bir gülüş vardı. "Gerçek dünyaya geri dönme vakti geldi."

"Bir an gerçekten her şeyi unutmuştum biliyor musun?"

"Bana sözün vardı, onu unutma."

"Ne sözü?" Gülüp dudaklarını yanağıma bastırdı, yumuşak bir şekilde öpüp geri çekilirken, "Ayıp oluyor ama." diyordu. O sırada neyi kast ettiğini düşünüyordum. "Her şey bittiğinde bir süre sadece kendimizi düşüneceğiz demiştik." dediğinde hatırlamıştım ama sadece sözü değil, o anı, o günü, bizi, bir adım daha atan bizi...

"Senin de bana sözün vardı ama sen unuttun?" Tek kaşını kaldırıp başını hafifçe sallarken sordu. Elleri belimden hiç ayrılmamıştı. Uzaktan dans ediyor gibi gözüküyor olabilirdik. "Neyi unutmuşum ben?"

"Merdivende bana arkanı döndüğün için kendini affettirecektin." Bir saniyeliğine dudaklarını yalayıp "Affetmedin mi hala?" diye sordu.

"Konu benim affedip affetmemem değil, senin affettirmemen."

Tek elini belimden çekip yüzüme getirdi, başparmağı yanağımdan çeneme kadarlık kısımda yavaşça gezdirmeye başladı. "Unutmamıştım." Değişen bakışlarıma gülümseyip devam etti. "Dosya olayı çıkmasaydı güzel planlarım vardı ama fırsat olmadı."

Anında yüzüm düşmüş, dudaklarım salıncağı kapılmış bir çocuk gibi büzülmüştü. Yüzümdeki hayal kırıklığına uğrayan ifadeyi gördüğünde "Sözüm söz. Merak etme, daha güzeli olacak." dedi.

"Böyle dersen çok merak ederim ama. O yüzden düşündüğün şeyi şimdi söyle bence."

Başını iki yana sallarken alaylı bakışlarını gördüğümde gülesim geldi. "Bence değil."

"Off. O zaman merak ettirme beni."

Gülerken "Ettirmiyorum zaten. Sen ediyorsun." deyince gözlerimi kısıp ona tehditkar bakışlar attım. "Bak..." diye söze girişim, onun alınlarımızı birbirine tokuşturup "Bakayım..." demesiyle sona erdi.

Sesimi yapmacık bir öfkeye bürüyüp kaşlarımı çattım. "Asker arkadaşım mısın sanki, ne bu hareketler?"

Başını iki yana sallarken dişlerini göstererek gülüşü beni bitirmişti işte. Ensesinde birleşik duran ellerimi ayırıp hafif uzayan sakallarına getirdim.

"Saçlarını Eslem mi ördü?"

Dışarı çıkmamak için konuşmayı uzatıyor oluşumuzu uzaktan görsem hüzünlenirdim ama ikimizin de umurunda değildi bence. "Nereden bildin?" diye sordum. Cevap olarak kaşlarını kaldırıp imalı bir bakış attığında gülerek başımı geri çekip "Yok artık!" diyordum.

"Yapmayı benden öğrendi." Aklıma küçük Eslem'in saçlarını örerken görüntüler dolduğunda hayalinin bile güzel oluşu şu karanlık ve kasvetli odayı bile benim gözümde cıvıl cıvıl ediyordu. "Ne düşündün öyle? Senden daha güzel ördüğümü mü?"

"Nereden biliyorsun sanki? Belki örebiliyorum?" Tatlı gülüşü yüzünde, güzel bakışları benim yüzümde...

"Hiç merak etmedin mi Deniz'in dağınık saçlarını kim toplamış diye?"

Sessiz bir şokla ağzım hafifçe aralandı. "Ciddi misin sen?" Başını hafifçe sallayıp beni onayladı. Deniz'in gün içerisinde toplanan saçları nasıl dikkatimi çekmezdi? Belki de görmüş ama Eslem toplamıştır falan diye düşünüp zihnimde uzak köşelere bir yere atmıştım ki hatırlamıyordum. "Neden şimdi söylüyorsun?" derken yüzümdeki hayal kırıklığının farkına vardı.

Onu yeğenimin saçlarını toplarken görmeyi çok isterdim, ikisini o şekilde görmeyi çok isterdim ama. "Bir dahakinde görürsün. Ama bu sefer o küçük kızın tek özelliği sana benzemesi değil, ikimize ait olması olur umarım."

Üst dudağımı alt dudağımın üzerine kapatırken gülümsememi olabildiğince aza indirgemeye çalışıyordum. "Adını da Nehir koyarız, ya da Irmak." demem tüm ciddiyetini bozup kahkaha atmasına sebep oldu. "Anlamlı isim diyordun, anlamlı işte. Göle en yakın şey bunlar!"

"Biraz ayıp olmaz mı çocuğa, sonuçta anne babasının ilk yakınlaştıkları yer?"

Gayet ciddi bir şekilde söylediğim şeyi dalgaya alması beni kızdırsa da biraz da üzmüştü. O yüzden hem kaşlarımı çatıyor hem de yüzümü asarak düşüncemi savunmaya devam ediyordum. "Kapan ya da fular koyamayacağımıza göre?"

"Bak fulardan çok güzel isim olurdu işte." Hala dalgaya alıyordu beni, ciddi bakışlarım onu hiç etkilememişti belli ki. "Sen bu işi bana bırak en iyisi."

"Ya neden!" diye isyan edişim hemen ardından gerçekleşti. "Ben taşıyacağım o çocuğu!" Deren'den acilen özel ders falan almam gerekiyordu. Can'ı nasıl da peşinde pervane ediyor, her seferinde üste çıkmayı başarabiliyordu öyle? Öğreneceğim taktikleri sürekli kullanır mıydım bilmem ama arada bir lazım oluyordu, mesela şu an...

"Bu konuda iyi değilsin çünkü." Durdu, aklına bir şey geldi ve gülümsemesini tutmaya çalışarak dudaklarını yaladı. "Bu konuda da diyeyim." Da ekini vurgulamasıyla patlamıştım artık. 

"Yeter ama ya!" Elimi göğsüne bastırıp ittirdim. Birbirimizden uzaklaştığımızda işaret parmağımı ona sallarken aklıma ne geliyorsa söylemeye başladım. "Aç bırakacağım seni, o zaman kıymetimi bilirsin, dolmalarıma da uzaktan bakarsın, sütlü çorbamı da nasıl kapıştığını gördüm. Hasret kalacaksın bundan sonra!"

Geri geri adımlar atarken gözlerini hafifçe yumup başını da eğerek sakin bir ses tonuyla karşılık verdi. "Bu benim için bir zevk olacaktır." Hızla yatağın üzerindeki yastığı kapıp tekrar üzerine atarken kapıya ulaşmış, aynı zamanda gülmeye de devam ediyordu. Görürdü ama o, bir daha yemek yaptığım zaman ona sadece koklatıp yemesine izin vermeyecektim.

Ona attığım yastığı bana geri atınca bu sefer tüm gücümle kafasına fırlatmamla yastık ona gelmeden yakalamayı başarması beni daha da kızdırdı. Yüz ifademi gördüğünde "Tamam tamam dur." diyerek güya beni sakinleştirdiğini sanıyordu ama kafasını kırsam anca sakinleşirdim. Yatağın ucunda yere bıraktığı ayakkabıyı kapıp üzerine atınca koluna hızla çarpan ayakkabıyla kolunu tutup gülmeye devam ediyordu. Diğerini de karnına atınca başını iki yana sallayıp tehditkar bakışlarla üstüme yürümeye başladı. "Sen kaşındın."

"Sen kaşındın asıl!" Hızlı adımlarla üzerime gelip belimden yakaladığı gibi havaya kaldırdığında ayaklarım yere basmıyordu. Bedenimi yatağa bırakıp üzerime eğildiğinde kahkaha atıyordum.

Başını boynuma gömüp öperken omuzlarından ittiriyor, aynı zamanda gülüşümü tutamıyordum. Çok fena gıdıklanıyordum. Gülüşümün arasından "Dur ya, tamam." diyebildiğimde sonunda başını kaldırmıştı. Tek kaşı havada, "Ne oldu?" derken gözlerindeki keyifli ifadeyle karşı karşıya kaldım. Buna resmen intikam almak denirdi ama.

"Gıdıklandım." derken dudaklarımı birbirine bastırıp yüzüne baktım.

"Hadi ya?" Kaşlarını çatıp ciddi bir yüz ifadesi takındı. "Öyle gıdıklanılmaz." deyip dudaklarını tekrar boynuma bastırdığında elleri de belimi gıdıklıyordu. Kahkahalarla onu itmeye çalışırken gülmekten boğazım acımıştı. "Dur artık ya! Tamam!" diye bağırıyor aynı zamanda bacaklarımla da onu itmeye çabalıyordum. Halime acıyıp durmasıyla gülüşüm yavaş yavaş azaldı. O, yavaş hareketlerle dağılan saçlarımı yüzümden çekerken, ben nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Gözleri yüzümde geziniyordu. Hem de öyle bir bakıyordu ki, sanki gerçek değilmişim gibi, sanki kıyamıyormuş gibi.

"Yanaklarım acıdı."

"Bir daha bana bir şey atmadan önce iki kere düşünürsün." Saçlarımı yüzümden çeken elini yatakta duran başımın yanına indirdi.

Kızıyormuş gibi yaparak çıkıştım. "Hiç de düşünmem! Yakında alırsın karşılığını."

"Sen kaşınıyorsun. Sonra dur deme bana, çünkü bir dahakinde durmam." Tehditkar bakışları parlarken geçiştirmek amaçlı başımı salladım ama yüz ifademden onu ciddiye almadığımı fark etmişti.

"Bilge..." derken gözleri kısıldı, bir anlığına alt dudağını yalayıp üzerime eğildi. Kafalarımızı tokuşturduğunda ciddi kalamayıp güldüm ama hemen ardından dudaklarımızı birleştirmesiyle aklıma banyodaki o an geldi. Kalp atışlarım ve vücut ısım seri bir şekilde yükselmeye başlamıştı.

Ellerimi boynuna götürüyorken dışarıdan bir bağırış yükseldi. Mirza da sesi duymuş olacak ki bir saniyeliğine geri çekildiğinde yüksek bir ses duyuldu. Odanın kapısı sertçe açıldığında başım refleks olarak arkama dönmüştü, aynı şekilde Mirza da başını kaldırıp gelen kişiye bakıyordu. Yok artık. Olamaz, ne olur olmamış olsun! Allah'ım ben şu an ölseydim de bu an yaşamaz olsaydı! 

Abim ne ara gelmişti!

Neden kızgın boğa gibi alev alan bakışları bizi hedef alıyordu, arkasındaki Eslem neden gözlerini büyütüp elleriyle ağzını kapatmıştı? Ve ben far görmüş masum tavşan gibi onlara bakakalmışken, üzerimde bana cetvelle ölçülemeyecek kadar yakın olan Mirza ne yapıyordu peki? Keşke şu yatak ortadan ikiye çatlasaydı da içine gömülseydim, keşke üzerime kürek kürek toprak atsalardı da yok olsaydım şu an...

Abim "Oğlum!" diye fısıldadı ama fısıldarken bile ses tonu havayı ikiye yarmıştı sanki. Bir elini beline, diğer elini de alnına koymuş ciğerlerine derin bir nefes çekmişti. Bakışlarını kaçırıp öfkeyle "Üç dakika!" diyerek arkasını dönerek öfkeli adımlarla görüş açımızdan kayboldu.

Arkasında kalan Eslem şaşkınlığını çoktan atmış, gülerek "Ben ona odaya girme demiştim." deyip kapıyı örtmeye başladı, o kapının örtülüşü dakikalarca sürmüştü sanki. Tam kapatacaktı ki aralıktan başını çıkartıp ışık hızıyla konuştu. Kahkaha atarken, "Ama bunu ben de beklemiyordum vallahi!" deyip kapıyı çekerek bizi tekrar odada başbaşa bırakmıştı. Ağlayacaktım şimdi ama... Bu neydi ama ya? Neden ama? Neden hep abim görüyordu bizi?

Başımı sonunda önüme çevirebildiğimde Mirza benim tam tersim, bu durumdan gayet eğlenmiş gibiydi. Yüzümdeki mahzun bakışlarıma bakıp yanağımda öperek üzerimden kalktı. "Komik mi geldi sana? Yer yarılsa da içine girseydim keşke."

"Komikti ama." Ben yatmaya devam ediyordum, o ise yüzünde eğlendiğini belli eden bir gülüşle oturuyordu.

"Abimin sana karşı edindiği tavrı görünce de gülersin umarım."

"Burada suçlu olan ben miyim? Dalmasaymış odaya." Başımı çevirip 'Bu ne cesaret?' dermiş gibi bakarken, "Asıl ben kızgınım ona, en güzel anı böldü." diyerek yatağa düşen saçımı parmaklarının arasına aldı.

"Eslem'i öyle görsen sen kızmazdın sanki?" diye soruşumla bakışları anında öfkeyle karardı, kaşlarını çattı, yüzüne bir ciddiyet binerken yataktan kalktı. Bu sefer de ben gülmüştüm. "Ne oldu?"

"Üç dakikanın bir dakikası gitti, hadi kalk." Başımı iki yana sallarken gülüyordum ama bir yanım hala onların yanına gittiğimizde ne yapacağımı düşünüp duruyordu.

Elini uzattığında tutup yatakta doğruldum. Beraber odadan çıkıp koridorda ilerlerken ayaklarım geri geri gidiyordu. Mehmet Bey'in odasının önüne geldiğimizde durdum. Mirza kapıyı tıklamadan önce, "Bir şey olmamış gibi davran. Hissettiklerini belli edersen Eslem bundan aşırı keyif alır, Gökhan da senin üzerine gidebileceğini düşünür." dedi.

"Biliyorum." Derin bir nefes aldım. Mirza kapıyı tıkladı ve daha demin bir şey olmamış gibi odaya giriş yaptık. Fuat, Eslem, Mehmet Bey ve abim içerideydi. Mehmet Bey oturuyor, abim odada bir o yana bir bu yana yürüyordu. Fuat ve Eslem de ayakta duruyor, düşünceli bakışlarla etrafa bakıyordu ki Eslem benimle göz göze gelince ona kaşlarımı çatıp başımı çevirdim. Şu an sırası değildi.

Abim olduğu yerde durduğunda beklediğim bakışlarla karşılaşmadım. Bu bana durumun ciddiyetini fısıldadı. "Abi sen nasıl geldin? Deniz'i de getirseydin, o da geldi mi?"

"Geldim işte." dedi sadece. İçime doğan şüphe tohumları, Mirza'nın sorusunun cevabını merakla bekliyordu. "Deniz nerede?"

"Yok." Abimin yüzü kaskatı kesilmişti, hem öfkeliydi hem de üzgün. Kaşları derince çatılmış, yüzü gerilmişti. "Kaçırdılar."

Elim ağzıma giderken boğazımdan acıyla bir ses yükseldi. Gözyaşlarım göz pınarlarıma dolarken kalbim acıyla kasıldı. "Nasıl?" Tam önüne gelmiştim, yaşları sildikçe başka bir damla hemen ardından geliyordu. Nasıl olurdu? Kim yapmıştı?

"Gönül annem deyip durduğu kadın geldi bir gün..." Olanları en başından anlattığında içim o kadar yanıyordu, sanki beni de Deniz'in içinde hissettiği, canını yakan o alevlere atmışlardı...

İki gün önce gelmiş kampa. Deniz'i görmek istediğini, onu çok özlediğini söylemiş. Kampa almayacaklarmış ama İçim'in Nuri amcadan özel izin istemesiyle içeri almışlar. Gelir gelmez abimle Deniz'in kaldığı eve gelmiş, kapıyı yeğenim açmış. Onu görünce sevinmiş... Yeğenim o kadını görünce sevinip ona sarılmış ve anne demiş. Ona anne demiş...

Abim kadını istememiş ama Deniz ağlamış, o kadını annesi yerine koyduğu için ağlamış. Önce gerçek annesi, sonra da teyzesi onu terk ettiği için o kadın gelince ona sarılmış. O kadından gelen anne şefkatine o kadar muhtaçmış ki... İçim paramparçaydı, anlattıklarını dinlerken sel olan gözyaşlarımı silmeyi bırakmıştım artık. Bakamamıştım ona, ihtiyacı olan anne şefkatini verememiştim. Deniz'in her bir eksikliğini, acısını içimde en derinlerde hissediyordum. Abim ona kıyamamış ve kadınla birkaç saat geçirmesine izin vermiş. Kadın bir süre sonra gitmiş ama Deniz o kadın gittikten sonra, bu annem de beni terk etti diye saatlerce ağlamış. Abim o gece onu kucağında uyutmuş. Bunları anlatırken bile gözünden düşen yaşları siliyor, içindeki acının büyüklüğünü apaçık ortaya seriyordu. Ne yapacağını bilememişti, annelik yapamamış, sadece baba olabilmişti ona, ama onun en çok bir anneye ihtiyacı vardı demek. Deniz çok şey yaşamıştı evet, ama asıl bu durum onun bütün hayatını etkileyecekti. Terk edilme korkusu. Tüm sevdikleri, ona bırakmayacağını söyleyen herkes terk etmişti onu, herkes...

Kadın yarın tekrar gelince abim onu sorun çıkarmadan eve almış. Tüm günü Deniz'le geçirmesine izin vermiş. Bir ara onları yalnız bırakıp lavaboya gittiğinde ise salon boşmuş, odalar boşmuş, ev boşmuş. Bu sefer terk edilen kişi olmamış Deniz, terk eden kişi olmuş...

Elimi göğsüme bastırırken duyduklarımı hazmetmeye çabalıyordum ama her bir düşünce içimi paramparça ediyordu. Deniz'i nasıl kaybederdik biz? Dört kolla sarılmamız gereken kişiydi o. Güvenli diye tüm zorluklara göğüs gerip kampa getirmeye uğraşmışken şimdi onu korumayı geçtim, yeterince sevememiştim bile. Onu terk ettiğimi sanıyordu, daha da kötüsü onu hep terk edeceğimi düşünüyordu.

O gün Nuri amca her yeri aratmış, çevre kamplara haber ve kişi yollatmış. Her yer aranmış, herkes sorgulanmış ama hiçbir haber çıkmayınca abim bunun Emir'in tarafından birinin işi olduğunu düşünüp buraya Konyadaki'yle konuşmaya gelmiş. Ama aradığının burada olmadığını fark etmesi geç olmamış.

Abim "Konyadaki'yle konuşmaya gideceğim." dediğinde Mehmet Bey cevapladı. "Haberleri çoktan duymuştur."

"Bana adresini verin. Onunla konuşmam lazım."

Onun hemen ardından ben konuştum. "Biz de geleceğiz." Burada beklemenin hiçbir manası yoktu.

Mehmet Bey başıyla onaylarken masasından kalktı. "Arabayı hazırlatıyorum." Camdan bakıp aşağıdan birine bir işaret yaptı. Abim geçip bedenini koltuğa bıraktı, başını ellerinin arasına aldığında yanına oturup başımı omzuna koydum. Bir şey demek istiyordum ama ne söyleyecek olsam boş geliyordu. Bir süre sonra o konuşmaya başladı.

"İyi misin? Bilmediğim bir şeyler var mı?" Hipnoz oluşum aklıma geldi. Şimdi bir de buna üzülmesini istemiyordum, yine de anlatmam gerektiğinin bilincindeydim. Olayı kısaca özetlediğimde tahmin ettiğim gibi üzüntüsü daha da katlandı. Mehmet Bey araba hazır demeseydi olay daha da derinleşecekti. Ayağa kalktığımızda Mirza'yla Eslem'i karşı karşıya gördüm. Bir şey dediğinde Mirza başını iki yana sallayıp yanağını okşadı. Eslem yine itiraz ediyordu. Onların yanına gittiğimde "Madem tehlikeli değil ben de geliyorum. Başka bir şey deme çünkü ikna edemezsin abi!" dedi. O da bizimle gelmek istiyordu. Fuat'ın sesini duydum. "Ben de geliyorum."

Mirza sıkıntıyla bir iç çekti ama beş dakika sonra kendimizi aynı arabada bulduk. Şimdi Konyadaki'yle tanışmaya gidiyorduk. Deniz'i bulmamamız söz konusu bile değildi. Kafamı karıştıran tek durum Emir'in amacıydı. Ona ihtiyacı yoktu ki artık. Neden onu kaçırmış olabilirdi? Belki de o kaçırmamıştı. Haftalar önce Deniz'le yaptığım konuşma aklıma geldi.

En başından beri Mirza'nın aradığı kişinin ben değil de yeğenim olduğu gerçeği öğrendiğimizin ertesi günüydü. Yeğenimi kucağıma alıp gerçek adını bilip bilmediğini sorguluyordum ama Deniz başka bir konu açmıştı.

Gözlerini kucağındaki bebeğine çevirip "Sence Gönül annem beni alır mı?" diye sordu.

"O ne demek? Öyle bir şey mi dedi?" İçimde beni rahatsız eden bir endişe hissediyordum.

"Beni almaya gelecekmiş, ben seninle kalmak istiyorum teyze."

Korkuyla "Sana tam olarak ne dedi?" diye sordum. Onu kimseye vermezdim tabii ki ama kim bilir küçücük çocuğun aklına neler kazımıştı?

Bebeğinin saçları dikkatini çektiğinde başını eğip bebekle oynamaya başladı. "Bilmem. O dediğimi söyledi işte."

Konuşma böyle sona ermişti. Demek kadın en başından beri bunu planlıyordu ama izini bu kadar iyi gizlemesi beni şüpheye düşürmüştü. Kesinlikle ona yardım eden birileri vardı. Ve maalesef ki bu kadar çok düşmanımızın olduğu bu oyunda o kişinin kimliğini öğrenmek için çok fazla seçeneğimiz vardı. Şimdi ise verdiği sözü bozmamak için yanımıza gelmeyen en büyük destekçimizle tanışmaya gidiyorduk.

Mutlu bir bölümdü bence, değildi diye düşünen varsa kabul etmiyorum jhdhdlj

Buraya bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazabilirsiniz 🤍

Ve bence Irmak ve Nehir güzel isim KSciğim neden dalga geçiyorsun...

(41,5k)5 ŞUBAT 2021

Continue Reading

You'll Also Like

96K 14.9K 39
Ne yazık... Seninle uzun bir ömür birlikte olmak uğruna çirkin bir kaktüs olmayı yeğlerdim.
192K 25.8K 27
Watty 2020 Fantastik Kategorisi Kazananı ---- YİN YANG SERİSİ | I Gökyüzüne yapılan haykırış. Ve alınan bir geri dönüş. "Senin için geliyorum." Hayal...
106K 5.7K 38
Aslında her zaman bir çemberin etrafında dönüp duruyorduk, hem de defalarca. Döngü. Döngü, döngü, döngü. Döngü. Beni siz yarattınız. Bunu s...
810K 51.5K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...