five - protect by fire

1 0 0
                                    

Güneş battıktan sonra gökyüzünü karanlığıyla örten ayı izlerdim hep, etrafından geçip giden sisi ve etrafına dağıtılan yıldızları. Penceremden pek net görünmezdi çünkü yüksekte oturmuyorduk ama şimdi, sanki bir şans gibi, istediğim yükseklikten izleyebiliyordum. Etrafına dağılan grimsi bulutlar yağmurun habercisi gibi kararmaya başlamıştı.

Başımı bu sefer aşağıya doğru eğip su gibi akıp giden trafiği izlerken hafif esen rüzgârın da sesini dinliyordum. Üzerine oturduğum yeşil, mavi ve sarı neon renkli reklam tabelaların ışığı gözümü alsa da kalkmamak için inat ettim bir süre, aynı, birazdan yağmurun yağacağını bilsem de yine oturmaya devam etmem gibi.

Her nasıl olduysa aklıma Haru'nun değişmiș görünüşü gelmişti, mitolojik olan yaratığın saldırmasıyla ilgili olan düşüncelerle dolup taşmış zihnimin arasında belirivermiști. Düşünecek çok şeyim vardı ama o yine de tüm bu karmaşanın içinde bile doğmayı becerebilmiști bende. Ne kadar değiştiğiyle ilgili düşündüm, siyah gözlerini düşündüm mesela, sesinin bile değiştiğini, boyunun uzadığını... Onunla ilgili düşünmedik hiçbir şeyi sağ bırakmamıștım, öylece, elini kolunu sallayarak geçip gitmiyordu benden. İnat ediyordu biraz daha kalmak için, düşünmeye devam et diyordu.

Ortaokulun ilk yılı ikimizin de hiç arkadaşı yoktu, ikimiz de öğlenleri tek başımıza yemek yer, tek başımıza evine gider ve tek başımıza takılırdık. Hiç düşünmemiştik sanırım ikimiz de, birbirimizle arkadaş olmayı... Ama düşündüğümüzde ise işler hiç de yolunda gitmemişti.

Çünkü onu daha yeni kurtardığım yalnızlıktan, tekrar yalnız olmasına sebep olmuştum. Bana çok kızmıştı buna emindim ama bunu hiç itiraf gibi de durmuyordu, yine de onu en son tanıdığım zamandan beri çok değiştiği belliydi. Artık onun hakkında bildiğim pek bir şey kalmamıştı ama bu, tanımak istemediğim anlamına gelmiyordu.

Sesli nefes vererek başımı geriye doğru atıp gözlerimi kapattım. Arabaların korna sesleriyle rüzgârın sesi birbirine karışmıştı daha sonra yerini sessizliğe bırakmıştı ama bu sessizlik hiç de normal denecek kadar değildi. Rüzgârın uğultusu kulağıma işlerken ince ve huzurlu bir şarkı da rüzgâra eşlik ediyordu ve onunla beraber esip geçiyordu iki yanımdan da. Saçlarım da hafif dalgalanırken trafiğin hâlâ olup olmadığına baktım ama arabalar ilerlemeyi kesmiş, oldukları yerde duruyorlardı ve ışık yandığı halde hiçbiri hareket etmiyordu.

Bu durumu garipserken bacaklarımı sarkıttığım yerden kendime doğru çekip ellerimle tabeladan destek aldım. Kaşlarımı çatarak eğildim ve etrafı dikizledim uzun bir süre, az önce mırıltı şeklinde çıkan şarkı da kesilmişti. Sadece rüzgârın uğultusu vardı.

Sokak, karanlığa doğru yavaş yavaş boğulması ayın bulutların arasına girmesi yüzündendi ve artık caddeyi tek aydınlatan devasa neon renkli tabelalardı. Şehir sanki hayalet kasabaya dönmüştü.

Az önce rüzgârla beraber hareketlenen şarkı mırıltısı tekrar kulaklarıma çalındığında aşağıya inmek için hareketlendim ama omzumdan tutulup geri çekildiğimde arkamı döndüm. "Biraz bekle," diye mırıldandı önüme geçip aşağıya bakarken. "Ne olduğunu bilmiyoruz." Terden ıslanmış saç tutamları alnına dökülmüştü ve göz altlarının da hafif şiştiğini görebiliyordum. Bir orduyla savaşmış yorgunluğu vardı sanki üzerinde. "Öğrenince ne olacak? Her türlü saldırmamız gerekmiyor mu?" dedim, bundan memnun olmadığımı belli ederek. "Eğer," dedi, dizlerinin üstüne çöküp aşağıya baktığında. Yanına oturdum. "Düşmanını iyi tanımazsan, savaş daha başlamadan işin biter." Onun baktığı yere doğru eğildiğimde ayine hazırlanır gibi bir grup siyah başlıklı kadının mırıltılar eşliğinde arabaların olduğu yere doğru gittiklerini fark ettim. En fazla yedi kişilerdi.

Kaşlarımı çattım. "Biz bir ekip değiliz, neden öyleymişiz gibi davranıyorsun?" Bana daha ilk gün gücümü kullanmadığım için şey demişti; eğer yapabiliyorsan bana katılabilirsin, yoksa seni yanıma almam.

"Ekip olmasak da öylece gidip karşılarına çıkmana izin veremem." Dişlerimi sıktım. Güçlerimi kullanamadığımı bildiği hâlde yardım etmeye gelmemişti ve sırf bunun yüzünden sırtımdan darbe almıştım. Sonrasında durumu toparlamıștım orası ayrıydı ama ya toplarlayamasaydım? Onun üstesinden gelebilmem tamamen bir şans eserisiydi, çünkü riskli olduğunu bile bile üzerine gitmiştim.

"Haberim yoktu. Hem tek başına çok da güzel halletmişsin işte. Ne istiyorsun hâlâ?" Gözlerimi devirip yumruklarımı sıktım, eğer o gün gücümü onun gibi kullanabilseydim tüm bunlar başıma gelmeyecekti. Neden bu kadar beceriksiz olmuştum ki? Kim böyle birine bunu verecek kadar akılsızdı?

Aşağıya doğru sarkıldı ve birden atladığında ellerimle alçak duvara dayanarak eğilip atladığı yere baktım. "Gücün olsun ya da olmasın!" diye bağırdı karşılarına geçerken. "Savaşmak zorundasın!" Kaşlarımı çattım. Bana cesaret vermeye mi çalışıyordu? Bacaklarımı sarkıtıp aşağıya atladığımda saçlarım geriye doğru savruldu ve yere indiğimde ise her bir tarafıma dağıldı, onları bir ara kesmem gerekiyordu.

Yumruklarımı sıkılaștırıp kendime doğru çektim. "Onları yeteri kadar tanımadığımızı sanıyordum." Dinlendirici mırıltıları şiddetlenirken ay gibi suratları da çirkinleșmeye ve kulakları da giderek sivrileșmeye başlamıştı, bu olduklarından onları daha da korkunçlaștırıyordu. Bu sefer o söylemeden sanırım ne olduklarını anlamıştım, önce giyinimleri yüzünden cadı veya büyücü topluluğu sanmıştım ama onlar elfti. Benim izlediğim elfli çizgi filmlerdeki gibi de sevimli değillerdi üstelik.

Kaen, elleriyle büyüttüğü alevle karanlık sokağı uçtan uca aydınlatmıștı ve her yeri haşlama uğruna da olsa onlara karşı bizi korumak için kalkan oluşturdu. "Gücünü kullanmayı hemen, şimdi öğrenmen gerekiyor," diyordu gözlerini ateşten oluşan ışığına doğru kısarak. Elfleri alevden göremiyordum ama çığlık çığlığa bastıkları tiz sesleri tüylerimi diken diken yapıyordu. Ona, üzerimden geçen şok dalgası yüzünden cevap vermemiştim ama yine de dediği gibi yapıp gücümü canlandırmaya çalıştım, çünkü yine dediği gibi bunları yeteri kadar tanımıyorduk ve ne kadar güçlü olabilecekleri konusunda bilgisizdik.

Ellerimden sabırsızca beklediğim güçten hiçbir eser yoktu. Gözlerimi sımsıkı kapatarak beklemeye devam ettim, ben uzun süre beklerdim beklemesin ama o ne kadar daha sabrederdi bilmiyorum çünkü oluşturduğu alevden kalkanın tam ortasından kocaman bir yarık açıldı ve bu yarıktan arka arkaya gözleri sarıya dönmüş elfler çıktı. En öndeki, diğerlerinden daha uzun olan tek bir el hareketiyle Kaen'in sokağın köşesine kadar sürüklenmesine sebep oldu. Uzun, incecik parmaklarını garip hareketlerle havaya kaldırıp gözlerini kapattı. O an, benim için de bir planı olduğunu fark etmiştim ama kaçmak için fırsat bile bulamadan boğazımın sıkıldığını hissettim. Önce hafiften hissettiğim bu acı giderek sıkılaștı.

Sanki görünmez tırnaklarını da boğazıma geçiriyordu, kostümü deri kaplaması olmasına rağmen acı giderek arttı. Ellerimi dahi hareket ettiremiyordum ve kafam çoktan geriye doğru düşmüştü. Ses tellerime kadar işleyen acıyı düşünemeyerek konuşmaya çalıştım kurumuş sesimle. "Ne istiyorsunuz?" Sadece iki kelime. O kadar zor gelmişti ki.

Mırıldanıșını duymuştum ama konuştuğu dili bilmiyordum ve bilmediğim için geri cevap veremedim, bu onu daha çok sinirlendirmiș olacak ki boğazımdaki ellerinden biri çenemi de kavradı. Tam karşımda dikiliyordu ve kılı bile kıpırdamıyordu.

Tuzlu gözyaşlarım, görüntü bulanıklașana kadar birikmiș ve en sonunda dolup yanaklarımdan süzüldüğünde çoktan farkında olduğum şeyin yine farkına varmama sebep olmuştu. Zifiri gökyüzüne tek bir yıldız bile koyulmamıștı yine bir akşam, çünkü bulutlar siyahlașmaya ve gökyüzünün üstünü örtmeyi başarabilmiști yine.

Yağmur yağmak üzere tek bir şey geçmişti aklımdan. Sadece tek bir şey.

Bu işin içinden sıyrılacak kişi artık ben değildim.

tokyo's dragonsWhere stories live. Discover now