seven - restless evening

0 0 0
                                    

Huzur bulamıyorsan bir hatıradan, içinde yer edinmiş dipsiz karanlık köşeden ve sırf seni sen olarak gösterdiği için ama bakmayı reddettiğin aynalardan, hep birden fazla ruh hâli taşıdığın için ağırlașmıș bedeninden en ufak bir huzur bulamıyorsan, yok et o zaman; saklan. Çünkü yok başka bir yol, kendinden çıkamazsın. Kendinden ayrılamazsın.

Ölmeyi bekleyemezsin öylece, kaybolamazsın da sıkışmışsındır uçsuz bucaksız kafanın içinde dönüp duran evrende, çünkü insan bazen koca diyarda bile yer bulamıyordu kendine.

"Bu akşam noodle yiyebiliriz," dedi Yuri, ağzına tıkıştırdığı kocaman şekerlemelerle. İki yanağının içine de üçer şekerleme sığdırmıştı, bunu bazen nasıl yapabiliyor diye merak ediyordum. "Sen önce şu şekerleri bitir," diye devam etti Hirona. Onun, hep fazla yemesine karıştırdı ve sürekli bunun için kavga ederlerdi. Gerçi onlar hep kavga edecek bir şey buluyordu. Yuri suratını asıp şekerlemeleri uzun kürdanlarından sıyırıp hızlıca çiğnemeye başladı kalan sakızları, kürdanları da çöp kutusuna attığında kollarını birbirine bağlayıp hızlıca çiğnemeye devam ediyordu somurtarak.

"Dün haberleri izlediniz mi?" diye sordu Hirona. Gerginlikten yumruk yaptığım ellerimi açıp gevşetmeye çalıştım, Yuri de kafasını sallayarak şeker sakızlarını bitirip yuttu. "Dün babamlar cadı avına çıkacaktı neredeyse! Ama söylenene göre bir büyü yaparak birden ortadan kaybolmuşlar, kimse onlara ne olduğunu bilmiyor." Hirona da kafasını sallayarak Yuri'yi onayladı. "Cadı oldukları doğru ama Skytree'nin yakınlarında olduğu bir cadde savaş alanına dönmüş ve orada garip türde küllere rastlanmıș." Uzun bir süre sessizliğimi korurken fark etmemeleri için dua ediyordum, bu konuda ne gibi fikir sunabilirdim ki? Söyledikleri tamamen söylentiden ibaretti, çok kolay yayılmıştı. Televizyonda hangi kanalı açsam son iki günde olan olaylar konuşuluyordu ve konușuldukça elim ayağım birbirine giriyordu.

Küçükken yaptığın yaramazlıkları üstünü örtebilmeye yetecek yalanlarınla kapatırdın, böylece kimse fark etmezdi. Ama bu sefer ne ben yaramaz küçük bir çocuktum ne de yaptıklarımın sebebini açıklayıp üstünü örterek kapatacağım yalanlarım vardı. Sadece ben ve o vardı işte, ardında bıraktığın ise susup kaldığın ailen ve arkadaşların.

"Rini? Sen duydun mu olanları?"

Bir anda bütün bıçaklar bana doğrulduğunda olduğum yere çivilendim. Yana döndüğümde ikisinin de gözleri üzerimdeydi. "Neyi?" diye şaşkınca sorușum alışıldık şeydi. İkisi de gülmeye başladığında gerginlikten onlara katıldım ben de ama neyse ki gerginliğim noodle dükkanına geldiğimizde bitmişti. Biz buraya varana kadar saatler geçmişti çünkü çok yavaş yürüyorduk ve neredeyse güneş bile batmıştı.

Dükkanın hemen önünde dikili duran ayaklı tahtanın üstünde menüler vardı ama hep Miso ramenden aldığım için artık menüye bakma gereği duymuyordum, tabii, Yuri'nin damak zevki değiştiği için tahta menünün önünde saatlerini harcayabiliyordu. Tahtaya doğru eğilmiş ve kaşlarını çatıp konsantre oluyordu, ramen seçmek için. Menüde beşten fazla çeşit ramen olmaması dışında bir sorun yoktu ama eminim o, iki çeşit olan yemeği bile iki dakikada seçemezdi. Hirona yüzünü buruşturup karnını tuttu. "Acıktım Yuri! Hızlı olsana," diye homurdandı Hirona. Yuri gözlerini devirip "Gidin yiyin siz," dedi.
Aynı anda ikimizin de gözleri heyecanla açıldığında Yuri somurtmaya devam etti.

Hirona beni içeriye çekiştirdiğinde pencere kenarların boş yerleriden birine geçip geriye yaslandım ve Yuri'nin hâlâ seçemeyișini izledim. Hirona beni çağırdığında kalkıp ramen tabağımı alıp tezgaha geçtim, hızlı ve iştahla kâselerimizi çoktan yarılarken Yuri içeriye girmişti üzüntüyle. Ağzımın kenarını silip elinden tuttuğum gibi yerime oturttum onu ve rastgele bir ramen istedim Sai-kun'dan. Sai-kun bizim sınıftandı, ölü gibi bir çocuktu ama severdim. Bazen arada yaptığı espriler o ölü gibi suratına yakışmasa da komik olabiliyordu ama bazen. "Dur tahmin edeyim," dedi Sai-kun tezgahın üstünü silerken. Bir yandan da içeriden kâsesi geliyordu Yuri'nin. "Yuri-chan yine menüsünü seçemedi, değil mi?" Kafamı salladım dudaklarımı birbirine bastırdığımda.

Üzüntüyle rameni yerken Sai-kun'a ters bir bakış attı. "Hangi gün hangi rameni yiyeceğin her şeyden çok daha önemli, tamam mı!" dediğinde ağzı tıka basa doluydu ama bunu umursamadan ağzına tıkıştırmaya devam etti, Yuri okulda ve sınıfta genelde kibar ve tatlı bir kız modelini oynardı ama onun dışında yani yemek yerken mağaralı oluyordu ve nedense Sai-kun'un onu bu şekilde görmeyi daha çok sevdiğini düşünüyordum. "Yavaş ye, kaşığı yutacaksın," dediğinde yüzündeki nötrlük beni benden alıyordu, bu kadar duygusuz gibi görünmeyi nasıl başarabiliyordu? Bazen bana, hatta çoğunlukla bana Kiyoshi'yi hatırlatıyordu.

Zaten, onu hatırlatmayan herhangi bir şey yoktu henüz.

Onun çok değiştiğini kendi gözlerimle zaten görmüştüm. Fiziksel olarak olsun, ruhsal olarak veya duygusal olarak tamamen kendini yıkıp yeniden inşa etmişti ama hâlâ eski hâlini hatırlatan bir şey vardı, o da sıfır duygu seline kapılmış kaskatı duran yüzüydü. Konuşurken arada gülümsüyor ve hatta saniyelik gülebiliyordu ama çok nadir olurdu, bazen kendini bunun için kastığını düşündüğümden onu güldürmek için elimden geleni yapardım ama ondan çıt çıkmıyordu.

Artık onu bu saatten sonra da güldürmeye zorlayamazdım, kimsesi olmayan biri gülmeye bir sebep bulamazdı. Yapayalnız kalan biri gülmeyi, kalabalıkta görünmek sanırdı ve onu hâlen azıcık tanıyorsam, o kalabalıkta bile yalnız hissetmekten kendine engel olamazdı. Ben yanında olsam bile, yani olsaydım eğer, hisseder miydi yine?

Yuri üçüncü kâsesini de içtiğinde geriye rahatlamış bir şekilde yaslandı ve tavandaki gözünü alan ışıkları saymaya başladı, iki kâseden fazla ramen yediğinde sarhoş gibi oluyordu. Sai-kun, geriye düşmüş kafasının arkasına geçip alnına yapışkanlı notlardan birini yapıştırdı, sertçe yaptığı için kendine gelmesini sağlayabilmiști. Öyle ki öfkeyle kalkıp kağıdı tuttu ve arkasını döndü. Öfkeyle yüzünü buruşturduğunda hiç olmadığı kadar çirkin görünmüștü ama bu hâlini bile sevimli bulduğuna emindim.

Etrafımızda pek kimse kalmamıştı ve kapanmak üzereydi. Sai-kun'un patronu içeriden çağırdığında Yuri'yle uğraşmayı bırakıp içeriye girdi. Hirona da Yuri'nin kafasına bir tane geçirdi. "Ne zaman çıkacaksın şu çocukla? Sürekli flört edişiniz midemi bulandırıyor, ögh, ögh," diyerek kusma hareketi yaptı. Yuri gözlerini devirip ceketini aldı. Dışarı çıktığımızda bunaltıcı ramen kokusundan sonra temiz havanın suratıma çarpması beni rahatlatmıștı. Temiz ve tatlı havayı içime çekerken Hirona, Yuri'yle uğraşmaya devam ediyordu.

"Onu seviyor musun?" diye sordum atıșmalarını bölerek, sorum Yuri'yi daha çok sinirlendirdi.

Çift yapraklı köprüye gelene kadar onun tipi olmadığını ve bu yüzden asla sevmeyeceği saçmalıklarını zırvaladı ama bir konuda haklıydı. Sai-kun, onun tipi değildi ama bu yine de onun sevmeyeceği anlamına gelmiyordu, sonuçta Yuri'nin türlüsüyle damak zevki her dakika değişiyordu. "Bence Sai-kun çok şey bir çocuk," diyip durakladı Hirona. Devamını nasıl getireceğini bilmiyordu ve bu onu yeteri kadar tanımadığını gösteriyordu ama buna rağmen ona karşı samimiyet hissettiği için soyadıyla değil ismiyle hitap ediyordu. "Olgun biri," diye tamamladım yarım kalmış cümlesini. Hirona, ona attığım destek için gizlice alkış yapıp Yuri'nin önüne geçti. Bu hareketi onun yine çöpçatanlık yapacağını gösterirdi, bunu bana sürekli yapıyordu. Her şey Kiyoshi gelene kadardı, çünkü onu gördükten sonra bir daha bana birini ayarlamak istemedi, sanki ona karşı hislerimin bitmediğini biliyor gibiydi. Ama bitmemiş miydi ki?

"Ama Sai..." diye mırıldandı Yuri, bakışları durgun denize dikildiğinde. Deniz sadece ayın vurduğu ışıkla aydınlanıyordu ama onun dışında zifiri karanlığıyla örtülmüştü hareketli yüzeyi. "Sai benim gibi birini sevmez," dediğini duymuștum ama onu duymazdan gelerek köprünün demirliklerine tutunup denize bakmaya devam ettim dikkatlice. Durgun deniz hafiften dalgalanıyordu ama bu rüzgârla olacak iş değildi, ki rüzgâr da yoktu havada. "Senin üç kâse yediğini gördüğü hâlde bile bakmaya devam etti Yuri-chan. Gel de sevme şimdi çocuğu..."

"Cidden mi? Baktı mı?" Gözlerimi kısarak denizi dalgalandıranın ne olduğunu çözmeye çalışıyordum.

Konuştuklarını denize odaklandığım için dinlemiyordum çünkü bu deniz hiç de normal gözükmüyordu, bir anormallik vardı. Gökyüzü yavaşça bulutlarla kapanmaya başladığında Ay tamamen gözden kaybolmuştu ve artık gecenin tek ışığı da aydınlatmıyordu denizin yüzeyini fakat derinlerde ne varsa yeşil bir ışık hüzmesi yayılıyordu.

Ve bir ses. Hem o kadar uzaktan hem de tam kulağının dibinde uğuldayan huzurlu bir ses vardı ama tüylerimi diken diken yapmıştı. Sonra birden, denizin bize en uzak olan bucaktan büyüyen dev bir dalga hareketlendi.

tokyo's dragonsWhere stories live. Discover now