ten - feel sad

1 0 0
                                    

Soğuk metal makasa parmaklarımı geçirdiğimde hiç düşünmeden omzumdan aşağı dökülen saç tutamlarını kestim, kestikçe kestim ve ben kestikçe omzuma dökülen saç kesikleri çoğalmıştı. Enseme kadar geldiğinde makası lavaboya atmıştım ve ellerimden destek alarak lavabonun ıslak kenarlarına dayadım, aynamdaki farklı görüntüme bakarken neredeyse ağlayacak gibi olmuştum. Gözlerim dolmuştu ama damlamasına izin vermeden musluğu açıp buz gibi suyla yüzümü yıkadım hızlıca, kısacık saçlarım iki yanıma gelirken ıslanmışlardı.

Burnumu elimin tersiyle silerken musluğu kapattım ve ılık dușun altına girdim. Birkaç dakika içinde hızlıca yıkanıp kurulanmış ve banyo kapısına bıraktığım üniformamı giydim. Dizime kadar gelen ince siyah çorabı da ayağıma geçirdiğimde çantayı da omzuma aldım. O fırtınalı akşamın üzerinden tam bir hafta geçmişti ama hâlâ olayın etkisindeydim, benimle beraber kimse bu olayı atlatamamıștı. Sadece bu fırtına olayını değil, yaratıkların şehri basması da en çok konușulanlar araş bu hındaydı. Kimisi lanetlendiğimizi, kimisi kıyametin yaklaştığını söyleyip duruyordu ama kimse tam olarak net bir cevap veremiyordu. Kaen ve Nami isimleri de dilden dile yayılmış ve kim oldukları hakkında çoğu kişinin araştırma başlığı olmuştu, merak insanı en çok kemiren şeydi.

İnsanlar merak ederdi ve sebebini öğrenene kadar asla peşini bırakmazdı, öğrenseler de bu sefer sonucunda ne olacağını beklerdi. Bu olayın merkezinde ben olsam dahi, ben de merak ediyordum çoğu şeyi.

İstasyona geldiğimde nefes nefese kalmıştım, boş banklara bakınırken neredeyse çoğu doluydu bu yüzden ayakta dikilerek dinlenmek zorundaydım ve bacaklarım akşamdan kalan yorgunluğun etkisiyle tir tir titriyordu.

"Dokunsam düşecek gibisin," diye mırıldandı hemen arkamdan. Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde elleri pantolonun cebinde öylece dikildiğini gördüm, benden farksızdı. Saçları az önce yeni duştan çıkmış gibi nemliydi ve gömleği kırışıktı. Eskiden olsa annesi asla onu bu hâlde okula göndermezdi, ama artık bir anneye sahip değildi. O kadar üzgün ve pişmandım ki, tüm bu hüznümün acısını ona sarılarak çıkartmak istiyordum. Ama artık onunla eski samimiyetimiz kalmamıştı, yıllar bizi uzaklaştırmıștı her ne kadar uzaklaşan kişi ben olsam da. "Dokun o zaman." O kadar hâlsiz ve donuk bir ifadeyle söylemiştim ki bir an cidden denemek için dokunacak gibi olmuştu ama ellerini cebinden çıkarmadı. Gözleri bir an kesilen kısa saçlarıma gitti. "Çok mu istiyorsun?"

"Üzgün hissediyorum."

"Üzgün hissetmen için iyi bir sebep değil," dediğinde beni yanlış anladığını anlamıştım, çünkü sağ elini cebinden çıkartıp işaret parmağıyla omzuma hafifçe dokundu. "Öyle değil." Hâlâ omzumun üzerine dokunurken tuttum parmağını, sonra bileğine doğru kaydırdım elimi. "Üzgün hissediyorum. Öylece, habersiz gittiğim için. Sen daha en başından haklıydın, iyi geçinemezdik. Sevdiğimiz filmler, kitaplar hatta dinlediğimiz şarkılar bile birbirinden tamamen farklıydı. Her şeyimizle uyumsuzsak nasıl arkadaş olabilirdik ki? Seni dinlememiş ve arkadaş olmak için çabalamıștım sürekli ama yine bitiren ben olmuştum. Bunun için üzgün hissediyorum."

Gözlerimi kaçırdığımda histerikçe güldüğünü işittim. "Bu anı mı bekledin bunca zaman?" Kaşlarımı çattığımda kaçırdığım gözlerimi çevirdim ona. "Ne?" Bileğini elimden sıyırdığında tekrar cebine soktu. "Bana bakıcılık yapmak zorunda değildin, gitmek zorundaydın ve gittin. Şu anda ikimizde kendimize göre arkadaş bulduk. Uzatmanın manası yok, değil mi?" Bu, aramıza çoktan inşa edilen duvarlar anlamına mı geliyordu? Birbirimizden çoktan uzaklaştığımız ve artık arkadaş kalmak için bir sebebimiz olmadığını? "Evet, yok," diye mırıldandığımda metronun sesi metrelerce uzaktan gelmişti. Aramızdaki sürüp giden sessizlik çoktan kalabalığın ve ray sesleriyle dolmuştu.

tokyo's dragonsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin