1

543 22 4
                                    

Bu benim için özel bir hikaye olacak. Umarım güzel ilerler. Ben de güzel yazabilirim. :) Jungwoo'nun turuncu hali kitabın kapağında. Aslında sahnede de oradan ilham aldım. Ekteki şarkı da aslında hikayenin temasıyla az çok içli dışlı diyebilirim. Na Bi ve Jungwoo birbirine baktığında Na Bi'nin hislerinin bir kısmını hissettirmesi açısından ekledim :)

Umarım beğenirsiniz :)






Bu hayatta isteyip yapamayacağım şey çok azdır. Konu hedeflerim olduğu zaman gözüm hiçbir şey görmeksizin odaklanıp yoğunlaşıyorum istediklerime. Ülkedeki en iyi üniversiteye de böyle girmiştim ama isteklerim, hayallerime ulaştıkça daha da yükseliyor bazen beni bile geri dönmek istediğim yollara sürüklüyordu. Öyle ya da böyle bir şekilde son sınıfa geldim. Ülkenin en iyi sinema hocalarından en iyi dersleri alarak son sınıf için kendimi epey hazırladım.

Bu sene sonu mezuniyet projemiz için her yönetmen adayının bir kısa film çekme mecburiyeti vardı. Son sınıfın ilk günleri daha yeni başlasa da içimdeki heyecana engel olamıyordum. Bütün öğrencilerin kısa kısa çektiği, üzerinde çalıştığı tonlarca şey vardı ama kendimiz için ilk defa profesyonel bir çekim yapacaktık. Bütün çekilenler sene sonunda öğrenci festivali adı altında bütün okulun hatta dışardan gelecek insanların huzuruna açılacaktı. İnanılmaz heyecan vericiydi. Çekeceğim bu filmle yarışmalara katılma planları yapıyordum ama her şeyden önemlisi okuldan sonraki yurtdışı planlarımdı. Mezun olduktan sonra Los Angeles'ta yönetmenlik atölyelerine katılıp sonrasında uzun metraj film çekimim için hazırlanmak istiyordum. Önümde çok uzun bir yol vardı ama içimdeki yönetmen olma arzusu her şeyin üzerindeydi.

'Na Bi!'

Ani bir sarsılmayla hafif sinirli bir şekilde arkamı döndüm. En yakın arkadaşım Hyerin sabırsız gözlerle bana bakıyordu.

'Sen beni dinlemedin hiç dimi?'

Suçluluk duygusu ile hafifçe sırıttım. Hyerin elindeki kalemi kitabının arasına koyup kitabı da çantasına koydu.

'Yemek yiyelim. Ben oradan işe gideceğim dedim. 10 dakika önce falandı.'

'Aaa... Cidden duymadım.' Hızlıca ben de toplanarak ayağa kalkıp Hyerin'in peşinden gittim.

'Başka dersin var mı bugün?'

'Evet. Sinema tarihi.'

'Oha. Onu ilk sene vermedin mi sen?'

'Verdim. Tekrar aldım. Kang Min hoca ile iletişimim çok iyi. Ayrıca Los Angeles'ta çalışmış bir süre. Bana cidden çok destek oluyor.'

'Vayy. Cidden Los Angeles'a gideceğine inanamıyorum. Anca senin gibi birinden beklerdim zaten. Na Bi'yi sabah programı çeken biri olarak düşünemiyorum zaten.

Hyerin'in söylediği şeyle kahkaha atmaya başladım. Aslında inanılmaz utanmıştım ve bana bu kadar inanan bir arkadaşım olduğu için çok mutlu olmuştum. Hyerin ile okulun ilk senesinden beri birlikteydik ve yapmadığımız hiçbir şey kalmamıştı. Seul'ün altını üstüne getirip çekim yapılmayan yer bırakmamıştık. Ben daha çok olaylara odaklı iken Hyerin de sürekli insanları ve onların gündelik yaşantılarını çekiyordu. Mezun olduktan sonra ayrılacağımız için çok buruk hissediyordum ama Hyerin beni anlıyor ve hem kendi içindeki hem de içimdeki burukluğu erteliyordu.

Kampüsün yakınındaki yerde öğle yemeğini yedikten sonra Hyerin part-time işine gitmişti. Ben de kampüse dönüp Sinema Tarihi dersine girdim.

Dersin ortasında Hyerin'den erken çıktığı ve kampüste onu beklememi söylediği bir mesaj aldığım için dersin sonunda çok acele etmeden toparlandım.

Yavaş yavaş yürüyerek okul koridorlarından geçtim. Çok uzaklardan bir keman sesi geliyordu. O kadar huzurlu ve mutlu hissettiriyordu ki yavaş yavaş keman sesinin geldiği yere doğru yürüdüm. Güzel Sanatlar fakültesinde okumak çok güzeldi.

Keman sesinin geldiği yere varana kadar keman sesi durmuştu. Biraz üzülerek yavaş yavaş okulun kapısından dışarı bahçeye doğru ilerledim. Bahçeye tam girmek istemediğim için okulun dışında kalan bahçe manzaralı banklardan birisine oturdum. Hava çok güzeldi. Eylül sonlarında olduğumuz için hafifçe esiyordu. Güneş bulutun arkasına girdiği zamanlarda üşüdüğümü hissediyordum.

Biraz telefonumu karıştırdıktan sonra etrafıma bakınmaya başladım. Etrafıma bakınırken ilerdeki banklardan birinde keman çantası gördüm. Gözlerimi merakla açarak yanındaki kişinin kim olduğunu görmek için hafifçe eğildim. Turuncu saçlarını gördüğüm kişinin yüzüne ulaşamadan telefonum çalmaya başladı. Yoğunlaştığım yerden ani bir irkilmeyle telefona baktım. Arayan Hyerin'di.

'Efendim?'

'Düşmanın mıyım ben senin? O nasıl bir telefon açışıydı öyle.'

'Bir şey yok ya. Dalmışım sadece sana öyle gelmiştir. Nerdesin?'

'B kapısında.'

'B mi? Ana girişte bankların ordayım ben.'

'Hadi ya. Off doğru ya. Tamam geliyorum.'

Gülerek telefonu kapattım. Çantamı masanın üzerinden alacakken bankın diğer tarafındaki oturağa doğru kayarak düştü. Off'layarak oturduğum yerden kalkıp çantamın yanına gittim. Gözümdeki gözlüğü çıkartmak için yeltenirken uzaktan Hyerin'in bana el sallayarak geldiğini gördüm. Hafif sesli bir şekilde güldüğüm zaman yan banktaki insanların bana döndüğünü fark ettim. Kafamı oraya döndürdüğümde artık kemanın sahibi turuncu saçlı çocuğu görebiliyordum. Üzerinde kot ceketi, ince t-shirt'ü ve ağaçların yaprakları arasından yüzüne vuran gün ışığı ile bana bakıyordu. Gülüşüme karşılık dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı. Yüzünde yine de hafif ciddi bir ifade vardı. Gözleri, gözlerimin içine içine baktığı için gerilmiş ve gerginlikten kulaklarımın kızardığını hissetmiştim.

Tekrar hafifçe gülerek arkadaşına döndüğünde ben de Hyerin'in geldiği yola doğru dönüp gülümseyerek hafifçe el sallamıştım. Gözlüklerimi çıkartıp gözlük kabıma koydum. Gözlükle beraber önüme düşen saçları arkaya doğru ittirirken Hyerin kolları açık bir şekilde geliyordu. Yine gülmeye başlamıştım.

'Na Bi'm. Benim güzel Na Bi'm. En çok güneşin saçlarına vuruşunu seviyorum biliyorsun.'

Hyerin'in komik seslerle çıkarttığı iltifatlara karşılık kendimi durduramayarak kahkaha atmaya başlamıştım. Bana bakıyor mu diye dönüp bakmak istediğim yere ise kendimi toparlayıp bir türlü bakamadığım için içim içimi yiyordu. İstemeye istemeye çantamı omzuma atarak Hyerin'e doğru ilerledim.

'Tamam yeter güldürme. Eve gidelim. Çok yorgunsundur.'

'Eveeett. Erken çıkmış olabilirim ama bugün bir turist grubu geldi deliricektim....'

Hyerin konuşmaya devam ederken çıkışa doğru ilerliyorduk. Onu dinlerken içimdeki isteğe engel olamadığım bir an arkamı dönerek tekrar ona doğru baktım. Kafasını hafifçe sola döndürmüş bir şekilde bana baktığını fark ettiğimde yaşadığım heyecana tekrar engel olamadım. Gözlerimi çekmeden bir süre uzaklaşana kadar gözlerine ve ustaca çizilmiş gibi duran turuncu saçlarına baktım. Kafamı tekrar Hyerin'e döndürdüğümde içimdeki heyecan tüylerimi diken diken etmiş ve çoktan kalbime ulaşmıştı.

maybe one day | jungwooWhere stories live. Discover now