5

131 10 2
                                    

Tekrar bir film izleme sahnesi var ve burada da dinlemeniz için bir müzik koyuyorum.

Oy ve yorum bırakırsanız çok müteşekkir olurum :) İyi okumalar dilerim.


Cumartesi sabahı gibi bugün de hiç uyumamışcasına uyandığım bir gündü. Odamın içine dolan ışık gözlerimi hafifçe yakıyor ve beni inadına daha çok uyandırıyordu. Bense uyanıp yanına gitmek istemiyordum. Dün yine öğlen buluşmak için sözlenmiş olsak bile yapamayacak gibi hissediyordum. Hyerin telefonda onunla sözleşmek için konuştuğumda gayet iyi rol yaptığımı söylüyordu ama telefonda konuşmakla onunla yan yana gelmek aynı değildi.

Yanımdaki telefonu alıp saate baktım. 10 buçuktu. 12 buçukta orada olmam gerekiyordu. Odamın kapısı tıklatıldı ve Hyerin içeri girdi.

'Hala kalkmadın mı sen?'

Neden evde olduğunu anlamaya çalışırken Hyerin gelip penceremin camını açtı. Yatağım penceremin yakınında olduğu için rüzgar estikçe perde yüzüme düşüyordu. Gözlerimi ovuşturdum ve hafifçe yatakta doğruldum.

'İşe gitmedin mi?'

'Bunu sonra konuşuruz şimdi senin kalkıp hazırlanman lazım.'

'Hyerin lütfen gidemem. Hasta olduğumu falan söyleyeceğim.'

'Saçmalama istersen. Çocuktan kaçmayı mı düşünüyorsun?'

Örtüyü kafamın üstüne çekip yattım. Hyerin bunu görünce bütün örtüyü üzerimden çekti ve odadan çıkarken bana bağırmasını duydum.

'15 dakika içinde sofrada görücem seni.'

Her insan biraz inatçıdır ama Hyerin her zaman çok başkaydı. Ne zaman tökezlesem ya da kararsız kalsam bana kendimi hatırlatan kişiydi ve bu huyunu çok seviyordum. Yine bana kendimi hatırlatmış ve böyle bir şey için kaçmamam gerektiğini söyleyerek beni paşa paşa gitmeye zorlamıştı. İtiraf etmem gerekirse küçük binayı gördüğüm an arkama bakmadan kaçmak istemiştim ama yapmamam gerektiğini biliyordum. Derin bir nefes alarak içeri girdim.

Kapıyı açtığımda bu sefer girişte kimseyi göremedim. Etrafı kolaçan ettikten sonra mutfağa gittim. Tezgahta kırmızı kupada yarım bir kahve vardı ve kahve makinesi kahveyi hazırlıyordu. Bahçeyi de kontrol ettikten sonra merdivenlere doğru gittim. Merdivene adımımı atmadan yukardan gelen keman sesini duydum. Yüzünü görmüyor olsam da parmaklarına değen kemanın sesinden bile kalbim hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Yukarı çıkmaktan vazgeçip mutfağa yöneldim. Kırmızı kupasını yıkayıp hazırladım. Kendime de önümdeki dolaptan gri kupayı çıkardım. Kahveyi beklerken kulağıma dolan hafif keman sesini duyabiliyordum. Sanırım kendini çalışmaya kaptırmıştı.

Kahvenin demlendiğinden emin olduktan sonra yavaşça kahveleri koydum. Belki yorulmuştur ya da acıkmıştır diye dolapta kurabiye tarzı bir şeyler aramıştım ama bulamamıştım. Sanırım biraz da oyalanmaya çalışıyordum. Sonunda pes ederek kahveleri bulduğum küçük bir tepsiye koydum. O sırada çoktan keman sesinin durduğunun farkında bile değildim. Arkamı döndüğümde kapıya yaslanmış beni izleyen Jungwoo'yu görmeden bir saniye öncesinde garip bir sessizlik olduğunu sezmiştim fakat çok geçti. Korkudan ellerim titrediği için elimdeki tepsi hafifçe kaymıştı. Kayan tepsiyi fark edince o da korktu fakat o yaklaşmadan hızlıca kendimi toparlamayı başardım.

'Ne zamandır ordasın?'

Endişeli suratı normal haline dönmüştü ama gülmüyordu ve gülmeyen suratına fazlasıyla yabancılaşmıştım. Gülmüyordu ve gözlerime daha derin bakıyor gibi hissediyordum. Daha da kötüsü artık neden böyle baktığını az çok tahmin edebiliyordum. Kendimi tutmalıydım ama bu tahmin ettiğimden daha zor olacaktı.

maybe one day | jungwooTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon