II. Miladınla Tanışmak

Start from the beginning
                                    

Tam bir şeyler söylemek için dudaklarımı aralamıştık ki genç bir doktor elindeki kağıtlara bakarak ciddi bir şekilde bakarak içeri girdi. Yatağın yanında durup bana gülümserken "Yapılan testlerde herhangi bir terslik olmadığını görüyorum, ailen de böyle bir şeyin daha önce hiç olmadığını söyledi. Bu yüzden durumun psikolojik olduğunu düşünüyorum," dedi ve bakışlarını yavaşça anneme kaydırdı.

"Şimdilik burada yapılacak başka bir işlem kalmadı, hastamızı taburcu edebiliriz ancak yine de hastanemize bağlı psikiyatri ve rehabilitasyon merkezinden bir uzmanla ya da kendi doktorunuzla en yakın zamanda görüşmenizi öneririm. Göründüğünden çok daha ciddi olabilir."

Doktor, ebeveynlerimin teşekkürleri arasında odadan çıktıktan sonra başımı iki yana sallayıp "Kimseyle görüşmeyeceğim," diyerek itiraz ettim. Şimdiye dek o kadar çok psikiyatr ve psikologla konuşmuş, o kadar farklı tedaviler denemiştim ki artık hepsi beyhude geliyordu.

"Son zamanlarda semptomlarının sıklaştığını ve kötüleştiğini görmediğimizi mi sanıyorsun? Artık bir şey yapmak zorundayız Eylül. Kaç aydır terapiye de gitmiyorsun ama görüyorsun işte, bu seni daha iyi yapmadı."

"Daha iyi değilim belki fakat daha kötü de değilim."

Bu kelimeler dudaklarımın arasından eğreti bir sahtelikle çıkmıştı, öyle ki buna kendimi dahi inandıramazdım. İyi olmadığımın pek tabi farkındaydım ancak tanımlayamadığım ve tanımadığım bir felakete doğru sürüklenirken elimden hiçbir şey gelmiyordu. Ne yaparsam yapayım buna engel olamayacağıma inanıyor, başkalarının benim için çabalamasını engellemek istiyordum. Onlara daha fazla yük olmamın bir anlamı yoktu, bütün benliğim yitirmekte olduğum kendime inancım ile derinleşen sorunlar arasına hapsolmuştu. Her şey için çok yorgundum, kimi zaman yaşamak için bile.

"Emin misin?" diye yalancı bir soru sorarken elimi kavradı annem ve üzerimdeki ince hırkanın kolunu sıyırıp bileğimin iç tarafını bana doğru çevirdi.

"Bana hiç de öyle görünmüyor."

Birkaç gün önce geçirdiğim kriz sırasında tırnaklarımın bileklerimde ve kollarımda bıraktığı izlerle karşı karşıya kaldığımda kendimi savunmayı düşünmedim. Ailem bunu daha önce görmüştü fakat bir süredir onlardan sakladığım için artık olmadığını düşündüklerini sanıyordum, yüzlerindeki şaşkınlığın sebebi bu olmalıydı.

"Önemli bir şey değil," diyerek elimi ondan kurtardım ve hırkanın kollarını çekiştirmeye başladım. Bazen dünyanın bütün ağırlığını sırtıma bırakmışlar gibi hissettiğim gecelerde, aklımı saran seslerden kaçmak için yapabildiğim tek şey, bedenimdeki acının dikkatimi dağıtmasını ummaktı. Göğün boyası akıp saçlarımı başıma, derimi kemiklerime yapıştırırken açtığım kesiklerden kan değil, balçık akardı dışarı. Ancak öyle yuvalarına dönerdi iblisler, gözyaşlarımı görmeden uyumazlardı.

"Böyle yaşamana göz yummayacağım daha fazla. Yarın görüşmeye gideceğiz, anlaşıldı mı?"

Başka çarem olmadığını kaçamak bir şekilde babama baktığımda ve aynı kararlılığı onun yüzünde de gördüğümde anladığım için çaresizce söylediklerini kabul etmek durumunda kaldım. Yarın bahsettikleri yere gidecek, benden her ne bekleniyorsa yapacaktım çünkü bu baskıyla daha fazla yaşayacak gücü bulamıyordum artık kendimde. Geçmişte yalnızca bir kere kısa bir süre için bir rehabilitasyon merkezinde kalmıştım fakat bana hiçbir faydası olmadığı gibi durumumun daha da ağırlaşmasına neden olduğu için bir daha benzer bir yerde kalmayacağıma dair aileme söz verdirtmiştim. Şimdi o sözler unutulmuş gibiydi, zaten olanların üzerinden de uzun bir zaman geçmişti.

Lavantalar ÖldüğündeWhere stories live. Discover now