I. Asla Yenilemezsin

Start from the beginning
                                    

En sevdiğim kitaplardan birinde yaşayan Jane Eyre'in ruhuna bürünecektim bugün. Aylardır buna hazırlandığım için ve mükemmeliyetçi yanımın hiçbir şeyin eksik kalmasına izin vermeyeceğini bildiğimden aslında içim biraz da olsa rahattı fakat bütün benliğimi kaplayan kaygıları engellemek mümkün değildi. Bu yüzden gözlerimin içine bakıp kendimi son bir kez teskin edip banyodan çıktım. Bu sabahın diğerlerinden bir farkı yoktu zihnimde yaşayan pek çok varlık için, ben de dün olduğu gibi lambaya iki elimle dokundum, yine eşikten atladım, halıdaki kimi desenlere basmamaya çalıştım, bastığımda geri dönüp tekrar başladım. Yalnızca saniyeler sürecek bir yolculuktu mutfağa gitmek fakat yine dakikalarımı tüketmiştim.

İçeri girdiğimde ocağın başında durmuş omlet yapan annem başını bana çevirip "Günaydın," diyerek gülümsedi. İçimi ısıtan tebessümüne karşılık olarak yanına gidip başımı koluna yasladım.

"Günaydın, babamla Dalya uyanmadı mı henüz?"

"Baban çıkalı bir saat kadar oluyor ancak endişelenme, akşama kadar işlerini halledip gelecek. Dalya da birazdan gelir. Çay mı istersin kahve mi?"

Yanından geçip en sevdiğim kupamı ve annem için de bir fincanı elime alıp sallarken "İkimize de şöyle güzel bir sütlü kahve yapıyorum o zaman," diyerek gülümsemesine geç de olsa karşılık verdim. Beni onayladığı sırada ablam Dalya kapı eşiğinde belirdi ve şakaklarını ovarken "Kahveler üç olsun," dedi yorgun bir sesle.

Raftan başka bir kupa daha aldıktan sonra ablamın yanağına kısa bir öpücük kondurup kahve makinesinin başına gittim. Her bardak için dört çay kaşığı dolusu kahve koydum, dört saniye boyunca hem süt hem de suyun akmasını bekledim. Benimki beş oldu, ben de onu sekize tamamladım. Her şey dört ya da dördün katları olmak zorundaydı, özellikle üç ile beşe hiç tahammülüm yoktu.

Kendime kızmak için tek bir saniye tanıdıktan sonra tuttuğum farkına varamadığım nefesimi sessizce dışarı verip masaya döndüm. Annem tavadaki omleti tabaklara eşit şekilde dağıtırken "Birileri yine geç saatlere kadar davalarıyla ilgilenmiş anlaşılan," diyerek hafifçe sitem etti. Ablamın işi sebebiyle kendini bu kadar yoruyor olmasına kızıyordu ancak bunun sebebi, duyduğu endişe ile üzüntüydü yalnızca.

Her şey hazır olduğunda hepimiz yerlerimize geçtik, kahvesinden ilk yudumu aldıktan sonra ablamın da gözleri parıldamaya, yüzü en nihayetinde gülümsemeye başladı. Arka planda Bach'ın neşeli konçertolarından birinin duyulduğu, huzurlu bir cumartesi sabahı oluyordu ve ben de annemle ablamın konuşmalarını gülümseyerek izliyordum. Aklımdan geçen türlü düşünceleri kısa bir zaman için de olsa durdurabildiğim nadir anlardan biriydi bu fakat çok geçmeden dağıldı üzerlerindeki sis perdesi, masanın tam ortasında düştü kaygılarım.

"Nasıl hissediyorsun Eylül, heyecanlı mısın?"

Avucunda tuttuğu ekmek dilimine dikkatle bal sürerken durdu ablam, bakışlarını yukarı kaldırıp ondan kaçan gözlerimi yakalamaya çalıştı. Elimdeki çatalı bırakıp "Öyleyim tabii," diyebildim yalnızca ama o, bundan çok daha fazlasını içimde taşıdığımı anlamıştı. Karşımda oturan annem masanın kenarından bana elini uzatınca gözlerime dolan yağmurları güçlükle tutup eline uzandım. Onlara her şeyin iyi gideceğini, sahneye çıkar çıkmaz bütün endişelerimi unutacağımı söyledim ancak bundan hiç de emin değildim.

Son hazırlıklarımızı yapmak üzere erkenden salonda olmam gerekiyordu, bu yüzden kahvaltımı yaptıktan sonra hızla bir kez daha banyoya koştum. Sabah ritüelimin geriye kalan kısmında dişlerimi fırçalamak, yüzüm için bakım rutinimi uygulamak ve saçlarımı taradıktan sonra giyinme odasına gitmek vardı. Bunların hepsi sırayla, kusursuza yakın bir şekilde yapılmalıydı, aksi takdirde tekrar tekrar aynı işlemi yapmak durumunda kalıyordum. Her şeyin yerinde ve düzen içinde durduğundan emin olduktan sonra önceki gece kararlaştırdığım kıyafetlerimi gardıroptan aldım, hızlıca giyinip odama geri döndüğümde ise yatağımın yanında beni yıllardır takip eden o gölge ile karşılaştım.

Lavantalar ÖldüğündeWhere stories live. Discover now