Bölüm 12: Nefes nefese

1.3K 74 40
                                    

Göğsümde ağırlaşan bir hüzünle, suyun soğuk kollarına teslim olurken, nefes almak giderek zorlaşıyordu. Suların arasında kayboluyordu bedenim, korku ve çaresizlikle titremekten başka elimden birşey gelmiyordu. Her dalga, içimdeki korkuları daha da derinleştiriyordu sanki. Gözlerim etrafta panikle parlıyor, çevremdeki mavi boşlukta kaybolan nefesimi bulma çabası içindeydim. Suyun baskısı, içsel çalkantılarıma bir ağırlık gibi eklenmişti, adeta gerçek dünyadan kopmuştum. Boğulmak üzere olan çırpınışlarım, acı dolu bir şarkı gibi, sessizliğin derinliklerinde kayboluyordu. Islak elbisem benim işimi ağırlık yaparak daha da zorlaştırmıştı.

Çırpındıkça battığım bu bataklık içerisinde vücudum ve soğuk su bir savaş içindeydi. Her geçen saniye vücudum ağır darbelerle ayrılıyordu. Göğüs kafesimi delercesine atan kalbim vazgeçmiyordu bu savaştan ama. Çünkü o da biliyordu yaşanmışlıklar vardı, kahkalar vardı, acılar vardı, bu acılardan çıkarılan dersler vardı.

Geceleri seni ayakta tutan, gözün ne zaman o derin maviliğe dalıp gitse ya da ne zaman duş başlığının altına istemsizce kafanı sokup nefesini tutmaya çalışsan soluk boruna sıkışan kötü bir kabusun gerçek oluşu gibiydi.

Ellerimi birşeye tutunmak için ileriye uzattım ama kucakladığım tek şey havaydı. O an su mu buz gibiydi yoksa tenime işleyen korku mu üşütmüştü beni, fark etmem imkansızdı.

Dibe batarken kabarcıklar etrafımı sardı, doğrularak çırpınmaya çalıştım. Yüzme bilmiyordum ve çırpınırsam bunun yalnızca beni daha da batıracağını biliyordum, sakinleşip suyun beni yüzeye çıkarmasına izin gerekiyordu ama bu bilgiyi bize öğreten adam gerçekten uygulayabileceğimize inanmış mıydı ki?

Nefes alma ihtiyacı her saniye geçtikçe ciğerlerimi tekmeliyordu. Bir şimşek, zihnimin bir köşesinde durmaksızın çakıyor; bütün başım çatlayacakmışçasına ağrıyordu. Gözlerim su yüzünden acımaya başladığında daha fazla dayanamayarak kapattım.

Anıların pençesi zihnimdeydi, duvarları kesiyor ve kanatıyordu ama bu tanıdık hissi tanımlayamıyordum.

Neredeyim, nasıl düştüm, kimim...Yüzeye çıkmak için elimden geleni yapıyordum. Fakat ayaklarım yere değmediği için panik oluyordum. Olduğum yerde suyu yutarak çırpınmaktan başka çarem yoktu.

Poyrazdan: (İşte beklenen an)

Elimdeki telefonun kırılma ihtimalini umursamadan, savururcasına ceketimin cebine fırlattım ve başımdaki ağrının şiddetini biraz olsun dindirebilme amacıyla avuç içlerimi başıma yasladım. Ağrı dakikalar geçtikçe katlanılmaz bir hal alıyor zaten sabrımın sınırlarında olan beni daha fazla zorluyordu.

Tabii şu an tek sorunum başımdaki ağrı da değildi.

"Siktir ya..." dedim kendi kendime dilimin ucuna gelen küfürü daha fazla tutamadan. Aklıma yeniden az önce duyduğum şeyler geldiğinde kaşlarım yeniden çatıldı. Şu can sıkıcı durumumun içinde bir de Şeydanın dedikleri tam zamanıydı. "Tüm boklukların hepsi üst üste gelmek zorunda mı amına koyayım?"

Gözlerim kolumda olan saate kaydı. Sebebini bilmediğim nedenden oluşan tuhaf his ve başımdaki acımasız ağrı vardı.

"Ne demek ilk öpücüğüm Emirin lan?"

Bu çocuk heryerden çıkmak zorunda mıydı? Birde iki taneler Emir ve Demir. "Hay böyle işin ben!"

Tam telefonumu yeniden cebimden alıp, Şeydaya sormak için mesaj atacaktım ki çok kısa süreliğine unutmuş olduğum şeyler yeniden düşüncelerime süzüldü. İlk öpücük... dedi iç sesim. Hani şu Şeydanın yanından bir saniye ayrılmayan gevşek Emir. Onun canını acıtan Emir. Ona laf atan,seninle kavga eden Emir.

Düşman Okullar TatildeKde žijí příběhy. Začni objevovat