16/43

78 9 11
                                    

Stresten ayağımı o kadar şiddetli sallıyordum ki yanımda birisi otursaydı muhtemelen deprem olduğunu düşünürdü.

Dersler bitmişti; ben de Z ile sözleştiğimiz gibi boş kantinde onu bekliyordum. Endişeden tüm gece uyuyamamış, yatakta dönüp durmuştum. Bir hata işlemek korkusu midemin kaynamasına sebep oluyordu.

Derken içeri Z girdi. Birden ayağımı sallamayı kestim. Onun yanındayken ya kıvranıp duruyor ya da donup kalıyordum; bu ikisinin ortasını henüz bulamamıştım.

Benim gergin tavırlarımın aksine o oldukça rahattı. Yüzünde o alışılageldik huzurlu gülümsemesi vardı. Kısa bir selamlaşma ve hal hatır sorma faslının ardından ders çalışmaya koyulduk.

Ona konu hakkındaki temel bilgileri verdikten sonra soru çözmeye başlayacaktık. Fakat büyük bir problemim vardı. Ellerim bir parkinson hastasının elleri gibi titriyordu ve bu durumu ona fark ettirmeden kalemi nasıl tutabileceğimi bilmiyordum.

"İlk soruyu çözmeyi denemek ister misin?" diye sordum zaman kazanmak için.

"Pekala," dedikten sonra çantasından bir kalem çıkardı. Soruyu çözmeye yeltendiğinde kalbimin göğüs kafesimi kırmak istercesine bir hızla atmasına sebep olan bir şey gördüm.

Onun da elleri titriyordu.

Bana kaçamak bir bakış attı ve ellerine baktığımı gördüğünde yanakları hafifçe kızardı. Sanıyorum titremesini saklamak için, sorunun cevabını öyle süratli yazıyordu ki tuttuğunun kalem değil de elini yakan bir kor parçası olduğunu düşünürdünüz. Soruyu çözmeyi bitirir bitirmez kalemi elinden bıraktı.

Sessiz kalmamıza ya da benim konuşmama imkan tanımadan "Doğru çözmüş müyüm?" diye sordu boğuk bir sesle.

Oysa telaşlanmasına lüzum yoktu. Ben zaten bir şey soramazdım. Onun yanındayken tabanı cam olan bir mekanda yürüyor gibiydim. Altımda zemin olduğunu bilmeme rağmen adım atmak korkutucu geliyordu. Söylemek istediğim tonlarca şey olmasına rağmen yalnızca "Doğru," diyebildim, "tebrik ederim."

Dudakları sevecen bir tebessümle şekillendi. Kendiyle gurur duyar gibiydi tavrı.

"Devam edelim mi?" dediğinde onu onayladım.

Bir saati aşkın bir süre boyunca beraber soru çözdük. Çok sevimli, çok kibardı ve bebekler kadar masumdu. Sırf yakınında olmak bile ruhumu iyileştiriyordu.

Çalışmamız bittiğinde "Nereye gidiyorsun buradan, eve mi?" diye sordu.

"Evet," diye yanıtladım, "eve geçeceğim."

"Hmm, ben de eve geçecektim."

"Beraber yürümeyi teklif et." dedi Bay Obdrova.

İhtiyar adam çıldırmış olmalıydı. Böyle bir şeyi kafama silah dayasalar bile yapamazdım.

"Beraber yürümeyi teklif etmezsen hayatının kalanı boyunca hiç susmadan konuşurum." diye bir tehdit savurdu.

Mümkünatı yoktu. Söyleyemezdim. Cesaretim sıfırın altında eksi bir falandı.

"Keyfin bilir," dedi tasasız bir halde, "sen söylemezsen söyleyen başkaları çıkar yakında."

Sinirle gözlerimi kırpıştırdım. Eğer Bay Obdrova'nın da canı yanacaksa kendimi tokatlayacaktım. Yine de söyledikleri harekete geçmem için gereken gazı vermişti.

"Beraber yürüyelim mi?"

Güzel yüzünün her noktasına bir gülümseme yayıldı. "Yürüyelim."

Ona utangaç ama içten bir gülüşle karşılık verdim. Oluşan tatlı havayı memnuniyetle içime çekerken hiç olmadığım kadar mutluydum. Yavaş yavaş eşyalarımızı toparladıktan sonra sınıftan çıktık.

Ve beraber gün batımına doğru ilerledik.

KISIR DÖNGÜ • malikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin