on iki, with the right amount of sugar

Start from the beginning
                                        

Parmaklarımın arasında ona ait olan tişört ile otururken onun hakkında konuşmak tuhaftı, ormandan eve dönerken tişörtü bir ağacın altında bulmuştum ve tamamen Jeongguk'a ait olan kokusu ile bu verandada oturmuş, dönmesini bekliyordum.

İki gündür yoktu.

Herkes endişeliydi, arama ekipleri tüm ormana dağılmıştı ve Baekdu Dağı için yeni bir tane çıkarılması planlanıyordu ama boşunaydı, o iyiydi ve istemediği sürece kimse onu bulamazdı. Jeongguk'un gücünü bu kadar hafife almaları sinir bozucu bir durum olmaya başlamıştı. Jimin battaniyenin altında kıpırdandı ve varlığını hatırlattı, "Boşuna onun için endişeleniyorlar." dedi, annesinin ağlama sesi evi aşarak verandaya ulaşıyordu, "Jeongguk gelecektir, şu an hepimize kızgın." Ona hak veriyordum, hepimiz on tane bile olmayan orta yaşlı insanları dinleyerek dünyanın en dengesiz insanı olan kardeşime bırakmıştık konuşma işini.

Yoongi hyung elindeki tepside iki adet kakaolu süt dolu bardak ile yanımıza geldi, tepsiyi masaya bırakmanın ardından kendini sandalyeye bıraktı ve cep telefonunu çıkardı. Bir ara onun neden telefona bu kadar takıntılı olduğunu ve kiminle mesajlaştığını merak etmiştim ama elime geçen tek şey, sabah akşam oyun oynadığıydı. Jimin bardaklardan birini alarak biraz içti, canım hiçbir şey istemiyordu ama iki gündür yemek girmemiş midem fazlasıyla bulanıyordu.

"Jeongguk'un gidebileceği üç yer var."

Ses tonunu kısık tutan Jimin'e döndüm, "Sana bu zamana kadar söylememe sebebim, biraz kafasını dinlemesine izin vermekti ama şimdi, istersen yanına gidebilirsin." dedi Jimin, büyük bir yudum daha aldı ve dili ile dudaklarına yayılan sütü yaladı. "Sen kurt değil, kedi olmalıymışsın." dedi Yoongi hyung, hangi ara başını telefondan kaldırdığını bile bilmiyordum. "Buradaki asıl kedi sensin, delirtme beni." Jimin ona cevap vermenin ardından bana dönmeden önce masanın üzerine bıraktığım telefonumu aldı.

Şifremin Jeongguk'un doğum tarihi olduğunu nasıl bildiği konusunda bir fikrim yoktu ama biliyordu işte, not defteri kısmına adresleri yazarken "Beni görmek isteyeceğini nereden biliyorsun?" diye sordum, bakışlarını kaldırarak bana baktı ve omuz silkti. Telefonu masanın üzerine bıraktı, "Jeongguk'un şu an birine ihtiyacı varsa bu sensin, buna eminim." dedi arkasına yaslanarak, Yoongi hyung telefonunu tamamen masanın üzerine bırakmıştı. "Jeongguk ile resmi bir bağ kazanmamış olsanız bile eşsiniz, Taehyung. Bunu herkes anlayabilir, şu an sadece seni istediğine eminim." diyerek Jimin'in sözlerine katıldığında yapacak bir şey kalmamıştı.

Verandaya akşam güneşi düştüğünde yerimden kalktım, Taehwan hala Jeongguk'un odasında ne yapıyordu emin değildim ama onu görmemek en iyisiydi. Yüzüne bir tane geçirmemek için sinirlerimi kontrol etmek oldukça zordu. Kot pantolonumun cebinden arabanın anahtarını çıkararak bahçe kapısından çıktım ve demir kapı, arkamdan gürültü ile kapandı. Siyah arabanın içi beni boğuyor olsa da telefondaki ilk adrese gitmek için çalıştırdım.

Küçük bir dağ evi, hemen Baekdu Dağı'nın yamacına kurulmuştu, eski otlar gittikçe yükselmiş ve eğer pantolonum olmasaydı canımı yakıyor olurdu. Işıkları kapalı evin içinde Jeongguk'un olmadığına emin olsam da kapıyı tıklattım, adını seslendim ve açması için yalvardım. Uzun zamandır boş olduğu belli olan evi arkamda bırakarak arabaya yürüdüm.

İkinci ev, komşu kasabanın dışındaydı ve Jeon ailesinin orada neden bir evi olduğunu bile bilmiyordum. Üç katlı bir binanın ikinci katıydı, arabayı park ederek içinden çıktım ve ninaya ilerledim. Boyası dökülmüş kahverengi kapı rahatsız edici bir gıcırtı ile geri doğru açıldı, beton merdivenleri hızla çıkarken karnım kasılıyordu ve Jeongguk'un burada olduğu hissi beni sarıyordu.

Parmaklarım zile dokunduğunda yüksek bir ses çıktı, bir bacağımı sabırsızlıkla sallarken hiçbir hareket yoktu. Yeniden zili çaldım ve kısa bir sürenin ardından yere terlik sürtme sesleri duydum, kapıyı hafif aralandığında dağılmış kıvırcık saçları, ona büyük gelen tavşanlı pijamaları ve hala açılmamış uykulu gözleri ile Jeongguk, tam karşımdaydı ve ona kollarımı dolamazsam öleceğimi hissettim.

Şaşkın bir şekilde kaldığına emin olduğum bedeni sıkıca kucakladım, sadece iki gündür göremiyor olmama rağmen ağlayacak gibi hissetmeme engel olamıyordum. Kolları gevşek bir şekilde belime dolandığında gülümsedim, ondan yavaşça ayrıldığımda kolları hala belimin üzerinde duruyordu, alnına düşmüş saçlarını parmak uçlarım ile kenara çekerken "Ne yapıyorsun burada?" diye sordu, burnunu çekti ve gözlerini zorlukla açarak bana baktı.

Jeongguk tüm doğrularımı yıkıyordu ve yeniden parça parça inşa ediyordu, beni öldürerek. "Seni görmeye geldim." dedim birden, "Eğer kabul edersen..." diye devam ettim, bana oldukça kırgın olmalıydı ama onun yerine belimde kollarını sıkıştırarak daha sıkı sarıldı bana. Parmaklarım saçlarına giderek onları okşarken gözlerimi kapatmak ve sadece bu anda asılı kalmak istiyordum.

Kapı önü sarılmalarımızı bıkarak içeri geçtik beraber. Dar koridor geniş bir salona açılmadan önce ikiye ayrılıyordu, Jeongguk salon yerine sağ koridora döndü ve kapısı açık odaya ilerledi. Tahta şiltenin üzerine atılmış yatağın çarşafları dağınıktı, en son üzerinde olan kotunu sandalyenin üzerine atmıştı ve oda tamamen Jeongguk kokuyordu. "Kahve ya da başka bir şey ister misin?" diye sordu, başımı olumsuz anlamda salladım, hiçbir şey istemiyordum. Yatağa oturmanın ardından kolundan çekerek Jeongguk'u kucağıma aldım. Sırtı göğsüme değiyordu ve kalıplı bedeni için kollarımın arasında kayboldu diyemezdim ama burada olması bile yetiyordu.

Başını geriye atarak bana yaslandı, saçlarından tatlı bur koku yayılıyordu. "Nasılsın?" diye sordum, parmaklarını ellerimin arasına alarak onlarla oynarken. "İyiyim, sanırım." Mırıltısını duymak çok zordu, "Bana anlatabilirsin, Jeongguk. Tüm hislerini benimle paylaşabilirsin." diye fısıldadım, gözlerim usulca kapandı. "Taehwan geçen gün seninle aramdakiler hakkında biraz ağır konuştu bana. Onu terk ettiğimi falan söyledi, çok kırıldım öyle düşünmesine ve şimdi bakıyorum, beni kandıran oymuş." Onu daha sıkı sardım kollarımın arasında.

Bir süre sessiz kaldık, ne diyeceğimi bilemez haldeydim, ikizimin sorunlu ve ilgill delisi bir karakteri olduğunu biliyordum lakin bu şekilde davranması ve Jeongguk'un canını yakması beklenmedikti. Üstelik bir eşi varken kalkıp Jeongguk'a tüm yükü atması kabul edeceğim bir şey değildi, bu yüzden sessiz kalıyordum. Hepsini içimde tutmak ve böylece Taehwan ile yüz yüze geldiğimde tüm tazeliği ile orada olacaklardı.

Jeongguk kollarımın arasında dönerek baktığında ona gülümsedim, "Sana söylemediğim için üzgünüm ama hem konsey, hem de ailelerimiz sana gerçeği söylemesi gereken kişinin Taehwan olduğunu düşündüler." Başını salladı, bacaklarını iki yanima konumlandırarak tam olarak kucağıma oturmuş oldu yüzü bana dönük şekilde. "Size kırgın ya da kızgın değilim, Taehwan bunu yapması gereken kişiydi fakat o bunun yerine suçlu olan kişinin ben olmasını istedi." Kolları boynuma dolanırken ellerimi beline yerleştirerek onu kendime çektiğimde kıkırdadı, onu gerçekten çok fazla özlemiştim, çok fazla.

Bana yukarından bakarken oldukça güzel görünüyordu, tüm yaşadığımız karmaşayı geride bırakarak dudaklarımızı birleştirdim, bedeni elimin altında gerildi fakat dudaklarıni aralayarak bana karşılık verdi. Feromonlarımız kontrolümüzden çıkarak odaya yayılırken kokusu bedenimi ele geçiriyordu. Parmaklarım pijamasından içeri girerek tenini okşadı, parmakları ensemdeki saçları çekiştirdi, her şey kontrolümüz dışındaydı ve bundan oldukça hoşlanmıştım.

Parmakları kazağımın eteğini çekiştirerek çıkarmamı istediğini belli ettiğinde dudaklarımı boynun ayırdım ve çıkardım, Jeongguk kollarını kaldırdığında onun da üzerindekini herhangi bir yere attım, sıcak tenlerimiz birbirine değdiğinde gülümsedim ve üzerimde hareket eden bedenin isteklerine kendimi bıraktım.

invisible string' taekookWhere stories live. Discover now