otuz dört - part bir

En başından başla
                                    

Yavaşça başını salladı ve hyunguyla birlikte resepsiyonun olduğu yere gittiler. Seokjin birkaç imza atmış, elinden geldikçe hızlı olarak yeniden hibritin yanına dönmüştü.

Taehyung son yedi gündür olduğu gibi uyuyordu. Doktorlar vücudundaki ilaçları ve tüm o saçma karışımları atmak için onun midesini temizlemişler, diyalizle kanını değiştirmişler ve ağır yemekler yedirmek yerine serumlarla beslemişlerdi.

Seokjin işin resmi tarafıyla hiç ilgilenmemişti, her şey Namjoon'a kalmıştı.

Olay yerindeki her şeyin nefsi müdafaa olduğu açıktı; söze gerek bile yoktu ama yine de Seokjin'i basitçe bir sorguya almışlar, gerisini Namjoon'a sormuşlardı. Doktorlar ve polislerle ilk iletişime geçen oydu –son yedi gündür evraklarla cebelleşiyordu ve Seokjinle Taehyung'a gelecek olan insanları başlarından savıyordu.

"İtiraf etmeliyim," demişti doktorlardan biri, Taehyung'un babasının planlarını ve deneylerini ve yaptığı tüm karışımları gördüğünde. "Bunlar... Hayatımda gördüğüm en başarılı bilimsel fikirler. Hepsi hibritler üzerinde aşırı kontrol içeren ve onları itaate zorlayan karışımlar. Kesinlikle yasak elma." Eskiz defterlerini parlayan gözlerle inceleyen doktorlar Namjoon'u germişti.

"Bunları yok etmeliyiz." Namjoon'un sesi netti. "Etik dışılar."

Polisler kağıtları ellerinden almış, hibritlerin haklarını koruyan yasalar gereğince de yüksek bir konsoydan izin alınarak yakılmışlardı –doğru olan buydu.

Seokjin adamın adını asla öğrenmemişti. Hafızasında hep tek bir anıyla kalacaktı: O kırmızı düğmeye basarak cam fanusu açmaya çalıştığında aniden burnunun dibinde biten, Taehyung'u andıran o korkutucu adam olarak. Seokjin o gözleri ve o gözlerin sebebiyet olduğu vahşiliği unutmayacaktı.


:



Taehyung gözlerini tamamen açtığında Seokjin başı göğsüne düşmüş halde uyukluyordu. "Hyung," diye mırıldandı hibrit, ne yapacağını bilemeyerek, vücudundaki ağrılar eskiye oranla daha da azalmıştı ama yine de halsizdi. Gerçi burnuna dolan koku onu iyileştiriyordu; Seokjin'in çilekle karışık nane kokusu sıcaktı, sıcacık.

Buradaydı. Seokjin'in yanında. Hyungu ondan bir nefes uzaktaydı yalnızca, dizlerinin dibindeydi, ellerini tutuyordu, gözleri kapalıydı ama açtığı anda Taehyung yeniden o sıcak, kahve gözlere kavuşacaktı.

Seokjin'in gözlerini açması birkaç saniye sürmüştü –lila gözlerle göz göze geldiğinde ağlayacağını sandı bir an. "Buradayım," diye doğruldu aceleyle, hibritin korkmasından endişelenerek. Öne eğilip Taehyung'un elini tuttu. "Buradayım sevgilim."

Taehyung ona baktı.

Oldukça uzun süre baktı hatta. Lila gözleri hyungunun güzel yüzünü inceledi; kahve gözlerde endişeyle karışık rahatlama vardı, bir tek istercesine Taehyung'a bakıyordu.

Ve sonra Taehyung birden ağlamaya başladı. Hıçkırıklarla omuzları sarsılıyor, lila gözlerinden dökülen yaşlarla görüş alanı bulanıklaşıyordu. Kalbinde bir ağrı vardı; canı öyle yanmıştı ki iyileşebileceğini hiç düşünmemişti. On yedi gün boyunca o gözlerin hayalini kurmuş, zihnindeki her şey zorla elinden alsa bile o sıcak, bal ve kahve karışımı gözlere tutunmaya çalışmıştı. Hafızasındaki küçük anıyla yetinmişti, yetinmek zorunda bırakılmıştı. Korku hep içinde olmuştu, bir daha asla o gözleri görememenin korkusu onu güçsüzleştirmişti.

Şimdi ise hyungu karşısındaydı.

Ona bakıyordu, ona sarılıyordu, onun ellerini tutuyordu.

dandelion || taejinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin