you are my lover

72 9 28
                                    

Chapter 18: The One Where All Michael Can Do Is Stare

Ufak tatilimizden döneli iki gün olmuştu ve hepimiz gerçekten harika zaman geçirmiştik. Gitmeden önce yorgunluktan, stresten tüm yaşam isteğimizi yitirmiş gibiydik ama orası hepimiz için bir sihir gibi işlemiş, bizi kendimize getirmişti. Ashton ve April sonunda beraber uzun zaman geçirebilmişler, Luke ve Claire hep yapmak istedikleri şeyi yapıp doğada kalıp şarkılar yazmışlar, Gloria Calum'un boka batmış fotoğrafını çekmiş, Andy de tüm bunlar olurken bizimle eğlenmişti. Ama elbette en güzel an Maeve ile iskelede oturduğumuz andı. Hayatımda çokça güzel an yaşamıştım. O an gibisini ise yaşamamıştım. Sanki ömrümdeki kötü şeyler o anın güzelliğini yaşayabilmem için başıma gelmişti. Zamanında çok ağlayıp zırlamış olsam da şu an başıma gelen her şey için sadece minnettar hissediyordum çünkü o anların her biri beni buraya getirmişti.

Tatilimizin aslında sonsuza kadar sürmesini içten içe istiyor olsam da geri dönmemiz için de heyecanlıydım çünkü sürprizimi görünceki tepkisini merak edip duruyordum. Elbette mutlu olacaktı ama ben bunu görmek istiyordum.

Onu sürekli mutlu görmek istiyordum.

Ve şimdi de görmeme az bir zaman kalmıştı. Beraber caddede yürüyorduk. İnce, çiçekli ve onu çok tatlı gösteren elbisesiyle resmen süzülüyordu. Açık kahve saçları omuzlarından dökülüyordu ve bende tam yolun ortasında durup parmaklarımı onların arasından geçirme isteği yaratıyordu. Mental olarak hızlıca kendimi tokatladım, ne zaman 'daha fazla düşemem' diye düşünsem daha da kendimi kaptırıyordum. Bunun kötü olmadığını biliyordum, lakin kendimi çok kaptırırsam benden bıkmasını falan istemiyordum.

Yine olumsuz düşünceler su yüzüne çıkınca odağımı hemen gerçekliğe çevirdim. El ele yürüdüğümüz sırada saklamaya çalıştığı heyecanını hissedebiliyordum, bu da anında düşündüğüm her şeyi bana unutturdu ve kalbimin hızlandığını hissettim. Batmakta olan güneşin huzmelerinin gözlerinden yansıması da bana yardımcı olmuyordu, ya da yanaklarındaki çillerin daha da belirginleşmiş olması. İyi ki yol düzdü de önüme bakmadığım için rezil falan olmuyordum.

"... Sonra çekime devam ettiklerinde anladık ki koku yapay cesetlerden geliyormuş, gerçek ceset gibi koktuklarını da böyle öğrendik." Anlattığı şeyin sadece sonunu yakaladığımda anlamış gibi yapıp hızlıca onu onayladım. Ama yüzümden anlamıştı hemen, sitem ederek dudaklarını büzdü. "Ama sen beni dinlemiyorsun."

"Biraz dikkatim dağılıyor diyelim." Bilerek tatlı yaptığım sesimle ona cevap verdim. Bir süre kaşlarını çatıp, kızgın yapmaya çalıştığı yüzüyle bana baktı ama boştaki elimle burnuna dokunduğumda yüzüne hemen o aşık olduğum tebessümü geldi. Tekrar önüne dönüp bana yaslanarak yürümeye başladı. Mutlulukla elini tuttuğum kolumu ona sardım.

İki buçuk ay önce Lonely Heart'ı yazdıktan sonra bir-iki cümleden emin olamadığımda tavsiye için Finneas'ı aramıştım. Elbette grup arkadaşlarım da seve seve bana yardım ederdi, lakin aklımda başka bir şey de vardı. Şarkıyı yazdığım günün sabahı Spotify'dan Maeve'i takip etmiştim. Bir saat boyunca tüm listelerini incelemem sonucunda tüm listelerde farklı sanatçılar olsa bile birinin hepsinde ortak olduğunu fark etmiştim, o da Finneas'dan başkası değildi. Onun müziğini gerçekten çok seviyordu, ki onu çok iyi anlıyordum çünkü ben de çok seviyordum. Hatta hak ettiği değeri görmediğini falan düşünüyordum.

Onu o gün aradığımda daha ben konuyu bile açamadan bugünkü gizli, ufak konserden bahsetmiş ve bizi de çağırmıştı. Elbette anında geleceğimizi söylemiştim.

lose me in the sight of you || cliffordTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon