well, i found my heaven inside of her

134 10 32
                                    

Chapter 16: The One Where Michael Is So In Love

Hayatımda daha mutlu olduğum bir an aklıma gelmiyordu.

Evet, binlerce kişiye konser vermiş, bir sürü ödül kazanmış bir adamdım ama hiçbiri şu an kalbimin hissettiği hafiflik ve aşkla yarışamazdı.

Aşıktım, deli gibi. Üstelik artık bu aşka da sahiptim ve bunu batırmamak için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Güzel şeylerin parmaklarımdan kaymaması uğruna gerçekten çok şeyi feda etmeye hazırdım. Hayatım boyunca beni yüzüstü bırakmış evren sonunda bana gülmüştü. Hala bir rüyada gibi hissettiriyordu. Ama değildim.

Tepemize kurduğum ufak ledlerin yüzünü aydınlattığı Maeve'e baktım; gerçekten rüya gibiydi. Bana baktığında ve gülümsediğinde ise her şeyin daha önce hiç olmadığı kadar gerçek olduğunu anlamıştım. Sahip olduğum, gördüğüm, dokunduğum her şeyden daha gerçekti; çünkü kalbim onundu. Tamamiyle.

Kalbimin siyahını birinde daha bulmuştum, bunu çok düşünmeme gerek yoktu; biliyordum. Konuştuğumuz tüm o anlar, bana anlattıkları, ona anlattıklarım; beraber yaptığımız her şey tam istediğim gibi yürütmüştü her şeyi: önce ona bir rüzgarmışçasına kapılmıştım, sonra onu görme isteğiyle yanıp tutuşmuş, en sonunda da aşık olmuştum. Aynısının onun için de geçerli olduğunu gözlerinden anlıyordum. Onu okumak kolaydı çünkü; o kadar duygu yüklü bir insandı ki gözlerinden geçen her bir duyguyu resmen kalbimde hissediyordum.

"Ne düşünüyorsun?" Sesiyle tekrar ona odaklandım. Elindeki çatalı tutmuş, tatlı bir ifadeyle bana bakıyordu. Yine dalacaktım ki gözlerimi ondan çekip kendime geldim.

"Hiç..." Mırıldandım. Başımı eğdiğimde önümdeki yemeğe daha dokunmadığımı fark ettim. Maeve'in buraya gelmesini beklerken aslında açlıktan ölüyordum ama onu gördüğümden beridir tüm her şeyi unutmuş vaziyetteydim.

Dağıldığımı fark ettiğinde çatalını indirip ellerini masadaki ellerime uzattı. Uzunca süre hayal ettiğim bu görüntüye baktım. Sağ elinin üstünde yanağındaki çillere benzeyen birkaç lekeye gülümsedim. O kadar kendine özgüydü ki ona baktıkça ağlamak istiyordum.

"Eğer dediğin gibi hiçbir şey düşünmeseydin yemeğin çoktan bitmiş olurdu Michael." Yumuşak sesiyle gözlerim ortamın loşluğundan iyice koyulaşmış elalarına döndü. O kadar güzel bakıyordu ki.

Başka bir şey demesine gerek yoktu. Bana böyle bakarsa gerçekten onun için her şeyi yapardım.

Derin bir nefes alıp tekrar ellerimize baktım. "Sadece... Bu anları o kadar uzun zamandır bekliyordum ki gerçekleşmesi hala mucize gibi geliyor." Başını salladığını gördüm, hafifçe elimi sıktı. Varlığını böyle hissettirmesi o kadar iyi gelmişti ki şu an bana.

"Aynısı benim için de geçerli. İskelede bana o şarkıyı çalmaya başladığın andan beridir sarhoş gibiyim." İfade ediş biçimine güldüm. Rahatladığımı anlayınca o da genişçe gülümsedi. "Ama işte buradayız; karşımdasın, ellerimi tutuyorsun ve her şey harika. Hala bunları hangi ara yaptığını bilmiyorum bile." Gözleriyle yine etrafı incelemesini izledim. Ona rasgele bir anda bile gidip aşkımı itiraf etsem yine her şeyin mükemmel olacağını biliyordum. Ama biraz çabalamak istemiştim. Ona verdiğim değeri hissetsin, bu güzel şeyleri onunla olduğum süre boyunca yapacağımı görsün istemiştim.

Tekrar gözlerimiz buluştuğunda bu sefer gülümseyerek anlatmaya başladım. "Aslında çok sevgili arkadaşlarım olmasa altından kalkamazdım. Buraya gelirken fikir aklıma gelmişti ama yapabileceğime inanmıyordum. Senin deyiminle 'gitar tanrısı' olabilirim ama gerçekte beceriksiz bir insanım." Kullandığım tamlamayla suratı hayatımda gördüğüm en komik şeye dönüşürken kahkaha attım. Kızaran yüzünü saklamak için ellerini ellerimden çektiğinde gülmeye devam ediyordum.

lose me in the sight of you || cliffordHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin