you can bet i'll know every line

122 16 43
                                    

Chapter 12: The One Where Past Won't Let Us Go

"Uyudun mu?" Sessizce fısıldadığını duyunca ona döndüm. O çoktan bana dönmüştü. Bense karanlık tavana bakıp düşünmeye dalmıştım. O gecelerden birindeydim.

"Evet." Dediğimde kıkırdadı. Karanlıkta bile parlayan gözlerini görebiliyordum. Gloria Calum'ın gözlerinde hep bir ışık gördüğünü söylerdi bize, bense ona gözlerimi devirirdim.

Şu an ne dediğini anlıyordum.

Ellerimi yastığımın altına sokarken sordum. "Uyuyamadın mı?" Aslında hata bendeydi. Omzumda uyuyakaldığında onu hemen yatağa yatırmalıydım ya da onu taşırken dikkatli olmalıydım. Çünkü bir saat boyunca omzumda uyumuştu neredeyse; bencilce düşünüp ben de gözlerimi kapatmış ve o an tanrı bizi dondurmuş gibi davranmıştım. Şimdi de o bir saatte enerjisini topladığından uyuyamıyor olmalıydı.

Derin bir nefes alıp o da ellerini benim gibi yastığının altına soktu. "Uykum var ama beynim dönüp duruyor, sanki asla durmayacakmış gibi." Ne demek istediğini çok iyi bildiğimden başımı salladım. "Bazen sanki kimse senin tarafında değilmiş gibi hissediyor musun sen de?" Az öncekine göre gücü azalmış sesiyle sorduğunda bir an donmuş gibi hissettim.

Kalbimin sürekli sorduğu soruları nasıl kelimesi kelimesine söyleyebiliyordu?

Gözlerine baktığımda az öncekine göre daha fazla parladığını gördüm, ama bunun nedeninin yaşlar olduğunu bir ahmak bile anlardı. Kalbimin göğsümde sıkıştığını hissettim. "Maeve, bir şey mi oldu?" Fısıldayarak sordum, onu ürkütmek istemiyordum. O kadar kırılgan ve narindi ki.

Başını iki yana salladıktan sonra sırt üstü döndü. Rahat hissetmesini sağlamak için ben de az önceki aynı pozisyonuma döndüm. Konuşmaya başladığında derin bir nefes aldım. "Böyle hissetmek için illa bir şey olmasına gerek olmadığını öğreneli çok oldu Michael. Bir anda gece üstüme geliyor ve," Elleriyle patlama şekli yaptığında istemsizce gülümsedim. Göz ucuyla yüzüne baktım. Sesi aslında anlattıkça gücüne kavuşmuştu ama yanakları sırılsıklamdı.

Bu daha da içimi parçalarken dayanamadım, yan dönüp bir elimi yüzüne uzattım. Sağ yanağını hafifçe sildiğim an daha çok ağlamaya başladı. O an daha önce kimsenin yaşlarını silmediğini anladım.

Elimi diğer yanağına koyup bu sefer oradaki yaşlarını sildiğimde gözlerimiz buluştu. Odamın camına çok yakın bir yerde sokak lambası olduğu için şanslıydım çünkü o gelen azıcık ışık bile onu görmeme ve ona daha da aşık olmama yetiyordu.

Elini yanağımda hissettiğimde ağladığımın farkında değildim. Baş parmağını aynı benim gibi yanağımda kaydırdığında benim de onun gibi sırılsıklam olduğumu anladım. Farkında olmadan parçalanmıştım sanki; o da parçalarımı topluyordu.

Az önce söylediği şeye karşılık vermek için kalbim yanıp tutuşuyordu. Elini çektiğinde ve yanağım üşüdüğünde dayanamayıp söyledim. "Ben senin tarafındayım." Bunu kalbimden gelerek söylemiştim; her bir kelimeyi kastederek ve isteyerek. Onun yanında olurdum; bazen beni iterdi belki, ya da beni daha çok kendine çekerdi. Ama hep dururdum yanında. Kalbini görmüştüm. Dünyanın gözlerinden düştüğünü bile görmüştüm; aynı onun da benim gözlerimde gördüğü gibi.

Kelimelerimle gözleri kısıldı; o içten gülümsemesiyle bakıyordu bana. Tüm sorunları omuzlarından kalkmış, şeytanları onu terk etmiş gibiydi gözlerinin parlaklığı.

Üç sene önce Luke'un bana bunu dediği günü hatırlıyordum. Maeve'in bu bakışlarının değişmesi resmen anlık olmuştu ama ben aylarca boğuşmuştum. Daha da kötüsü kendi zihnimde bu savaşı vermemdi. Hatta sonlara yaklaştıkça boğuşmayı bırakmış, boğulmuştum.

lose me in the sight of you || cliffordWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu